Pazartesi, 26 Muharrem 1447 | 2025/07/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Gilani, Haksız Yere Pakistan'a Saldırmasına Rağmen Brown'la Görüştü Ama Protestocularla Karşılaştı

Downing Street'te kırmızı halılarla karşılamak yerine Hizb-ut Tahrir, İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile görüşeceği ziyaretinin başlangıcında Antrcontinantel otelinde onuruna verilen öğle yemeğine katılacağı sırada Pakistan Başbakanını kınamak amacıyla yaklaşık yüz protestocuyu bir araya topladı.

Gordon Brown, son günlerde Obama yönetiminin yolunda Pakistan'a yönelik mesnetsiz bir saldırı başlatarak el-Kaide örgütünün liderini yakalamada İngiliz-Amerikan başarısızlığından Pakistan'ı sorumlu olmakla suçladı ve "Pakistan'ın harekete geçtiğine dair daha fazla kanıt görmeyi" istedi. Brown, sayısız sivil insanın katledilmesine rağmen insansız Amerikan uçaklarının saldırılarının gerçekleştirdiği başarıyla gurur duydu.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "Gilani, Brown'un haksız yere Pakistan'a saldırmasını kınamak yerine Batılı efendileriyle görüşmekten memnuniyet duymaktadır. İngiltere'nin Afganistan'a yönelik son işgali, akıllara yirmi otuz yıl öncesindeki vahşi sömürgeciliğini ve bölgedeki savaşlarını getirmektedir."

"Gilani ve Zerdari, Amerika'nın ve İngiltere'nin Afganistan'daki savaşlarını genişlettikleri ve rolü gereği Pakistan'ın istikrarını etkilediği bir sırada Pakistan'daki insanların durumlarına hiç önem vermemektedirler. Zira Gilani ve Zerdari, askerleri ve insansız uçakları Pakistan ve Afganistan'daki insanları öldürmesine rağmen Hillary Cilinton, General Petraus, Gordon Brown ve diğer Amerikalı yetkilileri sıcak şekilde karşılamaya devam etmektedirler."

"Eğer Gilani, Pakistan'daki insanların durumunu önemsemiş olsaydı kesinlikle Amerika'ya vekaleten başlattığı saldırıları durdurur, Brown'un Pakistan'a yönelik mesnetsiz saldırısını kınar ve David Milip'in 11 Eylül saldırılarının Pakistan'dan başladığı şeklindeki yanlış propagandasından vazgeçmesini talep ederdi."

"Batı, Gilani gibi solgun yöneticileri desteklediği sürece İslami âlem sıkıntı çekmeye devam edecektir. İngiltere'nin, Birleşik Devletler'in çıkarlarına veya kendi kişisel banka hesaplarına göre değil de pek çok insani sorunlara, Pakistan'daki insanlara ve bu geniş bölgeye İslami çözümler sunarak tebaasının maslahatına göre hükmedecek yöneticilere sahip bir yönetim nizamını ortaya koyacak olan sadece İslami Hilafet Devleti'dir."

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

Muhtelif yerel gazeteler, 02 Aralık 2009 günü yani dün, hükümetin, Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'in banka hesabını sınırsız olarak kapatma kararı aldığına dair bir haber aktardılar. Daha önce de hükümet, emperyalistlerin direktifiyle Hizb-ut Tahrir'i yasaklamasının hemen ardından Muhyiddîn Ahmed'in banka hesap numarasını geçici olarak dondurmuştu.

Hizbi yasaklaması,  hizbin resmi sözcüsünü zorunlu ev hapsi altına alması, üniversite maaşını almasını veya banka hesabından çekmesini engellemesi gibi hükümetin takındığı keyfi uygulamalar doğrusu bu rejimin İslam'a ve İslam'a davet eden kimselere karşı beslediği kini göstermektedir. Kendisini Müslümanların maslahatına hizmet etmeye adayan muhlis siyasi bir kimsenin hesabını dondurmaya başvuran bu hükümet, insanların servetlerini yağmalayan, yandaşı olan şahsiyetleri koruyan ve insanları hortumlayarak servetler edinen hükümetin ta kendisidir. Oysa ülkemizdeki Müslümanlar, Hizb-ut Tahrir ile şebabının İslam'a ve onu yüceltmeye olan ihlaslarının ve düşkünlüklerinin tamamen farkında oldukları gibi demokratik laik rejimin ocağında yetişen siyasilerin, insanları hortumlayanların ve paralarını aşıranların bizzat elebaşları olduklarının da bilincindedirler. Bunların yanı sıra emperyalist efendilerine hizmetlerinin karşılığında bir ücret olarak yabancı elçiliklerden ve şirketlerden kendilerine büyük paralar gelmektedir.

Hükümetin Hizb-ut Tahrir'in terörle alakası vardır şeklindeki iddiasına gelince; bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, davetini siyasi çalışma yoluyla yürüten ve değişim mücadelesi metodunda maddi eylemi benimsemeyen siyasi bir hizbtir. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir'in fikri çatışma ve siyasi mücadeleye dayanan daveti, -Amerika, İngiltere ve Hindistan gibi emperyalistlerin desteği olmasaydı varlıklarını sürdüremeyecek olan- bu kırılgan rejimleri sarsmanın garantörüdür. Dolayısıyla Bangladeş de dahil dünyanın dört bir yanında terörün gerçek gözeticisi bu müşrik kafir devletlerdir. Gerçekte ise bu devletler, terörün ta kendisidir. Bunun yanı sıra insanlar, mevcut hükümetin yönetimi teslim aldığı ilk günden beri ülkede meydana gelen terörist eylemlerin hepsinin Avami Birlik'in çetelerinin bir tezgahı olduğunun da tamamen farkındadırlar. Bunun içindir ki siyasi cürümleri engellemenin tek yolu laik partileri yasaklamak ve emperyalistleri ülkeden kovmaktır.

Allahın izniyle Hilafet, çok yakında gelecek ve ümmetin mallarını gaspeden, Bangladeş'te kafir laik demokratik fikirleri yaymak için çalışan ve fesadı arttıran bu fasit siyasetçilerden hesap soracaktır. Hilafet, onları şeri hükümlere göre çetin bir hesaba çekecektir ki böylece dünyada aşağılanmayı tadacaklardır. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi! Ayrıca Hilafet, Müslümanların sırtından şiddeti ve terörü yayan bu tağut politikacıları destekleyen Amerikan, İngiliz ve Hint elçilikleri olmak üzere efendilerinin elçiliklerini kapatacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

 Basın Açıklaması 2010 Yılı Bütçesi Halkın Sırtına Binen Bir Kambur Olacaktır

      AK Parti hükümetinin hazırladığı 2010 yılı bütçesi 25 Aralık 2009'da TBMM genel kurulu tarafından kabul edildi. Kabul edilen bütçe giderleri 286 milyar 981 milyon lira, bütçe gelirleri 236 milyar 794 milyon lira olarak belirlenirken bütçe açığının 50 milyar 187 milyon lira olması öngörüldü.

Hükümetin bu bütçeden yatırım için ayırdığı miktarın %6.5 gibi cüzi bir rakam olmasının yanı sıra yapacağı yatırımların hangi alanlarda olacağı bir muammadan ibarettir. Yatırım için ayrılan bu miktara bakıldığında anlaşılan o ki hükümet, bütçe açığının tamamına yakınını geçmiş hükümetler gibi halkın sırtına yüklemek niyetindedir. Nitekim 2010 yılında devletin kasasına vergilerden 193.3 milyar lira girmesi beklenmektedir. Dolayısıyla yeni yılın ilk günlerinde hükümetin elektrik, akaryakıt ve otoyol ücretlerine yaptığı zamlar bunun böyle olacağının en açık göstergesidir. Hükümetin 2009 yılı için hazırladığı bütçede öngörülen açık 10.3 milyar lira iken bu açığın 2009 kasım sonu itibarıyla 46.3 milyar lira olarak hesaplanması, 3 milyonlarla zikredilen işsizlik, yaklaşık 89 bin esnafın kepenk kapatması, 950 bin kişinin ev ve işyerlerine haciz gelmesi, karşılıksız çek sayısının 9 milyon 585 bine ve protestolu senet sayısının 1 milyon 574 bine ulaşması gibi sonuçlara rağmen Başbakan Erdoğan 2010 yılı bütçesinin kabulünün ardından hiç yüzü kızarmadan: "Bu müzakerelerle birlikte, 2010 ve daha sonrasına yönelik hükümet olarak yapacağımız çalışmalara katkısı olacak düşünceler için şahsım ve milletim adına çok teşekkür ediyorum. Ülkemiz, milletimiz için bu bütçenin hayırlara vesile olmasını Allah'tan temenni ediyorum." diyerek Müslüman Türkiye halkıyla alay etmiştir.

 Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Geçmiş hükümetlerin yaptığı gibi tüm bütçe açıklarını sizlerin sırtına yükleyen, alacağınız 577 lira asgari ücret rakamını bir iyileştirme olarak gören, yatırımı kamu mallarını özelleştirme adı altında yerli ve yabancı devasa şirketlere peşkeş çekmede gören bu hükümete artık dur demenin zamanı gelmiştir. O halde tüm bu çarpık ekonominin temelini oluşturan Allah Subhanehu'nun haram kıldığı faize (riba) dayalı fasit kapitalist ekonomik sistemin yerine zekat verecek bir fakirin bile bulunmadığı Ömer bin Abdülaziz'in Hilafeti dönemindeki gibi İslami ekonomik sistemi uygulayacak Hilafet Devleti'ni ikame etmek için hiç zaman kaybetmeden Hizb-ut Tahrir'e destek veriniz.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Obama'nın Kuvvet Artırımı, Terörü Arttırmaktan Başka Bir Şey Getirmeyecektir

 

      Nihayet Obama, Afganistan'a yönelik yeni stratejisinin otuz bin (30.000) ek kuvvet göndermek olduğunu açıkladı. Bu eylem aylar aldı. Çünkü Birleşik Devletler, tıpkı Vietnam'da başarılı olamadığı gibi Afganistan'da da başarılı olamayacağını anladı. Sovyetler Birliği, NATO'nun planlamasından daha fazla kuvvete sahip olmasına rağmen tamamen hezimete uğramıştı. "İsyana" karşı koymaya yönelik yeni strateji hakkındaki haberlerin ek kuvvetle eş zamana denk gelmesi yeni bir husus olmayıp akılları ve kalpleri kazanmada tamamen başarısız olacaktır. Benzer şekilde Helmand ve Kandahar'a binlerce kuvvetin konuşlandırılması iddia ettikleri gibi isyanı durdurmaktan ziyade arttıracaktır. Çünkü isyanın kaynağı, yabancı muhariplere mukavemet edilmesine ihtiyaçtan kaynaklanmakta olup bu da Afganlıların asırlardır uğraştığı bir husustur. Nitekim Afganistan'daki eski Amerikan diplomat Matthew Hoh, şöyle demiştir: "İsyan, Amerikan kuvvetlerinin ulaşmasının ardından Afganistan'a ulaşmıştır."

Afganistan'ın işgal edilmesi hakkındaki Obama'nın, teröristlerin hezimete uğratılması Birleşik Devletler'i daha güvenli hale getireceği şeklindeki temel gerekçesi çürük bir gerekçedir. Çünkü onlardan az bir kısmı hala Afganistan'dadır. Ancak onların -iddia ettiği üzere- artık Pakistan'a intikal etmiş olsalar bile Obama, geri dönmeleri halinde Birleşik Devletler kuvvetlerinin sonsuza dek Afganistan'da kalacağını mı düşünmektedir? Yoksa Amerikan kuvvetlerinin artık bu insanların faaliyet gösterdiği iddia edildiği Pakistan'da kullanılacağını mı söylemektedir?

Pakistan'daki insanların çoğunun şüphelendiği durum, olduğu gibi kalacak olan ikinci görüştür. Bu da sürpriz bir durum değildir. Çünkü Amerikan liderlerinin Afganistan-Pakistan stratejisi hakkındaki konuşmalarının çoğu, Pakistan'a yönelik üstü kapalı bazen de açık tehditler içermektedir. Nitekim Washington Post Gazetesi, emekli Amerikan Generali James Jones'in şu uyarısını aktarmıştır: "Pakistan, isyancıları yakalayamazsa muhtemelen Birleşik Devletler, Pakistan'ın Afganistan'la olan Batı ve Güney sınırları boyuna yerleşmiş isyancıları takip etmeye yönelik düzenlemeler uyarınca her türlü aracı kullanmak zorunda kalacaktır." Hiçbir şüpheye mahal bırakmaksızın şunun anlaşılması gerekir ki ortaya çıkmaya başlayan ek güçlerin ve siyasi stratejinin sabitleşmesi, sırf savaşı Pakistan şehirlerine ve köylerine taşımak içindir. Nitekim İngiltere Başbakanı Gordon Brown'ın, Pakistan'dan daha fazlasını istediği 29 kasımdaki açıklaması, önümüzdeki haftalarda ve aylarda neler olacağının açık göstergesidir.

NATO kuvvetlerinin süregelen varlığı, Batının diktatörlük ve işkence odalarını iyi yönetişim ve seçilmiş liderlerle nasıl değiştirdiğine model olması istenen Afganistan'da iyi yönetişimin gelişmesine katkıda bulunması imkansızdır. Artık bugün Afganistan, önceki herhangi bir zamandan daha bozuk bir hale gelmiştir. Batılı etik liderliği yok eden sadece ne askeri işgal ne Guantanamo ne de Ebu Gurayb ve Begram'daki işkencedir. Bilakis kötü yönetim ve beceriksizlik de vardır. Bunun yanı sıra Afganistan'ın istila edilmesinin üzerinden sekiz sene geçtiği halde Batı, bölgedeki bozuk liderlikleri desteklemeyi sürdürmektedir. Nitekim -tıpkı Ortadoğu'daki diğer nizamlar gibi- Zerdari, Karzai ve Hasina'yı desteklemesi, ticari çıkarların değerlerden daha öncelikli olduğuna dair bir örnektir.

Binaenaleyh şu noktaları vurgulayarak son veriyoruz: Birincisi: Tüm yabancı kuvvetler ile üsler yok edilmeli ve Batı işgali ile İslami alemin servetlerinin sömürülmesine nihai olarak son verilmelidir. İkincisi: Batı, bölgenin bozuk yöneticilerine destek vermeye son vermelidir. Üçüncüsü: Batının, şu anda savaşı sokaklarınıza, köylerinize ve şehirlerinize taşımak istediği ve Pakistan'ın ancak İslami nizamı tatbik etmek ve enerjilerini harekete geçirmekle olası saldırıya karşı koymaya muktedir olacağı hususunda Pakistan halkını uyarmak isteriz.

 

Devamını oku...

İsviçre'de Minarenin Yasaklanması, Batılı Değerler Manzumesine Elveda Etmektir

 

      İsviçre halkının minare inşasının yasaklanmasını oylaması, ifade özgürlüğü ve hoşgörü gibi çok meşhur olan Batılı değerlerin propagandasını yapanların tutumlarını açığa vurmaya sevk etmesi bakımından açık ve net bir şekilde gerçekleşmiştir. Diğer bir ifadeyle bu oylamanın sonuçları karşısında oldukça zor bir durumdaydılar.

Geçen pazar günkü referandum, Batılı ülkelerdeki insanların sistematik olumsuz medya propagandası nedeniyle İslam karşıtı çılgınlığında nasıl bir boyuta ulaştıklarını bir kez daha gözler önüne serdiği gibi Avrupa halklarına kök salmış olan İslam'a ve İslami simgelere nefretin derinliğini de göstermektedir. Böylece kişi, değişim götürmeyen şekilde kökleşmiş olması gereken laik akidesinin mefhumlarını -ki temel direk sayılan inanç özgürlüğü bunlardan biridir- terk etmeye hazır hale gelmektedir. Yani kişi tüm bunları, derinliklerde saklı olan muayyen bir dinin öğretilerine yönelik karşıtlığı boşaltıp rahatlamak için yapmaktadır.

Şöyle buyuran Azim olan Allah ne kadar da doğru söylemiştir:

قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ "Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." [Âl-i İmrân 118]

İflasın kanıtı olan referandumun bu sonucu, esası bakımından laikliğin temel ilkelerinin şu ana kadar olması gerekenden daha az yerleştiğini göstermiştir. Yine dikkat çekicidir ki yasağı destekleyenler sadece oy kullanma hakkı olan beş milyonun çoğunluğu değildir. Bilakis İsviçre'nin 26 kantonundan talep edilen çoğunluk da böyledir.

Bu kararın taklit edilen bir emsal olacağı, İslami şiarlarını eda ederlerken Avrupa'daki Müslümanlara yönelik baskının ve sıkıştırmanın giderek artacağı açıktır. Zira Müslümanlara yönelik sıkboğaz politikasının giderek arttığını mülahaza ettik. Mesela başlangıçta Müslüman kadınların başörtüsü takma yasağı devlet okullarındaydı, bunun ardından Avusturya "Curtin'de" kubbeli mescitlerin ve minarelerin inşa edilmesi yasaklandı ardından genel hayatta peçe takılması tartışmaya açıldı ve şimdi de İsviçre'de minare yasaklanması üzerinde referandum yapıldı.

Müslümanlara deriz ki: Eğer dünyadaki tüm Müslümanların maslahatlarını gözetecek Hilafet, İslami alemde mevcut olsaydı kesinlikle Avrupa'da İslam tartışması başka bir boyut kazanırdı. Dahası aslen böyle bir şeyi çıkaramazdı. Zira bir Arap ülkesi olan Libya, ekonomik ve siyasi baskı sonucunda -İsviçre'nin söylediğine göre- İsveç'i Hannibal Kaddafi'yi açık bir suç işlemesine rağmen serbest bırakmak zorunda bıraktı. O halde Batılı devletler, ekonomik sebeplerden dolayı suçları takip etmeyi bırakmaya hazırsa İslami Devlet tarafından gerekli baskı olduğunda Müslümanların haklarını tanımaya hazır olması daha evla değil midir? Özellikle bu örnek, İslami alemde hatta Avrupa'da ikamet eden Müslümanlar açısından Hilafet'in gerekliliği boyutunu bir kez daha göstermektedir.

İslami alemdeki ajan olan bozuk nizamlara ilişkin olana gelince; liderlerin evlatlarının cürümlerini örtmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen İslam ve Müslümanların uğrunda hareket etmeyenleri harekete geçirmeye hazır değildirler. Artık kör olanlar için bile açığa çıkmıştır ki bu nizamlar, helak olmuş ve yok edilmelerinin zamanı gelmiştir. Birer Müslüman olarak bizler açısından bu durum, böylesi bir zamanda son derece önceliklidir.

Bu karar, bizleri durup düşünmeye çağırmaktadır. Zira bir yönden bizlere her yerde propagandası yapılan Batılı laik sistem değerlerinin hoş görüsünün sarsıldığını ve yorgun düştüğünü göstermektedir. Bu da Batı hayranlarını İslam'a geri dönmeye sevk eden bir şok olması gerektiği gibi buradaki insanlarla laikliğin akli eleştirel teste tabi tutulduğu fikri tartışmaya girmemize de imkan vermektedir.

Diğer taraftan bu oylama; özellikle kendilerine birer lider tacı giydirenler olmak üzere Avrupa'daki bazı Müslümanların temsil ettiği adaptasyon, teslimiyet ve İslami değerlerden taviz verme zihniyetinin başarısızlığa uğradığını ve onları daha fazla taviz vermeye sürükleyeceğini göstermektedir. Bundan dolayı bizlere düşen, kararlılık, izzet-i şeref ve azimle haklarımızı talep etmekle birlikte bu hususta söz birliği yapmaktır ki işte o zaman bunda başarılı olacağızdır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Mühendis Şâkir Âsım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

Devamını oku...

-Basın Açıklaması-

    Geçen 25 kasım çarşamba günü David Cameron, -milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- başbakanın sorgulanması oturumunda Hizb-ut Tahrir'e iftiralarda bulundu ve iftiralar aşağıdaki şekildedir:

-Hizb-ut Tahrir'in Londra ile Slough'ta ilkokullar adında örgütsel arayüzleri vardır!

-Bu örgütsel arayüzler, devlet parasından 113.000 sterlin aldılar ve aslında bu paralar şiddet yanlısı radikalizmi bertaraf etmek için tahsis edilmiş finans kaynağından gelmiştir!

Bu iftiralar, yeni değildir, bunlar ilkesel bakımdan inanırlığının zayıflamasından dolayı geçmişte küflenmiş yeniden gündeme getirilen eski ithamlardır.

Bunun yanı sıra Cameron, hizbin gayrimüslimlere özellikle de Yahudilere ilişkin görüşleri hakkında daha önce dile getirdiği aynı yanlış iddiaları -bir kez daha milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- yineledi. Zira özet olarak şöyle diyor: "Hizb-ut Tahrir'in anayasası, gayrimüslimlerin savaş meydanında öldürüleceğini ikrar etmektedir." "Onların kanları... malları gibi... meşrudur." "Hizb-ut Tahrir, Yahudilerin "nerede bulunursa bulunsun" öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür!"

Şüphesiz bu, -hizbimizi şiddetin, terörün ve kanların akıtılmasının kaynağı olarak göstermek amacıyla- bu meselenin duyguları daha fazla tahrik etmesi için düşüncelerimizi saptıran yanlış bir görüntüdür. Açıkçası tüm bunlar, Cameron'un daha önceki tüm iddialarının yanlış ve iftira olması bakımından hükümete karşı bazı ucuz puanlar kazanmak içindir.

Medyada geniş yer bulan bu iddialar bağlamında aşağıdaki noktalara değinmek isteriz:

1. Bu iki okulun Hizb-ut Tahrir'in örgütsel aryüzleri olduğu iddiası yanlış bir iftiradır. Zira Hizb-ut Tahrir, hiçbir zaman bir okulu idare etmemiş ve etmeyecektir. Şayet böyle bir şey yapmış olsaydık bundan utanç duymazdık. Zira mütekamil bir eğitim vermeye çalışan okullar, -yaratıcı Subhânehuya hürmet etmek, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i sevmek, Müslümanlar arasında kardeşlik ve başkasına saygı göstermek gibi- İslami değerlere teşvik eder ki bu güzel bir husustur.

Binaenaleyh Cameron'un bunda ısrar etmesi bir yalan olmasının yanı sıra aslında bu iddialar yeni de değildir. Bunlar, hiç kimsenin tanımadığı muhtemelen bu şekilde isim yapmak isteyen ne idüğü belirsiz bazı gazetecilerin üzerine zıplaması sonucunda ortaya atılmış iddiaların aynısıdır. Ancak hiç kimse bunları ciddiye almayınca çabaları heba olup gitmiştir.

2. Hizb-ut Tahrir'in para aldığı hakkındaki iddialar da yanlıştır ve iftiradır. Zira birçok milletvekilinin onu bunu desteklemesi karşılığında para almalarının aksine Hizb-ut Tahrir, doğrudan veya dolaylı bir şekilde hiçbir devletten asla ve asla para almamıştır!

Cameron, okula ilişkin iftiraları hakkındaki önceki iddialarından geri adım atmak zorunda kalmasına rağmen bunu yaptığında iftiralarına kılıf oluşturacağını ve gerekçesini güçlendireceğini zannettiği bir üslupla hedefi başka bir yere çekmeye çalışmıştır. Zira şöyle demiştir: "Radikallerin idare ettiği okullar!"

3. Özellikle bu saptırma, son olarak Hizb-ut Tahrir (Akidesi ve Stratejisiyle Hizb-ut Tahrir) hakkında sağcı kanada bağlı Sosyal Uyum Merkezi adında bir fikir fabrikası tarafından yapılan açıklamaları yeniden parlatmaktan öte bir şey değildir. Bu merkezin müdürü, yeni muhafazakarlardan biri olan "Yeni Muhafazakarlar-Bizler Neden Onlara Muhtacız?" kitabının yazarı Douglas Murray'dır ki o, "Avrupa'daki Müslümanların şartları, hat boyunca daha zorlaştırılmalıdır" kötü sanlı söylemin sahibidir. Görünen o ki Sayın Cameron, bunu iyice kavramış ve buna göre hareket etmektedir.

Sayın Cameron ve muhafazakar gurubunun yeni muhafazakarlarla yakınlaştığı bu durum bir ilk değildir. Zira şu anda bu felaketin merkezindeki yeni muhafazakarlardan olan "Gölge Eğitimi" resmi sözcüsü ve "Siyasi Değişimin" eski müdürü muhafazakar Michael Goff, gidişat çizgisinde Sayın Cameron'un Front Bench cephesinden pek çok kişiyle yakınlaşmaktadır. Zira George Osborne ve Liam Fox da dahil onların hepsinin yeni muhafazakarlardan olduğu ve bazılarının da daha şahin olan Amerikan düşünce fabrikalarından güvenlik politikasını etüt etmek için Birleşik Devletler'e gittiği yansımıştır.

Kısacası Sayın Cameron, ister yerel ister harici siyasete isterse güvenlik siyasetine ilişkin olsun Müslümanlarla ilgili hususta selefleri George Bush ve Tony Blair'in yaptığı gibi hızlı bir şekilde yıkıcı dogmatik ayrımcı politik çizgiye doğru gitmektedir.

Washington'daki yeni muhafazakarlar, terörizme karşı küresel savaşa öncülük yaptılar, İngiltere ile Amerika'yı Afganistan ve Irak'taki sömürgeci savaşın içine çekerek milyonlarca sivilin kanını akıttılar ve iki ülkede yıkım meydana getirmek için milyarlarca sterlin harcadılar... Onlar, Guantanamo Körfez Tutukevi'nin mimarıdırlar ve istisnai uygulamalar adı altında işkenceyi meşrulaştırdılar! Yeni muhafazakarların felsefesi Birleşik Devletler'de inanırlığını yitirmiş olsa da hala canlı olup Batı Munster ve Tory partisinde nabzı atmaktadır.

4. Müslümanlara ikinci derece vatandaş muamelesinin yapıldığı McCarthy'nin "Cadı Avı" politikası

Yukarıda bahsedilen Sosyal Uyum Merkezinin raporundaki önemsiz propagandaya rağmen raporun kendisi şiddeti meşrulaştırmamamız veya desteklemememizden dolayı hizbimizin kanunen yasaklanmasının imkansız olduğunu kabullenmek zorundadır. Buna rağmen Sosyal Uyum Merkezi, "İkinci derece vatandaş olarak lise ve ilkokullarda çalışmaları engellenmelidir", yani ikinci derece vatandaşlar olarak sözüyle fikirleri yeni muhafazakarlarla örtüşmeyen Müslümanlara karşı McCarthy'nin "Cadı Avı" hakkındaki politikasının bir türünü savunmaktadır. O halde Sayın Cameron'un bu politikayı benimsediği ortaya çıkmıştır.

Cameron, medya organlarında "radikalizm" ve "Müslümanların şeytanlığı" gibi ifadeleri kullanarak kendi görüşleri ve yöntemleriyle çatışan Müslümanların seslerini susturmayı amaçlayan şüphe ve korku atmosferlerini kuvvetlendirmiştir.

Görüldüğü üzere Cameron, saldırısını yeni muhafazakarlara atfedilen düşünce fabrikalarından benimsemiş olmasına rağmen hiçbir kimse öncelikli hedefinin ilkokul olduğunu tahayyül edemez. Bu da hükümete karşı puan kazanmak için "radikalizm" suçlamasındaki sanını çarpıtmayı amaçlamasından ötürüdür. Oysa tüm bunlar herhangi bir kanıttan yoksundur.

5. Cameron, Hizb-ut Tahrir'e karşı şeytanlığını, "Bu örgüt, nerede bulunurlarsa Yahudilerin öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür" gibi ifadeler üzerine bina etmiştir. Bu ise apaçık bir yalandır.

Şüphesiz bu, görüşlerimizi çarpıtmaktır. Nitekim daha önce bu iddialara delillerle karşılık verdik ve Cameron bu tatsız yalanları ilk kez sayıkladığında Taci Mustafa'nın 09 Temmuz 2007'de yazdığı makale de bunlardan biridir.

Bazılarının siyonist "İsrail" devletine karşı çıkışımıza Filistin'in kurtarılmasına ilişkin görüşlerimizi antisemitizm suçlamasıyla susturmaya çalıştıkları sırada bile hiç kimse Cameron'un yaptığı gibi bu konuda bu denli iftiralar boyutuna ulaşmamıştır.

Avrupa Parlamentosundaki görüşlerimizi saptırıcı sunumunun ardından "dindar" gibi görünmeye çalışınca antisemitizm ve yabancı düşmanlığı fikirleri hususunda açık bir şekilde partisi ile yanındaki insanlar arasında ittifak kurmaya yeltenmiştir.

6. Cameron'un anti-Müslüman düşünceleri dahili politikayla sınırlı değildir.

BBC4 Radyosundaki "Günün Programı" programında Cameron, "terörizm" tehdidini engellemek için gerekli olduğu sürece İngiliz kuvvetlerinin Afganistan'da kalması gerektiğini savundu. Sanki o fiilen, İngiliz kuvvetlerinin bir işgal gücü olarak süresiz şekilde kalmaya ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir.

Ölüm, yıkım ve bu acı çıkmaza yönelik çözüm yetersizliği gibi bu savaşın neden olduğu sorunlara yönelik İngiltere'de bilincin arttığı bir zamanda Sayın Cameron'un çözümü, daha fazla alçalmakta yatmaktadır.

Cameron'un bakanlığa ulaşması halinde kanıtlar, Batının emperyalist ajandasına muhalif sesleri susturacağını göstermektedir ve İslami jenerasyon içerisinde bu husustaki muhalefete liderlik eden Hizb-ut Tahrir'dir.

Zira Cameron, dünya boyunca şiddet kullanmayıp siyasi faaliyet yürüttüğüne elli küsur yılın şahitlik ettiği bir hizb olduğu halde Hizb-ut Tahrir'i yasaklamaya kararlı olduğunu ifade etmiştir.

Her şeye rağmen bu, hizbimizi yasaklamak için hukuki bir mesnet bulamayan Blair'in tutumudur. Başkaları da ucuz kopyalama yoluna başvurdular ve başarısız oldular. Zira "Sunday Times", daha önce 2007 yılında David Davis tarafından yayınlanan bir itham hakkında sayfasında tekzip yayınlamak zorunda kalmıştır. "Newsnight", mesnetsiz bir itham yayınlamaya yeltenince geri adım atmak zorunda kalarak aynısını BBC yapmıştır ki artık onun yalan uyduran bir site olduğu ifşa olmuştur.

7. Cameron, partisi ve yeni muhafazakarlar, -Hilafet fikri gibi- İslami siyasi fikirleri "radikalizm" olarak görüyorlar. Yani onlar, fikri inancı suç sayıyorlar. Binaenaleyh İslami alemde Müslümanlara ait bir nizam olarak Hilafet'e inanan herkes herhangi yasal bir dayanak olmadan işinden edilmektedir. Burada hukuk, Müslümanlara bu şekilde, toplumun geriye kalanına başka bir şekilde işlemektedir.

Hilafet fikirleri, İslami alemde hatta buradaki Müslümanların arasında temel fikirlerdir. Bizler, Allah'ın izniyle beklenen bir gelecekte İslami alemde ezici bir halk desteğiyle Hilafet'in kurulacağına inanıyoruz.

İdeolojik İslami Devlet, sömürgecilik ve işgal bağımlılığından ırak bir şekilde bağımsız bir şekilde yolunu yarmaktadır. O ki kaynaklarını başka ırkların hizmetine değil kendi tebaasının hizmetine kullanacak olan bir devlettir.

İslami alemde Hilafet kurulduğunda Cameron ve beraberindeki yeni muhafazakarlar, pervasızca radikallikle tanımladıkları bu tür fikirlerle bir arada nasıl yaşayacaklarına karar vermelidirler.

Hizb-ut Tahrir, İslami alemdeki Müslümanların İslami ajandası için çalıştığının farkındadır ve bu hususta sadece fikri ve siyasi üslupları takip etmekte olup gevşeklik göstermeksizin sabitelerine bağlıdır.

Blair, bizleri terörist olarak tanımlamak yoluyla hizbi yasaklamak istemesine rağmen yalan söylediği ifşa oldu ve bunu yapmayacağını gördü. Şimdi de Cameron, dünyayı yeni muhafazakarların gözüyle tasvir etmesine -ki bu hazmedilmesi imkansız bir durumdur- karşı çıktığımızı itiraf etmek yerine iftira olan bir davayı uydurmak yoluyla hizbi yasaklamaya çalışmaktadır.

Cameron'un Hizb-ut Tahrir'i yasaklayacağını duyurması, on yıllardır açıkça özgürlük ve demokrasinin -zengin kapitalistler vergi mükelleflerini aldatırlarken, dünyanın kaynaklarını tüketirlerken ve diğer beldeleri istila ederlerken- nüfuz sahiplerinin kullandığı birer slogan olduğu söylemimizi dünyaya teyit etmektedir.

Müslümanların imajını çarpıtmak, onlara "radikal" damgası vurmak, Müslümanlara özel ve diğer her bir ferde başka kanunlar koymak Cameron'un desteklediğini iddia ettiği çoğulculuk, vatandaşlık, eşitlik ve ifade özgürlüğünün her türlü şeklini yok edecektir.

Aslında Cameron'un şu ana kadarki tüm girişimleri sadece şunu göstermektedir ki insanlar, zengin kapitalistlerin dünya hakkındaki düşüncelerine köle olmayı kabul etmeleri halinde özgürlüğü, çoğulculuğu ve insan haklarını elde edeceklerdir. Yok eğer bu düşünceden saparlarsa imajları çarpıtılacak, haklarında yalan söylenecek sonra da yasaklamalara maruz kalacaklardır.

Zayıf ve güçlü delilin ortaya çıkması için David Cameron'a bir kez daha açık tartışma yapmaya meydan okuma davetiyesi çıkararak bu beyana son veriyorum. Zira Hizb-ut Tahrir, siyasi-fikri bir hizbtir. Asla fikirlerimizi yasaklayamayacaktır ve istese de istemese de bu fikirler pırıl pırıl kalacaktır.

Bunun içindir ki sizleri, yalan uydurmak ve çarpıtmak yerine fikirlerimizi el almaya davet ediyoruz. Bu da ya Batının harici sömürgecilik politikası, İslami alemin idaresi ve hayattaki özel yaşam tarzlarımız gibi somut meseleler üzerinde bir tartışma olur ya da ne kadar tehdit edip iftirada bulunursanız bulunun mağlup olmuş olursunuz.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Cameron'un" Hizb-ut Tahrir Hakkındaki Umutsuz Yalanları Puan Kazanma Girişiminden Öte Bir Şey Değildir

 

Bugün başbakanı sorgulama oturumunda muhafazakar lider David Cameron, Hizb-ut Tahrir'in devlet tarafından finanse edildiği ve okulları idare ettiği şeklinde yalan iddialarla yasaklanması talebini yineledi ve mesnetsiz iddialarda bulundu.

         Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "David Cameron'un Hizb-ut Tahrir hakkındaki okulları idare ettiği, mali yardımlar aldığı, nefret ve şiddeti körüklediği şeklinde küstahça yalanları muhafazakarların seçimlerdeki oranını arttırmaya yönelik çaresiz bir girişimden öte bir şey değildir." "Irak'a yönelik savaşa destek veren ve Avrupa'da nefret saçan, yabancı düşmanı, iğrenç ve en ırkçı parti ile bir arada yaşayan bir partinin nefreti körükleme suçlamasını asla kabullenmeyiz."

"Gerçekte bir temele dayanmayan söylemleri, ortaya çıktığı ilk andan beri tamamen çürük olup anti-Müslüman politikalarının son faslıdır." "Sürekli olarak açık tartışma için hodri meydan dememize rağmen Cameron, karşılık verme cesaretinde bulunamadı ve bunun yerine parlamenter imtiyazların arkasına saklanmayı tercih etti. Cameron, ortaya herhangi bir kanıt koymayıp sadece yalan üretmeye dayanmaktadır ve tekrar seçilmek için her şeyi söylemeye de hazırdır."

"Diğer çaresiz iftirayla ilgili hususa gelince; bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, asla bir devlet finansmanını kabul etmemektedir. Sayın Cameron ve partisinin aksine bizler, para peşine düşerek sistemi sağmıyoruz. Zira David Cameron'un vergi mükelleflerine para ödediği tespit edildiği bir sırada bizler asla devlet finansmanından hiçbir şeyi kabullenmedik."

"Hizb-ut Tahrir, siyasi bir hizbtir. Dolayısıyla bizler, ne İslami kişisel bir kurumu ne de herhangi bir okulu idare ederiz. Daha önce de böyle bir şey yapmadık."

"İngiltere'nin gırtlağına kadar Afganistan savaşına battığı ve ekonomisinin çökmek üzere olduğu bir sırada Sayın Cameron, başbakanı sorgulama oturumunda kendisine verilen süreyi boş yere kullanma tercihinde bulundu. Bu da ucuz popülizmin peşine düşme hususunda Cameron'un Blair'in gerçek varisi olduğu hakikatini hatırlatmaktadır."

"Görünen o ki Toure Front kurumu şizofreni vakasının sıkıntısını çekmektedir. Zira kongrelerinde ve geçen geceki "Newsnight" programında Cress Jerilinj, samimi bir şekilde "hükümetin sivil özgürlükleri gıdım gıdım" nasıl yediğine ve "bunun karşı çıkılması gereken" bir utanç olduğuna değindi. Buna rağmen o, elli küsur yıldır İslami alemdeki despotluğa ve diktatörlüğe son vermeyi hedefleyen, şiddetten uzak aktif siyasi bir geçmişe sahip, İslami siyasi bir hizb olan Hizb-ut Tahrir'i yasaklamayı istemektedir. Şüphesiz bu, böylesi politikacıların inandığı özgürlük ikiyüzlülüğünün daniskasıdır. Zira bir taraftan "özgürlük ve demokrasiyi" koruma temelinde İslami beldelerin istila edilmesini meşrulaştırırlarken diğer taraftan örgütleri yasaklama yoluyla siyasi tartışmayı susturmaya davet ediyorlar. Bu saptırıcı politikalar nezdinde gerçek, insanlar sadece bu politikacılardan münafıkların ve müfsitlerin çıkarttığı kanunlara itaatleri ve bağlılıkları oranında özgürdürler!"

 

 

Devamını oku...

Kahramanlık, Oyun ve Eğlenceyle Değil İslam'a Nusret Vermek ve Onun Ehline Yardım Etmekle Olur

  • Kategori Cezâyir
  •   |  

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الأَمْوَالِ وَالأَوْلادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلا مَتَاعُ الْغُرُورِ "Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." [Hadid 20]

Ey Cezayir'deki Müslümanlar!

Yeryüzündeki her ümmet; kendisini yönetmesi, işlerini gözetmesi, hedeflerini gerçekleştirmesi, insanların mesken, yiyecek, giyecek, öğretim, sağlık ihtiyaçlarını gidermesi, sanayi, ziraat ve ekonomi alanlarında devletlerinin inşasında kendilerine liderlik etmesi ve servetlerini kendilerine faydalı olacak yerlerde kullanması için kendisine bir yönetici veya lider edinir. İslam ümmeti ise birçok hususta Allah'ın emrine ve hükmüne sırt çevirerek dünya hayatına razı geldiler, onunla tatmin oldular, ayetlerinden ve sünnetlerinden gafil kaldılar. Dolayısıyla Allah, onların işlerini dosdoğru bir şekilde gözetmeyen, onları izzet ve temkin sahalarına sürüklemeyen, dahası onları ümmetin enerjisinin ve mallarının kullanıldığı oyun, eğlence ve gurur sahalarına sürükleyen hatta ve hatta orduları ve askeri uçakları futbol maçları için kullanan hükümetleri onların başına musallat etti!! Zira Mısır ve Cezayir, sanki gerçek bir savaşın içerisine girdiler. Ne için? Çünkü onlar, futbol stadyumlarında binicilik, oyun ve eğlence uçurumunda kahramanlık için birbirleriyle yarışmaktadırlar!! Acaba Mescid-il Aksa'nın, Kudüs'ün kurtarılması veya Bağdat'ta binicilik için birbirleriyle hiç yarıştılar mı? Acaba on yıllardır hayat sahasından kalkan Allah'ın hükmünü yeryüzünde ikame etmek için birbirileriyle hiç yarıştırlar mı? Acaba insanları gözetmek, açları doyurmak, sanayi, zirai ve ticari projeler yapmak için hiç birbirleriyle yarıştılar mı? Acaba Müslümanların beldelerini istila eden kafirlere karşı savaş meydanlarında izzet koltukları için hiç birbirleriyle rekabet ettiler mi? Görünen o ki onların programlarında ne böyle bir şey var ne de bunlar onların görevidir. Çünkü kibirlenmek için yaratılan bir kimse bunları yapmak için yaratılan kimse gibi değildir.

Ey Cezayir'deki Müslümanlar!

Etki konumundan kayboluşunuzun ve çoğunuzun batıl ve ehline ayak uydurmasının üzerinden uzun bir zaman geçti. Allah, bazı günahlarımızı bizlere isabet ettirdi, aramızda şiddetli bir azap soktu ve bizden olmayanları başımıza düşman olarak musallat etti. Onlar da ellerimizdeki şeylerin bir kısmını aldı ki böylece Aleyhi's Selam'ın şu kavli tecelli etti:

وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللَّهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلا سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللَّهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلا جَعَلَ اللَّهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ "Allah'ın ve Resulünün ahdini bozmayınız. Yoksa Allah, kendilerinden olmayanlardan bir düşmanı onların başın musallat eder. Onlar da onların ellerinde olanın bir kısmını alır. Onların imamları (liderleri) Allah'ın kitabıyla hükmetmediği ve Allah'ın inzal ettiklerinde tercih yaptıklarında ise Allah, onların arasına azap sokar."

O halde yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmek için çalışınız, zafiyet, gaflet ve kayboluş sahalarında ölmeyi kabullenmeyiniz. Bilakis dininizle izzetli yaşayınız ve Allah'ın yolunda ölünüz. Zira sizler, O'na döndürüleceksiniz ve dininden gaflete düşmenizden ötürü harap ettiğiniz ömürler ve geçici meta uğrunda boşu boşuna eskittiğiniz bedenler yüzünden sizleri muhasebe edecektir. Sanki sizler Allah'ın azabını, hakimiyetinin şiddetini görmüyor, azabının pek şiddetli olduğunu ve sizler anılmaya değer bir şey değilken sizleri hayat sahasına attığı gibi hesap için O'na geri döneceğinizi bilmiyormuşçasına sizlere indirdiği ayetlerinden gafil bir şekilde yaşadığınızdan ötürü sizleri sorguya çekecektir.

وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللَّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkes hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının." [el-Bakara 281]

O halde Allah'a kaçınız ve İslam Devleti'ni, yani Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışınız. Yani Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız ki Allah'ın kitabıyla aydınlanan, Muhammed'in sünneti ile hidayetleşen, semanın ve arzın ölümsüzü olan yalnızca Allah'tan yardım isteyen bir devlet kurasınız. Zevk-ü sefa düşkünlerinin oyunlarına alet olmayınız. Yoksa Allah, dünyada ve ahirette sizleri azapla kuşatır ki size isabet etmiş ve isabet edecek olanlar gözlerinizden hiç de uzak değildir.

وَمَن لاَ يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ Her kim Allah'a dâvet edene icâbet etmezse, şüphesiz ki o, (Allah'ı) yeryüzünde âciz bırakacak değildir. Zaten kendisi için (Allah'tan) başka dostlar da bulunmaz. İşte böyleleri apaçık bir sapıklık içindedirler. [el-Ahkâf 32]

وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah, kendisine [dinine] yardım edenlere, mutlak surette yardım eder, zafer verir. Muhakkak ki Allah, Kaviyy'dir, Azîz'dir. [el-Hacc 40]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER