Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Çetelere ve Yahudi İşgâl Ordusuna Özenen Filistin Otoritesi, Hizb-ut Tahrir Şebâbından Dördünü Rehin Olarak Tutmaya Devam Ediyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Sulh Hâkimi, Selfît'teki Bedyâ şehrinde Hizb-ut Tahrir'li beş şebâbı hakkında açılan zâlimâne davayı 22.04.2008'de reddetti ve davanın suç davası kapsamında olmayıp siyâsî bir dava olması esâsına binâen tutuklananlardan dördünün serbest bırakılmasına karar verdi. Nitekim onlar ahlakî yozlaşma için çalışan, yabancı ajandaya sahip bir kadın derneğinin varlığını reddetmek üzere barışçıl ve medenî bir üslup ile birtakım Emr-i bi'l Ma'rûf ve'n Nehy-i an'il Münker etkinlikleri düzenlemişler ve mescid dersleri yolu ile insanların dikkatlerini buna çekmişlerdi. Ardından da şehirlerinden bir heyete öncülük yaparak belediyeye gitmişler ve bu derneğin kapatılmasını talep eden "Bedyâ Şehri Eşrâfı" adına bir mektup takdim etmişlerdi.

Sulh Hâkimi'nin davanın reddine ve Hizb'in şebâbının salıverilmesine ilişkin kararı, Selfît Vâlisi'nin şahsında temsil edilen Filistin Otoritesi'ni hoşnut etmemiş olmalı ki onları salıvermek yerine hapsedilmelerini emretti. Bunu ise emniyet birimlerinin, Hizb'in şebâbından beşinci bir kişiyi kaçırması ve bu meseleye ilişkin Hizb'in beyânını dağıttığı gerekçesi ile kardeşi teslim oluncaya kadar altı gün boyunca rehin olarak tutuklaması olayı takip etti. Şebâbımızdan dördü, aranan şâb teslim oluncaya veya şüpheli dernekten ve "fahrî" başkanı Selfît Vâlisi'nden özür dileyinceye kadar 20.04.2008 tarihinden bu yana Helen rehîn olarak tutuklu bulunmaktadırlar. "Muhterem" Vâli, kızlarımızın ve kadınlarımızın ırzlarını savunmayı ve mezkûr derneğin mebni olduğu zehirli kültüre karşı koymayı, geri adım atılması gereken bir yanlış olarak görmektedir.

Aranan şahısların teslim olmaları için akrabalarının rehîn alınması, Yahudi işgâl ordusunun meşhur üsluplarındandır ve Otorite'nin bu üslubu, işgâlden kopyalaması hiç de garip değildir. Şu vecize ne de doğrudur: "Babasına benzeyen (çocuk) zulmetmiş olmaz."

Daha acı, daha feci olan ise, söz konusu kadın derneğinin "fahrî" başkanı olan Selfît Vâlisi'nin, tutuklanan şebâb hakkında PNN Haber Ajansı'na konuşurken sarf ettiği şu sözlerdir: "Onlar bir şerliler çetesidir ve dolayısıyla tutuklanmaları kaçınılmazdı." Bu, büyük bir iftira değil de nedir?

كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَّقُولُونَ إِلاَّ كَذِبًا "Ağızların çıkan, ne büyük, (ne ağır) bir söz oldu! Onlar ki yalandan başkasını söylemezler." [el-Kehf 5]

İlginçtir, bu vâli müfsit bir derneği savunmada bu denli ileri gidebilmektedir. Çünkü dengesini kaybedip sapıtmaya başlayınca âşikâr bir meselede inatlaştı, İslâm Âlemi'nde takvâ sahibi herkes, Hizb'in şebâbının Allah'ın Dîni uğrunda ihlasla çalışan hayırlı bir topluluk olup kesinlikle şerlilerden oluşan bir çete olmadığı gerçeğinde birleşirken o buna muhâlefet etti. Fahrî başkanı olduğu bir kadın derneğini, böylesine azgınca savunmasının ardında, pek yakında gün yüzüne çıkacağını sandığımız bir bit yeniği bulunduğu ortadadır.

Hizb-ut Tahrir şebâbının İslâm'ı, hükümlerini ve devletini -ki Hilâfet'tir- ikâme etmek için çalışmayı savunmadaki güçlü tutumlarını dünyanın yedi düveli de, yedi kıtası da gâyet iyi bilir. Kimi zaman şehâdete varacak şekilde, Emr-i bi'l Ma'rûf ve'n Nehy-i an'il Münker uğrundaki kıyamlarını da gâyet iyi bilir. Bu vâlinin temsilcisi olduğu Otorite'nin ise, Yahudiler ve tüm Kâfirler karşısında meşhut olan uysal ve aşağılık tutumları, Filistin'in evlatlarına karşı câsusluğu ve kompradorluğu, mücâhitleri tutuklayıp Yahudilere teslim etmesi, az bir dünya menfaatine karşılık ülkeyi ve halkını satması ve son ama önemli olarak ahlâkî yozlaşmanın ve her tür büyük günahın sponsorluğunu üstlenmesi yakın-uzak, küçük-büyük herkesçe mâlumdur. Söz konusu kadın derneğinin fahrî başkanı olan Selfît Vâlisi'nin bu küstah sözleri, Filistin Otoritesi'nin gereğince hareket ettiği ve açısından olaylara baktığı hayır ve şer ölçülerinin gerçeğini yansıtmaktadır. Bu Otorite'nin târihsel "hayrını", daha ilk günlerinde alenen inşâ etmeyi başardığı Eriha Gazinosu temsil etmektedir.

Ardından söz konusu kadın derneğinin fahrî başkanı "muhterem" Vâlî şöyle bir iddiada bulunmaktadır: "Bu gençlerin davranışları, şehrin sakinlerinden bazılarını tahrik etmiştir. Dolayısıyla sorunun daha da büyümemesi için tutukluluklarının sürmesi elzemdir." Bu vâlî âdeta vâkıadan kopuk ve sanal âlemde yaşıyorcasına uğradığı akıl tutulmasından kaynaklanan ruhsal bozukluk semptomlarına sahip! Aksi takdirde Hizb'in şebâbının, söz konusu kadın derneğinin kapatılması talebiyle şehir eşrâfından büyük bir heyet ile birlikte belediyeye gittiğini bilmeliydi. Yine bu eşrâfın Hizb'in şebâbı ile birlikte Selfît'teki valilik ve emniyet binalarına giderek bu müfsit dernek meselesinin, belirli bir grubun meselesi değil, tüm şehir halkının talebi olduğunu kendilerine bildirdiğini, yine de şehrin bu önde gelen seçkin insanlarının valilikte hürmet ile karşılanmak yerine tehditle karşılandığını hatırlamalıydı.

Herkesin Hizb'in şebâbının rehin olarak tutuklu bırakılmasına neden olan meselenin hakikatine muttali olması için, bu derneğin faaliyetlerinden birini zikretmekle yetineceğiz ki daha beterleri de var! Söz konusu dernek, İslâm'a sımsıkı sarılmasıyla meşhur Bedya şehrinde "Aile-içi cinsel tâciz" başlıklı bir konferans düzenleme küstahlığı gösterdi. Filistin Otoritesi'nin dîn ve ahlâk yıkıcı her tür çalışmayı hırsla teşvik etmesini tuhaf bulmuyoruz, çünkü bu Otorite, Yahudi işgâlinin rahminden doğmuş ve varlık sebebi, Sömürgeci Kâfirler olmuştur. Dolayısıyla o esâsen Kâfirin kuklasıdır.

Hiç olmazsa Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden dolayı, Otorite'nin o rehin tutulan mü'minleri serbest bırakması, hayra ve fazilete şerle, yalancılıkla ve düşmanlıkla karşılık verdiğinden ötürü kendilerinden özür dilemesi ve biraz olsun sakınması gerekmez miydi?

مَنْ عَادَى لِي وَلِيًّا فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْحَرْبِ "Her kim benim velîme (dostuma) saldırırsa, ben de ona savaş açarım."

Yahudi karşısında zelîlleşen bu Otorite iyi bilmelidir ki Hizb'in şebâbını yıldırmaya çalışmak ve onları barbar uygulamalara mâruz bırakmak ancak bu Otorite'nin ayıplarını ve cürümlerini ifşâ etmeye, yolsuzluklarına ve ifsatlarına karşı koymaya yönelik azimlerini ve kuvvetlerini artırır. Allah, bizlere ve tüm Müslümanlara, Nusret ve Temkîn vaadini gerçekleştirinceye, böylelikle Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti kuruluncaya dek hak üzere sebâtları çoğaltır. İşte o gün mü'minler Allah'ın nusreti ile ferahlayıp sevinirlerken, zâlimler öfkeden ve korkudan parmaklarını ısırırlar. Hiç şüphesiz onların hem bu dünyadaki, hem de Âhiret'teki hesapları çok çetin olacaktır.

كَتَبَ اللَّهُ لأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ "Allah şöyle yazdı: Ben ve elçilerim mutlaka gâlip geleceğiz. Muhakkak ki Allah Kaviyy'dir, Azîz'dir." [el-Mucâdele 21]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Günlük Şamokal Gazetesi Yayıncısı ile Editörüne Hukukî Uyarı Gönderdi

4 Nisan 2008 günü, günlük Şamokal Gazetesi'nde "el-Kâide ve Hizb-ut Tahrir Bağlantısı" başlıklı bir makâle yayınlanması üzerine, Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, gazetenin yayıncısı, editörü, baş muhabiri ve makâle yazarı hakkında hukukî bir uyarı gönderdi. Muhyiddîn Ahmed tarafından 6 Nisan 2008 günü gönderilen 13 sayfalık reddiyenin gazete tarafından yayınlanmaması üzerine Avukat Abdullah el-Fâruk, 22 Nisan 2008 günü bu hukukî uyarıyı resmen yayınlattı.

Uyarıda, günlük Şamokal Gazetesi'nin uyarının kendilerine ulaşmasından itibaren üç gün içerisinde söz konusu reddiyeyi yayınlamaları talep edildi. Aksi takdirde Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in gazete ve bahsi geçen şahıslar hakkında hukukî işlem başlatacağı bildirildi.

Hukukî uyarıda Avukat Abdullah el-Fâruk, oldukça net ifadelerle, yayınlanan makâlenin tümüyle gerçek dışı, düzmece, mesnetsiz ve siyâsî güdüm altında olduğunu belirtti. Hizb-ut Tahrir'in el-Kâide ile hiçbir bağlantısı yoktur, asla bağlantısı olmamıştır ve Hizb-ut Tahrir'in el-Kâide ile bağlantı kurması için hiçbir de neden bulunmamaktadır. Üstelik bu makâlenin yayınlanmasının ardındaki gerçek dürtü, İslâm'ı, Müslümanları ve barışçıl siyâsî faaliyetleri gerçekleştirerek İslâm uğrunda samimiyetle çalışanları karalamaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - - Demokrasi ve Diktatörlük İkiz Kardeştir - Amerika'nın Bajur'u Bombalaması, Demokrasinin -Diktatörlük Gibi- Halkına Güvenlik Sağlayamayacağını Kanıtlamıştır

Amerikan savaş uçaklarının Pakistan hava sahasını ihlâl ederek Pakistan'ın kabileler bölgesindeki Bajur'u bombalaması, demokrasinin -tıpkı diktatörlük gibi- halkını Amerikan holiganizminden asla koruyamayacağı gerçeğini bir kez daha kanıtlamıştır. Mevcut Hükümet, onlarca insanının katledilmesinden ötürü Amerika'yı kınamaya dahi cüret edememiştir. Bunun içindir ki ISPR [Inter Services Public Relations - İstihbarat Servisleri Arası Genel İlişkiler Kurumu] sözcüsü, bombalamaya Amerikan savaş uçaklarının karıştığı gerçeğini dahi kabul etmeyi reddetmiştir. 90 bin kişilik eğitimli Pakistan askerlerinin bölgedeki varlığına rağmen Amerika, Pakistan Hükümeti'nin böylesi mücrim bir eyleme ikrâr-ı sükûtu ve aklayışı sayesinde, kuşandığı dokunulmazlık zırhıyla Pakistan halkını katletmeye cüret edebilmektedir. Hele ki Amerikan kuvvetlerinin "cüreti" zaten küresel çapta Irak ve Afganistan'da ifşâ olmuş iken! Gerçek şu ki Müslümanların başındaki bu ajan yöneticilerin işe yaradıkları ve sorumluluk üstlendikleri tek şey, Müslümanlara karşı Sömürgeci efendilerine koruma kalkanı sağlamalarıdır, başka bir şey değil! Bu nedenle Müslümanlara karşı düşmanca ve saldırganca bir cürüm işlediklerini zaman Kâfirlere karşı oldukça mütevâzi ve sadâkatli davrandıklarını görmemiz şaşırtıcı değildir. Artık Ümmet'in bu demokrasi ve diktatörlük sirkini kavramalarının ve mevcut Kapitalist Küfür nizâmını kökünden sökmek ve Hilâfet'i kurmak üzere ayağa kalkmalarının vakti gelmiştir. Dünyanın ve Âhiretin başarısı, ancak böyle gerçekleşir.

Devamını oku...

Demokrasi Şâkirtleri, Diktatörler ile Suç Ortaklığına Girişiyor

Dışişleri Bakanı Ali Babacan 18 Nisan'da Pakistan'a gidip Dışişleri Bakanı Mahmud Şah Kureyşi, Butto'nun kocası, "gölge" muhâlefet lideri Asıf Ali Zerdârî ve Devlet  Başkanı Pervez Müşerrref ile görüştü.

Kureyşi ile görüşmesinde Türkiye-Pakistan ilişkilerinin ne kadar olumlu ve yapıcı olduğundan dem vurup Pakistan'daki "şâibeli" seçimleri "şeffaf" olarak tanımladı. Amerika'nın Afganistan'daki Haçlı Savaşı'na cömertçe katkıda bulunan ve bu uğurda sınır bölgelerinde kendi halkına karşı savaş açan Pakistan Devleti'ne bölgede karşılaştığı sorunların (!) çözümünde başarılı olması dileklerinde bulundu. Düzenledikleri ortak basın toplantısında, Pakistan Dışişleri Bakanı da Pakistan ile Türkiye arasında bir "stratejik diyalog" başlatılmasında karar verildiğini söyledi ki bunun ilk meyvesi, Pakistan ile Türk hava kuvvetleri arasında Pencap'ta düzenlenen ortak tatbikatla görüldü.

Cumartesi sabahı Pakistan Diktatörü Müşerref ile görüşmesinin içeriği Türk medyasında pek net ifade edilmedi, ancak Babacan'ın Londra ziyâretindeyken sarf ettiği sözler ile, eş zamanlı olarak Müşerref'in de Pekin'deki Tsinghua Üniversitesi'nde yaptığı konuşma arasındaki benzerliklere kıyâsen başlıca görüşme konusunun Afganistan olduğu anlaşılabilir. Londra'da iken Telegraph Gazetesi'ne demeç veren Babacan, NATO'nun stratejisini eleştirip Taliban ile uzlaşılması gerektiğini vurgulayarak Amerikan yönetiminin askerî hezîmetinin üzerini örtecek diplomatik bir atağın zeminini hazırlıyordu. Nitekim Babacan'ın hemen ardından Pakistan'a giden İngiliz Dışişleri Bakanı David Miliband da direniş grupları ile diyalog kurulması çağrısında bulundu. Ayrıca Babacan, Pakistan ile Afganistan diktatörleri Müşerref ve Karzai'nin Haziran ayında yeniden Türkiye'de bir araya gelecekleri bir zirve görüşmesine karar verildiğini açıkladı. Her ikisi de Amerikan ajanı olduğu halde danışıklı dövüş yaparak Afganistan'daki ve Pakistan'ın sınır bölgelerindeki krizi birbirlerine yıkmaya çalışan Müşerref ile Karzai, daha önce de Nisan 2007'de Ankara'da önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in konuğu olarak bir araya gelmişlerdi.

Demokrasi nutukları atan AKP Hükümeti'nin diktatörler ile bu kadar içli-dışlı olması, demokrasi yalanını ve demokratların ikiyüzlülüğünü ifşa etmektedir. Yine onların Amerika'nın yalnızca Türkiye'deki çıkarları uğrunda değil, aynı zamanda Irak ve Afganistan başta olmak üzere diğer bölgelerdeki çıkarları uğrunda da kendilerini paraladıklarını göstermektedir. Medyaya göre Babacan, son 8 ayda 40 ülkeye gitmiştir. Hem de partileri en sıkıntılı günlerini geçirdiği ve iç krizlerle boğuştuğu şu sıralarda bile! Başta Lâl Mescid katliamı olmak üzere Müslümanların incisi Pakistan'ın Müslüman evlatlarını Amerikan çıkarları uğrunda acımasızca katleden Müşerref ile ona tam destek veren Türkiye'deki efendidaşları, aralarındaki işbirlikleri ve diyaloglar sonucu akacak her damla kanda, dökülecek her damla göz yaşında birbirlerinin suç ortakları olacaklardır. Onların hesabı ise bu dünyada Hilâfet tarafından, tevbe etmemeleri halinde Âhiret'te de El-Meliku El-Muktedir olan Allah [Subhânehu ve Te'alâ] tarafından er yada geç mutlaka görülecektir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Carter Görüşmelerinin Muhtevâsı, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Başladığı ve Ulaştığı Noktayı Hatırlatıyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

 

Jimmy Carter'in bölgeye yönelik son ziyâreti, Amerika'nın siyâsî işlerinden bir iştir. Carter, şu anda yönetici olmamasına rağmen, Filistin'e ve taraflarına yaklaşımında Amerikan eğilimini temsil etmektedir. Bunun delili de, Amerikan yönetiminin, ziyareti engellemeye çalıştığı şeklindeki açıklamalarının bizzat Carter tarafından yalanlanmasıdır. Ziyâretinin öncelikleri arasında Hamas hareketinin liderleri ile görüşmesinin olması ise, ne İslâm'ı ve ehlini sevmesinden, ne de mücâhid hareketlere sempati duymasından dolayıdır. Aksine devletlerarası kriterlere ve kanunlara göre tamamen Hamas'ı siyâsî faaliyetlere katılmaya zorlamaya ve sevk etmeye katkıda bulunmaya çalışmasındandır.

Carter'ın ziyâreti, Hamas liderlerinin tehlikeli açıklamalarda bulunmasına yol açmıştır ki bunlar üzerinde durmak, Filistin halkını ve Müslümanların genelini bunlara karşı uyarmak gerekir. Bu bağlamda aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

1.   Jimmy Carter, hain Camp David Anlaşması'nın mimarıdır ve Hamas liderleri ile yaptığı görüşmelerde İslâm'a ve ehline karşı hile noktasından hareket etmektedir.

2.   1967 sınırları içerisinde bir devleti kabullenmek, "İsrail'i" tanımak demektir. Zaten Filistin Kurtuluş Örgütü [FKÖ] de "İsrail'i" tanımaya, açıkça tanımaya yakın böylesi ifâdeler ile başlamış ve ardından mesele, açıkça tanımayı ifade eden bir boyuta varmıştır. Nihayet "İsrail'i" açıkça tanımış ve onunla Oslo ve kardeşlerini imzalamıştır.

3.   Hamas'ın Carter'a yaptığı, -ya halk referandumuna, ya da üzerinde vatanî ittifakın oluştuğu organlara göre seçilmiş yeni Filistin Vatanî Meclisine- sunulması şartı ile Mahmud Abbâs'ın Yahudiler ile varacağı bir anlaşmayı kabul edeceği şeklindeki açıklamasına gelince; bu ifâde, aşağıdaki manaları içermektedir:

a.   Birincisi: Hamas, Mahmud Abbâs'ı görevlendirmekte ve Yahudiler ile müzakerelerde elini serbest bırakmaktadır. Soruyoruz: "Müzakerelerde Abbâs'ın görevlendirmesi ile bunu Yahudiler ile doğrudan yapmak arasında ne fark vardır?"

b.   İkincisi: Referandum, tanıma lehine sonuçlanır veya yeni Vatanî Meclis bunu kabul ederse Hamas, "İsrail'i" tanımayı kabul edecektir.

c.   Üçüncüsü: Filistin, Filistinlilerindir manasını içermektedir ki bu, İslâm'a muhâliftir. Zîra Filistin, Dîn Günü'ne kadar tüm Müslümanlarındır, ne Mahmud Abbâs, ne Hamas, ne Filistinliler, ne de tüm Müslümanlar, onun hiçbir şeyinden taviz verme hakkına sahiptir.

4.   İnsanlığın tamamı reddetsin yahut kabul etsin, İslâm Müslümanlara, İslam toprakları üzerinde Kâfirler için herhangi bir otorite bulunmasına rızâ göstermeleri, sessiz kalmalarını kesinlikle haram kılmıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

İslâm'ın temel sâbitelerinden olan şu ki egemenlik ancak ve sadece Şeriat'a aittir, asla halka ait değildir ve tüm insanlık, Allah'ın hükümlerine muhâlefette ittifak etse, hiçbir kıymeti yoktur. Binâenaleyh insanlar kabul etsinler yada etmesinler, Yahudi varlığını açıkça veya îmâen tanıyan herhangi bir anlaşmayı kabul etmek, her Müslümana ve her harekete haramdır.

5.   Son olarak diyoruz ki Yahudi varlığını doğrudan tanımak ile halkın tanıması üzerinden tanımak arasında hiçbir fark yoktur, nihâyetinde hepsi de tanımadır. Bu ise arasındaki fark, kelime oyunundan başkası değildir. Üstelik Yahudi varlığını, insanların tanıması üzerinden tanımanın ayrı bir günahı da vardır. Bu da Filistin'in Yahudi'ye satılması hakkındaki referanduma katılmaları halinde insanların tanıması münkerine sessiz kalmaktır.

6.   Hamas'a bu tehlikeli çizgiden dönmesini nasihat ediyor, Filistin Otoritesi'nden ve Yahudi varlığı ile yaptığı müzâkerelerden kesinlikle uzak durmaya, Filistin Otoritesi dâhil, Müslümanların başındaki tüm yöneticiler ile ilişkilerini kopardığını îlân etmeye çağırıyoruz. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de görmezsiniz." [Hûd 113]

7.   Filistin meselesinin çözümü, müzakereler ve referandumlar yoluyla değil ancak orduları harekete geçirmek ve kalelerini yerle bir etmekle mümkündür. Madem ki mevcut yöneticilerin orduları harekete geçirmesinden ümit kesilmiştir; o halde Ümmetin onları alaşağı etmesi, orduları harekete geçirecek ve Müslümanların izzetini koruyacak Halîfe'yi nasbetmesi kaçınılmazdır. SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır, onun ardında savaşılır ve onunla korunulur."

 

Biz tebliğ ettik, Sen şâhid ol, Ey Allahım!

Devamını oku...

Kılavuzu IMF Olanın Başı Krizden Çıkmaz

Ankara'da 3-10 Nisan tarihleri arasında yapılan görüşmeler ve Washington'da 11-14 Nisan tarihleri arasında düzenlenen IMF ve Dünya Bankası'nın bahar toplantıları akabinde, Türkiye'nin IMF ile "stand-by" düzenlemesinin yedinci ve son gözden geçirmesinin tamamlanmasına yönelik politikalar paketi konusunda IMF ile Hükümet yetkilileri arasında mutâbakata varıldı. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, yakın bir tarihte niyet mektubunu göndereceklerini, şu anda "ihtiyâtî stand-by" düzenlemesi seçeneğini değerlendirme sürecinde olduklarını ve Mayıs ayı içerisinde bir karara varacaklarını söyledi. IMF'nin yaptığı açıklamada ise bu gözden geçirmenin tamamlanmasıyla birlikte Türkiye'ye 3,7 milyar doların serbest bırakılacağı belirtildi.

Son elli yıldır IMF ile ilişki halinde bulunan Türkiye, bugüne kadar 19 kez stand-by anlaşması imzaladı. Stand-by anlaşması; IMF'nin bir ülkeye borç vermesi ve bunun karşılığında bu borcu geri ödeyebilmesini sağlamak amacıyla o ülkenin ekonomi, maliye ve bütçe politikalarını belirleyip yapısal reformları ve performansları denetlemesi anlamına gelir. Daha basit bir ifadeyle, kredi karşılığı tahakküm anlaşmasıdır. Bunun normal ve ihtiyâtî olmak üzere farklı türleri olsa da, özünde hepsi birdir ve genelde aynı sonucu verir.

İlk anlaşmanın imzalandığı 1958 yılında bugüne kadar Türkiye'de ve dünyanın hiçbir ülkesinde IMF'nin ekonomik kalkınma gerçekleştirdiği görülmemiştir. Aksine her program sonrası ülkeler, devaülasyon riski ile karşı karşıya kalmış, daha fazla borç istemek zorunda kalmışlardır. Başbakan Erdoğan'ın kendi ifadesiyle, Türkiye'nin IMF'ye borcu 23 milyar dolara kadar çıkmış, 11 Eylül'den beri süregelen küresel likidite bolluğu ve bunun gelişmekte olan ülke piyasalarına yansıması ve yapılan korkunç özelleştirmeler sayesinde yaşanan bahar havası neticesinde 7.2 milyar dolara düşmüştür. Başbakan "23 milyar dolar nire 7 milyar dolar nire?" diyerek bununla övündüğü ve "istersek kalanı da öderiz" diye seçim meydanlarını coşturduğu halde, Türkiye'nin IMF'deki kotasının 1,9 milyar dolar olduğunu, üye ülkelerin en fazla kotalarının üç katına kadar borçlanabildiklerini, Türkiye'nin ise 7 milyar dolarla bile bu sınırı aştığını dile getirememiştir. IMF'nin dünya çapındaki zararlarını ve şerlerini, dünyanın en büyük küresel kapitalist şirketlerinden Merrill Lynch'in eski yöneticilerinden biri olan Bakan Şimşek gayet iyi bilir. Ayrıca en borçlulardan biri Türkiye olmak üzere IMF'ye bağımlı halde kalmış ülkeler listesine bakmak da Hükümet'in aldatıcılığının ve IMF tahakkümüne olan içler acısı bağlılığının açık bir göstergesi olsa gerek: Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Fikren ve Ahlâken İflâs Etmiş Filistin Otoritesi, Ahlakî Yozlaşmadan ve Bozulmadan Korunmak (!) Üzere Hizb-ut Tahrir Şebâbını Tutukluyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin Sultası, Bedya eşrâfından ve adamlarından oluşan bir heyet ile, yozlaştırıcı yabancı ajandalara sahip kadın derneklerinden birinin işlediği bir münkeri reddetmesinin ardından Selfît'teki Bedya bölgesinde Hizb-ut Tahrir

şebâbından dördünü tutuklamaya cüret etti. Hizb'in şebâbının öncülük ettiği Beydâ eşrâfından oluşan heyet, gâyet medenî bir üslup ile 12.04.2008'de Belediye'ye giderek Belediye Başkanı'na bu derneğin faaliyetinin tehlikesini, ilgili şer'î hükümleri ve güzel ahlâkı çiğneyişini beyân eden "Bedyâ Şehri Eşrafı" adına bir mektup takdim ederek kapatılmasını talep ettiler.

Ardından Hizb'in şebâbına, aleyhlerinde dava açıldığı haberi ulaştırıldı. Bunun üzerine şebâb ile birlikte şehrin eşrafından oluşan bir heyet, meselenin kamuoyu ile alakalı bir mesele olduğunu açıklamak üzere polis merkezine gitti. Polis ise onlara cevap vermedi, aksine Hizb'in şebâbından dördü orada tutuklandı ve Polis Merkezi Müdürü, "Meselenin, kendi yetkileri kapsamında olmayıp Vâli'nin yetkisinde olduğunu" ifâde etti. Bunun üzerine heyet, vâlinin ofisine gittiğinde onun yerine, kendilerine kulak vermek yerine heyeti tehdit eden ve aşağılayan yardımcısını buldular ki bu da Filistin Otoritesi'nin kötü sıfatlarından biri olan ahlâksızlığı gösteren ilave bir emâreydi. Vâli yardımcısı kendilerine, bu derneğin Filistin Otoritesi'ne bağlı bir kurum olduğunu ve ona saldırılmaması gerektiği söyledi. Neden ortaya çıktığına göre şaşmamak gerek! Açık çıkıyor ki meğer Selfît vâlisi bu kadın derneğinin fahrî başkanıymış!

Yahudi süngüleri altındaki bu zelîl Otorite, dilediği gibi gezip dolaşan casusları ve ajanları serbest bırakmaktadır. Üstelik bir taraftan Yahudiler ve Amerikalılar lehine kendi halkına karşı casusluk yaparken, diğer taraftan ma'rûfu emredip münkerden nehyedenleri tutuklamaktadır. Oysa onlar, kokuşmayı ve yozlaşmayı Ümmetlerinden uzaklaştıran, Kâfirlerin Müslümanların beldelerindeki şerir faaliyetlerini ifşâ eden ihlaslı mü'minlerdir. Aralarında Hizb-ut Tahrir şebâbının da olduğu Ümmetin evlatlarının yaptığı muhlisâne siyâsî çalışmaya karşı koymak için fikirden, hüccetten ve gerekçeden yoksun bir şekilde iflas eden, edince de siyâsî çalışmayı, ma'rûfu emredip münkerden nehyetmeyi dâvâlık bir mesele haline getiren, sonra da ayıplarını ifşa eden şeffaf bir elbiseye bürünen bu aşağılık Otorite'dir.

Bu aşağılık Otorite, biraz olsun utanmalı, yüzü kızarmalıdır. Hem Allah'ın hadlerinin ikâmesi uğrunda çalışan Filistin'in muhlis evlatları önünde, hem de bulundukları toplumun eşrâfı olan saygın insanlar önünde başını pişmanlıkla bükmelidir. Bilmelidir ki insanların eşrâfı -ve bu cümleden Hizb-ut Tahrir şebâbı- bu beldenin gerçek liderleridirler. Elbette Otorite siyâsî görüşünü açıklayan mâsum bir mü'minin kanına girmeye güç yetirebilir, -Annapolis aleyhindeki gösteri sırasında Şehîd Hişâm el-Beradâî'yi katlettiği gibi- herhangi bir mücâhidi hapsetmeye ve katletmeye de güç yetirebilir -sürekli yaptığı gibi- ve sahip olduğu silahlı çetelerle katliam, yağma ve adam kaçırma cürümlerini de işleyebilir... Ancak insanlar arasındaki husûmetleri gideremez, aksine daha da karıştırır. Zaten öyle bir derdi de olmaz, kan akmasını umursamaz. Aksine husûmetlerin giderilmesinde ve akan kanın durdurulmasında eşrâfın gerçekleştirdiği başarılara sahip çıkarak, eşrâfın sulh ve sükunet çabaları sırasında yalancı şahitlik etmek için hazır bulunur. Yahudi ordusu ile görev paylaşımına girerek getirdiği en büyük musîbet de cabası! Öyle ki artık Nablûs gibi şehirlerde "Nablûs gündüz Otoritenin, gece Yahudinin" deyimi insanların dilindedir.

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لا تَعْلَمُونَ "İmân edenler arasında fuhşu yaymayı sevenler var ya, onlar için hem bu dünyada, hem de Âhiret'te elîm bir azap vardır. Allah bilir, ama sizler bilmezsiniz." [en-Nûr 19]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hâmide Huseyn'e ve Yandaşlarına Meydan Okuyor ve Laik Akîdelerini Savunmaları için Açık Tartışmaya Çağırıyor

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Hanımlar Resmî Sözcüsü Fehmide Hânım Munnî bugün yayınladığı bir açıklamada, Laik feministler Hâmide Huseyn, Âişe Hânım, Şirin Ahtâr, Hazira Sultana ve diğerleri tarafından İslâm'a ve Ulemâya karşı yapılan hakaretâmiz yorumları kınadı. Açıklamasında, İslâm hakkında gericilik ve baskıcılık şeklinde yorumlar yapılmasının önyargılı olduğunu ve fikren iflas alâmeti olduğunu söyledi.

Sözde "kadını kalkındırma politikası" bahanesiyle Batılı Kapitalistlerin bu ajanları, Kur'ân'I insanların hayatlarından silmeyi arzulamaktadırlar. Onların derdi, Müslüman hanımları mini etekler içinde ve bindilerle [Bindi: Hindu kadınların alınlarının ortasına yaptıkları belirgin benek] görmektir. Laikler ve feministler dünyaya bakış açılarını genişletmeli, özgürlük ve egemenlik sloganları ile kadını, eğlencelik mallar haline getiren Kapitalizmin sonuçları üzerinde derin çalışmalar yapmalıdırlar.

Fehmide Hânım, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in; Hâmide Huseyn ve hemdertlerine, kendi seçecekleri bir tarihte, mekanda ve zamanda kokuşmuş Laik akidelerini savunmak üzere açık bir tartışma yapmaya çağırarak meydan okuduğunu söyledi. Tâ ki buna cüretleri yoksa, şerir çenelerini kapatsınlar!"

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER