Salı, 27 Muharrem 1447 | 2025/07/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hükümet, Ülkenin Birliğini Korumaya Çalıştıkları İçin Hizb-ut Tahrir'in Şebabını Tutukladı

Güvenlik birimleri, ülkenin birliği için insanlardan imza topladıkları için Mudnî şehrinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti şebabından altı kişiyi tutukladı. Tutuklanan şebab şunlardır:

 

1- Adem İbrahim

2- el-Beşir Ahmed

3- Zâhî Fadlallah

4- Abdulâl ed-Desîs

5- Abîd ez-Zeyn

6- Mehdi Muhacir

 

Hükümetin bu eylemi, ülkenin birliği için çalıştığının yalan olduğunu ifşa etmekte ve Amerika'nın isteği doğrultusunda ülkeyi parçalamaya ve bölmeye dönük cürüm planını hayata geçirmek için çalıştığını teyit etmektedir. Bu şebab her ne yaptılarsa bunları, şartlar her ne olursa olsun ve baskılar ne kadar artarsa artsın herhangi bir İslami arz hakkında sırf Allah'ın ifrata kaçmamaya çağıran emrine icabet etmek için yapmışlardır.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak hükümete, Allah'ın kendisine olan öfkesini hatırlatırız. Zira hükümet, hak olan bir kampanyanın ve ona davet edenlerin karşısında durarak Allah'ı öfkelendirmek ve emrine muhalefet etmek pahasına Amerikalı ve diğer kafirlerin rızası için çalışmaktadır. Ve ona deriz ki: Bu mümin taifeyi derhal serbest bırak, hakka dön ve Allah, muhlis müminlerin elleriyle Nübüvvet Minhacı Üzere İslam Devleti olan Raşidi Hilafet'in dönüşünü gerçekleştirinceye kadar hak için çalış. Aksi takdirde Allah'ın metodundan uzaklaşmanızdan ve dostlarına savaş açmanızdan dolayı Müslümanların Halifesi, dünyada sizden intikam alacak ve ahirette de sizleri azap beklemektedir.

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلاَّ أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan sırf Azîz-ul Hamîd olan Allah'a iman etmelerinden dolayı intikam aldılar." [el-Burûc 8]


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bangladeş'teki Cinsel Tehdidin Ölümcül Sonuçları, Kadının Onuruna Hakkıyla Önem Veren İslami Liderliğin Ne Kadar Hayati Bir Gereklilik Olduğunu Vurgulamaktadır

Bangladeş insan hakları örgütü [Ain o Salish Kendra-ASK]'a göre, bu sene ülkede 28 kadın ve kız intihar ederken diğer 7 kadın da tekrarlanan cinsel tehditten kaçmak için intihara kalkıştı. Aynı şekilde kızına yönelik cinsel taciz sonucunda çektiği aşağılanma sıkıntısı nedeniyle bir baba da intihar etti. Bangladeş'te kızlara ve kadınlara yönelik tekerrür eden cinsel tehdit veya halk tabiriyle "gece tacizi", yaygın olup giderek daha da yaygınlaşmakta ve şiddetlenmektedir. Zira çocuklar ve erkekler, sokaklarda, okullarda ve işyerlerinde sık sık kızlara veya kadınlara cinsel tarzda sözlü veya fiili tacizlerde bulunmaktalar. Nitekim Bangladeş Ulusal Müslüman Kadın Avukatları Derneği'ne göre, yılda 10-18 yaşları arasındaki kızların yaklaşık %90'nı "cinsel tacize" maruz kalmaktadır. Ayrıca Eğitim Bakanı Nurulislam Nahid, şu anda bayan öğrenciler ve öğretmenlerin sokaklarda ve okullarda güven içinde olmadıklarını itiraf etti. Bu nedenle birçok bayan öğrenci, günlük tacizden kaynaklanan aşağılanma sebebiyle okulu bırakmakta veya babaları kızlarının bu tür tacizlerin kurbanı olması korkusuyla okula gitmelerini engellemektedir. Nitekim sadece bu sene içerisinde "ASK" örgütüne cinsel tehdit yüzünden okulu bırakan kızlardan 61 şikayet gelmiştir. Diğer iffetli kızlar veya kadınlar ise tekrarlanan tacizlere ve ahlaksız saldırılar yüzünden aşağılanmaya tahammül edemedikleri gibi güvenlik birimlerinden ve hukuktan sıkıntılarını sona erdirecek gerekli yardımı da alamıyorlar. Dolayısıyla da intihar ediyorlar. Çoğu zaman suçlular hiçbir ceza almadan serbest kalıyorlar ve kurbanlar yardımsız ve barınaksız kalıyorlar.

Bangladeş hükümeti, şu ana kadar kızlara veya kadınlara yönelik cinsel tacize karşı hiç bir kanun çıkarmadı. Bu konuda rejimin yasal bir düzenlemeye sahip olmaması nedeniyle 2009 Mayıs ayında bu uygulamaya dönük bir yasaklama çıkarması için meseleyi Yüksek Mahkeme'ye bıraktı. Şu ana kadar cinsel taciz, bir suç eylemi bile sayılmamıştır. Cinsel saldırıların bulunması ve kadınların istismar edilmesi bu ülke için hiç de garip değildir. Zira fuhuş yasal olup kırmızı lisanslı yaklaşık 18 bölge vardır ve ülkedeki fahişe sayısının yaklaşık 200.000 bin olduğu tahmin edilmektedir. Bunların çoğunluğu aşırı yoksulluk sonucunda bu işe düştüğü gibi Bangladeş, Güney Asya ve diğer ülkelerde ticari cinsel istismar amaçla kullanılmak üzere kaçırılan kadın ve çocukların ana merkezidir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Bayan Medya Temsilcisi Dr. Nesrin Nevaz, bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulundu: "Bu trajik ölümler, Bangladeş'teki ardışık laik hükümetlerin kadının onurunu, selametini ve yaşamını güvence altına almadaki mutlak başarısızlıklarının bir sonucudur. Bu hükümetler, herhangi layık bir liderliğin azami bir ilgi göstermesini gerektiren bu meselenin ciddiyetini teşhis etmede başarısız oldukları için kadının onurunu koruma sorumluluğunu basit yöntemlerle çözdüler. Diğer taraftan bu hükümetler, kadınlara en aşağı derecede gören İslam dışı adetlerle yüzleşmekten kaçındılar ki bu, kötü muameleye yol açan bir faktördür. Bir diğer taraftan fahişelik yasasını kabul ederek kadının toplumdaki konumunu bilfiil düşürdüler. Şu halde erkeklerin şehvetlerini tatmin etmek için binlerce kadının cinsel amaçla istismar edilmesini yasallaştırarak hükümetin oluşturmayı beklediği kadına yönelik yaygın bakış nasıl olur? On binlerce kadın kendilerini ve çocuklarını doyurmak için ümitsizce bedenlerini satmaya kalkışmak zorunda kaldığı bir sırada hiçbir hükümet liderliğinde, herhangi bir başarı gerçekleştirdiğini iddia edemez."

"Ayrıca hükümet, eğlence, reklam ve laik eğitim sistemi yoluyla Batılı özgürlük değerlerinin serbest akışını teşvik etmiştir. Bunlar, cinsel özgürlüğü kutsayan, erkeklerin yabancı kadınlara bakmasına ve onlarla diledikleri gibi ilişki kurmalarına izin veren değerlerdir."

"Bangladeş hükümeti, dikkate almayarak seyirci kalırken bu yolda kaç nice kızın hayatı heba olacaktır? Kadının onurunu kirletmek, bu denli ilgisiz kalınacak bir mesele değildir. Zira tacizden veya kötü muameleden korkmadan eğitim almak, çalışmak ve seyahat etmek her kadının temel hakkıdır. Bangladeş'teki ardışık hükümetler, kadınları korumayı öncelik sıralamasında en aşağıya atarak bu hakka hıyanet etmişlerdir. Kadının hak ettiği onurlu hayatı tanımayan herhangi bir hükümet, halkına liderlik yapmaya müstahak değildir."

"Bu çirkin sosyal salgının durdurulması mümkündür. Ancak bu, kadının onurunu korumayı hayatı koruma ile aynı seviyeye koyacak bir yönetim nizamını gerektirmektedir. Bu ise İslami Hilafet Devleti'ne ait bir değerdir. Hilafet Devleti, sözlü yada fiili olsun her türlü cinsel tacize veya kötü muameleye veya kadınlara uygulanan şiddete karşı en ufak gevşekliğe izin vermeyecek bir nizamdır. Hilafet Devleti, -ne kadar basit olursa olsun- herhangi bir kadına yönelik cinsel alayı veya tacizi ağır bir cezayı gerektiren ciddi bir suç sayacaktır. Hilafet Devleti, kadına yönelik olumsuz adetleri ve gelenekleri söküp atmak için çalışacak ve toplumda kadına ilişkin İslami bakış açısını besleyecek bir nizamdır. Kadın, sosyal bir konuma sahip olması ve yüksek bir saygı görmesi gerektiği gibi hiçbir taciz veya korku olmaksızın eğitim, seyahat ve çalışma hakkına da sahiptir. Hilafet Devleti, kadına yönelik her türlü cinsel istismarı yasaklayacak, eğitim sistemi ve medya yoluyla kadına bakılması gereken keyfiyetin ve ona muamele yönteminin muhasebe edilmesini güçlendirecek. Hilafet Devleti, vatandaşların bir hamisi olarak onları gözetme mefhumunun hakkını verecek olan bir devlet olup zulme uğrayan kimselerin acziyetini giderecek ve onların meselesini destekleyecektir."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Tunus'taki Protestolar: Yöneticilerin Zulmüne ve İfsatlarına Ne Zamana Kadar Sabredilecek?

Yoğun protestoların üzerinden geçen yaklaşık iki haftanın ardından Tunus Devlet Başkanı Bin Ali, açlık, yoksulluk ve gençlerin coşkulu işsizlik protestolarının turizmi etkilemesinden dolayı öfke dolu suskunluğunu bozdu..! Zira dün "yatırımcıların ve turistlerin gelmesini engelleyen bozuk bir görüntü veren uygarlık dışı bir görünüm" olarak nitelendirdiği protestoların arkasında duran "radikallere ve kiralık provokatörlere" uyarıda bulunan bir konuşma yaptı! Bin Ali'nin bu konuşması, despot rejiminin işsizliğin, fakirliğin, yolsuzluğun ve rüşvetin yayılması nedeniyle iki vatandaşın Tunus rejiminin zulmünü protesto etmek amacıyla intihara kalmışının akabinde Sidi Bouzid ilinde başlayan protestoları engellemede ağır bir başarısızlığa uğramasının ardından geldi. Tunus rejimi ülkeyi, her taraftan gelen fitne fücur ehli için bir turizm cennetine ve bir lokma ekmek peşine düşerek göç eden ülke ehli içinse kaçtıkları bir cehenneme dönüştürdü.

-Her zaman olduğu gibi- polis ve güvenlik güçleri, protestoculara birçok kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan kurşunlar ve gaz bombaları ile karşılık verdikleri gibi evlere baskın düzenleme, tutuklama ve insanlara gözdağı verme kampanyası yürüttüler. Tunus rejiminin çeyrek asırdır uygulayageldiği bu terör ve korkutma yöntemlerinin rejime yönelik öfkeyi ve kızgınlığı bastırmada başarılı olacağını sandılar. Ancak bu defa hiçbir faydasını göremediler. Aksine protestolar yayıldı ve ülkenin dört bir tarafındaki birçok şehirde gösteriler baş gösterdi. Bu durum rejimi, sonuçları hiç de hoş olmayan olaylara dönüşmesi endişesiyle tırmanan öfkeyi dindirme girişiminde bulunmaya itti... Zira Devlet Başkanı Bin Ali, işsizlik sorununun çözümüne ilişkin kalkınma projeleri duyurusunda bulunması için kalkınma bakanını Sidi Bouzid bölgesine gönderdi. İnsanların bu hileyi yutmadığının ortaya çıkmasının üzerine rejim, cebinden gözle kaş arasında ürettiği, pençesini otoriteye ve topluma geçirmek ve kendisini yıkılmaya karşı korumak için bir emniyet supabı olarak görevlendirdiği hayali muhalefet kartını çıkardı.

Her ne kadar "güvenlik" birimlerinin insanlara karşı uyguladığı zulüm ve baskı, protestoların diğer şehirlere sıçramasına katkıda bulunmuş olsa da bunun gerçek sebebi, rejimin mevcut bozukluğunun kötüleşmesi, uzun yıllardaki kötü gözetimi, tüm muhaliflerine karşı terör uygulama alışkanlığı, Müslümanların duygularını tahrik etmesi, İslam'a, ehline, değerlerine ve İslam'la ilgili her şeye açıkça meydan okumasıdır.

Batılı devletler özellikle de başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa tarafından desteklenen Tunus rejimi kendisini, İslam'la savaşmaya ve onu İslam beldelerinin bu şerefli geçidinde hayatın tüm alanlarından söküp atmaya adamıştır. Nitekim Chirac'ın, Fransa'da başörtüsünü yasaklamanın alt zeminini oluşturmak üzere Tunus'u başörtüsünü saldırmanın bir kürsüsü edinmekten daha iyi bir yer bulamadığı o gün hiç de uzak değildir. Keza yalan ve iftira ile yayınlanan devletlerarası raporlar, Tunus rejimi ile gelişme ve istikrar alanındaki başarılarını övmeye devam etmektedir. Mesela IMF'nin 2010 yılında yayınlanan raporu, Tunus hükümetinin ekonomik bütçeleri ve reformları iyi idare etmesine övgüde bulunmuştur! Keza Davos Dünya Ekonomik Forumu Tunus'u, 122 ülke arasında 35. sıraya koyarak büyüme hızı bakımından Afrika'nın birincisi ve Arap ülkelerinin ikincisi yapmıştır! Bunlara hiç de şaşmamak gerek! Zira bunlar, milyonlarca aç fakiri doyurmayan ve onlara onurlu bir yaşam temin etmeyen birer "ekonomik bütçe ve reformlardır." Dahası bunlar, Batılı kapitalist devletlere, batılı girişimcilere ve tabii ki Tunus devlet başkanının fesatları ile ifsatlarının yönünü değiştirmelerinden korktuğu turistlere hizmet eden "dengeli reformlardır!"

İslam'la, eğitim kurumlarında ve işyerlerinde başörtüsüyle, tutuklama, hapsetme ve işkence yoluyla on yıllar boyunca İslam daveti ile savaşmada başı çekmesinden dolayı Tunus rejimini işte böyle ödüllendirmekteler. Hatta cürümleri iffetli Müslüman kadınları hapsetmeye ve işkence yapmaya kadar uzanmıştır.

Aslında insanların işlerini gözetmede, yiyecek, giyecek ve mesken gibi onların temel ihtiyaçlarını garantilemede ve servetin adil şekilde dağıtılması yoluyla onurlu bir yaşam temin etmede ortaya çıkan bu başarısızlık, sadece Tunus rejimi ile sınırlı değildir. Bilakis bu, Müslümanların beldelerindeki mevcut yönetim sistemlerinin tamamının genel bir özelliğidir. Peki bu kerim ümmet, halkalara zulmetmek, Batıya bağımlı olmak ve Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmek gibi bünyelerinde her türlü şerri barındıran bu sistemlerin altında ne zamana kadar ezilmeye devam edecek? Bu ümmetin ve içerisindeki kuvvet sahiplerinin artık ciddiyet ve gayret ile Müslümanların beldelerinde insanları dünya ve ahiret hayatında mutmain güvenli bir hayatla mutlu edecek Hilafeti kurmak için çalışmalarının zamanı gelmedi mi?

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى، وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا "Kim benim hidayetime ittiba ederse o, sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse onun için sıkıntılı bir hayat olacaktır." [Tâhâ 23-24]


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan Üzerinden NATO'ya Yakıt İkmali Götüren Tankerlerin Saldırıya Uğramasının Ardından İran, "1600" Yakıt Tankerinin Afganistan'a Geçişine İzin Verdi

Afganistan Devlet Başkanı Birinci Yardımcısı General Muhammed Fehim, dün Tahran'a bir ziyarette bulunarak başta "Ülkesinin Afgan hükümetini desteklediğini" yineleyen Mahmud Ahmedinejad olmak üzere üst düzey İranlı yetkililerle görüştü. Ayrıca İran Savunma Bakanı General Ahmed Vahidi ile de görüştü. Ahmed Vahidi, görüşme sırasında "Afgan ordusunu güçlendirmenin İran ordusunu güçlendirme mesabesinde olduğunu" açıklayarak "Ülkesinin Afgan ordusunun modernizasyonu için uzmanlarını ve yeteneklerini sunmaya hazır olduğunu " vurguladı. General Fehim ise "Bölgesel güvenliğin ve işbirliğinin tesisinde ve Afganistan'da güvenlik durumunun istikrarında İran'ın oynadığı rolün önemli ve mükemmel olduğuna" dikkat çekti, "iki ülke arasındaki askeri işbirliğin gerekliliğini" vurguladı ve Tahran'ın 1600 yakıt tankerinin Afganistan'a geçişine izin verdiğini açıkladı. Bu da Pakistan üzerinden NATO kuvvetlerine yakıt ikmali götüren tankerlerin sık sık saldırıya uğramasının ardından gerçekleşmiştir!

Bu ziyaret Amerika yönetiminin, siyasi, mali, ekonomik, güvenlik ve askeri olarak desteklenerek Karzai'nin ajan hükümetinin güçlendirilmesinde İran rejimine daha büyük resmi bir görev verilmesi yönündeki yeni eğiliminin bir uygulaması olarak gerçekleşmiştir. Zira General Fehim'in Tahran ziyareti, İran rejiminin Amerika'ya ve müttefiklerine geçen Ekim ayında Roma'da yapılan Afganistan'daki Uluslararası Temas Gurubu zirvesinde sunma sözü verdiği doğrudan askeri ve güvenlik işbirliği yapılması amacıyla gerçekleşmiştir. Bu zirvede "güvenlik sorumluğunun Afgan kuvvetlerine devredilmesi" ele alındı ve Obama yönetimi, Afgan kuvvetleri ile polisinin eğitilmesinde İran'ın oynayacağı role büyük bir önem vermişti. Çünkü bu kuvvetler, işgalciye vekaleten Afgan direnişi ile savaşma ve mevcut savaşı, bölgesel katılımla bir Afgan iç savaşına dönüştürme misyonunu üstlenecektir. Böylece Amerika, hem kuvvetlerinin kan kaybetmesini hem de peş peşe birbirlerine çekilme çağrısında bulunan müttefiklerinin desteğinin çöküşünü durdurmayı başarmış olacaktır. Ayrıca "onurlu şekilde geri çekilme" yoluyla başarısızlığını da örtbas ederek Afganistan'daki varlığını, aşağılayıcı bir yenilgi üzereyken iğrenç görünür bir işgalden "uzmanlar ve danışmanlar" yoluyla gizli bir işgale ve "seçilmiş demokratik hükümetin" imzaladığı "güvenlik anlaşmalarına" binaen mevcut askeri üstlere dönüştürmüş olacaktır! Bir taraftan da Amerikan Başkanı Obama, başkanlık seçimleri başlamadan önce Afganistan'dan "çekilme" ilanını başarmış olacaktır.

İran rejimi ile Karzai hükümeti arasındaki askeri işbirliği, asla -İslam'ın emrettiği gibi- kadını, çocuğu ve yaşlısıyla Müslümanların kanlarını akıtan Amerikan işgaline ve NATO'ya karşı olmayacaktır. Bilakis bu, işgalin diktiği ve işgale direnen Müslümanlara karşı kafilerin görüntüsü olan ajan hükümet ile yapılmış askeri bir işbirliğidir! İran rejimi bunu daha önce Irak'ta da yapmıştı.

Sömürgeci kafir, Müslümanların yöneticilerinden olan bu piyonları yoluyla ümmete sızmayı, beldelerini işgal etmeyi ve birliğini parçalamayı ne zamana kadar sürdürecek? Oysa yöneticilerin yapması gereken şey, Afganistan'ı işgal eden Amerika ve müttefiki NATO ile savaşmaları için Müslümanların ordularını harekete geçirmektir onların yaşam nedenlerini desteklemek değildir! إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاَغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ "Şüphesiz bunda, [Allah'a] kulluk edenler topluluğu için bir bildiri vardır." [el-Enbiyâ 106]


Devamını oku...

-Basın Açıklaması-

Sayın Saygıdeğer el-Ahram Gazetesi Editörü;

Üstaz Abdulmecit, el-Ahram gazetesinin 21.12.2010 tarihli 45305 sayılı baskısında yayınlanan "İslami Hareketler ve Hilafet Meselesi" başlıklı makalesinde "siyasi İslami hareketlerden" Hilafet meselesine ilişkin tutumlarını netleştirmelerini istemekte, Hilafet meselesinin bir devlet projesi ekseninde tartışmaya açılması için Hilafet nizamından vazgeçmelerini, tarihi bir kalıntı haline geldiğini ve programlarının müstakbel bir Hilafeti ihya etmeye daveti kapsamadığını ilan etmelerini şart koşmaktadır. İslam ümmetinin kerim Resul döneminden Osmanlı Hilafeti'ne kadar gölgesinde yaşadığı yönetim nizamının dini siyasetle mezcetmeye dayalı siyasi İslami bir nizam olduğunu kabul etmesine rağmen kendisi, din ile siyaseti birbirinden ayırmayı amaçlayan kıytırık girişimlerin başarısızlığından yakınmaktadır.

İslam için çalışan hareketleri siyasi İslam olarak tasnif ederken böylesi bir tasnifi nereden çıkardığını anlamış değiliz. Sanki ortada siyasi, ruhi, sporsal ve sosyal İslam diye bir şey var. Bunların dışında İslam'ı Müslümanların zihinlerinden silmek, Batılı sömürgecilerin İslam ümmetini, tek beldenin ve milletin evlatlarını onların aralarına ektiği iğrenç vatancılık bayrakları altında birbirleri ile savaşan düşmanlar yapan kendi haritalarına göre param parça bir ümmet haline getirmeyi hedefleyen projesinin propagandasını yapmak için büyük çabalar harcayan oryantalistlerin ve sömürgeci devletlerin çağrılarını çağrıştıran ayrımlarda bulunsa da bunların hiçbir bilimsel veya nesnel dayanağı yoktur.

Dr. Abdulmecit, ortaya attığı bu şey ile hasmının bağımsız düşünme hakkını elinden alarak sivil devletin karakterize olması gereken rasyonalizme karşı çıktığının farkında mı? Kendisini, İslam'ı Batının İslam ümmeti üzerindeki hegemonyasına boyun eğmeye rıza gösteren itaatkar ve uysal bir din olmaya adapte etmeyi hedefleyen Batılı sömürgecilerin projesinin sözcülüğünü yapmaya adadığının farkında mı? Nitekim sevgili dostum doktor, makalesinde buna birçok kez işaret etmiştir.

[لا إله إلا الله محمد رسول الله] akidesine dayanan İslam'da bu dînidir şu siyasidir ayırımı yapmak diye bir şey yoktur. Zira bir Müslüman, tüm amellerini ve işlerini beşeri nizamlara ve şeriatlara göre değil kıyamet günü hesaba çekileceği şer hükümlere göre yürütmekle mamurdur. Nitekim ayet-il kerime şöyle demektedir: قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "De ki: Şüphesiz benim salahım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir." [el-Enam 162]

Allahu Subhânehu, kainatı, insanı ve hayatı yarattı ve insan için onu dünyada ve ahirette dosdoğru yola eriştirecek bir şeriat koydu.

Beşeri şeriatlara muhakeme olup maslahata, arzu ve isteğe binaen helali haram ve haramı helal kılmak Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya şirk koşmanın bizzat kendisidir.

Geçmişte Dr. Abdulmecit sivil devleti, vatandaşlık, dinlerin ve mezheplerin çeşitliliği ve hukukun üstünlüğü şeklinde tanımlamıştı. Hukukun üstünlüğü hususunda bir ihtilaf yok ama ihtilaf hangi hukukun olduğundadır? Yani insanın hayatını tanzim etmesi ve amellerini yürütmesi bakımından kanun yapan kanun koyucu kimdir? İslam, yasama hakkını başkasına değil sadece yaratıcıya hasretmiştir. Beşeri nizamlar ise ferdin ve toplumun ekonomi, yönetim ve hayatın diğer alanlarıyla ilgili işlerini yürütmesi için insanı veya belli bir zümreyi, anayasa mahkemesi denilen organa dayanan yasama meclisi adı altında yasama, anlaşmazlıkları çözme ve çözümleri belirleme konumuna koymaktadır.

Dr. Abdulmecit, yöneten ile yönetilen, avam ile elit hatta Müslüman ile gayrimüslim arasında İslam hukukunun ayrım yapmadığı noktasında uzman bir kimsedir. Zira herkes hukukun çatısı altındadır ve her kim olursa olsun Allah'ın hadlerini aşan bir kimse cezaya çarptırılır. Vahyin Allah'ın kulu ve resulüne indirdiği nasslar yoluyla konulan İslam hukuku, yalan ve iftira ile halk ve halkın maslahatı için yönettiğini iddia eden -ki halk bundan uzaktır- hakim zümrenin çıkarlarına hizmet eden beşeri yasamaların vakıasında olduğu gibi falan filan insanın maslahatı için değildir. Nitekim Batılı sistemler, hükümetleri getiren ve götürenlerin bizzat para ve sermaye sahiplerinin olduğu, yöneticinin yürütme ve partisinin yasama organındaki rollerinin bu çıkar sahiplerine hizmet etmek olduğu aksi takdirde koltuklarından oldukları hakikatini tüm çıplaklıyla ortaya koymaktadır. "Kızılderili halkını imha etmesi bakımından" on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda eski ve yeni dünyada ekini ve nesli helak eden savaşlar üretmesi bakımından Batılı demokrasinin ve sivil laik devletin nimetlerini serdetmeye gerek bile duymuyoruz! Bunlar, Begin, Şaron ve Netanyahu gibilerini yetiştiren "İsrail" demokrasisinin nimetlerine kadar dayanmış ve Guantanamo, Ebu Garip ve Bagram'la da kalmamıştır...!

Abdulmunim Saîd, geçen haftaki Dubai Medya Fuarı'nda doktorla bir görüşmede bulunmamı sağladı ve konuşmamız şu eksende oldu: Medya, Batının borazanlığını yapan bir araç değil zilletten kurtulması ve Batılı projenin kendisine vurduğu prangaları kırması için ümmeti gayrete getirmenin şeffaf ve objektif bir aracı olmalıdır. Herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, kurulduğu geçen asrın ellilerinin başlarından beri sadece fikrî ve siyasi söyleme dayanmıştır. Hizb, ümmeti sömürgeci Batının projesinin etkisinden kurtararak onu tekrar milletler arasındaki konumuna oturtmak ve dünyadaki boyun eğdirilmiş halkların hidayet kandili ve feneri haline getirmek için onun elinden tutmanın yolunun bunda olduğu görüşündedir. Kendisine davet ettiğimiz kurtuluş işte budur. Yani insanlığın, insanlığı uçuruma sürükleyen yıkıcı politikalarında ruhi veya insani veya ahlaki kıymetlerin manasını bilmeyen fertlerin arzu ve isteklerinden kurtulmasıdır. Şayet laik sivil devletten fikir ve görüş özgürlüğünü güvence altına alacağı beklentisi içerisinde olanlar varsa meselelerin gerçeğini ortaya koymayı amaçlayan dayatmacı politikalardan ve önkoşullardan uzak objektif bir tartışmaya buyursunlar. Hadi yapabiliyorlarsa gelsinler?


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Obama'nın Emri İle Hartum'da Zirve

Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi, Devlet Başkanı El-Beşir ve Birinci Yardımcısı Salvakiir ile bir zirve toplantısı yapmak için Hartum'a geldiler. Bu ziyaret ve zirve, 09 Ocakta yapılması kararlaştırılan referandumu zamanında yapması ve sonuç her ne olursa olsun tanıması için Sudan'a baskı yapmaları amacıyla Arap ve Afrika devletleri liderlerine mektup gönderen Amerikan Başkanı Obama'nın direkt emri ile gerçekleşti. Obama'nın Sudan'a baskı yapmaları için kendilerine mektup gönderdiği liderler arasında iki Devlet Başkanı Mübarek ve Kaddafi de vardı. Nitekim Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada şöyle geçmiştir: "Başkan Obama Sudan'ın, dış politikalarının önceliklerinden biri olduğunu, Sudan halkının barışı, güvenliği ve refahı için ileriye dönük vizyona sahip olduklarını açıkladı."

Bu zirve, Sudan'ı parçalamak, bölmek, bu ülkede baş aktörün Amerika olduğunu ve komplocu politikalarını uygulayanların bölgedeki ajanları olduğunu vurgulamak için Sudan'a yönelik komplo silsilesinin bir halkası olarak yapılmıştır.

Mesela Amerika'nın Arap ve Afrika bölgesindeki politikalarının baş uygulayıcısı sayılan Mübarekli Mısır'ın Sudan'a ve halkına asla bir hayrı dokunmaz. Zira onlar, Amerika'nın Sudan'dan istediklerini harfiyen uygulamaktadırlar. Dahası Güney halkına yardım yapmaktalar ve Sudan'ın birliği pahasına onlarla bağlantı köprüleri kurmaya çalışmaktalar. Zira bugün Mübarek'in gelmesi, Obama'nın ifade ettiği üzere kendisinden talep edilen şeyleri yerine getirmek içindir ki o, referandumu zamanında yapması ve sonucunu kabul etmesi için El-Beşir'e baskı yapmaktır.

Libyalı Kaddafi'ye gelince; kurulduğu günden beri isyancı hareketi destekledikleri ve Sudan'ı parçalamak için sıkı şekilde çalıştıkları gözlemci bir kimsenin gözünden kaçmaz. İşte bugün de Kaddafi, Amerika'nın Sudan'ı parçalamaya dönük günahkar planına destek vermek için gelmiştir.

Sudan'ı parçalamanın bir Amerikan-Batı planı olduğu ve bunu uygulama araçlarının yerli ve bölgesel olduğu açık bir hakikattir.

Oysa Mısır ve Libya yöneticilerine yaraşan şey, küfrün başı Amerika'ya boyun bükerek Sudan'ı parçalama cürümü sürecini tamamlaması için hükümete baskı yapmak yerine şeri bir vecibe olan Sudan'ın birliğini korumak için bir araya gelmeleridir.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak ülkemizin birliğine karşı komplo kuran ve kendilerine verilen mühletin Müslümanların Halifesinin mücrimlerden intikam alacağı sabaha kadar olan herkesten Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya sığınırız.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti İdari Heyeti Başkanı, Eski Başbakan Ömer Kerami'yi Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti İdari Heyeti Başkanı Dr. Muhammed Cabir, Merkezi Temas Lecnesi Üyesi Mühendis Salih Selâm eşliğinde eski başbakan Ömer Kerami'yi ziyaret etti.

Görüşmeye katılanlar, Lübnan'da siyasi sahnede yaşanan son gelişmeleri özellikle de Müslümanların yanı sıra Müslümanlar ile başkaları arasındaki provokatif fırkacı hitapsal atmosferleri ele aldılar. Lübnan ve bölgede fitnenin uyarıcısı olan bu hitabın devam ettirilmesinden sakınılması ve baş göstermeden bu fitne engellenmesinin gerekliliği üzerinde mutabık kaldılar.

Bazı fırkacı akımların zihinlerinde ve bu akımlara kucak açan bazı Avrupa devletlerinin stratejilerinde dolaşan ve Filistin'i gasp eden Yahudi devletinin bu akımları teşvik ettiği fırkacı kanton vesveselerinden sakınılması üzerinde de mutabık kaldılar. Lübnan'daki bu eğilim, bugün Güneyi ayırarak Sudan'da işlenen cürüm gibi bölgeyi fırkacılık, milliyetçilik ve ırkçılık temelinde parçalama planları kapsamında ortaya çıkmıştır.

Heyet Ömer Kerami'ye, hizbin fitneyi önlemek için harcadığı çabalar hususunda devleti bilgilendirdiğini ifade ederek son pişmanlığın fayda etmeyeceği olayların bizleri bitirmeden önce bu hususta kendisinin de çaba göstermesi temennisinde bulundu.

Heyet devlete, Uluslararası Ceza Mahkemesi konusunda Lübnan'da çekişen tarafların başından sonuna kadar mahkeme üzerinde muvafakat ederlerken hizbin bu husustaki -şeri hükme bağlandığı veya şu yada bu saffın yanında yer almadığı- ideolojik tutumunun devletlerarası herhangi bir kuruma muhakeme olmaya karşı çıkmak olduğunu açıkladığını ifade etti. Çünkü bu kurumlar, sömürgeci devletlerin politikalarını zayıf devletlere dayatmanın birer aracıdır. Bu devletlerin başında ise Lübnan'ın da dahil olduğu İslam dünyasındaki devletler gelmektedir.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya'dan İsveç Medya Organlarına Sadık Bir Nasihat

Son günlerde bazı İsveç medya organları, bir takım mesnetsiz spekülasyonlara ve iddialara dayanarak Stockholm'deki patlamaları Hizb-ut Tahrir ile ilişkilendirmeye çalıştı. Buna binaen aşağıdaki hususları açıklarız:

 

- Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasında İslami Hilafet Devleti'ni geri getirmeye çalışan siyasi bir hizbtir. Zira insanlar, mevcut diktatör rejimlerin ortadan kalkması, kanaatleri ve değerleri ile örtüşen İslam'ın adil sistemlerinin kurulması özlemi içerisindedir. Batıda ise hizb, Müslümanların kimliklerini korumayı hedeflediği gibi bazı medya organları ile politikacıların iftira ve yalan kampanyaları yoluyla yaymaya çalıştığı İslam hakkındaki önyargıları ortadan kaldırmaya da çalışmaktadır. Batıda hizb, ilgili kimselerle tartışmalar yapmak, ekonomik, siyasi ve büyük toplumsal sorunlara yol açan kapitalizm sisteminin bir alternatifi olması itibarıyla İslam'ı açıklamak yoluyla İslami sistemlere davet etmektedir.

- Kuruluşu yarım asrı geçen Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasında ve dışında bilinmekte olup hedefine ulaşma metodunda sadece siyasi ve fikrî çalışmalarla sınırlı kalır. Gerek üyelerinin İslam dünyasında maruz kaldığı baskılara gerekse İslam dünyası ve dışındaki kendisine yönelik suçlama girişimlerine rağmen gayesine ulaşmak için maddi ve askeri eylemlerde bulunmamıştır. Nitekim hizbin hedeflerini gerçekleştirmek için barışçıl olmayan hiçbir araç kullanmadığını teyit eden birçok ciddi rapor ve araştırma vardır. Bunlardan biri, "Hizb-ut Tahrir'in hedeflerinde, eylemlerinde ve faaliyetlerinde yasal olmayan bir şey olmadığı" sonucuna varan Danimarka Başsavcısının 2004-2008 yılları arasında sunduğu araştırmadır. Bu, provokasyon amaçlı ciddiyetten yoksun bir takım makalelerle gizlenmesi imkansız bir hakikattir.

- Hizb-ut Tahrir'in sivillerin öldürülmesine ilişkin tutumu açıktır. Zira İslam'a göre nerede olurlarsa olsunlar hatta askeri çatışmalarda bile olsa masumların öldürülmesi caiz değildir. Zira İslam, siviller ile askerlerin arasını açıkça ayırır. Doğrusu haberi derin bir kaygıyla karşılamakla birlikte İslam'ın ve İsveç'teki Müslümanların görüntüsünü çarpıtarak özel siyasi ajandalarını güçlendirmek için bu patlamanın bazı güçler tarafından istismar edilmesi endişesine kapıldık.

- İsveç, diğer İskandinavya ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yabancılara karşı ırkçılık ve ayrımcılıkla tanınan bir ülke değildir. Bundan dolayı İsveç toplumu, diğer Avrupa ülkelerinin çektiği aynı gerilimlerin sıkıntılarını çekmemektedir. Şayet İsveç, bu durumu korumak istiyorsa kutuplaştırmaya çalışan demagojik sesleri frenlemeli ve nefreti körüklemesini engellemelidir. Zira geçmişte ve şu anda yaşananlar, yabancı düşmanı fikirlerin Avrupa'ya nasıl kök salmaya muktedir olduğunu bilmemiz için yeterlidir. En iyi durumlarda nefrete, ayrımcılığa, şiddete hatta tehcire ve savaş suçlarına yol açabilir. Bu bağlamda Malmö keskin nişancısını bir erken uyarı olarak görmek mümkündür. Bundan dolayı bu tür gelişmeleri engellemenin sorumluluğu tüm taraflara aittir. Binaenaleyh İsveç vatandaşlarından ve medya mensuplarından akil kimseleri, İslam'ı çarpıtma ve Müslümanları aşağılama hususunda civar ülkeleri taklit etmemeye teşvik ediyoruz. Çünkü bu, toplumda tehlikeli kutuplaşmalardan başka bir şeye yol açmaz.

- Son olarak provokasyon peşinde koşan gazetecilere ve medya organlarına seslenir ve deriz ki: Batı karşıtı kör ırkçılığı cezbeden ve bazı gençleri "taşkınlığa sürükleyen" o kişilere ışık tutmak istiyorsanız böyle bir şeyi Hizb-ut Tahrir gibi siyasi bir hizbte asla bulamayacaksınız. Fakat size bu tür nefretlerin arkasında yatan bazı faktörlerden oluşan küçük bir liste sunabiliriz:

 

1. Müslümanların topraklarının işgal edilmesi, masum insanların yerinden yurdundan edilmesi ve bu beldelerde "demokrasiyi yayma" adı altında sivillere yönelik vahşiyane işkencelerin ve toplu katliamların yapılması. Bu da pratik olarak Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi mücrim savaş liderlerinden ve fasit siyasilerden oluşan ajan sistemler yoluyla Batının nüfuzunu yerleştirmek demektir.

2- Batılı hükümetler ve medya organları tarafından desteklenen Filistin'deki Yahudi işgalinin işlediği masumlara yönelik tekerrür eden saldırılar ve katliamlar.

3- Batılı hükümetlerin İslam dünyasındaki halklara baskı ve zulüm yapan birçok diktatör rejimlere verdiği destek.

4- Müslümanların beldelerindeki doğal servetleri Batılı şirketlerin lehine yağmalamak, bu beldelerdeki halkları yoksulluk ve yoksunluk altında çürümeye terk etmek için Batının bu beldelerdeki hükümetlerin işleriyle oynaması.

5- Müslümanları Batılı yaşam tarzıyla eritmeyi amaçlayan ve değerleri ile İslam kimliklerini koruma haklarını yok sayan Batılı hükümetlerin uyguladığı entegrasyon politikaları.

6- Müslümanlara hakaret etmeye ve mukaddesatlarına saldırmaya tahrik etmek ve ifade özgürlüğü altında buna meşruiyet kazandırmak.

 

Toplumun geneline yansıyan vahim sonuçlara yol açsa da inandırıcılıktan yoksun makaleler yoluyla meşhur olmak için İslam düşmanlığı dalgasına kapılan birçok ilgisiz gazetecilerin olduğunu bilmemize rağmen ciddiyet ve sorumluluk bilincine sahip gazetecileri, İslam dünyası ile Batı arasındaki uçurumları kaldırmak istiyorlarsa bu noktaları derinlemesine incelemeye ve basında ön plana çıkarmaya teşvik ediyoruz.

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya


E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER