Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti'nin, Rusya Rejiminin Rusya'daki Hizbin Şebâbına Karşı Düzenlediği Devam Eden Tutuklama Kampanyaları Hususunda Sanaa'daki Rusya Büyükelçiliği'ne Teslim Ettiği Mektubun Metni

  • Kategori Yemen
  •   |  

 

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

 

Yemen'deki Rusya Federasyonu Büyükelçisi,

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun;

 

Rusya Güvenlik Güçleri, 06.11.2012'de, Hizb-ut Tahrir'e üye oldukları şüphesiyle Moskova şehri ve varoşlarında Müslümanlara karşı geniş bir tutuklama kampanyası başlatmıştır. Bu güçler, Rus otoritelerinin dünya kamuoyu, özellikle de Rusların önünde tutuklamalara dönük bir gerekçeleri olması için gözaltı sırasında bazı tutukluların zabıtlarına el bombası ve silahlar sokuşturmuşlardır.

Rusya güçleri tarafından Müslümanlara karşı şu anki gelişigüzel tutuklamalar, yeni değildir. Zira Rusya güçleri, selefi olan Sovyetlerin, yeryüzünde bulunan hadaratın en kısası olarak yaklaşık yüz yıl süren varlığı dönemi boyunca uyguladığı baskı ve terörist eylemlerini miras almıştır.

Rusya İçişleri Bakanlığı 12.11.2012 Pazartesi günü, kendisine bağlı güçlerin silah bulundurdukları suçlamasını yapıştırarak Moskova ve varoşlarındaki Müslümanları tutukladığını onaylayan bir açıklama yayınlamıştır.

Şimdi bizler sorarız: Terörist kim? Sadece siyasî eylemlerde bulunanlar mı yoksa siyasî eylemlerini hiçbir gerekçesi olmayan gelişigüzel tutuklamalarla karıştıranlar, tutukluların akrabalarını takip edenler ve zarar vermek için onları sıkıştıranlar mıdır?!

Müslümanlar, vakıa zeminindeki gerçeğine değinmeksizin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in İslam'a saygı hakkındaki konuşmasını takip etmişlerdir. Nitekim Putin bu konuşmasında, açık bir şekilde Rusya'nın laik bir devlet olduğunu ve Stavrapol şehrindeki Müslüman kız öğrencilerin başörtüsü takmalarının yasaklanmasının, Fransa, Belçika ve diğerleri gibi İslam düşmanı mikrop Avrupa ülkelerinin çizgisinde olduğunu açıklamıştır... Ayrıca Rusya, kendi topraklarında yayılmasını engellemek amacıyla Hizb-ut Tahrir'e baskı yapması için Orta Asya'daki mevcut rejimlere her türlü desteği vermektedir!

Rusya'nın, gerek eskiden gerekse şimdi İslam'a ve Müslümanlara karşı eylemlerde bulunduğu akıl sahibi hiç kimseye gizli değildir. Zira Alaska eyaletini Amerika'ya parayla satarak kendisine yeni topraklar dahil edip Güney Kudüs'e ulaşma tazminatını hayal eden de Rusya'dır!

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti olarak bizler, Hizb-ut Tahrir'e maddî eylemler suçlaması yapıştıranların ne ilki nede sonuncusu olacak olan Rusya Federasyonu'na, girişimlerinin başarısız olacağını müjdeleriz. Çünkü Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan ve Hilafet Devleti'ni kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışan ve İslamî Devleti kurmayı gerekleştirirken Resul Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodunu benimseyen siyasî bir hizibtir. Ayrıca çetelerinin yapmış olduğu eylemlerinin, daha öncekiler gibi çöküşünü hızlandıracağı ve Hilafet Devleti'nin kesinlikle gelmekte olduğunu yakinen bilmesi gerektiği hususunda da uyarırız. Dolayısıyla Rusya'nın yapması gereken, Müslümanlara işkence etmekten vazgeçmesi ve Hilafet Devleti'nin yokluğunda Sovyetler Birliği'nin miras bıraktığı İslamî ülkeyi terk etmesidir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ "Zulmedenler nasıl bir inkılap ile yıkılacaklarını bileceklerdir." [Şuara 227]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'de Bir Heyet, Şehitlerin Ailelerini Kutlar

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti'nden büyük bir heyet, Trablus'taki yaralı bölgeyi ziyaret etmiştir. Zira Esad'ın tugaylarının öldürdüğü şehitlerin aileleri, evlatlarının şehit olmasını kutlamak için bir çadır kurmuştur.

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Ahmed el-Kasas, ümmete olan sadakatin ve din kardeşliğinin ne anlama geldiğini bilen gençleri öven bir konuşma yapmış ve günleri döndürüp bu ümmetten, tagutlarına acı ve sefalet tattıran, izzetin anlamını yaşatan ve batıla karşı hak sözü yücelten kimseleri çıkaran Allahuteala'ya hamd etmiştir. Ayrıca Allahuteala'nın kendilerinden birçok ebrar şehitler seçtiği bölge ailelerini kutlamış ve onları, evlatlarının kahramanlıklarından dolayı başlarını dik tutmaya davet ettiği gibi Esad'ın Lübnan'daki müttefiklerini de, Esad'ın alametleri ortaya çıkan ve zamanı yaklaşan kaçınılmaz karanlık akıbetinden ders almaya davet etmiştir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika İle Askerî ve Sivil Liderliklerdeki Hainler Arasındaki Kanlı İttifak, Pakistan'ı Yok Etmek İçin Çalışmaktır

İngiliz "Daily Telegraph" Gazetesi 28 Kasım 2012'de, 2003 yılında İngiliz özel kuvvetlerindeki bir subayın, Amerikan ordusu tarafından desteklendiğini ve Pakistan topraklarını, Pakistan ordusu içerisindeki hainlerin onaylayıp desteklediği özel kuvvetlerin idare ettiğini yayınlamıştır. Bu rapor, CIA ajanı Raymond Davis'in tutuklanması ve 2011 yılının başlarında serbest bırakılması olayının geniş medya organlarında yer almasının ardından gelmiştir. Nitekim yabancı  özel güvenlik kuvvetlerinin varlığına ve bunların Pakistan'ın kent merkezlerinde bulunan "güvenli evlerde" oturduklarına dair birçok raporlar da yayınlanmıştır. Ayrıca Amerikalı gazeteci Bob Woodward, "Obama'nın Savaşları" adlı kitabında, aynı şekilde Pakistan'da "terörizmle" savaşmak için çalışan CIA'ya bağlı ölüm mangaları ile Pakistan askerî ve sivil liderliklerin tam desteği ve korumasıyla Pakistan'da çalışan "Raymond Davis Şebekesinin" olduğunu ve bunun da Amerika ile Pakistan'daki egemen elitler arasındaki işbirliğini derinleştirdiğini ortaya koymuştur!

Hizb-ut Tahrir, Amerika ile Pakistan ordusu liderliğindeki Keyâni ve sivil liderlikteki Devlet Başkanı Asıf Zerdâri gibi hainler arasında Pakistan ve halkına karşı yapılan bu kanlı ittifakı ifşa etmeyi bir borç bilmektedir. Zira Amerika ile Pakistan askerî ve sivil liderliklerindeki hainler arasındaki bu ittifak, binlerce Pakistanlı sivil ve askerin ölmesine, Pakistan ekonomisinin milyarlarca dolar kaybetmesine ve Pakistan'ın dört bir tarafındaki güvenliğin kötüleşmesine yol açmıştır. Mesela Kuta, Karaçi ve Peşaver gibi şehirlerde hemen hemen her gün onlarca kişi ölmektedir. Nitekim General Keyâni, Amerikan ordusu ile istihbaratının Pakistan'da bir dayanak bulmasına izin vermek yoluyla bölgenin kapılarına Amerika'ya açan selefi ve akıl hocası olan General Pervez Müşerref'in politikalarına devam etmektedir.  Dolayısıyla Keyâni'nin eski teknik direktörünün Pakistan içerisindeki konsensüsle işlemiş olduğu işte bu cürümlerdir. Zira eski Devlet Başkanı,  Pakistan ve halkına karşı işlemiş olduğu cürümlerinden dolayı yargılanacaktır. Şimdi bizler de açıkça Müşerref'in yargılanması çağrısında bulunanlara sorarız: Müşerref'in üvey oğlu Keyâni tarafından aynı cürümlerin devam ettiğini görmüyor musunuz? İşte Amerika ve istihbaratı, Müşerref zamanındaki durumda olduğu gibi General Keyâni'nin altındaki tam destek ve korumadan faydalanmayı sürdürmekte ve NATO [Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü]'nün ikmal hatları, hala Pakistan üzerinden geçmektedir. Nitekim Afganistan'daki Müslümanlara karşı haçlı savaşlarını genişleten, hala Belucistan'daki ateşleri tutuşturan ve Karaçi'deki kaosu artıran bizzat odur. Ayrıca Pakistan, General Keyâni'nin dönemindeki egemenlik için açık ihlallere tanık olmuştur Zira Amerika'nın, Pakistan'daki Abbottabad'a yönelik saldırılanı tanık olduğu gibi Salale'de 24 Pakistanlı askerin öldürülmesine tanık olmuştur. Peki o halde bu insanların, asırlarının tagutu Keyâni'yi muhasebe etmelerine engel olan nedir acaba?

Hizb-ut Tahrir, hizbin Resmî Sözcüsü Navit Butt'un kaçırılmasının ve nerede olduğu bilinmeksizin üzerinden tam altı ay geçmesinin ve hizbin Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Saad Cagravî'nin kaçırılmasının, evet bunların, kendisini tagutları muhasebe etmekten ve hak sözü söylemekten asla vazgeçiremeyeceğine dair Allahu [Subhânuhu ve Te'âla]'ya söz vermiştir. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır: ...أَلا إِنَّ أَفْضَلَ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ.." Dikkat edin! Cihadın en efdali zalim sultan karşısındaki hak sözdür." [Müsnedi Ahmed]

Allah'ın izniyle çok yakında Hilafet Devleti kurulduğunda hesabının çok zor olacağı noktasında General Keyâni'yi uyarırız. Allahu [Subhânuhu ve Te'âla]'nın ahiretteki öfkesi ise daha şiddetlidir. Bu yüzden cürümlerinin kefareti için en az yapacağı şey, istifa etmesi ve Hilafet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeleri amacıyla Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ndeki muhlis subayların önündeki yolu açmasıdır.فَلَمَّآ آسَفُونَا ٱنتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ "Böylece bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk." [Zuhruf 55]

Devamını oku...

Böyle Bir Anayasa Taslağı İle mi Nusret Bulacaksınız?!.. İslam Tamamen Bundan Beridir!

  • Kategori Mısır
  •   |  

Devlet Başkanı'nın, geniş bir ajitasyona ve destekçilere ve muhaliflere kadar Mısır sokaklarının bölünmesine yol açan yeni anayasayı ilan etmesiyle birlikte herkesi şaşkınlığa çevirmesinin ardından, kurucu meclis yeni bir anayasa yazılmasını hızlı ve hummalı bir şekilde sonlandırmış ve "maraton" oturumunda hızla oylanmasını onaylanmıştır... Hem de bu ilan edilen yeni anayasa gereğince anayasanın sonlandırılması için verilen zaman aralığının iki ay daha uzatılmasına rağmen, bu zaman diliminden ve kitlelerin dolup taşmasından beri tüm hızıyla devam etmiştir... Sanki bu anayasa taslağı, İslam'ın tatbik edilmesi ve Mısır'ın İslamî kimliğinin korunması savaşında "aslanın ağzından" kapıp kaçırılıyormuşçasına!! Bununla birlikte o, daha önceki ana maddelere hiçbir şekilde muhalefet etmemekte, dahası İslam'a aykırı olan maddelerin ifadesinde, hatta numaralandırılmasında bile bir değişiklik yapılmamıştır! Her ne kadar bazı maddelerin ifadeleri, şeriattaki sahih ifadelerin benzeri olsa da onun alınması, İslam akidesine dayalı olarak değil bilakis demokratik çıkarlara göre olmuştur. Dolayısıyla bizler, bu anayasayı tamamen reddederek, -nasihatin vacip olması ve beraat-ı zimmet babından- aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Anayasa taslağının birinci maddesinde, "Mısır Arap Cumhuriyeti'nin demokratik bir rejim" olduğuna karar verilmiştir. Bu İslam'a aykırıdır. Çünkü demokratik cumhuriyet rejiminin, Ortaçağ'da aydınlar ile Kilise arasındaki acı çatışmanın ardından Avrupa'da ortaya çıkan akidesi dini devletten ayırmaktadır. Ayrıca bu akide, egemenliği halka vermektedir. Yani yasamayı insana vermektedir... Dolayısıyla istediği gibi haram ve helal kılmaktadır!! Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:  إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

İkincisi: Anayasa taslağının ikinci maddesi, "İslam şeriatının ilkelerinin, yasamanın ana kaynağı olduğunu" ve İslam şeriatının "ilkelerinin", "hükümler" olmaksızın zikredilmesinin, insanın yasa koyması için kapıları ardına kadar açtığını söylemektedir. Dolayısıyla yorumladıkları gibi "ilkeler", onların anladıkları üzere İslam'ın "kesin temelleri" olup, zannî hükümler bir tarafa hadler ve birçok benzerleri gibi kesin hükümler buna dahil edilmemektedir. Dolayısıyla bizler, kesin ve zannî hükümleriyle birlikte İslam'ın tam olarak tatbik edilmesini talep ediyoruz. Zira bunların tamamı, tabi olunması gereken şeri vaciptir. "Şeriatın ana kaynağının" şeriat olmasına gelince; bu, feri bile olsa diğer kaynakların varlığını engellememektedir. Buda bizzat yönetimde Allah'a ortak olmaktır!!

Üçüncüsü: Anayasa taslağının dördüncü maddesinde, özellikle de el-Ezher, davet ve cihad yoluyla İslam'ı taşımak İslamî Devlet'in vaciplerinden iken İslamî daveti taşımayı bir sorumluluk yönü olarak belirlemektedir. Halbuki Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve ondan sonraki halifeler, bu devletin liderleri olmaları vasfıyla bu farzı yerine getirmişlerdir. Dolayısıyla onun, bir öğretim kurumuna aktarılıp hasredilerek cihad farzının ilga edilmesi caiz değildir.

Dördüncüsü: Anayasa taslağının beşinci maddesinde, "Egemenlik, onu koruyup savunan halka ait olup halk, otoritenin kaynağıdır" metni geçmektedir. Dolayısıyla bu madde, "Mısır Arap Cumhuriyeti'nin demokratik bir rejim" olduğunu söyleyen birinci maddeyi teyit etmektedir. Zira demokraside de "egemenlik halka ait olup halk da otoritenin kaynağıdır." Dolayısıyla kanun koyucu ve yasamada güç sahibi halk olduğu gibi uygulayıcı ve uygulama yetkisi olan da halk olmasının yanı sıra meşru, etkili ve bağlıyıcı olan yasa gücü de halk olmaktadır. Dolayısıyla da yargıç-hakim ve yargıda güç sahibi halk olup halkın hüküm verdiği hususlar olmadıkça ne yasa nede kendisiyle yargılanılan mahkeme olur. O halde Allahuteala'nın şu kavli nerede kalmaktadır:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ "Allah ve resulü, bir işe hükmettikleri zaman mümin bir erkek ve mümin bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur." [el-Ahzâb 36]

Beşincisi: Anayasa taslağının altıncı maddesi, -devletin nizamı olan- demokratik nizamın, "şura ve vatandaşlık ilkelerine" dayalı olduğunu açıklamaktadır... İslam'da şura, akide ve nizam olarak demokrasiden farklıdır. Zira demokraside, kanunların ve hükümlerin alınıp alınmayacağını oylayan insandır. Şura ise şeri hükmün mubah olarak getirdiği işlerde görüş almak olup bizzat şeri hüküm üzerinde oylama yapmak değildir! Dolayısıyla bu iki husus arasında büyük bir fark vardır!!

Anayasa taslağında, buraya sığdıramadığımız İslam'a aykırı olan diğer birçok maddelerin olması da cabası. Dolayısıyla yeni anayasa taslağının, hem esas hem de tafsılî olarak İslam'a aykırı olduğuna dair bu kadar istidlal yeterlidir. Ne aç bırakan nede doyuran, dolayısıyla da ne İslam ile hükmeden nede herhangi birinin izinden yürüdüğü "uyumlu" ifadelerin olması da cabası! Ayrıca bu yeni anayasa, bizim için ne İslamî bir ekonomik sistemi ne İslam esası üzerine yargılama ne İslamî bir öğretim sistemi nede İslam'a davet esası üzerine bir dış siyaset belirtmektedir!

Bizi şaşırtan ise şudur: Ümmeti harekete geçirecekleri ve kendisini savunmak için meydan okuyacakları böyle bir anayasa mıdır?! Ne kadar da kötü hüküm veriyorlar!

Ey Müslümanlar, Ey Kenane-Mısır Halkı!

Mevcut siyasî kriz, önlerinde ve arkalarında hala devletin birçok mafsallarına hükmeden ve hala çözmeye, iptal etmeye ve engel olmaya devam eden  "helak olmuş rejimin güçlerinin" olduğu bir tarafta sözde İslamî akımların diğer tarafta da laik akımların olduğu muhtelif güçler arasındaki çatışmanın bir sonucudur. Buda bu fasit rejimin içeriden değiştirilmesinin imkansız olduğunu bilakis temelden ortadan kaldırılması ve helak olmuş anayasası, eski-yeni anayasası ve fesat saçan kalıntılarıyla tamamen silip süpürülmesi gerektiğini kanıtlamaktadır. Dolayısıyla ümmetin hali, sadece onun yerine İslam'ı kamilen tatbik edecek İslamî Hilafet Sistemi'nin kurulmasıyla düzelecektir. Böylece alemlerin Rabbi razı olacak, Müslüman olsun gayrimüslim olsun bütün insanlığı onunla nimetlendirecek ve dünyanın dört bir tarafına refahı yayacaktır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler sizleri, bizimle birlikte bu azim farzı gerçekleştirmeye davet ediyoruz. Peki o halde icabet edecek misiniz?

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletleri'ne Yönelmek, Kafirlerin Mübarek İslam Topraklarının Kaderine Hükmetmeye ve Ümmetin Bilincinden Filistin'in Kurtuluşunu Silmeye Dönük Başka Bir Girişimdir

Dün Abbas, zümresi, tekrarlanan hıyanet sofralarındaki kırıntılardan istifade eden ve büyük medya saptırmalarıyla birlikte sürüklenenler, sözde Filistin devletinin Birleşmiş Milletlerde "üye olmayan gözlemci" devlet sıfatını elde etmesinden dolayı kutlama yapmışlar ve meydana gelenlere de büyük bir zafer ve kurtuluş olarak itibar etmişlerdir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Yahudiler, Amerika, tüm Batılı ülkeleri, zırar yöneticiler ve otoritenin adamları tarafından insanlara uygulanan saptırmanın boyutunun farkındayız. Dolayısıyla bu saptırmaya, bir çok taraflı medya da yardımcı olmaktadır. Ne üzücüdür ki İslamî akımların içerisindeki bazı liderlikler de akıntıya kapılmaktalar ve Abbas'ın saptırmanın boyutunun genişlemesine katkıda bulunan adımlarını desteklemektedirler. Nitekim Yahudi varlığının "uluslararası" meşruiyetinin kutsanması, büyük bir zafer olarak nitelendirilmektedir. Yani aslında bu kutlama, Filistin Kurtuluş Örgütü ile (Abbas'ın şahsında temsil edilen) Filistin otoritesinin, 1948 yılında işgal edilen ve Filistin topraklarının %80'den fazlasını oluşturan topraklardan feragat ettiklerine dair bir kutlama olmuştur.

Bu adım, kafirlerin, kurumlarının ve cürümsel kuruluşlarının, mübarek topraklardaki Müslümanların en özel konularına hükmetmesidir. Zira İslam topraklarının kalbindeki zehirli bir hançer olan Yahudi varlığının kurulması kararını alan bizzat Birlemiş Milletleri olup bunu meydana getiren büyük ülkeler de İslam ümmetine ve İslam ülkelerine yönelik bir zarar ve komplo olmadıkça İslamî ümmetle ilgili bir karara gözlerini ve kulaklarını kapamaktadırlar.

Bizler, özelikle Filistin Kurtuluş Örgütü'nün liderliği ile otoritenin liderliğinin, Fetih kadrolarında Filistin'in Karzai'si olarak bilinen Mahmud Abbas'a teslim edilmesinin ardından Filistin Kurtuluş Örgütü ile onun liderliklerinin hıyanetlerinin farkındayız. Zira bu Ruvaybida, fırsatı kaçırmadan Yahudi varlığının meşruiyetini, 1948 yılında işgal edilen toprakların sonsuza dek işgal edilmiş topraklar olduğunu ve Filistin halkının buralarda hem hakkının olmadığını hem de buralara geri dönüş hakkının olmadığını onaylamıştır. Aynen 01.11.2012'de bir "İsrail" ikinci televizyon kanalına yaptığı açıklamadaki şu sözlerinde olduğu gibi: "Şuan benim nazarımda Filistin, 67 sınırları olup Doğu Kudüs de buranın başkentidir. Şuan ve sonsuza dek de durum bu şekilde olacaktır... İşte benim nazarımda Filistin budur." Ve şöyle demiştir: "Benim açımdan Filistin, Batı Şeria, Gazze olup diğer parçalar ise "İsrail'dir" " Ve şöyle demiştir: "Ben Safed'i görmek istiyorum ve orada yaşamasam da benim onu görme hakkım vardır..." Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Toplantısı'ndaki en son adımı da; aynı yönde, yani uluslar arası forumlarda işgalci Yahudilerin meşruiyetini artırma, Filistin halkında yeniden 1948 yılında işgal edilmiş toprakların yabancılaşmasını kabul etmeye dönük bir bilinç oluşturma ve Filistin'in tamamının kurtuluşunu değil sadece 67 yılında işgal edilen toprakları kurtuluşunu talep etmeleri için ayaklanan hakları saptırma yönünde devam etmiştir.

Ümmet, bu saptırmaya ve Allah'ın mübarek kıldığı Filistin topraklarının yabancılaşmasın katkıda bulunanları asla affetmeyecektir. Ahiret azabı ise daha şiddetli ve daha çetindir. Keşke bilmiş olsalardı. Ancak Filistin'in, mücrim yöneticileri kökünden söküp atmak ve onların yerine, tüm Filistin'i kurtarmak ve değişime uğramış Yahudi varlığını tamamen ortadan kaldırmak için hem kendilerine hem de ümmetin ordularına liderlik edecek Müslümanların Halifesi'ni nasbetmek için kendisini hazır hisseden ve ümmetiyle birlikte sabit adımlarla yürüyen adamları vardır. Nitekim Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bunun için çalışıyor ve Allah'ın izniyle bunun çok yakın olduğuna inanıyoruz. إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا "Kesinlikle Allah emrine galiptir. Allah, her şey için bir kader koymuştur." [et-Talâk 3]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hilafet İçin Çalışanlara Hapis de Amerikalı Katil ve Casuslara da Özgürlük mü?! Hizb-ut Tahrir / Pakistan Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Cezaevine Gönderilmiştir

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Saad Cagravî, zulüm ve kötü muamelesiyle ün salmış Lahor Merkez Cezaevine gönderilmiştir. Nitekim Üstad Saad Cagravî'nin tek suçu, kendisini Hilafet'in kurulması yoluyla Pakistan'da Allah'ın şeriatı İslam'ın kamilen tatbik edilmesi için barışçıl siyasî çalışmaya adamaktır. Dolayısıyla bu gibi bir siyasinin, İslam adıyla kurulmuş bu ülkede zulüm ve cezaevi acısı çekmesi bir utançtır! Nitekim Pakistan halkından yaklaşık yarım milyon muhlis Müslüman bu gaye için hayatını kurban etmiştir. Bugün ise onların muhlis evlatları cezaevlerine atılmakta, dahası Keyâni'nin baltacıları tarafından kaçırıldığı altı aydan bu yana hala nerede olduğu bilinmeyen Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt ve Hizb-ut Tahrir / Pakistan Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstad Saad Cagravî gibi İslam'ın kamilen tatbik edilmesi için siyasî olarak gayretle çalışan siyasî davet taşıyıcılarına terörizm ve hıyanet suçlaması uydurulmaktadır.

Şuan Üstad Saad Cagravî, Lahor Merkez Cezaevine nakledilmiştir. Nitekim burası, Amerikan casusu Raymond Davis'in birkaç gün gözaltına alındığı aynı cezaevidir. Zira o, üç Müslümanı öldürmüş ancak siyasî ve askerî liderliklerdeki Zerdâri ve Keyâni'nin olduğu hainler, Raymond Davis aleyhine açılan dava ve suçlamaları düşürmüşler, onu serbest bırakmışlar ve ona Pakistan'dan güvenli bir şekilde çıkacağına dair güvence vermişlerdir! Ama bu sırada Hilafet'i kurmak için barışçıl siyasî faaliyetlerini yerine getirirken Nebi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodunu benimseyen Üstad Cagravî, mümkün olduğunca uzun süre cezaevinde kalması için sıhhatten yoksun dört suçlamanın uydurulmasının ardından gözaltına alınmıştır. Raymond Davis'e gelince; kendisine beş yıldızlı otellerde hizmet verilmiştir. Zira cezaevinde iken ona, devletin çok önemli bir misafiri "VIP" olarak muamele edilirken Üstad Cagravî, sorgulama ve tutuklama sırasında fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kalmıştır!

Zerdâri, Keyâni ve bir avuç hain zümresine düşen, İslam'ın ve ümmetin düşmanı Amerika'ya köleliği tercih etmekle çok kötü bir tercihte bulunduklarını bilmeleridir. Zira onlar, dünya ve ahirette yürek acısı ve nedamet yolunu tercih etmişlerdir ve Bin Ali, Kaddafi ve Hüsnü Mübarek'in başlarına gelenlerde onlar için ibret vardır. Nitekim onlar, ümmetin öfkesiyle yanmışlar ve çok yakında Suriye kasabı Beşar'ın haberini de işiteceklerdir. Ayrıca Zerdârî, Keyâni ve bir avuç hain zümresinin, aynı şekilde Allah'ın izniyle sonlarının çok yakın olduğunu bilmeleri gerekmektedir ki zaten efendileri Amerika da bunu çok iyi bilmektedir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir şebâbını takip etme, onları tutuklama ve işkence etme hususunda gösterdikleri tüm çabalarının, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın bizlere vaat ettiği ve Nebisi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Hilafet'in kurulmasını asla geciktirmeyeceğini de bilmeleri gerekmektedir.

Hizb-ut Tahrir; Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ndeki muhlis subayları, Keşmir, Filistin, Irak, Suriye ve özellikle Suriye Müslümanlarının sebatlarını ve meydan okumalarını örnek almaya, Allah'tan başkasının önünde eğilmemeye davet eder. Zira Amerikan ajanları ile siyasî ve askerî liderliklerdeki hainleri kökünden söküp atmak için ileriye doğru yürümemiz gerektiği gibi Hilafet'i kurması için Hizb-ut Tahrir'e de nusret vermemiz gerekmektedir. Zira dünya ve ahretteki izzet ve şeref işte bundadır.


Şeyh Şehzad
حزب التحرير   
Hizb-ut Tahrir   
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yolsuzluğun ve Sömürünün Gerçek Nedeni, Beşeri Nizamdır

Yolsuzluk hakkında araştırma ve raporlar yayınlayan bir örgüt olan Uluslar arası Şeffaflık Örgütü, 05 Aralık 2012'de yıllık yeni raporunu yayınlamıştır. Nitekim raporda, dünyada en çok yolsuzluğun yapıldığı ülkeler listesinde Afganistan, Somali ve Kuzey Kore'nin olduğu geçmektedir. Zira raporda, Afganistan, Somali ve Kuzey Kore'de yüz üzerinden sekiz bulgu elde edilirken Afganistan'da ise 2011 ve 2010 yıllarında birbiri ardına 15 ila 11 bulgu elde edildiği geçmektedir.

Ülkede, yolsuzlukla mücadele etmek için birçok örgütler ve komisyonlar kurulmasına rağmen dolandırıcı yöneticiler, yolsuzlukla mücadelede başarısız olmuşlar ve Afganistan, daha fazla yolsuzluk batağına saplanmıştır.

Finansal yolsuzluğun yanı sıra insanın yapmış olduğu nizamdan fışkıran tüm beşeri çözümler, sorunu daha da tırmandırmakta ve yeryüzündeki yolsuzluğu artırmaktadır. Nitekim bu kötü durumu niteleyen en güzel örnek, sosyalizmin tarihine göz atmak olacaktır. Zira sosyalizmin tatbik edilmesi sonucunda Afganistan nüfusunun %30'u, zulüm, despotizm ve yoksulluk nedeniyle ölmüşlerdir. Aynı şekilde kapitalizm de buna dair başka bir örnektir. Zira iki dünya savaşının patlak vermesi sayesinde milyonlarca insan can vermiştir. Ayrıca bugün de Batı'nın karşı karşıya kaldığı ve uzun vadede uygulanabilir herhangi bir çözüm bulamadıkları keskin ekonomik sorunlara tanık olmaktayız.

Mesela kapitalist toplumların, toplumsal hayatlarında cinsî sapıklık, anne ile oğul arasındaki gayri meşru ilişkiler, hayvanlarla olan cinsel ilişkiler ile aile bireyleri arasındaki diğer sorunlar gibi karşı karşıya kaldıkları sorunlar, evet bu sorunların tamamı, neredeyse Batılı toplumları yok ederken Batı da bununla övünüp durmaktadır!

Ancak bin üç yüz yıllık Hilafet tarihine baktığımızda; muhtelif akide, ırk ve renklerdeki muhtelif insanlar yaşamasına rağmen yolsuzluk, sömürü, zulüm ve katliam durumlarına dair herhangi bir örnek yada bu tür şerler gibi herhangi başka örnekler görememekteyiz. Zira onların tamamı, yüzyıllar boyunca İslam yönetiminin altında adil ve eşit bir şekilde yaşamışlardır.

Demokrat ve kapitalist Batı, şerlerini İslam toraklarına taşımakta ve bunu, Müslümanlara karşı haçlı savaşlarını sürdürmek amacıyla "terörizm" kılıfı altında bütün ümmete dayatmaya çalışmaktadır. Nitekim bunun meyvelerinden biri, Afganistan'ın dünyada en çok yolsuzluk yapan ülkelerden biri haline gelmesidir!

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de Benim zikrimden (hidayetimden) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, Kıyamet Günü kör olarak haşredeceğiz." [Taha 124]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER