Perşembe, 05 Recep 1447 | 2025/12/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Soru-Cevap

Soru.: Amerikan Savunma Bakanı, 16-17.09.2012'de Japonya'yı ziyareti sırasında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Çin ile Japonya arasında süren adalar konusundaki bu çatışma, genişleyebilir." [AFP / 17.09.2012] Ve şöyle demiştir: "Ben endişeliyim. Çünkü bu ülkelerin tartışmalı adalar konusunda birbirleriyle provokasyonlara girmeleri halinde bu, bir taraftan yanlış karar alma olasılığını artırabileceği gibi diğer taraftan da çatışmayla sonuçlanacak şiddete yol açabilir." [Aynı kaynak] Bu ise Japonya'nın, 11.09.2012'de Doğu Çin Denizi Takımadası'ndaki bir Japon ailesinden mülkiyeti olduğunu iddia edip Senkaku olarak adlandırdığı üç adayı satın aldığını açıklamasının akabinde gerçekleşmiştir. Buda Japonya ile Diaoyu olarak adlandırdığı adanın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia eden Çin arasında bir gerginlik oluşturmuştur. Bunun üzerine Çin, bu adaya doğru iki savaş gemisi göndermiştir...

Soru şudur: Japonya, neden bu durumda böylesi bir adım atmıştır? Bu çatışmada Amerika'nın bir rolü var mıdır? Bu durum, bu iki ülke arasında bir savaşın patlak vermesine neden olabilir mi yoksa bu, sakinleşecek olan bir fırtına mıdır?

Cevap: Bu soruya açıklık getirmek için aşağıdaki hususlar gözden geçirilmelidir:

1-Çin, bu üç adanın, 1894-1895 yılları arasında her iki arasından dönen savaşta egemen olduğu kendi mülkiyetindeki beş adaların aslından olduğunu iddia etmektedir. Amerikalılar ise bu adalara, İkinci Dünya Savaşı'nda Çinlilerin hezimete uğramalarının ardından egemen olmuşlardır. Zira bu adaların idaresini, bu savaşta işgal ettikleri Japonya-Okinawa Adası takip etmiş ve burada büyük bir Amerikan üssü kurmuşlardır. Ancak onlar bu adayı, 1972 yılında 19. asrın doksanlarından bu yana mülkiyetine sahip olan bir diğer Japon alisinden satın alan bir Japon ailesine teslim etmek yoluyla Japonlara teslim etmişledir. Nitekim deniz sularıyla çevrili kayalardan ibaret olan ıssız takımadalarındaki bu adanın alanı yaklaşık 6 km2'ye ulaşmaktadır. Ancak burası, Doğu Çin Denizi'nde stratejik bir öneme sahiptir. Zira o, deniz nakliyat koridorlarına yakın olmasının yanı sıra onun suları balık servetiyle doludur. Ayrıca adada, büyük oranda petrol ve doğalgaz rezervlerinin olabileceğine dair raporlarda bulunmaktadır.

2-Amerika, Japonya'ya 29.06.2013'de Osprey tipi "12" uçağın Japonya-Okinawa'daki Futenna Amerikan üssüne konuşlanmasını ve bu uçakların konuşlanmasının da bu ayın sonunda tamamlanmasını istediği şeklinde resmî bir bildirimde bulunmuştur. [Masress almashhad / 01.07.2012] Nitekim Amerikan kuvvetleri, bu uçaklardan birinin 21.09.2012'de uçuşa geçeceğini açıklamıştır. [Haber CN Dünya / 20.09.2012] Tüm bunlar ise Japonların Amerikan varlığına dönük protestolarına şahit olunduğu bir atmosferde gerçekleşmiştir. Zira bu varlık, Amerikalıların ülkelerinden gitmelerini talep etmeleri de dahil Japonlar tarafından bir memnuniyetsizlik olarak görülür hale gelmiştir. Çünkü burada, 1960 yılında Amerikan işgali altındaki Japonya hükümeti ile yapılan ikili güvenlik anlaşması gereği 47 bin amerikan askeri bulunmaktadır. Dolayısıyla Amerika'nın başvurduğu bu üslup işgalin şeklini değiştirmek ve ülkedeki nüfuzunu devam ettirmek içindir. Aynen resmen Amerikan işgali altındaki Malikî hükümetiyle 2008 yılında Amerikan Güvenlik Anlaşması'nı imzaladığında Irak'ta yapmış olduğu gibi. Hala devam eden Amerikan işgali altındaki Afganistan hükümetiyle aylar önce imzalanan Amerikan Stratejik Güvenlik Anlaşması da aynı şekildedir.

Japonların, aslında Amerika'nın ülkelerindeki varlığına dönük memnuniyetsizliklerinin olduğu böylesi bir atmosferde Amerika, uçakların konuşlanacağını açıklamıştır! Doğal olarak bu açıklama, Japon karşıtlığını artıracaktır... Nitekim Amerika, Çin ile birlikte bir provokasyon atmosferi oluşturmak ve Çin ile savaşın yakın olduğunu göstermekle Japonların uçakların konuşlanmasını kabul edeceklerini ve Amerika'nın Çin'e karşı Japonya'nın yanında yer alması babından Japonların Amerikan varlığına karşı olan protestolarını hafifleteceğini görmüştür! Nitekim buda olmuştur. Zira Japon hükümetiyle olan ittifakın Amerikan politikasıyla olan ilişkisi, ada sorununu kışkırtan sıkı bir ilişki olup Japonya'nın bu hususta Çin ile farklı olmasına rağmen Çin'in provoke olmasına ve onunla bir savaş ortaya çıkabilir şeklinde saptırıcı bir atmosferin oluşmasına yol açacaktır ki buda Çin karşısında onlara bir yardım olması itibarıyla Japonların ülkelerinde Amerikan varlığına dönük Japon karşıtlığını sakinleştirecektir.

3-Bundan dolayı uçakların konuşlandırılmasının açıklanmasının ardından şu anki ada meselesinin kışkırtılması, Çinlileri provoke etmeye dönük Amerikan planıyla ilgili Japon hükümeti tarafından atılan kasıtlı bir adımdır ki böylece Japonya ile Çin arasında bir gerginlik ortaya çıksın, Japonlar Çin'i korkutsun ve onlar da Amerika'nın bölgelerinde uyguladığı planına teslim olsunlar. Bunun için Amerikan yetkililerinin açıklamaları, yakın çatışmaya yada onun öncüllerinin yakın olduğuna işaret eder şekilde olmuştur! Nitekim Amerikan Savunma Bakanı, 16-17.09.2012'de Japonya'yı ziyareti sırasında şöyle demiştir: "Bu çatışma genişleyebilir." [AFP / 17.09.2012] Ve şöyle demiştir: "Ben endişeliyim. Çünkü bu ülkelerin tartışmalı adalar konusunda birbirleriyle provokasyonlara girmeleri halinde bu, bir taraftan yanlış karar alma olasılığını artırabileceği gibi diğer taraftan da çatışmayla sonuçlanacak bir şiddete yol açabilir." [Aynı kaynak] Ayrıca "her iki tarafı, sakinliğe ve kendilerini kontrol etmeye" çağırmıştır. Dolayısıyla Amerikan Savunma Bakanı, meseleyi iki ülke arasında sanki bir savaş meydana gelecekmiş gibi tasvir etmektedir ki buda Amerika'nın hedeflerine hizmet etmektedir. Nitekim Amerika'nın Japonya'nın yanında yer almaya hazır olduğunu göstermek için ülkesiyle Japonya arasındaki güvenlik anlaşmalarını da hatırlatarak şöyle demiştir: "Bizler, anlaşmalarla ilgili taahhütlerimize saygı duyarız. Bu ise uzun zamandan bu yana var olup asla değişmeyecektir." [Yukarıdaki kaynak] İşte tüm bunların hepsi, Amerikan Savunma Bakanı'nın, 16.09.2012'de Fransız Haber Ajansı'nın bahsettiği üzere Güney Ada sakinlerinin şiddetli muhalefetinin ortasında Osprey tipi "12" uçağın Japonya-Okinawa'daki Futenna Amerikan üssüne konuşlanmasına dönük Amerika'nın planına dair Japon hükümetiyle olan görüşmelere odaklandığı bir zamanda yükselmiştir.

4-Çin'in tepkisi ise duygusal olmuştur. Zira Japonya'nın, Japon devletinin resmen egemen olmadığı bu adaya yönelik adımını protesto etmek için şehirlerinin sokaklarında dolaşan kalabalık gösterilere izin vermiştir. Ancak o, Japon devletinin bir mülkü olması amacıyla bunlardan üçünü bir Japon ailesinden satın aldığını ilan ettiğinde bu adalardaki egemenlik resmen Japon devletine ait olur hale gelmiştir. Buda adaları sanki yeniden Japonya'ya verdiler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu durum, Çin'i provoke etmiş ve Doğu Çin Denizi'ndeki bölge sularını koruyan bazı gemilerini bu adalara doğru harekete geçirmiştir. Nitekim Çin Başbakanı Wen Jiabao, Çinlilerin duygularının etkilenip heyecanlandığını açıklayarak şöyle demiştir: "Çinlilerin aşağılanma dönemi, artık geride kalmıştır." [AFP / 17.09.2012] Dolayısıyla Çinliler, ister bu 19. yüzyılın doksanlarında aralarında patlak veren savaşta olsun isterse Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda Amerika karşısında hezimete uğramasına ve Çin'den çıkıp burasını Amerikalılara terk etmesine kadar devam eden 20. yüzyılın otuzlarında Çin'i doğrudan işgali altına aldığında olsun Japonlar tarafından kendilerine isabet eden aşağılanmayı unutmamışlardır. Dolayısıyla Japonlar karşısında Çinlilere isabet eden hezimet ve aşağılanma düğümü, hala etkin bir faktör olarak devam etmektedir. Dolayısıyla da Çinlilerin bu gibi hususta kışkırtılması gerçekten çok kolaydır.

5-Hakeza Amerika, bir taşla iki kuş vurmuş olup buda Japonya'yı adaları talep etmeye itmek içindir... Dolayısıyla bir taraftan Japonya mevcut Amerikan varlığına ihtiyaç duymaya devam etsin diye Çin ile Japonya arasında gergin bir atmosfer oluştururken diğer taraftan da Amerika, Çin'i sürekli olarak gergin bölgesel sorunlarla meşgul etmek istemektedir. Buda Çin'in, küresel devlet politikasına yönelik her türlü arzusunu kesmek ve sadece kendi bölgesinin sınırlarında kalmasını sağlamak içindir. Yani Amerika, Çin'i çevrelemenin ve nüfuzunu azaltmanın yanı sıra özellikle Amerika'ya karşı olmak üzere Çin'in küresel konuma ulaşmak amacıyla bölgesel konumunu güçlendirmeye dönük ortaya koymuş olduğu planlarını sınırlandırmak için ortaya atmış olduğu planlarını devam ettirmektedir. Hakeza Amerika'nın, Çin'e yönelik bölgesel mıntıkadaki planları, bu hedefi gerçekleştirmek içindir. Zaten daha önce de Amerika, yeni stratejisi kapsamında Asya-Pasifik'teki varlığını güçlendirmeye dönük planlarını açıklamıştır. Nitekim Savunma Bakanı Leon Panetta, 01.06.2012'deki beyanatında, altı uçak gemisinin gönderilmesi ve önümüzdeki 2020 yılına kadar savaş gemilerinden %60'nın bu bölgeye transfer edilmesiyle ilgili olarak ülkesinin Asya-Pasifik bölgesindeki bu stratejisini açıklamıştır. Dolayısıyla Amerika, Çin karşıtı bütün çatışmaları körüklemeye çalışmaktadır: Mesela, Japonya ile meydana geldiği üzere Doğu Çin Denizi bölgesinde olduğu gibi. Aynı şekilde Çin ile Filipinlerin arasında adalar ve balıkçılık üzerinde bir gerginliğin olduğu Güney Çin Denizi'nde olduğu gibi. Yine aynı şekilde Çin ile Vietnam arasında adalara dair bir ihtilafın olması gibi. Zira Çinliler, 1988 yılında gelerek Vietnamlıları buradan kovmuşlardır. İşte tüm bunlar, Çin'in bu her iki bölgeyle meşgul olmaya devam etmesi içindir!

Ayrıca Amerika, Kuzey Kore hariç bu iki bölgedeki ülkelerin arkasında durmakta ve bunları da Çin'e karşı kışkırtmaktadır ki böylece Çin, söylediğimiz gibi kendi bölgesinde meşgul olmaya devam etsin ve bunun ötesine de geçmesin. Özellikle de Amerika, Doğu Çin Denizi'ndeki Güney Kore, Amerikan üssünün bulunduğu Güney Çin Denizi'ndeki Filipinler, Amerikan politikasına bağlı Endonezya ve sonra Japonya'nın Amerikan astronomisindeki seyri gibi bu ülkelerden birçoğu üzerinde tam bir egemenlik sağlamışken.

6-Böylesi bir vakitte adalar meselesinin kışkırtılması mevzusunda Amerika'nın rolü işte budur. Bu provokasyonun Çin ile Japonya arasında adalar çerçevesinde bir savaş patlak vermesine kadar ulaşmasına gelince; bunun, en azından yakın gelecekte olma ihtimali yoktur. Zira orada çok büyük adalar vardır ve bunların en önemli olanlarından biri de daha önceki simgesiyle Tayvan Adası'dır. Dolayısıyla Çin, Amerika'nın barışı tekrar geri getirmek için çalışmak üzere kendisiyle ittifak ettiğini bile bile böyle bir savaşı tutuşturmayacaktır. Sonra orada kendileri için kapatılamayacak bir kapı aralamak amacıyla bir savaşa girmeksizin Filipinler ile birlikte Vietnam ve diğerleri de Güney Çin Denizi'ndeki adalar üzerinde çatışmaktadırlar! Dolayısıyla Çin, bu adalar için Japonlarla olan büyük çıkarlarını feda etmeyecektir. Zira ikisi arasındaki ticaret hacmi bir yılda yaklaşık 300 milyar dolara ulaşmıştır. Nitekim Çin'de faaliyet gösteren Japon şirketleri, 20 milyon küsur Çinli işçi çalıştırmaktadırlar. Ayrıca Çin, Japon teknolojisi ve uzmanlığından faydalanmaya çalışmaktadır. Bu nedenle bu adalar için Japonya ile bir savaş tutuşturması Çin'in çıkarına değildir. Nitekim Çin Savunma Bakanı Liang Gwaungla, 18.09.2012'de Amerikan Savunma Bakanı ile olan görüşmesinde gazetecilerin şayet Pekin kuvvete başvurma niyetinde olursa şeklindeki sorusuna cevap olarak bir açıklamada bulunmuş ve şöyle demiştir: "Biz hala barışçıl ve anlaşmalı  bir çözümü ümit ediyoruz." [AFP / 18.09.2012] Buda Çin'in, bu adalar için Japonya ile bir savaş tutuşturmasının olası olmadığını göstermektedir.

7-Çin, şayet kendi bölgesinin meseleleriyle meşgul olmaya devam ederse o zaman Amerika, Çin'i küresel politikadan uzaklaştırmayı başarmış olacaktır. Ancak Çin'in, küresel çapta Amerikan politikasını etkin bir şekilde tehdit ettiği ve Amerika'nın çıkarlarını tehdit eden sorunlar oluşturduğu doğrudur. Yani Çin, dünyanın her bölgesinde Amerikan politikasını etkin bir şekilde tehdit edecek ve ardından da özellikle Doğu ve Güney Çin Denizi bölgeleri olmak üzere Çin'in bölgesel alanlarındaki etkisini kolaylaştıracak bir politika uygulamaktadır.

Ancak Çin politikasında algılanan manzara, hala onun kendi çıkarına olmadığı halde etkili bir şekilde dünya politikasına müdahalede bulunduğu ve şayet Çin'in Amerika'yı kendi bölgesine dönük rahatsızlıkları hafifletmeye mecbur bırakmak amacıyla Amerika için sorunlar oluşturmakla ilgili küresel politik arzuları olmamış olsaydı bölgesel bir egemenliğe güç yetiremeyeceğinin ve böylesi bir politikayı üretemeyeceğinin farkında olmaksızın... sadece kendi bölgesel mıntıkasına önem verdiği şeklinde bir yanılgının olduğudur. Dolayısıyla o, yerinde saymaya ve Amerika da onun için bir biri ardına bölgesel gerginlik oluşturmaya devam edecektir.

Tüm bunlara rağmen belki tarih yada bir kısmı tekerrür edecektir! Dolayısıyla Allah'ın izniyle Hilafet kurulacak ve onun, Batı ile Amerika'yı İslam bölgesinden kovma noktasındaki "askerî eylemlerinden önce" uluslar arası siyasetteki eylemleri, Amerikan nüfuzunu Çin'in çevresinden kovma noktasında Çin'e yol gösterecek bir model olacaktır. Dolayısıyla Hilafet'in siyasî eylemleri, Çin için dolaylı olarak bir güven oluşturacaktır. Aynen geçmişte Hilafet'in, Çin için doğrudan bir güven oluşturduğu gibi. Nitekim Çinli İslamî kaynaklar, Çin devletinin M. 756 yılında ülkeyi saran rahatsızlıkların ve kaosun bastırılması hususunda Abbasî Halifesi Ebi Cafer el-Mensur'dan yardım istediğinden ve Halife'nin de 4 bin Müslüman asker göndererek oradaki durumu stabilize ettiklerinden, ülke halkı için bir güven oluşturduklarından, Çinlilerin ise Müslüman askerlerin ahlakı ile güzel davranış ve eylemlerine hayran kaldıklarından ve Müslümanlardan yanlarında kalmalarını talep ettiklerinden bahsetmişlerdir. Nitekim Müslüman askerler de orada kalarak davet taşımanın keyfini çıkarmışlar ve Çin halkının arasına İslam'ı, hidayeti ve nuru yaymışlardır. Ancak bugün onların torunları olan Türkmen Müslümanları, şuan Çinlilerden güzel bir tepki almak yerine onların zulümlerine maruz kalmaktadırlar!! O halde Çin, bu meselenin farkına varıp bu güzelliği inkar etmeksizin Türkistan işgaline son verecek midir?!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İranlı Kadınların Üniversitelerde Okumasının Engellenmesi, Dünyadaki Kadın Haklarının Tek Koruyucusunun İslamî Hilafet Olduğunu Göstermektedir

22 Eylül'de, el-Cezira ve diğer medya organları İranlı kadınların, mevcut öğretim yılı itibarıyla ve İran rejiminin muvafakatıyla İran'daki 36 üniversitenin 77 bölümünde okumalarının engellenmesi kararının uygulanmasından bahsetmişlerdir. Kadınların okumaları yasaklanan bölümler dahilinde olanlardan bazıları ise şunlardır: Mühendislik, muhasebe, kimya, matematik, bilgisayar bilimleri ve mühendislik yönetimi. Nitekim İran'daki Bilim ve Yüksek Eğitim Bakanı Kamran Daneşçu, kadınların üniversiteye kaydedilmelerinin sınırlandırılmasını desteklediğini ifade ederek üniversiteler ile çeşitli akademik fakültelerdeki erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların varlık oranının çok yüksek olması sebebiyle eğitimde bir denge oluşturmanın gerekli olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca farklı dallardaki üniversite mezunları arasındaki yüksek işsizlik oranı ile güzel görevlerin azlığı da dahil kadınların bu istisnasına dönük diğer çeşitli nedenlere de işaret etmiştir...

İster İran'da isterse diğer ülkelerde İslam'ı koruduklarını iddia eden Suudi Arabistan'da olsun İslam dünyasındaki kadınlar, hiçbir ayırım olmaksızın yüksek eğitime erişimi elde etme hakları da dahil yöneticilerin hevalarına bağlı olarak İslam'dan vazgeçmeye hazır mantıksız rejimlerin merhametine boyun eğmeye devam etmektedirler. Dolayısıyla bu ülkedeki devletin yapısı ve anayasaları, parlamentonun, din alimlerinin ve tagut yöneticilerin kararlarına boyun eğmektedirler. Dolayısıyla da kadının, yüzleşme, muhasebe etme ve eğitim fırsatını elde etmek de dahil kadının yasal haklarının sınırlanması gibi İslamî olmayan politikaları değiştirme gibi İslam'ın kendisi için izin verdiği yasal kanallara erişmesi imkansızdır. Nitekim İran hükümetinin, İranlı kadınların Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu haklarından mahrum edildiği bir sırada ülkelerindeki diktatörlükleri değiştirmek ve haklarını garantilemek için kadınların mücadelelere katılmalarını desteklediğini idia ederek bu yılın Temmuz ayında (Uluslar arası Kadınlar ve İslamî Uyanış Konferansı'na) ev sahipliği yapması gerçekten bir saçmalıktır.

Rejimin, kadınlar arasındaki yüksek işsizlik oranı veya iş fırsatlarının azlığı veya kadınların yüksek eğitimden engellenmesinin nedeni olarak üniversite başvurusunda bulunan kadın-erkek oranında bir "denge" oluşturma girişimi şeklindeki iddiaları, batıl iddialardan ve sudan bahanelerden iberettir. Nitekim (otuz yaşın altındaki kişilerin %20'sinin işsiz olmasından dolayı) yüksek orandaki kabul edilemez işsizlik, kadın ve erkekler arasındaki mezuniyet oranında bulunan dengesizlik, güzel iş fırsatlarının sağlanamaması, erkeklerden çoğunun üniversiteye girmede tereddüt etmesi, evet bunların hepsi, kadınların ümmete fayda sağlayacak muayyen bölümlerde okumaktan istisna edilmesi yerine üniversite mezunlarına uygun iş fırsatları oluşturmadaki başarısızlık ve daha da önemlesi İran hükümetinin ekonomik sistemi çürük temellerde çözmesi gibi İslamî olmayan ekonomik politikaların zayıflığının sonuçlarıdır.

Ayrıca İslam'a kin besleyen liberal fırsatçıların, İslam'ın hızlı bir şekildeki öğrenimi onun kadının eğitimine önem verdiğini göstermesine rağmen bu kararın arkasında dinin olduğu şeklindeki iddialara dönük fırsatları kaçırmamaları beklenmektedir. Zira İslam, İslam'ın Hilafet Devleti yoluyla sahih bir şekilde tatbik edildiği zamanlarda kadınların yüksek eğitiminin öncüsü olmuştur. Nitekim İslam hadaratı, 1300 yıl boyunca kadınların eğitiminde başarılar üretmiştir. Zira o, binlerce alime kadın çıkaran bir devlettir. Zira o, miladi on dokuzuncu asırda bir kadının, Fas'taki Kayravan camisinde Fâtıma el-Fihrî denilen dünyanın ilk üniversitesini inşa ettiği bir devlettir.  Zira o, kadının prestijli el-Ezher Üniversitesi'ne öğrenci ve öğretmen olarak girmesini sağlayan bir devlettir. Halbuki o zamanki Batılı kadın, bu hakkı ancak asırlar sonra elde edebilmiştir. Zira o, İslam enstitülerindeki kadın öğretmenlerinin oranının, Modern Batılı üniversitelerdeki kadınların oranından daha yüksek olduğu bir devlettir.

Hilafet'in üzerine tesis edildiği İslami değerler, İslam olduğunu iddia eden bu sistemler değildir. Hilafet, öğretime hak ettiği değeri veren, kadınlara devletin bütün imkanlarını sunan ve kadınların öğretim isteklerini gerçekleştirmesini garanti eden bir sistemdir. İslam'ın doğru bir şekilde tatbik edilmesini temsil eden Hilafet Devleti, İslam'ın öğretilerine uygun olarak tebaanın hakları ile alakalı hususlarda kadın-erkek ayrımcılığına izin vermez. Hilafet Devleti'nde egemenlik, şeriata ait olup yöneticilere, din alimlerine veya parlamentoya ait değildir. Hilafet Devleti'nde haklar, yönetimde olan kimselerin hevasına göre ilga edilmez ve değiştirilmez. Bütün bunların yanı sıra Hilafet, refahın gerçekleşmesini sağlayan, üniversite mezunlarına ve mezun olmayanlara birçok fırsatlar sağlayan İslam'ın doğru ekonomik sistemini tatbik eder.

Yukarıda geçenleri gerçekleştirmeye muktedir olan, sadece yöneten ve yönetilen arasında hiçbir ayırım yapmaksızın İslam'ın bütün hükümlerini uygulayıp tatbik eden muhlis bir sistemtir. Dolayısıyla bizler, İran'daki kadınların yanı sıra dünyadaki konumu ile kadın haklarının ilerlemesini görmek isteyen tüm kadınları, bölgeye zulmeden ifsat olmuş fasit rejimlerin devrilmesi için çağrıda bulunmaya ve çalışmaya davet ederiz. Ayrıca siz kadınları, yüzyıllar boyunca kadının yasal haklarını vermede ve garantilemede bir örnek olarak durduğu gibi yirmi birinci asırda da duracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için destek verip çaba göstermeye davet ederiz.

Nitekim Allahuteala, Maide suresinde şöyle buyurmaktadır:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleriyle yönetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Maide 45]


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

Hollanda'nın Den Haag kenti merkezinde (Rasulullah'a Nusret) gösterisi

  • Kategori Foto
  •   |  

14 Zulkade 1433 Hicri, 30 Eylül 2012 Miladi pazar günü Hizb-ut Tahrir Rasul (SAV)'e nusret amacıyla Hollanda'nın Den Haag kentinde büyük bir kalabalığın katılımıyla  Amerikan ve Fransız elçiliklerinin önünde gösteri düzenledi.

Katılımcılara Fransızca, Hollandaca ve İngilizce olmak üzere üç ayrı dilde son derece tesirli ve beliğ konuşma yapıldı ve son konuşmayı da Hizb-ut Tahrir Merkezi  Medya Sorumlusu Ebu Zeyn İngilizce olarak yaptı.

Gösteriye Kuran'ı Kerim okunmasıyla başlandı ve Allah (SVT)'ya yakarış duasıyla son buldu.

Konuşma esnasında çeşitli aralıklarla erkek, kadın ve çocuklardan oluşan  göstericiler Den Haag'ın merkezini çınlatırcasına tekbir getirdiler. Katılımcılar batının sürekli Rasul (SAV)‘in şahsına, İslam'a ve yüce değerlerine hakarette bulunduğunu vurgulayarak bu durum karşısında Müslümanların neler yapması gerektiği hususunda açıklamada bulundular. Allah (SVT)'ya hamdu senalar olsun.

Fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

Şikago'da ‘Peygamberimiz Bizim Onurumuz' gösterisi

  • Kategori Video
  •   |  

Hicri 6 Zulkade 1433, Miladi 22/09/2012 Cumartesi günü Rasul (SAV)‘e nusret amacıyla Hizb-ut Tahrir Amerika Şikago kentinin merkezinde (Peygamberimiz Bizim Onurumuz) başlıklı gosterisi Allah (SVT)'ya hamdu senalar olsun ki tamamlanmış bulunmaktadır. Gösteride iki konuşmacı Rasul (SAV)'in sıfatları ve ahlakı olmak üzere iki konuda açıklamalarda bulundular. Gösteriye Şikago'nun uzak yakın her bölgesinden yaşlı, genç, bayan erkek ve çocuklardan olmak üzere birçok kişi katıldı. Allah (SVT) onlardan razı olsun, bizlere ve onlara hayırlar ihsan etsin

Bölüm 1:

Bölüm 2:

 

fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

Suriye'de Sıkıntı Giderek Büyüyüp Pekişmekte Ve Sabredip Sebat Gösteren Ayaklanmacılar Raşidi Hilafet Devleti'ni Kurmak İçin Azmetmektedirler

  • Kategori Suriye
  •   |  

Ödlek Beşar rejiminin, tüm standartları yanıp kül olmasına, ölümü ve defnedilmesini beklemesine rağmen ancak o, hala yıkıcı lav borularını muhasara altına alınmış şehirlere akıtmaktadır. Dolayısıyla tüm bu cürümleri o, tüm dünyanın gözü ve kulağı önünde işlemektedir. Çünkü kendisi, başta Amerika olmak üzere kafir Batı'nın bu gururlu Müslüman halka yönelik düşmanlık boyutunu çok iyi bilmektedir. İşte bu yüzden bu Beşar, ülkeyi yıkmasının ve Amerika'nın kendilerine sunduğu her türlü çözüme rıza göstersinler diye ayaklanan halkını yiyip bitirmesinin bir mükafatı olarak Beyaz Saray'daki efendisinden rahat bir emeklilik elde etmeyi arzulamaktadır. Ancak ona, efendisine ve ümmetin bütün düşmanlarına heyhatlar olsun! Zira her ne zaman başlarına bir bela gelse ve rejimin zulmü ile Batı'nın oyalaması ve komploları artış gösterse Allah'a sığınan hayırlı Şam halkından olan mümin kahramanlarımız, O'nun ayaklanmalarını gözettiğini ve ayaklanmanın başlamasından günümüze kadar ayaklanma fasıllarını takip eden herhangi bir gözlemcinin beklemekten aciz kaldığı açık ve gizli hayrı ayaklanmaları için idare ettiğini görmüşlerdir. Dolayısıyla sanki bu ayaklanma, Allahuteala'nın şu kavlinin tercümanı olmuştur: وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ  فَلا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ "Hakikatte, onlar (Resullere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara ait (nice nice) cezalar vardır. O halde, sakın Allah'ın Resullerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allah Aziz'dir ve intikam sahibidir."[İbrahim 46 47]

Evet, bu ayaklanma, küfür ile iman arasındaki sürekli çatışmanın doğasından, hedefinden, şiddetinden, sonuçlarından, meşguliyetinden, örnekliğinden ve acılarından bahseden Kur'an-il Kerim ve Sünnet-i Müşerrafe'nin naslarından dolayı Suriye ve Suriye dışındaki bütün Müslümanların nefislerine hayat vermiştir. Şöyle ki; başlangıçta kafirler, dedikodu, öldürme, katletme, işkence etme ve sürgün etmek yoluyla Müslümanlara karşı üstünlük sağlamışlardı... Ancak sonunda Allah onlara, nusret, iktidar ve Halifelik verecek ve düşmanlarından intikam alacaklardır... Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla] bizlere, Nuh, Âd, Semûd ve Firavun'un kavimleri ile Ashab-ı Uhdûd gibi geçmiş kavimlerin durumlarından bahsetmiştir... Bugün Suriye'de gördüklerimiz de aynen bunlara benzemektedir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ  النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُود ٌوَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Ateşle dolu hendeğe atılanlar (yakılarak) öldürüldü. Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar, müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan sırf Azîz-ul Hamîd olan Allah'a iman etmelerinden dolayı intikam aldılar." [Buruc 4 5 6 7 8]

Ve Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ إِرَمَ ذَاتِ ٱلْعِمَادِ ٱلَّتِى لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِى ٱلْبِلاَدِ وَثَمُودَ ٱلَّذِينَ جَابُواْ ٱلصَّخْرَ بِٱلْوَادِ وَفِرْعَوْنَ ذِى ٱلأَوْتَادِ ٱلَّذِينَ طَغَوْاْ فِى ٱلْبِلاَدِ فَأَكْثَرُواْ فِيهَا ٱلْفَسَادَ فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ إِنَّ رَبَّكَ لَبِٱلْمِرْصَادِ "Rabbinin Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi? Direkleri (yüksek binaları) olan, İrem şehrine?  Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı. O vadide kayaları yontan Semûd kavmine? Kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a? Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda fesadı çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir." [Fecr 6-14]

Ve şöyle buyurmaktadır: فَكُلا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ "Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı." [Ankebut 40]

Ve şöyle buyurmuştur:وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى ٱلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُواْ فِى ٱلأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ ٱلْوَارِثِينَ وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِى ٱلأَرْضِ وَنُرِىَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَّا كَانُواْ يَحْذَرونَ "Biz istiyorduk ki mustazaflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları liderler yapalım ve (ülkelere) varis kılalım. Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk)." [el-Kasas 5 6]

İşte bu, Beşar'a, onunla birlikte olanlara ve onun benzerlerine intibak etmektedir.

Aynı şekilde Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] de bizlere, çatışmanın doğası ve şiddeti ile güzel akıbeti ortaya çıkaran olaylardan bahsetmiştir. Nitekim Habbab Bin Eret [Radıyallahu Anh]'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:شكونا إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم وهو يومئذ متوسد بردة في ظل الكعبة، فقلنا: ألا تستنصر لنا؟ ألا تدعوَ لنا؟ فقال: قد كان الرجل فيمن كان قبلكم يؤخذ فيحفر له في الأرض، فيجاء بالمنشار على رأسه فيجعل بنصفين فما يصده ذلك عن دينه، ويمشط بأمشاط الحديد ما دون عظمه من لحم وعصب فما يصده ذلك، والله ليتمنَّ الله عز وجل هذا الأمر حتى يسير الراكب من صنعاء إلى حضرموت لا يخاف إلا الله تعالى، والذئب على غنمه، ولكنكم تستعجلون "Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e Kâbe'nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet etmiştik: "(Ey Allah'ın Resulü!) Bizim için yardım isteyemez misin? Bizim için dua edemez misin?" demiştik.: O da şöyle buyurmuştur: "Sizden önceki (ümmetler) içinde öyle (zulme uğrayan) kişi bulunmuştur ki, onun için yerde bir çukur kazılıp (o çukura gömülürdü.) Sonra bir testere getirilir. Başı üstüne konularak ikiye bölünürdü de bu onu dininden döndüremezdi. Demir taraklarla etinin altındaki kemik ve sinir taranılırdı da, bu onu dininden döndüremezdi. Vallahi Allah Azze ve Celle, bu dini kemale erdirecektir. Hatta bir atlı San'a'dan Hadramut'a kadar gidecek, Allahuteala'dan başka yahut koyunun üzerine kurdun saldırması dışında hiç bir şeyden korkmayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!" [Ahmed rivayet etti]

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], ashabına şöyle demiştir:كونوا كحواريي عيسى بن مريم، رفعوا على الخشب وسمروا بالمسامير وطبخوا في القدور، وقطعت أيديهم وأرجلهم وسُمِّرت أعينهم، فكان ذلك البلاء والقتل في طاعة الله أحب إليهم من الحياة في معصية الله "Meryem İbn-u İsa'nın havarileri gibi olun. Zira onları odunlar üzerinde yükseltmişler, çivilerle çivilemişler, kazanlar içerisinde kaynatmışlar ve elleri ve ayakları da kesilmiştir. İşte Allah'a itaat yolundaki bu bela ve ölüm onlara, Allah'a masiyet içerisinde yaşamaktan daha sevimli gelmiştir."

Hakeza Suriye'deki Müslümanların hali de daha önceki iman ehlinin haline benzediği gibi onların Firavunlarının hali de bu asrın Firavunlarının haline benzemektedir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın sünneti devam etmektedir. Ancak geçmişte de olduğu gibi "(güzel) akıbet muttakilerindir."

Ey Ayaklanan Özgür Müslümanlar!

Gösterdiğiniz ve göstermeye de devam ettiğini ciddi fedakarlıklar, İslam'ı ve ehlini izzetlendirecek ve küfrü ve ehlini de zelil kılacak nusretin yanında çok hafif kaldığı gibi sarfetmiş olduğunuz can ve mal da Allah'ın değerli metası Cennet'in yanında çok ucuz kalmaktadır. Dolayısıyla İslam'ın ve Müslümanların nusreti, onların izzeti ve muhkem kaleleri, Rabbimizin farzı, izzetimizin kaynağı ve düşmanımızın kahredicisi İslamî Hilafet Devleti kurulduğunda olacaktır. Öyle ki onun dört bir tarafında hak ve adalet ile hükmedilecek, onun gölgesinde insanlar kerim bir hayat yaşayacak ve onun içerisinde insanî değerlerin en üstünü gerçekleşecektir. Dolayısıyla onun kurulması yolunda, mal ve can çok hafif kalmaktadır. Yoksa bu olmaksızın düşmanlarımızın çağrıda bulunduğu sivil demokratik laikliğin yıkım ve sefaleti, Allah katında bu günahkar rejimin katlettiği bir çocuğun zaferine denk düşmeyecektir. O halde ey Müslümanlar! size isabet edenlere karşı sabredin ve sıkıntının şiddetlenmesi sizleri, "Allah'tan Başkasının Önünde Eğilmeyeceğiz" şeklinde ilan ettiğiniz hedefinizden döndürmesin. Zira Allah'ın şeriatından başkasıyla hükmedilmesi, Allah'tan başkasının önünde eğilmek olup Vallahi O, Kendisine itiraz edilmesine ve herhangi birinin yönetimde Kendisine ortak olmasına asla razı olmayacaktır. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Hüküm ancak Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." [Yusuf 40]

Ey Hayırlı Şam'daki Müslümanlar!

Allahu [Subhânehu ve Te'âla], sizlere ikramda bulunmak ve sizlerden şehitler edinmek istemektedir. Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Şam halkına özel hadislerindeki sizlere dönük müjdeleri, ne kadar güzel müjdelerdendir. Bu müjdelerden ilki Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlidir: عُقْرُ دَارِ الإِسْلامِ بِالشَّامِ "İslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır."

Dolayısıyla bu hadiste, Allah'ın Şam halkını destekleyeceği, onlara nusret vereceği ve düşmanlarını hezimete uğratacağı geçmektedir. İkinci müjdeye gelince; bu ise Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavlidir: ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "... Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır."

Bugün, Suriye'de cereyan eden vakıaya bakan bir kimse durumların, Allah'ın izniyle vaadedilen İkinci Raşidi Hilafet'in kurulması yönünde ilerlediğini görecektir. Nitekim bu iki müjdeyi de otomatik olarak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu üçüncü müjdesi takip etmektedir. Zira o, şöyle buyurmaktadır: تقاتلكم يهود فتقتلونهم "Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz."

Bu hadiste ise Yahudilere imkan veren, onları koruyan ve varlıklarını tehdit eden bütün muhlis çalışmaları engelleyen diktatör yönetimin ortadan kalkacağına işaret edilmektedir. İşte bu üç müjdeyi de Allah'ın izniyle diğer müjdeler takip edecektir ki bunlar da Nasranilerin kalesi Roma'nın fethedilmesi ve İslam'ın yeryüzünün Doğusu'na ve Batısı'na yayılması olacaktır... O halde ey Şam ülkesinin halkı, kendisine tutunduğunuz şeyler karşılığında ödediğiniz şeylerin ne kadar değersiz olduğunu görün. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:  فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ "O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." [Tevbe 111]

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Allah'ın nusretini ve yakın bir fethi müjdeleriz. Aha işte nusretin müjdeleri ve Allah'ın Kendi yolunda sabredenlere olan vaadi ufukta belirmiştir. Dolayısıyla bizler de Allahuteala'dan, Şam ülkesinin onun dârının merkezi olmasını niyaz ediyoruz.

Ey Allah'ım! Bizler, Müslümanlar ve tüm dünya için bu dinin dışında bir hayır görmüyoruz. Ey Allah'ım! Müslümanlara olan nusretini çabuklaştır. Şüphesiz buna malik ve muktedir olan Sensin.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Fransız hükümeti en yüksek değerlere ve hürriyetlere bağlanmakla övünürken, bir yandan da Müslüman kadının takvalı kıyafetine hakaret edilmesine ve suç sayılmasına izin veriyor

19 Eylül Çarşamba günü, "Charlie Hebdo" adlı dergi Peygamber Efendimiz Muhammed (sav) hakkında sapıkça karikatürler yayınladı. Geçen yıl, bu dergi Rasulullah (sav)'e hakaret edici karikatürler yayınladığı bir sayıda, alaycı bir tavırla Peygamber (sav)'i konuk editör olarak gösterdi. Bu haftanın başında, Ukraynalı feminist grup Femen, Paris'te şehrin çoğunlukla Müslümanlardan oluşan bir mahallesinden yarı çıplak vaziyette geçerek şubelerinin açılışını kutlarken, İslam'a ve kendi cahil görüşlerince İslam'ın kadına bakışına karşı olduklarını ifade etmek için vücutlarına "Şeriata hayır" gibi cümleler yazmışlardı. Fransız otoriteler tarafından hiç bir müdahale veya tutuklama olmadı. Bütün bunlar hakareti ve iffetsizliği ifade hakkını ve hakaret etmeyi anayasasının bir parçası olarak kutsallaştıran Fransız hükümeti ve hukuk sistemi tarafından tamamen kabul görmüştü. Gerçekten de Fransız Başbakanı Jean-Marc Ayrault, bu bozuk idealini pekiştirmek için Charlie Hebdo'nun Peygamber (sav)'in karikatürlerine cevaben şu sözleri söylemişti: "biz ifade hürriyetinin garanti edildiği bir ülkede yaşıyoruz, buna karikatürize etme hürriyeti de dahildir." Femen aktivistleri dünyanın bir çok yerinde buna benzer protestolarda vücutlarını sergileyerek kötü nam salmışlar; fakat buna rağmen Fransız devleti onların bir genel merkez açıp ülke içinde faal olmalarına izin vermekten hiç bir sıkıntı duymuyor.

Ve tüm bunlar aslında; sadece kız çocuklarının faziletli inançlarını ifade ettikleri için iyi bir eğitimden mahrum bırakıldıkları Fransız okullarında hala devam eden başörtüsü yasağı ve bununla birlikte kendi toplumuna peçe yasağını diretmesiyle, peçe kullanan kadınları iffetlerinden dolayı suçlu konumuna getirip cezalandırırken oluyor!

Dr. Nazreen Nawaz, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi sözcüsü: "Bu nasıl ahlaken iflas etmiş bir ideolojidir ki; aşağılamayı, hakaret etmeyi ve sokaklarda çıplak yürüyüş yapmayı utanmadan bir hak olarak övebiliyor, ve aynı zamanda iffetin şerefli örneğini teşkil eden Müslüman kadını kınayabiliyor? Fransız Cumhuriyetinin temel bir prensibini oluşturan bu aşırı laikliğin ve fanatik liberalizmin uzun tarihsel geleneği hiç de gurur duyulacak bir şey değil! Bu uygar bir toplumun değil de; hiç bir zaman kadınların namusunu korumayı beceremeyecek, toplumlar arasında uyum sağlayamayacak ve de değişik inançlara sahip topluluklar arasında sağlıklı bir ilişki kurmak için uluslararası bir model olamayacak, ahlaksız, saygısız bir toplumun simgesidir."

"Kötüleme, öcüleştirme veya alay etme hürriyeti, olgun bir toplumun göstergesi değildir. Tartışma hakkını ve fikirleri açık bir şekilde konuşmayı, zulme karşı olduğunu ifade etmeyi veya yöneticileri muhasebe etmeyi - ki bunların tümü medeni bir toplumun sağlıklı olabilmesi için elzemdir - hakaret ve iftira dolu, yaramaz sokak çocuğu oyunu kültüründen ayırt edememek, hatalı, olgunlaşmamış bir ideolojinin özelliklerindendir. Peygamber Efendimiz (sav)'in böyle sapıkça tasvir edilmesi; kutsal kişilere ve insanların derin dini inançlarına hakaret ederek, fikri tartışmalara olumlu bir atmosfer oluşturacağına inanan, bu saçma laik liberal sistemin kendi sapık mantığının yansımalarıdır. İfade hürriyetine bu denli körü körüne tapmak, kalkınmanın yolu olmadığı gibi, kaosun da reçetesidir! İşte bu; bütün insanların, dindar olanlar da dahil olmak üzere, kendilerine özgü hassasiyetleri olduğunu kabul etmeyen mantıksız laiklikten kaynaklanmakta. Bunlara saygısızlık etmek veya bunları korumamak adaletsizliğe, öfkeye ve bazen şiddete yol açar."

"Ayrıca Fransız sisteminin ikiyüzlülüğü, bir yandan uygunsuz fotoğraflarını yayınlamasından dolayı, iffetinin zedelendiğini düşünen ve bir Fransız dergisi aleyhinde yasal işlemler başlatan Cambridge düşesini desteklerken, bir yandan da bu ikiyüzlü sistem Müslüman kadınları kendi görüşlerine uygun bir şekilde başlarını örtme hakkından mahrum ediyor. Sıra İslam'a ve Müslümanlara gelince, bu tür haklar açıkça kaybolup gidiyorlar.

"Bundan dolayı; Müslüman yönetimlerin, buna Arap Baharını tatmış olanlar dahil olmak üzere, fikren bozuk, ahlaken eksik olan liberal sistemi benimsemek için can atmaları utanç vericidir. Oysa kusursuz fikir, yüce ahlak ve insanlık için üstün idealler ve değerler sunan İslam Devleti ve Hilafettir. Onların ifade hürriyeti adı altında; hakareti, pornografiyi ve kadınları değersizleştirmeyi öven bir ideolojiye hayranlık duyarken; bir yandan da bu tarz ahlaksız değerleri reddeden bir sisteme, iffeti temsil eden, tevazuyu öven ve kadınların namusunu kutsal gören bir sisteme sırt çevirmeleri, bir rezalettir! Ey Müslüman Kadınlar! Sizleri bu yozlaşmış laik sistemi reddetmeye ve kadınları hak ettikleri yüksek mertebelerine kaldıracak tek devlet olan Hilafetin ikame edilmesi için acele etmeye çağırıyoruz. Biz Fransız hükümetine diyoruz ki, siz kendinizi sevgili Peygamberimize edilen hakaretlere korumacılık yapmakta veya kendi ülkenizde Müslüman kadınların haysiyetini zedelemekte hür zannedebilirsiniz, ama dikkat edin, bu uzun süre böyle devam etmeyecek. Nasıl da 19. yüzyılda Peygamberimiz (sav) ile alay eden bir tiyatroyu, zamanın uluslararası ağır gücünün - yani Hilafetin - baskısı karşısında boyun bükerek yasaklamıştınız! Pek yakında doğacak olan böyle bir devletin eşsiz gücüyle karşı karşıya kalacaksınız ve o zaman İslam'ı lekelemeye cüret edenler, onu sadece düşününce bile korkudan titreyecekler!"

((مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُولَئِكَ هُوَ يَبُورُ))

Kim izzeti (şan, şöhret ve güç) istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. (ve bunlar sadece Allah'a itaat ve ibadet etmekle elde edilebilir.) Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli biz azab vardır.  Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. [Fatır: 10]


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

İslam'da Yönetim Nizamı, Alemlerin Rabbinin Farz Kılmış Olduğu Hilafet Nizamı Olup O, Ne Cumhuriyet Ne Demokratik Ne Krallık Ne İmparatorluk Ne de Federal Bir Sistemdir

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye'de bir buçuk küsur yıldır cereyan eden olayların tek bir adresi vardır ki oda; mücrim Baas rejimi ile dünyadaki büyük devletlerin Suriye egemenlikten çıkmasın, yani ajan tabi bir devlet olarak kalmaya ve Yahudi devletini korumaya devam etsin diye Suriye'deki halkımıza karşı komplo kurmaktır. Zira bu devletler, Esad sonrası Suriye için şartlar ve koşullar koymaya başlamışlar, kiralık uydu platformları ile beş yıldızlı otellerden mücadele eden muhalefet sözcüleri yoluyla Suriye'nin geleceğinin demokratik sivil bir devlet olacağını, Suriye'deki sorunun ise rejimin başının devrilmesi veya gitmesi yada hiç kimseye uzak olmayan bir hükümetin oluşturulması olduğunu beyan etmişler ve yalan söyleyip iftira atarak da bunun insanların talepleri olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak ölüm ve yıkım makinelerine karşı sebat gösteren halkımız, Suriye'nin geleceği için İslam'dan ve Allah'ın indirdikleriyle olan yönetimden başkasını  görmemektedirler. Nitekim bunu, medya organlarının göz ardı ettikleri birçok gösterilerinde ifade ettikleri gibi aynı zamanda bu, tugay isimlerinde, bayraklarda ve sloganlarda çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler de mesele, geri dönmesini arzuladıkları slogandan zihinlerinde netleşen ve düşüncelerinde belirginleşen bir vakıaya taşınsın diye Suriye ve tüm İslam ülkelerindeki Müslümanlara İslam'daki yönetim şeklini beyan ederiz ki böylece onun pekişmesi ve gerçekleşmesi için her türlü çabayı göstersinler. Binaenaleyh aşağıdaki hususları açıklamak kaçınılmazdır:

1- İslam'da Yönetim Nizamı, Hilafet Nizamı'dır: Şeran Hilafet, İslamî şeri hükümleri ikame etmek ve İslam davetini dünyaya taşımak için dünyadaki bütün Müslümanların genel başkanlığıdır ki imamette aynen bu şekildedir. Dolayısıyla Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Medine-i Münevvera'da kurduğu ve onun ardından da sahabe-i kiramın üzerinde yürüdüdüğü gibi bir İslam Devleti olması için şeri hükümlerde varit olan şekli bizzat budur. Nitekim bu görüşle ilgili deliller, Kur'an, sünnet ve sahabe icmasında geçmekte olup Hilafet Devleti'ni yıkan ve İslam ülklerini parçalayan sömürgeci kafirin kültürüyle yetişenlerin dışında ümmet içerisinden hiç bir kimse buna muhalefet etmemiştir.

2- İslam'da Yönetim Nizamı, Ne Cumhuriyet Nede Demokrasidir : Demokratik cumhuriyet sistemi, beşerin koymuş olduğu bir sistem olup esası dini hayattan ayırmaya dayalı olduğu gibi egemenlik de halka aittir. Dolayısıyla yönetim ve yasama hakkına sahip olan bizzat halk olduğu gibi yöneticiyi getirme, onu azletme, anayasa ve kanunlar yapma hakkına sahip olan da odur. İslamî Yönetim Nizamı'nın temeli ise İslam akidesi ve şeri hükümlere dayalıdır. Dolayısıyla onda egemenlik halka değil şeriata ait olup gerek ümmet gerek Halife yasa yapma hakkına sahip değildir. Dolayısıyla da yasa koyan, bizzat Allahu Subhânehu'dur. Ancak İslam, sultanı ve yönetimi ümmete ait kılmıştır. Dolayısıyla ümmet, İslam ile hükmedecek birisini seçer, bunun üzerine ona biat eder ve Halife, şeriatla kayıtlı kalıp İslam hükümlerini tatbik ettiği sürece Hilafet süresi ne kadar uzarsa uzasın Halife olarak kalmaya devam eder. Ancak ne zaman İslam hükümlerini ihlal ederse bir gün yada bir ay bile olsa yönetim süresi sona erer ve azledilmesi gerekir. Bundan dolayı ortada, dayalı oldukları temel ve şekil bakımından her iki sistemin arasında büyük bir çelişkinin olduğunu görmekteyiz. Binaenaleyh İslam Nizamı'nın bir Cumhuriyet Nizamı olduğunun yada onun demokrasiyi onayladığının söylenilmesi kesinlikle caiz değildir.

3- İslam'da Yönetim Nizamı, Krallık Değildir : Krallık rejimini onaylamadığı gibi krallık rejimine de benzememektedir. Zira krallık rejiminde yönetim veraset olup evlatlar, babalarının terekelerini miras olarak aldıkları gibi onu da babalarından miras olarak almaktadırlar. Dolayısıyla krallık rejiminde kral, imtiyazlara ve özel haklara sahip olduğu gibi kendisine de dokunulmasını yasaklarken İslam Nizamı'nda ise Halife yada İmam, hiçbir şekildeki imtiyazlara veya özel haklara sahip olmadıkları gibi onlar da ümmetin fertlerinin herhangi bir ferdi gibidirler. Dolayısıyla da İslam'daki yönetim nizamında veraset olmadığı gibi Halife de bir kral değildir. Bilakis o, yönetim ve sultanda ümmetin vekilidir. Zira ümmet onu, üzerine Allah'ın şeriatını tatbik etmesi için kendi rızasıyla seçmiştir. Dolayısıyla Halife de bütün davranışlarında, hükümlerinde, ümmetin işlerini ve maslahatlarını gözetmede şeri hükümlerle mukayyettir.

4- İslam'da Yönetim Nizamı, (İmparatorluk) Değildir: (İmparatorluk) sistemi, her boyutuyla İslam'dan uzak bir sistemdir. Çünkü o, yönetim (imparatorluk) bölgelerindeki ırklarının arasını eşit tutmamaktadır. Bilakis yönetim, finans ve ekonomide (imparatorluk) merkezinin bir ayrıcalığı bulunmaktadır. İslam'ın yönetim metodu ise devletin tüm bölgelerindeki yönetilenler arasını eşit tutmakta, ırkçı asabiyetçiliği reddetmekte ve tabiiyet taşıyan gayrimüslimlere tabiiyet hakları ve görevlerini vermektedir. Dolayısıyla adalet ve hak talep etme hususunda Müslümanların lehine olanlar gayrimüslimlerin de lehine olduğu gibi Müslümanların aleyhine olanlar onların da aleyhine olmaktadır. Dolayısıyla da bu eşitlikten dolayı o, (imparatorluk) ile çelişmektedir. Ayrıca o, bu sistem yoluyla bölgeleri sömürgeleştirmediği gibi kaynakları da tek bir kişinin faydalanması için genel merkeze aktarmaz. Bilakis aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun ve halkının ırkları ne kadar çeşitli olursa olsun bütün bölgeleri tek birim olarak gördüğü gibi tüm bölgelerine devletten bir parça olarak itibar eder. Dolayısıyla merkezin yada diğer herhangi bir bölgenin halkının sahip olduğu diğer haklara halkı da sahip olmasının yanı sıra yönetim otoritesi, nizamı ve yasalarının tamamının tüm bölgeler için aynı olmasını sağlar.

5- İslam'da Yönetim Nizamı, Federal de Değildir: Federal sistem, bölgeleri özerklik olarak ayırmakta ve genel yönetimi ise birleştirmektedir. Halbuki İslam'daki yönetim nizamı, vilayetlere tek bir devletin parçaları olarak itibar etmesinin yanı sıra tüm bölgelerin maliyesine tek bir maliye ve tek bir bütçe olarak itibar edip bunların tamamını tebaasının maslahatları için harcayan tek bir nizamdır. Dolayısıyla yönetim nizamı tamamen tek bir birim olup genel merkezdeki yüksek otoriteyi sınırlayarak ona, büyük yada küçük olsun devletin parçalarından her bir parçasının üzerinde egemenlik ve otorite vermekte ve devletin parçaları bölünmesin diye de onun herhangi bir parçasının bağımsızlığına izin vermemektedir.

Velhasıl İslam'da yönetim nizamı, Hilafet'tir. Nitekim Hilafet'in ve devletin tek olduğu ve tek bir Halife'den başkasını biat etmenin caiz olmadığı üzerinde icma hasıl olmuştur. Dolayısıyla imamlar, müçtehitler ve diğer fakihler bunun üzerinde ittifak etmişlerdir.

Ey Suriye'deki Mümin Müslümanlar:

Sizlere yaraşan, yolunda kurbanlar vermeyi bile hafife aldığınız bu azim gayeyi gerçekleştirmektir?! Zira tüm trajedi ve sorunlara son verecek olan bu Rabbanî hediyeye sizler daha layıksınız?! Nitekim Hizb-ut Tahrir olarak bizler, efendilerimiz Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Radıyallahu Anhum Ecmaîn) gibi hidayet sahibi imamların kendisiyle yönettiği İslam'daki yönetim nizamını açık bir şekilde gözlerinizin önüne serdik. Dolayısıyla şifa verici bu beyanın ardından sizlere vacip olan, nusret ve izzetinizin sadece O'nun elinde olduğu Rabbinizin sizlere emretmiş olduğu hususlara bağlanmaktır. O halde ajan uydu kanalları tarafından yüzü makyajlanmış olsa bile sizler için ortaya atılan hiçbir sistemi kabul etmeyiniz. Aynı zamanda İslam'ın zikredilmesine müsamaha gösterilse bile şayet içeriğinde demokrasi ve İslam Nizamı'ndan başka bir yönetim olursa sizler için yükseltilen parlak sloganları da kabul etmeyiniz.

Ey Allah'ım! Sen'den, Suriye'deki halkımızın ayaklarını hak üzere sabit kılmanı, onlara nusret vermeni ve kendilerini İslamî Hilafet Devleti ile güçlendirmeni niyaz ediyoruz. Şüphesiz Sen, buna malik ve muktedirsin. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah içindir.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Mauritius Adası Rasul (SAV)'e Nusret yürüyüşü düzenledi.

  • Kategori Foto
  •   |  

Rasul (SAV)'e hakaret içeren filmi protesto için Hizb-ut Tahrir'in Mauritius Adasında düzenlediği  yürüyüşten kesitler. Yürüyüş adada yer alan Amerikan elçiliğine doğru giden güzergahta gerçekleşti ve yürüyüş sonunda da elçiliğe protesto mektubu teslim edildi.

Yüce Mevla amellerimizi kabul buyursun.

Fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER