Pazar, 20 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Sâdık Hân'ın Dinlenmesi, İngiliz Polis Devleti'ni Müslümanlara Karşı Güçlendiriyor

İşçi Partisi Milletvekili Sâdık Hân ile seçmeni Baber Ahmed arasındaki özel görüşmeler sırasında geçen konuşmaların polis tarafından dinlendiğinin açığa çıkması, söz konusu olan Müslüman toplum ve "teröre karşı savaş" olunca hiçbir kuralın ve bürokrasinin geçerli olmadığının en son kanıtıdır.

Bu olayı yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Söz konusu olan ‘teröre karşı savaş' ve Müslüman toplum olunca, hiçbir kural yada bürokrasi geçerli olmamaktadır, herhangi bir Avrupa ülkesindeki en uzun süre olan, duruşmasız halde 28 günlük gözaltı süresine ilişkin mevcut drakonik yasayı öneren ve oylayan Sâdık Hân için bile olsa! Son birkaç haftadır, Müslümanların, sırf piyasada olan kitapları bulundurdukları için mahkûm edildiklerine, üniversite öğretim üyelerinin Müslüman öğrenciler aleyhine ispiyonculuk yapmaya çağrıldıklarına ve Müslüman topluluklar üzerindeki polisiye gözdağı atmosferinin yoğunlaştığına şâhit olduk. Birçokları haklı olarak McCarthyizm'den [Amerikalı senatör Joseph McCarthy'nin 1950 ilâ 1954 yılları arasında Amerikan devlet kurumları ve toplumu içerisindeki siyâsî muhâliflerini kanıtsız olarak Komünist olmakla suçlayıp yargılanmaları için başlattığı kampanya akımı] ve Müslüman topluma karşı işletilen paralel bir hukuk sisteminin varlığından söz etmişlerdir. Bu tür önlemler ilk kez, gittikçe artan tutuklamalar ve gözaltılar ile Komünist bloktaki totaliter toplumların korunması biçiminde görüldüğü için olsa gerek, Sâdık Hân'ın espiyonajı fazlasıyla şaşırtıcı görülüyor. Hatta bir diğer İşçi Partisi Milletvekili Andrew Mackinlay bile Sâdık Hân'ın dinlenmesi olayının, ‘totaliter bir rejimin tüm niteliklerine' sahip olduğunu söyledi."

"Hükümet'in soruşturma çağrısı da, on yıllardır otoriter önlemlerden çok daha fazlasını yapmaya devam ettikleri gerçeğini gizleyemez. Buna, duruşmasız gözaltı süresinin artırılması, kimlik kartı uygulamasına geçilmesi, kontrol kurallarının sıkılaştırılması ve daha fazla drakonik yasalar da dâhil. Böylesi şeyler Burma veya Zimbabve gibi totaliter rejimlerin gölgesinde açığa çıkarılmış olsa, bu Batılı yönetimlerden pek çok homurtulu sesler işitiyor olurduk. Ne var ki hakikatte bu Batılı demokratik rejimler de kendi vatandaşlarına karşı casusluk yapılmasını engellemek için yeterince güvence sağlamaktan âcizdirler. Şu halde birçok Müslümanın, İngiltere'nin toplumumuza karşı bir polis devletine dönüşmeye başladığına inanmaları haksız mıdır?"

"İslâm, bazı politikacılar ve medya tarafından mütemâdiyen öylesine yanlış gösterilip çarpıtılmaktadır ki ‘oyunun kuralları'nın vatandaştan vatandaşa değişmediğine inancı kırmaya çalışmaktadırlar. Oysa İslâm Âlemi'nde insanların başlarındaki laik sistemlere bir alternatif olarak arzuladıkları Hilâfet Devleti, tebâsına karşı casusluk yapılmasını kesin olarak men eder, suçluluğu kanıtlanana dek herkesin mâsum olduğunu teyit eder ve herkesi hukuka dayalı bir adâlete muhatap kılar. Politik çıkarlar yada materyalist kazançlar uğrunda manipüle edilen, insanların önyargılar ve korkular yoluyla incitilmesine meydan veren bir hukuk sisteminin ve yasamanın varlığına asla izin vermez."

 

 

İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Filistin Güvenlik Birimleri, Amerika Haçlı Savaşı'nın Lideri Bush'un Ziyâreti Aleyhinde Bir Beyân Dağıttıkları İçin Hizb-ut Tahrir Şebâbını Tutukluyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin güvenlik birimleri, Batı Şeria'nın tüm bölgelerinde Hizb-ut Tahrir şebâbının saflarına yönelik bir tutuklama kampanyası başlattı. Bu da Amerikan Haçlı Savaşı'nın lideri Bush'un Filistin ziyâreti hakkında bir basın açıklamasının dağıtımı sırasında ve sonrasında meydana geldi. Nitekim Hizb'in şebâbı, "Elleri Müslümanların Kanına Bulaşmış Adam, Ne Hoş geldin, Ne de Sefâlar Getirdin!" başlıklı basın açıklamasını, bugün 10.01.2008 Perşembe günü öğleyin aleni bir şekilde pazarlarda ve mescit önlerinde dağıttılar.

Kuzey'deki Cenîn'den güneydeki el-Halîl'e kadar muhtelif bölgelerde tutuklananların sayısı, bu beyânın hazırlanmakta olduğu saat (15:06)'ya kadar Hizb'in şebâbından yaklaşık otuz kişi idi. Kezâ tutuklamalar, Tulkerim, Kalkilye, Nablûs ve Râmallah'a dek uzandı.

Yine emniyet birimleri, Kudüs'ün kenar mahallelerinden er-Râm bölgesinden, Berakât Cerâdât isimli şâbı dört gün önce, bir mescitte verdiği Cumâ hutbesinden sonra kaçırdı ve halen gözaltındadır.

كَتَبَ اللَّهُ لأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ "Allah şöyle yazdı: Ben ve elçilerim mutlaka gâlip geleceğiz. Muhakkak ki Allah Kaviyy'dir, Azîz'dir." [el-Mucâdele 21]

 

Devamını oku...

FPÖ'nün İslâm'a Karşı Nefret Dolu Suçlamaları Hakkında Bir Basın Açıklaması Bu Kadarı da Fazla Artık!

13.01.2008 Pazar günü, Avusturya Özgürlük Partisi [FPÖ] İslâm'a karşı alçakça saldırısında görülmemiş bir seviyeye çıktı. İlk kez, parlamentoda temsil edilen bir Avusturya partisinin başkan adayı olan bir kadın, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i "pedofil (sübyancı) !!!" olarak tanımlayıp Kur'ân-il Kerîm'i, geçirdiği epilepsi krizleri sırasında yazmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Pazartesi günü de azgınlığını sürdürüp pedofilinin Müslüman erkekler arasında yaygın olduğunu iddia etti.

Adı sanı Graz şehrinin sınırları dışına taşamayan bu şirret kadın, Dr. Susanne Winter, açıktır ki bu hakâretlerle, seçmenler nezdindeki çirkin "imajını cilalamak" uğrunda kendisini Avusturya medyasının manşetlerine taşımak arzusundadır. Öyle ki gelecek Pazar günü yapılacak yerel parlamentolar seçiminde partisi için önde giden bir çıkış hazırlasın!

İlk hedef, fiilen gerçekleşmiştir. İkinci hedefine ulaşmayı başarması ise Graz halkının alnında bir utanç lekesi olacaktır. Gerçeklik şöyle dursun, bu şirret kadının söylemleri saçmalıktır. İslâm'a kin kusan iğrenç söylemlerdir ve muhatap alınmaya müstahak değildir. Fakat bu, vicdânî caydırıcılık tanımayan ve ne kadar menfur olursa olsun, politik tamahları uğrunda herhangi bir aracı kullanmaktan kaçınmayan böylesi insanların iğrenç tabiatını ifşâ etmektedir. Açıktır ki kimileri İslâm'a yönelik böylesi saldırıları ile Avusturya halkını aldatmaya ve FPÖ dâhil hiç kimsenin köklü çözümler bulamadığı toplumun gerçek sorunlarından dikkatleri uzaklaştırmaya uğraşmaktadırlar. O nedenle insanlara sunulmak ve üzerine siyâsî çöküntünün ve önceki yılların ağır hezîmetinin sorumluluğu atılmak üzere fedâ edilecek bir kurban aranmaktadır. Kimileri sanıyor ki bu kurban, İslâm'da ve Müslümanlarda bulunmuş haldedir.

Kin ve nefret dolu bu konuşma, sapasağlam İslâm duvarına çarptığında, ona hiçbir zarar vermeden yere çakılmıştır. Zîra İslam en güçlüdür, aklî akîdesi ile en sağlamdır ve mendeburların beş para etmez sövgülerinden ve ucuz politikalarından müteşekkil çer-çöp yığınlarının pis kokusuna karşı dirençlidir. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Dr. Winter gibileri hakkında Kur'an'da bildirdiği haberin doğruluğu her defasında tecelli etmiştir:  لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى "Onlar size ancak eziyet dışında hiçbir zarar veremeyeceklerdir." [Âl-i İmrân 111]

Bu durumu önemseyenlere ve bu ülkedeki akıl sahiplerine soruyoruz: İslâm'ı tanıdığı ve İslâm inancına ve değerlerine saygı duyduğu iddiasındaki bir ülkede böylesine alçakça bir biçimde İslâm'a karşı kışkırtıcı tutum takınma hakkını nasıl kendinde bulmuştur bu şirret kadın?! İslâm'a ve Rasulü'ne böylesine alçakça bir biçimde sövmek için nârâlar atmak dışında bu ülkede özgürlüğüne ne anlamı var?! Bu hordanın sırf bu tür açıklamalar üzerinde bahse tutuşması, insanlar nezdinde oylarını artırmak, seçime yönelik kazanımlar elde etmek ve bu ülkede insanların durumu hakkındaki soruşturmaları savsaklamak içindir. Zîra FPÖ, bulanık suda avlanarak politik kazanımlar elde etmek için kutuplaşma pozisyonu oluşturmak ve gerilim atmosferi meydana getirmek maksadıyla kasıtlı olarak İslâm'a karşı kindar ve karalayıcı bu menfur konuşmanın zeminini hazırlamıştır.

Son olarak; sadece Müslümanları değil, akıl ve ahlâk sahibi gayri-müslimleri de, kullanılabilir tüm araçlar ve üsluplar ile, İslâm'a revâ görülen bu iğrenç saldırıya tepki göstermeye çağırıyoruz. Bu ülkede İslâm'a ve Müslümanlara karşı süregelen bu hakâretlere haddini bildirmenin zamanı artık gelmiştir!

 

Mühendis Şâkir Âsım

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Almanya ve Alman Bölgeleri

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Müslümanların Kanlarına Eli Bulaşmış Adam, Ne Hoş Geldin, Ne Sefâlar Getirdin!

  • Kategori Filistin
  •   |  

قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ  "(Size karşı) duydukları kin ve nefret ağızlarından (dökülen sözlerinden) taşmıştır. Kalplerinde besledikleri (kin ve nefret ise) çok daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, size bu âyetleri açıklamış bulunuyoruz." [Âl-i İmrân 118]

 

George Bush'un îlan ettiği Haçlı Savaşı henüz bitmedi, aksine Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de ve diğer yerlerde turunu sürdüregelmekte, binlerce Müslümanın kanını akıtmaktadır. Bush'un bu ziyâreti de, İslâm'a ve Müslümanlara karşı kinini kusan ve Yahudilerin maslahatlarına hırsını açığa vuran bu felâket turlarından biri olmaktan öte değildir. Gerçek şu ki Bush, bu Haçlı turu ile, Müslümanlar için ölümcül ve tehlikeli bir zehir taşıyarak gelmiştir. Nitekim Filistin'de Yahudi varlığı için maddî ve güvenlik açısından elinden gelen en üstün hizmetleri sunmanın yanı sıra, İran'ın nükleer silahlara sahip olmasına izin vermeyeceği konusunda onları mutmain etmek ve İran'ın nükleer silah sahibi olmaya uğraştığı iddiasını "aklayan" Amerikan Ulusal İstihbârat Konseyi raporundan sonra kapıldıkları endişelerini gidermek için gelmiştir. Tüm bunlar da Cumhuriyetçi Parti'nin, Yahudi lobisinin oylarını kazanması için yürütülen seçim kampanyasının bir parçası gibidir.

Bush'un Yahudi varlığına vereceği güvenlik hizmetleri, ziyâretine başlamasından öncesi kadar dahi, tüm açıklamalarında öne çıkmış ve bu ziyâretinin meşum Annapolis Konferansı'nda Yahudi'ye sunduklarının bir devamı niteliğinde olacağı üzerinde durmuştu. Bush'un güvenlik işleri danışmanı James Bradley 03.01.2008'de şöyle diyordu: "Annapolis'te start alan üç rota var: Birincisi; Filistin Devleti konusunda bir anlaşma çerçevesi oluşturmak üzere Filistinliler ile İsrailliler arasındaki müzâkerelerdir, ikincisi; Yol Haritası'nın uygulanmasıdır, ve üçüncüsü de Filistin Devleti'nin kurumlarının inşâsıdır... (Başkan) nezdinde (bu ziyâret) bu üç rotayı teşvik edecek ve bunlara desteğini gösterecek bir fırsat olacaktır." Sonra bir soruya cevâben şöyle dedi: "Filistin güvenlik güçlerinin yeteneklerini artırmak, Filistin Devleti kurumlarının inşâsından ve daha fazla güvenlik sağlayacak Yol Haritası'nın gereklerinin yerine getirilmesinden bir parçadır."

Bu açıklamalar incelendiğinde, Annapolis'te start alanlar ile George Bush'un bizzat üzerinde durduğu hususların, özel olarak Yahudi'nin ve Amerikalıların hizmetine adanmış Filistin Otoritesi isimli güvenlik projesinin aynısı olduğu, başkası olmadığı açığa çıkar; Bradley'nin işâret ettiği ikinci rota [Yol Haritası'nın ilk aşaması] güvenlik rotasıdır ki Filistin Otoritesi, bunun gereğince, "silahlı örgütlerin dağıtılması ve şiddetin tüm şekillerinin bitirilmesi" adı altında halkına karşı savaşmaktadır. Devlet kurumlarının inşâsına ilişkin üçüncü rotaya gelince; Bradley bunu şöyle diyerek tanımlıyordu: "Filistin güvenlik güçlerinin yeteneklerini artırmak, Filistin Devleti kurumlarının inşâsından ve daha fazla güvenlik sağlayacak Yol Haritası'nın gereklerinin yerine getirilmesinden bir parçadır." [Söylesenize kimin güvenliği?] Yani Annapolis rotalarından iki rota, Yahudi'nin güvenliğinin korunmasına ilişkin iki güvenlik rotasıdır. Bunun için üçüncü rota, güvenlik boyutuna ilintili bir husus olarak "müzâkereler" olmaktadır. Müzâkerelerin özü ve kaymağı, yalanla, palavrayla ve aldatmacayla Filistin "Otoritesi" yada "Devleti" adı verilen Yahudi'ye bağlı bu güvenlik teşkilâtının detaylarından ve formaliteden öte geçmez.

Binaenaleyh George Bush, Filistin Otoritesi kurumlarının inşâsının, bu suni varlığın Yahudi varlığına bağlı bir hizmetçi olarak görevini yerine getirecek şekilde icrasından bizzat emîn olmak için Batı Şeria'ya gelmiştir. Bu da Amerika'ya, projelerine bağlılığı benimsemeyen herkesi bu kurumlardan "temizlemeyi", Yahudilere ve Amerika'ya teslimiyeti ve boyun bükmeyi reddeden herkesi, özellikle de Filistinli grupların muhlis evlâtlarını tasfiye etmeyi ve marjinalleştirmeyi garanti altına alacaktır. Doğrusu Filistin Otoritesi, Dayton ve Jones'un başarılı bir öğrencisi olduğunu kanıtlamıştır. Zîra el-Halîl'deki barışçıl yürüyüşe katılan bir kişinin şehit düşürülmesi, vahşî saldırılar sonucu Batı Şeria'nın dört bir yanında Annapolis Konferansı'nı barışçıl şekilde protesto eden yüzlerce kişinin yaralanması, mescitlerin dokunulmazlığının çiğnenmesi... bu güvenlik birimlerinin ilk sınavı olmuştur. Ayrıca Yahudi ordusunun saldırısına zemin hazırlanan Nablus'taki güvenlik operasyonu da menfur Filistin Otoritesi'nin gizliliğini yaygaraları ile bastıramayacağı apaçık bir görev paylaşımıdır. Bunun içindir ki Haçlı Savaşı lideri, Filistin Otoritesi'nin sözde başarıları ve halkına karşı işlediği cürümler ile hoşnut edilecek ve gerek Bush'un, gerekse en düşük rütbeli "İsrail" subayının üzerlerine bindireceği Amerikan-Yahudi dayatmalarına, Filistin Otoritesi tarafından tam bir icâbet ile uyulduğu gösterilecektir. Çünkü bir kez alçalana, artık alçaklık vız gelir ve Filistin Otoritesi, seleflerine ve haleflerine taş çıkaracak emsâller sergilemiştir.

Gerçek şu ki Bush'un Haçlı Ordusu Müslümanların kanlarını hunharca içerken, her kim onu karşılar, her kim onu selâmlarsa, cürümünde ona ortak olur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Ey îman edenler! Yahudileri ve Nasrânîleri dost edinmeyin! Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden hem kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." [el-Mâide 51-52] Yine her kim Kâfirlerin ve Müslümanların başındaki yöneticilerden ve Filistin Otoritesi'nden müteşekkil âvânelerinin saptırmalarına uyar, yalanlarını doğrularsa, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinden gâfildir:  لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ "Çünkü onlar size fenâlık etmekten asla geri durmazlar ve hep sıkıntıya düşmenizi isterler." [Âl-i İmrân 118]

Bush'un, Yahudinin güvenliğini korumak üzere inşâsını bizzat denetlemek için geldiği bu Filistin Otoritesi, basîretli gözler önünde, Yahudi varlığı için bir güvenlik kolu olmaktan ve Kâfirlerin kokuşmuş projelerinden bir proje olmaktan başka bir şey değildir. Bu teşkilat, ne geliştirilmeye, ne iyileştirilmeye, ne de şirinleştirmeye müsâittir. Denildiği gibi, Selâm Feyyâd Hükümeti ile diğer kuyruklarının gitmesi ile de ıslah olmaz. Doğrudur, Feyyâd ile "zümresinin", George Bush nezdinde özel bir yeri vardır ve bu nedenle -Bradley'nin açıklamalarına göre- onunla, Ebu Mâzin'in (Mahmûd Abbâs'ın) bulunmayacağı teke tek bir görüşme yapılacaktır. Sorun, varlığı ve üzerine kurulu olduğu esas bakımından Filistin Otoritesi sorunudur. Başında kimin bulunduğunun ve üzerinde kimin egemen olduğunun hiçbir önemi yoktur, ister Laikliğini açık açık dışa vuranlar olsun, isterse İslâmî sloganlar atanlar olsun, isterse ondan bundan bulamaç olsun, fark etmez!

Binâenaleyh, bu ziyâretin tehlikesine karşı Filistin'deki Müslümanları uyarıyoruz. Yalnızca Filistin Otoritesi'nin Filistin'de Yahudi'nin selâmeti üzerinde emîn bir bekçi kılınacak olmasından ötürü değil, aynı zamanda Bush'un beldelerimize, dış politikasının bir parçası ve aracı olduğu kadar, Amerikan başkanlık seçimlerine dönük kampanyalara ilişkin olarak iç politikasının da bir parçası ve aracı olarak muâmele edecek olmasıdır!

Dolayısıyla Filistin halkını, bu yöneticilerden, bu Otorite'den ve Bush ile Yahudi'nin Filistin halkının boynuna bindirmeleri ve sayelerinde kendilerine ve mukaddeslerine karşı komplolar kurmaları muhtemel kuyruklarından berî olduklarını, "Ne Hoş geldin, Ne Sefalar Getirdin, Ne de Sana Selâm Olsun, Ey Kindar Haçlı Bush!" ve "Silahları ile Sabah-Akşam Gazze Halkının Kanı Akıtılan Adam, Ne Hoş geldin, Ne Sefâlar Getirdin!" parolalarını açıkça haykırmaya çağırıyoruz.

Son olarak diyoruz ki bu Ümmet, kendisine karşı hâinlik edenleri ve komplolar kuranları zinhar affetmeyecektir. Allah'ın izniyle çok yakında, gerçekten çok yakında, Hizb-ut Tahrir öncülüğünde Ümmet, işinin dizginlerini eline alacak, Devletini kuracak, Halîfesine bey'at edecek, Rabbinin Şeriatı'nı tatbîk edecek ve işte o gün, mü'minler de Allah'ın nusreti ile sevinecektir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  "Zulmedenler, nasıl bir inkılap ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bush'un Ortadoğu Ziyâreti, Mevcut Tiranlığını Güçlendirmek İçindir

Başkan Bush'un Ortadoğu ziyâreti, bir kez daha Amerika'nın dünyanın en çirkef diktatörlerine aşkını göstermekte ve Amerika'nın bölgeye ilişkin hiçbir olumlu gündemi olmadığına işâret etmektedir. Nitekim Birleşik Devletler Başkanı, hâlihazırdaki gaddar statükoyu ısrarla desteklemiş, Irak'ta yüz binlerce insanın katledilmesine ve yurtlarından edilmesine öncülük etmiş ve "İsrail"in Filistin'de süregelen vahşi ve ırkçı işgâline desteğini dâima sürdürmüştür.

Bu ziyâreti yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Bush Ortadoğu'yu 51. eyâleti olarak görmektedir; Amerikan tüketimine âmâde kaliteli bir doğalgaz istasyonu, sivillerin değersizce yaşadıkları bir bölge ve şimdilerde Amerika'nın ahlâkî iflâsının kodları olan CIA destekli işkenceye ve Ebu Ğurayb'e ev sahipliği yapan bir mekân. Kendisi öyle bir Ortadoğu tahayyül ediyor ki orada on birlerce kişilik işgâl güçleri on yıllar boyunca kalabilsin, bol miktarda üs edinebilsin, hortumcu krallar ve vahşi despotlar varlıklarını sürdürebilsin, petrol nîmetleri ya Batılı çok-uluslu şirketlere ya da yönetici elitlere aktarılabilsin, parçalanmış ve istikrarsızlaştırılmış, dolayısıyla bir Amerikan varlığına muhtaç halde kalabilsin."

"Bölgeye yönelik güçlü bir vizyona sahip Hilâfet ise, başlıca alternatif olarak bunun tamamen aksinedir. Parçalanmış bir yeri yeniden bütünleştiren bir vizyon, petrolün nîmetlerini ona buna değil herkese dağıtan bir vizyon, yabancı güçlerin bölgede yeri olmadığına inanan bir vizyon... Gerçek adâletin, Filistinlilere 1948 öncesinde sahip oldukları toprakların tamamını geri vermek olduğunu öngören bir vizyon, aynı zamanda tüm ırklara ve dînlere güvenlik garantisi verebilen bir vizyon... Amerika'nın aksine Hilâfet, gaddar statükoyu reddedecek ve siyâsî bölünmüşlükten kurtulup bütünleştirildiği takdirde en üstün başarının elde edilebileceğini bir kez daha göstererek bölgenin kendi dış ve enerji politikasına karar vermesini sağlayacaktır."

"Müslüman dünyasındaki liderler, ardında bıraktığı mirasa yönelik beyhude girişimi uğrunda Bush için kırmızı halılar sereceklerine, savaş suçlarından dolayı onu yargılamalıdırlar. Elbette Müslüman dünyasının liderleri, Bush kadar sorunun önemli parçalarıdırlar. Bu ziyâret bir kez daha kanıtlayacaktır ki Bush'un Irak, Filistin ve daha geniş çapta bölgeye ilişkin vizyonu, hep aynı şeylerin fazlasıdır; daha fazla savaş, daha fazla işgâl, daha fazla katliam, daha fazla diktatör ve daha fazla petrol! Amerika'nın müflis gündemi, bölge halkları tarafından bütünüyle reddedilmektedir. Kamuoyu yoklamaları yapan herhangi bir kuruluş bunu rahatlıkla kanıtlayabilir. Başkanlığının son demlerinde Bush ve danışmanları, Müslüman dünyasında Hilâfet'e yönelik değişim rüzgârlarının şimdilerde daha karşı konulmaz olduğunu fark etmişlerdir. Gelecek yıllar, başkanlığının gerçek mirası olacaktır."

 

 

Dr. İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Amerikan Başkanı George W. Bush, yarın Çarşamba günü Ortadoğu turuna başlayacaktır. 09.01.2008 günü Filistin'den başlayacak, sonra Kuveyt'e, Bahreyn'e, Birleşik Arap Emirlikleri'ne, Suudi Arabistan'a, sonra 16.01.2008'de Mısır'a gidecek, ardından Washington'a geri dönecektir. Bu geziye, bilhassa Abbas'ın Otoritesi tarafından Bush'un, Yahudi varlığı yanına Filistin Otoritesi için egemenlik ve otorite sahibi bir devlet kurmak üzere geldiği şeklinde bir propaganda kampanyası eşlik etmiştir. Bunun doğruluk derecesi nedir?

 

Cevap:

Bush'un bu ziyâretinin koşullarını izleyenler aşağıdaki hususları görür:

1.   Bu ziyâret, Amerika Birleşik Devletleri'nde seçim yılı olduğu halde gerçekleşmektedir. Zîra Amerikan Başkanı'nın devletlerarası kararlar almadaki kudreti, dünya sınırları içerisinde olur. Bunun içindir İngiltere, devletlerarası siyâsette Amerika'ya doğrudan rekâbetçi bir rol oynadığı sıralarda, bilhassa geçen asrın 50'li ve 60'lı senelerinde, -Amerikan başkanları eyâlet seçimleri yılında iken- Amerika'ya karşı koymak üzere hadiseler çıkarmaya kastediyordu. Zîra başkanlar ve partileri, büyük ölçüde seçime dönük maksatlar ile meşgul oluyordu ve seçimler yılında iken Amerikan Başkanı'nın devletlerarası siyâset hakkındaki hayatî kararlarının başarısı düşüyordu.

2.   Bu ziyâret, bilhassa Amerikan istihbârat teşkilatlarının, nükleer silaha sahip olma çabaları hususunda İran'ı "aklayan" raporundan sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nin askerî açıdan İran'ın nükleer krizi karşısındaki "soğukluğundan" Yahudi varlığı kaygılı olduğu halde gerçekleşmektedir. Bu ise Yahudi varlığı nezdinde kritik bir durumdur. Bundan ötürü onlar, Yediot Ahronot Gazetesi'nin haberine göre, "İsrail" güvenlik birimleri ve politikacıları arasında 06.01.2008'de düzenlenen "gizli" görüşmeler sonrasında, Bush'un ziyâreti için İran'ın nükleer konusuna dâir özel bir dosya hazırladılar. Gerçekten Yahudi varlığı, devletlerarası atmosferleri ve bilhassa Amerika'yı, sözde İran'ın nükleer silahlarına karşı kızıştırmak için yoğun çabalar sarf etti. Oysa o vakit Birleşik Devletler, İran'a karşı askerî gerginlik istemiyordu. Zîra İran'a ilişkin hususların siyâsî çalışma ile yürütülmesi, Amerika nezdinde önemli bir husustur. Bu da İran'ın, gerek Afganistan konusunda, gerekse Irak'a yönelik süregelen müzâkere aşamaları konusunda Amerika'ya karşı olumlu tutumundan dolayıdır. Nitekim söz konusu rapordan sonra, Yahudi varlığını endişelendiren ve Birleşik Devletler'deki Yahudi lobisinin tepkisini çeken bir şekilde, Amerika'nın İran'a karşı askerî gerginlik olmaması için münâsip bir çıkış bulduğunu Yahudi idrâk etmiştir. Bush'un, "Bölge sâkinlerinin, İran'a ilişkin tüm seçeneklerin hâlen masada olduğunu kavramaları önemlidir" şeklinde askerî seçeneği îmâ eden son açıklaması da onları yatıştırmadı, bilakis açıklamasına şöyle devam etti: "Ancak bu sorunu, diplomasi yoluyla çözebileceğimiz inancındayım."

3.   Bu ziyâret, Demokrat Parti'nin, Amerika'nın, sahip olduğu petrol rezervleri bakımından Amerika için hayatiyet arzeden Ortadoğu bölgelerinde menfur bir hale geldiği ve bunun yanı sıra Bush yönetiminin çatışma bölgelerinde Amerikan askerlerini tehlikeye mâruz bıraktığı ve onlara ihtimam göstermediği söylemleriyle Bush ve Cumhuriyetçi Parti'nin dış politikadaki başarısızlığı konusunda "seçime yönelik" acımasızca savaş açtığı bir halde gerçekleşmektedir.

Bush'un işgâl altındaki Filistin, Körfez ve Mısır ziyâreti işte böyle bir bağlamda gerçekleşmektedir: İşgâl altındaki Filistin, yani Yahudi varlığı ziyâretine gelince; Bush, Yahudi varlığının, istihbârat teşkilatlarının raporu sonucu oluşan endişesini gidermek ve onlara, Amerika'nın İran'ın nükleer silaha sahip olmasına asla izin vermeyeceğine dâir taahhütler ve güvenceler sunmanın yanı sıra onları mâlî hibeler ve modern silahlarla donatmak istemektedir. Batı Şeria'da Yahudi varlığına dönük herhangi bir güvenlik sıkıntısını bertaraf etmek için Abbas Otoritesi'ni görevlendirerek, sonra Gazze'de Hamas'ı yatıştıracak ve esir asker Şalit konusunu da halledecek görüşmeler için Mübârek'i görevlendirerek onların güvenliğini sağlaması da cabası! Böylelikle Yahudinin, İran'ın nükleer silaha sahip olması hakkındaki korkusu giderilmiş ve onlara güvenlik hizmetleri sağlanmış olacaktır; Batı Şeria'da Yahudi varlığına yönelik herhangi bir güvenlik sıkıntısını engellemek üzere Abbas Otoritesi sayesinde ve Gazze'de de yatıştırma ve esir Şalit konusunda Mısır'ın yürüteceği görüşmeler yoluyla Hamas sayesinde! Tüm bunlar da seçimlerin gidişâtı açısından, Birleşik Devletler'deki Yahudi lobisine yansıyacaktır.

Körfez ziyâretine gelince; bu ziyâret, Demokrat Parti'nin dokundurduğu hususlara yöneliktir. Zîra Bush bu ziyâreti ile onlara, Amerika'nın bu bölgedeki konumunun gönülden makbul olduğunu, yoksa Demokrat Parti'nin "iddia ettiği" gibi menfur olmadığını göstermek istemektedir. Bush'un, bu beldelerdeki Amerikan askerlerini ziyâreti ve onlara ihtimam gösterecek olması da cabası! Dolayısıyla ziyâret programında duyurulmamış olsa da, Irak'ı ziyâret etmesi ve oradaki askerler ile buluşması da uzak ihtimâl değildir.

Mısır ziyâretine gelince; o, Bush nezdinde nihâî kulptur. Zîra bu kulp, bölgedeki Amerikan maslahatlarının teminatıdır, onun "Arap" kılıfıdır ve Amerikan nüfuzu ile rekâbet eden her tür Avrupa nüfûzunu uzaklaştıran yahut "sınırlandıran" siyâsî "zembereğidir."

Bush'un ziyâretinin kendilerine bıldırcın eti ve kudret helvası getireceğini, kendilerine bir varlık ve devlet, bir sınır ve egemenlik... kazandıracağını söyleyerek insanları aldatmaya kalkan Filistin Otoritesi, كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاء لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ  "ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir." [er-Ra'd 14] Muhakkak ki Bush, Mahmûd Abbas'a egemenlik ve otorite kazandırmak için değil, maddî ve güvenlik hizmetleri sunarak Yahudileri hoşnut etmek için gelmektedir. O kadar ki geveleyip durdukları Yahudi yerleşimleri hakkındaki söylentiler bile, -şuradaki seyyâr evler için falanca tâvizler, şuradaki evler için filanca tâvizler- karşılığında, Filistin Otoritesi'nin alçaltıcı tavizleri ile takas etmek maksadıyla inşâ edilmiş derme-çatma seyyar evlerdir. Öyle ki bizzat Yahudiler dahi bunları, "yasadışı" (kaçak) rastgele yerleşim merkezleri olarak adlandırmaktadırlar.

Filistin işgâlcisi Yahudi varlığının yanında Filistin Otoritesi için bir devletçik kurulması hakkında duyurulan Bush girişimine gelince; bizâtihi Bush bile, seçimler yılının, bu girişiminin -en alt düzeyde dahi- uygulanmasına elverişli bir yıl olmadığını idrâk eder hale gelmiştir. Bunun için gezisinden hemen önce şöyle demiştir: "İsrailli ve Filistinli liderler, bu yıl sonuna doğru bir barış anlaşmasına varamasalar dahi, Filistin Devleti'nin ana hatlarını belirleyebileceğimiz konusunda iyimserim." Bilindiği gibi bu ana hatlar, Yahudiler ile tâviz üstüne tâvize dayalı alçaltıcı müzâkerelerin süregeleceği, öyle ki bu ana hatların, tâvizlerle dolu ana caddelere dönüşeceği anlamına gelmektedir.

Muhakkak ki Bush Filistin'e, Yahudinin güvenliğini sağlamak, endişelerini yatıştırmak ve onları Bush ile Yahudilerin birbirlerine göbekten bağlı oldukları ve sözde İran'ın nükleer silahları karşısında aynı savunma hattında bulundukları konusunda mutmain kılmak için gelmektedir. Körfez'e de Amerikan yönetiminin hayati petrol bölgesinde menfur olduğuna dair seçim kampanyası sırasındaki Demokrat Parti görüşlerini bastırmak için gelmektedir. Ve ziyâretine bölgedeki en büyük Arap devleti olan Mısır ile son vermektedir ki Bush yönetiminin ve Cumhuriyetçi Parti'nin nasıl bir ağırlığı varmış, görülsün!

İşte Bush, Cumhuriyetçi Parti lehine seçim kampanyasını bizim beldelerimiz üzerinden böyle yapmaktadır: Filistîn-ul Mubârek (Mübârek Filistin), el-Halîc-ul Hayevî (Hayati Körfez) ve Mısr-ul Kenâne (Ümmet'in sadağı Mısır)... Gerçekten beldelerimiz, Sömürgeci devletlerin yalnızca dış politikalarının değil, iç politikalarının da parçası ve kurbanı haline gelmiştir! Şüphesiz bu zillet, dînlerini kendi dünyaları, hatta başkalarının dünyaları uğrunda satmış beldelerimizdeki yöneticiler olmasaydı, zinhar vâki olacak değildi. Yaptıklarından ötürü, yazıklar olsun onlara!

Muhakkak ki Filistin, ne Filistin Otoritesi ve yöneticiler güruhunun Bush'u karşılamak için sıraya dizilmeleriyle, ne de Yahudilerle müzâkereler için çırpınmalarıyla geri dönecektir, bilakis Filistin ancak orduların saf saf dizilmeleriyle ve sınırları aşan bir mücâhede başlatmalarıyla geri dönecektir. Muhakkak ki Filistin'i, Allah Subhânehu'dan iki güzellikten birini dileyen ihlaslı mücâhid yöneticiler geri getirecektir; Muhakkak ki Filistin'i, kendisiyle savaşılan ve ardında korunulan bir Halîfe geri getirecektir; Muhakkak ki Filistin'i, kerîm ve azîz bir yönetim, Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet geri getirecektir;

Filistin, işte böyle geri gelir, Filistin'e, tüm Filistin'e ulaşmanın dosdoğru yolu işte budur!

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ  "Hiç şüphesiz, kesin gerçek mutlaka budur!" [el-Vâki'a 95]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Hakkında Hindistan Medyasında Geçen Bir İddiaya Reddiye  

the Hindu Gazetesi Editörü,

Şennay / Hindistan

 

Sayın Beyefendi,

30 Aralık 2007 Pazar günü, Hizb-ut Tahrir'i art niyetle Bayan Benâzir Butto suikastı ile ilişkilendirmeye çalışan, "Analistler, ISI [Pakistan İstihbârat Teşkilâtı] İçerisindeki İslâmcıların Benâzir Suikastına Katkıda Bulunmuş Olabileceklerinden Endişeli" başlığı ile yayınladığınız bir makâleye atfen size yazıyorum.

Yazar, İslâmâbâd'da ve Pakistan'ın tüm büyük şehirlerinde dağıtılan Hizb'in beyânnamelerinden birinden uzunca bir alıntı yapmaktadır. Makâle okuyucuyu mesnetsiz bir varsayıma sürüklemeye çalışmaktadır. Böylelikle okuyucu, Hizb-ut Tahrir ile Bayan Butto suikastı arasında bir bağlantı olabileceğini düşünmeye zorlanmaktadır. Oysa alıntılanan beyânnamede, kesinlikle hiçbir şiddete teşvik yoktur yada hiçbir militarizm çağrısı yoktur, ne dolaylı, ne de dolaysız, ne açıktan, ne de îmâen! Bilakis yalnızca, mevcut Küfür sisteminden duydukları hoşnutsuzluğu göstermeleri için insanları gelecek seçimleri boykot etmeye ve İslâmî sistem olan Hilâfet'i yeniden kurmak için çalışmaya teşvik vardır. Dolayısıyla "İslâmcı tehditler" alt başlığı ile ve Bayan Butto'nun katledilmesi bağlamında bu beyânnamenin alıntılanması; yazarların Hizb'i art niyetle, herhangi bir şekilde Bayan Butto'nun katline karışmakla suçladıklarını göstermektedir. Hizb-ut Tahrir'i karalamaya ve kötü göstermeye yönelik bu girişim, kesinlikle kınanacak ve bütünüyle kabul edilemez bir tutumdur.

Mâlumun îlâmı şudur ki Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir ve Ümmet ile birlikte Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı geri getirmek için çalışmaktadır. Bu da ancak ve sadece, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mekke'de iken 13 yıl boyunca izlediği metoduna uyarak fikrî ve siyâsî bir mücâdele ile yapılır. Hizb, hedefine ulaşmada silah ve şiddet kullanımını Şeriat'ın ihlâli olarak değerlendirir. Zîra Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Mekke'deki mücâdelesi sırasında şiddetten kaçınmıştır.

Hizb-ut Tahrir şuna inanır: Hilâfet'in Kapitalist sisteminin yerini alması, fikrî mücâdele ve muhâkeme yürütmek yoluyla toplumda yerleşik mefhumların köklü değişimini gerektirir, böylelikle insanlar bir ideoloji olarak İslâm'ın, mevcut Kapitalist sistem karşısında üstün bir alternatif olduğuna iknâ edilir. Bu fikrî mücâdelenin yanı sıra Hizb, bir de siyâsî mücâdele yürütür, bununla Sömürgecilerin plânlarını ve Müslümanların başındaki yöneticilerin hıyânetlerini açığa çıkarır ve toplumun her kesitinden kitleleri İslâmî yönetim sistemi olan Hilâfet uğrunda siyâsî mücâdeleye katılmak üzere harekete geçirir. Oysa birkaç kişiyi öldürmek yada şiddete dayalı bir kaos havası oluşturmak, kapsamlı bir siyâsî değişim hedefine asla götürmez. Bunun içindir ki Hizb, tarihinin geçen 54 yılı boyunca; üyelerimizin pek çoğuna acımasızca işkence eden ve hunharca katleden Özbekistan'ın İslâm Kerimov'u ve Suriye'nin Hafız-Beşar Esad'ları gibi Müslümanların başındaki yöneticilerin ellerinden nice büyük acılar çekmesine rağmen, hiçbir siyâsî suikasta karışmamıştır.

Hizb-ut Tahrir'in bu şiddet-dışı yaklaşımı, küresel çapta o kadar meşhur ve sâbittir ki "Teröre Karşı Savaş"ın bayraktarları olan Amerika ve İngiltere dahi, Hizb-ut Tahrir'i terörist bir örgüt olarak ilan etmelerine yetecek hiçbir militanlık yahut şiddet kanıtına sahip olmadıklarını resmî olarak itiraf etmişlerdir. Üstelik Brookings Institute (Brookings Enstitüsü), International Crisis Group (Uluslararası Kriz Grubu) ve Jane's Intelligence gibi pek çok ünlü think-tank kuruluşu, Hizb'in barışçıl bir mücâdele yürüttüğünü teyit etmekten başka bir yol bulamamıştır. Benzer şekilde Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) ve Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) gibi çok sayıda insan hakları örgütü de raporlarında şiddet-dışı metodumuzu kabullenmişlerdir.

"Glasgow intihar bombacısı Kefîl Ahmed, onun (Hizb'in) değirmeninden geçtiğine inanılanlar arasındadır" şeklindeki iddianıza gelince; Bu sırf bir saptırmaca değil, aynı zamanda saçmalıktır da! Kefîl Ahmed, kesinlikle ne Hizb'in bir üyesi olmuştur, ne de Hizb içerisinde herhangi bir sorumluluk almıştır.

Bu durumu telafi etmek üzere, okuyucularınız için bu mektup ile birlikte bir özür metni yayınlamanızı talep ediyoruz.

 

Saygılarımla,

Devamını oku...

Amerikan Başkanı'nın Ziyâretine Reddiye

  • Kategori Kuveyt
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Kuveyt Vilâyeti, Amerikan Başkanı'nı beldemizi ziyâretini ve memnuniyetle karşılanmasını reddeder. Zîra Amerikan Başkanı, dost ve müttefik olarak değil, aksine bu beldelere ve bölgeye siyâsî, askerî ve iktisâdî hegemonyasını dayatan dünyanın birinci devletinin başkanı olarak bu beldeleri ziyâret etmektedir. Amerikan Başkanı'nın bu beldeleri ve bölgeyi ziyâreti, bir gezinti ziyâreti değil, güdümlünün çıkarına olmayan, aksine kesinlikle hegemonun çıkarlarına olan kararlar ve eylemler içeren fiilen siyâsî bir ziyârettir. Bu hegemonya ise, birinci devlet ile bölge ve beldeleri arasındaki ilişkilerin köşe taşıdır. Bu hegemonya, Amerikan Başkanı'nın bu ülkelere yönelik ziyâretinin sebeb-i illetidir. İşte bunun için Hizb-ut Tahrir / Kuveyt Vilâyeti olarak bu ziyâreti ve Amerikan Başkanı'nın karşılanmasını reddediyor, bu beldelerin ve bölgenin yöneticilerinden de Amerikan Başkanı'nın ziyâretini ve karşılanmasını reddetmelerini talep ediyoruz. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar. Zaten onlar sizin küfre sapmanızı arzu ederler. " [el-Mumtehine 2]

Hizb-ut Tahrir / Kuveyt Vilâyeti, bu beldenin ve bölgenin yöneticilerini; ister istikrârın korunması, ekonominin geliştirilmesi, ilişkilerin güçlendirilmesi olsun, isterse ortak çıkarların gerçekleştirilmesi olsun, her ne gerekçeyle olursa olsun, Amerikan Başkanı'nın ortaya atacağı projeleri onaylamaktan sakındırır. Çünkü Amerika'nın ortaya atacağı bu projeler, Amerikan çıkarlarından başkasını gerçekleştirmeyecek, bizim de Amerika'ya daha da boyun bükmemizden başkasını artırmayacaktır. Kezâ Amerika'nın, projelerinin reklamı için pazarlayacağı gerekçelerin gerçeği, elitlerden önce âvâm nezdinde, yönetenlerden önce yönetilenler nezdinde ifşa olmuştur. Dünyanın birinci devletinin başkanının, üzerinde hegemonya kurduğu devletlere ve bölgeye yönelik ziyâreti gibi böylesi koşullarda, bu ziyâretin reddedilmesi, her ne pahasına olursa olsun, ortaya atacaklarına onay verilmemesi, bundan şiddetle sakınılması ve her neye mâl olursa olsun, Amerika'nın bu ziyâret ile nüfuzunu pekiştirmesine imkân verilmemesi olmazsa olmazdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا  "Şüphesiz Kâfirler sizin apaçık düşmanlarınızdır." [en-Nisâ 101]

Hizb-ut Tahrir / Kuveyt Vilâyeti, bu beldelerin ve bölgenin yöneticilerinin dikkatini önemli bir hususa çeker; bu beldelere yönelik bu târihî ziyâretin zamanlaması, Bush yönetiminin Amerika'nın, hayatî petrol rezervleri ile dolu Ortadoğu coğrafyasında nefretle karşılanmasına neden olduğuna dâir Amerika'da Demokrat Parti'nin Cumhuriyetçi Parti aleyhine açtığı seçim kampanyasına denk gelmiştir. İşte Bush, Kuveyt'ten başladığı Körfez bölgesine yönelik bu ziyâreti ile, Amerika'nın nefretle karşılanmadığını, aksine memnuniyetle karşılandığını göstermek istemektedir. Ayrıca onun bu ziyâreti petrol fiyatlarının târihî artışlar gösterdiği ve bölgede muazzam oranda finansal bir likidite bolluğu görüldüğü bir döneme rastlamıştır. Bu da Bush'u, bu emtiayı hortumlayıp Amerikan hazînesine aktarmaya ve ekonomisine enjekte etmeye yönelik münâsip kararlar almaya sevk etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيم  "Ehl-il Kitâb'tan olan kâfirler ile müşrikler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Şüphesiz Allah büyük lütuf sahibidir." [el-Bakara 105]

Basîret sahipleri ve finansal yöne âşina olanlar, petrol fiyatlarının artışından sonra, bu bölgenin varlıkları üzerinde dünyanın iştahının kabardığını fark ederler. O halde bölgenin hegemon gücü olan ve ekonomisi resesyon riskiyle karşı karşıya kalan birinci devletin iştahı nasıl kabarmasın ki? Görünen o ki Bush, bu resesyondan bizim varlıklarımız ile kurtulmak, böylelikle Cumhuriyetçi Parti'nin seçim kampanyasında oylarını yükseltmek istemektedir. Ne acı vericidir ki beldelerimiz Amerika nezdinde sırf dış politikasının değil, aynı şekilde seçim kampanyaları için iç politikasının da bir parçası ve aracı haline gelmiştir!

Ey Müslümanlar!

Bizler en sağlıklı ve köklü çözümün, elbette Râşidî Hilâfet'in kurulması olduğunun bilincindeyiz, çünkü yalnızca Hilâfet, Amerika karşısında durmaya, onu bu bölgeden kovmaya, nüfûzunun işini bitirmeye ve hegemonyasını sona erdirmeye güç yetirebilir. Bizim bu reddimiz, uyarımız ve tembihimiz yalnızca Rabbimize bir mâzeret sunabilmek ve "emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i ani'l munker" içindir. el-Mevlâ [Subhânehu ve Te'alâ]'dan bunu bizim için Kıyâmet Günü bir hüccet kılmasını dileriz. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak yolumuzda ilerliyor, Hilâfet uğrunda çalışıyoruz. O halde bu hayır kâfilesini kaçırmayınız, Ey Müslümanlar ve farzların tâcı olan Râşidî Hilâfet uğrunda çalışmaktan geri kalmanın günahını üzerinize almayınız.

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasulü'ne dâvet edildiklerinde mü'minlerin sözü ancak; "İşittik ve İtâat ettik" demeleridir. İşte, onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [en-Nûr 51]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER