Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Haya Etmiyorsan, Dilediğini Yap

Şeyh Ali Cuma, 18.04'de Ürdün Kralı'nın Diyanet İşlerinden sorumlu Özel Temsilcisi ve Danışmanı Prens Gazi Bin Muhammed eşliğinde Mescid-il Aksa'yı ziyaret etmiştir. Kudüs Vakıflar Müdürü Şeyh Azzam el-Hatîb ziyaretin, "el-Aksa ile Kudüs şehri sakinlerini desteklemek için" olduğunu söylemiştir. Ürdün Vakıflar Bakanlığı ise açıklamasında, ziyaretin "Mübarek Mescid-il Aksa'ya gitmeye muktedir olan Müslümanları, Müslümanların kıblesi ve İslam'daki üç kutsal yerden biriyle iletişim kurmaya teşvik etmek için gerçekleştiğini" ilan etmiştir.

Bu ayın başlarında Kıptilerden yüzlercesi, Kıpti Kilisesi bu tür ziyaretleri yasaklamasına rağmen "Paskalya Bayramı" münasebetiyle mukaddes toprakları ziyaret etmişlerdir. Kilise, Papa Shenouda'nın uzun zaman önce yayınlamış olduğu bu karara hala bağlanılması gerektiği hususunda ısrarcı olmasına rağmen neden bu günlerde onlara izin verilmiş ve bu izni onlara kim vermiştir?

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak bizler deriz ki:

1-Müftünün bu eylemi, toprakları gasbeden ve ırzları çiğneyen Yahudi devletinin tanınmasını ve onanmasını içermektedir. Aksi taktirde Şeyh, işgal altındaki topraklara girme izninin nasıl meydana geldiğini bize bildirsin? İddia edildiği gibi eğer Ürdün mührü varsa vizesinin şekline bakılmaksızın mı yoksa nasıl? Yani Yahudilerin izni ve rızasıyla girmemiş midir? Peki bu, onlarla iletişime geçilmesinin ve ziyaret ve yöntemi sırasında onlarla koordinasyona girilmesinin ardından olmamış mıdır? Yoksa Şeyh bizi, onlara karşı zorla girdiğine inandırmak mı istiyor?! Peki bu iletişim, izin ve koordinasyon, gasıpçıların varlığının tanınması ve mukaddes topraklardaki egemenliklerinin onanması demek değil midir?!

2- Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَخُونُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا أَمَانَاتِكُمْ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ve rasule hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz." [el-Enfâl 27]

Yahudilerle olan bu iletişim, Allah'a ve Resulüne hıyanet değil midir ey faziletli Müftü? Bunun yanı sıra taşımış olduğunuz ilim emanetine de hıyanet değil midir?! Ayrıca da tüm Müslümanlara ve özellikle de Filistin halkına ihanet değil midir?!

3- Ziyaretin, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Mescid-il Aksa'yı ziyaret etmeye dönük davetine icabet etmek için gerçekleştiğini söylemek, kasıtlı bir saptırma ve hak ile batılı birbirine karıştırmaktır. Zaten öncelikle Müslümanlar, ilk önce Beyt-il Makdis'i fethederek Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in bu hadisini uygulamışlar, burada İslam ile hükmetmişler ve sonra da onun mescidini ziyaret etmişlerdir. Bu yüzden şerî olarak talep edilen, bu gasıpçılarla savaşmak için hazırlık yapılması ve mübarek toprakların geri alınmasıdır. Nitekim Allahuteala, Müslümanlara kendilerine saldıranlarla, topraklarını işgal edenlerle ve kendilerini yurtlarından çıkaranlarla nasıl muamele edileceğini açıklamıştır.

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

İşte talep edilen budur. Yoksa talep edilen, gasıpçıların elinden esir olan Mescid-il Aksa'yı ziyaret etmek değildir!

4- Bu ziyaret, iman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olanları dost edinmek değil midir?! Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Artık her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mumtehine 9]

5- Şeyh Ali Cuma'ya bir son sorumuz daha olacak; Mısır'da bir ayaklanmanın olduğunu biliyor musunuz? Neden aynı şekilde siz, devrik Mübarek döneminde bölgedeki Yahudilerin simsarını ziyaret ettiniz? Gerçekten böyle bir zamanda nasıl bunu yapmaya cüret edebildiniz?! Yoksa siz de mi bizler Mübarek'in yolunda yürüyor, sizinle normalizasyonu muhafaza ediyor ve sizinle barış içerisinde ilerliyoruz şeklinde Yahudi devletini mutmain etmek isteyenlerle birlikte yarışıyorsunuz?! Ancak ya Şeyh, siz ve meşum ziyaretinizde sizinle birlikte olanlar, ümmetin ayaklanmaya başladığını ve bunu hiç kimsenin durduramayacağını unuttunuz galiba. Zira bu ayaklanma, Allah'ın izniyle alemlerin Rabbini razı eden bir nizamla sonuçlanacaktır. Dikkat edin! Bu nizam, tüm bu pislikleri silip süpürerek sadece insanların faydasına olanları bırakacak olan Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Nizamı'dır.

وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللَّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لا يُظْلَمُونَ "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının." [el-Bakara 281]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sudan'daki İktidar Partisinin Öğrencileri, Fikre Şiddet ve Baltacıların Üslubuyla Karşılık Vermektedirler

İktidar partisinin bazı öğrencileri, üniversiteli bazı Hizb-ut Tahrir şebabına ikinci kez saldırıda bulunmuşlardır. Nitekim hizbin şebabı, 17.04.2012 Salı günü Nile Üniversitesi-Sanatlar Fakültesi'nin "tartışma köşesi" olan siyasî platforma en son gelişen olaylar hakkında gitmeye karar verdikleri sırada fiziksel ve sözlü güç yoluyla onları engellemişlerdir. Zira Hizb-ut Tahrir'in üniversiteli şebabından kerim bir gurup, iktidar partisi mensubu bu baltacı gurup tarafından darba, tekmeye ve iğrenç lafızlarla tacize maruz kalmışlar, sadece tartışmayı bile reddetmişler ve üniversiteli öğrencilerin aktivitesinin engellenmesi için çıkarılmış bir kararın olduğunu iddia etmişlerdir.

Üniversite rektörüne, bu iddianın gerçek olup olmadığı hakkında sorulduğunda, böyle bir kararla ilgili bilgisinin olmadığını söylemiş, bu gurubun davranışlarını kınamış ve bu eylemi yapanlar hakkında soruşturma açılması ve muhasebe edilmesi, dahası şayet işbirlikleri kanıtlanırsa üniversitenin korumalarının bile muhasebe edilmesi için olayla ilgili bir dilekçe yazılması talebinde bulunmuştur.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, bu baltacıları İslam'a aykırı olan bu tutumlarından dolayı uyarırız. Zira (parti ve hükümet) olarak İslam hükümlerine dönük bu iğrençlikleri sebebiyle onlara, zillet, aşağılanma ve küçülmüşlük damgası vurulacaktır.

أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّى هَذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنْفُسِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "(Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi bu nasıl oluyor! dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter." [Âli İmrân 165]

Bizler, bu çirkin olay bağlamında deriz ki:

Birincisi: Üniversiteli öğrencilerin aktivitelerinin dondurulmasından yada devam etmesinden sorumlu olan kimdir? Şayet dondurulma ile ilgili bir karar yayınlaşmışsa peki bu kararı uygula yetkisi kime aittir?! Üniversite idaresi, bu olanlara karşı büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Dolayısıyla üniversitenin, benzeri olayların diğer üniversitelerde tekerrür etmemesi için bu gibi meselelerle sıkı bir şekilde ilgilenmesi gerekmektedir.

İkincisi: İktidar partisi ve öğrencileri iyi bilsinler ki; şiddet, terörist ve baltacı üsluplar, canlarını ve kanlarını İslam ve daveti yolunda adamış olan Hizb-ut Tahrir'in şebabını asla caydıramayacağı gibi bu tür eylemler onların, hedeflerini gerçekleştirmek için cesur bir şekilde ilerlemekten de vazgeçiremeyecek, azimlerini zayıflatamayacak, bilakis onların güçlerine güç katacaktır.

Üçüncüsü: İktidar partisi ve öğrencilerini, fikirleri ortaya koymaktan ve delile delille karşılık vermekten korkutan şey nedir acaba? Yoksa bu, fikrî bir iflas mıdır? Bu nedenle akıl yerine şiddeti kullananlar, düşünce ve aklî ameliyenin olması gereken bu tür kurumlarda bulunmayı hak etmemektedirler.

Dördüncüsü: Bu -Sudan- ülkesi, topraklarının eksiltilip servetlerinin yağmalanır olduğu bu duruma getirilmiştir. Dahası insanlar kendilerini, bizzat devlet tarafından işgal edilmiş toprakları kurtarmak için seferberlik hali içerisinde bulmaktadırlar ki bunu yapanlar ise, İslam akidesini yönetimin esası kılmayarak Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanet eden iktidar partisinin politikacılarıdır. Dolayısıyla İslam akidesini yönetimin temeli kılmasının yanı sıra fikirlerini ve çözümlerini insanlar arasında en üst seviyede muamelede bulunmanın temeli kılacak olan sadece Hilafet Devleti'dir.

وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لا تَشْعُرُونَ "Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun." [Zumer 55]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Abbas'ın Yahudilere Mektubu, Acziyetin ve Fücurun Arasının Birleştirilmesinde Israrcı Olmaktır

Filistin otoritesi Devlet Başkanı Mahmud Abbas, işgalci Yahudi varlığı başbakanına, Filistin otoritesinin artık hiçbir yetkisinin olmadığı gibi siyasî, ekonomik, coğrafî ve güvenlik alanlarında da gerçek bir vesayetinin kalmadığını, yani otoritenin gerçek varlık gerekçesini kaybettiğini vurgulayan bir mektup göndermiş ve aynı zamanda imzalanan anlaşmaların kabulünü, "İsrail" devletini tanımayı, "şiddetin" reddedilmesini ve tahrikin durdurulmasını hedefleyen programları üzerinde de ısrarcı olmuştur. Böylece Kudüs, "Doğu Kudüs" Filistin'in başkenti ve "Batı Kudüs'te" "İsrail'in" başkenti olmak üzere iki devletin başkenti olacaktır. Aynı şekilde üçüncü bir yön daha vardır ki bu da; Filistin'in yanı sıra Yahudilerin güvenliğinin de korunmasıdır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Filistin Kurtuluş Örgütü ile Filistin otoritesinin Yahudiler ile imzaladığı anlaşmaların, ülkeyi ve insanları yok eden hain anlaşmalar olduğunu tekrar tekrar defalarca vurgulamıştık. Zira bu anlaşmaların sonucunda ortaya çıkan otorite, sadece mücrim Yahudi işgalcisine hizmet etmekte olup Filistin halkının ise sadece bitkinliğini artırmaktadır. Buna rağmen Allah'a karşı bir mazeretimiz olsun diye tekrar aşağıdaki hususları vurgularız:

Filistin otoritesi, Filistin'in genelini Yahudilere feragat etmesinin yanı sıra onunla güvenlik koordinasyonu kurmakla, Filistin halkı kendi nefsini, mülkiyetlerini, el-Aksa ve tüm mukaddesatlarını korumaya çalışırken işgalciyi, askerlerini ve yerleşimcilerini korumakla günaha dalmış ve Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanet etmiştir. Aynı şekilde otorite, Hizb-ut Tahrir'in şebabı ve diğer örgüt ile medyacıların evlatları gibi işgali, hain anlaşmaları ve otoritenin iğrençliklerini reddedenlere savaş açmak, işkence etmek ve takip etmekle de cürüm işlemiştir. Aciz ve felç doğmuş olan Filistin otoritesi, sömürgeci devletlerin, işgalci varlığın ve Filistin'i kötüye kullanan zararlı örgütlerin yaşam borularına dayanmakta olup Filistin ve halkını terk etmekte ve el-Aksa ile tüm Filistin'i kurtarmak için ordularını harekete geçirmemektedir. Yine otorite, Filistin halkının güvenliğini korumaktan aciz kalmakla birlikte vergilerin artırılması, fiyatların yükseltilmesi, günahkarlar tarafından paraların gasbedilerek konserler, danslar, güzellik yarışmaları, erkek ve kadın futbolu ve benzerleri gibi Filistin halkının kızlarını ve erkeklerini tahrip eden projelere harcanması yoluyla onların bir lokma ekmeğinin peşine düşmüştür. Nitekim otorite, sezaryenle doğumundan bu yana mücrim işgalci Yahudi'nin yük olmasının ötesinde Filistin halkının omuzlarında bir yük olmuştur.

Filistin Halkına Deriz ki: Sizin yapmanız gereken, otoritenin Filistin, kutsiyetleri ve halkı hakkında peş peşe vermiş olduğu tavizlerin karşısında durmak ve Yahudi varlığının çıkarı için meseleyi tasfiye etmesini engellemektir. Otoritenin adamlarına da deriz ki: Yahudi varlığı, Amerika ve diğer tüm Batılı devletlerin asla size bir faydası dokunmayacak ve anlamsız olan vaatlerinin bir nebzesini dahi karşılamayacaklardır. Ayrıca onlar, bütün Filistinliler Filistin'i işgalcinin ve sizin zulmünüzden kurtarmak için harekete geçtiklerinde sizi ümmetin öfkesinden koruyamayacaklardır. O halde öğüt alarak hatanızdan dönüp Filistin'i kurtarma görevini yerine getirmek için meselenin İslam ümmetinin kucağına geri dönmesi için katkıda bulunarak dünyanın ve ahiretin izzetine nail mi olacaksınız, yoksa dünyanın rezilliğini ve ahiretin azabını hasat etmeye devam mı edeceksiniz?

وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُون فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ َ  "İçlerinden bir topluluk: Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir azap ile azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? dedi. (Öğüt verenler) Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de ittika ederler ümidiyle (öğüt veriyoruz) dediler. Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık." [el-A'râf 164 165]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bir Haberin Düzeltilmesi

"Cumhuriyet" Gazetesi, 21 Mart 2012 Çarşamba günü çıkan sayısında, "Washington, Silahlı Suriye Muhalefeti'ne Destek Vermeyecektir" başlıklı bir makale yayınlamıştır. Ayrıca makalede, "Suriye dışındaki köktendinci gurupların, Suriye dışındaki köktendinci gurupların finansman hattını aktifleştirdiği ve para, mal ve hatta savaşçılar temin ettikleri" geçmektedir. Bu köktendinci guruplar arasında ise Lübnan'daki "Hizb-ut Tahrir" de zikredilmektedir.

Şu hususu önemle vurgularız ki; Hizb-ut Tahrir, Suriye'deki ayaklanmanın içerisinde bulunmakta olup ayaklanmaya siyasî, halk ve medyasal olarak destek vermek için diğer bölgelerde faaliyetler göstermektedir. Ancak o, kesinlikle ne herhangi silahlı askerî bir aktiviteye destek vermekte nede savaşçılardan herhangi birine finansman temin etmektedir. Zira silahlı ve maddî eylem, Hizb-ut Tahrir'in metodunun bir parçası değildir. Bunu yanı sıra o, ayaklanmaya destek verecek para ve silaha da sahip değildir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

 

Lahor-"el-Ümmet" Gazetesi Editörüne Açık Bir Mektup

Saygıdeğer Muhterem, Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh ve Ba'd:

Özellikle size, 14 Nisan 2012'de muhabir Cavit Eşref adına "19 Hizb-ut Tahrir üyesi, fitneye teşvik yasası kapsamında gözaltına alındı" başlığı altında gazetenizde yayınlanan makaleden dolayı yazıyorum. Dolayısıyla dikkatlerinizi, sorumsuzca yazılmış bu raporun, gazetenizin itibarını zedelediğine çekmek isterim. Ayrıca raporun, Hizb-ut Tahrir'in dünyanın dört bir tarafında altmış küsur yıla uzanan kadim siyasî tarihinde oluşturmaya çalıştığı zarar da cabası. Nitekim makale, vakıayı yalanlayan hatalar ve mugalatalarla doludur. Açıktır ki bu rapor; hizbin Pakistan'daki Müslümanlara karşı olan terörizmle savaşlarındaki hıyanetlerinden dolayı General Keyâni ve tabileriyle mücadele ettiği bir sırada Pakistan İstihbarat Birimleri'nden alınmıştır.

Örneğin raporda geçenlerle sınırlı olmayan olgusal ve gazetecilik hatalarından bazıları şunlardır:

1- Rapor, "Lahor'daki Yüksek Mahkeme'nin kefaletle serbest bırakılmalarını reddetmesinin ardından 19 suçlunun tamamının yerel bir cezaevine gönderildiklerini" iddia etmektedir. Açıktır ki muhabir, basit gerçekleri kanıtlama zahmetinde bulunmaksızın basitçe bu bilgileri gizli istihbarat servislerinden elde etmiştir. Halbuki gerçek olan, mahkeme hala iddia dosyalarına bakmakta olup o, gelecek oturumun zamanını 18 Nisan olarak belirlemiştir. Dolayısıyla bu, gazetecilik kapsamındaki en kötü bir yoldur. Zira muhabirin, vakıa zemininde meydana gelenler hakkında en ufak bir bilgisi dahi yoktur. Dolayısıyla İngilizce herhangi bir diğer gazetenin bu yalanı aktarmamasına şaşılmamalıdır. Dolayısıyla da bu gazetecilik hatası, sorumsuz muhabir Eşref Cevat'ın sözleşmesinin sonlandırılması ve başkanı olan Eşraf Mümtaz'ında muhasebesi için yeterli olması gerekir.

2- Kıssanın tek taraflı bir bakış açısıyla aktarılması, muhabirin tutumunda açık bir önyargının olduğunu ortaya koymaktadır. Zira haber, herhangi bir kanıt olmaksızın gizli istihbarat birimlerinin bilinmeyen bir yönünden aktarılmış olup bu, gazetecilik pratiğinin en düşük standartlarına bile aykırıdır. Zira rapor, polis müfettişinin, "Vallahi onlar, İslam'ın esaslarını bile bilmiyorlar" şeklindeki sözünü aktardığı halde muhabir, bu sözün doğruluğunu araştırmak için hiçbir çaba sarfetmemiştir. Peki hizbin, İktisat Nizamı, Yönetim Nizamı, İçtimai Nizam, Ukubatlar Nizamı, Eğitim ve Öğretim Siyaseti gibi yayınladığı kitapların sayısını öğrenmeye çalıştı mı...? Ayrıca hizbin, kurulacak olan Hilafet Devleti için İslam'dan alınmış kamil bir anayasa sunan tek hizib olduğunu biliyor mu? O halde nasıl bu, hizbin hiçbir şekilde İslam'ı bilmediğine işaret edebiliyor?! Halbuki kendisi, gazete ofislerinin sürekli müdavimlerinden olan üyelerimizle irtibat kurmuş olsaydı bunları kolaylıkla öğrenebilirdi. Buna ek olarak bunları öğrenmek isteyen bir kimse bilgisayara bir tıklama ile bu kitapların tamamına ulaşabilir. Ancak bu raporun maksadının, hakikatlere ulaşmak yada objektifliye bağlanmak olmayıp bilakis gizli istihbarat birimlerine kur yapmak için hizbi kötü bir şekilde karalamak olduğu gayet açıktır.

3- Yine rapor, "ortak soruşturma ekibi kaynaklarının, tutuklanan bazı Hizb-ut Tahrir liderlerinin kılıfını açığa çıkardığını" iddia ettiği gibi "onların, İngiliz İstihbarat Birimi MI-6'dan finansman sağladıklarını" da iddia etmektedir. Hükümetin, hizbe kısıtlama getirmesinin temel nedeni olarak bu izlenim veriliyorsa muhabir şu önemli soruyu sormayı unutmaktadır: Şayet MI6 ile ilişki kurmak son derece kötü bir şeyse ki gerçek olan budur, o halde neden General Keyâni ve Zerdâri, terörizme karşı savaş kampanyasının yanı sıra İslam'a dönük şeytanlık bağlamındaki başka herhangi bir kampanyada ABD Merkezî İstihbarat Teşkilatı ile İngiliz İstihbarat Servisi MI6 ile gece gündüz bir araya gelmektedir? Ayrıca neden bu yabancı ajanslarla olan tam bir koordinasyon içerisinde Afganistan ve Kabileler Bölgesi'ndeki Müslümanları katlediyorlar? Şayet hükümetin bu yabancı odaklarla herhangi bir sorunu varsa onların güvenliğinin sağlayıp korunması yerine onların ajanları ile onlara bağlı özel katliam şirketlerinin ajanları kaldırıp atılmalıdır. Ayrıca hizib, şayet MI6 tarafından desteklenmiş olsaydı 2001'den bu yana tacize, takibata ve işkenceye maruz kalmamız yerine göz bebekleri konumunda olmamızın yanı sıra başkanı General Keyâni, katil Raymond Davis gibi bize kırmızı halılar sererdi. Neden muhabir başka bir soru daha ortaya atmamaktadır ki o da şudur; niçin  gizlice casusluk için çalışan İngiliz Kültür Derneği ile İngiltere tarafından desteklenen diğer sivil toplum kuruluşlarının açık ve özgür bir şekilde çalışmalarına izin verilirken 1953 yılında mübarek Kudüs'te kurulan küresel siyasî bir hizbe terörist bir örgüt olarak muamele edilmektedir?! Dahası muhabir, neden şu temel soruyu sormamaktadır; niçin hizib, Libya, Ürdün ve Yemen gibi İngiltere'nin ajanı olan ülkelerde yasaklanmakta ve buralardaki hizbin üyeleri takip edilmekte, hapsedilmekte ve idam edilmektedir?!

4- Hizb-ut Tahrir'in, en büyük küresel siyasî bir hizib olduğu bilinmesinin yanı sıra Hilafet Devleti kurmak için olan siyasî mücadelesi, hakka karşı sebatı ve kendisini izole eden otoritelere karşı olan tutumunda diğer hizipler gibi ödün vermediği de bilinmektedir. Nitekim son tutuklamalar, hükümetin NATO tedarik hatlarını yeniden açmaya başlamasının yanı sıra hükümetin, İslam dünyasında yayılan ve İslamî Hilafet'in yeniden kurulmasının talep edildiği rahatsızlıkların artmasından korkmasının akabinde gerçekleşmiştir. Zira otoriteler, hizbin bu hıyaneti ümmete ifşa edeceğini çok iyi bilmektedirler. Bunun için İslamabad ve Lahor'da hizbin üyelerini tutuklamaktalar ve Karaçi'deki diğer üyelerini de kaçırmaktadırlar. Dolayısıyla bunun, yabancı istihbarat birimleriyle bir ilgisi yoktur. Zira General Keyâni ile beraberindeki heyetin, kendisiyle bir bardak çay içmek ve bir dilim kek yemekten dolayı gurur duyduğu işte bu birimlerdir!

5- Burada şuna da değinmek isteriz;  sayın Eşref Mümtaz, gazeteciler başkanlığı görevini üstlenmesinden bu yana ortada, hizbin istihbarat birimleri tarafından desteklendiğine yönelik bir çok hatalı gazete raporları dolaşmaktadır. Dolayısıyla bu, "el-Ümmet" Gazetesi'nin hizbin MI6'dan destek aldığı şeklinde yalan ve iftira olarak yayınladığı ilk haberi olmamıştır. Bu arada kamu hizmetlerine bağlı iç birim tarafından, bunu iddia eden herhangi bir rapor yada basın açıklaması da yayınlanmamıştır. Yani onlar, kraldan daha çok kralcı kesilmektedirler! Nitekim muhabir Eşref Mümtaz ile bağlantıya geçtiğimiz de her hangi bir delil getiremediği gibi bu soruya cevap vermekten de kaçınmıştır. Dolayısıyla bizler, gizli ajanslar tarafından hizbe karşı yöneltilmiş bu yalan haberlerin araştırılmasını talep ediyoruz.

Bu meselenin çözüme kavuşması için sizlerden, gazetenizin sayfalarında bir özür yayınlamanızın yanı sıra okuyucuların faydalanması için bu mesajın da yayınlanmasını talep ediyoruz.

Saygılarımla

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

 

Dr. Hakim el-Mutairî'ye;

Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;

Sitenize ulaştığımda hizbin 29.11.2010 tarihinde size gönderdiği nasihat mektubuna yönelik ("Ayaklanma Efsanesi... 23-İslamî Akım ve Siyasî Proje Krizi" başlığı altında) ikinci bir yanıt yayınladığınızı gördüm.

Ancak "nasihat" mektubuna yönelik ilk yanıtınız, sitede yayınlanmış olan yanıtınız değildir. Bilakis nasihat mektubuna yönelik ilk yanıtınız 8-9.12.2010 tarihinde olmuştur ve metni de şu şekildedir:

(... Üzerinde gittiğiniz görüşe karşıyım:

Birincisi şu sözünüz:

[Aynı zamanda ortada baştan aşağı değiştirilmiş bir şekilde Hilafet'e çağıran yazarları görüp işitmesi hizbi üzmektedir. Zira onlar, Allah'ın hakkında bir Sultan indirmediği sistemlerle yöneten tagut yöneticiler arasındaki bir federasyona çağırmaktalar ve bu federasyon için de Hilafet Konseyi olarak adlandırdıkları bir konsey icat etmektedirler. Sanki o, İslam Konferansı veya Arap Birliği veya en güzel haliyle otoriteleri birbirinden ayrılmış varlıklardan oluşan devletler arasında oluşan Avrupa Birliği gibidir. Buna rağmen bu projelerini, Hilafet projesi olarak adlandırmaktadırlar! Dolayısıyla bilerek yada bilmeyerek Müslümanların zihinlerindeki Hilafet görüntüsünü çarpıtmak için çalıştıkları gibi onun için çalışanların da kafalarını bulandırmaya çalışmaktadırlar.] şeklindeki sözünüz, kesinlikle konu hakkındaki bakış açımızı anlamadığınızın açık kanıtıdır. Şayet Özgürlük veya Tufan veya İnsanın Kurtuluşu kitaplarını okumuş olsaydınız Allah'ın izniyle bu kuruntu yok olurdu. Ve şayet sitemizi ve Raşid Siyasî Bilinç gibi makalelerimizi takip etmiş olsaydınız bu şüphe yok olurdu. Zira kast edilen, bu hükümetleri değiştirmek ve tek bir ümmet ve Raşidi Hilafet'i geri getirmek için birbirleriyle yardımlaşan İslamî hükümetler kurmak için düzenli ve siyasi cemaatsel bir çalışma yapmanın vacip olmasıdır. Çünkü bu, herkesin üzerine farz olup bunun aksi de düşünülemediği gibi bu mesele için tagut hükümetlere çağrıda bulunmak aklımdan dahi geçmemiştir!!!!

İkincisi: Hizb-ut Tahrir, Adalet ve İhsan Cemaati, el-Kaide ve diğer hareketlerin tamamı Hilafet'i kurmayı hedeflemektedirler ve bu da teşekküre layık bir iştir. Nitekim onlardan önce Hasan el-Benna ve ondan önce de Raşit Rıza Hilafet kitabında bu yönde ilerlemişlerdir... Ve benzerleri. Ancak Hilafet hakkındaki fikrî ve amelî proje bir şeydir, ne İhvan'da ne Hizb-ut Tahrir de göremediğimiz siyasî proje ise tamamen başka bir şeydir. Nitekim yetmiş yılın ardından Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi devlet kurma şeklinde olsa bile siyasî vakıada herhangi bir şeyi gerçekleştirme noktasındaki yetersizlik bunun en açık kanıtıdır!

Üçüncüsü: Hizb-ut Tahrir'in sorunu, Hilafet'i kurma metodunu aynı namaz ve diğer tevkıfî ibadetler gibi bir ibadet olarak görmesidir. Zira o, tevkıfî ibadetler ile Allah yolunda cihat etmek, emr-i bil maruf, zalimin elinden tutmak ve benzerleri gibi talep edilenleri gerçekleştirme yönünde mükellefin yapmak için içtihat ettiği diğer şeri teklifler arasındaki farkı idrak edememektedir... Mesela Allah'ın hükmünü ve Hilafet'ini kurma farzı cihat babından olup içerisine herhangi bir görüşün ve içtihadın giremediği namaz babından değildir. Ayrıca Hilafetî kurmanın vacip olması ile Hilafet'i kurma metodu arasında da fark vardır.

Sonra bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir. Bu nedenle el-Kaide bugün, yaptıklarından dolayı buna Hizb-ut Tahrir'den daha yakındır. Dolayısıyla herhangi bir yerde İslamî Hilafet'in kurulması ile kendisine itaat etmesi ve destek vermesi gereken bütün ümmet için kurulacak Hilafet'in arasından fark vardır!

Dördüncüsü: Hilafet konusunun, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunduğu sırada Medine'de kurulan Nebevî Devlet konusuna kıyas edilebileceğini düşünmüyorum. Zira iki husus ve iki durum arasında açık bir fark vardır. Çünkü Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlardır ki o zaman harekete geçmişler, istişarede bulunmuşlar ve görüş ve içtihatla Eba Bekir'i seçmişlerdir. Dolayısıyla hiç kimseden nusret talebinde bulunulmadığı gibi Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi de yapılmamıştır. Bu nedenle bugün Müslümanların üzerine vacip olan, Hilafet'i kurmak ve istisnasız ümmeti birleştirmek için içlerindeki güç ve kuvvet  ehlini bir araya getirmeleridir. Şöyle ki; onların, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, iman sahibi olanların Hilafet'i kurmak için bir araya gelme güçleri olmamasından dolayı nusret talebinde bulunmak için araştırma yaparken Mekke'de yaptığı gibi yapmaları gerekmektedir. Dolayısıyla onlara düşen, hem Hilafet'i kurmak için gerekli olan gücü hem de nihai hedefi gerçekleştirecek siyasî proje olarak isimlendirdiğimiz hususa ulaşıncaya kadar gerekli olan gücü gerçekleştirmek için çalışmalarıdır!

Beşincisi: Bugün, Dâr-ul İslam'daki ümmetin halinin, Dâr-ul Küfür ve Şirk olan Mekke'deki Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in haline kıyas yapılması imkansızdır. Zira bugün ümmet, Allahuteala'nın şu kavlinin muhatabıdır: [الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ "İşte bugün, size dininizi kemale erdirdim." [el-Mâ'ide 3]] Dolayısıyla ister zayıf isterse güçlü durumda olsun bu hükmün dışına çıkamaz. Zira o, şeri hükümlerin tamamıyla mükelleftir ve hiçbir şekilde ondan bir şey sakıt olmaz. Mesela şayet ümmet yeniden birleşse, yeniden Hilafet geri gelse, sonra Halife kafir olsa ve dinden dönse ve ümmet de parçalansa ümmetin yapması gereken, nusret hakkında araştırma yapmak mıdır? Yoksa onu azletmek için harekete geçmesi yada [إلا أن تروا كفرا بواحا "Açık bir küfür görmeniz müstesna"] ve [من جاهدهم بيده فهو مؤمن "Her kim onlarla eliyle cihat ederse o mümindir."] hadisleri ile bu gibilerle cihadı meşru kılan benzeri hadislerde geçtiği gibi güçle onunla cihat edip ardından da başka bir Halife ikame ederek yeniden ümmeti birleştirmesi midir?! Dolayısıyla burada söylenenler, bizim kendi vakıamız için söylediklerimizdir. Zira ümmetin, haricî kafir düşman güçlerinden kurtulması zorunlu olduğu gibi dahilî ajanlardan da kurtulması zorunludur ve bütün ülke halkı da bunu gerçekleştirmek için çalışmalıdır.  Şayet bu onlar için gerçekleşirse bütün herkesin, birr ve takva, ümmeti birleştirmek ve tek bir Halife seçmek üzerine yardımlaşmaları gerekmektedir.

Altıncısı: Hizb-ut Tahrir'in bu anlamda teşekküre layık işleri ve övgüye değer çabası vardır ancak değişim için fikrî çabanın dışında herhangi bir eylemde de bulunmamaktadır. Bu nedenle onun, farzı ayınlardan ve bütün ümmetin üzerindeki farzı kifayelerden olmasına rağmen Hilafet'in olmadığı gerekçesiyle ümmetten saldırganlığı uzaklaştırmak için Allah yolunda cihat etme hususunda bir rolü yoktur. Bu ise kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla kesin olarak sabit olan birçok şeri hükümlerin askıya alınması demektir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın; [وتعاونوا على البر والتقوى "İyilik ve takva üzerine yardımlaşın.." [Maide 2]] kavline rağmen kendisini, hem ümmetten hem de ümmetin ıslah hareketlerinden soyutlamıştır. Hatta onlar, reformcuların hakkı ikame etmek ve batılı yok etmek için yardımlaştıkları herhangi bir amele de katılmamaktadırlar. Ancak Sudan'daki durum hakkında bir bilgim yok. Belki farklı şeyler olabilir!

Yedincisi: Kerim kardeşim, Ehl-i Sünnet ve Siyasî Kriz Kitabı, sadece Selefilere yönelik olup Ehl-i Sünnet ise geneldir ve onların kendilerine ait usulleri, istidlal ve tartışma kaideleri bulunmaktadır ve biz de onlara, anlayabilecekleri ve kavrayabilecekleri şekilde hitap ediyoruz ki buda meşru siyasettendir. Diğerlerine gelince; onlar da diğer kitaplarımıza başvurabilirler.

Şayet kardeşinin ülkesinde güçlü olduğu ve tagutlara yağ çektiği imasında bulunmasaydınız nasihatinizden hoşlanmıştım. Zira bu, kendisinden uzaklaştırmaya gücü yetmeyen her Müslümana yönelttiğiniz bir şüphedir. Nitekim biz, ülkemizdeyiz, üniversitelerimizde çalışıyoruz, pasaportlar taşıyoruz ve bunların hepsi de meşru olmayan yönetim sistemleri altında olmaktadır. Dolayısıyla bunların bir zararı yoktur ve bu onlara yağ çekmek de değildir. Zira asıl olan ümmettir ve Allah ve Resulünün hükmü sayesinde toprak onun toprağı ve ülke de onun ülkesidir. Bu sistemler ise ümmetin üzerine beklenmedik bir şekilde gelmiş meşru olmayan sistemler olup üzerine beklenmedik bir şekilde meşru olmayan bir yönetici gelse bile ümmetin kendi üzerindeki velayeti durmaktadır. Dolayısıyla onun ortadan kaldırılmasının, ona kılıçla karşı konulmasının ve onun değiştirilmesinin vacip olması, ümmeti gerek kendi gerek toprakları gerekse servetleri üzerindeki velayetinden  mahrum etmemektedir. Bunun ayrıntılarını, İnsanın Kurtuluşu kitabında anlattım.

Sekizincisi: Her ne kadar görüşlerimiz farklı olsa da aramızdaki kardeşliğin ve muhabbetin devam etmesini rica ediyorum. Zira herkes kendisi için yaratılana müyesser olur ve kendi tarzına göre çalışır. Dolayısıyla bizler ve sizler, Kur'an'ın nassıyla kardeşiz. Dolayısıyla da görüş farklılığı, sizinle yazdıklarıma ulaşmanız arasında bir engel olmasın. Zira orada üzerinde durulmaya değer ve ortak hedefimize katkı sağlayan şeyler bulacaksınız ki bu ortak hedefimiz; sizin kendisini ve metodunu tevkıfî bir ibadet olarak gördüğünüz bizim de kendisini, tüm cihat üslupları ve teknikleri ile meşru siyasi çalışma becerilerinin araştırılması gereken içtihadi bir farz olarak gördüğümüz Hilafet'in kurulmasıdır. Amaçsa ümmetin vahdetini gerçekleştirmek ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmektir. Yeryüzündeki İstihlaf (Halifelik) işte budur.

Tartışmayı kısa kestiğim için özür dilerim. Zira tüm bu konuda yazdıklarıma müracaat etmez iseniz sorunların anlaşılması imkansızdır. Allah'ın, hem bizlere hem de sizlere başarı, hidayet ve doğruluk nasip etmesini temenni ediyorum. Amin!

Sizi Allah için seven Dr. Hakim Mutairî.]

Bunun ciddiyetsiz bir yanıt olduğu gayet açık olup bu, ilim ehlinin yanıtını önemsememeye daha yakındır. Bu nedenle hizbin, 10.12.2010'daki size yönelik yanıtı şu şekildedir:

[بسم الله الرحمن الرحيم

Dr. Hakim el-Mutairî'ye;

Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;

Elhamdulillehi ve's Saletu ve's Selamu Alâ Resulullahi ve Alâ Âlihi ve Sahbihi ve Men Vellâh;

Bizler "rekabeti-çekişmeyi" sevmiyoruz. Nitekim size, bir (nasihat) mektubu gönderdik ve şeri delillere göre hakka tabi olması için Müslümanlardan ilip sahipleriyle ciddi bir nasihatleşmede bulunmayı hesap ettik. Zira size, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in devleti bu şekilde kurmasından dolayı nusret talep etmenin vacip olduğunu açıkladık. Ancak siz bize, (8-9.12.2010) gecesi ulaşan dalgaya ve "alaya" benzeyen mektubunuzu gönderdiniz... İlim sahipleri bu şekilde nasihatleşmezler:

Siz diyorsunuz ki; Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlar ve hiç kimseden nusret talebinde bulunulmaksızın Ebu Bekir Halife olmuştur! Sahabe ve Ebu Bekir, bir devlet mi kurdular yoksa Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunmak yoluyla daha önce kendileri için kurduğu devleti mi devam ettirdiler? O halde devletin kurulması ile onun devam ettirilmesi arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Ve diyorsunuz ki; şayet Hilafet mevcut olup Halife de kafir olsa, ümmet nusreti mi araştıracak yoksa onu öldürecek mi...? Bu durum, devletin kurulması durumu mu yoksa Hilafet'in varlığı durumundaki Halifenin pozisyonu mu? O halde nusret talebinde bulunmayı gerekli kılan devletin kurulması ile açık küfrü ilan etiğinde kılıçla karşı konulan devletin varlığı durumundaki Halife'nin pozisyonu arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Ayrıca bize gelip, Hilafet'i kurma metodunun ibadetler gibi delile göre tevkıfî bir ibadet olarak gördüğümüzü söylüyor ve sonra şunu ekliyorsunuz: Bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir! Peki sizin, nusretin devleti kurmak için kuvvet ehlinden talep edildiğini ve bunun ise "herhangi bir yerde" gerçekleşmeyip bilakis bir devlette gerçekleşeceğini idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Bununla birlikte siz, nusret talebinde bulunmanın çok azim bir mesele olmasına rağmen nusret talebinde bulunmakla dalga geçmek ve onunla alay etmekle yetinmemişsiniz bilakis Hilafet'e ve ehline kin güden diğer insanların yaptıkları gibi sinsice, bilakis açık bir şekilde bizi, Hilafet'in bulunmadığı gerekçesiyle cihadın birçok hükümlerini askıya almakla suçlamışsınız. Gerçekten bu şekilde mi ey doktor?! Allah aşkına Hizb-ut Tahrir'in hangi kitabında yada beyanında böyle bir söz gördünüz ki? Arı duru olan hizib hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Dolayısıyla biz, hiç kimseyi Allah'a karşı temize çıkarmıyoruz. Ayrıca mektubunuzda siz, sizinle onun arasındaki kardeşliğin devam etmesini rica ediyorsunuz?

Tüm bunların üzerine yanıtınızda geçenlere karşı bu kadarıyla yetiniyorum. Dolayısıyla dalga geçenlerin ve suçlayanların sayısı ne kadar artarsa artsın hiçbir kimse Hizb-ut Tahrir'e zarar veremeyecektir. Zira akıbet muttakilerindir. Allah Subhânehu da salihlerin velisidir.

Sizinle bu konuyu kapatıyoruz. Size nasihat edip bildirdik ya bu bize yeter. Selametle.

H. 04 Muharrem 1432 - M. 10 Aralık 2010)

Hakeza bu yanıtlar sizde gizli kalsın.

Kerim kardeşim: Sitenizde yayınlamış olan ikinci yanıtınız, bizim ve sizin arzu ettiği üzere daha önce geçen ilk yanıtınız gibi ilim ehlinin yanıtlarına daha yakın olan nazik bir yanıtın aksine bazı parçalarına olsa bile uygun bir yanıt olmamıştır. Şayet ikinci yanıtınız da bir önceki ilk yanıtınız gibi olsaydı durum bu şekilde olmazdı!

Tüm bunların üzerine biz size, "rekabet-çekişme" bağlamında "bir nasihat" göndermdik bilakis Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisi bağlamında bir nasihat gönderdik:

الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir." [Müslim rivayet etti]

Ayrıca bizler, kitabınızda iyi bir şeyin iyi olmayan bir şeyle karıştığını gördüğümüz için buna başvurduk ve diğer hattın önüne doğru bir hattı koymaktan dolayı da mutlu olduk. Şayet nasihatimizi kabul etseydiniz biz bunu hayır olarak görecektik ki bizim istediğimiz ve hoşlandığımız şey budur. Şayet kabul etmesseniz de sizi zorlayacak değiliz. Bilakis nasıl istiyorsanız öyle yaparsınız... Bu nedenle bizler, geçtiği şekilde almak ve yanıtlamakla yetiniyor ve kendi sitenizde yayınlanan yanıtınızda olduğu gibi parçalara yanıt vermiyoruz ki bu uygun değildir. Dolayısıyla nasihat mektubumuz yeterlidir. Zira görüşlerimiz, sitemizde bulunan kitaplarımızda ve beyanlarımızda gayet açık ve nettir.

Son olarak; sitenizin takipçileri için en iyi olan, size gönderdiğimiz "nasihat" mektubumuzu yayınlayıp ardından da yanıtınızı yayınlamanızdır. Zira geri kalanlarını zikretmeksizin bazı paragraflarına yanıt vermek için nasihati parçalamayınız. Bu şekilde okuyucu için görüntü açık olmaz, öyle değil mi?

Ve's Selemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

Not: Siz sitenizde konuyu ele almadan önce biz, nasihat mektubunu ve yanıtlarını sitemizde yayınlamamıştık. Ama bu olunca "nasihat" mektubu ile sizin ilk yanıtınızı ve bizim ona olan yanıtımızı sitemizde yayınlayacağız. Nasihat mektubuna bölük pörçük cümlelerle verdiğiniz ikinci yanıtınıza gelince; nasihat mektubunu sitenizde yayınladığınızda Allah'ın izniyle onu da yayınlayacağız... Allahu Subhânehu, salihlerin velisidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Tamam, Seferberlik Olsun! Ama Sadece Helgit'i Kurtarmak İçin Değil Bilakis Güney'deki İslamî Toprakların Tamamını Kurtarmak İçin Olsun

Her ne zaman topraklar etrafından sarılmaya başlasa Sudan'daki rejim, sadece toprağın ve ırzın korunması için seferber olup destek vermeleri talebiyle insanlara koşmaktadır. Bu ise Güney halkından olan isyancı askerlerin, ülkenin Güney Batısı'nda bulunan (Helgit) bölgesine girmelerinin ardından meydana gelmiştir. Böylece toprakların, Güney isyancılarından kurtarılması için cihat ve seferberlik hakkında yeniden konuşulmaya başlanmıştır!

Bütün insanlar bilmektedirler ki; Helgit'de, daha önce de Ebiyi ve diğer bölgelerde meydana gelenler ile ileride de meydana gelecek olanlar, Batılı rejimi razı eden ve Rabbimizi gadaplandıran Nifaşa'nın acı meyvesinden başka bir şey değildir. Zira İslamî topraklar, İslam'a saldıran ve Güney'deki Müslümanlara boyun eğdiren Nasranilik boyasına bürünmüş bir devlet kurmaları için isyancılara feragat edilmiştir ki bu devlet, Amerika ile Yahudi varlığının bir kolu olacaktır. Daha önce söylediğimiz ve söylemeye de devam edeceğimiz gibi burası, Allah'a, Resulüne ve müminlere bir hıyanet olmasının ötesinde sahibi olmayanların hak etmeyenlere verdiği bir hibedir.

Şayet rejim, insanları cihada seferber etmekte ciddi olsaydı, ilk önce cihadın zorunlu kıldığı hükümlere bağlanırdı ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Allah Azze ve Celle'ye tövbe edilmesi, meşum Nifaşa Anlaşması'nı ilga edilip sanki olmamış gibi sayılması, ayrılık ve sonuçları gibi anlaşmaya terettüp edenlerin tamamının ilga edilmesi.

İkincisi: İnsanları cihat için seferber etmeye çalışmanın, sadece Helgit'in kurtarılması için değil bilakis terk edilmesi caiz olmayan İslamî bir toprak olması itibarıyla Güney Sudan'daki toprakların tamamının kurtarılması için olması.

Üçüncüsü: Hakların ve mağduriyetlerin sahiplerine verilmesi, insanların işlerinin İslam'la ihsan ile gözetilmesi, herhangi bir şekilde yağmalanan kamu mallarının iade edilmesi, rejimin önce bizzat kendisi Allah'ı razı etmek için çaba sarf etmeye başlaması ardından da diğerlerini takip etmesi. Zira kamu mallarını saçıp savurmak, boğaza kadar yolsuzluğun içine batacak şekilde baskın bir özellik haline gelmiştir. O halde elinde Kisra'nın hazinelerini taşıyan ve bir dirhem dahi almaksızın bunu Halife'nin önüne koyan askerlerinden birinin pejmürde bir halde olduğunu görünce ağlamaya başlayan Ömer İbn-u Hattab [Radıyallahu Anh] gibi olunuz ki bu sırada Abdurrahman İbn-u Avf Ömer'e şöyle demiştir: "Mütevazi oldun ki onlar da mütevazi oldular. Şayet savurgan olsaydın onlar da savurgan olurlardı."

Dördüncüsü: İslamî topraklarda bir devlet kuracak olmaları itibarıyla Güney Sudan isyancılarıyla kesinlikle müzakerenin yapılmaması. Zira onlarla bir anlaşmanın yapılması şeran caiz değildir. Bilakis topraklar onlardan kurtarılıncaya ve Müslümanlar onların egemenliğinden çıkıncaya kadar fiili savaş durumunun devam etmesi gerekir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُواْ عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ " Kim size saldırırsa siz de ona size saldırdığının misliyle saldırın. " [el-Bakara 194]

Ve Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Beşincisi: Her şeyden önce, alemlerin Rabbini razı edeceğimiz, bütün insanlar arasında adaleti ikame edeceğimiz ve bugün ülkenin ve insanların temelleri üzerine yönetildiği kafir Batı rejimlerinden kurtulacağımız Nübüvvet Minhazı Üzere Raşidi Hilafet'in olduğu İslamî Devletin ilan edilmesi kaçınılmazdır. İşte o zaman Aziz ve Hamîd olan Allah'ın nusreti gelecektir. Zira O, şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُم "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a [Dinine ] nusret verirseniz Allah da size nusret verir ve ayaklarınızı [Dini üzere] sabit kılar." [Muhammed 7]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Keyâni, Hıyanetini Örtmek İçin Parlamentoyu Kullanmaktadır NATO'nun Tedarik Hatlarının Yeniden Açılması Haram Olup Allah'a, İslam'a, Ümmete ve Mücahitlere Hıyanettir

Keyâni ve yoldaşı, insanların sefalet içerisinde boğulması için ülkenin dört bir tarafındaki elektrik noksanlığını, Karaçi'deki organize cinayet operasyonlarını, Belucistan ve Gilgit'teki sözde taifecilik çatışmalarını kullanmaktadırlar ki böylece onların ihanetlerine olan dikkatlerini dağıtabilsinler. Halbuki parlamentonun, Müslümanları katleden NATO'nun tedariklerinin devam etmesine yardım etmesi Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya tam bir itaatsizliktir. Ayrıca ortada, tedarikler kapsamında olan silahlara ve mühimmata izin verilmeyeceğinin açıklanması yoluyla insanları aldatmaya dönük bir girişim de bulunmaktadır. Sanki bu yöneticiler, askeriye ile ilgili olan malları inceleyebileceklermiş gibi!! Diğer bir ifadeyle parlamento, NATO'nun tedariklerinin geçişine izin vererek yeni bir bedel karşılığı "siyasî ahlaksızlıklarına" devam etmektedirler. Nitekim bu öneriler, bazı siyasiler ve alimler tarafından onaylanmıştır. Ne üzücüdür ki "Yaşasın İslam" sloganları atan bu alimler, İslam düşmanı Amerika'nın tedarik hatlarının yeniden başlatılması için oylamada bulunmaktadırlar. Aslında bu kafir demokratik rejimin altındakilerin hepsi kirlenmiş olup insanlar, bu kafir demokratik rejimden hiçbir hayır de beklememektedirler. Nitekim anayasanın 17'inci maddesinde yapılan değişikliğin kullanılması yoluyla domuz etinin, alkollü içeceklerin ve mühimmatların Afganistan'a serbestçe geçişine izin verilmesine yasal bir kılıf giydirilmiştir. Besin kaynaklarının temini için oylamada bulunan alimler bunun, Müslüman şehitlerin üzerine bevletme ve mukaddes kitabımız Kur'an-il Kerimi kirletme imkanı bulmaları için NATO askerlerini güçlendirdiğini unuttular mı yoksa? Yine aynı gıdanın, havyalardan daha kötü olan, hiç tereddüt etmeksizin gençleri ve yaşlıları katleden ve bacılarımıza tecavüz eden askerleri güçlendirdiğini unuttular mı yoksa? Şimdi burada onlara sorarız: Bu tür gıdaların tedarik edilmesi caiz midir yoksa kesin olarak haram mıdır? İslam, sadece elbiselerin ayak bileklerinden kaldırılmasını ve sakalların uzatılmasını yasalaştırmak için mi gelmiştir yoksa bizim için dış siyaset ve aynı şekilde diğer hususlarda da hükümler yasalaştırmak için mi gelmiştir? Sonra neden ey alimler, kriz zamanlarında düşman hatlarına destek vermek yerine bu kesin olan haramın reddedilmesini ilan etmiyorsunuz? Zira bütün herkes biliyor ki, Keyâni ne zaman istese, politikacılar boyun eğip sıraya dizilmektedirler. Peki bu politikacılar, neden hak sözü söylemeleri nedeniyle Keyâni ve Zerdâri'nin cezaevlerinde yatan Hizb-ut Tahrir'in cesur şebabından bahsetmiyorlar?

Amerikan yanlısı en büyük ajan Keyâni'dir. Dolayısıyla onun, boşuna hizmet süresinin üç yıl uzatılmasına izin verilmemiştir.

Silahlı Kuvvetleri içerisindeki subayların, komutanlarına meydan okuyan ve ülkeyi kurtaran Raşid Munhis gibi kahramanların izini mi yoksa komutanı General Yahya Hân'a itaat eden ve ülkeyi parçalayan General Niyazi'nin izini mi takip edecekleri hususunda karar vermelerinin zamanı gelmiştir. Zira insanlar, Amerika Birleşik Devletleri'nin önce General Müşerref şimdi de Keyâni ve yoldaşı yoluyla ülkeyi harap ettiğine tanıklık etmektedirler.

Bizler, muhlis ordu subaylarını, hain hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olamamaları için sivil ve askerî liderlikteki hainlerin karşısında durmaya çağırıyoruz. Yoksa koruyacağınız hiç bir şey kalmayacak!

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER