Salı, 20 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Doha'daki Konferansçılara: Darfur ve Diğer Tüm Meseleleriniz, Ancak İslam Esasına Göre Çözülür

Sudan hükümeti, Darfur'la ilgilenen kişilerin belgeyi görüşmesi için Doha'da düzenlenen genişletilmiş konferans sırasında Darfur'la ilgili nihai barış taslağını onayladı. Bu belgenin içerisindeki en önemli hususlar şunlardır:

1- İkinci bölümde şöyle geçmektedir: (Otorite paylaşımı ve Darfur'un idari durumu) şu şekilde olacaktır: (Sudan'daki otorite paylaşımı şu ilkelere dayanmaktadır: Sudan, içerisinde halkın egemenliğinin de olduğu egemen bağımsız bir cumhuriyettir... Ve benzeri.)

2- İçerisindeki otoritelerin etkin bir şekilde hareket edeceği federal bir yönetim sistemi kurulacak... Ve benzeri.

3- Anayasa değişikliği, birinci başkan yardımcısının statüsüne helal getirmeksizin yapılacaktır. Böylece Devlet Başkanı, Darfur'da dahil tüm Sudanlıların siyasî katılım ve temsilini gerçekleştirecek şekilde başkan yardımcılarının sayısını belirleyebilecektir...

Açıktır ki bu taslak, hükümetin isyancılarla orada burada yapmayı alışkanlık edindiği Abuja ve diğer anlaşmalardan pekte farklı değildir. Zira bu anlaşmaların hepsi, otorite ile görev paylaşımı, kaos yayıp güvenliği ihlal ederek orduların ve milislerin buna inanmalarının sağlanılması söyleminde ortaktırlar. Sanki Darfur halkı ile Sudan'ın farklı çevrelerinden olan diğer insanların sorunu, kendilerinin bir devlet başkanı yardımcısı yada muavini yada bakanı olmakmış gibi. Dolayısıyla yapılan bütün anlaşmalar, sorunun özünü ele almayan toplantı kayıtlarından ibarettir. Bundan daha da tehlikelisi, meselelerin Sudan halkının akidesi olan İslam esasına göre görüşülmemesidir. Bundan dolayı bu batıl çözümler, ülkeyi parçalanmaya ve ayrılmaya doğru itmektedir.

Kendisini güvenceye alan cumhuriyet sistemi, İslam'dan değildir. Zira İslam'da yönetim şekli Hilafettir. Keza egemenliğin manası, iradeyi harekete geçirenin halk değil bilakis şeriat olması demektir. Federal sisteme gelince; kabilecilik, bölgeselcilik ve ırkçılık gibi naraların canlanmasına ve idarelerin kuruluşunun bu esasa göre yapılmasına neden olan bu sistemdir. Aynı şekilde bu sistemde dinimizden hiçbir şey yoktur.

Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, bu anlaşmaların saçmalığını, sahteliğini ve yanlışlığını ifşa etmeye devam ettik ve siyasiler ile ümmete de diyoruz ki; en hayırlı çözüm, temeli devlete ve aynı şekilde ülke ile insanların sorunlarını çözmeye dayalı sahih siyasî bir fikir ortaya çıkarmaktır. Akidesi ve şeriatıyla İslam'dan başkası olmayan bu rolü, kim üstlenebiliyorsa üstlensin. İslam, tüm insanları yaratan alemlerin rabbinin nizamı olup O, insanların dünyada mutlu olacağı ve ahirette kurtulacakları bir nizam koymuştur.

أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif'tir, Habir'dir" [el-Mulk 14]

Ey Darfur'la ilgilenen kerim kardeşlerimiz! Ey Doha'daki konferansçılar!

İslam esasına dayanmayan bu taslak ve diğer taslaklarda sizin için hiçbir maslahat yoktur. O halde bu konferansınızı, Darfur meselelerinin dahası ülkenin bütün meselelerinin İslam esasına göre ele alınacağı bir konferansa dönüştürün ve hükümeti de bu doğrultuda yönlendirin.

أَفَمَن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ أَحَقُّ أَن يُتَّبَعَ أَمَّن لاَّ يَهِدِّيَ إِلاَّ أَن يُهْدَى فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ "Öyle ise hakka ileten mi yoksa hidayet verilmedikçe hidayete eremeyen bir kimse mi uyulmaya daha müstahaktır? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" [Yûnus 35]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Libya'daki Göstericileri Desteklerken Göstericilere Baskı Yapması İçin Suudi Güçlerini Eğitmesi İngiltere Politikasının İkiyüzlülüğünü Göstermektedir

Bugün, İngiltere'nin Suudi Arabistan'daki ulusal muhafızlara eğitim yaptırdığı ortaya çıkarıldı. Bu yılın başlarında Bahreyn rejimine dönük protesto gösterilerini bastırmak için kullanılan, silahsız göstericilerin ölümüne yol açan ve muhalif siyasileri tutuklayıp işkence eden özel güvenlik kuvveti, işte bu kuvvettir.

Bu haber üzerine, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle bir yorumda bulundu: "İngiltere'nin dış politikadaki ikiyüzlülüğü, herkesin gözleri önünde açığa çıkmıştır. Nitekim Dışişleri Bakanı William Hague, bu ayın başlarında Londra Belediye Konağı'nda yaptığı konuşmasında şöyle dedi: "Bugün, diktatör rejimlere karşı ayaklanan halkın yanında yer alıyoruz.""

"Buna rağmen, aynı anda İngiltere, despot yönetimlerine karşı olan göstericileri öldüren, darbeden ve işkence eden fasit diktatörlere askerî eğitim vermektedir.

İngiltere başbakanı Kamerun'un, ayaklanmaların başladığı sıralarda bölgede olması ve utanmadan bu rejimlere silah satması itibarıyla bu haber bizim için bir sürpriz olmamıştır. Nitekim Kaddafi, açık bir düşman haline gelmeden sadece birkaç hafta önce İngiltere dışişleri Bakanlığı tarafından memnuniyetle karşılanmıştı.

Orta Doğu'daki halklara aşağıdaki şekilde bir mesajımız olacaktır: Bu rejimler ile onları destekleyen sömürgeci Batılı güçlerin nüfuzu ortadan kalkmadıkça asla gerçek değişim meydana gelmeyecektir.

İnsanlar, Mübarek ve İbn-i Ali'nin gitmesine rağmen şu ana kadar hala gerçek bir değişimin olmadığını giderek daha da iyi anlamaktadırlar. Aynı şekilde insanlar, İngiltere, Amerika ve Avrupa'nın, bölgedeki nüfuzlarını korumak için her şeyi göze aldıklarını giderek daha da iyi anlamaktadırlar.

İnsanların, sadece bu diktatörleri ortadan kaldırdığı bu ayaklanmalar, gerçek bir değişimle sonuçlanmayacaktır. Bilakis gerçek değişim, Hilafet Devleti'nin yıkılmasından bu yana bu diktatörleri ortaya çıkaran ve destekleyen Batılı hükümetlerin nüfuzunu ortadan kaldıracak olan İslamî Hilafet Devleti'ni yeniden kurmakla olur."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiltere İle Amerika'nın "Zorunlu" İlişkisi, İslam Dünyasındaki Hegemonyayı Sürdürmeye Dönük "Sömürgecilik" İlişkisidir

David Kamerun ile Barak Obama'nın, Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere arasındaki "zorunlu ilişki" hakkındaki konuşmaları, aslında Afganistan, Pakistan, Libya ve tüm İslam dünyasında, askerî, siyasî, ekonomik hegemonyalarını özellikle askerî müdahaleler yoluyla sürdürmeye devam ettikleri bir sömürgecilik ilişkisidir.

Obama'nın, İngiltere'yi ziyaret etmesini ve İngiltere-Amerika ilişkilerini yeniden karakterize etmesini, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle yorumladı: "Onların, -Afganistan, Pakistan, Libya ve Arap ayaklanmaları çerçevesinde- İslam dünyasındaki askerî ve siyasî müdahalelerini sürdürmek amacıyla aralarındaki işbirliğinin düzeyi bugünkü toplantılarının en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim Times Gazetesi'ne verdikleri ortak mesajda, Obama ve Kamerun şöyle dediler: "İster savaşlarla mücadelede olsun isterse ekonominin yeniden inşasında olsun ihtiyaçlarımız ve inançlarımız aynıdır." Gerçekten ekonomik ilişkilerin dışına odaklanmaları; erkeklerin, kadınların ve çocukların katlinin sürdüğü Afganistan'daki savaşı sürdürmek, Pakistan'ı istikrarsızlaştırmak, çok sayıda insan öldüren insansız uçakları yoğunlaştırmak, eski müttefikleri Kaddafi'ye karşı Libya'ya müdahale etmek ve Irak işgalini devam ettirmek içindir. Bunların iki yüzlülüklerine ve çifte standartlarına gelince; daha geçen hafta Downing caddesinde kabul ettikleri Bahreyn'in kasap yöneticileriyle hala sıcak ilişkilerinin olduğu bir sırada İslam dünyasındaki diktatörlere karşı ayaklanan halkların yanında durduklarından ve Batı tarafından desteklendiklerinden bahsettiklerinde bu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır."

"İngiltere ve Amerika hükümet olarak, kapitalist devlettirler. Her ikisinin de İslam dünyasındaki ortak çıkarları, İslam dünyasındaki sömürgelerini sürdürmek için ekonomik ve siyasî kazanımlar adı altında bölge halklarına boyun büktürmektir. Bunu da İngiltere İmparatorluğu günlerinde olduğu gibi doğruda askerî müdahaleler yoluyla yapmaktadırlar."

"Batılı hükümetler, ister eski diktatörleri desteklemek ister halkın değişim için olan çağrısını istismar etmek amacıyla müdahalede bulunmak isterse de doğrudan askerî müdahaleler yoluyla olsun bu ülkelerdeki hegemonyalarını sürdürmek için ciddi olarak çalışmaktadırlar."

"Batı tarafından desteklenen İslam dünyasındaki fasit diktatör sistemlerin yerine yeni bir sistem gelmedikçe gerçek bir değişim olmayacaktır. Bu yeni sistem ise, tüm şekilleriyle Batılı emperyalizmin karşısında duracak, insanların maslahatlarını gözetecek, İslam dünyası ile Batı arasındaki sömürgecilik ilişkilerini değiştirecek olan Hilafettir."

Devamını oku...

Rusya Güvenlik Birimlerinin Uygulamalarının Keşmekeşliği

  • Kategori Rusya
  •   |  

Rusya iç güvenlik birimi [F.S.B], 19 Mayıs 2011 sabahı Moskova şehrinde 1976 doğumlu Sıddikova Omidjan Ganevna adındaki Müslüman bir bacıyı tutukladılar ve yerini haber vermesi için telefon açmasına bile izin vermediler. Ayrıca 1999 doğumlu kızı Mirmihan, 2001 doğumlu oğlu Nusratullah ile 2003 doğumlu oğlu Salahaddin olmak üzere üç evladı teslim alınarak yetimhaneye yerleştirildi.

Daha önce de 1972 doğumlu olan eşi, Sıddikov Farroh Fadloddinoviç, 4 aralık 2010 tarihinde siyasî bir hizbin mensubu olmak suçlamasıyla tutuklanmış... mazlum kadın ise işlemediği bir suçu itiraf etmesi için eşine baskı yapması amacıyla tutuklanmıştı. Bugün ülke liderlerinin, Rusya'nın insan haklarına bağlı medenî bir ülke olduğunu göstermeye çalıştıkları bir sırada gerçekte onların, hedeflerini gerçekleştirmek için nasıl davrandıklarını ve anne ile evlatlarının arasını ayırdıklarını görmekteyiz. Nitekim mahkeme, Sıddikova'nın iki ay hapsine hükmetti.

Mayısın 23'ünde de Ufa şehri ve civarlarındaki evlere haksız yere operasyonlar yapılmış ve Müslüman kadınlar evlerinde tutuklanmışlardı.

Yine Milli Güvenlik görevlileri, 23 mayıs 2011 tarihinde, evi Ufa şehrinin Mohanikova sok: 11 Daire no: 617'de bulunan bayan Manabova loyola Kazayhanova'nın evini aramışlardı. Ardından bu bayanı, 55 /a Kalinina caddesine çıkardılar, tornavida ve tığ ile tehdit ettiler ve psikolojik hasta ve sapık diye bağırdılar... Bayanın üzerinde manevî baskı oluşturmak için evlatlarını tutuklamakla tehdit ettiler. Tüm bunlar, yaklaşık gün boyu tekrar etti. Bu sırada bayanın meme emen bebeği ile beş yaşındaki küçük çocuğu tek başlarına evde kalmışlardı.

Ayrıca 1985 doğumlu olup Ufa şehrinin Karliva caddesinde oturan ve sekiz aylık hamile olan Minnibiva Elmira Ionnerova adındaki bayanın da evi aranmış ve arama hukuka aykırı bir şekilde yapılmıştı. Zira adres evraklara hatalı yazılmış olup arama esnasındaki şahitler birlikte aramaya katıldıkları aynı birimlerdendi. Nitekim güvenlik birimi ajanları, bacının yüzünü net bir şekilde tasvir etmek için tüm yaşananları kameraya çektiler. Kameraya çeken Vislav adındaki görevli de kamerasını tamamen bayanın üzerine odaklamıştı.

Tüm bunlar yaşanırken bayanın eşi Tahir Vanisoviç ile bir yaşındaki evlatları Alîm, odada olup birimin ajanlarının uygulamalarına ve kirli ayaklarıyla Kur'an ayeti içeren kitaplara bastıklarına tanıklık ettiler.

Onlar bu davranışlarıyla tüm müminlerin duygularını hakir gömüşler, uygulamaları sonucunda bayanın üzerinde stres belirtileri, kalp atış hızında artış ve alt karın bölgesinde ağrı görülmüş ve ambulans çağrılmıştır. Doktor muayenesinin ardından bayanın durumunun sinersel olduğu ve çocuğunu kaybedebileceği sonucuna vardı. Bayana yatıştırıcı ilaç verdikten sonra Haviva caddesinde bulunan 6 nolu doğum hastanesine naklettiler. Muayenesinin ardından hastanenin dolu olduğu gerekçesiyle hastane girişinin yapılmasını reddettiler.

Yine 6 yaşında Zeynep, 4 yaşında Salahaddin, 2 yaşında Ali, 1 yaşında Cennet olmak üzere 4 evladı olan 1982 doğumlu Şakirova Leyla Ramilva ile ailesi, güvenlik birimleri tarafından baskıya maruz kalmışlardır. Zira bacının evine 23 Mayıs 2011 sabahı saat yedide iki otomobil gitmiş, otomobillerden aralarında bazı kadınlarında olduğu birçok adam çıkmış ve daha sonra bu kadınların arama sürecine tanık oldukları ortaya çıkmıştır. Bu sırada bacı, 282/1. madde gereği 22 eylül 2010'dan beri hapse mahkum olan kocası Şakirov Albert Zakayoviç ile görüşmek için evinden çıkmıştır. Böylece bu aile, geçimini sağlayan kimseyi ve koruyucusunu kaybetmiş olmaktadır. Ayıca bu kişiler, bacının etrafını çepeçevre kuşatmışlar ve hiçbir sebep olmaksızın zorla cep telefonunu çekmeye başlamışladır. Ardından eski alışkanlıklarına göre davranmaya başlamışlar, bacıya arama iznini göstermişler ve içeri girmek üzere kendilerine kapıyı açması için onu zorlamışlardır. Yasak edebi malzemeleri arama sırasında her şeyi aramışlar ve onları oraya buraya fırlatmışlardır. Hatta evde bulunan tüm kitaplar bu ülkede yayınlanmasına rağmen buzdolabının buzluk kısmı bile onlardan nasibini almıştır. Sonra gözlerinin gördüğü eşyalarla yetinmemişler tahtadan olan duvar levhalarını parçalamakla tehdit etmeye ve küçük çocukları korkutacak şekilde bağırmaya başlamışlar, onları uykularından uyandırmışlar ve bacı, uzun bir süre çocukları sakinleştirmeye çalışmıştır. Yeniden sakinleşmeleri için bugün daha kaç çocuğun zamana ihtiyacı var bilemiyoruz.

Aramanın ardından bacıyı, 55 /a Kalinina caddesindeki 218 oda numaralı asıl bölüme götürmeleriyle olay başladı. Olayın özeti şöyledir: Bu kişiler, içerisinde bacının köktenci olduğunu itiraf ettiği yazılı bir kağıt hazırladılar ve bacıdan bunu zorla imzalamasını istediler. Bacı avukatın çağrılmasını talep etti, onlara Rusya Federasyonu anayasasının 51. maddesini hatırlattı ancak bu onları hiç etkilemedi. Bilakis cevapları, bacıyı hapse atmak ve çocuklarını alıp yetimhaneye koymakla tehdit etmek şeklinde oldu. En yakın yetimhanenin adresini bildirmeleri için yönetimle iletişim kurarak bacının yüzüne karşı tığ ve bıçak sallamaya başladılar.

Ey Müslümanlar! Eşlerimize karşı yapılan bu kanunsuz uygulamalar daha ne zamana kadar devam edecek? Daha ne zamana kadar sessiz kalmaya ve bize bir şey olmuyormuş gibi davranmaya devam edeceğiz? Allah, kıyamet gününde bacılarımıza ve evlatlarına yardım etmek için yaptıklarımızdan sorduğunda nasıl cevap vereceğiz? Allahuteala şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur." [el-Enfâl 72] Bu gibi anlarda kardeşimiz, eşi ve evlatları Müslümanlar olarak bizlerden yardım istemektedirler. Buhari ve Muslim'in İbn-u Ömer'den rivayet ettikleri hadiste Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولا يسلمه، من كان في حاجة أخيه كان الله في حاجته، ومن فرج عن مسلم كربة فرج الله عنه بها كربة من كرب يوم القيامة، ومن ستر مسلماً ستره الله يوم القيامة "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez. Her kim kardeşinin bir hacetini giderirse Allah da onun bir hacetini giderir. Her kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim bir Müslümanı(n ayıbını) örterse Allah da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter."

Aynı şekilde isnadı hasen ve adamları sika olan bir hadiste Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: لا يزال الله في حاجة العبد ما دام في حاجة أخيه "Kul, kardeşinin hacetini giderdiği sürece Allah da onun hacetini gidermeye devam edecektir." Yine Ebu Hureyra'nın rivayet ettiği ve lafzı Muslim'e ait olan bir hadiste şöyle geçmiştir: المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولايحقره "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu tahkir etmez."

Her kimin korumaya gücü yeter de korumaz ise kardeşini yardımsız bırakmış sayılır. Ebi Davud'ta geçen Cabir'in hadisinde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: ولا يخذل مسلم مسلما في موضع يحب نصرته إلا خذله الله في موضع يحب فيه نصرته "Yardım edilmesi gereken bir yerde Müslümanı yardımsız bırakan hiçbir Müslüman yoktur ki, kendisine yardım edilmesi gereken bir yerde Allah onu yardımsız bırakmasın."

Bu olay bizleri etkilemeli ve yukarıda adı geçen bacı ile evlatlarının olduğu bu Müslüman ailenin kurtuluşuna her birimizin ortak olmalıyız. Bizler biliyor ve bir kez daha vurguluyoruz ki bu felaketler, İmam olmadığı sürece devam edecek ve tekrarlanacaktır. Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." Müslüman kadınların ırzlarını koruyacak olan Müslümanların yöneticisidir. Nitekim o, Müslüman kadınların ırzlarını korumuş ve Beni Kaynuka'yı cezalandırdığı gibi aynı şekilde Müslüman bir kadının çığlığını işiten Halife Mutasım, onu kurtarmak için doğrudan bir ordu göndermiştir.

Sevgili Müslümanlar! Kardeşlerimizin ve bacılarımızın bu durumdan hızla çıkmaları için öncelikle dua ile onlara yardım edebilirsiniz. Aynı şekilde bu felaket hakkındaki haberleri diğer Müslümanlara yaymamız gerekir. Bu olay, hiçbir kimsenin hissetmeyeceği bir şekilde geçiştirilmemelidir. Bilakis Müslümanların, toplumun bütün kesiminin ve medya organlarının dikkatini, bu olaya ve hükümetin davranışlarının keşmekeşliğine çekmeli ve Müslüman şahsiyetler ve aktivistlerden, bu sorunun çözümüne katkıda bulunmalarını talep etmeliyiz.

Ey Müslümanlar! Allah'ın dinine yardım edin ki Allah da sizi yardım etsin!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Suriye Ordusu, "Hama Şehri" Cumasında Tercihini, Dininin, Ehlinin ve Halkının Maslahatı İçin Kullanmaya Karar Verdi

"Hama şehrindeki" bu cuma, Suriye rejimine karşı start alan halk ayaklanmasının onuncu cumasıdır. Suriye rejiminin yaşanan gelişmeler karşısındaki vahşi davranışları, trajik bir şekilde Suriye rejimi ile halk arasındaki her türlü buluşma noktalarını ortadan kaldırmaya katkıda bulunmaktadır. Öyle ki bu işi, bu rejimin kendisine karşı olan halk protestoları karşısında iki başa dayandığı geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmasına katkıda bulunmuştur. Bu iki baş ise; Beşar ve kardeşi Mahir'dir. Diğer politikacılar, güvenlikçiler ve askerler ise karar alma yetkisine sahip olmayan danışmanlardır. Rejimin ortaya attığı reform iddiaları ile organizatörlerin ısrarcı oldukları bu barışçıl protestolara dönük vahşi yüzünün arasındaki uyumsuz birliktelik bunu açıklamaktadır. Ama rejim, kendisinden halkını katlettiği suçlamasını uzaklaştırmak için insanları öldürenlerin karanlık eller olduğu suçlamasıyla bu protestoların bir dış komplo olduğunda ve sonsuz bir vahşilikle karşı karşıya kaldığında ısrar etmektedir. Dahası Suriye rejiminin sadece iki başa değil üç başa dayandığı da söylenebilir ki bunlar: Beşar, Mahir ve bu protestolara karşı koyma yöntemindeki tüm cürümlerde aynen yaptığını yapmayı alışkanlık edindikleri ölen babaları Hafız'dır.

Bu rejim, halkını muhasara altına aldığı, onu tanklarla bombaladığı, zorla şehirlere girdiği, katlettiği, tutukladığı ve halkına karşı her türlü iğrenç işkenceyi gerçekleştirdiği ve uyguladığı bir sırada hızla reform iddialarını ortaya attı ama Suriye rejiminin terörü, reform iddialarına galip geldi... Halkına karşı olan protesto alanlarını kesmeye ve buraları, tüm dünyanın göreceği ve duyacağı bir şekildeki vahşi bir yöntemle bölge bölge yok etmeye dayalı kurnaz planları ise hızla geri tepti. Allahuteala'nın fazlıyla rejimin bütün uygulamalarına karşı damarlarındaki temiz ve gururlu İslam kanları kaynayan Suriye halkı, tek bir sonuca ulaştı ki o da, ne pahasına olursa olsun bu rejimden kurtulmanın kaçınılmaz olduğudur. Belki de insanların bu rejime karşı nefislerinde beslediği şey, göstericilerin ifade ettiği rejimin devrilmesiyle ilgili taleplerinden daha büyüktür... Nitekim rejimin, geçirdiği bu zor zamanlarda kendisine karşı çalışmaması ve kendi kontrolü altında kalması için insanları orduya karşı kışkırtmak, ordunun kendi yanında yer almasını sağlamak ve orduyu diğer protesto bölgelerine doğru harekete geçirmek amacıyla cürümlerine ortak etme planı hızla geri tepti. Zira rejim, bu plan gereği kendi çıkarı için insanlara dönük kararlaştırdığı tutumunu gerçekleştiremedi. Bilakis bu, kendisine daha da pahalıya patladı, protesto bölgeleri genişledi ve diğer protesto bölgelerine ordu göndermeye güç yetiremez hale geldi. Çünkü bu durum, ordu üzerindeki gücünü zayıflattı ve bu sırada ordu, rejime karşı çıkmayı ve ayaklananlara katılmayı düşünmeye başladı. Ehlini öldürme emirlerine karşı çıkan ordu mensuplarının güvenlik elemanlarını öldürdüğü önce (subayı ve eriyle) ordu, halk, dış dünya önünde tam anlamıyla ifşa olunca rejim, ne yapacağını bilemez hale geldi. Rejimin, bölgeleri muhasara altına almak ve zorla girmek için -temel görevi rejimi korumak olan- Mahir Esad'ın liderlik ettiği dördüncü tümeni harekete geçirmesi, acil durumlarda kullanmak amacıyla yedek olarak tutmak yerine bu tümeni kullanmaya mecbur bırakan acziyetten ve zafiyetten başka bir şey değildir. Görünen o ki acil durum rejimi, göstericilere baskı yapması için bu tümeni kullanmaya sevk etmiştir. Ve görünen o ki rejimin orduya olan güveni o kadar da iyi değildir. Bu güvensizlik rejimi, diğer askerî oluşumlara hakim olmak ve emirlerinin dışına çıkmamalarını garantilemek için tüm askerî bölüklere, hava istihbaratçılarından ve dördüncü tümenden oluşan güvenlik guruplarını yerleştirmeye itmiştir.

Bu rejim, resmen varlığından bu yana orduya hor baktı. Nitekim orduya karşı olan cürümleri insanlara karşı olan cürümlerinden pekte az değildir. Bundan dolayı ordunun, Allah'tan başkasından korkmadan rolünü yerine getirmesi gerekir. Zira Allah'tan başkasından korkan bir ordu, ordu değildir. Aslında o, Allah yolunda cihat etmek, kahramanlık ve şehadet için ortaya çıkarılmış ve hazırlanmıştır. Nitekim aynı olaylar onu, ya dinine, halkına ve ehline yardımcı olmaya yada bu sefil mücrim rejime yardımcı olmaya zorlamaktadır. Bundan dolayı şuanda ordunun sırf sessiz kalması bir cürüm sayılır. Bu rejimin emirlerine göre davranması ise daha büyük bir cürümdür. Evet, dininin maslahatına dönük davranması ve karar alması, ehline kan enjekte etmesi ve onların trajedilerini emniyete alması için şuanda dikkatler orduya çevrilmiştir.

Ey Suriye'deki İnsanlar!

Artık bu rejimin ayıbı, kötülüğü ve tatsız manzarası herkes için ortaya çıkmıştır. Nitekim bu rejim, gelişigüzel vurup kırmaya başladı. Zira kah demir yumrukla zulmediyor kah ulusal diyalogu tezgahlıyor kah şehirleri tanklarla muhasara altına alıyor, bombalıyor, tutukluyor, tutuklulara ağır işkenceler ediyor, ırzları kirletiyor, zorla camilere giriyor ve kutsallarını çiğniyor kah yeni bir yasa çıkararak bu seçim yasası yoluyla ayaklanan halkı sakinleştirmeye çalışıyor... Hatta hiç bir kimse, bu rejimin davranış kurallarını bilemez haline gelmiştir. Ancak bütün herkes rejimin, eski Sovyet dönemi istihbarat kalıntılarıyla nam saldığını ve günlük trajik bir manzara sergileyen bir zihniyetin, on yıllardır güvenlik çözümlerini alışkanlık edinen ve muamelede bulunmak için bunun dışında kural tanımayan bir güvenlik zihniyeti olduğunu bilmektedir... Ancak sebatınız, cesaretiniz ve gerçek değişim üzerindeki ısrarınız, Allah ve resulüne savaş açan ve kullarına işkence eden bu katil rejimin yıkılacağının teminatıdır. Bu bizim size olan sözümüzdür ve bu, rejimin paçasını tutuşturmuş ve onu başarısız olmaya itmiştir. Allah'tan, bu rejimin sonunu getirmesini temenni ediyoruz. Dolayısıyla rejimin baskısından ve ceberutluğundan korkmayan tek bir yumruk gibi üzerinde olduğunuz şekilde kalmaya devam ediniz. Zira Allah, sizlerle beraberdir ve asla amellerinizi eksiltmeyecektir.

Ey Suriye'deki Subaylar!

Hizb-ut Tahrir, sizlere seslenmekte, azimlerinizi bilemekte ve sizleri, halkınız için hayırlı bir kurtarıcı ve dininiz için hayırlı bir yardımcı olmaya teşvik etmektedir. O halde rejimin sizleri, halkınıza, dininize ve babalarımızın ve babalarınızın, analarımızın ve analarınızın, evlatlarımızın ve evlatlarınızın, kadınlarımızın ve kadınlarınızın, kardeşlerimizin ve kardeşlerinizin akan tertemiz kanlarına karşı kullanmasına izin vermeyiniz... Bu rejim, kendisine itaat etmeniz halinde omuzlarınıza dünyada ağır bir yük ve ahiretin günahını yüklemektedir. Allah'a hayır duada bulunun. Zira durumu kurtaracak ve manzarayı değiştirecek olan sizin imanınızdır. Dolayısıyla işlerinizi birleştirin, tek saf olun, bu rejimi kaldırıp atın, yönetimi sadece Allah'ın şeriatını gözetecek olan kimseye teslim edin ve ahir zamandaki İkinci Raşidi Hilafeti kurarak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vaadini gerçekleştirin. O halde Allah'ın aslanları olmaya koşun ve bizlere, binlercesinden bir kaçı olan Hamza'yı, Halid'i ve Sa'd'ı hatırlatın. Zira Allah, muttakilerle beraberdir ve izniyle onlara nusret vermiştir. Allahutela şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ "Şüphesiz resullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret veririz." [Mu'min/Ğâfir 51]

O halde istikametiniz bu olsun. Zira şayet şehitler olarak ölürseniz Allah'ın izniyle cennete gideceksiniz. Ve şayet bu dinin geniş mutluluğu içerisinde yaşarsanız hakka ulaştıracak yolu, ancak Allah gösterir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Basın Toplantısına Davet


Suriye halkının ayaklanması hakkında ortaya atılan şek ve şüpheler üzerinde bir değerlendirme yapmak, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti'nin Suriye halkına yardım etmek amacıyla harekete geçme noktasına ve bu hususta ortaya atılan şüphelere cevap vermek ve önümüzdeki günlerde hizbin bu alanda harekete geçeceğini açıklamak üzere;

 

- Sizleri Medya Bürosu Başkanı Ahmed el-Kasas'ın düzenleyeceği basın toplantısına davet ediyoruz.

- Tarih: 27.05.2001 Cuma / Saat: Öğle Öncesi 11:00

- Yer: Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Merkezi / Trablus-Ebi Samra

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Lübnan'da Askerî Yönetim Uygulamaları Devam Ediyor Güvenlik Birimleri, Fikrî Suçlamada Bulunarak Tutukluyor ve Baskı Yapıyor

Geneli şeri âlimlerden olup kamp sakinleri arasında şereflerine ve doğruluklarına bağlılıklarıyla tanınan Nehr-ul Barid Mülteci Kampındaki bir gurup sima, yaklaşık bir aydan beri Ordu İstihbarat Merkezine çağrılıyor. Bunlar arasında Hizb-ut Tahrir'in üyeleri de var. Bu kişiler, kampa sanki bir tutuklu kampı gibi muamele edilmesini eleştirdikleri bir toplantı yaptıkları için kibir ve gurur dolu bir dile muhatap oldular ve bu durumun bir daha tekerrür edilmemesiyle tehdit edildiler.

Ardından geçen ayın yirmisinde Hizb-ut Tahrir şebabı, Suriye halkına yardım etmek amacıyla Trablus'ta bir gösteriye çağrıda bulundukları sırada istihbarat birimleri, gösteriyi iptal etmesi için hizbe baskı yapmak amacıyla Lübnan toprakları boyunca bir gurup şebabın tutuklanmasıyla eş zamanlı olarak aynı kampta "Cihad Mansur" ve "Bilal Tâha" adındaki hizbin şebabından ikisini tutukladılar. Ardından gösteriden birkaç gün sonra "Cihad Mansur" aynı istihbarat merkezine çağrıldı ve oradaki subaylardan biri ona "hizbin şebabının kampta bir araya geldiklerini ve faaliyette bulunduklarını" bildiğini söyledi! Keza ona, "muhbirlerin enselerinde olduklarını ve hareketlerini gözlemlediklerini" söyledi! Ona ve diğer şebaba toplanmayı, herhangi bir faaliyette bulunmayı ve kamp içerisinde herhangi bir bildiri dağıtmayı bırakmalarını emretmekle birlikte karşı gelmeleri halinde gözaltına almak ve tutuklamakla tehdit etti!

Nakba'nın yıldönümünde yaşanan olaylarıyla ilgili olarak Hizb-ut Tahrir'in "Yahudi Liderler, Ordularına Golan, Marun Ras ve Beyt Hanun'da Bizi Öldürmelerini Emrederlerken..." başlıklı beyanının dağıtılması üzerine dün pazartesi günü istihbarat birimleri, 40 yaşında olan "Cihad Mansur" kardeşimizi tekrar çağırdılar. Kardeşimiz gitti ve bu beyanın yazıldığı saate kadar geri dönmedi. Çünkü istihbarat merkezindeki bir subay, hiçbir suç işlemeyen ve herhangi birine saldırmayan Cihad'ın gözaltına alınmasını emretti! Nasıl bir devlette yaşıyoruz?

Bu ülkede siyasiler yok mu?! Yoksa sorumluluklarını bıraktılar ve insanların başlarına tüm insanlara askerî kışladaymışlar veya tutuklu kampındaymışlar gibi bakan bir avuç subayı mı görevlendirdiler?! Bu subaylara emretme, nehyetme, çağırtma ve hiçbir hukukî ve ahlakî denetim olmaksızın istedikleri masum sivilleri gözaltına alma yetkisini kim veriyor?! İnsanlara yönelik (resmî) baskı, saldırı ve baltacı uygulamalar nedeniyle başlarındaki tagutların peş peşe çöktüğü Arap beldelerindeki askerî sistemlerin şu ana kadar ne hale geldiklerini görmüyorlar mı?! Yoksa: لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler." [el-A'râf 179]

Ey Lübnan Yöneticileri! Mesele ciddi ve akıllı bir kimse kardeşinden ibret alır. Sorumluluğunuzun bilincine varın ve maceraperestlerin ellerini insanların üzerinden çekin. Çünkü zulmün akıbeti vahimdir ve zulüm, kıyamet gününün karanlıklarından bir karanlıktır.

Ey Siyasiler ve İlgili Kanaat Önderleri! Sorumluluk bilincinde olun ve asrı kapanmasına ve sönme zamanı gelmesine rağmen hayatta kalmak için çırpınan uygulamalara karşı seslerinizi yükseltin. Akıllı kimse için tek bir söz yeter. Allahuteala, şöyle buyurmuştur: وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." [Ahzab 58]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu

İnsanlar dikkatlerini, resmi ve yarı resmi medya organlarının Siliana ilindeki er-Revhiyye olayı hakkındaki verdikleri "Şüphe, Çatışma, Karşılıklı Öldürme, Şüphelilerden Biri Kaçtı" başlıklı habere verdiler. Dikkat çekici olan ise abartılı bir şekilde habere odaklanması ve ilginç yorumların yapılmasıydı. Bu bağlamda aşağıdaki hususları mülahaza ettik:

 

1-Ümmetin evlatları arasındaki her türlü maddî ve şiddet eyleminin tehlikesine dikkat çektik. Çünkü maddî eylemde bulunmak, gereksiz yere haram olan kanı helal kılmak ve savaşacağımız düşmanımız olmamalarına rağmen ordudaki masum evlatlarımızı hedef almaktır. Bilakis onlar, ümmettendirler ve ümmet için vardırlar. Onlara zarar verme ve öldürme yoluyla karşı koymak caiz değildir. Çünkü şiddet, siyasî çalışmanın yanı sıra birçok kesimin takdir etmediği ve istemediği fikrî çalışmayı öldürür. Çünkü aynı şekilde şiddet özellikle de silahlı olanı, yerel ve küresel istihbaratçılar için bir yuvadır. Zira projelerinin tespitini ve hedeflerini gerçekleştirmeyi bu yolla yapmaktadırlar.

2- Bin Ali döneminde Tunus'ta, Cezayir'de ve Mısır'daki istihbaratçıların, insanların canlarını hiçe sayarak her türlü pis eylemleri işlemek üzere yaptıkları skandallar var. Bin Ali'nin idare ettiği, dünyasını üzerine kurduğu ama oturamadığı sahil patlamaları bu eylemlerden biridir. Nitekim düşünmekten ve yazmaktan aciz olanlar, o zaman Bin Ali'nin otoriteye ulaşması da dahil rejimin bu cürüm eylemlerinden beklediği hedefleri için bilerek yada bilmeyerek desteklemek ve tahrik etmek üzere Bin Ali'nin arkasında saf tutmuşlardı.

3- Hikaye, sarsıcı ve çelişkili olup kuşku uyandırmakta ve "gerçeği gizlemek istiyorsan yarım anlat" mantığına dayanmaktadır... Çatışma bilfiil yaşandı. Ancak şüphelilerin şivesi Tunuslu olmadığı denildikten sonra kimlikleri Tunuslu çıktı!! Bu kadar hızlı ve kesin bir şekilde kimlikleri nasıl teşhis edildi..! Hem görgü tanıkları hem de bölgedeki Ulusal Güvenlik Merkezi başkanı kaçan üçüncü bir kişinin olmadığını teyit ettiler... Eğer kaçmışsa bu kişi nasıl teşhis edildi?!! Bunlar tatmin etmeyen çelişkiler olup haberi, incelemeye, kanıtlamaya ve düşünmeye değer kılmaktadır.

4- Neden şerir bir şekilde Tunus'taki ayaklanmayı gözetleyen mücavir devletlerdeki istihbaratların olabileceği varsayımında bulunulmadı? Çünkü onlar, Tunus'taki ayaklanmanın model alınabilecek başarılı bir örnek olmasını istemiyorlar. Bilakis gerçek bir değişime götürmeyen başarısız bir örnek olmasını istiyorlar. Nitekim bu bağlamı destekleyen birçok olay vardır. Şüpheli arabanın Cerbe'de ve silahlı kişilerin Tatavin'de olması bunlardan biridir... Buna ilaveten Cezayir istihbaratı, gırtlaklarına kadar Kaddafi'ye bulaştı ve herkesin ifadesine göre paralı askerlerle onu destekledi!!! İşte bunların hepsi, rejimin içerisindeki bazı kesimlerin gerçek değişimin meydana gelmemesi ve böylece iç ve dış odakların tuzakları, tezgahlanan husus üzerinde birleşmesi istekleriyle örtüşmektedir.

5- Tunus'ta büyük paralar istihdam eden şüpheli odaklar tarafından korkutucu boyuta ulaşan terör eylemleri meydana geldi. İnsanlar korkutuldu, öldürüldü ve yakıldı... Bunların ayaklanmanın düşmanı olduğu söylendi. O halde ne diye medya olarak ortaya çıkarılmadılar ve meseleleri takip edilmedi. Bunlar gerçekte halk düşmanı olup bunlar arasında bunları kontrol eden devrik liderin eşi de vardır! Bu, kuşku uyandıran bir durumdur. İstediğinde korkutmak istediğinde rahatlatmak için halkla pazarlık yapmak üzere güvenlik kozuna sıkı sıkıya sarılan bazı kesimler var.

6- Herkesi özellikle de muhlisleri dürüstlüğe ve doğruluğa çağırıyoruz... Bazı güvenlik kesimlerinin kendilerini bu şekilde kullandırması haramdır. Aslında onlar, insanların canlarının, geçimlerinin ve ırzlarının güvencesidir. Keza bazı medya kesimlerinin, "Büyük Mücahidin" veya "Değişimi Yapanın" dönemdeymişiz gibi çekinmeden veya sorgulamadan körü körüne sürüklenmesi haramdır. Oysa medyanın asıl görevi, hakkı ve hakikati ortaya çıkarmak, sorgulamak ve araştırmaktır. İnsanların özellikle de gençlerin beklentisi bu değildir. Zira artık insanlar, yalan yanlışları ve sunî bir medyayı kabullenmeyecek derecede uyanıklaştılar.

7- Bazı yerel odakların ülkeye saldığı haydutluk boyutuna ulaşan korkuda dış odakların planladığı veya yapmayı planladıkları iki cürüm yatmaktadır: Birincisi: Ülkenin güvenli evlatları arasında ölümü yaymak. İkincisi: Sömürgeci dış odaklara hizmet etmek. Bu da Kavi ve Aziz olan Allah'ın şu kavli gereği şeran suçluların ağır hükümlerle caydırılmasını gerektirir: إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ أَوْ يُنْفَوْا مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah'a ve resulüne karşı harbedenlerin ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası, öldürülmeleri yahut asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut (bulundukları yerden) sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır." [el-Mâide 33] Her şeyden önce daha büyük cürüm ise aşağılık siyasî hesaplar uyarınca insanların güvenliğinin tacirliğini yapmaktır.

 

Binaenaleyh devlet, tüm bu olayların arkasında olanları ortaya çıkarmak ve onları ağır bir şekilde sorgulamakla yükümlüdür. Ümmet artık yalanı, eylemlerin tahrik edilmesini ve kanıtsız olarak insanlara yaftalanmasını kabullenmemektedir. Bilakis hakikatin açık ve net bir şekilde insanlara gösterilmesini istemektedir. Şayet devlet, bunu yapmazsa bizzat bu olayları tahrik etmenin arkasında olmakla veya dış odaklarla işbirliği yapmakla veya bu olayların durmasını istememekle itham olunacaktır. Çünkü devlet, bu olayların kızışmasından ve ateşinin yükselmesinden istifade etmektedir. İşte o zaman yer ve gök sakinlerinin razı olacağı gerçek değişim meydana gelinceye kadar çabalarını sürdürmesi için ümmete davetiye çıkarılmış olur ki böylece ümmet, Allah'ın şu kavlini tecelli ettirmek üzere yeryüzünde fesadın başı olan şımarık elebaşlarının fıskından kurtulmuş olur: وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُواْ فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا "Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz." [el-İsrâ' 16]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER