Çarşamba, 21 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Mısır Anayasası, İslamî Anayasa Olmalıdır

Kurucu Meclis Taslak Komisyonu 23.09.2012 Pazar günü, anayasanın yazılması için anayasanın ikinci maddesi hakkında yeniden geniş bir tartışmaya tanıklık etmiştir. Zira bazıları, "şeriatın ilkeleri" kelimesinin yorumlanmasındaki mevcut çelişkinin sorumluluğunu el-Ezher'e yüklemişlerdir. Buda kelimenin yorumunda; şeriatta sübutu ve delaleti kati olan hususların yorumunun, ilkeler de aynen şeriat anlamına gelmektedir şeklindeki yoruma aykırı olmasından dolayı olmuştur.

Anayasa Kurucu Meclis Komisyonu, 18.09 Salı günü, aynı şekilde yeni anayasadaki İslam şeriatıyla hükmedilmesinin yorumlanması hakkındaki tartışmaya da tanıklık etmiştir. Zira komisyonun bazı üyeleri, İslam şeriatı yada onun ilkeleriyle hükmedilmesi metninin yorumlanması bağlamında 1971 anayasasına yada 1980 anayasasına dönmeyi önermiştir. Nitekim el-Ezher, komisyonun genel kurul oturumunda, komisyonun temel bileşenleri içerisinde buna dair bir konsensüsün olmasının ardında referans olmayı reddetmiştir.

İster ikinci madde ilkeler yada şeriat hükümleri demiş olsun ister ilkeler kelimesi aynen şeriat anlamına gelmektedir yada kati olarak yorumlanmış olsun ister el-Ezher şeriat yada 71 anayasası ile hükmedilmesi manasının yorumuna referans olmuş olsun tüm bu tartışmalar şüphe götürmez bir şekilde kanıtlamaktadır ki şuan hazırlanan anayasa, hiçbir şekilde bu ümmetin akidesinden fışkıran İslamî bir anayasa olamaz. Zira ikinci madde, yasa koymak için İslamî olmayan diğer kaynakları onaylamakta olup bu şekilde de muhakeme olma noktasında Allah'a eş ve şirk koşulduğunu kanıtlamaktadır. Buda Allah Azze ve Celle'nin kabul etmediği bir durum olup bir Müslümanın da bunu kabul etmesi caiz değildir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُواْ لَهُمْ مِّنَ ٱلدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ ٱللَّهُ وَلَوْلاَ كَلِمَةُ ٱلْفَصْلِ لَقُضِىَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ ٱلظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ "Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini şeriat kılan ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimler için elim bir azap vardır." [Şura 21]

Aynı şekilde birinci madde de Mısır'daki yönetim sisteminin, cumhuriyet sistemi olduğunu açıklamaktadır. Halbuki İslam'daki yönetim sistemi, Hilafet Nizamı'dır. Beşinci madde ise yasa koyma yetkisi de dahil halkı otoritelerin kaynağı kılmaktadır. Halbuki İslam'da yasa koyma Allah'a aittir.

Bizler de tüm gücümüzle deriz ki; insanların ilişkilerinin düzenlenmesi için hükümler koymada insanlara bir yer yoktur. Zira onlar, şeri hükümlerle mukayyettirler. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Ve şöyle buyurmaktadır: وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet!" [el-Mâide 49]

Bundan dolayı anayasanın, Allah'ın kitabından, Resulünün sünnetinden ve bu ikisinin irşat ettiği sahabe icması ile şeri kıyastan alınması gerekmektedir. Dolayısıyla bu hususta ne insanların görüşünün ne çoğunluğun nede azınlığın bir etkisi vardır.

Müslüman Mısır halkının toplamının, nüfusun %90'nını temsil ettikleri bilindi gibi Mısır'ın İslam ile yönetilip onun İslam ülkelerinin anası olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla Mısır halkının üzerinde yürümesi gereken anayasanın, inanmış oldukları İslam akidesinden fışkıran İslamî anayasa olması gerektiği gibi bundan başkası üzerinde yürümeleri de caiz değildir. Dahası devletin organlarının da aynı şekilde akidelerinden fışkırması gerekmektedir.

Gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler için adaleti, refahı ve onurlu bir yaşamı garantileyecek olan, Mısır halkının kendisiyle hükmedilmesi gereken bu İslamî anayasadır. Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir, Müslümanların önüne İslam Devleti'nin Anayasa Tasarısı'nı koymuştur ki böylece onu etüt etsinler, onun hakkında tartışsınlar ve onun, gelecek olan Hilafet Devleti altında tatbik konumuna getirilmesi için hizib ile birlikte çalışsınlar. Bu maddelerin en önemli olanlarından bir bölüm aşağıdaki şekildedir:

Madde-1: İslamî akide, devletin esasıdır. Öyle ki devletin yapısında, cihazında veya muhasebesinde yahut devlet ile ilgili herhangi bir şeyde, İslamî akideyi esas kılmaktan başka bir şey var olamaz. İslamî akide aynı zamanda anayasa ve şeri kanunların da esasıdır. Öyle ki bunlardan herhangi biriyle ilgili herhangi bir şeyin İslamî akideden fışkırması haricinde var olmasına izin verilmez.

Madde-6: Devletin, yönetimde, yargıda, işlerin yürütülmesinde ya da benzeri konularda tebaları arasında ayrım yapması caiz değildir. Irk, din, renk ve benzeri özelliklere bakmadan herkese tek bir bakışla bakmalıdır.

Madde-13: Asıl olan, berat-i zimmettir. Bir kimse ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Kim olursa olsun, herhangi bir kimseye işkence yapmak kesinlikle caiz değildir. Her kim bunu yaparsa cezalandırılır.

Madde-25: Hilafet, rıza ve seçime dayalı bir akittir. Hiç kimse bunu kabule zorlanamaz. Hiç kimse, Hilafet görevini üstlenecek kişiyi seçmeye de zorlanamaz.

Madde-97: Maslahatlar, daireler ve idareler bölümlerinin idare etme siyaseti; nizamda basitlik, işlerin infazında çabukluk ve idarecilerde kifayet bulunması üzerine kuruludur.

Madde-98: İster erkek ister kadın olsun, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, tabiyet taşıyan ve kifayeti olan herkesin; bir maslahata veya bir daireye veya bir idareye müdür olarak tayin edilme hakkı bulunduğu gibi buralarda memur olma hakkı da vardır.

Madde-105: Müslümanları görüş bakımından temsil eden ve Halife'nin kendilerine danıştığı şahıslar, Ümmet Meclisi'dir. Vilayetlerin ahalisini temsil eden şahıslar ise Vilayet Meclisleri'dir. Yöneticilerin zulmünü veya İslamî hükümlerin kötü tatbik edilmesini şikayet amacıyla gayrimüslimlerin de Ümmet Meclisi'nde bulunmaları caizdir.

Madde-119: Her erkek ve kadın, ahlakî tehlike içeren veya toplumu ifsat edici iş yapmaktan men edilir.

Madde-125: Fert fert tüm fertlerin bütün temel ihtiyaçlarının tam bir şekilde doyurulması garanti edilmelidir. Her ferdin, lüks ihtiyaçlarını mümkün mertebe en yüksek seviyede karşılamasına imkan verilmesi garanti edilmelidir.

Madde-153: Devlet, tabiyetini taşıyan herkes için iş bulmayı garanti eder.

Madde-164: Devlet bütün sağlık hizmetlerini herkes için ücretsiz temin eder. Fakat ücretle doktor tutmak ve ilaç satmak yasaklanmaz.

Madde-170: Öğretim müfredatının üzerine dayalı olduğu esas, İslam akidesi olmalıdır. Dolayısıyla eğitim materyalleri ile öğretim yöntemlerinin tamamı, öğretimde bu temelden hiçbir çıkış meydana gelmeyecek şekilde konulur.

Madde-186: Ümmetin Siyasî Meselesi; devletinin şahsiyetinin kuvvetinde, hükümlerinin güzel tatbikinde ve davetini dünyaya taşımayı sürdürmekte ifadesini bulan İslam'dır.

Madde-188: Daveti taşımak, dış siyasetin etrafında döndüğü eksen olmalıdır ve devletin tüm devletlerle olan ilişkisi de bu esas üzerine bina edilmelidir.

Hizb-ut Tahrir'in, aslında şerhleri ve tafsilî delilleriyle birlikte hazırlamış olduğu 191 maddelik anayasa maddelerinden bazıları işte bunlardır. Bu maddelerin tamamı, İslam akidesinden çıkarılmış olup içerisinde İslamî olmayan hiçbir şey bulunmadığı gibi bunlar, derhal tatbik edilmesi için hazırlanmıştır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, İslam akidesi esası üzere olmayan bir anayasa koymak için çalışan herkesi uyardığımız gibi onları, Allah'ın dünya ve ahiretteki öfkesi noktasında da uyarırız. Dolayısıyla Batılı laik demokrasi esası üzere konulan tüm anayasalar, "İslam referanslı" olsalar bile İslam ile savaşan küfür sistemleridirler.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İnanan bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm veren mi vardır?" [el-Maide 50]


Hizb-ut Tahrir
Mısır Vilâyeti
Medya Bürosu Başkanı
Şerif Zâyid

Devamını oku...

Hizbullah'a: Suriye'deki Müslüman Çocuklara, Kadınlara ve Yaşlılara Karşı En İğrenç Cürümleri İşlemek Cihadî Bir Vacip midir?

  • Kategori Suriye
  •   |  

02.10.2012'de Hizbullah, üç savaşçısının cenazesine eşlik etmiştir. Bunu da mücrim Beşar'ın medyasını destekleyen bir kanal olan "el-Manar Kanalı" aktarmıştır. Nitekim Hizbullah, kendi web sitesindeki açıklamasında şöyle demiştir: "Cihadî vacibi yerine getirdiği sırada şehit olan komutan Ali Hüseyin Nasıf Ebu Abbas'ın bedenini, Bodai ve civar beldenin sakinleri uğurlamışlardır." Haberler sık sık mezkur komutanın, ayaklanmacıların sekiz günü aşkındır muhasara altına aldıkları el-Kasır şehri yakınlarındaki tarım bariyerlerine giden yola koydukları mayının patlamasından dolayı öldüğünü vurgulamışlardır. Buda Hizbullah unsurlarının bariyerlerdeki varlıkları ile onların gizli niyetlerini bilmelerinden dolayı olmuştur. Dolayısıyla bu, Hizbullah'ın, Esad ordusunun albaylarından birinin de ölüp pusuya düştükleri muhasarayı kaldırmak için askerî komutanlarından birini Esad'ın şebbihalarından olan destek kuvvetleriyle birlikte göndermesinden dolayı mecbur bıraktığı bir durumdur.

Hizbullah'tan sadır olan açıklama gerçekten ama gerçekten çok tehlikeli olup bizleri, örgütün çatışma temelindeki mefhumlarını yeniden gözden geçirmeye yöneltmiştir. Zira hizbin çatışma noktasının aynı düzeyde olmadığı şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır. Nitekim o, bir taraftan kendisinin cihadî bir hizib ve ilahî bir destekçi olduğunu açıklarken aynı zamanda da şebbihaların yanında Suriye topraklarındaki Müslümanlarla savaşırken ölen birinin "cihadî vacibini yerine getirdiği sırada" "şehit" olduğunu açıklamaktadır. Gerçekten bu durum dehşet saçmaktadır! Yoksa Müslümanlarla savaşmak ve onları öldürmek cihat mı olmaktadır?! Yoksa Suriye'deki Müslüman çocuklara kadınlara ve yaşlılara karşı vahşî insanların yaptığı şekilde en iğrenç cürümleri işlemeye katılmak cihat mı olmaktadır?! İslam dinine düşman olan laik Suriye rejimin desteklemek ve onun devrilmesini engellemek cihadî bir vacip mi olmaktadır?! Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ  "Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" [Yûnus 36]

Ey Suriye'deki Müslümanlar!

Mübarek ülkemizde meydana gelenler, Allah'ın güzeli çirkinden ve sadıkları da münafıklardan ayırdığı büyük bir imtihan ve musibettir. Nitekim ahir zaman hakkında bize gelen hadislerde geçen fitnelerin bir benzerine bugün tanık olmaktayız. Dolayısıyla bizleri bu fitnenin içerisinden ancak Allahu Subhânehu'nun yanı sıra O'nun şeriatına bağlanmak, Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetini takip etmek ve onun sireti üzere yürümek çıkaracaktır. Nitekim Ebu Davud, sahih bir hadiste Irbâd İbn-u Sâriye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: صَلَّى بِنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ يَوْمٍ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَيْنَا فَوَعَظَنَا مَوْعِظَةً بَلِيغَةً ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ، فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ كَأَنَّ هَذِهِ مَوْعِظَةُ مُوَدِّعٍ، فَمَاذَا تَعْهَدُ إِلَيْنَا؟ فَقَالَ: أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ عَبْدًا حَبَشِيًّا، فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيرًا فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ تَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ، وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الْأُمُورِ فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bir gün bize namaz kıldırdı ve sonra bize dönerek öyle bir vaaz verdi ki gözler yaşardı ve kalpler tir tir titredi. Bunun üzerine bir adam şöyle dedi: Sanki bu, bir veda vaazı gibidir. O halde bize ne tavsiye edersin?" Dedi ki: "Sizlere Allah'a karşı takvayı ve (başınızda emir olarak) Habeşli bir köle dahi olsa işitip itaat etmeyi tavsiye ederim. (Benden) sonra sizden hayatta kalanlar, nice ihtilaflar görecektir. Sizin yapmanız gereken benim sünnetime ve hidayete eren raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılıp ona azı dişleri ile yapışmaktır. Sonradan ortaya çıkan işlerden sakınınız. Zira sonradan ortaya çıkan her şey bidattır ve bidat da dalalettir."

Ey Suriye'deki Müslümanlar!

Bizler bugün, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in buyurduğu gibi insanların sığınıklarının olacağı bir fitne içerisinde yaşamaktayız: فسطاط إيمان لا نفاق فيه، وفسطاط نفاق لا إيمان فيه "Bir sığınak vardır içerisinde nifak yok iman vardır. Bir sığınak vardır içerisinde iman yok nifak vardır." [Hakim sahihledi]

Aynı şekilde şöyle buyurmaktadır: إن فسطاط المسلمين يوم الملحمة بالغوطة، إلى جانب مدينة يقال لها: دمشق، من خير مدائن الشام "Guta'daki katliam günü, Müslümanların sığınağı, Şam şehirlerinin en hayırlısı olan Dımeşk'tir." [Ebu Davud]

O halde Ey Müslümanlar! İman sığınağında olan kardeşlerinizle birlikte olunuz ve Resulün sizlere tavsiye ettiği gibi Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti ile hidayete eren raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılarak daha öncekilerin siretini tekar ediniz. Buda ancak Ahmed'in rivayet ettiği hadiste Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in buyurduğu Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulmasıyla olacaktır.

ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet olacaktır."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Suriye'deki Müslümanlar: Müslümanların Kanları ve İşkence Görmeleri Erdoğan'ı Harekete Geçirmemekte Ancak Sadece Amerika'nın Emirleri Onu Harekete Geçirmektedir

Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan, 03.10.2012 Çarşamba günü ülkesinin, sınır köyündeki beş sivilin ölümüne yol açan Suriye menşeli top mermilerinin topraklarına düşmesine bir yanıt olarak Suriye toprakları içerisinde bulunan hedefleri bombaladığını açıklamıştır. Erdoğan, açıklamasında şöyle demiştir: "Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından anında gereken karşılık verilmiş... radarla tespit edilen noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur." Türkiye Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da, Suriye hükümetinin meydana gelenlerden dolayı özür dilediğini ve bu olanların tekrarlanmaması sözü verdiğini söylemiştir. Bu sırada 04.10.2012 günü, Birleşmiş Milletler Suriye Temsilcisi'nin, sınırların bombalanmasından dolayı ülkesinin Ankara'dan özür dilediğini kesinlikle yalanladığı şeklindeki haberler geçmiştir.

Erdoğan, hak bir nusret ve arzulanan bir yardım için çıkış yaparak Suriye'deki Müslümanları kurtarmak amacıyla hiçbir müdahalede bulunmayacaktır. Şayet mesele bu şekilde olsaydı, bunu daha önce yapardı. Ancak o, Amerika'nın emrini beklemekte olup bu emir gelmedikçe de kesinlikle bunu yapmayacaktır. Dolayısıyla o, kendi nezdinde Suriye'deki bir Müslümanla Türkiye'deki bir Müslümanın eşit olduğu şeklindeki iddiası gibi İslamî çıkışlar yapmış olsa da onun da Müslümanların diğer yöneticilerinden hiçbir farkı yoktur.


Ey Suriye'deki Müslümanlar!

Erdoğan, ayaklanmacıların rejimi değiştirmeye imkan bulacakları güce sahip olmalarını engellemesinin yanı sıra onlara uçaksavarlar ve zırhlı kalkanlar temin etmediği gibi onların bunlara sahip olmasına da izin vermemektedir. Şayet bunu bile yapmış olsaydı rejim, ayaklanmadan kısa bir zaman sonra düşer ve Suriye'deki Müslümanlar da onun gözü ve kulağı önünde tattıkları tüm bu trajedilerden ve işkencelerden kurtulurlardı. İşte Suriye halkına isabet eden tüm bunlar bile onu harekete geçirmemekte ancak sadece Amerika'nın emirleri onu harekete geçirmektedir. Dolayısıyla onun desteğinin boyutu ve sınırı işte budur: Yani o, esip gürlemekte ancak bir türlü yağmamaktadır.


Ey Nusret Şam'ındaki Müslümanlar!

Bizler sizleri, daha önce defalarca uyardığımız gibi Erdoğan'ın ülkemiz hakkındaki rolü noktasında tekrar uyarırız. Zira onun beklenen rolünün, kendisi ve Beşar gibi bir Amerikan ajanı olan alternatifin gelmesi için Amerika'nın planlarını uygulamak olduğu artık açık bir hale gelmiştir. Nitekim Amerika, Fransa, İngiltere ve bölgedeki araçları olan yöneticilerin utanç verici siyasî oyunları artık ifşa olmuştur. Dolayısıyla sıcak olayların artırılması sadece Suriye'nin tutumunu açığa çıkarmak içindir. Zira rejimin, Suriye'de egemen olduğu birkaç uçakları ve bir kaç dağınık mahalleleri kalmış olsa da artık sonu gelmiştir. Bu sırada Şam halkı, bereketli ve mübarek Şam'ın dört bir tarafına Hilafet'i geri getirmek ve kurbanlar ne dereceye ulaşırsa ulaşsın ya Hilafet'in gölgesindeki bir hayat yada Allah yolunda şehit olmak için azmetmektedir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Suriye Vilayeti
Medya Bürosu Başkanı
Mühendis: Hişam el-Baba

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Addis Ababa Anlaşması, Başarısız Güney Devleti İçin Bir Hayat Ve Batı'nın Sudan'ı Parçalama Hayallerinin Gerçekleşmesidir

Sudan ve Güney Sudan, Güvenlik Konseyi'nin, aralarındaki anlaşmazlığı çözmeleri için her iki tarafa üç aylık zaman verdiği aksi taktirde 22 Eylül 2012'de sona erecek olan Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin yedinci faslı uyarınca yaptırımlara tabi tutacağı (2046) sayılı kararı kılıcı altında bir anlaşma imzalamıştır. Nitekim Amerika ve Avrupa, petrol, ekonomi ve iki ülke arasında askerden arındırılmış bir tampon bölge oluşturmakla ilgili düzenlemeleri kapsayan bu anlaşmayı memnuniyetle karşılamışlardır. Ancak bu, (Ebiyi ve sınırlar) gibi ihtilaf mahalli olan en önemli sorunları çözmemektedir.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, bu imza bağlamında aşağıdaki hakikatleri vurgularız:

Birincisi: Etiyopya'nın başkenti Addis Abada'da  Sudan devleti ile Güney devleti arasında imzalanan anlaşma, bütün standartlarıyla başarısız Güney devletinin tam bir çöküşten kurtarılması ve hayat nedenlerinin uzatılması sayıldığı gibi Sudan'ı parçalama ve koparma hususunda kafir Batı'nın emellerinin gerçekleşmesi sayılır. Böylece Güney devleti, hayatta kalmayı başarmış olacağı gibi diğer bölgeler için de bir model olacaktır. Batı'nın, bu anlaşmayı memnuniyetle karşılaması, bize ve ülkemize karşı bir kötülük alametidir. وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ "Yahudiler de, Nasraniler de, sen onların dinine tabi olmadıkça asla senden razı olmayacaklardır." [el-Bakara 120]

İkincisi: Sudan, bu anlaşma sayesinde kayda değer hiçbir şey kazanamayacaktır. Hatta tamamlanması için desteklenen ülke ve siyasal güçler tarafından bu düzeydeki gibi bir kutlama ve anma olacaktır. Dahası petrol meselesinde Sudan, petrol varillerinin kendi toprakları üzerinden geçmesi için (36 dolardan sadece on dolara çekilmesi gibi) büyük bir indirim sağlamıştır.

Üçüncüsü: Madem ki Güney halkına, (ikamet, iş, taşıma ve mülkiyet) gibi sözde dört özgürlük verilecekti o halde neden Güney aslından ayrılmıştır?! Peki bu ayrılma, kimin çıkarı içindir?!! Kuzey olmaksızın Güney Sudan için hiçbir hayat olmadığını ancak bunun (böl-yönet) şeklinde sömürgeciliğin çıkarına olduğunu  kesinlikle Amerika ve genel olarak da kafir Batı bilmektedir.

Dördüncüsü: Ebiyi ve sınırlar meselesinde, hükümetin tavizler verdiği gayet açıktır. Zira referandum için meseleye Afrika Birliği'nin el koymasını kabul etmiş ve Amerika da temsilcileri, elçileri ve bölgedeki ajanları aracılığıyla bu meselenin ana oyuncusu ve temel motoru olarak kalmaya devam etmiştir. Zira o, Ebiyi'nin Güney Sudan'a dahi olması için referandumun yapılması istemektedir.

Sözde Güney Sudan ile Kuzeyi arasında askıda kalan, özellikle de Ebiyi ile sınırlar meseleleri, geçmişte olduğu gibi Sudan'ın her iki yarısı birleşmedikçe, ülkeyi ikiye bölen ve geriye kalan bölgeleri de bölmek ve parçalamak için hazırlanan bütün anlaşmalar ilga edilmedikçe, işlerin gözetimi için İslam hükümleri indirilmedikçe ve ırkçı, bölgesel, etnik ve dînî ayırım yapılmaksızın herkesin İslam'ın adaletiyle nimetlenmesi için vakıa zeminindeki haklara, yönetime, siyasete ve ekonomiye tepki verilmedikçe çözülmeyecektir. Dolayısıyla bunu yapmaya yegane muktedir olan Hilafet Devleti, Allah'ın izniyle çok yakında geri dönecektir. O halde haydi bütün herkes, Nübüvvet Mincacı Üzere Raşidi Hilafet'i kurmak için çalışsın ki insanlar arasında onunla adaleti sağlayalım ve ülkemiz ve servetlerimiz hususunda açgözlü olan kafirlerin köklerini kazıyalım. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا "Kesinlikle Allah emrine galiptir. Allah, her şey için bir kader koymuştur." [et-Talâk 3]


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sizdeki Medya Böyle midir? Uydurma, Yalan ve Kışkırtma!

Mısır "el-Eyyem" Gazetesi, 27 Eylül tarihli web sitesinde yalan ve iftira kokan başlıklı bir rapor yayınlamıştır. Raporda şu iddia edilmektedir: "Hizb-ut Tahrir, Üstad Fehmi Huveydî'yi tekfir etmektedir." (Muhammed Celal) adlı kişinin gazeteye yazdığı raporun içeriğinin, "Muhît" web sitesinde yayınlanan rapor ile kelimesi kelimesine ve harfi harfine aynı rapor olması garip olan bir şeydir. Ancak buradaki yazar, raporu aynı gün içerisinde yazan Amr Abdulmunim adlı bir başka kişidir. Ancak o, el-Eyyem Gazetesi'ndeki arkadaşıyla yaklaşık bir saat yarışmıştır. Dolayısıyla bizler, iki farklı isimle yazan bu kişilerin aynı kişiler midir yoksa iki farklı kişiler midir yada birisi diğerinden çalarak sadece başlığı mı değiştirmiştir bilmiyoruz? Nitekim "Muhît" sitesindeki başlık biraz farklı olsa da ancak aynı yalanı içermektedir. Zira başlıkta şöyle geçmektedir: "İslamî Hizb-ut Tahrir", Fehmi Huveydî'ye saldırmakta ve onu, Hilafet'i inkar etmesinden dolayı "küfür" ve "fasıklıkla" itham etmektedir."

Hizbin Medya Bürosu Başkanı Şerif Zâyid'in makalesi, yazar Fehmi Huveydî'yi tekfir eden herhangi bir içerik taşımamaktadır. Dolayısıyla bizler, raporun yazarının, Hizb-ut Tahrir'in Üstad Fehmi Huveydî'yi tekfir ettiğini makalenin içerdiği hangi ibarelerden çıkardığını bilmiyoruz. Halbuki makale yazara, Hilafet Devleti'nin bu asırda kabul edilemez dinî bir devlet olduğu ve Hilafet ile iştigal etmenin de [yalan bir amaç] için iştigal etmek olduğu iddialarını çürüten fikrî bir cevap vermiş ve Huveydî'ye, bugün ümmet içerisinde, şeriatın bu ümmet için belirlediği sistem yoluyla İslamî yönetimi talep eden yüksek sesli katılımın ilk olduğunu söylemiştir. Dikkat edin! Bu, Hilafet Sistemi'dir.

Son olarak bize bu yalan iftirayı atanlara deriz ki; önce Allah'tan korkun. İkinci olarak da size düşen, uydurma, yalan ve kışkırtma olmaksızın haber aktarma güvenilirliğine bağlı kalmanızdır. Yoksa siz, medya okullarında, sadece gerçekleri ajite etmek için yalancılık, hilekarlık ve sahtekarlık mı öğrendiniz? Allah'tan korkun ve doğru sözlü olun! Zira Hizb-ut Tahrir, Müslümanlardan hiç kimseyi tekfir etmez. Çünkü bu onun işi değildir. Dolayısıyla raporun yazarına, bizim kesin olarak İslam'ı inkar edenlerin dışında Fehmi Huveydî'yi yada başka herhangi birini tekfir ettiğimizi ispatlaması hususunda meydan okuyoruz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ  "Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, (doğruluğunu) etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." [Hucurât 6]

Devamını oku...

وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ "Oysa izzet Allah'ın, Resulünün ve müminlerindir." [Münafikun 8]

  • Kategori Kuveyt
  •   |  

"NATO [Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü]'nün Amerika Birleşik Devletleri Misyonu Başkan Yardımcısı Joseph Manso dün Brüksel'de, Amerika'nın Kuveyt'te bir NATO merkezi inşa edilmesi yönünde olumlu bir bakış açısının olduğunu ve örgütün tüm dünyadaki ortaklarıyla olan ilişkilerini geliştirmeyi arzu ettiğini söylemiştir." [Vatan Gazetesi / 20.09.2012]

Ve şöyle bir eklemede bulunmuştur: "Kuveyt ve Körfez'deki diğer ülkelerle olan ortaklık çok değerlidir."

Bu açıklama, bölgenin bir takım değişimler taşıyan Arap Baharı adlı ayaklanmalardan geçtiği ve ümmetin de Hilafet'in fecrini ortaya çıkaran bu değişimlere liderlik etmeyi arzuladığı bir sırada gelmiştir.

Amerika, bölgede meydana gelebilecek bütün olasılıkları hesap etmektedir. Dolayısıyla onun, Irak'tan çekilmesinin ardından Kuveyt'te konuşlanan askerî güçleri olduğu gibi şimdi de bütün olasılıklara hazır olmak amacıyla Kuveyt'te NATO'ya bağlı askerî güçlerin konuşlanacağı bir NATO merkezi inşa etmek için çalışmaktadır! Buda onların, Hilafet Devleti'nin kurulmasını gözlemlediklerini ve bu ittifaklar ve askerî merkezler yoluyla da bunun kurulmasının karşısında durduklarını göstermektedir.

Ey Müslümanlar!

Kafirlerin İslam ülkeleri üzerindeki hegemonyası, herhangi münker gibi bir münkerdir! Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Ayrıca İslam ülkelerinde, kafir devletlerin İslam ülkelerini vurmak için harekete geçtiği üslerin olması, herhangi cürüm gibi bir cürümdür! Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ "Birr (iyilik) ve takva üzerine yardımlaşın! Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın!" [el-Mâide 2]

Yine topraklarımızda, bölgede Hilafet Devleti'nin kurulmasını önlemek için bir üssün olması da büyük bir cürümdür! Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, dost edinmeyin!" [el-Mumtehine 1]

Bugün ümmet, Hilafet Devleti'nin kurulmasını arzuladığı gibi Allah'ın indirdikleriyle hükmedilmesini, kafir devletlere olan bağlılığın sona ermesini ve onun emanının Müslümanların emanıyla gerçekleşmesini istemektedir. Zira Hilafet Devleti'nin kurulmasını ve herhangi bir isim altında ümmetin kalkınmasını engellemek için kafir devletlerle ortaklık yapmak yada onların herhangi bir gerekçe altında İslam ülkelerini vurmalarını beklemek caiz değildir!

Ey Müslümanlar!

İzzetin tamamı Allah'a aittir. Dolayısıyla her kim Allah'tan başkasında izzet ararsa, Allah onu zelil kılar. Zira izzetli ve hak olan İslam olup insanları, zillet düzeyinden izzet düzeyine yükseltecek olan da bizzat İslam'dır. Dolayısıyla Amerika ile yapılan güvenlik anlaşmasının ilga edilip inkar edilmesi gerektiği gibi NATO merkezinin inşa edilmesi yada ona ortak olmanın reddedilmesin yanı sıra yabancı güçlere imkanlar sağlamanın reddedilip inkar edilmesi ve izzetiniz ve savunucunuz olmasının yanı sıra Rabbinizi razı edecek olan Hilafet'i kurmak için çalışan muhlislerle birlikte çalışmamız gerekmektedir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!" [Ankebût 41]

Ve şöyle buyurmaktadır:

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 139]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Lahey'de Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e Yönelik Hakareti Protesto Etmek İçin Başarılı Bir Gösteri Düzenlemiştir

30.09.2012 tarihinde Pazar günü, Hizb-ut Tahrir / Hollanda, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e yönelik hakareti protesto etmek içim bir gösteri düzenlemiştir. Gösteri, Fransa ve Amerika Büyükelçiliklerinin önünde gerçekleşmiştir. Nitekim yüzlerce Müslüman, Nebileri [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e olan sevgilerini göstermek ve seneler boyunca İslam'a karşı uygulanan bu şerre karşı seslerini yükseltmek için bu protestoya iştirak etmişlerdir. Bu gösteride Müslümanlar, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e yönelik hakarete karşı olduklarını açık bir şekilde ilan etmişlerdir. Ayrıca bu gösteri, sistemli bir şekilde yürümüş ve selametle sona ermiştir.

Hollandaca, Fransızca ve İngilizce olmak üzere üç dilde konuşulmuş ve Hizb-ut Tahrir'in bu gösterideki mesajı aşağıdaki hususlar olmuştur:

"Hizb-ut Tahrir, iğrenç karikatürleri ve Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e yönelik hakaretlerin tüm şekillerini reddeder."

Bu hakaretler, bireysel bir amel olmayıp Batılı hükümetlerin, onlarca yıldır İslam'a ve İslam'ın değerlerin karşı takip ettikleri politikalarının bir sonucudur. Nitekim bu, bu düşmancıl atmosferi oluşturan Batı'daki karar alıcıların bir politikasıdır. Zira İslam, onlar için meşru bir hedef haline gelmiştir. Dolayısıyla bu film ve karikatür, İslam'a hakarete yönelik uzun bir silsilenin halkasından öte bir şey değildir.

Batılı hükümetler, Müslümanların etkileri yada mukavemetleri olmadığından dolayı İslam'a dönük hakaretlerini sürdürebildiklerini düşünmemektedirler.

Hizb-ut Tahrir, Batılı ülkelerin, İslam ülkelerine müdahalede bulunmalarını reddeder. Ayrıca İslam ülkelerinin de Batılı ülkelerle olan ekonomik ve siyasî ilişkilerini derhal kesmelerini ve Büyükelçilerini, özellikle de Amerikan Büyükelçilerini kovmalarını talep eder."

Bunların ardından Hizb-ut Tahrir, bütün Müslümanların İslam dünyasında ümmetin akidesini koruyacak olan Hilafet Devleti'ni geri getirmek için çalışmalarını talep etmiştir.


Okay Pala [Ebu Zeyn]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Abbas'ın Konuşması, Filistin Kurtuluş Örgütü İle Filistin Otoritesinin İnşasının Tek Hedefinin, Yahudi Varlığının Bölgedeki Varlığını Pekiştirmek ve Onu Meşrulaştırmak Olduğunu Teyit Etmektedir

Filistin otoritesinin başkanı Mahmud Abbas, 27.09.2012'de Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı'nda işgal devletinin gayrimeşru olmadığını vurgulayan bir konuşma yapmış ve şöyle demiştir: "Bizler çalışmalarımızda, İsrail'in olduğu mevcut devletin gayri meşru olduğunu göstermeyi hedeflememekteyiz. Bilakis tesis edilmesi gereken bir Filistin devleti kurmayı hedeflemekteyiz."

Abbas bu konuşmasında, dinî çatışma hususunda uyarıda bulunmuş, kendisinin ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün iki devletli çözüme, barışçıl hedefe, uluslar arası meşruiyet ile onun anlaşmaları ve kararlarına bağlı kaldıklarını vurguladığı gibi bu hedefin gerçekleşmesi için "barışçıl halk direnişinin sürdüğünü" de vurgulamıştır.

Abbas konuşmasında, İşgalci ile yerleşimcilerinin Filistin halkına, onların mukaddesatlarına, mülkiyetlerine ve topraklarına karşı katliam, yıkım, tahribat ve her türlü saldırıları uyguladıklarını ikrar ettiği bir vakitte o, katliam ve yıkıma dönük barışçıl eylemlere meydan okuma, işgalci Yahudi varlığının gayri meşru olmadığı, bu mücrim işgalci ile birlikte hain anlaşmaların tamamına bağlı kaldığı, kıytırık, dahası ölü bir varlık karşılığında, ancak Abbas'ın nitelemesine göre "yaşayabilir" bir varlık karşılığında Filistin'in büyük bir bölümünü Yahudilere veren iki devletli Amerikan çözümü üzerinde ısrarcı olmaktadır!

Aynı zamanda zalim kuruluşlar, işgalciye hizmet etmekten başka yeryüzünde hiçbir varlığı olmayan ve Filistin halkının omuzlarına vergiler ve benzerlerini yükleyen sahte bir devlet için üyelik dilenmektedirler. Dolayısıyla Yahudi varlığının, çöküşün eşiğinde olduğu bir sırada geçenlerde kendisini kurtarmak için harekete geçmesi hiç şaşırtıcı değildir.

Nitekim Abbas, Müslümanların yağmalanan Sultanlarını geri getirmeye ve onu, İkinci Raşidi Hilafet Devleti altında Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetiyle hükmetmesi ve ülkeyi ve kulları helak eden Yahudi varlığını ve otoritesini ortadan kaldıracak büyük bir ordu içerisinde Müslümanlarla birlikte yürümesi için biat edecekleri bir yöneticiye vermeye hazır olduklarının farkında olduğu için Arap ülkelerinde meydana gelen değişkenliklere ve dini çatışmaya işaret etmiştir.

Dinî çatışma, sadece Abbas ile onun kafir destekçilerinin hayal dünyalarında vardır. Çünkü bu çatışma, asırlardır kesilmiş olup İslam'ın maslahatı için son bulmuştur. Zira dünyadaki insanlar, İslam'ın hak bir din olduğunu bildikleri gibi insanlar da fevc fevc Allah'ın dinine girmektedirler. Bugünkü İslam çatışmasına gelince; bu, bir ideoloji olan İslam ile diğer ideolojiler arasındadır. Zira çökmüş ve kaybolup gitmiş olan komünizm ile fikrî düzeyde bir çatışma olduğu gibi bugün de Nasranilik dini ile bazen de diğer dinleri çatışmanın araçları kabul eden - ki o, üzerine dayalı olduğu esaslara aykırı olsa bile her şeyi kullanan Makyavelizm'dir- laik kapitaliz ile olmaktadır. Dolayısıyla bu çatışmanın sonucu, Allah'ın izniyle İslam'ın lehine çözümlenecek ve insanlık, felaketler ve acılar getiren kapitalist sistemi kaldırıp tarihin çöplüğüne fırlatacaktır.

Filistin ve halkına gelince; onlar, otorite ile Filistin Kurtuluş Örgütü'nden beridirler. Nitekim Filistin halkı bunu, çeşitli vesilelerle, özellikle son aylarda vurguladıkları gibi sabah akşam otoriteye, kendilerini felaketlere sürüklediğini ve Filistin ile mukaddesatlarını suistimal ettiğini ilan etmektedirler.

Filistin halkı, teslimiyetçi çözümleri kabul etmeyeceği gibi Yahudilerin hayatı sevdiği gibi şehadeti seven ve tekbir ve tehlil getiren ordular olmadıkça Filistin'in tamamen kurtarılamayacağının farkına varmalarından dolayı Abbas ile Feyyaz'ın bahsettikleri barışçıl halkçı direnişe de tutunmayacaklardır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Allah'ın izniyle bunun yakın bir zamanda gerçekleşmesi için ümmet içerisinde ümmetle birlikte çalışmaktadır. İşte o gün müminler, Allah'ın nusretiyle ferahlayacaklardır.

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir." [es-Saffât 171-173]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER