Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Seçimler Kanunu Tasarısı, İslâm Esâsına Dayanmamaktadır

Anayasa komisyonu tarafından, seçim kanununa ilişkin anlaşmazlık noktalarındaki tutumlarını netleştirmeleri için tüm politik güçlere verilen süre bugün doldu. Peki, bu tasarı nedir? Hangi esâsa dayanmaktadır? Buna ilişkin İslâmî hüküm nedir? Tüm bunları açıklamamız kaçınılmazdır ki herkes hakkı bâtıldan ayırt etsin.

Birincisi: Seçimler kanunu tasarısının üzerine binâ edildiği esâs, -tasarının 1. maddesine göre- 2005 yılı geçiş anayasasıdır. Bilindiği gibi bu anayasa, İslâm esâsına dayanmamakta ve yasama hakkını, Vatanî Meclis'te, il meclislerinde ve il yasama meclislerinde çoğunluğa sahip olan beşere vermektedir. Ayrıca bu anayasa, Güney Sudan'ın ayrılmasını tesis etmekte ve diğer vilâyetlerin ayrılmasına da zemin teşkil etmektedir.

İkincisi: Gerek bu kanun, gerekse partiler kanunu, -geçiş anayasasında olduğu gibi- Güney Sudan'ın kuzeyden ayrılmasına odaklanırken; kanunun tüm fıkralarında bu hususa değindiğinde güneyi sanki özerk bir varlıkmış gibi ele alınmaktadır.

Üçüncüsü: Bu kanun, cumhurbaşkanlığı, il vâliliği, vatanî yada il yasama meclislerine adaylık şartları kapsamında sıklıkla "Sudanlılar" ifadesine vurgu yapmaktadır...

Seçim; belirli işleri yapmak üzere bir şahsı veya şahısları seçme üslubu olması bakımından, belirlenen işin şer'ân câiz olması şartıyla, şer'ân câizdir.

Bu kanun ise şer'î olmayan bir iş için kullanılmaktadır ki bu, Cumhurbaşkanlığı seçimidir. İslâm'da ise cumhurbaşkanlığı yoktur, tam aksine Müslümanlar için Hilâfet vardır. Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  وَإنّهُ لاَ نَبِيّ بَعْدِي. وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ ... "Artık Benden sonra Nebî yoktur. Halîfeler olacak da çoğalacaklardır..." Ayrıca bu kanun, Allah'ın dışında yasama yapacak yasama kurulunun seçimi için de kullanılacaktır. Oysa İslâm'da yasama hakkı, yalnız Allah'a aittir, beşere ait değildir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:  إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir. O size Kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru dîn budur, velâkin insanların çoğu bilmezler." [Yûsuf 40] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâ'ide 44] Dahası Güney Sudan'ın kuzeyden ayrılması da haramdır, Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden dolayı câiz değildir:  مَنْ أَتَاكُمْ، وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ، عَلَىَ رَجُلٍ وَاحِدٍ، يُرِيدُ أَنْ يَشُقّ عَصَاكُمْ، أَوْ يُفَرّقَ جَمَاعَتَكُمْ، فَاقْتُلُوهُ "İşleriniz (yönetiminiz) bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asânızı parçalamak veya cemaatinizi (bütünlüğünüzü) bölmek isterse onu hemen öldürün."

"Sudanlılar" meselesine ve bunun şart koşulmasına gelince; bu bâtıl bir şarttır ve Sömürgeci Kâfirin türettiği, ajanlarının ardı sıra koruduğu vatancılık esâsı üzerine Müslümanların parçalanmışlığını pekiştirmektir. Oysa asıl olan; ülkeleri ve beldeleri birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, Müslümanların kardeş olmasıdır. Allahu Subhânehû ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:   إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Mü'minler ancak kardeştirler." [Hucurat 10]

İlâveten bu kanun, -daha önce belirttiğimiz gibi-, İslâm esâsı üzerine değil, aksine Nifâşa Antlaşması esâsı üzerine inşâ edilmiştir. Oysa Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binâsını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binâsını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." [et-Tevbe 109]

Bütün bunlardan açığa çıkmaktadır ki bu kanun şer'ân bâtıldır:

Siyâsî partiler, toplum içerisindeki etkin güçler, daha da ötesi bu beldedeki tüm Müslümanlar, bu tasarıyı ve üzerine kurulu olduğu esâsı reddetmeli ve herkes, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Hilâfet'i kurmaya çalışarak İslâm esâsı ve ahkâmı üzerine bir devletin ve toplumun inşâsı için çalışmalıdır ki hem üstünlüğümüzün, hem Rabbimizin rızâsını kazanmamızın, hem de düşmanlarımıza galebe çalmamızın tek yolu budur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ "De ki: Haydi Delîlinizi Getirin, Eğer Gerçekten Doğru Sözlü İseniz!" [el-Bakara 111]

Telgraf gazetesi 19.01.2008 tarihinde, Hollandalı istihbaratçıların, Suudi Arabistan'ın Hizb-ut Tahrir'in Avrupa'daki bazı kollarını finanse ettiğini ortaya çıkardığı şeklinde bir haber yayınladı. Haberde şöyle geçti: "İstihbarat görevlilerinden birisi bunu, Stratejik ve Devletlerarası Çalışmalar Merkezi [CSIS - Center for Strategic & International Studies] gözetiminde yapılan Washington'daki bir konferansta açıkladı." Yine şöyle dedikleri bildirildi: "Ellerinde fazlasıyla para var ve Suudi dolarlarını geri çevirmek zordur." Buna reddiyemiz aşağıdaki gibidir:

1.   Hizb-ut Tahrir, hem Telgraf Gazetesi'ne, hem de Hollandalı istihbaratçılara meydan okuyor; iddialarınızda haklı iseniz, haydi Hizb-ut Tahrir'in Suudi Arabistan'dan veya herhangi bir başka merciden para aldığını kanıtlayın, haydi o sözde delîllerinizi getirin! Bizler tüm insanlar önünde bunlara karşılık vermeye hazırız.

2.   Hizb-ut Tahrir, -daha önce de duyurduğu gibi- Suudi Arabistan'a, arzulanan İslâmî Devlet olarak itibar etmemektedir. Bunun için Suudi Arabistan'da insanların boyunlarına musallat olmuş kraliyet rejimini, şer'î bey'at sahibi bir Halîfe'ce yönetilecek, İslâm'ı tastamam tatbik edecek ve Amerika'nın İslâmî beldeleri sömürmek ve Müslümanlar katletmek için topraklarını harekete geçme noktası haline getireceği askerî bir üs edinmesine engel olacak Hilâfet nizâmına dönüştürmek üzere orada çalışmaktadır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir, Suudi Arabistan'ı ne şer'î bir devlet olarak tanır, ne onunla ilişkiye girer, ne de yardımlarını ve hibelerini kabul eder.

3.   Madem ki Hollandalı istihbaratçılar, Suudi Arabistan'ın aşırılığa ve terörizme teşvik ettiğine, aşırıların ve teröristlerin Suudî Arabistan'dan destek gördüğüne dâir delillere sahip olduklarını mütemadiyen iddia ediyorlar, o halde neden Hükümete, Suudi Arabistan ile ilişkilerini kesmesini önermiyorlar? Yoksa Suudi Arabistan petrollerini geri çevirmek zor mu geliyor?

4.   İnsanlar Hizb-ut Tahrir'in hakikatini çok iyi bilmektedir. O, hiçbir dünya malı ile paha biçilmez bir zimmete sahip arı-duru bir Hizb'dir. Dolarları geri çevirmenin kimin için zor olduğu meselesine gelince; bu zorluk, gâyesi bu dünya olan, amellerinin ölçüsü de menfaat olan kimseler için zordur, aynen haberin yazarı gibi. Gâyesi Âhiret olan, amellerinin ölçüsü de helâl ve haram olan kimseler için ise böylesi bir tersleme hiç de zor değildir.

Binâenaleyh istihbaratçıların ve medya organlarının iddia ettikleri ancak, özellikle Hizb-ut Tahrir'in insanları Kur'ân-il Kerîm'lerini savunmaya sevk ettiği bir dönemde Hizb-ut Tahrir'in adını karalamaya yönelik bir uydurma ve çarpıtma kâbilindendir. Haberi yayınlayanlara ve yayınlanması vesvesesinde bulunanlara vurgularız ki böylesi yalanlar Hizb-ut Tahrir'in Hollanda'daki şebâbını asla sarsamayacak ve bu başarılı kampanya devam edecektir.

وَلاَ يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلاَّ بِأَهْلِهِ "Kötü tuzak sahibinden başkasının (başına) geçmez." [el-Fâtır 43]

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Hollanda

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ey İnsanlar, Amerikan Birliklerinin Pakistan'a Gelmesine Karşı Ayağa Kalkın!

Üst düzey Amerikalı askerî yetkililerce, Pakistan sınırları içerisine yerleştirilen Amerikan birliklerinin sayısındaki çarpıcı artış, Müşerref'in hıyânetine yeni bir diğer kanıttır. "Önce Pakistan" sloganıyla Amerika karşısında boyun büken Müşerref, tam altı yıldır Pakistan'a ağır hasar vermektedir. Müşerref, Pakistan'ı yalnızca sunî ve kaçınılmaz un, elektrik ve doğalgaz krizlerinin içine sürüklemekle kalmadı, aynı zamanda Amerikan birliklerinin Pakistan içerisinde yerleştirilmelerine de hazır göründü. Bu husus, Amerikan CENTCOM (Merkez Kuvvetler Komutanlığı) Komutanı Amiral William J. Fallen tarafından şu sözler ile ifşâ edildi: "Pakistan Ordusu, kabileler bölgesindeki isyanla başa çıkmak ve Sınır Muhâfızları'nı Amerikan eğitim merkezinde eğitmek üzere Amerikan Ordusu ile daha geniş tabanlı bir ilişkiye gönüllü görünüyor." Pakistan birliklerinin eğitimi gerekçesiyle Amerikan birliklerinin yerleştirilmesi, Pakistan'ın güvenliğini ciddi biçimde tehlikeye atacaktır. Zaten Amerikan basınında, Birleşik Devletler'in, Pakistan'ın nükleer varlıklarını çalmak yada yok etmek üzere Özel Kuvvetler operasyonu gerçekleştirme niyetine ilişkin pek çok rapor yer almıştır.

Böylesi koşullar altında, en büyük düşmanın birliklerinin ülkeye sokulması, hangi "ulusal çıkara" hizmet etmektedir?

Ümmet'i harekete geçmeye ve Müşerref'in Amerikalıların Pakistan içerisine birliklerini yerleştirmelerine izin vermesini engellemeye çağırıyoruz. Daha da ötesi silahlı kuvvetler içerisindeki samimi unsurlar, Müşerref'in bu hıyânetini durdurmalı ve Hilâfet'in yeniden kurulması için gerekli nusreti vermelidirler.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Gazze'deki Toplu Katliamın Tek Çözümü, Sözde Yahudi Varlığının Kökünü Kazımak Üzere Müslümanların Ordularını Seferber Etmektir!

  • Kategori Filistin
  •   |  

Sözde Yahudi varlığının 15.01.2007 Salı gününden beri yürüttüğü katliam kampanyası, çoğunluğu Gazze Şeridi'nden olmak üzere -Allah hepsine rahmet eylesin- kırkın üzerinde şehit verilmesi ile sonuçlandı. Müslümanların kanlarını akıtmaya susamış sözde Yahudi varlığı, kurşunlar ve füzelerle başladığı bu mücrim kampanyasını, şimdilerde yiyeceksiz, ilaçsız, yakıtsız Gazze Şeridi'ne dayattığı ölümcül ablukası ile tamamlamaktadır.

İslâmî âlemdeki devletlerin, bilhâssa Filistin'e komşu olanların -Filistin Otoritesi de dahil- tepkisini gözlemleyen herkes, bu devletlerin sırf uyumadıklarını, aksine daha da beteri ölüm sessizliğine gömüldüklerini görür. Tavırları, derin bir sessizlik ile alçak bir kınama tavrı arasına sıkışıp kalmıştır. Onların misâli, "İsrail'i ortaya çıkaran ve Ümmet'in bağrına saplanmış zehirli bir hançer olması için onu para ve silahla finanse eden" Kâfir devletlere seslenerek katliamı durdurmasını ve ablukayı hafifletmesi için müdahalede bulunmasını isteyenin üslubunu andırmaktadır. Kimileri de Filistin Otoritesi'nden, şehitlerin ruhlarına saygı amacıyla en azından bir günlüğüne de olsa Filistin'i satma müzakerelerini durdurmasını talep etmektedir!

Aslında meselenin özü, Gazze konusundan bahsedenlerin -kasten- onu kurban edenler olmasıdır. Oysa onlar asla buna el atmamışlardır. Üstüne üstlük Gazze meselesini, hem kâfirlerin hem de ajanları olan İslâmî âlemdeki mevcut hain nizâmların, "onlara suç ortağı olmak ve şirin gözükmek amacıyla" kabul ettiği siyâsî esâslara ve örflere göre ele almışlardır. Oysa bunlar özetle, Gazze halkı üzerindeki ablukayı hafifletsinler diye Kâfirlere ve Yahudilere tevessül etmekten ötesi değildir. Zaten onlar "tüm insanlık nezdinde" mevcut bulunan, "orduların vazîfesi" mefhumunu sözlüklerinden silmişlerdir ki bu, hem Ümmet'i, hem de hurumâtını ve topraklarını savunmak yolunda savaş ve çarpışmadır.

Aslında meselenin özü, sözde Yahudi varlığının ta kendisidir. Katleden de, açlığa mahkûm eden de, ilacı ve yakıtı kesen de, "bilhassa Gazze'de" sabah-akşam Filistin halkının kanını döken de bizâtihi odur! Dolayısıyla bu mesele hakkında İslâm'ın koyduğu çözüm, bu sözde Yahudi varlığını kökünden kazımak üzere orduları seferber etmektir. Bunun haricindeki bütün laflar, sıkıntıları artıracak, Ümmet'i heder edecek ve bilinmesi dînen zaruri olan şu hükmü askıya alacaktır:  وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً  "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [Nîsa 141]

Filhakika Ümmet, gerek muazzam İslâmî Akîdesi, gerek mü'min ve muhlis erleri, gerekse beldelerinde yığılmış silahları ile, insanlar arasında dünya hayatına yapışmaya en düşkün bu sözde Yahudi varlığı gibi yüzlercesini hezîmete uğratır da Ümmet'in boyunlarına musallat olmuş aşağılık yöneticilerden başka hiç kimse de buna mânî olamaz.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Filistin olarak, Beyt-il Makdis'ten ve el-Makdis'in eteklerinden haykırıyor, Ümmet'in ordularına sesleniyor ve diyoruz ki: Ey insanlar için çıkartılmış en hayırlı Ümmet'in evlatları daha ne zamana kadar? Ey mücâhitlerin torunları, Ey Ömer'in ve Salâhuddîn'in torunları, daha ne zamana kadar? Sabah-akşam akıtılan kanlar ve kıyılan canlar damarlarınızdaki kanları kaynatmaya yetmez mi? Sözde Yahudi varlığının el-Aksâ'nın tertemiz toprakları üzerinde çöreklenmiş olması harekete geçmenize yetmez mi? Ey insanlar için çıkartılmış en hayırlı Ümmet'in evlâtları, daha neyi bekliyorsunuz? Haydi izzet ve azâmet destanı yazmak için kıyâma kalkın, Ey İslâm'ın askerleri! Semânın ve arzın Rabbini râzı edecek bir Halîfe'ye beyat için kıyama kalkın! el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e icâbet etmek üzere Halîfesinin ardında saf tutacağınız Râşidî Hilâfet için kıyâma kalkın artık!

الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmâm [Halîfe] kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan Sapık Ahmediyye Grubu Hakkında Bir Basın Açıklaması

Akîdevî fırkaları denetlemekten sorumlu Eşgüdüm Komisyonu, 05.01.2008 Salı günü Başsavcının bürosunda yaptığı oturumun ardından Ahmediyye fırkasının yasaklanmamasına karar verdi. Bu karar, Ahmediyye / Endonezya Lideri olması itibariyle AbdulBasît tarafından cemaatin îtikâdî ve ictimâî usûlü hakkında yapılan Ahmediyye / Endonezya Merkez Yürütme Kurulu açıklamalarının 12 bendinin oturumda kabul edilmesinden sonra geldi.

Ahmediyye / Endonezya açıklamalarında, Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in  Nebîlerin sonuncusu ve Ahmediyye'nin kurucusu Mirza Gulam Ahmed'in ise Ahmedîlerin mürşidi, muallimi ve örneği olduğunu ifade ederek, (Ahmediyye'nin en önemli kitabı olan) Kitâb-ut Tezkira'nın ancak Mirza'nın mânevî birikiminin mecmuu olduğunu, mukaddes bir kitap olmadığını, mukaddes kitabının yalnızca Kur'ân-il Kerîm olduğunu ve bunun da Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti ile birlikte, bağlı kaldıkları İslâm'ın kaynakları olduğunu vurguladı. Yine Ahmediyye'nin kendileri dışındaki Müslümanları asla tekfir etmeyeceğini ve mescitlerinin tüm Müslümanlara açık olduğunu belirtti.

Komisyon, bu açıklamaların hakka dönüşe yönelik bir iyi niyet taşıdığı kanısına vardı ve ardından Ahmedîlere, açıklamalarında geçen bu 12 bendin uygulanması için 3 aylık bir süre tanıdı. Bu açıklamalarında ciddi olmadıklarının ve haklarındaki "sapık" değerlendirmelerini önlemek için sırf politik manipülasyon yaptıklarının açığa çıkması halinde, Komisyon -müdürü Vusno Suprata'nın belirttiği gibi- başka tedbirler alacaktır.

Bunlara binâen Hizb-ut Tahrir / Endonezya, aşağıdaki hususları beyân eder:

1.   Diğer Müslüman kardeşlerini hatadan ve dalâletten uzaklaştırmak üzere uyarılarda ve hatırlatmalarda bulunmaları, Müslümanların yükümlülüklerindendir. Yine hata ettiklerini yahut dalâlete düştüklerini fark ettikleri anda, onları hakka döndürmede acele etmeleri de yükümlülüklerindendir. Hakka dönüşe yönelik bu açıklamalarına binâen, bunu hüsn-ü zann olarak değerlendirerek kabul etmek kaçınılmazdır. Zîra İslâm, Müslüman bir kimsenin Müslüman kardeşi hakkında, gerçekte içinde ne olup olmadığına göre değil, zâhirine göre hükmetmesine karar kılmıştır. Zîra kalplerin içinde neler olduğunu bilen yalnızca Allah [Tebârake ve Te'alâ]'dır.

2.   Ancak önceki kâidenin, bu Ahmediyye meselesinde tahakkuku mümkün değildir. Zîra onun meselesi, Komisyon'un oturumunda, 12 bentlik açıklamasının ardından sapıklığından dönmüşçesine ele alındığı kadar basit bir mesele değildir. Nitekim Ahmediyye/Endonezya, küresel Ahmediyye'nin bir koludur ve Endonezya'da da -kitaplarında ve referans kaynaklarında geçtiği gibi- Merkezî Yürütme Kurulu tarafından kararlaştırılmış öğretilerinde, mefhumlarında ve inançlarında küresel Ahmediyye'ye bağlıdır. Hakkında farklı çevrelerce dalâlet (sapıklık) hükmü verilen hususlara göre sürdürülen bu inançlarından herhangi bir şekilde döndüğü vâki olmamıştır, ne 1980 tarihli Kurul kararında geçtiği gibi ülkeler bazında, ne de 1985 tarihli İslâm Konferansı Örgütü'nün kararında geçtiği gibi küresel bazda!

3.   Buna göre Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Endonezya Âlimler Kurulu'nu, bu öğretilerini, mefhumlarını ve sapık inançlarını değiştirinceye dek Ahmediyye'nin sapıklığı hakkındaki fetvâlarını değiştirmemeye teşvik eder. Hükümet de Endonezya Âlimler Kurulu'nun bu fetvâlarını referans almalı, Ahmediyye'nin sapıklığı hakkındaki hükmü benimsemeli, faaliyetlerini men etmeli ve üyelerini mürted oldukları gerekçesiyle yakalamalıdır. Tamamen hakka dönmeleri halinde bu engellemeler kaldırılabilir olmalıdır.

4.   Bütün bunlara karşın, sapık bir grup olarak yayılması nedeniyle kendilerine karşı şiddetli bir öfke duyan fertlerin yaptığı gibi, Ahmediyye meselesinin şiddet eylemleri ile çözülmesi doğru değildir. 1980 senesinde Endonezya Âlimler Kurulu tarafından ve 1985'te Cidde'deki İslâmî Fıkıh Birliği'nde İslâm Konferansı Örgütü tarafından hakkında sapıklık fetvâsı verilmesine binâen Hükümet, bu grubun üyelerine karşı sert önlemler almalı, bürolarını kapatmalı, inançlarına çağırmaktan men edilmeli ve üyeleri yakalanmalıdır. Yani öncelikli olarak fertler veya topluluklar değil devlet harekete geçmelidir.

5.   Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Endonezya Hükümeti de dâhil tüm Müslümanlara, Ahmediyye'ye ilişkin sapıklık hükmünü kaynak alan önceki fetvâları benimseme çağrısında bulunmaktadır. Çünkü bunlar haklıdır ve şer'î ehliyet ve mârifet sahibi âlimler tarafından yayınlanmıştır. Zaten İslâmî Akîde'nin sâfiyetini saptırmaya yahut ona ve Müslümanların mukaddesâtına saldırmaya yönelik girişimlerden korumak maksadıyla fetvâlar yayınlanması ve önlemler alınması gâyet doğaldır.

6.   Yine tüm Müslümanları, İslâm Şeriatı ile yönetimin ve Hilâfet'in geri getirilmesinde acele etmeleri çağrısında bulunmaktadır. Zîra artık Laik sistemin fesâdı ayyuka çıkmış, İslâm'ı ve inançlarının kudsiyetini savunmaktan uzak ve âciz olduğu ifşa olmuştur.

Allah'tan hepimize merhamet etmesini, hepimizi korumasını ve hepimizi, bilhassa ülkelerde İslâm'ın ikâme için ihlasla çalışan dosdoğru âlimleri hayra muvaffak kılmasını niyâz ediyoruz ki âlemlere rahmet İslâm'ın hedefleri tahakkuk edebilsin.

Devamını oku...

Cumhurbaşkanı Gül'ün Amerika Ziyâreti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 8 Ocak'ta başladığı Amerika ziyâretini 11 Ocak'ta tamamladı. Görüşmesinde başta Bush olmak üzere pek çok yetkili ile ve başta Yahudi grupları olmak üzere pek çok kuruluş ile, Gül'ün kendi ifadesiyle "Afganistan'dan Orta Asya'ya, Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, Irak'tan Balkanlara, terörle mücadeleden enerjinin güvenlikli bir şekilde taşınmasına kadar bir çok konuda" görüştü.

Türkiye ile Amerika arasındaki "50 yıllık sınanmış, denenmiş ilişkilerin", "herhangi iki ülke arasındaki ilişkilerin ötesinde olduğunu" söyleyip bu ilişkilerin özünde "ortak değerler" olduğunu belirterek şöyle dedi: "Ortak değerler; demokrasiye olan inanç, insan haklarına olan saygı ve serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi... Biz bu değerleri paylaştığımız için ilişkilerimizin sağlam bir temeli olmaktadır." Çok faydalı diye tanımladığı görüşmelerinden çok mutlu olduğunu söyledi.

Görüşme konularında Türkiye Hükümeti ve Cumhurbaşkanı ile Amerikan yönetimi arasında pürüzsüz, gönülden, bağımlı, ortak ve tek taraflı görüşler ekseninde ele alındığı mâlumdur. Klasik "ver-kurtul" ilkesinin, Türk-Amerikan ilişkileri söz konusu olunca "al-rahatlat" ilkesine dönüştüğü açıktır. Amerika'nın dünyanın en önde gelen sömürgeci, işgâlci ve katliamcı devleti olduğu meşhur olduğuna göre, Gül ile Bush'un hiçbir konuda ihtilâf etmemesi başka ne anlama gelebilir ki? Bu bağlamda Gül'ün, "Amerikan yönetiminin Türkiye'nin terörle mücadelesine destek karşılığında Türkiye'den hiçbir beklentisi yoktur. 'Ben bunu yapıyorum, sen de şunu yap' diye bir şey söz konusu değil" sözüne hangi akıl sahibi inanabilir ki? Bundan kasıt, "ben ne istersen yapıyorum, senin zahmet edip söylemene hiç gerek yok" ise olabilir.

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Gül'ün ziyareti, Bush'un Ortadoğu turunun hemen öncesine denk geldi. Yaklaşık iki ay kadar önce Başbakan Erdoğan'ın Washington'a gitmiş olduğu, Bush'un ertesi gün zaten bölgeye gelecek olması ve Bush'un Mısır'a varmasından bir gün önce Mısır'a gidecek olması ve orada Bush ile tesâdüf etmesi, yada Bush'un bunca ülkeyi ziyâretine Türkiye ziyâretini eklemesi ... gibi hususlar dikkate alındığında görülüyor ki Bush, Gül'ü Amerika'ya dâvet etmemiş, bilakis ayağına çağırmıştır.

İsterdik ki Cumhurbaşkanı Gül'ün, binlerce kilometre yol kat ederek düzenlediği ve Amerika'nın yüzlerce Müslümanı katlettiği bir sırada gerçekleşen bu dört günlük ziyâretin her aşamasını ve ele alınan tüm konularını ayrıntılı bir şekilde değerlendirip Ümmet'e beyân edelim. Ancak buna ne imkân, ne de hâcet var;

Deveye sormuşlar: "Neren eğri?" Demiş ki: "Nerem doğru ki?"

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bush'un Ziyâreti "Barış" İçin Değil, "İsrail" Irkçılığını Güvence Altına Almak İçindir

Bush'un işgâl altındaki Filistin'e ziyâreti etrafında dönen medya sirki, onu bir barış havârisi olarak gösterebildi belki, ancak vahşi "İsrail" ırkçılığına verdiği kepaze desteği ve "İsrail"in güvenliği için doğrudan Amerikan askerî müdâhalesini gizleyemedi. Bush, ayağının tozuyla Birleşik Devletler'in "İsrail" ile müttefikliğinden dem vurup bunun "bir Yahudi devleti olarak İsrail'in güvenliğinin garantisi" olduğunu söyledi.

Bu ziyâreti yorumlayan, Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "Bush, uluslararası toplum ve Annapolis'te onu alkışlayan Arap liderler, milyonlarcasına acımasızca davranan ve vahşice ezen ırkçı bir devletin apolojistleri haline gelmişlerdir. "İsrail"in kafatasçı ve yayılmacı doğası, kalıtsal olarak onu bölgede yıkıcı bir güç haline getirmektedir."

"İsrail(!) Birleşik Devletler Ordusu'ndan gayretlerinde doğrudan yardım almaktadır. Annapolis Zirvesi sonrası Condoleezza Rice, iki Amerikan generali Keith Dayton ile (emekli) James Jones'un ‘güvenlik birimlerinin kurulmasında ve işlerlik kazanmasında Filistin Otoritesi'ne yardım edeceklerini' ve bunun ‘Filistin Otoritesi ile komşu ülkeler arasında güvenlik düzenlemeleri sağlanmasını da içereceğini' duyurdu."

"Hafiften yalanlamalarına karşın Mahmûd Abbâs, Amerikalı generallerin Filistin güvenlik yetkililerine emirler yağdırmalarına izin vererek Filistinlilerin güvenliğinden daha da ferâgat etmiştir. Hiç olmadığını kadar açık ki ABD'nin ‘Filistin eyâleti', kezâ diğer Arap devletleri vizyonu, her şeyden ziyâde "İsrail"'in güvenliği hakkındadır."

"Yalnızca, İslâmî Hilâfet gölgesinde tâbiyeti ırkın üstünde gören bir vizyon; dili, dini, ırkı, rengi her ne olursa olsun bölgenin tüm halklarına istikrâr ve güvenlik sağlayabilir. Târihî örneklerden mâlumdur ki Hilâfet; Ortadoğu'ya adâleti ve uyumu birlikte getirmeye, su ve yakıt gibi doğal kaynakları sonu gelmez çatışmaların temeli olmaktan çıkarıp tüm tebânın maslahatına sunmaya muktedirdir."

 

 

 

Tâci Mustafâ

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Sâdık Hân'ın Dinlenmesi, İngiliz Polis Devleti'ni Müslümanlara Karşı Güçlendiriyor

İşçi Partisi Milletvekili Sâdık Hân ile seçmeni Baber Ahmed arasındaki özel görüşmeler sırasında geçen konuşmaların polis tarafından dinlendiğinin açığa çıkması, söz konusu olan Müslüman toplum ve "teröre karşı savaş" olunca hiçbir kuralın ve bürokrasinin geçerli olmadığının en son kanıtıdır.

Bu olayı yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Söz konusu olan ‘teröre karşı savaş' ve Müslüman toplum olunca, hiçbir kural yada bürokrasi geçerli olmamaktadır, herhangi bir Avrupa ülkesindeki en uzun süre olan, duruşmasız halde 28 günlük gözaltı süresine ilişkin mevcut drakonik yasayı öneren ve oylayan Sâdık Hân için bile olsa! Son birkaç haftadır, Müslümanların, sırf piyasada olan kitapları bulundurdukları için mahkûm edildiklerine, üniversite öğretim üyelerinin Müslüman öğrenciler aleyhine ispiyonculuk yapmaya çağrıldıklarına ve Müslüman topluluklar üzerindeki polisiye gözdağı atmosferinin yoğunlaştığına şâhit olduk. Birçokları haklı olarak McCarthyizm'den [Amerikalı senatör Joseph McCarthy'nin 1950 ilâ 1954 yılları arasında Amerikan devlet kurumları ve toplumu içerisindeki siyâsî muhâliflerini kanıtsız olarak Komünist olmakla suçlayıp yargılanmaları için başlattığı kampanya akımı] ve Müslüman topluma karşı işletilen paralel bir hukuk sisteminin varlığından söz etmişlerdir. Bu tür önlemler ilk kez, gittikçe artan tutuklamalar ve gözaltılar ile Komünist bloktaki totaliter toplumların korunması biçiminde görüldüğü için olsa gerek, Sâdık Hân'ın espiyonajı fazlasıyla şaşırtıcı görülüyor. Hatta bir diğer İşçi Partisi Milletvekili Andrew Mackinlay bile Sâdık Hân'ın dinlenmesi olayının, ‘totaliter bir rejimin tüm niteliklerine' sahip olduğunu söyledi."

"Hükümet'in soruşturma çağrısı da, on yıllardır otoriter önlemlerden çok daha fazlasını yapmaya devam ettikleri gerçeğini gizleyemez. Buna, duruşmasız gözaltı süresinin artırılması, kimlik kartı uygulamasına geçilmesi, kontrol kurallarının sıkılaştırılması ve daha fazla drakonik yasalar da dâhil. Böylesi şeyler Burma veya Zimbabve gibi totaliter rejimlerin gölgesinde açığa çıkarılmış olsa, bu Batılı yönetimlerden pek çok homurtulu sesler işitiyor olurduk. Ne var ki hakikatte bu Batılı demokratik rejimler de kendi vatandaşlarına karşı casusluk yapılmasını engellemek için yeterince güvence sağlamaktan âcizdirler. Şu halde birçok Müslümanın, İngiltere'nin toplumumuza karşı bir polis devletine dönüşmeye başladığına inanmaları haksız mıdır?"

"İslâm, bazı politikacılar ve medya tarafından mütemâdiyen öylesine yanlış gösterilip çarpıtılmaktadır ki ‘oyunun kuralları'nın vatandaştan vatandaşa değişmediğine inancı kırmaya çalışmaktadırlar. Oysa İslâm Âlemi'nde insanların başlarındaki laik sistemlere bir alternatif olarak arzuladıkları Hilâfet Devleti, tebâsına karşı casusluk yapılmasını kesin olarak men eder, suçluluğu kanıtlanana dek herkesin mâsum olduğunu teyit eder ve herkesi hukuka dayalı bir adâlete muhatap kılar. Politik çıkarlar yada materyalist kazançlar uğrunda manipüle edilen, insanların önyargılar ve korkular yoluyla incitilmesine meydan veren bir hukuk sisteminin ve yasamanın varlığına asla izin vermez."

 

 

İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER