Cuma, 06 Recep 1447 | 2025/12/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Köklü Değişim Dergisi 27 Haziran 2012 Pazar Günü Van'da "Suriye'yi Ne Unuttuk, Ne De Unutturacağız!" Başlığında Bir Konferans Düzenledi

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Sessiz mi kalacağız Suriye? Unutmadık! Unutturmayacağız! sloganı ile Türkiye'nin bir çok şehrinde Suriye deki direnişe destek vermek ve katliamlara dur demek için Konferanslar düzenleyen Köklü Değişim Van'da da "Suriye'yi Ne Unuttuk, Ne De Unutturacağız!" Konferansını gerçekleştirdi.

Depremin yaralarını sarmaya çalışan Van halkının katılımı ile gerçekleşen Konferans Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Suriye de yaşananlar hakkında ve Suriye deki katliama sessiz kalan yönetici ve âlimler hakkında iki ayrı sinevizyonun seyrettirildiği programda katılımcılar duygulu anlar yaşadılar. Programda ilk olarak M. Hanifi ERGİN Konuştu. ERGİN konuşmasına Van depreminin yaralarını yeni yeni sarmaya başlayan bizlerin her ne olursa olsun, Suriye deki zulme ve katliama da sessiz kalmamamız gerektiğini hatırlatarak konuşmasına başladı ve şöyle dedi: Van'ı deprem yıktı, ve Allah'tan gelen afete bizler sabredip teslim olduk. Katil Beşşar Esed Suriye'nin şehirlerini tek tek yıkıyor. Zalim zalimliğini, tağut tağutluğunu yapıyor. Ancak bu yıkıma dünya sessiz kalıyor, insanlık sessiz kalıyor, bizler sessiz kalmayacağız. Suriyeli Müslümanların garip Müslümanlar olduğunu belirten ERGİN "İslam garip başladı ve yine garip olarak geri dönecektir, gariplere müjdeler olsun." Hadisini okuyarak İslam'ın yeniden tatbik edilmesini sağlayacak Hilafet'in gariplerin diyarı Şam beldesinde ikame edilmesi için Rabbimizden dua ve niyazda bulunuyoruz diyerek konuşmasını tamamladı.

Programda ikinci konuşmacı olarak yazarlarımızdan Mahmut KAR sunum konuşması yaptı. Konuşmasına Şam beldesine ve Şam ehline selam ve müjdeler göndererek başlayan KAR, Şam ehlinin yalnız Rabbimiz Allah dedikleri için öldürüldüğünü, Kuran ve Sünnete bağlı oldukları için katledildiklerini ve bunun için Allah'ın Şam'ı ve Şam ehlini sevdiğini söyledi. Allah Rasülü (s.a.v)'in "Şam'a ne mutlu, Şam'a ne mutlu, Şam'a ne mutlu. Çünkü Rahmanın melekleri Onun üzerinde kanatlarını geriyorlar" hadisini okuyarak konuşmasına devam eden KAR, Şam beldesinin Müslümanlarının bu İslami direnişini Allah'ın zaferle sonuçlandırmasını niyaz etti. Mahmut KAR, zalim Beşşar Esed'in katillerinin Müslüman gençlere ve çocuklara yaptığı eziyet ve işkencelerden bir iki yaşanmış olayı anlatırken katılımcıların duygulu anlar yaşadıkları görüldü. KAR, Konuşmasının son bölümlerinde bu katliam karşısında Müslümanların, Yöneticilerin ve Alimlerin imtihanına değindi. Özellikle Suriye deki direnişte Katil Baas rejiminin yanında yer alan İran yönetimine ve Müslümanların güçlerinin zayıflaması için sürecin uzatılması siyasetinde ABD ve Batının yanında yer alan Türkiye yönetimine yüklenen KAR, Allah'ın Şam ehlinin beklediği yardımı göndereceğini, Onları yardımsız bırakmayacağını, ancak Onları yardımsız bırakan yönetici ve âlimlerden de hesap gününde ihanetlerinin intikamını alacağını ifade etti. Mahmut KAR konuşmasının sonunda katılımcıları duaya davet etti. Güçlü bir atmosferle yapılan dua ile program son buldu.

Kaynak: Köklü Değişim Dergisi

 

Konuşmacı: Mehmet Hanifi ERGİN

 

 

 

Konferans Reklamı

 

 

Devamını oku...

Başbakan Daima Gürlediği Halde Bir Damla Bile Yağmıyor

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Türkiye'ye ait F4 tipi savaş uçağının uluslararası hava sahasında Suriye tarafından kasıtlı olarak düşürülmesi sonucunda Türkiye'nin yapacağı açıklama herkes tarafından merakla beklenirken, olaydan kırksekiz saat sonra ilk açıklamayı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptı. Katıldığı televizyon programında Davutoğlu, olayın detayları hakkında bilgi verirken, Türkiye'nin vereceği cevabı, partisinin Salı günkü grup toplantısında Başbakan Erdoğan'ın açıklayacağını söyledi. Bu nedenle herkes, Erdoğan'ın yapacağı açıklamaya kilitlenmiş ve Suriye'nin bu hamlesine karşı Türkiye'nin ne cevap vereceğini merakla bekler olmuştu. Ancak yine olan oldu ve her zamanki gibi dağ fare doğurdu!

Başbakan konuşmasında yine söylemden öte gidemedi, somut bir adım ortaya koyamadı, bu saldırıdan doğan hakların uluslararası hukuk çerçevesinde aranacağını ve Suriye'ye yönelik askeri angajman kurallarının değişeceğini söylemekle yetindi. Türkiye devleti, acizliğini itidalli ve soğukkanlı olmakla, zaafiyetini olayı NATO'ya havale etmekle, güçsüzlüğünü de hamasi sözlerle gizlemeye çalışmıştır.

Bugüne kadar Müslümanların hakları söz konusu olduğunda, hep gürleyen ama hiç yağmayan, duyguları coşturan kuru sözlerden öteye geçmeyen, Müslüman kardeşlerimize karşı bu zulümleri işleyenlerle işbirliği içerisinde olan ve kendi vatandaşlarının bile can güvenliğini sağlamaktan aciz kalan Türkiye Cumhuriyeti devleti, Hilafet'in ilga edildiği günden bugüne kadar hangi sorunda ciddiyet gösterebilmiş ve hangi meseleyi çözebilmiştir?

Gazze halkı için bırakın somut bir adım atmayı, Mavi Marmara gemisinde saldırıya uğrayan vatandaşlarının hakkını aramayı, Yahudi varlığına kuru bir özür dahi diletememiştir. Bilakis tüm ilişkilerini askıya almaksızın sürdürmüş ve ticaret hacmi yaklaşık %30 oranında artmıştır. Yine Yahudi varlığı 2006'da Lübnan'a saldırdığı zaman da, Müslüman halkı korumak için değil, tam aksine Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak için meclisten tezkere çıkararak BM kontrolünde asker göndermiştir. Çeçenistan'da meşru hakları gereği katil Ruslara karşı direnen Müslümanları terörist saymış ve Türkiye'ye sığınan Çeçen komutanların Rus ajanlar tarafından teker teker öldürülmelerine seyirci kalmış, hatta bazılarını kendi elleriyle teslim etmiştir. Doğu Türkistan'da, Müslüman kardeşlerimizi alenen katleden Çin ile ticari ilişkilerini, hem de o katliamların gölgesinde artırmaya devam etmiştir. Binlerce Müslüman'ın katledildiği Afganistan'da, ABD ve NATO'nun komutası altında, işgalin ve işbirlikçi hükümetin kalıcılaşması uğrunda çaba göstermiştir. "Milli menfaatler" bahanesiyle dost, müttefik ve stratejik ortak ilan edilen Amerika'nın Irak'ta insanın kanını donduran katliamlarına ve zulümlerine ortak olmuştur.

Tamamen İslami şiarlar ve taleplerle öne çıkan Suriye direnişi karşısında, başlangıçta Esed'i yumuşatmaya yönelik bir taktik izlenmiş, bir süre sonra bu taktik Birleşmiş Milletler, NATO ve Arap Birliği'nin izlediği ve Annan Planı ile somutlaşan "Esed'e zaman kazandırma" politikasına dönüşmüş, kimi zaman verilen sert tepkiler, bilhassa Obama, Biden ve Clinton ile yapılan görüşmelerin akabinde durdurulmuş, mazlum Suriye halkı sokaklarda vahşice ölüme mahkûm edilirken, başımızdaki yöneticiler üzerlerine ölü toprağı atılmışçasına hareketsiz kalmışlardır. İşte Başbakan Erdoğan'ın grup toplantısındaki konuşması, tam da bunu doğrular nitelikte olmuştur.

Şurası kesindir: Bugün Müslüman Türkiye halkının başındaki bu devlet, sömürgeci devletlere bağımlı, onların yörüngesinde hareket eden, onların izin ve çerçeveleri haricine çıkamayan, bu sebeple bırakın diğer katliam, işgal, işkence ve zulüm altındaki Müslümanlara sahip çıkmayı, hiçbir yasal dayanağı olmaksızın katledilen kendi vatandaşlarına, düşürülen uçaklarına ve yağmalanan servetlerine dahi sahip çıkamayacak kadar güçsüz, aciz ve basiretsizdir. Başbakanın bugün övgüyle bahsettiği tarihi şahsiyetlerin hepsi, bu Ümmetin gerçek gücü ve koruyucusu olan Hilâfet'in liderleri idi. Bugün o şahsiyetlerle övünmek, onları o hale getiren Hilâfet Devleti'nin övülmesini ve yeniden kurulması için çalışılmasını da gerektirmez mi? Oysa bugün Türkiye'de Hilâfet'in yeniden kurulması mecliste "teklif dahi edilemez" maddelerden biridir ve Hilâfet'e çağrıda bulunan samimi Müslümanlar, bu devletin karanlık zindanlarına mahkûm edilmektedir. Bu bile tek başına bu devletin gerçek yüzünü görmek için yeterlidir.

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ

"İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un Eşinin, 14 Haziran 2012'deki Açıklaması

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Esselemu Aleykum;

Büyük bir üzüntü ile bir kez daha sizlere, hükümetin birimlerinin mahkemenin emirlerini yerine getirmediğini ve Navit Butt'u mahkemeye göndermediğini bildiririz. Zira bu birimler ile hükümetin kurumları, her zaman olduğu gibi bu davayı öldürmek için erteleme üsluplarını kullanmaktadırlar. Çünkü bu birimler, kendileri tarafından kaçırılan Hizb-ut Tahrir üyelerine dönük yedi davada yemin ederek onların kendi gözetimlerinde olmadığını iddia etmişlerdir. Ancak işkence hücrelerinde bu birimler tarafından birkaç ay uygulanan ağır işkencenin ardından Hizb-ut Tahrir üyeleri, onlara bağlı hücrelerden serbest bırakılmışlar ve bu üyeler, daha sonraki bir zamanda mahkemedeki ifadelerini, istihbarat birimlerine karşı kaydetmişlerdir.

Pakistan halkı, kesinlikle bu birimlerin yalan söylediklerinin farkındadırlar. Zira onlar, Amerika'nın çıkarlarını garanti altına almak için kendi halklarına hıyanetler ve düşmanlıklar işlemektedirler. Dolayısıyla Amerikalılar ve Blackwater çalışanları gibi Pakistan'daki Müslümanların gerçek düşmanlarına karşı casusluk yapıp onları tutuklamak yerine bu birimler, İslam ümmetinin evlatlarından olan muhlis siyasîleri kaçırıp sıkıştırmaktadırlar.

Bu kurumlara çok açık bir şekilde şunu ifade etmek isteriz ki; bu uygulamalar yoluyla sizler, ülkenize hizmet etmemektesiniz. Bilakis Müslümanlara ve bu İslamî beldeye büyük bir zarar vermektesiniz. Aynı şekilde Müslümanlar olarak vacibinizin, Müslümanların yaşamını ve mülkiyetlerini korumak olduğunu hatırlayınız. Ancak ne üzücüdür ki sizler, Müslümanların düşmanları oldunuz. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللَّهَ يُعَذِّبُ الَّذِينَ يُعَذِّبُونَ النَّاسَ فِي الدُّنْيَا "Şüphesiz Allah, dünyada insanlara işkence edenlere azap edecektir."

Ve şöyle buyurmaktadır:

المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولا يسلمه "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez"

Buna rağmen hala sırf Rabbimiz Allah dedikleri ve Hilafet'in olduğu İslam Nizamı'nı kurmaya davet ettikleri için Hizb-ut Tahrir üyelerine işkence ediyorsunuz.

Bizler, Navit Butt'un selameti ve güvenliği noktasında çok endişeliyiz. Çünkü bu birimler, bize tehdit mektupları göndermeye devam etmektedirler. Pakistan halkı ile birlikte bizler de bu güvenlik birimlerinin Navit Butt'u derhal serbest bırakmalarını talep ediyoruz.

Yöneticiler ve istihbarat birimlerinin saflarında yer alan hainler çok iyi bilsinler ki hayatlarını efendilerinin çıkarlarını korumak için adasalar bile asla başarılı olamayacaklardır. Çünkü Allahu [Subhânuhu ve Te'âla], kafirler hoşlanmasalar bile dinini üstün kılacak ve bu mücrimler, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndüremeyeceklerdir.

يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلاَّ أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez." [et-Tevbe 32]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiltere'deki Kadın ve Çocukların, Kubayr ve Hula Katliamları ile Esad'ın Suriye Müslümanlarını Katletmeyi Sürdürmesine Karşı Olan Gösterisi

İngiltere'nin dört bir tarafından gelen yüzlerce kadın ve çocuk, Kubayr ve Hula'daki iğrenç katliamlar ile aynı şekilde kendi halkının kanına susamış tagut Beşar Esad'ın yapmaya devam ettiği kan banyosunu protesto etmek amacıyla 16 Haziran cumartesi günü akşam saat 2:30'da Suriye Büyükelçiliği'nin önündeki gösteri için toplanacaklardır. Gösterinin yanı sıra liderliği, çocukların sesleri üstlenecektir.

Kubayr ve Hula katliamında, evlerinde vahşî bir şekilde ve soğukkanlılıkla katledilen kurbanların büyük bir bölümünün kadın ve çocuklar olduğu görülmektedir. Bu ise mücrim Esad rejiminin, despot iktidarına karşı ayaklanan Suriye'deki cesur Müslümanlara karşı onayladığı günlük olarak işlenen tarif edilemez vahşî ve korkunç eylemlerin sadece yeni bir bölümüdür. Zira 10 yaşındaki çocuklara işkence edilirken diğerleri ise kendilerine açılan ateşe karşı Esad yanlısı askerleri koruyan tankların üzerine konularak insan kalkanları olarak kullanılmaktadırlar. Ayrıca kadınlar, rejimin güvenlik güçleri tarafından babalarının, eşlerinin ve çocuklarının önünde vahşî tecavüzlere maruz kalmaktadırlar.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Kadın Medya Temsilcisi Dr. Nesrin Nevaz, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "İngiltere'deki Müslüman kadınlar, Suriye'yi mezbahaya çeviren mücrim Esad ve rejiminin işlediği bu vahşî ve korkunç eyleri kesinlikle kınamaktadırlar. Bu vahşî canavarların hangi türü, tahtını korumak için çocukları katledebilir ki? Zira Suriyeli Müslümanların kahraman eylemleri sebebiyle otoritesinin bıçak sırtında olduğunu anlamasının ardından protestocuları katletmekle yetinmemiş şimdi de umutsuzca giderek evlerindeki ailelerini katletmektedir. Yoksa bu katliam kampanyasıyla boynunu kurtaracağını mı zannetmektedir? Aksine bu katliam kampanyası, sadece meşru olmayan bu vahşî despot ile fasit rejiminin ortadan kalkmasına yönelik acil ihtiyacın teyit edilmesi yoluyla kendisinin yok olmasını ve Suriye halkının ihtiyaçlarına gerçekten önem verecek bir liderlik yoluyla da İslam Nizamı'nın tatbik edilmesini çabuklaştıracaktır. "

"Batılı müdahaleyi ve Birleşmiş Milletleri'nin Suriye'ye müdahalede bulunmasını talep eden bütün çağrılar reddedilmelidir. Bosna, Filistin ve Irak'taki Müslümanların kanlarını korumada başarısız bir geçmişe sahip olan Birleşmiş Milletler gibi aciz olan bir kuruma, şimdi nasıl Suriye Müslümanlarının hayatlarını koruması için güven duyulabilir ki? Ayrıca İslam dünyasındaki Esad ve Mübarek gibi tagutların iktidara gelmesinin ve desteklenmesinin sorumlusu bizzat Batılı Müdahaledir. Zira onun mevcut krize müdahalede bulunması, Suriye'ye boyun eğdirecek yeni bir fasıl başlatmak için insanların yoksullaşması ve zulüm görmesi pahasına kendi çıkarlarını korumak amacıyla otoriteye yeni kukla bir yöneticinin dikilmesine yol açacaktır."

"Daha da önemlisi, İslam dünyasındaki orduların bu kan banyosunu durdurmak için derhal harekete geçmeleri zorunludur! Bu ise kendisini İslamî değerlerle cisimleşmiş bir lider olarak sunan, Amerika'nın çıkarlarını korumak için askerlerine Afganistan'daki Amerikan savaşına gitme sorumluluğunu yüklerken onların Suriye'deki kardeşlerinin ve bacılarının kanayan yaralarına yardımcı olmalarını engellediği dünyanın en büyük ordularından birine başkanlık eden Erdoğanlı Türkiye gibi liderlerin bir cürümüdür.

"İngiltere'deki Müslüman kadınlar, Esad'ı ve rejimini devirmeye dönük mücadelelerinde Suriye'deki kardeşleri ve bacılarıyla dayanışma içinde durmaktadırlar. Ayrıca Müslüman orduları, ümmetlerini korumaları ve Suriye'deki akan kanları durdurma ve ortadan kaldırma noktasındaki büyük sorumluluklarını yerine getirmeleri için onurlu rollerini oynamaya çağırırız. Böylece bu ordular, ümmetlerine ihanet edenlerden olmak yerine Müslümanların nazarında kahramanlardan olacaklardır. Yine onları, despotluk yerine gözetimi sağlayacak, Suriye ve diğer tüm İslam dünyasındaki Müslümanların yaşadıkları korku halini ve kalıcı zulmü ortadan kaldıracak olan Hilafet'i kurmaya çağırırız. Zira bu devlet, adil siyasî bir sistemi, gerçek sorumluluğa bağlı kalmayı, ekonomik rahatlamayı, servetin adil bir şekilde dağıtılmasını, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki insicamı garantileyecek olan bir devlettir. Buda bölge için adalet, güvenlik ve onurun olduğu yeni bir dönemi müjdelemektedir."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Askerî ve Siyasî Liderlikteki Hainler! William Hague Dost ise Peki Düşman Olan Kim?

12 Haziran 2012'de İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, İslamabad'a gelerek şöyle demiştir: "İngiltere, büyük bir güven ve gururla kendisinin Pakistan'ın dostu olduğunu beyan etmektedir." Hague, Suriye'ye dönük Batı müdahalesini tahrik etmek yoluyla Suriye'deki Müslümanlara yönelik bir konuşma yapma fırsatını da kaçırmamıştır. Zira o, Suriye'deki Müslümanların, Allah'ın izniyle yakın olan Hilafet Devleti'ni kurmak için fedakarlık gösterdiklerini bilmektedir.

Hague, hangi dostluktan bahsetmektedir ki? Zira Pakistan'daki Müslümanlar, asırlar boyu bu ümmete karşı işledikleri cürümlerden dolayı İngiliz yöneticilerine karşı düşmanlıklarını ilan etmektedirler. Ayrıca İngiltere, yüzyıllar boyunca İskoçyalı ve İrlandalı komşularına karşı tuzak kurmak için her türlü gayreti göstermektedir! Aynı şekilde İslamî yönetimin altındayken Hindistan'a komplo kurduğunda Hindistan'ın yüksek ekonomik gücünü görünce İngiltere gözlerini, onu işgal etmeye dikmiştir. Zira Londra, Müslümanların arasındaki necis hainlerle birlikte çalışmış ve Hindistan'ı iki yüz yıl işgal etmiştir. Ardından da İngilizler, Hilafet Devleti'ni yıkmak için Arap ve Türklerden olan hainlerle birlikte çalışmıştır. Bu ise H. Receb 1342 el-Muvafık 03. Mart 1924'ün olduğu böylesi bir ayda meydana gelmiştir. İngilizler bununla da kalmamışlar bilakis Müslümanların İlahları bir, nebileri bir, kitapları bir ve nebilerinin sünneti de bir olmasına rağmen 1916 yılındaki Sykes-Picot Anlaşması kapsamında Müslümanlar arasında sahte sınırlar oluşturmak için Fransızlarla işbirliği yapmışlardır... Sonra İngiltere, 200 yıllık savaş boyunca Müslümanlara karşı Hindistan'a kucak açmış ve fakir ve Hint Yarımadası'ndan yoksun bölgelerde Pakistan gibi bir "otorite " oluşturmak yoluyla Müslümanları Hindistan'daki bütün haklarından yoksun bırakmıştır. Ancak Pakistan, tüm bu zorluklara rağmen güçlü bir devlet olarak büyüdüğünde İngiliz yöneticileri, 1971 yılında Pakistan'ı parçalamak üzere çalışmak için Hintli müttefiklerini kışkırtmıştır.

Londra, işgal edilmiş Keşmir'deki Müslümanlara zarar vermek ve şu ana kadar onları Pakistan'daki kardeşlerine katılmaktan yoksun bırakmakla da yetinmemiş bununla birlikte İngiliz yılanı William Hague, kendisini Pakistan'ın dostu olarak nitelendirirken NATO tedarik hatlarının da açılmasını talep etmiştir. Ayrıca Londra, şu ana kadar İslam'a, Müslümanlara ve Hilafet Devleti'nin olduğu devlet projelerine karşı savaşmaktadır. Peki tüm bunlar dostluksa o halde düşman kim?!!

Burada şunu da eklememiz gerekir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Amerika, İngiliz nüfuzu pahasına Pakistan da dahil Orta Doğu'daki nüfuzunu artırma imkanı bulmuştur. Ancak şu ana kadar İngiltere'nin bir ayağı burada ve bir diğeri de orada olup sürekli sefil ve sinsi bir oyun oynamak için çalışmakta ve bunu da "kilit rol" şeklinde nitelendirmektedir.

Londra da Washington gibidir. Zira her ikisi de şu anki çatışmanın, ümmetle sömürgeciler arasındaki bir çatışma olup bunun da son aşamasında olduğunun kesinlikle farkındadırlar. Çünkü bugün ümmet, Batılı hükümetlerin vahşi hükümetler olduğunun ve İslam'a ve Müslümanlara kötülük yapmak için her türlü gayreti gösterdiklerinin farkındadır.

Allah'ın izniyle çok yakın bir zamanda Hilafet Devleti kurulduğunda, sömürgecilerin Müslümanların arasına koyduğu hayali sınırları ortadan kaldıracak ve onları tek bir devlet altında birleştirecektir ki böyle heybetli bir yanı olsun. Ayrıca Hilafet Devleti, Washington ve Londra gibi düşman hükümetlerle olan tüm diplomatik, askerî ve istihbarat ilişkileri kesecektir. Zira bu, genellikle Batı'nın İslam dünyasındaki çıkarlarını korumak için Batı ajanlarının kullandığı ilişkilerdir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER