Pazar, 08 Recep 1447 | 2025/12/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Üstad Saad Cagravî'nin Serbest Bırakılması Tagutların Yönetiminin Sona Ermesi ve Hilafet Devleti'nin Kurulması Kaçınılmazdır


Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا "De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur." [el-İsrâ 81]

Keyâni, Zerdâri ve baltacıların rejimi, hak sözü susturmak için ucuz girişimlerde bulunmak noktasındaki yöntemlerini değiştirmesinin ardından rejim, 2012 yılının Mayıs ayından buyana hala nerede olduğu bilinmeyen Hizb-ut Tahrir'in Resmî Sözcüsü Navit Butt gibi Hilafet davetini taşıyanları kaçırmak yoluyla Hilafet'e davetin hızını kesme hususunda başarısız olmuştur. Dolayısıyla bu ucuz yöntemlerde başarısız olmasının ardından rejim, davet taşıyıcılarına iftira atmaya ve yalan söylemeye başvurmuştur. Zira rejim, davet taşıyıcılarına sıhhatten yoksun fabrikasyon uydurma davalar açmış ve rejim, yine rejimin koyduğu yasalar ve mahkemeler yoluyla davet taşıyıcılarına baskı uygulaması için onları mahkemelere göndermiştir.

Ancak tüm bunlara rağmen mahkemeler, Hizb-ut Tahrir üyelerinde ülke için "tehlike" oluşturacak bir şey bulamamıştır. Aslında Üstad Saad'ın serbest bırakılması, Pakistan sakinlerinin Müslümanlar olduklarını, atalarının İslam için fedakarlık yaptıklarını ve onların da hala günümüze kadar İslam için fedakarlıklar yapmaya devam ettiklerini teyit etmektedir. Nitekim Beyaz Saray'daki efendilerinin emirlerine itaat eden tagutların baskılarına rağmen mahkemelerin, Hilafet'e davet edenleri serbest bırakmalarının sebebi işte budur. Ayrıca mahkemelerin Üstad Saad Cagravî'yi serbest bırakmaları, ülkemize dönük tehdidin gerçek kaynağının bizzat Amerika ile rejimin içerisinde bulunan sivil ve askerî liderliklerdeki ajanlarından oluşan küçük bir gurubun olduğunu da teyit etmektedir.

Bizler, bu başarısız rejimin çok yakında sona ereceğini ve baltacılarının uygulamaları ile davet taşıyıcılarına yönelik yalanlarının akıbetinin Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın izniyle başarısız olacağını vurguladığımız gibi rejime, Hilafet'e davet edenler, ister tagutların cezaevlerinde ister insanlar arasında isterse Navit Butt'da olduğu gibi bilinmeyen bir yerde olsunlar, yani her nerede olurlarsa olsunlar onların tamamının merhametlilerin en merhametli olan Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın himayesinde ve rahmetinde olduklarını da vurgularız. Ey askerî ve sivil liderliklerdeki hainler ile bunlara bağlı olan baltacılar sizlere de, çok az bir zaman daha bekleyeceğinizi vurgularız. Zira Halife, atının sırtına binmiş bir şekilde sizin yanınıza gelerek ümmetin servetlerini yağmalayarak inşa ettiğiniz saraylarınızı başınıza yıkacak ve sizlere şeytanın vesveselerini bile unutturacaktır. Bu yüzden sizlerden, davet taşıyıcılarına merhamet etmenizi istemiyoruz. Ancak kötülükten vazgeçmek yoluyla gerek bu yakın güne gerekse bir kenara atılacak olmanıza karşı kendinize merhamet ediniz!

Güç ve kuvvet ehlini, Keyâni ile Zerdâri'nin başarısız rejimini kaldırıp atmak ve bunu Hilafet'in olduğu İslamî Yönetim Sistemi ile değiştirmek için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Artık bundan sonra hainlere tahammül etmeyiniz. Zira onlar, ülkemizi düşmanlarımız için yıkmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla sizden en akıllı olanı, dünyaya karşılık ahireti satın alarak İslam'ı sahih konumuna geri getirmek için çalışandır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Aoun Akımı: Yerlerinden Edilen Suriyeliler, Ne Misafir Ne de Yabancıdırlar Bilakis Onlar Şam Topraklarındaki Ailelerinin Arasındadırlar

Tüm dünyanın, Beşar Esad rejiminin Suriye'nin içinde ve dışında milyonlarcasını evsiz bıraktığı ve on binlercesini de katlettiği Suriye halkının trajedisine tanık olduğu bir sırada rejimin Bakanlarından birisi olan Cibran Basil'in şahsının temsil ettiği Esad rejiminin müttefiki olan Aoun akımı, sanki onlar kendilerinden kurtulunması gereken sorunlu parazitlermiş gibi Lübnan'daki yerlerinden edilenlerle uğraşmaya ve daha fazla giriş yapmalarını engellemeye kalkışmaktadırlar!

Sizin işleriniz gerçekten çok garip ey Aounlular. Zira sizler, kırmızı çizgileri aştığınız gibi duyguları istismar etmeyi ve ırkçı partizanlığı bir araç olarak kullanmaktan da hiç geri durmuyorsunuz. Hatta en trajik insanî durumları bile ucuz siyasî pazarınızın bir aracı olarak alıyorsunuz! Bu bir utançtır ey ekselansları ve liderlikler! Nitekim siyasî yaklaşımınızda en düşük insanî itibarınızı bile kaybetmeniz, ayıbınızı ve ahlakî iflasınızı gizlemenizden daha az değildir!

Daha önce Filistin'den yerinden edilmiş olanlara yapmış olduğunuz gibi Lübnan'daki yerinden edilenlerin istikrar bulmaları noktasında Nasranileri korkutuyorsunuz. Zira yeniden demografik dengesizlik meselesini kışkırtmaya geri dönmektesiniz. Halbuki bununla sizlerin, taifecilik dengeyi kasdettiğnizi herkes bilmektedir. Şayet yerinden edilenlerin çoğunluğu Müslümanlardan olmamış olsaydı bunu yayacaktınız.

Allah aşkına siz hangi dengeden bahsediyorsunuz?! Nasraniler nüfuzun dörtte birinden fazlasını oluşturmadıkları halde hala şu ana kadar Lübnan'daki taifecilik dengesi üzerinde bahse girmiyor musunuz?! Sizler hala sahil şehirleri olan küçük Gavro, Akkar, Cenub ve Beka'nın Osmanlı Cebel-i Lübnan otoritesine dahil olduğu ve Şam ülkesindeki ümmetlerinden ve halklarından olan yüz binlerce kişiyi nüfuzundan çıkarmak için de seleflerinizin büyük Lübnan adlandırmasını bir hediye olarak sunduğu 1920'lerde mi yaşadığınızı sanıyorsunuz ey Aounlular?! Bu vehim geçmişte kalmıştır ey sevgili Aounlular. Dolayısıyla bugün sizlerin, kesinlikle taifeci denge üzerinde bahse girmekten sakınmanız ve yüz yıllar boyunca dayandığınız demografik dengenin olmadığı teminatınıza geri dönmeniz gerekmektedir ki işte sizin teminatınız budur. Zira Müslümanlar, din ve taife sahipleriyle güzel komşuluğa ve hoşgörüye sımsıkı sarılmışlar ve onlar da Müslümanlardan sadece asil bir karakteri öğrenmemişler bilakis onlardan İslam'ın bununla ilgili emrettiği emirlerine boyun eğmeyi de öğrenmişlerdir. Taifecilik dengesi üzerinde bahse girmeye ve günahkar azınlıklarla ve serseri Batılı zorbalarla ittifak etmeye gelince; şüphesiz bu, kaybedilmiş bahisten başka bir şey değildir. O halde sert dalgalara binmekten geri durun ey Aounlular. Zira ümmetin ezici dalgası, ister kibirli olanlar olsun isterse de onu aldatanlar olsun karşısında duran herkesi boğacaktır.

Şimdi Çok İyi Dinleyin Ey Aounlular!

Yerinden edilen Suriyeliler, daha önceki Filistinliler gibi Lübnan'da ne yabancıdırlar nede misafirdirler. Bilakis onlar, kendi ülkelerinde ve mübarek Şam topraklarındaki ailelerinin arasındadırlar.   Zira bizler gerek sizlerden gerekse sizin tutumunuzu takip edenlerden, onları evlerinize almanızı ve yaptıklarınızla onları mutlu etmenizi istemiyoruz. Ancak ailesinin faziletini bilenlere ve asıllarına ihanet etmeyenlere gelince; onlar, sizin müttefikiniz olan "kasap Esad'ın" yerlerinden ettiği ailelerini ve kardeşlerini kabul etmekten dolayı mutluluk duymaktadırlar.

Ey Aoun akımı; Suriye halkının, 2006 yılında Lübnan'dan yerinden edilenlere dönük konukseverliğini hiç müttefiklerinize sordunuz mu?!

Gerçekten Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini yeniden tekrar etmekten başka bir şey yapamıyoruz:  إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "İnsanların Nübüvvet sözlerinden ilk öğrendiklerinden biri de: Eğer haya etmiyorsan dilediğini yap."

Devamını oku...

Genel Bir Davet İrbid Şehrinden Şam Ayaklanmasına Destek

 

İzzetli Yermuk'un olduğu Yermuk topraklarından, (Müslümanların Şam Ayaklanmasına Destek) kampanyası kapsamında Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti sizleri;

11.01.2012 günü, Cuma namazının ardından İrbid şehrindeki Fayha mescidinin önünde yapılacak olan protesto gösterisine davet eder.

Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmaktadır:

من نصر أخاه بظهر الغيب نصره الله في الدنيا والآخرة "Kim kardeşine gıyabında yardım ederse, Allah da ona dünyada ve ahirette yardım eder." [Beyhakî rivayet etti]

Davet Geneldir

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İslam'daki Yönetim Sistemi'nin Şekli, Hilafet'tir

 

Sayın el-Vasat Gazetesi'nin editörü kardeş;

 

Yemen'de haftalık olarak yayınlanan "el-Vasat" Gazeteniz 02.01.2013 Çarşamba günkü 441. sayısında, "Devlet ve Din Arasında Hilafet Sorunu" başlığı altında yazar Kadir Ahmed Haydar'a ait bir makale yayınlamıştır. Nitekim makalenin içerisinde, "İçeride cereyan eden siyasî müzakere ve tartışmaların çatısı dini olmayıp bunun otorite sorunu çerçevesindeki bir diyalog olduğunu ve sonrasında da çatışmaya ve büyük bir fitneye dönüştüğü bir zamanda da otoritenin güç ve nüfuz tarafları arasında paylaşılacağı ve ayrıca devlet, dini yada maslahat olarak gerçekten zorunlu mudur ki?" ifadeleri geçmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti olarak bizler, gazetenizde yayınlamanız amacıyla Hilafet hakkındaki şu açıklamayı gönderiyoruz. Hilafet, İslam'daki Yönetim Sistemi olup o, kendisinden önceki ve sonraki diğer yönetim şekillerinden tamamen farklıdır. Zira onun hakkında deliller varit olmuştur. Nitekim  İmam Ahmed'in Müsnedi'nde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

تكون النبوة فيكم ما شاء الله أن تكون ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعَها، ثم تكونُ خلافةٌ على منهاج النبوة فتكون ما شاء الله أن تكون ثم يرفعُها إذا شاء اللّه أن يرفعَها، ثم تكون ملكا عاضا فيكون ما شاء الله أن يكون ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعها، ثم تكون ملكًا جبريّة فتكون ما شاء الله أن تكون ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعها، ثم تكون خلافة على مِنهاج النبوة ثم سَكتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Hanedanlık olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." Sonra sustu.

El-Buhari ve Muslim Sahihlerinde, Ebu Hazım'dan şöyle dediğini rivayet ettiler. Ebi Hureyra ile beş yıl oturdum ve ondan Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in şöyle buyurdu dediğini işittim: كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الأوَّلِ فَالأوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ "İsrail oğulları, nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir nebi vefat edince, bir diğer nebi ona halef oluyordu. Artık benden sonra nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaklardır." Dediler ki: "Öyleyse bize ne emredersiniz?" Dedi ki: "İlk olana, ilk olana biatinize sadakat gösterin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine getirip getirmediklerini onlardan soracaktır."

Yine İbn-u Hıbban, Sahihinde Ebu Seleme'den o da Ebu Hurayra'dan Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

سيكون بعدي خلفاء يعملون بما يعلمون ويفعلون ما يؤمرون ثم يكون من بعد خلفاء يعملون بما لا يعلمون ويفعلون مالا يؤمرون فمن أنكر عليهم فقد بريء ولكن من رضي وتابع "Benden sonra Halifeler olacak. Bildikleri ile amel edecekler ve emrettikleri şeyleri yapacaklar. Sonra yine Halifeler olacak. Bilmedikleri şeylerle amel edecekler ve emrettikleri şeyleri yapmayacaklar. Kim onlara karşı çıkarsa beri olur. Ama kim razı ve tabi olursa o başka!"

Sahabe, Ebu Bekir'in Müslümanların Halifesi görevini üstlendikten sonra ihtilaf etmemişler ve Hilafet,1924 yılında yıkılıncaya kadar 1300 küsur yıl baki kalmıştır. Nitekim Hilafet, "dini korumak ve onunla dünyayı siyaset etmek üzere tüm Müslümanların genel başkanlığı" olarak tarif edilmiştir. Dolayısıyla Hilafet, dahilde ve hariçteki işlerini İslam ile yürütmek üzere Müslümanları tek bir devlet altında toplayan siyasi varlıklarıdır. Zira İslam ile hükmedecek olmasının yanı sıra yönetim, ekonomi, içtimai, öğretim ve benzeri İslam sistemleri yoluyla dahili olarak ve İslamî olmayan diğer dünya ülkeleriyle olan ilişkiler yoluyla da harici olarak insanların gözetimini üstlenecek olan bizzat Hilafet Devleti'dir. Dolayısıyla İslam'la hükmetmek ancak Hilafet Devleti'nin gölgesi altında mümkündür ki şeri kaide şudur: "Vacibin kendisi ile tamamlandığı şeyde vaciptir".

İslam geldiğinde, krallıkla yönetim sistemi mevcuttu ve Cumhuriyet Sistemi de hala kitapların kıvrımlarında mevcuttur. Dolayısıyla bu ikisi, Hilafet'in şekli ve içeriği bakımından farklıdırlar. Zira Hilafet, İslam'daki Yönetim Sistemi olup ne Cumhuriyet, ne krallık nede federal bir sistemdir.

Her ne kadar insanların işlerinin gözetilmesiyle doğrudan ilgili yönetim şekilleri olsa da ancak kainat, insan ve kendisine dayandıkları hayat hakkındaki bakış açıları farklıdır. Zira İslam, insanların işlerini, [لا إله إلا الله محمد رسول الله] bakış açısına göre gözetirken kapitalizm ise dini hayattan ayırma bakış açısına göre gözetmekte olup sosyalizm de insanların işlerini, İlahın olmadığı, hayatın bir madde olduğu ve dinin ise insanları uyuşturan bir afyon olduğu bakış açısına göre gözetmektedir.

İslam, devleti için Hilafet Sistemi'ni farz kılmıştır. Ancak 1789 yılında yapılan Fransız İhtilali, kapitalizm fikrine göre krallık sistemine alternatif olarak Cumhuriyet Sistemini tercih ederken 1917 yılında yapılan Rusya devrimi ise sosyalist fikrine göre olan Çarlık Sistemi'ne alternatif olarak federal sistemi tercih etmiştir.

Nitekim Beni Saide Sakifesi'nde dönen tartışma, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ardından Halife'nin kim olacağı mihverinde olmuştur. Dolayısıyla sahabe [Radıyallahu Anhum]'un tamamının bu siyasî yapıyı doldurmak için rekabet etmeleri haram olmadığı gibi bizim için de Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vefatının üçüncü gününde yönetimi üstlendiklerinde defnedilmesi ve Ebu Bekir es-Sıddîk [Radıyallahu Anh]'ın hazırladığı Usame İbn-u Zeyd [Radıyallahu Anh]'ın ordusunu, yönetimi üstlenmesinin ardından uygulamaya koyması şeklindeki son iki amalin öne alınmasının vacipliğinin ve bunların yerine getirilmesinin gerekliliğinin boyutunu ortaya koymaktadır. Nitekim Hizb-ut Tahrir olarak bizler deriz ki; Hilafet Devleti, sevabı ve hatasıyla beşerî bir sistem olup hatalardan münezzeh melek değildir. Zira masumiyet, sadece Nebiler [Aleyhimu's Selam] için olup onların tabiileri için değildir. Onlardan sonra meydana gelen fitneye gelince; çağdaş dünyamızdaki tek bir ülkede bile siyasî bir anlaşmazlık sonucu iç savaşın içerisine düşenlerle karşılaştırıldığında çok az kişi bu fitnenin içerisine düşmüştür!

Dini devletten ayırma fikri, makalede açık bir şekilde görülmektedir; zira dinin rolünü, sadece ibadetlerin düzenlenmesine hasrederek dini devletle ilişkilendirmemektedir. Dolayısıyla bu kapitalizm akidesi, diğer dinlerde yer alsa bile İslam'a intibak etmemektedir.

Nitekim Müslümanlar, Hilafet Sistemi'ne yeniden dönmememiz kastıyla Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ardından bizim üzerimize dayatılıp tatbik edilen sosyalizm ile kapitalizm fikirleri ile yönetim sistemlerini geçen 50-60 yıl boyunca tecrübe etmişlerdir. Dolayısıyla İslam ile yönetim olmadığı sürece sadece Batılı ülkelerin bizim üzerimizdeki egemenliği ile onlara olan bağlılığımız artacaktır. Zira Batılı ülkelerin, işlerin dizginlerinin ellerinden kaçması korkusuyla ayaklanmalara düşük yaptırmak ve "ordunun yeniden yapılandırılması, diyalog, sivil hizmet ve benzeri..." gibi Yemen dosyalarını aralarında paylaşmak için nasıl da müdahalede bulunduklarına şahit olduğumuz gibi Mübarek'in yönetim koltuğundan nasıl da devrildiğine ve sımsıkı tutunduğu Mısır'daki sistemin nasıl da avucundan kaçtığına, Libya'ya askerî müdahalede bulunmak için nasıl da ittifak kurulduğuna, şimdilerde de Birleşmiş Milletler elçilerinin gönderilmesi ve Suriye dışında da siyasî konseyler kurulması yoluyla Suriye'deki ayaklanmaya yönelik nasıl da komplo kurduklarına şahit olmaktayız. Ayrıca Batı ülkeleri, artık işlerimize yönelik müdahalesini gizli olarak değil açık bir şekilde yapmakta olup İslam ile yönetmek için İslam ülkelerinin herhangi bir parçasında Hilafet Devleti'nin kurulması yoluyla İslamî hayat yeniden başlatılmadıkça, tamamının el-Ukab râyesi altında birleşmeleri için diğer İslam ülkeleri de ona dahil edilmedikçe ve İslam davet ve cihat yoluyla dünyaya taşınmadıkça da bu kavrayış ve bu egemenlikten asla kurtulamayacağız.

Editör kardeş;

Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti'ni kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmakta olup siyasî, ekonomik, uluslar arası ilişkiler, İslam'da Yönetim Sistemi, İslam'da Ekonomik Sistem, Hilafet Sistemi'nde Maliye, İslam'da İçtimai Nizam, İslam Şahsiyeti, Hilafet Devleti'nde Nizamî Öğretimin Esasları, Siyasî Mefhumlar, [Yönetimde ve İdarede] Hilafet Devleti'nin Cihazları ve benzerleri gibi elinde birçok kitaplar bulunmasının yanı sıra sizin gazete sahifelerinizde haberlerini ele aldığınız diğer siyasî hiziplerin ellerinde bulunanlardan daha çok neşriyatlar ve basın açıklamaları bulunmaktadır. Hatta gazeteniz, bazı basın açıklamaları için teşekkür bile yayınlamıştır. Dolayısıyla bizler sizlerden, sizlere göndermeye devam edeceğimiz yayınlarımızı yeniden yayınlamanızı talep ediyoruz. Çünkü sizin dışınızdaki gazeteler, hala Hizb-ut Tahrir'in yayınlarına karartma politikası benimsemeyi ve kendilerine ulaşan yayınlarını da yayınlamamayı sürdürmektedirler!


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan Otoritelerinin, Hizb-ut Tahrir'in Temsilcisini Kaçırmalarından Dolayı Hizb-ut Tahrir'den Bir Heyet, Navit Butt'un Derhal Serbest Bırakılmasını Talep Etmek İçin Canberra'daki Pakistan Yüksek Komiserliği'ni Ziyaret Etmiştir

Hizb-ut Tahrir / Avustralya'dan bir heyet bugün, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Medya Temsilcisi Navit Butt'un kaçırılmasıyla ilgili bir mektup teslim etmek için Canberra'da bulunan "Pakistan Büyükelçiliği'ndeki" Pakistan Yüksek Komiserliği'ni ziyaret etmiştir.

Navit Butt'un, 2012 mayıs ayında okuldan çocuklarını alıp evine dönerken Lahor'da çocuklarının önünden Pakistan devletinin birimleri tarafından kaçırılmasının üzerinden şu ana kadar yaklaşık sekiz ay geçmiştir.

Navit Butt, dört çocuk babası olup mühendis olarak çalıştığı gibi yıllardan beri fesatlarından ve mutlak bir şekilde Amerikan efendilerine boyun eğmelerinden dolayı bir biri ardına gelen Pakistan hükümetlerini şiddetli bir şekilde muhasebe etmiştir. Zira o, Müslüman Pakistan için şeri bir alternatif olan İslamî Hilafet Sistemi'ni benimsemiştir. Dolayısıyla onun kaçırılma sebebi, işte bu siyasî görüşler ile Hizb-ut Tahrir içerisinde Hilafet'i kurma yolunda çalışmasıdır.

Heyeti, Pakistan hükümetinin Hizb-ut Tahrir'i tanımaması temelinde herhangi bir şeyi kabul etmeyi reddeden Yüksek Komiserin yardımcısı Sayın Tusavir Hân karşılamıştır. Ayrıca heyet, Osman Bedir, Vasîm Darî, Harun Bahaş ve Şehid el-Hak'tan oluşmuştur.

Heyet de Sayın Hân'a, Hizb-ut Tahrir'in de şeri yönden fasit ve İslamî olmayan bir hükümet olmasından dolayı Pakistan hükümetini tanımadığını bildirmiştir. Yine heyet, Navit Butt'un kaçırılmasını şiddetle kınadığını ve Yüksek Komiser Yardımcısı'nın bu görüşmeyi iptal edip odasına gitmek için ayağa kalkmadan önce Navit Butt'un derhal serbest bırakılmasını talep ettiğini aktarmıştır.  Bunun ardından mektubun, komiserliğin posta kutusuna bırakılmasına izin vermiştir.

Navit Butt'un akrabalarının ailesi adına yazmış oldukları mektupta, Butt'un derhal serbest bırakılması ve onu kaçıranların cezalandırılması talep edilmiştir. Ayrıca bu tür ucuz korkutma taktiklerinin Navit Butt'u, Pakistan'da İslam esasına göre olumlu bir değişim için azimli bir şekilde çalışmaya devam etmekten asla vazgeçiremeyeceğini vurgulamışlar ve kendilerini Amerika'ya satmış olan Pakistan'daki sivil ve askerî liderliklerde bulunan hainleri de ifşa etmişlerdir.

Not: Mektubun içeriğine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

http://goo.gl/8aYNL

Devamını oku...

Müslümanları, Tagutlardan Kurtarmaya Muktedir Olacak Olan Sadece İslam Devleti'dir

  • Kategori Kanada
  •   |  

Allah'a hamd olsun son zamanlarda İslam ümmetinin İslam ülkelerindeki tagutlara karşı ayaklandıklarına şahit olmaktayız. Nitekim mübarek ayaklanmalar Tunus'ta başlamıştır. Zira ümmet, işkence ve ölümle karşı karşıya kalacaklarını dikkate almaksızın despot Bin Ali'nin iktidarına son vermek amacıyla sokaklara çıkmışlardır. Sonra ayaklanmalar, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn gibi İslam dünyasının diğer parçalarına uzanmıştır. Zira Müslümanlar, on yıllardır süren köleliği, zilleti ve zulmü reddetmek ve tüm bunlara son vermek için Cuma namazlarının ardından mescitlerden sokaklara çıkmışlardır. Nitekim hala Suriye'de Müslümanların eliyle Beşar Esad'a karşı olan savaş bu günümüze kadar devam etmekte olup Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'dan başkasının önünde eğilmeyi reddetmektedirler.

Tagutlardan beklendiği üzere barışçıl bir şekilde terk etmemişler, bilakis silahsız göstericilerin üzerine coplarla, mermilerle ve bombalarla saldırmışlardır. Ancak göstericiler, Allah'ın izniyle teslim olmayı reddetmişlerdir. Nitekim Suriye'nin tüm büyük şehirlerinin sokaklarında attıkları İslamî sloganların ilham ve güç kaynağının, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya olan sabit imanlarının olduğu gayet açıktır.

Bizler, Kaddafi'yi, Mübarek'i ve Bin Ali'yi devirmelerinden dolayı ümmeti tebrik ediyoruz. Ancak mücadelenin, devam etmesi kaçınılmazdır. Çünkü başlarının devrilmesine rağmen maalesef rejimler hala varlıklarını devam ettirmektedirler. Ayrıca rejimler, sözde laik devletten bir kopyası olan "sivil devletin" arkasına gizlenmek yoluyla kerim ümmeti aldatmaya çalışmaktadırlar. Nitekim bu sloganlar, kendi görüntüsünü gizlemek zorunda kalan rejimleri getirmiştir. Çünkü onlar, ümmetin tüm laik rejimleri reddettiğini fark etmişlerdir. Hatta şuan Orta Doğu'daki değişim, laikliğin doğasını değiştirmeyen rejimlere izin verir yönde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla ümmetin üzerine düşen, aldatılmayı kabul etmemesi, bilakis "sivil devletin", on yıllarca ümmete zulmeden rejimlere giydirilmiş başka bir maske olduğunu fark etmesidir.

Aynen sahabe Ribî İbn-u Âmir'in, Fars komutanı Rüstem'e, şu şekilde bir açıklamada bulunduğu gibi: "Allah, insanları kula kulluktan alemlerin Rabbine kulluğa, dinlerin zulmünden İslam'ın adaletine ve dünyanın sıkıntısından dünya ve ahiretin genişliğine çıkaralım diye bize bir peygamber göndermiştir." Dolayısıyla İslam ümmetinin, gerçek kurtuluşun beşerin hükmünden kurtulup Allah'ın hükmüne boyun eğmek olduğunu fark etmesi gerekir. Bizim üzerimize düşen ise Allahu Subhânehu'nun şeriatı tatbik edilmedikçe gerçek bir adalete ulaşılamayacağını ve izzetin ve onurun yolunun da Rabbimiz Subhânehu'ya boyun eğmekten ve itaat etmekten geçtiğini anlamamızdır.

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا "Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır." [Fatır 10]

Bu ayaklanmaların, ümmetin bu fasit rejimleri kökünden sökünceye, İslam yönetimini yeniden getirinceye ve Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile ondan sonraki Hulafe-i Raşidin [Radıyallahu Anhum]'u takip ederek Allah'ın dininin hiçbir uzlaşı ve gecikme olmaksızın kamil bir şekilde tatbik etmeye muktedir oluncaya kadar devam etmesi gerekmektedir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaadetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar." [en-Nûr 55]

Allah'tan, bu ümmeti hidayete erdirmesini ve ona yönelik aldatmaları ifşa etmesini temenni ediyoruz. Yine Subhânehu'dan, şerir nizamı devirmeleri ve Allahu Subhânehu'nun dinini ikame etmeleri için Şam beldesindeki kardeşlerimize ve bacılarımıza yardım etmesini temenni ediyoruz.

Devamını oku...

Soru-Cevap


Soru
:

Pakistan Devlet Başkanın oğlu "Bilawal Zardari Bhutto", 27 Aralık 2012 tarihinde resmen Pakistan siyasetine gireceğini açıkladı. Pakistan siyasetine girmek için böyle bir zamanlamayı seçmesinin nedenini açıklamanızı rica ediyoruz. Bunun 2013 Pakistan seçimleri ile bir  alakası var mıdır?

 

Cevap:

1-Pakistan ve Hint Yarımadasındaki siyasi ortama, İngiliz yönetiminden bağımsızlığın kazanıldığı ilk günlerden beri hakim olan ailelerin politikasına katılan zengin aileler hakimdir. Bu aileler, İngiltere ve Amerika gibi süper güçlerin desteği ile Pakistan, Hindistan ve Bangladeş'teki siyasi hayata hakim olmuşlardır. Bu aileler, bu ülkelerin yönetimlerini, kendilerinin temel bir hakları olarak görmektedirler. Dolayısıyla Pakistan'daki siyasi sahneye Buttto veya Şerif Kardeşler ailelerinin hakim olması hiç de garip değildir. Aynı şekilde Hindistan'daki siyasi sahneye Gandi Ailesi hakim olduğu gibi Bangladeş'teki siyasi hayata da Ziya Rahman ve Şeyh Mucip Rahman ailesi hakimdir.

"Bilawal Zardari Bhutto'nun" zihniyeti, bu esasa göre şekillenmiş olup Pakistan siyasetine katılımını, annesinin dedesi ve Bilawal'in annesi olan Benazir Butto'nun babası "Zülfikar Ali Butto'nun" mirasını devam ettirmenin bir aracı edinmektedir. Nitekim Bilawal, birçok kez bu siyasi mirasa dikkat çekmiştir. Bundan dolayı bu mirası korumayı istemektedir. Zira annesinin defin merasiminde, "Pakistan Halk Partisi, sadece siyasi bir parti olmanın ötesinde bizim hayatımız" demiştir.

2-Yabancı güçler ve bu güçlere bağlı istihbarat ajansları, ülkeyi kendi adlarına yönetmek için bu siyasi sülalelerin aile fertlerini kazanmak için Hint Yarım Adasında büyük bir çaba sarf etmişlerdir. İşte hakim olan süper güçlerin, tercih ettiği yöntemlerden biri budur. Bu aile fertlerinden birisinin miadı dolduğunda yada bir işe yaramadığında yada efendilerinin isteklerine aykırı davrandığında bu güçler, onları ya emekliye ayırmaktalar yada öldürmektedirler. Nitekim Butto aile fertleri, Pakistan Halk Partisine (PPP) hakim olmak için İngiltere ile Amerika arasında dönen çatışmada ya öldürülmüşler yada suikasta uğramışlardır. Dolayısıyla İngiltere ve Amerika'nın Bilawal'i, annesi ve dedesinin çizgisinde yürümeye teşvik etmeleri garip değildir.

3-Bilawal Butto'nun Pakistan siyasetine gireceğini resmen açıklamasının diğer bir etkeni ise, birçok yolsuzluklarının deşifre olması, yetersiz kalma ve adam kayırma nedeni ile zayıflayan ve büyük ölçüde güvenirliğini kaybeden Pakistan Halk Partisini güçlendirmektir. Aynı şekilde bu skandallar, büyük ölçüde Zerdari'nin popülaritesine zarar verdiği gibi Pakistan Halk Partisi'nin bu yılın ileriki günlerinde yapılması kararlaştırılan genel seçimlerde etkili bir kampanya yürütme gücünü de zayıflatmıştır. Bundan dolayı partinin öfkeli seçmenleri ile birlikte klasik değerlerini geri kazandırmak için genç yaşta olan Bilawal, siyasi çalışmaya katılmaya teşvik edilmiştir. Bu durum, aynen birçok yönden birkaç sene önce Hindistan Kongre Partisi'nin tabanını güçlendirmeye çalışan Rahul Gandi olayına benzemektedir. Yine Bilawal'in yaşça küçük olması nedeni ile gelecek genel seçimlere girmeye muktedir olamadığını da unutmamamız gerekir. Bu nedenle Bilawal'in rolü gerçek olmaktan öte sembolik olup siyasi ikna noktasında uzun bir yolculuğun başlangıcıdır.

4-Ancak Bilawal Butto'nun Pakistan siyasetine resmen gireceğini açıklamasının muhtemel en büyük etkeni Amerika'nın, Pakistan siyasi hayatına girmek için yolsuzluklara ve skandallara bulaşmamış yeni yüzlere şiddetle ihtiyacı olmasıdır. Zira Pakistan'daki siyasi ortam, seçimlerdeki rollerini yerine getirmeye muktedir olamayan fasit politikacılardan oluşmaktadır. Amerika, 2011 yılında İmran Han'ın ve 2012 yılında Bilawal'in siyasi hayata girmesi ile ülkeyi sarmalayan mevcut politikaya içerleyen halkın duygularını tedavi etmeye çalışmaktadır.

Velhasıl Bilawal Butto'nun Pakistan'da siyasi sahneye girmesi, gelecek genel seçimler öncesinde Pakistan Halk Partisi'nin bazı kadroları ve aynı zamanda siyasi ikna mesleğinin başlangıcı için bir teşviktir. Bununla birlikte siyasi sahne için yeni yüzler çıkarmaya çalışan Amerika'nın önünde Amerika'nın düşmanlığı ve insanlar arasındaki yenilenebilir siyasi uyanış yüzünden büyük engeller vardır. İşte Amerika'nın İmran Han'ın konumunu güçlendirmeye yönelik çabaları bundan dolayıdır. Bu da insanların, Amerika'nın Pakistan'daki hegemonyasını korumak için Amerikan'ın desteklemesi ve birçok ajanı ile etrafını kuşatması nedeni ile İmran Han'ın Amerika'nın adamı olduğunu görmelerini sağlamıştır. Bu nedenle racih olan, babasından daha beter olmasa da Bilawal'e babası Zerdari'ye bakılan gözle bakılmasıdır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER