Cumartesi, 17 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Suriye'deki Hizb-ut Tahrir'den; Suriye Halkına, Alimlerine, Kuvvet Ehline ve Tüm İslam Ümmetine Sıcak Bir Çağrı

  • Kategori Hizb
  •   |  

15.03.2012 Cuma günkü şafağın doğmasıyla birlikte mübarek Suriye ayaklanması ikinci yılına girmiş oldu. Nitekim geçen sene, kelimenin tam anlamıyla trajik bir yıl olmuştur. Zira bu yıl içerisinde günahkar Suriye rejimi, korkunç cürümler işlemiş ve mümin Suriye halkının ilk düşmanı olduğunu kanıtlamıştır. Buna mukabil bu halk da; imanının canlı olduğunu kanıtlamış, sabır ve sebatta en güzel örnekliği göstermiş, bu rejimi değiştirmeye ve onu tarihin çöplüğüne atmaya yönelik fedakarlıklara ve kararlılıkları da tahammül etmiş ve mübarek topraklarını tertemiz kanlarıyla sulamıştır. Tüm bunları ise halk, Şam tagutunun, pervasızca cürümler işleyen güvenlik sisteminin, onunla birlikte olan tüm güvenlik hayaletleriyle hortlak medyasının ve zalimi koruyan ve mazluma acı çektiren uluslararası beşerî yasanın baskılarına karşı olan korkusunu azim bir iradeyle ayakları altında çiğnemesinin ardından gerçekleştirmiştir.

Fedakarlıklara tahammül etmek için olan bu büyük gücü, Suriye halkının rejimi değiştirmeye dönük ısrarını, rejimin boyun eğdirme girişimlerine "Biz Allah'tan Başkasının Önünde Eğilmeyiz" çığlıklarıyla karşılık vermeyi, laikliğe meylettirme girişimlerine "Bu Allah İçindir... Bu Allah İçindir" sözleriyle cevap vermeyi ve muhalif ordu taburlarını sahabenin isimleriyle adlandırmayı ortaya çıkaran şey sadece Allahuteala'ya olan imandır. Böylece Suriye'nin içindeki ve dışındaki Müslümanlar, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in, عُقْرُ دَارِ الإِسْلامِ بِالشَّامِ "İslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır." hadisinin kokusunu almaya başlar hale gelmişlerdir. Ayrıca bu müjde, Müslümanlar için bir hayır olurken içerideki ayaklanmanın, kendi çıkarı için bir sonraki aşamaya liderlik edebilecek popülerliğe sahip olamayan laik dış muhalefetin aksine kendilerine egemen olup İslam'a yöneldiğini fark eden Batı içinse kötü bir uyarı ve korku kaynağı olmuştur.

Suriye'deki Hizb-ut Tahrir Olarak Bizler Allah'tan, Dinleyen Kulaklara ve Bilinçli Kalplere Ulaştırmasını Temenni Ederek Sıcak Bir Çağrıda Bulunmaktan Mutluluk Duyarız:

Mübarek Suriye'deki Halkımıza Bir Çağrı:

İmanınızla, sabrınızla ve fedakarlıklarınızla sizler, kırk küsur yıldır üzerinize sefil Suriye rejimini uygulayan adamların bütün korku, korkaklık ve baskı çemberlerini kırdınız ve insanlar, imanın olup nifakın olmadığı ve nifakın olup imanın olmadığı iki kamp haline gelinceye kadar bütün münafıkları ve ajanları ifşa ettiniz. Bir yıl içerisinde, tüm ümmetin Hilafet Devleti ve parıldayan tarihinin geri dönmesiyle ilgili umudunu yeşerttiniz...  Yaptıklarınızdan dolayı sizleri tebrik etiğimiz gibi Allah'ın muhlis kullarını kutladığı bütün her şeyle tebrik edildiniz. Hizb-ut Tahrir olarak bizler sizlere, ayaklanmanızın esasını sadece hanif İslam'ı kılmanızı vurgularız ki böylece ayaklanmanız, hem akidenizden kaynaklanmış hem de facir laiklik yada kafir demokratik bir temele değil de akidenizin temeline dayalı olmuş olsun. Zira sizin elbiseniz, kafir demokrasi olmayıp bilakis sadece İslam'dır. Bundan dolayı muhlis bir şekilde sizleri, ayaklanmanızda Hilafet'i kurmaktan başka bir hedef belirlememeye, ayaklanmaları çalınan, şehitlerinin kanları satılan ve ayaklanmaları başka bir ayaklanmaya muhtaç olan Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'deki kardeşlerinizin içine düşmüş olduğu duruma düşmekten sakınmaya çağırıyoruz.

Suriye'deki halkımızdan daha henüz Şam tagutuna karşı harekete geçmemiş olanlara da deriz ki; daha nereye kadar bekleyeceksiniz ki?! Yoksa dininizin aşağılanmasını, camilerin bombalanmasını, namazların engellenmesini, cumaların askıya alınmasını ve Mushafların parçalanmasını kabul mü edeceksiniz?! Allah aşkına dininizden, bacılarınızın namusundan, akrabalarınızın katledilmesinden ve din kardeşlerinizden dolayı ayaklanmayacaksınız da başka ne için ayaklanacaksınız?! Zira sizler, sadece dininizin ve diğer bölgelerde ayaklanan halkınızın tarafını tutsanız bile bu mücrim rejim ayak bastığı hiçbir yerde barınamayacaktır. Dolayısıyla bu, yerine getirmeniz gerek şerî bir vacip olup bu hususta tercih hakkınız da yoktur. Aksi taktirde Allahu Subhânehu, dinini ve ümmetini yüz üstü bırakını yüz üstü bırakacaktır.

Suriye Alimlerine Bir Çağrı:

Allahu Subhânehu sizden, insanlara hakkı açıklamanız ve onu gizlememeniz için söz almıştır. Dolayısıyla Suriye'de açıklamanız gereken ilk şey, kafir rejimin yıkılıp onun yerine Allah'ın hükmünün ikame edilmesinin vacip olduğudur. Zira camilerden ve Cuma namazlarından sonraki gösterilerin başlamasıyla sizlerin sorumluluğu daha da artmıştır. O halde insanların gerçek liderleri olunuz ve değişimde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in metoduna bağlanınız -ki sizler, buna daha layıksınız-, demokrasi, laiklik ve sivil devlete çağıran, yabancı müdahaleyi talep eden, Uluslararası Güvenlik Konseyi'ndeki ümmetin düşmanlarından çözümler dilenen zararlı çağrılardan insanları sakındırınız. Zira bu çağrılar, bir fitne olup bunun sadık imandan başka çözümü de yoktur. Nitekim Ahmed'in rivayet ettiği bir hadis de Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bunu bize haber vermiştir: أَلاَ وَإِنَّ الإِيمَانَ حِينَ تَقَعُ الْفِتَنُ بِالشَّامِ "Dikkat edin! Fitne koptuğu zaman iman Şam'dadır." O halde bu fitne ile onu ortaya çıkaranları ifşa etme ve onun içindeki hak imanı açıklama sorumluluğunu alimlerden başka kim taşıyabilir?

Suriye Ordusu İçerisindeki Muhlis Müslüman Güç Ehline Bir Çağrı:

Artık yönetim çetelerinin, nefislerinizdeki asıl madenden ayrı oldukları ortaya çıkmıştır. Zira rejimin, halkınızı katletmekle ilgili emirlerine karşı çıkmanızın yanı sıra taburunuzun ismini, sahabe-i kiramın isimleriyle adlandırmanız da Allah'ı, resulünü, onun sahabesini ve azim İslam dinini sevdiğinizin bir kanıtı olmuştur. Bizler, Batılı devletler ile onların bölgedeki araçlarının kurnazlık halakalarının sizlere kadar genişlediğini görmekteyiz. Bu nedenle İslam düşmanları tarafından silahlandırılmanız meselesi hakkında sizleri uyarıyoruz. Zira bu, dininiz ve ideolojiniz için bir pazarlıktan ibarettir. O halde Allah'ın düşmanları ile onların ülkelerinde ve Büyükelçiliklerinde aylak aylak dolaşan şüpheli laik dış muhalefetten olanlara karşı uyanık olunuz ve liderliğinizi onlardan herhangi birine vermeyiniz. (Ayrılmış yada henüz daha ayrılmamış olan) Suriye ordusu içerisindeki muhlis Müslüman güç ehlinden olanların hepsi iyi bilsinler ki şerî bir vacip olarak yapmaları gereken, güçlerini Suriye ordusu içerisinde gerçekten Hilafet'i kurmak için çalışan subayların güçleriyle birleştirmeleridir. Zira bu, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ashabının yaptığı aynı vaciptir ki buda; şuan Şam'daki mevcut tagut yöneticilerin devrilmesi ve yönetimin de kendisini Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek amacıyla Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'i kurmak için hazırlamış olan Hizb-ut Tahrir'e teslim edilmesidir.

Ümmete Bir Çağrı:

Allahu [Subhânehu ve Te'âla] sizlere, hem tek hem de insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olarak hitap ettiği gibi Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] de en alttakilerin verdiği emana bağlı kaldığı, en üsttekilerin de onlara icabet ettiği ve kendileri dışındakilere karşı tek yumruk olan diğer insanların dışında tek bir ümmet olarak hitap etmiştir... İşte sizlere, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in hadisindeki hitaptan bir fasıl:

مَا مِنِ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً عِنْدَ مَوْطِنٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلاَّ خَذَلَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِى مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنِ امْرِئٍ يَنْصُرُ امْرَأً مُسْلِماً فِى مَوْطِنٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلاَّ نَصَرَهُ اللَّهُ فِى مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ "Mukaddesatının çiğnendiği ve onurunun aşağılandığı bir yerdeki bir Müslümanı yüz üstü bırakan hiçbir kimse yoktur ki Allah Azze ve Celle de o kimseyi, nusret vermekten hoşlandığı bir yerde yüz üstü bırakmış olmasın. Onurunun aşağılandığı ve mukaddesatının çiğnendiği bir yerdeki bir Müslümana yardım eden hiçbir kimse yoktur ki Allah'ta o kimseye, nusret vermekten hoşlandığı bir yerde nusret vermiş olmasın." [Ahmed]

Hizb-ut Tahrir olarak bizler Allah'tan; bu çağrımızı bütün müminlere, insaflı ve kalp sahibi olanlara ulaştırmasını, Suriye halkına bir an önce nusret ve çıkış yolu vermesini, zalimlerin tuzaklarını başlarına geçirmesini, onları kendi yönetimleri içerisinde yok etmesini ve bu krizin sonunda bize, tagutların devrilmesi ve Raşidi Hilafet'in ilan edilmesi sevinçleri olmak üzere iki sevinç yaşatmasını temenni ederiz. Zira Allah, bunun velisi ve buna muktedirdir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey imân edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız. [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yöneticiler, Afgan Sivilleri Katletmede Amerikalıların Ortağıdırlar

Afganistan'daki Müslümanlar, bir kez daha 11 Mart 2012'de gece saat 02:00 sularında Kandahar vilayetinin güneyindeki Pençvaiya bölgesindeki kardeşleri ve bacılarına yönelik yapılan katliama tanık olmuşlardır. Zira haçlı ordusu, 17 masum Müslümanı merhametsizce katletmiş ve ardın da onları yakmıştır. Bölge halkının ifadelerine göre, vatandaşların evlerine girerek vahşice cürümler işleyen Amerikalı askerler tarafından hazırlanan katliam operasyonu sayesinde hayatlarını kaybeden 17 sivilin arasında kadınlar ve çocuklar da bulunmaktadır.

Özgürleştiriciler ve kurtarıcılar olarak adlandırılan kimselerin işledikleri bu insanlık dışı operasyona tepki olarak bu hain yöneticilerden, yine aynı boş negatif söylemler işittik. Zira yine soruşturma açılması ve komisyonlar oluşturulması çağrısında bulunmuşlar ve operasyonu kınamışlardır. Ancak bizler, geçmişte oluşturulan bu gibi soruşturmaların ve komisyonların sonuçlarını biliyoruz. Zira bunlar, tüm bu cürümlerde Amerikalılar ve müttefikleriyle ortak olan yöneticilerin faciasını vurgulamaktan başka bir şeyle sonuçlanmamaktadır.

Ey Müslümanlar! Afganistan yöneticileri ile Afganistan'daki Müslümanlara dayatılan rejimin, bu gibi operasyonları durdurmayacakları şüphe götürmez bir netlik kazanmıştır. Bu sömürgeci kafirlerin güçlenmelerinin nedeni de demokratik rejim ile katiller ve haydutlarla stratejik anlaşmalar imzalayan hain yöneticilerdir. Dolayısıyla bunların, ne masum Müslümanların canlarına nede bünyelerindeki NATO üslerinin birindeki işgalci askerler tarafından birkaç hafta önce Mushafları yakılan Kur'an'a herhangi bir saygıları vardır.

Sunday Telegraph'ın Afganistan'daki İngiltere Büyükelçisi William Patey ile yaptığı Afganistan'ın bütün barış ve gelişim çağrılarından uzaklaştığıyla ilgili en son röportajda şöyle demiştir: "Afganistan'da birkaç yıl içerisinde kaos olacaktır..."

Ey Müslümanlar! Artık bu kapitalist demokratik rejimle birlikte İslam ümmetine karşı işgalci kuvvetlerin ilk savunma hattını temsil eden hain yöneticileri kaldırıp atmanın ve onun yerini, bu asil ümmetin kanlarını, onurunu, değerlerini, servetlerini, birliğini ve tüm bunlarında ötesinde akidesini koruyacak olan İslamî Hilafet ile değiştirmenin zamanı gelmiştir.

وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ "Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." [el-Bakara 217]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Ülkede Amerikan Özel Kuvvetlerinin Varlığına Karşı Protesto Mitingleri Düzenlemiştir

Hizb-ut Tahrir, ülkenin çeşitli büyük şehirlerinde Cuma namazı sonrası cami çıkışında protesto gösterileri düzenlemiştir. Nitekim protesto, ülkede Amerikan özel kuvvetlerinin varlığına karşı düzenlenmiş olup mitinglerdeki konuşmacılar şöyle demişlerdir: Hasina'nın, Amerikan özel kuvvetlerinin Bangladeş'teki varlığına izin vermesi kendisini ülkenin öncelikli suçlusu yapmakla birlikte İslam'a karşı savaşta Amerika ile olan işbirliği iğrençliğine yeni bir boyut daha eklemiştir. Dolayısıyla dünyanın ilk teröristi, ellerinden Müslüman subayların kanları damlayan ve bu ülkedeki Müslümanları kaçırıp katledebilsin diye ellerinden dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların kanları damlayan Amerikan askerlerinin ülkedeki varlığına gizlice izin veren Şeyha Hasina'dır. Amerikan özel kuvvetleri hakkında tam olarak bilinenin bu olmakla birlikte onların görevlerinin doğası da budur. Zira onlar, dünyanın dört bir tarafında şiddetli terörist eylemlerinin yürütülmesinde uzmanlaşmışlardır. Nitekim Raymond Davis ile diğer Amerikan unsurlarının Pakistan'daki Müslümanlara karşı işledikleri cürümlerin örnekleri bize çok uzak değildir. O halde Hasina, hükümetin yerel genç suçlulardan dolayı insanların evlerindeki güvenliğini sağlayamadığını söylerken neden onların burada çalışmasına izin vermektedir ki? Halkı, bu küresel terörist zihinlerden nasıl korumayı planlıyor acaba?!

Ayrıca ülkenin yada ordunun bundan ne çıkarı olacak ki? Kesinlikle hiçbir şey! Yoksa Hasina, bunu insanlardan niye gizlesin ki? Ancak Amerikalıların, gerçekleşmesini hedefledikleri çıkarları olduğundan bunu halklarına açıklamaktadırlar. Zira onların hedefleri, Amiralin açıklamasından da açığa çıkmaktadır. Zira onlar, orduları sözde terörizmle mücadele etmek için hazırlamaktadırlar. Dolayısıyla bunun, Amerika'nın nezdinde tek bir anlamı vardır ki o da; Müslüman bir ordunun Müslüman kardeşlerini kaçırmaya ve katletmeye dönük İslam'a karşı olan bir savaşa katılması için Hasina'yı zorlamaktır. Amerika, Pakistan'da yaptıklarının aynısını yapmaya çalışmaktadır. Zira o, bu savaşa katılmaya karşı çıkan subayları ya kaçıracak ya tutuklayacak yada katledecektir. Bizlere düşense bu katliama kanıt olarak 2009 yılındaki Sınır Muhafızları Subaylarının katledilmesini, askerî kurumda devam eden "temizleme" operasyonunu ve Pakistan'daki 24 askerî personelin NATO güçleri tarafından katledilmesini hatırlatmaktır.

ABD Pasifik Güçleri Komutanı Amiral Robert Willard şöyle demiştir: "Güney Asya bölgesi, Amerika Birleşik Devletleri için büyük stratejik bir öneme sahip olmasının yanı sıra bölge ülkeleriyle olan güvenlik ortaklığı ise ABD Pasifik güçleri liderliğinin misyonu için yaşamsaldır." Basit bir dille bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgede Hilafet Devleti'nin geri dönmesi engellemeyi ve Çin'i kuşatmayı tasarladığına işaret etmektedir. Dolayısıyla Amerika'yı Bangladeş'e tam olarak egemen olmak için çalışmaya iten şey de işte budur. Nitekim konuşmacılar insanlara, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın şu kavlini de hatırlatmışlardır:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Ayrıca konuşmacılar, insanları çok geç olmadan uygun önlemler almaya teşvik etmişlerdir. Zira Şeyha Hasina, bir biri ardına, gece ve gündüz hain eylemler işlemektedir. Dolayısıyla insanların yapması gereken, Şeyha Hasina ve mevcut rejime karşı mücadele etmek için sokaklara çıkmaları ve haçlı kuvvetlerini ülkeden kovacak olan Hilafet Devleti'ni kurmalarıdır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Suriye'deki Kardeşlerimizle Dayanışmak Amacıyla Kalabalık Bir Gösteri Düzenlemiştir

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, iktidar koltuğunu savunarak halkını katletmeye devam etmektedir. Nitekim haberler onun, geçen Şubat ayının üçüncü gününde sadece Humus'ta 245 kişiyi katlettiğini ve diğer 700 kişiyi de yaraladığını aktarmıştır. Bunun benzerleri de Suriye'nin çoğu şehir ve kasabalarda meydana gelmekte olup bu tagut rejim, halkını katletmeyi durdurmamaktadır. Zira haber ajansları Beşar tagutunun, 15 Mart 2011'den bu yana 8000 küsur kişiyi katlettiğini aktarmışlardır.

Kasap Beşar'ın gerçekleştirdiği katliamlar, suikastlar ve ev bombalamaları, aşınmış rejiminin zayıflık boyutunu göstermesinin yanı sıra özellikle de sonunun yaklaştığını göstermektedir. Zira birçok asker ordusundan ayrılmakta ve direnişçilerin saflarına katılmaktadırlar. Suriye yada diğer İslam ülkelerinde Birleşmiş Milletleri'nden çözüm beklemek, sorunlarımızın düşmanlarımıza teslim edilmesi, meselelerimizin İslam ümmetine zarar veren zalim pazarlıkların, komploların ve şatların konusu haline gelmesi ve İslam ülkesinin egemenliğine ve kimliğine yönelik saldırının oluşması anlamına gelmektedir. Buna rağmen Suriye Müslümanlarının, ne Suriye ve diğer ülkelerdeki Birleşmiş Milletleri'nden nede laik odaklardan sorunlarının çözümü için dış müdahaleyi talep etme hakları vardır. Dolayısıyla bunları hepsi, Suriye Müslümanlarına destek vermek için İslamî faaliyetlerin sıklıkla ve ciddiyetle yapılmasını gerektirmesinin yanı sıra tagut rejimi alaşağı etmek ve İslam'ın azameti ve görkemi için çaba sarfederek onun yerine yeni bir yönetim getirmek amacıyla İslam ülkelerini desteklemeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla da Suriye halkının vahşî baskılar karşısındaki direnci, rejimi devirmek için çelik gibi güçlü bir iradenin olduğunu göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir / Endonezya ve ümmetin gençleri ile geç kızları, Suriye'deki Müslüman kardeşlerimizin ayaklanmasına destek vermek amacıyla Cakarta'nın merkezi ile (Medan, Jokja Carta Surabaya, Banjarmasin, Makassar ve Kendara) gibi diğer büyük şehirlerde kalabalık bir gösteri düzenlemiştir. Her iki dârda da kazanması ve kurtuluşa ermesi amacıyla Suriye halkına yardım etmesi ve onları en hayırlı bir şekilde mükafatlandırması için Allah'a dua ediyor ve Suriye Müslümanlarını da sadece Allah yolunda sabretmeye, sertliğe, cesarete ve fedakarlığa ve O'na hiç kimseyi ortak koşmamaya çağırıyoruz. Ayrıca Suriye'deki muhlis subayları da kendi kardeşlerini öldüren araçlar olmamaya davet ediyoruz. Zira artık tagut rejimlere karşı olan korkudan kurtulmanın zamanı gelmiştir. O halde Allah'ın istediği gibi Allah'ın ve dininin ensarları olunuz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ "Ey iman edenler! Allah'ın ensarları [yardımcıları] olunuz." [es-Sâf 14]

Kesinlikle hepimiz, tek bir ümmet olarak tek bir saf halinde şeriatı tatbik edecek ve Müslüman yada gayrimüslim olsun bütün insanların haklarını ve yükümlülüklerini belirleyecek olan Raşidi Hilafet'i ortaya çıkarmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmalıyız.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle ferahlayacaklardır." [er-Rûm 4-5]

Kerim Resulümüz [Aleyhi Efdalu's Salatu ve Etemmu't Teslîm], şöyle buyurmuştur:

أَلا إِنَّ رَحَى الْإِسْلامِ دَائِرَةٌ، فَدُورُوا مَعَ الْكِتَابِ حَيْثُ دَارَ، أَلا إِنَّ الْكِتَابَ وَالسُّلْطَانَ سَيَفْتَرِقَانِ، فَلا تُفَارِقُوا الْكِتَابَ، أَلا إِنَّهُ سَيَكُونُ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ يَقْضُونَ لأَنْفُسِهِمْ مَا لا يَقْضُونَ لَكُمْ، إِنْ عَصَيْتُمُوهُمْ قَتَلُوكُمْ، وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ أَضَلُّوكُمْ» قَالُوا: يَا رَسُولَ اللهِ، كَيْفَ نَصْنَعُ؟ قَالَ: كَمَا صَنَعَ أَصْحَابُ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ، نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرَ، وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ، مَوْتٌ فِي طَاعَةِ اللهِ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَةِ اللهِ "Şüphesiz İslam değirmeni dönmektedir. O halde siz de kitapla birlikte onun döndüğü istikamette dönün. Dikkat edin! (Bir zaman için) kitap (Kur'an) ve otorite (devlet) birbirinden ayrılacaktır, fakat siz kitaptan ayrılmayın. Dikkat edin! Başınıza öyle emirler (yöneticiler) geçecek ki kendi nefisleri için yaptıklarını sizin için yapmayacaklardır. Eğer onlara karşı gelirseniz sizi öldürürler. Yok eğer onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Dediler ki: Ey Allah'ın Resulü! Nasıl yapalım? Dedi ki: Tıpkı Meryem oğlu İsa'nın taraftarlarının yaptığını yapın. Onlar demir testerelerle kesilip çarmıha gerilmişlerdir. Zira Allah'a itaat ederek ölmek Allah'a isyan ederek yaşamaktan daha hayırlıdır."

Suriye'deki kardeşlerimiz emin olunuz ki; dünya Müslümanları sizinle birlikte olup sizleri ve davanızı desteklemekteler ve düşmanlarınıza karşı açık bir nusret bahşetmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya dua etmektedirler. Zira kanınız kanımız, şehitleriniz şehitlerimiz, izzetiniz ve onurunuz da bütün Müslümanların izzeti ve onurudur.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Allah'a Hamd Olsun Şam Topraklarındaki Halkımızın Ayaklanmasını Destekleme Amaçlı Festival Tamamlanmıştır

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti, Şam'daki halkımızın, Beşar tagutuna karşı direnmelerinin üzerinden bir yıl geçmiş olması münasebetiyle kalabalık bir festival yapmıştır. Nitekim festival alanında, güvenlik güçlerinin dikkat çekici varlıklarına rağmen Ürdün ve Suriye halkından yüzlerce erkek, kadın ve çocuk toplanmıştır.

Katılımcılar, yüksek sesle tagut Beşar'ın devrilmesine çağıran ve Şam ayaklanmasına yönelik uluslararası komploları kınayan sloganlar atmalarının yanı sıra Müslüman ordularına Şam halkına yardım etme çağrısında bulunan sloganlar da atmışlardır. Ayrıca katılımcılar, Halep halkının kabuklarından çıkarak diğer şehirlerdeki kardeşlerinin ayaklanmasına katılmaları çağrısında da bulunmalarının yanı sıra festival alanın dört bir tarafından tekbir ve tehlil nidaları yükselmiş ve Ukab Rayeleri kaldırılmıştır. Katılımcılardan hiç biri, Sykes-Picot bayraklarından herhangi birini kaldırmadıkları gibi yüksek sesle Müslümanların, Ukab Rayesi olan vahdet rayesi ile Hilafet Devleti olan vahdet devleti altındaki birliklerine geri dönmeleriyle ilgili sloganlar atmışlardır.

Üstad Salim Cerâdât, Şam halkının ayaklanmasını öven bir konuşma yapmış ve Müslümanların ordularını da Suriye'deki kardeşlerine yardım etmeleri, onları Beşar'ın cürümlerinden kurtarmaları ve onun yönetiminin enkazının yerine de Hilafet Devleti'ni kurmaları çağrısında bulunmuştur. Nitekim birçok medya organları, Medya Bürosu Başkanı ve bazı katılımcılarla röportajlar da gerçekleştirmişlerdir.

Festivalin sonunda, Ürdün'ün farklı yerlerinde mücrim Beşar rejimi yıkılıncaya kadar Şam ayaklanmasını desteklemeye dönük haftalık toplantı yapılacağı açıklanmıştır. Allahu Subhânehu'dan, bizleri nusretiyle mükafatlandırmasını, Şam topraklarındaki sıkıntılı kardeşlerimize bir an önce çıkış yolu vermesini, onların ayaklanmalarını Kendi rızasına uygun bir şekilde halis kılmasını ve ayaklanmalarının akıbetini de Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'le sonuçlandırmasını temenni ederiz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Şam Topraklarındaki Halkımızın Ayaklanmasını Destekleme Amaçlı Festivale Katılmaya Davet

Şam'daki halkımızın, Beşar tagutuna karşı direnmelerinin üzerinden bir yıl geçmiş olması münasebetiyle Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti, Ürdün'deki tüm Müslümanları;

Şam Halkımızın Ayaklanmasını Destekleme Amaçlı Festivale Katılmaya davet eder.

Festival; 19.03.2012 Pazartesi günü, İstiklal Caddesi / El-Yermuk Kulübü yanındaki Mugîra İbn-u Şu'be Camisi'nin avlusunda yapılacaktır.

 

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Şebabatı, "Kadın Haklarının ve Siyasî Rolünün Parıldayan Modeli Hilafet'tir" Başlıklı Küresel Bir Kampanya Düzenlemişlerdir

Hizb-ut Tahrir, 10.03.2012 Cumartesi günü Tunus'ta, "Kadın Haklarının ve Siyasî Rolünün Parıldayan Modeli Hilafet'tir" başlıklı kadınlara dönük küresel bir konferans düzenlemiştir. Konferans, tam olarak sabah saat 9:00'da başlamış 16 konuşmayla akşam saat 18:30'a kadar devam etmiştir. Ayrıca konferans katılımcılarına yönelik birçok müdahalelerin olmasının yanı sıra Tunus'a giriş vizesi verilmemesi sonucunda katılma imkanı bulamayan kadınların video konuşmaları olmuştur. Aynı şekilde birçok belgeseller de sunulmuştur. Nitekim konferansın açılışı, Hizb-ut Tahrir'in emiri alim Atâ İbn-u Ebu Raşde (Allahuteala onu korusun) konuşmasıyla başlamış ve konuşmasında kadını şu şekilde vasıflandırmıştır: "Kadın, gözetim ve koruma bakımından İslam Devleti'nin merkezi durumundadır... " Ve şöyle eklemiştir: "Kadın aç kaldığında Halife onun yiyeceğini sırtında taşır, yardım çağırdığında Halife ona yardım etmek için orduya liderlik eder ve "ey Mutasım [Va Mutasımâ]" diyene de cevap verir..." Aynı şekilde şöyle demiştir: "İslam'daki kadın işte budur. Zira o, davet taşır, peygambere yardım eder, İslam'da ilk şehit ve ilk doktordur, fakih bir alime ve mükemmel bir siyasetçidir, çocukları eğitir ve oyunlarını öğretir, aynı zamanda yöneticiyi seçer ve onu muhasebe eder... Dahası o, ilgili bir yargıç ve korunması gereken bir namustur..." Konuşmasının sonunda şöyle demiştir: "Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'dan, "Kadın Haklarının ve Siyasî Rolünün Parıldayan Modeli Hilafet'tir" başlıklı Hilafet çerçevesindeki küresel kadın konferansınızı başarılı kılmasını, bir sonraki buluşmanızın [راية لا إله إلا الله محمد رسول الله] rayesi olan ukab rayesi altında olmasını, zor şartlarda Hilafet'e dönük çalışma yapmanız ve yeryüzünü nuruyla aydınlatacak bir sütun olan Hilafet'e şahitlik etmeniz sayesinde sizler için hem ecir hem de nusret nasip etmesini temenni ederim. Bu, Aziz olan Allah'a hiç zor değildir."

Bunun yanı sıra konferans sorumlusu Nesrin Buzafrî de bir konuşma yapmış ve konuşmasında şunlar geçmiştir: "Allah kadını şerefli kıldığı gibi onu, cennetin ayakları altında olan bir anne yada kendini feda eden bir bacı veya kız yada sevgi ve merhamet üzere ilişki kuran, iffet ve saflığın gölgesinde devam eden, dünyayı hayırla sonlandıran ve cennette de eşleriyle birlikte hoşnut olacakları bir eş kılmıştır..." Ve şöyle eklemiştir: "Bugün, Müslümanların pervasız Yöneticilerinin Batı'yı takip eden zalim beşeri politikaları sebebiyle Müslüman kadın, dünya kadınlarının kuyruğu haline gelmiş olup cahil ve gerici olarak tanımlanır olmuştur. Halbuki Hilafet döneminde, yüzlerce yıl boyunca tüm dünya kadınlarının önünde bir ışık olmuştur... Peki ya Avrupa'da kadın hakkında tartıştıkları zaman kadın, ruh sahibi bir nesneden ibaret değil midir? Halbuki Hilafet döneminde kadın, hem hisbe kadısı hem doktor hem de bir siyasetçidir... "

Ardından kapanış konuşmasını Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Nesrin Nevaz yapmış ve konuşmasında şunlar geçmiştir: "Sefalet, aşağılanma, baskı, yoksulluk, zulüm ve adaletsizlik, geçen sekiz on yıl boyunca bu ümmetin ve kızlarının halini sıkça anlatan görüntülerdir." Ayrıca Hizb-ut Tahrir'in, fikirden somut gerçeğe kadar gerçek değişimi meydana getirmek için gerekli olan nitelik ve içeriklerle cisimleştiğini açıklamış ve hizip hakkında şunları söylemiştir: "1- İslam esası üzerine kurulmuştur... 2- Değişim için net bir vizyona sahip olan başarılı bir hiziptir... 3- Gevşeklik göstermeyen ve taviz vermeyen muhlis bir hiziptir... 4- Dünya siyasetine vakıf olmakla birlikte gerçek siyasî bir bilince sahiptir... 5- Gerçek değişimi gerçekleştirme keyfiyetine dönük açık ve sahih bir stratejiye sahiptir..." Son olarak Müslüman kadınlara davette bulunarak şöyle demiştir: "Siz kadınlar, hakkı ve adaleti savunmak için savaşanların önünde giden ve İslam'ı savunmak için de baskının karşısından duran geçmişteki azim Müslüman kadınların torunlarısınız. İşte o kadınlardan bazıları: Annemiz Hatice Radıyallahu Anhe, İslam'da ilk şehit kadın olan Sümeyye, Uhud Gazvesi'nde Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'i koruyan Ummu Ammâra. İşte bizler de Müslüman bacılarımızı, bu azim kadınların adımlarını takip etmeye ve batılı, küfrü ve zulmü yakıp yıkarak tüm bunların yerine yeni bir adaletin fecri ile bu ümmetin ve kızlarının onurunu ikame edecek bir nizam olan bu azim nizamı kurmak için Hizb-ut Tahrir'in içinde bizimle birlikte çalışmaya davet ediyoruz... "

Ayrıca Hizb-ut Tahrir, konferans sorumlusu Üstaze Nesrin Buzafrî, Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz ile aynı şekilde Hizb-ut Tahrir / Endonezya Bayan Resmî Sözcüsü İffet Rahmet'in de katıldığı genel konferans kabilinden bir basın konferansı da düzenlemiş ve konferans, basın mensuplarının sorularına verilen cevapla tamamlanmıştır.

Konferansın kadınların yoğun katılımına tanık olmasının yanı sıra konferansa, bayan siyasetçiler, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, öğretmenler, toplumun önde gelenleri, kadın örgütlerin temsilcileri ile bunların dışında dünyanın dört bir tarafından mütefekkirler ve karar vericiler katılmışlardır. Zira katılımcılar, Hilafet Devleti'nin kurulmasının kadının konumu, yaşamı ve hakları açısından ne anlama geldiği hakkında ayrıntılı bir vizyon bulabilmek için gelmişlerdir.

Konferansa birçok ülkeden katılımcılar olmuştur ki bu ülkeler şunlardır: Tunus, Yemen, Türkiye, Libya, Ürdün, Umman, Sudan, Somali, Lübnan, Mısır, Endonezya, Avrupa ve diğer ülkelerdir...

Tunus Büyükelçiliği, sebepsiz yere dahası zayıf gerekçelerle kendilerine vize vermeyerek Sudan, Yemen, Filistin ve Ürdün heyetlerinin Tunus'a girişini engellemiştir!

Bu konferans, bir ay önce ilanı yapılan küresel bir kampanya kapsamında cereyan etmiş olup İslam dünyası ve diğer yerlerdeki kadınların acısını çektiği siyasî, ekonomik ve toplumsal birçok sorunlara dönük pratik çözümler ortaya koymayı ve aynı şekilde İslam'ın kadına zulmettiği hakkındaki iddialar ile iftiraları çürütmeyi hedeflemiştir!

Cahiliye döneminden başlayıp İslam'ın orta çıkarak Hilafet dönemine ulaşıncaya kadar olan süreçteki kadının konumu ile Hilafet Nizamı'nın yıkılmasından sonraki durumunun akıbetini yansıtan video gösterilerinin yayınlamasıyla konferans son bulmuştur.

Hizb-ut Tahrir şebabatı, kadının onurunu koruyan ve kadın haklarını sözde değil de özde garanti altına alan yegane modelin İslamî Yönetim Sistemi olduğunu vurgulamışlardır. Nitekim şebabat, gerçek değişimi ortaya çıkarmanın zaruretine inanan tüm kadınları, İslam dünyasındaki anneler ve kızlar için onuru, güvenliği ve adaleti gerçekleştirecek ve dünyadaki kadınların haklarını koruma ve garantilemede aydınlatan bir fener gibi duracak olan bu parıldayan modeli ortaya çıkarmak için katkıda bulunmaya ve bunun için çalışamaya davet ederek konferansı sonuçlandırmışlardır.

Dikkatlerinizi, konferansın bazı etkinliklerini Hizb-ut Tahrir'in resmî internet sitesinde görebilecek olmanıza çekmek isteriz.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru:

Türkiye Hükümeti Avrupa Birliği Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış, Kıbrıs konusu hakkında yetkililerle görüşmek için gittiği İngiltere ziyareti esnasında "Kıbrıs" Gazetesi muhabiriyle yaptığı bir söyleşide şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Kıbrıs'ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm iki liderin uzlaşacağı bir ‘birleşme' formülü olabileceği gibi, iki liderin uzlaşarak ayrılıp ‘iki devlet' şeklinde ya da KKTC'nin Türkiye'ye bağlanması da mümkün olabilir. Bütün bu opsiyonlar masada, ama umuyoruz ki (gönlümüzden geçen de budur) Kıbrıs'taki iki devletin tek bir çatı altında birleşmesi ile iki tarafın huzur içinde yaşaması güven altına alınsın." Ancak Bakan, Türkiye'nin bir parçası olan Kıbrıs'ın bir bütün olarak Türkiye'ye ilhak edilmesi olan asıl çözümden bahsetmemiştir. Bu açıklamaların hakikati nedir? Allah sizi, hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

1- Türk Bakan, Amerika'nın eski projelerini ortaya atmıştır. Zira Amerika bu planını, geçen asrın yetmişlerinden bu yana ortaya atmaktadır ki buda; ya adanın iki ayrı devlete ayrılması ya her iki kesimin tek bir devlet altında iki devlet olması, yani federasyon veya konfederasyon şeklinde olması yada Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye ve Güney Kıbrıs'ında Yunanistan'a ilhak edilmesidir.

Ancak Güney Kıbrıs'ın, Avrupa Birliği'ne üye bir devlet olmasının ardından Güney kesimin Yunanistan'a ilhak edilmesi gibi her hangi bir düşüncenin olması olası değildir. Dolayısıyla o, Yunanistan gibi Avrupa Birliği'ne tam üyeliği, onun bağımsızlığını ve önümüzdeki Temmuz ayındaki Avrupa Birliği Başkanlık döneminde bunun dikkate alınmasını arzulamaktadır. Aynı zamanda Yunanistan'ın şartları, özellikle ekonomide olmak üzere çok kötüdür. Dolayısıyla Güney'deki insanlar, her ne kadar dinî taassupçulukla birlikte karışık Yunan milliyetçiliği duygularına sahip olsalar da ilhakı tercih etmeyeceklerdir.

Nitekim tek taraflı bir Türk tehdidi gelmiş oldu. Aslında Kıbrıs meselesinin başlangıcından, yani Amerika'nın, geçen asrın ellilerinde İngiltere'nin Kıbrıs'taki nüfuzunu etkilemek, dolayısıyla onun yerine geçmek amacıyla onu oradan kovmak için Kıbrıs'ta çalışmaya başlamasından bu yana ilk defa bir Türk yetkilisi bu şekilde konuşmuştur. Hatta İngiltere, 1960 yılında Kıbrıs'a şekli bir bağımsızlık vermek zorunda kalmış, oraya Patrik Makarios adında Nasrani dinî bir adam dikmiş ve ajanı Rauf Denktaş'ı da Müslümanların temsilci olarak onun yardımcısı yapmıştır. Böylece ada, İngiltere'nin pençesinde birleşik olarak kalmaya devam etmiştir.

Öyle görünüyor ki Türk tehdidi, Kıbrıs'la ilgili İngilizlerle olan görüşmelerin tökezlemesinin ardından gelmiştir. Bakan Egemen Bağış, 03.03.2012'de bu gazeteye yaptığı açıklamalarda, İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague ile bir araya geldiğinde şöyle söylediğini de eklemiştir: "İngiltere her iki tarafı da hassasiyetle izliyor ancak nüfuzunu kullanmakla ilgili hususta büyük bir coşkuyla hareket ettiğini göremiyorum. Bu konuda onu ikna etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla İngiltere'nin Kıbrıs'ta garantör devletlerden birisi olması hasebiyle daha etkili bir politika uygulayacağına ve daha güçlü şekilde yapıcı bir rol oynayacağına inanıyoruz."

2- Buradan da İngilizlerin, Amerika'nın ortaya attığı ve Türk Bakanın da onun ortaya atıklarını yinelediği çözümleri istemedikleri ve sorunun çözümünü desteklediklerini gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla onların, yani İngilizlerin, bölge üzerinde casusluk yapmak ve bölgeyi gözetlemek için dinleme ve istihbarat birimlerinin dışında Kıbrıs'ta, 24 bin küsur İngiliz askerini kapsayan iki önemli askerî üssü bulunmaktadır. Ayrıca 1960 yılında imzalanan anlaşmaya göre garantör devletlerden biri de İngiltere'dir ki böylece Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin Müslüman Türklere karşı gerçekleştirdiği olayların ardından adada çizdiği durumun garantör devletleri, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan olmaktadır. Böylece İngiltere, bu anlaşmaya göre adadaki varlığını ve nüfuzunu korumaktadır.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi, uluslararası ve Avrupa tarafından tanınmış olup Avrupa Birliği'nin bir parçası olmasının yanı sıra İngiltere'de Avrupa Birliği'nin bir parçasıdır. Dolayısıyla İngilizlerin Kıbrıs'taki varlığı haricî değil de sanki dahilî bir varlık gibi olup diğer Avrupa Birliği devletleri de bu varlıktan rahatsız olmamaktadırlar. Bilakis zımnen İngiltere'nin tutumunu desteklemektedirler. Ayrıca o, Yunanlıların adadaki yönetim üzerindeki egemenliğini garantilemesinden ve Türkiye devletinin oradaki varlığına son vermesinden dolayı Annan planını desteklediğini açıklamıştır. Bu nedenle İngiltere, Kıbrıs'taki varlığından ve nüfuzundan asla vazgeçmeyecektir.

3- Avrupalılar, aralarında uzlaşamadıkları ve ardından da kapanan dosyalardan biri olan Kıbrıs Dosyası adı altında kendi taleplerini gerçekleştirmesi için Türkiye'ye baskı uygulamaktadırlar. Dolayısıyla Kıbrıs Dosyası da Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği karşısında bekleyen dosyalar kapsamındadır. Zira bu dosyaların sayısı yaklaşık 35'e ulaşmış olup bunlardan bir kısmı iç meselelerle ilgilidir. Mesela; Kürt dosyasından Alevi, Ermeni ve demokrasi dosyasına kadar sözde azınlıklarla ilgili konular, anayasa değişikliği ve seçimlerde uluslararası gözetimin kabul edilmesine kadar insan hakları dosyası, askerin yönetimdeki rolünün azaltılması dosyası ve benzeri diğer dosyalar gibi. Avrupalıların taleplerinden bir kısmı da Güney Kıbrıslılara Türk Limanlarının ve havaalanlarının açılması gibi Kıbrıs dosyası ile ilgilidir. Ancak Türkiye, bununla ilgili anlaşmayı uygulamamaktadır. Çünkü Avrupalılar, taraflar arasındaki anlaşmaya göre Kıbrıslı Türklere dayattıkları yasağın kaldırılmasıyla ilgili sözlerini yerine getirmemişlerdir. Ayrıca Kıbrıs dosyasının, üzerinde uzlaşılmayıp dondurulmuş başka yedi dosyası daha vardır. Aynı şekilde Türkiye, sorunun çözümü gerçekleşinceye kadar Yunanlıların kontrol edeceği Güney Kıbrıs Devleti'ni tanımayı reddetmektedir. Nitekim İngiltere, ajanları yoluyla 2004 yılında yapılan oylamada Güney Kıbrıs Kesiminde ekseriyetin karşı çıktığı Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan Planı olarak adlandırılan Amerika'nın planını engellemeye çalışmaktadır. Ancak bu plana dönük oylama, Amerikan ajanı Mehmet Ali Talat başkanlığındaki Kuzey Kıbrıs hükümetinin olduğu dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yapıldığında Erdoğan hükümeti bu planı güçlü bir şekilde desteklemiş ve bu planın oylanması için tüm ağırlığını koymuştur. Ancak o günlerde Rauf Denktaş buna şiddetle karşı çıkmış, bu planın reddedilmesi çağrısında bulunmuş dahası Türkiye'ye gelerek Erdoğan Hükümetini -ki Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'taki İngiliz ve Amerikan ajanlarının arasındaki çatışmanın ortaya çıktığı- o sıralar Annan planını desteklemeyen Türk askerî liderliğine şikayet etmiştir. Zira bu plan, yönetimdeki en büyük payın Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin olması ve Türklerin de topraklarının %7 oranlık kısmını Yunanlılara bırakması şartıyla belli oranda yönetime katılmasıyla adanın birleşmesini sağlamaktadır.

4- Amerika, meselenin Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye ilhak edilmesi şeklinde çözülmesinden, ardından Güney Kesim'in olduğu gibi kalmaya devam etmesinden ve İngilizlerin de adada rahat bir şekilde kalmaya devam etmesinden asla hoşnut olmayacaktır. Zira bunun böyle olması durumunda İngilizlerin oradaki varlıkları ve nüfuzları etkilenmeyecek bilakis rahatlayıp bunu kabul edeceklerdir. Ancak Amerika, İngilizlerin nüfuzunu ve üslerini ortadan kaldırıncaya, onun yerine geçinceye ve orada kamp kuruncaya kadar bundan hoşnut olmayacaktır. Zira o, elli küsur yıldan beridir İngilizlerle orada mücadele etmektedir. Dolayısıyla Amerika, nüfuzunun sadece Kuzey Kıbrıs'a uzanmasına ve İngilizlerin de Güney Kıbrıs'ta rahat bir şekilde bırakılmalarına razı gelmeyecektir! Aslında İngilizler, Amerika'ya basın organları aracılığıyla üslerinin Kuzey Kıbrıs'ta kalmaya devam etmesini önermekteler ancak Amerikalılar bunun, İngilizlerin oradaki varlığını onaylamak anlamına geldiğinden buna ilişkin hiçbir adım atmamaktadırlar. Nitekim Amerika, her iki kesim üzerinde de hakimiyet kurmak için Annan Planını ortaya atmıştır. Zira şayet adada, yeni siyasî bir formül gerçekleştirebilirse hükümet üzerinde hakimiyet kurabilecek ve emirlerini uygulaması mecburiyetinde bırakabilecektir.

5- Türk Bakanın, Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilmesi tercihini açıklaması, şayet eski Amerikan projelerinden biriyse şimdi o bunu, İngilizlere, Avrupalılara ve Güney Kıbrıslılara baskı kartı olarak kullanılan bir tehdit olarak göstermektedir. Çünkü İngilizler, Kıbrıs'taki konumlarından dolayı çok rahattırlar. Bu nedenle bu meselenin çözümü için istekli görünmemekteler ve adadaki ajanları yoluyla Amerika'nın projelerini engellemektedirler. Nitekim Türk Bakan, İngiltere de bunu açıklamış ve nüfuzunu kullanmakla ilgili hususta büyük bir coşkuyla hareket etmeyerek, daha etkili bir politika uygulamayarak ve daha güçlü şekilde yapıcı bir rol oynamayarak çözümü engelleyen İngiltere'yi doğrudan suçlamıştır. Aslında bu, diplomatik bir ifade olmakla birlikte aynı zamanda çözümü engelleyen dahası çözüm için çalışmayan İngiltere'yi de zımnen suçlamaktır.

Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilmesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımını daha çok engelleyecektir. Zira Avrupalılar buna rıza göstermeyeceklerdir. Bundan dolayı şu anda Türkiye'nin bu yönde ilerlemesi olası değildir. Zira o, Avrupa Birliği'ne girmek için çalışmakta, Amerika bu çalışmasında ona destek vermekte ve Avrupa Birliği'ne karşı olan hedeflerini gerçekleştirme talebine yanıt vermeleri için Avrupalılara baskı uygulamaktadır. Aynı zamanda Amerika, İngiltere'nin adadaki varlığını ve nüfuzunu ortadan kaldırma şeklindeki isteklerini gerçekleştiremeyecektir. Çünkü Güney Kıbrıs'ın konumu olduğu şekilde kalmaya devam edecek ve Amerika bu şekilde oraya nüfuz edemeyecektir. Binaenaleyh Türk Bakanın sözü, baskı kartından öte bir şey değildir.

Kuzey Kıbrıs'ın ilhak edilmesi Türkiye açısından zor olmadığı bilinmekle birlikte zaten Kuzey Kıbrıs'ı kendi hakimiyeti altında görmektedir. Zira orada 30 bin küsur askeri bulunmasının yanı sıra mevcut Türk ordusu liderliği, hükümeti destekler hale gelmiş olup onun safında yer almaktadır. Dolayısıyla bu çalışma, orduyu öfkelendirmemekle birlikte oradaki varlığını da koruyacaktır. Nitekim Kuzey Kıbrıs'ın korunması, güvenliği ve çıkarlarının tamamı Türkiye ile bağlantılı olup onun dışında hiç kimse de Kuzey Kıbrıs'ı ve hükümetini bir devlet olarak tanımamaktadır. Dolayısıyla buranın geleceği Türkiye'nin elindedir. Dolayısıyla da onun ilhak edilmesi düşünüldüğünden daha kolaydır. Ancak Türkiye'deki sistem, bağımsız olmayıp Amerika'nın yörüngesinde döndüğünden Amerikanın direktifleri dışında böyle bir adım atamamaktadır. Hakeza Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilmesi tehdidi, Amerikan planlarını kabul etmeleri amacıyla İngilizlere ve Kıbrıs Rumlarına baskı uygulamak içindir.

6- Bu hususun özellikleri, önümüzdeki Temmuz ayının ardından, yani Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin Avrupa Birliği dönem başkanlığını teslim aldığında daha da netleşecek ve Türkiye'nin bu Birlikle olan ilişkisinin zorluğu ortaya çıkacaktır. Zira Avrupa Birliği Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış yukarıda zikri geçen Kıbrıs Gazetesi'ne yaptığı açıklamada şöyle demiştir: "Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Temmuz ayında Avrupa Birliği dönem başkanlığını teslim aldığında biz onu muhatap almayacağız... Ancak ileride Birlikle ilişkide bulunacağız. Sanki biz Rum yönetimini Birliğin başkanı olarak görmüyormuşuz gibi... Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, pervasızca hareket etmektedir. Dolayısıyla ortada bu yönetimin liderliğindeki Brüksel toplantılarına katılmama ihtimali de vardır." Yani durum, Güney kesimin istismar edilmesi şeklinde cereyan etmekte olup bu, şayet İngilizler ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki ajanları pes etmezler ve Annan planı olarak adlandırılan Amerikan planını da kabul etmezlerse Amerika'nın, Avrupalılar ve Yunanlılar nezdinde kargaşa ve korku oluşturması için bir fırsattır. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, geçen yıl Türk meslektaşı Davutoğlu ile yaptığı görüşmenin ardından bu hususa vurgu yaparak şöyle demiştir: "Kıbrıs'taki statükonun, her hangi birinin çıkarına olduğu kanaatinde değiliz. Dolayısıyla biz, (Kıbrıs'taki) iki bölgenin ve iki topluluğun birleşmesini istediğimiz gibi bunu en kısa zamanda görmek istiyoruz." [AFP Haber Ajansı / 16.07.2011] Yani Amerika, Kıbrıs'taki durumdan hoşnut olmadığı gibi onu kendi görüşüne göre şekillendirmek istemektedir.

7- İslam'ın Kıbrıs sorununa dönük ortaya koyduğu sahih çözüme gelince; çözüm, Kıbrıs'ın tamamının Türkiye'ye ilhak edilmesidir. Zira Kıbrıs, Müslümanların efendimiz üçüncü Raşid Halife Osman döneminde fethettikleri İslamî bir adadır. Haçlı Avrupalılar, İslam ülkelerine açtıkları birinci Haçlı savaşlarında burasını işgal etmişlerdir. Ancak daha sonra Müslümanlar burasını kurtarıp Müslüman ülkelerin olduğu aslına geri iade etmişlerdir. Nitekim Hilafet'in kendilerine geçmesinden dolayı diğer Müslüman ülkeler gibi Osmanlı Devleti'ne de tabi olmuştur. İngilizler ise Birinci Dünya Savaşında ada üzerindeki egemenliklerini açıkladıkları gibi burasının İngiltere'ye ilhak edildiğini de açıklamışlar ve ajanları Mustafa Kemal'de Lozan Anlaşması'nda bunu kabul etmiştir. Ancak Türkiye Müslümanları, Kıbrıs'ı kendi topraklarından bir parça olarak görmelerinin yanı sıra altmış ve yetmişlerde İngiltere ile Amerika'nın farklı şekillerde destek verdiği Rumların katliamlarına maruz kalsalar da buradaki kardeşlerine yardım etmek için çalışmışlardır. Ve hala burada 300 bin küsur Müslümanı korumak için askerleri bulunmaktadır.

Tüm yukarıda geçenlerle birlikte Güney Kıbrıs olmaksızın Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilmesi projesi, Amerikan projelerine yanıt veren bir projedir. Dolayısıyla pek olası olmasa da aslında Türkiye, bunu gerçekleştirmek için çalışmamalıdır. Aksi taktirde adanın üçte ikisi Rumlara, yani kafirlere feragat edilmiş sayılacaktır. Zira Türkler, resmî olarak, halk olarak ve medya olarak Rum, Güney Rum Kesimi ve Rum Sistemi şeklinde söyledikleri isimlendirmelerle Kıbrıs Rumları olarak adlandırılacaklar ve adanın Kuzey Kıbrıs'ın olduğu üçte birlik kısmıyla yetineceklerdir. Bu ise İslam'a aykırı olup bunu kabul eden herkes bunun günahını yüklenecektir. Çünkü asıl olan Kuzey Kıbrıs'ın bir bütün olarak Türkiye'ye ilhak edilip aslına bağlanmasıdır.

Erdoğan başkanlığındaki hükümet ile partisi, bu meseleyi nihai olarak bitirmeye ve Müslümanların buna yönelik bakışlarını değiştirmeye çalışmaktadır ki böylece Müslümanların bakışları, burasının kendilerine ait bir ada olmadığı şeklinde olsun! Nitekim Kuveyt Haber Ajansı (KUNA), 09.03.2012 tarihli Türk "Akşam" Gazetesi'nden Adalet ve Kalkınma Partisi'nin resmî kaynağına ait şu sözleri aktarmıştır: "Erdoğan hükümeti, özellikle Kıbrıs'ta daimi barışın ve adaletin gerçekleşmesi için Annan barış planının önemli bir zemin oluşturabileceğine inanmakta olup Amerika Birleşik Devletleri ile tüm Avrupa Birliği devletleri de bu planı desteklemektedir." Ve şöyle eklemiştir: "Adalet ve Kalkınma Partisi, Kıbrıs meselesinde yeni bir bakış oluşturmaya çalıştığı gibi be meseleye sadece Türk milliyetçiliği meselesi olarak bakılmaması bilakis öncelikle insan hakları meselesi temelinde bakılması gerektiği noktasında da Türkiye'deki birçok çevreleri ikna etmeye çalışmaktadır. Bu durumda bizi ilgilendiren Amerika ile Avrupa'nın olduğu uluslararası garantiler sayesinde Kıbrıslı Türklerin korunmasıdır."

Kıbrıs'a, dünyanın dört bir tarafındaki her hangi bir dış mesele gibi insan hakları meselesi olarak bakılıp aslından ayrılmış bir İslam beldesi meselesi olarak bakılmamasına gelince; bu tür bir bakış, Kıbrıs'ın heder edilmesi anlamına gelen bir bakış olup buna katkıda bulunan yada rıza gösteren bütün herkes kıyamet gününe kadar bunun günahını taşıyacaktır. Ayrıca Müslümanlar, ne Kıbrıs'tan nede zalim yöneticilerin heder ettiği Müslüman ülkelerinin her hangi bir parçasından vazgeçecektir. Bilakis er yada geç Allah'ın izniyle buralara geri döneceklerdir. Bekleyeni için yarın çok yakın değil midir?

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER