Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsünün, Sudan Haber Ajansı Basın Toplantısında Hilafet'in Yıkılışının Doksan Birinci Yıldönümü Münasebetiyle Yapmış Olduğu Konuşması

Hicrî doksan bir (91) yıl önce böylesi bir Receb-ul Hayr ayında, özellikle de H. 28 Receb 1342'de İslamî Hilafet Devleti yıkılmış... ve ümmet için, kavmiyetçilik, vatancılık, taifecilik ve benzerleri gibi yeni batıl kimlikler ortaya çıkmıştır. Zira sömürgeci kafir; ümmete fikrî, siyasî ve ekonomik olarak egemen olmak amacıyla Müslüman ülkeleri dilediği vakitte dilediği gibi harekete geçirecek kendisine bağlı zayıf karton devletçiklere bölmüş ve bunun üzerine de Allah'tan başka İlah olmadığına ve Muhammed'inde Allah'ın Resulü olduğuna şehadet getirmelerine rağmen aynı zamanda dini hayattan, dolayısıyla da siyaset ve devletten ayıran bir akideyi de benimsesinler, küfür sistemlerini almada bir beis görmesinler, devleti ve hayatı kafir Batı fikirlerinin esasına göre yürütsünler diye Müslümanların evlatlarından İslamî kimliğini kaybetmiş bir nesil ortaya çıkarmak için merkezler ve üniversiteler inşa etmiştir. Ardından kafir Batı çok geçmeden bu başarısız bölgesel devletçikleri yeni bir Sykes-Picot yoluyla altına üstüne getirmek için bunları, esasında içerisinde parçalanmışlık neşterinin olduğu bir laboratuvar yapmıştır. Nitekim Müslümanların tertemiz kanlarıyla sulanan İslamî bir toprak olan Güney Sudan ayrılmıştır. Yine ırkçı temelinde Darfur, Güney Kardufan ve Mavi Nil de koparılmak istenmektedir ve işte tüm bu komploların yakıtları da bizzat sömürgeci kafirlerin ajanları ve Müslümanların saf evlatları olmaktadır.

Ey Kerim Kardeşlerim:

Hilafet'in yıkılışından beri üzerimizden doksan bir yıldönümü geçmiş olup bu ülkedeki halimiz ise düşmanlarımızın sevindiği ve dostlarımızın öfkelendiği bir haldir. Zira ülkemiz İslam'dan başkasıyla yönetildiği gibi Güney Sudan'ın ayrılmasının ardında da bölgeselcilik, ırkçılık ve kabilecilik gibi İslamî olmayan kimliklerin meyveleri için parçalanmışlık uçurumunda bir peri olarak kaymaktayız. Nitekim tohumunu ektiğimiz ve acı meyvesi olan perimiz de bu batıl kimlikler temelindeki kotalı bir devlettir.

Ekonomi ekseninde ise sağa sola debelenip durmaktayız. Zira bazen kısıtlamalar koyuyoruz. Bazen de bu kısıtlamaları kaldırıyoruz ve her iki halde de insanların yaşamlarındaki acı, sıkıntı ve yoksulluk artış gösteriyor. Zira biz, mal ve hizmetlerden sözde desteği (sübvanseyi) kaldırmak, vergileri artırmak ve kamu mallarını özelleştirmek yoluyla yoksulluğu üreten ve yoksulları helak eden İMF'nin "reçetesi" üzerinde yürümekteyiz.

İçtimai Nizam eksenine gelince; açık giyimli kadınların yolları doldurması, şeriatın onayına gerek duymaksızın erkek ve kadınların bir arada toplanması ve üniversitelerde ihtilatın olması ve şeriata muhalif olan benzerleri, işte tüm bunlar yaşam tarzını İslamî olmayan bir yaşam tarzına dönüştürmüştür. Dolayısıyla hayata tüm yönleriyle bakam bir kimse, hem bu ülkede hem de tüm Müslüman ülkelerdeki bu karanlık görüntülerde bir uygunsuzluğun olduğunu görecektir!!

Tüm bunlara rağmen biz, hala şu soruyu sormaktayız: Bizim kimliğimiz nedir? Biz, Arap mıyız yoksa Afrikalı mıyız yoksa melez miyiz? Ve hayatımızı ve yaşam tarzımızı belirleyen bir cevabı olan bu soruya cevap vermekten de aciz kalıyoruz.


Ey Kerim Kardeşlerim
:

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, ümmeti iki yay boyu yada daha yakın olan kalkınma projesine yaklaştıracak siyasî ve fikrî çalışmalar yoluyla her yıl bu Receb-ul Hayr ayında Hilafet'in yıkılışının yıl dönümünü canlandırmayı alışkanlık edindik. Dolayısıyla bizler, H. 1433 yılının Receb ayında da Sudan'ın tüm bölge ve şehirlerinde düzenlenecek olan konferansların, seminerlerin, hutbelerin, konuşmaların ve üniversitelerde tartışma köşelerinin olduğu geniş bir kampanya başlatıyoruz. Dolayısıyla buralardaki temiz halkımıza bizler, kimliklerinin, sadece azim olan İslam olduğunu hatırlatacağız.

Bu kampanya çerçevesinde insanlara, bizlere aşağılanmışlığı ve utancı miras bırakan Batı'nın ortaya çıkarmış olduğu ulusal devletçiklerin bayrakları yerine İslamî kimliğin tezahürlerini yükseltmek ve ibraz etmek için İslam livası ile râyesini dağıtacağız.

İslam'ın livası ve râyesi şeri hükümlerden olup delilleri ise aşağıdaki şekildedir:

Beyaz Liva, üzerine siyah olarak [لا إله إلا الله  محمد رسول الله] yazılı olandır. Bu, ordu emiri yada ordu komutanı için hazırlanır. Buda onun yerinin işareti olup gittiği yerlere bununla birlikte gider. Livanın, ordu komutanı için hazırlanmasının delili şudur:

أن النبي دخل مكة يوم الفتح ولواؤه أبيض "Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Fetih günü beyaz livası olduğu halde Mekke'ye girmiştir." [Cabir kanalıyla İbn-u Mace rivayet etmiştir]

Nesâi Enes'den şöyle rivayet etmiştir:

أنه  حين أمَّر أسامة بن زيد على الجيش ليغزو الروم عقد لواءه بيده "Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Rumlarla savaşması için Usame Bin Zeyd'i orduya emir tayin ettiğinde, onun livasını kendi eliyle hazırlamıştır..."

Siyah Râye, üzerine beyaz olarak [لا إله إلا الله  محمد رسول الله] yazılı olandır. Bu, (Tabur, Tugay ve diğer ordu birlikleri) gibi ordu bölük komutanlarıyla birlikte bulunmaktadır. Delili ise Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Hayber'de ordu komutanı olacak olan hakkında şöyle buyurmasıdır:

لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ غَدًا رَجُلًا يُفْتَحُ عَلَى يَدَيْهِ، يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ، وَيُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ... فأعطاها علياً رضي الله عنه "İşte bu râyeyi yarın, Allah'ın O'nun eliyle fetih ihsan edeceği öyle bir adama vereceğim ki O Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu sever.. Ve onu, Ali [Radıyallahu Anah]'a vermiştir."


Ey Kerim Kardeşlerim
:

İslamî kimlik, şu anlamlara gelmektedir:

- Maslahat mikyasıyla değil de helal ve haram mikyasıyla şeri hükümlerle kayıtlı kalmakla temeyyüz eden kulluğun, sadece alemlerin Rabbi olan Allah için olması.

- Ulusal devletçiklerin bayrakları yerine İslam'ın ukab râyesi ve livasını yükseltmek yoluyla alemlerin Rabbi olan Allah'a kullukla gurur duyulması.

- Anayasa ve diğer kanunlara, sadece İslam esas olacak şekilde İslamî bir anayasa'nın talep edilmesi.

- Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, İslamî Hilafet'in olduğu devletinin talep edilmesinin yanı sıra demokratik ve sivil devlet, cumhuriyet ve benzerlerinin kaldırılıp atılması.

- Geri getirilmesinin bir farz olmasının yanı sıra Allahu Subhânehu'nun bir vaadi ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in de bir müjdesi olmasından dolayı Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'i geri getirmek yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışılması yada onlara destek verilmesi.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

أَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu! İşte kafirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir." [En'am 122]

 

Ve's Selemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Amerika'nın Yemen'deki Çalışmalarına Karşı Hizb-ut Tahrir'in Tutumu" Başlıklı Basın Konferansı

Amerika'nın Yemen'deki çalışmaları, son üç aydır dikkat çekici bir şekilde artmıştır. Nitekim Amerika, Yemen'deki politikalarını gerçekleştirmeye bağlı Körfez girişimlerini uygulamayı benimsemiştir. Zira Amerika, Yemen'deki güvenlik ve askerî dosya gurubuna başkanlık etmek ve ordunun dostluğunu dönüştürmeye dayalı stratejisine de Abdurabbu Mansur Hâdi'yi koyabilmek için çalışmaktadır.

Amerika'nın Yemen'e karşı çalışmaları iki kısma ayrılmaktadır: Amerikan yönetimi yetkililerinin stratejileri ve açıklamaları, onların Yemen'i ziyaret etmeleri ve Obama'nın Terörle Mücadele İşlerinden Sorumlu Danışmanı John Brennan, Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu ve Federal Soruşturma Bürosu Başkanı olan Amerika Dışişleri Bakanı Yardımcısı Jeffrey Feltman, Dünya Bankası ve İMF gibi Amerikan yönetimiyle yakın ilişkisi olan birtakım kurumlar ile Cemal İbn-u Ömer benzeri birtakım şahsiyetler gibi çeşitli siyasî yelpazenin, Yemenli yetkililer ile görüşmeler yapmaları bakımından siyasi olarak. Bunun yanı sıra Yemen'deki Büyükelçisi Gerald Firestein ve yardımcısının çalışmaları ve bunların resmî yada resmî olmayan birtakım şahsiyetlerle görüşmeleri olduğu gibi aynı şekilde RAND Kurumu, Carnegie Enstitüsü ve benzeri araştırma merkezlerinin verilerine dayalı olan ve Washington Post, New York Times, Dış Politika [Foreign Policy], Los Angeles Times ve benzerleri gibi gazeteler yoluyla sirküle edilip yayınlanan raporlar da vardır...

"Terörle mücadeleye" dönük eğitim yapmak yada savaş gemileri üzerinde savaş çalışmalarına başlamak veya Yemen kıyılarında savaş yıkımlarına başlamak yada bilgiler toplamak veya el-Kaide mensubu şüphelisi olanları öldürmesi için insansız hava uçaklarını roketler atmaya yönlendirmek için geçmişte Yemen'e ulaşan güçlerini temsil etmesi bakımından askerî olarak. Dolayısıyla CIA'nın çıkarlarına dönük casusluk çalışmaları yapması için el-Kaide Örgütü'nün içerisine ektikleri unsurlar işte bunlardır. Nitekim bunlardan sonuncusu, Yemen'de hazırlanan ve daha önce de Amerikalılara ait olduğu keşfedilen bombaların kaçakçılığını yapan Suudi bir ajan olduğu ortaya çıkmıştır.

Amerika'nın Yemen'deki tüm bu çalışmalarına karşı konuşmak amacıyla Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, 24.05.2012 Perşembe günü, yeni üniversitenden sonra Sanabani İstasyonu civarındaki Eagle Otel'in -Kuzey Dairesinde-  sabah saat 10:00'da "Amerika'nın Yemen'deki Çalışmalarına Karşı Hizb-ut Tahrir'in Tutumu" başlıklı bir basın konferansı düzenleyecektir. Burada insanlara, Amerika'nın bu çalışmaların arkasında neyi hedeflediği açıklanacaktır.

Devamını oku...

Amerika, Esad Çetesi ve "İsrail" ile Birlikte Lübnan'daki Ajanlarının Tamamı, Şam Ayaklanmasını ve Onun Lübnan'daki Destekçilerini Ortadan Kaldırmak İçin Gizlice Anlaşmışlardır

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Mübarek Şam ayaklanmasının, geçen yılın Mart ayında başlamasında bu yana uluslararası, bölgesel ve yerel güçler onunla, daha önceki tüm bölge ayaklanmalarından farklı bir şekilde muamelede bulunmaktadırlar.

Esad çetesine gelince; Suriye'deki hegemonyasını korumak için vahşî katliamlar işlemektedir. Zira ona, kendisinin bir çiftliği gibi bakmakta ve insanları da bu çiftlikteki bir köle olarak görmektedir.

Amerika'ya gelince; ayaklanmadan korkmaktadır. Çünkü ayaklanma, bölgedeki çıkarlarını korumak için sürekli kendisine hizmetler veren ajanı olan rejimi tehdit etmektedir. Bu yüzden Suriye'deki nüfuzunu koruyabilecek bir alternatif buluncaya kadar ayaklanmanın bitkin düşmesi için rejimin ömrünü uzatmaya ve onun katliamlar işlemesine izin vermeye karar vermiştir. Ancak o, Allahuteala'nın lütfüyle rezil olmuştur. Zira ayaklanmayı bitkin düşüremediği gibi kendisine hizmet etmesi için otoriteyi üstlenecek bir alternatif de bulamamıştır.

İran'a gelince; ayaklanmadan korkmaktadır. Çünkü Esad çetesi, Amerika ile gizli anlaşma yaparak liderliğini yaptığı ve İran'dan Irak, Suriye ve Lübnan'dan geçerek Filistin'e kadar ulaşıp genişleyeceği ekseninin temel taşıdır.

"İsrail'e" gelince; sürekli olarak sessizce Golan cephesini koruyan, direniş tüfeklerini kontrol eden ve on yıllar boyunca onu gelişmeden yok eden rejimin düşme tehlikesi uykularını kaçırmaktadır.

Lübnan'da ise; İran ve Esad rejiminin tabiileri ile bazı toplum liderleri kendilerini, Esad çetesinin düşmesi durumunda sözde azınlıklar tehlikesi karşısında kendilerine destek vermesi vasfıyla bu mücrim rejimi savunmaya adamışlardır.

İşte bunların hepsi, özellikle aydan aya İslamî ayaklanmanın netlik kazanması, ayaklanmanın şeriatın egemenliğini ve ümmetin Sultanı'nı yeniden hakim kılacak ve Amerika eski Dışişleri Bakanı Kissinger'in yazdığı gibi tüm bölge için bir cazibe oluşturacak olan İslamî Devlet'in kurulması yönünde ilerlemesiyle birlikte Suriye'nin parlak geleceği hakkında tekbir korkuyu taşımaktadırlar. Yani onların hepsi, onları yiyip bitirecek ve Şam ülkesinde irtikaz edecek olan Hilafet Projesi'nin gerçekleşmesinden korkmaktadırlar. Bu nedenle bu düşmanların hepsi, siyasî, manevî ve maddî güç nedenleri yoluyla ayaklanmaya destek verenleri ve uzantılarını engelleyerek Şam ayaklanmasının izole edilmesi isteği üzerinde ittifak ettikleri gibi onlardan bazıları da Esad rejiminin ömrünü uzatmak için çalışmaktadırlar. Ayrıca onları, bu rejimin, halef olarak onun gibi bir ajan gelmeden önce Şam kahramanlarının darbeleri altında devrilmesi olasılığı da kuşatmıştır. Bu yüzden çevresinden yeni kurtulmuş Suriye'yi izole etmekteler ve ayaklanmasının geri kalan Şam ülkelerine, Irak'a ve diğer İslam dünyasına uzanmasını engellemektedirler.

Lübnan'da, güvenlik birimlerinin bazı başkanlarından bazı saldırgan aptallar, Amerikalıların, İranlıların ve Esatçıların iradesinin hemfikir olduğu Şam ayaklanmasına destek verenleri takip etmek, onlara baskı uygulamak, dahası onları öldürmekle ilgili emirlere hızla karşılık vermektedirler. Nitekim Suriyeli ayaklananlar ile Lübnan'daki destekçilerinden onlarca kişiye uzanan tutuklama kampanyasının ardından genç Şâdi Mevlevî'nin tutuklanması, Trablus'taki Zehra Hastanesi'ndeki yaralıların kaçırılma girişimleri ve ardından da Akkar'daki subaylardan birinin faziletli Şeyh Ahmed Abdulvâhid ile arkadaşı Muhammed Merab'ı (Allah ikisini de rahmet etsin) öldürmek yoluyla işlediği iğrenç cürümler üslubuyla temeyyüz eden pervasız uygulamalar gelmiştir. İşte tüm bunların hepsi, bir biri ardına gelen Lübnan otoritelerinin yargılanmaksızın haksız yere cezaevlerinde tutuklu bulunan yüzlerce gence karşı işledikleri sistematik cürümler nedeniyle yıllara uzanan tıkanıklığın olduğu bir atmosferde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla yıllardan beridir çizilmeye başlayan bir görüntü insanların gözleri önünden tamamlanmıştır ki buda; hergele uluslararası, bölgesel ve yerel ittifakın, karşılarında duran İslamî akıma, takip edilmesi, sıkıştırılması, işkence edilmesi, yargılanmaksızın yıllarca gözaltında tutulması... hatta sinsi medyanın, hem İslamî akımın hem de İslam'ın görüntüsünü çarpıtmaya dönük kampanyası dışında kasten öldürmeye varan her türlü kirli muamelede bulunmanın mubah sayıldığı baş düşman olarak bakmalarıdır.

Şam ayaklanmasına ve Lübnan'daki destekçilerine tek bir yaydan ok fırlatan bu hergele ittifak bizlere, Müşrik Arap kabilelerinin, Yahudi kabilelerinin ve Medine Münafıklarının, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Medine'deki devletini yok etmek ve oradaki Müslümanların kökünü kazımak için ortaya çıkardıkları ve Ahzab Gazvesi olarak bilinen ittifakı hatırlatmaktadır. Ama onların ittifakı başarısız olmuş ve maddî üstünlük nedenlerinin tamamlanmasının ardından Allah onları, hor ve hakir bir şekilde ökçelerinin üzerine geri döndürmüştür. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَمَا زَادَهُمْ إِلا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا "Müminler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman işte bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi dediler. Bu onların sadece imanını ve teslimiyetini artırmıştır" [Ahzab 22]

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Fransa'nın, bu varlığı ortaya çıkarmasından, onunla sizi ümmetinizden ayırmasından, sizleri ikinci sınıf vatandaş olarak görmesinden ve sizleri Lübnan'da "küçük" taifelerinden oluşan [taifeciklere] dönüştürmesinden bu yana sizler, aşağılanmışlığın, zorlamanın ve baskının hedefi oldunuz. Bugün de Lübnan'daki düşmanınız, bu varlığın gelmekte olan Hilafet Devleti'nin karşısında müstahkem bir kale olmasını istedikleri gibi sizlerin de bu küçük kalenin içerisinde itaat edip boyun eğen mahkumlar olmanızı istemektedirler. Ama Allah'ın lütfüyle sizler, Trablus, Akkar ve Beka'daki intifadanızla bu hergele planları başarısız kıldınız. O halde bu tarihî yönde devam ediniz, onların planlarını başarısız kılınız, mübarek Şam ayaklanmasına nusret imzanızı atınız ve Lübnan'daki şu yada bu parti için tartışan tarafların yakıtı olanlarınızı uyarınız. Zira sizin dostunuz onların dostu olmadığı gibi sizin davanız da onların davası değildir. O halde Şam ayaklanmasına destek veriniz. Çünkü sizin dostunuz, Allah, Resulü ve müminlerdir. Lübnan liderlerine gelince; onlar, ya ayaklanmaya savaş açmaktalar yada onu desteklemeyi, aralarındaki Lübnan çiftliğine dair çatışmaları için pazarlık konusu yapmaktadırlar.

Haydi bu sancılı dönemde sloganınız olarak Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisini yükseltiniz:

... ألا إن عقر دار المؤمنين بالشام "Dikkat edin! Müminlerin dârının merkezi Şam olacaktır"

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Danimarka'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne Açık Bir Mektup Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, Navit Butt'un Kaçırılmasını Kınar ve Hizbin Tüm Tutuklu Üyelerinin Derhal Serbest Bırakılmasını Talep Eder!

Pakistan rejimi polisinin, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti üyelerine karşı ödlekçe uygulamalarının en sonuncusu Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'u, 11 Mayıs 2012 Cuma günü çocuklarının gözleri önünden kaçırmak olmuştur!

Bu kaçırılan kişilerin tek suçu ise dünyadaki İslamî hiziblerin en büyüğü olan ve elli küsur ülkede bulunan Hizb-ut Tahrir'in mensubu olmalarıdır. Halbuki bu hizib, ortaya çıktığından bu yana ümmeti kalkındırmak ve İslam dünyasında Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla ümmetin iradesini ve özlemlerini ifade eden İslam'ın sistemlerini tatbik sahasına koymak için çalışmaktadır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir, Müslümanların yöneticilerini muhasebe etmek ve Pakistan yöneticileri de dahil onların komplolarını ve ihanetlerini ifşa etmek için çalışmaktadır. Bu siyasî çalışmalar sayesinde hizib, Keşmir, Afganistan ve Filistin gibi işgal edilmiş Müslüman ülkeler de dahil Müslümanların ölüm kalım meselelerine ve bunların İslam hükümlerine göre çözüm keyfiyetine dair genel bir uyanıklık oluşturmaktadır.

Şimdi sırayla sorarız: İslam dünyasında İslam sistemlerini tatbik etmek için çalışmak ve İslam'ı yalan ve iftirayla İslamî olarak adlandırılan Pakistan "Cumhuriyeti'ndeki" toplumun işlerinin düzenleyicisi kılmak için gayret göstermek, evet bunlar bir suç olarak mı görülmektedir? İngiltere'nin hegemonyasından ve kafir Hindistan'ın zulmünden kurtulma arzusuyla ortaya çıkan Pakistan'ın, Amerika'nın hegemonyasına ve Batı'dan ithal edilmiş küfür sistemlerini tatbik eden baskıcı hükümetin zulmüne boyun eğer bir hale gelmesi kabul edilebilinir mi?

Özellikle de Amerika'nın ajanlığına devam etmelerinin, tüm askerî imkanlarını Amerika'nın hizmetine sunmalarının, insansız hava uçaklarının Salale saldırıları, Abbotabad operasyonu ve Blackwater şirketinin operasyonları gibi Amerika'nın terörist faaliyetlerine meydan okuyanlardan vazgeçmelerinin ardından Pakistan yöneticilerini muhasebe etmek bir suç olarak mı görülmektedir? Adaleti garantileyecek ve huzur verecek olan İslam hükümlerinin tatbik edilmesini reddetmelerinden dolayı yöneticileri muhasebe etmek kaçırmayı, zulmü ve takibatı gerektiren bir suç haline mi gelmiştir? [Yoksa Müslümanları, mücrimler gibi mi görüyoruz. Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?]

Pakistan'daki iktidar rejiminin temsilcileri olmanız vasfıyla sizleri, Navit Butt ile Hizb-ut Tahrir'in tüm tutuklu üyelerinin derhal serbest bırakılmaları için çalışmaya talep ediyoruz.

Sizlerden; Pakistan yöneticilerine, Hizb-ut Tahrir'in ister Pakistan'da dahil İslam dünyasında olsun isterse de İskandinavya ülkeleri de dahil Batı'da olsun, yani her nerede olursa olsun onların cürümlerini ifşa etmeye devam edeceğini aktarmanızı talep ediyoruz.

Yine sizlerden; Pakistan yöneticilerine, yöneticilerin yeryüzünde Allah'ın dininin ikame edilmesine karşı koymaya dönük çalışmadaki umutsuz mücadelelerine rağmen Hizb-ut Tahrir'in, Allah'ın izniyle kesinlikle kurulacak olan İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak için ümmetle yan yana azimle çalışmaya devam edeceğini aktarmanızı talep ediyoruz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Hollanda'dan Bir Heyet, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü'nün Kaçırılmasını Protesto Etmek İçin Pakistan Büyükelçiliği'ni Ziyaret Etmiştir

11.05.2012 Cuma günü Pakistan rejiminin istihbarat birimleri, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'u çocuklarının gözü önünden kaçırmıştır. Binaenaleyh Hizb-ut Tahrir / Hollanda'dan bir heyet, bu ödlekçe eylemi protesto etmek için Hollanda'daki Pakistan Büyükelçiliği'ni ziyaret etmiştir.

Nitekim heyeti, Büyükelçilikte birinci sekreter olan Tarık Kerim karşılamış ve heyet ona, Hizb-ut Tahrir'in Hilafet'i kurmak yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalıştığını, şiddeti benimsemediğini, Resmî Sözcü Navit Butt'un kaçırılmasının ödlekçe bir eylem olmasının yanı sıra siyasî bir cürüm olduğunu ve bu nedenle otoritelerin onu derhal serbest bırakması gerektiğini açıklamıştır. Ayrıca heyet, Hizb-ut Tahrir / Pakistan'ın kaçırılma eylemi çerçevesinde yayınladığı resmi bir beyanda teslim etmiştir.

Heyet; Büyükelçilik üyelerine Pakistan rejiminin Hizb-ut Tahrir üyelerine saldırmasının, onları takip etmesinin ve onları kaçırmasının Pakistan hükümetine nüfuz eden Amerika'nın arzusundan öte bir şey olmadığını açıklamıştır. Aynı şekilde heyet, Devlet Başkanı Zerdâri, General Keyâni ve Bakan Gilâni gibilerin yaptıkları bu kirli eylemlerin, hizbin çalışmasını engelleyemeyeceğini ve aktivetisini de durduramayacağını açıklamıştır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika, Esad'ın Lübnan'daki Birimlerine Şam Ayaklanmasına Destek Verenleri Takip Etmelerini ve Onlara Baskı Uygulamalarını Emretmektedir

Bugün, Şeyh Ahmed Abdulvâhid ve arkadaşı Ali Hâciz Askerî Halep şehrinin girişinde öldürülmüştür. Nitekim güvenlik ve askerî birimlerin, bu birimin saldırgan başarısız olmuş başkanlarından birinin açıkladığı gibi mücrim Esad rejimini korumak ve Amerika'nın emirleri için kullanılması ilk kez olmamıştır! Zira haftalardır, Şam ayaklanmasına destek veren Kuzey Lübnan, Esad'ın Lübnan'daki birimleri tarafından esasında keyfi ve anlamsız tutuklamalarla temeyyüz eden ürkütücü eylemlere maruz kalmıştır. Bugünse onların hali, bu ülkenin asillerine diz çöktürmek için küstah ve inatçı bir şekilde kasten cinayet işlemeye kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bu eylemler, Esad'ın Lübnan'daki müttefiki olan güvenlik birimlerinin,temel üslup olarak katletme ve korkutma seçeneğini benimseyen Amerikan kovboyu zihniyetine katıldığını ortaya koymaktadır. Buda genç Şâdi Mevlevî'nin tutuklanmasında, Trablus'taki Zehra Hastanesi'ndeki yaralıların kaçırılma girişimlerinde ve bugün de Şeyh Abdulvâhid ve arkadaşının öldürülmesinde gayet açıktır.

Nitekim Amerikan yönetiminin açıkladığı gibi artık bu eylemlerden maksadın, Lübnan'ı Suriye'de olanlardan ayırmak olduğu netlik kazanmıştır. Burada kasdedilen ayırma ise tek bir yönden ayırmadır. Yani Lübnan'da ayaklanmaya destek verenleri Suriye olaylarından ayırmaktır. Diğer bir yöne gelince; Amerika, Suriye, İran ve Türkiye koordinasyonu, akıl sahibi ve siyasî olayları takip eden herkes için açık ve net bir hale gelmiş olmasının yanı sıra Esad'ın Lübnan'daki müttefiki olan çetesinin karşılaştıklarına destek verdikleri de netlik kazanmıştır.

Bizler, bu vahşî eylemi ve bundan önceki pervasız uygulamaları kınar ve Lübnan'daki otorite sahiplerini, güvenlik ve askerî birimlerdeki evlatlarımızı Esadçı mücrimlere ve Amerika'nın emirlerini yerine getirmeye boyun eğdiren bu pervasızları kontrol altına almaya davet ederiz. Onlara deriz ki; Amerika'nın size, her zaman faydası olmayacaktır. Bilakis sizden öncekilerden vazgeçtiği gibi sizden de vazgeçecektir. Aha işte genç Şâdi Mevlevî'nin tutuklanmasının Amerikalılar ile koordinasyon çerçevesinde gerçekleştiğini açıklayan güvenlik adamınızı Amerika tanımamış ve onun amelini reddetmiştir. Dahası Arap bölgesinde ayaklanmanın patlak vermesinden bu yana birbirini takip eden olaylar, büyük devletlerin planlarına başarının değil başarısızlığın egemen olduğunu teyit etmektedir. O halde ey otorite sahipleri, insanların öfkesinden sakının! Sizden önceki Tunus, Mısır, Libya ve Yemen yöneticilerin başına gelen hesaplaşmalarından sakının! Tüm bunlardan önce de malınızın, otoritenizin ve Amerikan yönetiminin hiçbir fayda sağlamayacağı gün olan, Allahu [Subhânuhu ve Te'âla]'nın huzurunda duracağınız o günden sakının!

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrâhîm 42]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Aşağılık Filistin Otoritesi, Kurtuluş İçin Orduları Harekete Geçirmek Yerine İşgalciyle Normalizasyon İçin Futbol Takımlarını Harekete Geçirmektedir

Filistin otoritesinin Nakba'nın [Nakba; büyük felaket demektir] yıldönümünde, yabancı takımlarım yanı sıra Ürdün, Tunus, Moritanya, Irak Kürdistan'ı, Endonezya ve Pakistan gibi takımların da katılımıyla yaklaşık on gündür devam eden ve "Nakba'dan devlete doğru" sloganlarını taşıyan uluslararası futbol karşılaşmaları düzenlemiştir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Filistin'in bu mücrim işgalci Yahudilerden kurtuluşu için orduların gönderilmesi yerine bu futbol takımlarının işgalcinin süngüleri altında ve onun izniyle Filistin'e gönderilmelerini onaylamamakla birlikte aşağıdaki hususları da vurgularız:

Nakba; işgalci Yahudilerin, 1948 yılında işgal ettiği ve işgalci nüfusun, Filistin halkının kanlarını içmelerinin ve onların memleketlerini, evlerini ve topraklarını terk etmelerinin ardından terk ettiği toprak olarak bilinen Filistin topraklarının geneline saldırdığı bir gündür. Nitekim otorite, Yahudilerle yaptığı hain anlaşmalar gereğince Filistin topraklarının yaklaşık yüzde seksenini oluşturan bu topraklardan feragat etmiştir. O halde bu toprakların kurtuluşu için çalışan, buranın işgalciye feragat edilmesi için ısrarcı olmayan ve onun 1967 yılında işgal ettiği topraklar üzerinde sözde kıt devletini kuracağı iddiasında bulunmayan bir kimse, "Nakba'dan devlete doğru" sloganı doğrultusunda bu Nakba yıldönümünü yaşatmak isteyebilir mi?

Nakba'da meydana gelenlerden dolayı yalancıktan gözyaşı dökenlerin yapması gereken, futbol takımlarını işgalcinin süngüleri altında ve onun izniyle Filistin'e girmesi için harekete geçirmek değil -ki böylece işgalciyle normalizasyon gerçekleşecek ve Filistin 1967 yılında işgal edilen topraklarla sınırlandırılacak- hem Nakba'da hem de sonrasında işgal edilen tüm Filistin'i kurtarmak için Araplar da dahil İslam dünyasının ordularını harekete geçirmektir.

İşgalcinin süngüsü altında ve onun izniyle Filistin'e girmesi için futbol takımlarını gönderen ülkelere gelince; otoritenin bitkinliğini istismar etmek ve onun işgalciyle normalizasyon için ifrata kaçmasıdır. Dolayısıyla bizler de onlara deriz ki; İslam ümmeti ve Filistin halkı, Allah'a, Resulüne ve müminlere dönük bu hıyanetten dolayı asla sizi affetmeyecektir. Zira mübarek Filistin halkı, Yahudi varlığını ortadan kaldırmak ve Filistin'i, halkını ve Mescid-il Aksa'yı işgalden ve otoritenin zulmünden kurtarmak için mücahit ordularınıza muhtaçtır. Dolayısıyla bu, Allah'ın üzerinize farz kıldığı vacibiniz değil midir?

Bizler, halkımıza ve İslam sevgisiyle, cihat sevgisiyle ve Hilafet sevgisiyle bilinen Pakistan'daki kardeşlerimize deriz ki; Pakistan'daki siyasî ve askerî liderliğin cürümlerine nasıl sessiz kalabilirsiniz? Onların, Pakistan ve Afganistan'daki kardeşlerinize karşı olan savaşında Amerika ile işbirliği yapmalarına nasıl sessiz kalabilirsiniz? Yine onların, Dr. Afiyat Sıddîk gibi evlatlarınızı kaçırıp onu Amerika'ya teslim etmelerine ve aynı zamanda Dr. Abdulkayyum ve Hizb-ut Tahrir'in Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt gibi Hizb-ut Tahrir'in şebabını kaçırıp onlara gizli cezaevlerinde işkence etmelerine nasıl sessiz kalabilirsiniz?! Filistin ve halkına komplo kuranlara ve futbolcu evlatlarınızı, işgalcinin süngüsü altında işgalciyle normalizasyon, zulmünde otoriteye destek vermek ve Filistin hususunda ifrata kaçması için gönderenlere karşı sessiz mi kalacaksınız?!

Hindularla şiddetle savaşan azim Pakistan ordusu, Yahudi devletini yok etmeye ve Filistin'i işgalden kurtarmaya muktedirdir. Nasıl olmasın ki? Zira o, akide, sayı ve donanım olarak İslamî bölgenin en güçlü ordularındandır. Ayrıca Pakistan nükleer bir ülke olup düşmanlarını korkutmaya muktedir olduğu gibi şayet liderliğini muhlis bir komutana teslim eder, İslam livasını yükseltir ve Müslümanların Halifesine de biat ederse Müslümanları livası altında toplamaya da muktedirdir. İşte Hizb-ut Tahrir aranızda bunun için çalışmaktadır. O halde ona yardım edip destek verin ki böylece dünyanın ve ahiretin hayrına nail olasınız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un Kaçırılma Davası: Pakistan'daki Amerikan Ajanları, Hizb-ut Tahrir'in Akrabalarından Olan Yaşlıları Takip Etmektedirler

Keyâni ile askerî ve siyasî liderlikteki tabiileri, Hilafet'i kurmaya dönük çalışmaya karşı savaş ilan etmelerinin ardından şimdi de Hizb-ut Tahrir şebabına baskı uygulamak için daha kirli taktiklere yönelmişlerdir. Zira onların, yaşlı ve aciz babalarına zulmetmeye başlamışlardır. Mesela Peşaver'de neşriyat dağıttığı sırada tutuklanan Hizb-ut Tahrir üyelerinden birinin babasının da hazır olduğu kefalet celsesinde polis onu, dağıtım amacıyla mescide ulaşması için oğluna hizmet eden otomobilin sahibi olmasından dolayı hemen tutuklamıştır. Nitekim hükümetin baltacıları, Hizb-ut Tahrir'in Lahor şehrindeki haftalık dersine saldırdığı 29 Mart'tan bu yana yaşlı olan ev sahibi, evini İslamî çalışma için kullanılmasına izin vermesi nedeniyle hala cezaevindedir. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

...الْبَرَكَةَ فِي أَكَابِرِنَا... "... Bereket yaşlılarımızdadır..." [Taberî]

Hatta Müslümanların kafirlere karşı olan savaşları genişlediğinde, kafirlerin yaşlılarına müdahale etmemelerinden dolayı Müslüman askerlerin komutanları büyük biri olurdu! O halde mübarek bir daveti taşıyan Müslümanların beyaz saçlı babalarına nasıl böyle bir yöntemle muamelede bulunabilinir? Aslında Pakistan'daki rejim, ümmetin sorunundan, onun değerlerinden ve bu ümmeti ilgilendiren bütün her şeyden uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla bu rejim, yaşlılara ve şeyhlere saygı göstermemelerinin yanı sıra yaşlılara eziyet ve hakaret etmeleri de dahil kokuşmuş Batı hadaratından gelen her şeyi benimsemektedir. Nitekim Keyâni rejimi, yaşlılara zulmedilmesi noktasında kırmızı çizgileri aşmıştır. Bunun yanı sıra bütün İslam ülkelerinin dört bir tarafındaki mevcut hain yöneticiler, herhangi bir küresel devletten daha büyük üç milyon küsur silahlı kuvvetleri olan bir ümmete sahip olmalarına rağmen güvenliği ve yaşlıların onurunu garantilemek ve gençleri, kadınları, şehitlerin cesetlerinin kutsallığı ile hırsız haçlıların ellerindeki Kur'an-ı Kerim'in kutsiyetini savunmak için kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar. Yoksa bu ordular, ümmetin gerçek gücünü keşfetmelerinden dolayı kafirlere hizmet etmek için hava korsanlığı yapan küçük gurupların liderlerinin bir avı haline mi gelmiştir? Peki bu gibiler, genç yada binlerce askere liderlik yapan orta düzeydeki askerlerin itaatini hak ediyorlar mı?

Artık Silahlı Kuvvetleri içerisindeki muhlislerin, Hilafet Devleti'ni kurması ve ümmetin, silahlı kuvvetlerinin ve İslam dininin heybetini ve konumunu geri iade etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermek amacıyla harekete geçmesinin zamanı gelmiştir. Artık İslamî Devleti kurması için Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e nusret veren Sa'd İbn-u Muaz'ın torunu olan bugünkü "Muaz'ın", savaşın seyrini Müslümanların lehine çevirmek için harekete geçmesinin zamanı gelmiştir. Hizb-ut Tahrir sizlere, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, kıymetli oğlu Sa'd'ı kaybetmesinin ardından yaşlı annesine söylediği şu sözlerini hatırlatır:

ليرقأ (لينقطع) دمعك، ويذهب حزنك، فإن ابنك أول من ضحك الله له واهتز له العرش "Gözyaşın dinsin ve hüznün bitsin. Zira oğlun, Allah'ın kendisine güldüğü ve kendisi için arşı salladığı ilk kişidir."

O halde ey muhlis subaylar, içinizden bu zamanın Sa'd'ı kim olacak acaba?

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER