Cumartesi, 07 Recep 1447 | 2025/12/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hükümet Birimleri, Dokuz Ayın Ardından Dr. Abdulkayyum'u İşkence Hücrelerinden Serbest Bırakmıştır Keyâni ve Zerdâri, Hizb-ut Tahrir ve Şebabının Hilafet Devleti'ni Kurmaya Dönük Mücadelesini Engelleyemeyeceklerdir

Hırsızların ve adam kaçıranların izinden yürüyen hükümet birimleri, gece karanlığındaki Abdulkayyum'u serbest bırakmıştır. Nitekim o, Rahim Yar Han'da ünlü bir diş hekimi ve Hizb-ut Tahrir'in üyesi olan bir doktordur. Kendisi dokuz ay önce, silah tehdidi altında ve küçük kız çocuğunun önünden hükümetin baltacıları tarafından arabasından kaçırılmıştır. Bu dokuz ay içerisinde, aşırı yaşlı olmasına rağmen fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kalmıştır. Ona yapılan işkencede o kadar ileri gidilmiştir ki; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya bir yakınlık hissetmesin diye Kur'an okumasına bile izin verilmemiştir.

Bu dönemde Pakistan İstihbaratı MI ile ISI, Yüksek Mahkeme'de yalancı şahitlik etmişler ve ardından da Dr. Abdukayyum'un kendi yanlarında olmadığına dair Allah'a yemin etmişlerdir!! Bu yöneticiler ve onlara bağlı birimler, yalan söylediklerinde hiçbir utanç yada haya hissetmedikleri gibi ardından da Allah'ın Kerim Kitabı üzerine yemin etmişlerdir. Zira Amerika'ya tam bir sadakat ve itaat etmelerinin ardından bu yöneticiler ve baltacılar, Allah'ın Kitabı üzerine yalan yemin etmeyi küçük görmektedirler. Bu nedenle bu insanlara deriz ki; "şüphesiz siz, dünyanızı ve ahiretinizi satmaktasınız."

Bu güne itibarıyla Hizb-ut Tahrir'in üyesi Habibullah da hükümetin aynı bu birimleri tarafından Karaçi'de ona bağlı işkence zindanlarında işkenceyle karşı karşıya kalmıştır. Kaçırılma musibetinden dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'âla] ona, sabır ve sebat ihsan etsin. Ayrıca Peşaver'deki Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad İrfan'da aynı şekilde cezaevindedir.

Keyâni ve Zerdâri'ye, geçtiğimiz dokuz ay boyunca süren kaçırmalar, tutuklamalar, işkenceler ve baskınlar hususunda bir açıklamada bulunmak isteriz; bu uygulamalar, Hizb-ut Tahrir'in mücadelesini asla yavaşlatamayacağı gibi dahası ona etki bile etmeyecektir. Bilakis bunun yerine bu zulüm, davet taşıyıcısının azmini artıracaktır. Artık ümmet için açık bir hale gelmiştir ki; haktan korkanlar, bizzat bu hainler olduğu gibi sözde muhalefet partileri de sömürgecilerin talimatlarına göre ülkede uygulanan demokratik rejimi korumak için çalışmaktadırlar. Bu sırada bu rejimi kökünden söküp atmak ve İslam Nizamı'nı kurmak için çalışan tek cihet, bizzat Hizb-ut Tahrir olduğu gibi aynı şekilde bu meselede muhlis olan da odur.

Ebi Cehil ile Ebi Leheb'in Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sahbihi]'nin davetine olan düşmanlıkları, davete şöhret ve hız vermişti. Dolayısıyla Keyâni ve Zerdâri'nin ağır cürümleri de davete hız kazandırması şeklindeki aynı neticeyi doğuracaktır. Dolayısıyla da asrın Ebu Leheb ve Ebu Cehil'lerinin yargılanacağı gün, çok uzak değildir. İşte o gün müminler de Allah'ın nusretiyle sevineceklerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki Ekonomik Sorunların Tek Çözümü Olan İslam'ın Ekonomik Sistemi Hakkında İslamabad, Lahor, Karaçi ve Peşaver'de Genel Konuşmalar Düzenlemiştir

Hizb-ut tahrir, insanları Hizb-ut Tahrir'in ülkedeki ekonomik sorunun çözümüne dönük görüşüyle bilinçlendirmek amacıyla genel konuşmalar düzenlemiştir. Nitekim bu konuşmalar, büyük mescitler ile büyük şehirlerdeki diğer kamuya açık alanlarda düzenlenmiş ve konuşmacıların binlerce insana hitap ettiği bu konuşmalar, üç gün devam etmiştir.

Konuşmacılar; Pakistan'daki ekonomik sorunun, kaynakların olmaması yada kaynakların azlığı sebebiyle olmadığını bilakis bu ülkede uygulanan kapitalist rejim sebebiyle olduğunu, kapitalizmin kaynakları insanlar arasında adaleti sağlayacak şekilde dağıtmaya muktedir olamadığını bilakis bu kaynakların, kapitalistler ile çokuluslu şirketlerin ellerinde yoğunlaştığını söylemişlerdir. Ayrıca konuşmacılar; İslam'ın ekonomik sisteminin dışında kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını garantileyen kanun ve kuralları içeren bir sistemin olmadığını ve İslam'ın, güçlülere zayıfları ezme fırsatı tanımadığını da söylemişlerdir.

Konuşmacılar, mülkiyet, ziraat, vergilendirme ve parayla ilgili İslamî kanunlara ışık tutmuşlar ve şöyle demişlerdir; Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisine göre petrol, doğalgaz, elektrik ve maden kaynaklarının özelleştirilmesi caiz değildir. Zira İslam bunları, kamu mülkiyetlerinden saymıştır. Bu nedenle İslamî Hilafet, insanlara ve sanayi sektörlerine karsız bir şekilde enerji sağlayacaktır. Bunun sonucunda da insanlar ve sanayi sektörü, Hilafet kurulur kurulmaz rahat bir nefes alacaklar ve buda devlette canlılığı yayacaktır. Mesela İslam, devletin gelir kaynaklarını sınırlandırmasının yanı sıra Halife'nin istediği gibi vergi koymasına izin vermemektedir. Zira İslam, ister doğrudan ister dolaylı olsun tüm vergileri haram kılmış ve bunu, insanlar için bir zulüm saymıştır. Ancak devletin, üzerine düşen hususlarda devletin ve insanların ihtiyaçlarını karşılamak için tüm yolların tükenmesinin ardından İslam, maruf ölçülerdeki ihtiyaçlarının fazlasından ve sürekli değil de geçici bir şekilde olması kaydıyla fakirlerin dışında sadece zenginlere vergiler konulmasına izin vermiştir. Bu ise herkese daimi bir şekilde vergiler koyan kapitalist rejime tamamen zıttır.

Yine konuşmacılar, ziraat ile ilgili İslamî kanunlara işaret etmişler ve şöyle demişlerdir: İslam şeriatının kanunlarına göre şayet bir kişi, ölü bir araziyi ekerse o, onun olur. Ayrıca şayet bir kişi, arazisini peş peşe üç yıl ekmezse, devletin bu araziyi ondan alıp ekme imkanı olan kimselere verme hakkı da vardır.

Ayrıca konuşmacılar, İslam'ın parayla ilgili kanunlarına da değinmişler ve İslam'daki paranın mevcut kağıt para gibi olmadığını, paranın %100 altın ve gümüşe endeksli olması gerektiğini, devletin dilediği şekilde para basma hakkına sahip olmadığını, böylece enflasyon sorununun çözüleceğini ve bunun da büyük ölçüde insanların refahına yansıyacağını vurgulayarak bu meseleyi açıklamışlardır.

Ardından konuşmacılar, "temiz demokrasiye" çağıranların, aslında İslam yerine yine eski fasit kapitalist rejimin uygulanmasına çağırdıklarını söyleyerek Hilafet Devleti olmadıkça şeriat kanunlarının uygulanmasının imkansız olduğunu eklemişler ve Subhânehu ve Te'âla'nın şu kavlini okumuşlardır:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İttifak Stratejisi, "Kafirlerin Daimi Hakimiyeti" Demektir!

بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için elîm bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 138-139]

Amerika ve onun haçlı müttefikleri, Afganistan ve Irak'ta hezimetle karşı karşıya kalmalarının ardından bölge üzerinde uzun dönem egemen olabilmek amacıyla hezimetlerini örtbas etmek için stratejik ittifak anlaşmaları imzalamaya çalışmaktadırlar. Bundan öncede Bush yönetimi, 2007 yılında Irak'ta Maliki rejimi ile aynı türde stratejik ve güvenlik anlaşmaları imzalamıştır.

Bizzat ajan Karzai rejimi de İngiltere, Fransa, İtalya ve Hindistan gibi işgalcilerle stratejik anlaşmalar imzalarken aynı şekilde diğer bazı ülkelerle müzakereler de sürmektedir. Ayrıca Amerika ile olan stratejik anlaşmanın da sonu yaklaşmıştır. Ancak Chicago Konferansı'ndan önce yada konferans sırasında, küresel haçlı Devlet Başkanı Obama ile dostu Hamid Karzai arasında anlaşmanın imzalanması amaçlanmaktadır.

Stratejik anlaşma, aslında insanlara Afganistan'daki savaşın sona ereceği şeklinde yanlış bir izlenim vermeye dönük aldatıcı bir araçtır. Ancak hakikatte ise anlaşmanın imzalanmasının ardından da masum Müslümanların kanlarının akıtıldığı kanlı savaşın sürecek olmasının yanı sıra zulüm, fesat, yoksulluk ve barbarlık da devam edecektir. Dolayısıyla Müslümanlar, Müslüman kardeşlerini öldürmeleri için kullanılacaktır. Buda bunun, Afganlılar arasında hem dünyada hem de ahirette lanet olacak olan bir savaşın olacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu anlaşma yoluyla işgalciler, küçük yardımlarda bulunmak karşılığında maksimum stratejik ve sömürgeci faydalar elde edeceklerdir.

Buna paralel olarak bazı mücahit unsurlarla da diyalog gerçekleşmektedir. Bu ise kafir karşısında hezimeti kabul etmek anlamına gelmektedir. Halbuki İslam bize, işgalcilere karşı savaş hazırlıkları yapmamızı, İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak için mücadele sınırımızı artırmamızı ve şeri hükümlere göre işgalciler ile ajan yöneticilerin planlarını ifşa etmemizi emretmektedir. İslam ümmetine saldıranlara, topraklarımızı işgal edenlere, gençlerimizi ve yaşlılarımızı katledenlere ve bizleri yurtlarımızdan çıkaranlara gelince; onlarla stratejik anlaşmalar imzalamak kesinlikle caiz değildir. Bilakis onlarla olan ilişkilerimizde, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emirlerini tatbik etmek üzere amel etmemiz gerekmektedir:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın çağrısına icabet ederek tabi olunması gereken yol işte budur. Zira O, kafirlerle anlaşmalar imzalamayı, onların hakimiyetini ve dostluğunu kabul etmeyi ve onlarla işbirliği yapmayı haram kılmaktadır. Dolayısıyla tüm bunlar, İslam'da bir cürümken bu hain yöneticiler, Allah'ın, Resulünün ve müminlerin düşmanlarıyla dostluk köprüleri kurmaktadırlar. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Kerim Kitabında şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Artık her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mumtehine 9]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Haçlı Sömürgeciler ve Ajanları, Mescitlerde Bile Hak Sesi Bastırmak İstemektedirler!

Haçlı sömürgeci, ajanları yoluyla İslam'ı en ince ayrıntılarına kadar Afgan toplumundan koparmaya çalışmaktadır. Bu şerir hedef, önceki hükümetin uygulamalarında da çok açıktır. Nitekim gerek Ulusal Güvenlik İdaresi Sözcüsü gerekse de Hac ve Vakıflar Bakanı yardımcısı bunu vurgulamışlardır.

Zira Ulusal Güvenlik İdaresi Sözcüsü Latifullah Meşal açıklamasında şöyle demiştir: "Alimlerin, mescitlerde Yahudilere ve Nasranilere karşı konuşan Kur'an ayetlerini adres göstermelerine gerek yoktur." Kur'an'ın büyük bir bölümünün, İsrail oğullarının günahlarından bahsetmesine rağmen onlar imamlardan, Yunan ve Roma İmparatorluklarının İsa Aleyhi's Selam gelmeden önce Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın vahiyle indirdiği hakikatleri gizleyen ve bu sebeple de Allah'ın lanet ettiği Yahudi rahiplerden istediklerini yerine getirmelerini talep etmektedirler. Mesela Hac ve Vakıflar Bakanı Yardımcısı Âbid el-Hak, Tolo kanalıyla yaptığı haber röportajlarının birinde şöyle demiştir: "İmamların, mescitlerde ulusal çıkarlara karşı her hangi bir şey söylemelerine gerek yoktur. Her kim bunu yaparsa suç işlemiş olur ve cezalandırılır."

Tüm bunlar, İslam'dan başka her şeyin konuşulmasına izin veren sözde "İslamî Demokratik Afganistan" adına gerçekleşmektedir. Nitekim Afganistan'da yüz binlerce Müslümanın öldürülmesinin ardından sömürgeciler, hak sesi engelleyebilmek için hain yöneticilerle işbirliği yaparak mescitler üzerinde de hakimiyet kurmaya çalışmaktadırlar.

Afganistan'daki fasit hükümete ve sömürgeci efendilerine, şerir planlarını Afganistan'daki Müslümanlara ifşa etmeye devam edeceğimizi vurgulamak isteriz. Ayrıca kurulmasına iki yay boyu yada daha yakın bir zaman kalan Hilafet Devlet'i hususunda da onları uyarırız. Zira o zaman ne onlar nede sömürgeci efendileri kaçacak bir delik bulabileceklerdir. Ahirette ise Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın huzurunda duracaklardır:

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler kerih görse de Allah, nurunu mutlaka tamamlayacaktır." [Saf 8]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Aşağıdaki Başlıklı Küresel Konferansı İlan Eder: "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Arap ülkelerindeki ayaklanmaların, İslamî ümmetin galeyanının ve diğer ülkelerdeki yöneticilere ve rejimlere karşı öfkeli sıcak geçişin gölgesinde; işte bu şartlar gölgesinde dünya güçleri, bu ayaklanmaların kapıp kaçırılması, sömürgecilerin çıkarlarının korunması ve Hilafet'in kurulması yoluyla İslam'ın geri dönüşüne kürtaj yapılması için çatışmaktadırlar!

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte Hilafet'in kurulması yoluyla İslam'ın geri dönmesi için büyük bir çaba harcamakta ve gecemizi gündüzümüze katarak mücadele etmekteyiz. Dolayısıyla sömürgecilere ve yöneticiler ile avenelerinden oluşan yerel araçlarına, bu ülkenin bizim ülkemiz olduğunu, onların şu anda tamamen yok olup gitmeleri için bir çekirdek gibi çitlenip atılan yabancı garip cisimler olmalarının yanı sıra İslam'ın geri dönüşünü müjdeleyen arşın Rabbinin iradesi ve vaadine meydan okumaktan daha aşağılık oldukları gibi kurulacak olan Hilafet fırtınasının ortasındaki bir tüy gibi olduklarını göstereceğiz!

İşte bu çatışma kapsamında bizler, bu ümmetin evlatlarının ayaklanmasını, kürtaj planlarını ve İslamî projenin kaçınılmazlığını ele alacak olan kürsel konferansı ilan ederiz. Konferansa, Hizb-ut Tahrir ve diğerlerinin olduğu bu ümmetin evlatlarından olan seçkin siyasetçiler, aydınlar ve medyacılar katılacaklardır. Çünkü konferansta hassas konular ele alınacaktır ki bunların en önemlileri şunlardır:

Halkların ayaklanmalarının sebebi, Şam ayaklanması, Arap dünyasındaki ayaklanmaların başarıları ve beklentileri, ayaklananların kaybolan programları ve Batı ile yöneticilerin ayaklanmalarla nasıl muamelede bulundukları? Ayaklanmanın azınlıklardan kapıp kaçırılma girişimleri, sivil devlete ve uluslararası korumaya çağırmanın siyasî intihar olduğu, ayaklanmalar ve Batılı hegemonyada oluşturduğu kırılmalar ve azim Hilafet projesi... ve diğer önemli ve hassas meseleler...

Onlarca devletçiklerin kurulması ve Batı'nın dayattığı yapay kimlikler yoluyla İslam ümmetinin birliğinin parçalanması dönemi, bizim üzerine zorlandığımız jeopolitik bir vakıadır. Nitekim Batı'daki efendilerinin çıkarlarına hizmet etmek için uykusuz kalan, onlara ümmetin mukadderatına ve servetlerine hakim olma imkanı veren, İslamî hayatı yeniden başlatmaya dönük her türlü ciddi çalışmaya savaş açan, bu hususta vatancılık, kavmiyetçilik, sosyalizm ve demokrasi elbisesine bürünmüş rejimlerin çeşitli sloganları ile müttefiklerini başarısız hale getiren bayrakları kullanan bu bekçi yöneticiler, Allah'ın izniyle çok yakında bir daha tekerrür etmeyecek olan kara bir tarih olacaklardır.

Konferans; H.10.Cumâde'l Âhir 1433 el-Muvafık M.01.05.2012'de Lübnan'da yapılacaktır.

Konferansa herkesin davetli olmasının yanı sıra konferansın, Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu'nun siteleri üzerinden canlı olarak yayınlanacağı da bilinmelidir. Ayrıca koltuk rezervi yaptırmak ve katılımları onaylatmak amacıyla aşağıdaki telefon numaraları ile elektronik posta adreslerinden bize ulaşabilirsiniz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Aşağıdaki Başlık Altında Küresel Bir Konferans Düzenlemiştir: "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Hizb-ut Tahrir, H. 10. Cumâde'l Âhir 1433 el-Muvafık M. 01. 05. 2012'de Trablus'ta, aşağıdaki başlık altında küresel bir konferans düzenlemiştir:

"Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Konferans üç bölümden oluşmuştur; Birincisi: "Arap Dünyası'ndaki Ayaklanmalar: Bunun Sebepleri, Vakıası ve Beklentileri." İkincisi: Kürtaj Planları ve Ayaklanmanın Gidişatının Çarpıtılması." Üçüncü Bölüme Gelince: "Hilafet'in Olduğu İslamî Projenin Kaçınılmazlığı."

Konferans, Celil Alim Ata İbn-u Halil Ebû Raşta'nın kayıtlı konuşmasıyla başlamış olup konuşmada, siyasî arenadaki gelişmelerden bahsetmiş ve bütün zalim tagutların akıbetlerinden ibret almaksızın kayıtsız bir şekilde günahlarına devam ederek Yahudilerin ve sömürgeci kafirlerin çıkarlarını gerçekleştirmek için Allah'a, Resulüne ve müminlere savaş açan dış ajandaların ürünü olan tagut yöneticileri kınamış ve şöyle eklemiştir: "Gözlerin gördüğü gibi görmekte ve kulakların duyduğu gibi duymaktasınız ki; hiç kimse tagutların nasıl bu şekilde yok olup gideceklerini beklemiyordu.. ama sonra yok olup gitmişler ve hiç kimse büyük korku engelinin bu şekilde kırılacağını zannetmiyordu... ama sonra kırılıp gitmiştir. Dolayısıyla bu, kalbi olan ve kulak verip şahit olan herkes için, ölüm, ateş ve demir olmamış olsa bile bugünün devletlerinin, zulmün ve zulümatın yok olmasının çok uzak bir durum olmadığına dair bir beyandır!" Konuşmasının sonunda, ümmet ve ordusunun içerisinde çalışmanın, doğru bir değişimi oluşturmanın tek garantörü olduğu ve bunun dışındakilerin ise Amerika, Suriye halkı tarafından dışlanmış bir hale gelmesinin ardından mevcut ajanı Beşar'ın yerine kendisine yeni bir ajan buluncaya kadar katliamı ve zulmü daha da artırması için Suriye rejimine mühlet verilip teşvik edilmesi babından olduğunu vurgulamış ve şöyle bir eklemede bulunmuştur: "Bu planlar, ne beslemekte ve ne besleyip nede açlığı gidermektedir. Bilakis o, doğru bir değişimi gerçekleştirmeyip dahası korkunç bir katliamı gerçekleştirecek olan dışı rahmet ve içi azap ölümcül bir zehirdir. Zira o, tertemiz tahir kanları yalayarak susuzluğunu gideren bu kasap rejimle diyalog kurmayı dayatmaktadır. Peki, kasap bir rejimle nasıl bir diyalog kurulacak ki?! Ayrıca Amerika ve Batı, bu ümmetin hayrını istemedikleri gibi Hilafet Devleti'nin olduğu Müslümanların devletine komplolar kuranlar, ardından Müslümanların ülkelerini parçalayanlar, onun uzuvlarını koparanlar ve olması neredeyse imkansızken tek olan ülkeler arasına seyahat engelleri koyanlar bizzat onlardır. Ayrıca bu tagut rejimleri ortaya çıkaranlar da bizzat onlardır. O halde ümmetin yapması gereken, kendi gücüne güvenmesi ve bu devletlerden, ajanlarından ve planlarından da sakınmasıdır."

Aynı zamanda konferansa, Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Yemen'den gelen tanınmış siyasetçiler ve aydınlardan oluşan yoğun kalabalık misafirlerle birlikte hizbin Tunus, Yemen, Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan medya temsilcileri katıldıkları gibi şahsen katılma imkanı bulamayanlar da video aracılığı ile katılmışlardır.

Konuşmacılar, H. 1342 M. 1924'de Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ardından sömürgeci devletlerin dayatmış olduğu coğrafî ve siyasî vakıaya katlanmasının ardından Allah'ın bir hak olarak şereflendirdiği önderlik ve liderlik rolünü üstlenmeye başlaması için ümmetin ayaklanmasını, onun vakıasını, arka planlarını, gerçekleştirdiği başarılarını, mücadelesinde karşı karşıya kaldığı zorlukları ve engelleri açıklayıp sunmuşlardır.

Konferansın kapanış konuşmasını Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu Müdürü yapmış olup konuşma, aşağıdaki tavsiyeleri içermiştir:

1- Gerçek değişim, Batı'nın siyasî, ekonomik ve kültürel boyutta İslam ümmetine dayattığı durumla ilgili tüm ilişkilerin koparılmasını gerektirmektedir. Zira bunun yapılmaması, yeni şekiller ile yağ ile zehrin karıştırıldığı göz kamaştırıcı sloganlar altında Batılı hegemonyanın devam etmesi anlamına gelmektedir. Nitekim Batılı politika, Makyavelcilikle meşhur olup onlar, ümmete gece gündüz tuzak kuran gerçek düşmanlarken, liderlik konumuna geldiklerinde aldatıcıların çeşitlenmesinde ve akıl hocası görüntüsünde olanların ortaya çıkmasında bir mania görmemektedirler. Aha işte Yahudi varlığı ve onun bitmek tükenmek bilmeyen cürümleri, Batılı liderlerin dostluğunun en iyi kanıtı olmasının yanı sıra onlar, mücrim zalim yöneticilere de destek vermektedirler.

2-Ekonomi yükü ve yardım ihtiyacı bahanesiyle Batı başkentlerini hoşnut etmenin peşinde solumak, Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanettir. Zira şayet ümmet, üzerine zorla ve iftirayla musallat olan yöneticilerin şehvetlerine göre değil de İslam'ın hükümlerine göre idare edilseydi, Allah'ın ümmete bahşettiği hayratlar ve servetler onu, insanların gıbta edeceği bir konuma getirirdi.

3- Bütün İslam hükümlerinin tatbik edilmesiyle vücut bulmasının yanı sıra Müslümanların diğer insanlar dışında tek bir ümmet olmasını zorunlu kıldığı gibi vatancı ve demokrasi gibi ateist bayraklar ile İslamla hiçbir ilgisi olmayan diğer beşerî felseflerin kaldırıp atılarak reddedilmlerini zorunlu kılan İsamî hayatı yeniden başlatmayı hedefleyen tek bir ayaklanma olması için ayaklanmaların birleştirilmesi gerekmektedir. Zira İslamî bağ, ümmeti bir araya getirirken maddî laik bağ ise ümmeti parçalamakta ve onu köleliğe mahkum etmektedir.

4- Bu birlik, siyasî olarak tüm ümmetin tek bir Hilafe'ye biat edilmesiyle cisimleşmelidir ki böylece şeri hükümleri tatbik ederek onun gözetimiyle ilgilensin, zayıflara sempati duysun, mazlumlara yardım etsin, adalet, iyilik ve maruf gibi değerleri yaymak için çalışsın, münker ve fücur eylemleri de bastırsın.

5- Hizib daha ilk günden ümmete, Kerim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in çizgisini takip eden değişim hususunda pratik bir program açıklamıştır. Nitekim son olaylar, hizbin üzerinde gittiği hususun doğru olduğunun kanıtıdır ki oda; gerçek değişimin kafir devletlerin başkentleri için değil de sadece Allah, Resulü ve ümmet için nusret ehlinin dostluğunun kazanılması gerektiğidir. Ayrıca ordu liderleri, büyük kurtuluş savaşında ümmetin yanında yer almak yerine gözlerini Batı başkentlerine diktikleri sürece de değişim, şekli ve yamalı olarak kalmaya devam edecektir.

6- Hizib, içtenlikle Rablerine olan imanla ve bilinçli bir şekilde dinlerinin hükümleriyle silahlanmaları ve dinleri hususunda hiçbir düşüklüğü kabul etmemeleri için ümmete seslenmektedir ki böylece önem verdikleri şey, Batılı liderleri hoşnut etmek değil de Allah'ın rızasını kazanmak olsun. Buda ümmetin evlatlarının üzerine düşenin, Batı'nın arkasından soluyan tahrifçilere ve cahillere engel olmalarının yanı sıra Allah'ın dini hususunda pazarlıkta bulunmayıp yağcılık yapmayarak davet taşıyan muhlislerin ellerinden de sımsıkı tutmaları anlamına gelmektedir.

Ayrıca hizib, artık Hilafet fecrinin doğmasından ve emarelerinin görünmesinden dolayı ordu içerisindeki güç ve nusret ehline de seslenmektedir ki böylece Batı'ya bağlı kalmakta ısrarcı olmasınlar, bilakis Rablerinin rızasını kazanmakta ısrarcı olsunlar ve bu dine nusret vermek ve Allah'ın kelimesini yüceltmek için ümmetin evlatlarının muhlisleriyle birlikte çalışsınlar.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Üyelerine Yönelik Tutuklamalar, İslamabad ve Lahor'un Ardından Karaçi ve Peşaver'de de Devam Etmektedir Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti Kuruluncaya Kadar Keyâni ve Zerdâri'nin Hıyanetlerini İfşa Etmeye Dönük Mücad

İslamabad ve Lahor'da Hizb-ut Tahrir'in dersine yapılan baskının ve kırk küsur üyenin tutuklanmasının ardından hükümet birimleri, Hizb-ut Tahrir'e dönük hedeflerini ülkenin dört bir tarafında sürdürmektedirler. Zira bu birimler, iki hafta önce Hizb-ut Tahrir üyesi Habibullah'ı Karaçi'deki evinde ailesinin önünden kaçırmışlardır ve hala da nerede olduğu bilinmemektedir. Ayrıca bu baltacılar, onun cep telefonu ile bilgisayarını da almışlardır. Bizim kaynaklara göre Habibullah, gizli işkence için bir hücreye atılmıştır. Hükümetin birimleri, geçen Cuma Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad İrfan'ı Peşaver'de tutuklamışlar ve ona karşı terör suçu isnat etmişlerdir. Nitekim Terörle Mücadele Yargıcı polise, Üstad İrfan'ı iki gün gözaltında tutmasını emretmiştir.

Ne üzücüdür ki bu güvenlik birimler, Hizb-ut Tahrir'in muhlis üyelerini tutuklayıp onlara işkence ederlerken buna mukabil Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı ajanları ile onun Blackwater Şirketi'nin teröristlerini şehirlerimizde ve ülkemizde özgürce dolaşmaya terk etmektedirler! Aslında Hizb-ut Tahrir, gerek Pakistan'da gerek Arap dünyasında gerek Afrika'da gerekse de Orta Asya yada Güney Doğu Asya'da Amerika Birleşik Devletleri ile diğer sömürgeci güçlere meydan okuyan tek gerçek yöndür. Dolayısıyla hizbin, Pakistan'da asıl yönetici olan Keyâni'nin hıyanetini ifşa etmesinin ve ümmeti de Amerika'nın çıkarlarının karşısında durmaya teşvik etmesinin ardından hükümetin, Hizb-ut Tahrir'e yönelik baskıcı uygulamaları daha şiddetli bir hale gelmiştir. Zira Keyâni, Afganistan'daki Amerika'ya yardım etmekle yetinmemekte Pakistan'daki Müslümanları da öldürmektedir. Ancak aynı şekilde o, bölgede Hint nüfuzunu oluşturmak için de çalışmaktadır. Çünkü savunma bütçesi hakkında yaptığı en son açıklamaları onun, Pakistan ordusunun bir lideri olmaktan daha çok bazı Hint Sivil Toplum Kuruluşları temsilcisine daha yakın olduğunu göstermektedir! Bu nedenle Keyâni döneminde, Hindistan'a gözetimle ilgili birinci devlet unvanı verilmiş, Hindistan sınırlarındaki ticaret yolları açılmış, Hindistan'a Afganistan'a geçiş hakkı verilmiş, Hindistan ile ticaret başlamış ve Keşmir meselesi marjinalleşmiştir. Şu anda da Keyâni, Siachen bölgesindeki hezimetini itiraf etmekte ve korkak Hindu askerlerine moral desteği vermek için açıkça Buzdağı'ndan çekileceğinden bahsetmektedir. Dolayısıyla Keyâni, Amerika'nın emirleriyle Pakistan'ı imha eden yeni bir "Yahya Hân'dır"

Hizb-ut Tahrir, asrın "Yahya Hân'ından" kurtulmak için Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlis subaylardan hizbe nusret vermesini talep etmektedir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın izniyle Hilafet Devleti kuruluncaya kadar Amerika ve ajanlarına karşı olan mücadelesini de sürdürecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin ve Geri Dönüş Hakkı

Avrupa Filistinlileri Konferansı Genel Sekreterliği, Danimarka`nın başkenti Kopenhag`ta "Baharımız dönüş yolumuzu çiçeklendiriyor" sloganı altında düzenlenen 10. konferansına katılmaya çağırmıştır. Konferansta, Arap Baharı'nın yansımaları ve Filistin meselesine dönük ayaklanmaları tartışılmaktadır. Filistin mültecilerinin ülkelerine geri dönüş meselesi ise; Filistin davasındaki gelişmeleri tartışmak ve uluslararası kararların uygulanmasını talep etmek için her yıl Avrupa başkentlerinden birinde dönüşümlü olarak düzenlenen bu konferansın dayanak noktasını oluşturmaktadır. Nitekim Geri Dönüş Merkezi Genel Müdürü, bu yılki konferansın Tunus devlet başkanı Monsef Marzuki'nin gözetimi altında yapılacağını açıklamıştır. Ayrıca Filistin parlamento üyelerinden birinin yanı sıra Eski İngiliz Bakan Clare Short'un da katılımı beklenmektedir.

Batı'daki Müslümanları hayatî meseleleriyle ilgili bilinçlendirmeye yönelik gösterilen bütün çabalar ile Filistin halkına ve diğer Müslümanlara destek vermeye yönelik çabaları bizler de taktir etmemize rağmen şu soruyu da sormak zorundayız: Filistin'in Müslümanlara geri dönüşünden bahsetmeksizin mültecilerin Filistin'e geri dönüşünden bahsetmek doğru mudur? Filistin meselesi ile oradaki İslamî yönetim dikkate alınmaksızın mülteciler meselesi hakkında konuşmak doğru mudur? Sonra "geri dönüş hakkı", işgalciye meşruiyet verilmesini ve bekasının garantilenmesini hedefleyen (barış) projesinin bir parçası değil midir? Bu bağlamda İslam hükümlerinin çerçevesinin dışına çıkmamız doğru mudur?

Filistin, haraci İslami bir toprak olup mülkiyeti Müslümanlara geri dönmelidir. Dolayısıyla Filistin, Filistin halkının yada sadece Arapların meselesi değildir. Bilakis başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Batı devletlerinin planları ve gözetimleri ile ajan Müslüman yöneticilerin işbirliği yoluyla Yahudilerin gasbettiği İslamî toprak ve İslamî mukaddesatlar meselesidir. Nitekim onun, 1967 yılında işgal edilmiş topraklar, veya geçitler veya engeller veya Doğu ve Batı Kudüs veya mültecilerin geri dönüş hakkı meselesi şeklinde bodurlaştırılması caiz değildir... Çünkü Filistin, işgal edilmiş İslamî bir belde olup bütün Müslümanlar, onun kurtarılması yolunda canla başla çalışmalıdırlar. Zira onun herhangi bir karışından ifrata kaçmak, Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanettir. Çünkü Allah, Yahudi varlığının ortadan kaldırılması için cihat etmeyi Müslümanlara vacip kılmıştır. İşte sadece o zaman Filistin, bütün Filistinlilere geri dönebilir. Böylece burada isteyen her Müslüman oturabileceği gibi onlardan dileyen onun en uzak mesafesine kadar yolculuk yapabilir ve buranın halkı da Allah'ın izniyle hiçbir bariyer yada engel olmaksızın hareket edebilir.

Filistin halkı, ister Filistin dışında isterse içinde olsunlar yas tutan hükmünde olup Müslümanlar da yas tutana yardım etmeli ve mazluma da destek vermelidirler. Zira yöneticiler, Filistin halkına yardım etmemekteler, onları Batı'nın kucağına atmaktalar, Batı'nın izinde yürümekteler, sivil devleti talep etmekteler, İslam Şeriatına sırtlarını dönmekteler, (barış) projesi için hareket etmekteler ve İslam'ın en zirvesi olan cihattan geri kalmaktadırlar. Filistin meselesi, uluslararası kararlarla, uluslararası meşruiyete yada Filistin'e komplolar kurarak Yahudi varlığını kuran ve onu gözeten güçlere başvurmakla çözülmez. Sonra bu güçler, Filistin'in evlatlarının geri dönüş hakkını garantileyebilir mi? Yoksa dışarı çıkmalarına yardım etmelerinin ardından onları ve geri dönmelerini hiç dikkate almazlar mı? Ayrıca kasaba koyun bağlanır mı yada cellada kurban güvenilir mi?! Dahası Batı'ya açılma politikası ile onun politikacılarından yardım istemek, Filistin'i kurtarmak ve halkına yardım etmek için çalışan biri hakkında caiz değildir. Zira bu politika, Batı'nın Müslüman ülkelerdeki nüfuzunu koruduğu sürece işgalcinin ömrünün uzamasına imkan verecektir.

Aslında Filistin meselesi, askerî işgal meselesi olup onun sahası müzakere masaları olmadığı gibi araçları da kısır anlaşmalar ve dolambaçlı yol haritası değildir. Bilakis onun araçları ordular ve alanı da savaş alanlarıdır. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], topraklarımızı işgal edenlere ve bizleri yurtlarımızdan çıkaranlara karşı şöyle buyurmuştur:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Dolayısıyla Müslümanların, Müslüman orduların cihat için harekete geçmesine alternatif olması istenilen kararların ve çağrıların karşısında durmaları kaçınılmazdır. Aynı şekilde o, araçları pirinç, çadır ve battaniyeler olan yada hakların, tazminatların ve kararların uygulanmasının talep edildiği insanî bir mesele de değildir! Zira Filistin halkının savunulması ve halkının kurtarılması, işgalin okları altında geri dönüş hakkı söylemleri ile Batı'nın ve ajan Arap rejimlerinin kucağına atlamak yerine buranın tamamının Müslümanlara geri dönmesi için orduların harekete geçirilmesi anlamına gelmektedir.

"Geri dönüş hakkı", Filistin meselesinin tasfiyesine dönük uluslararası projenin bir parçası olup buda Yahudi varlığının bekasının ve mültecilerin de onun yönetimi altındaki Filistin'e geri dönüşünün kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Gerçekten mültecilerin Yahudilerin yönetimi altındaki Filistin'e geri dönüşünü mü istiyoruz yoksa Filistin'in bu varlıktan kurtarılmasının ardından halkına geri dönüşünü mü istiyoruz? Dolayısıyla Filistin'in İslam havzasına geri döndürülmesi vacip iken geri dönüş hakkında konuşarak kafaları karıştırmaktan kesinlikle sakınılmalıdır. Dolayısıyla da bu varlığın ortadan kaldırılmasının, mültecilere kendi topraklarına geri dönüş imkanı vereceği hiç kimsenin ihtilaf etmeyeceği gerçeklerden değil midir?

Bizler, bir kurtuluş yolu aramaya başlayan ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri dönmek amacıyla işinin dizginlerini ele geçirmek için yanıp tutuşan İslam ümmetine güveniyoruz. Aha işte mübarek ayaklanmalar, Yahudi varlığını korumakta dahil bölgedeki Batı politikasını uygulama araçları mesabesinde olan tagutları devirmektedir... Zira ümmetin, kurban olmaya hazır olduğu, izzetli konumuna özlem duyduğu ve nusret arayışı içerisinde olduğu gözü olan herkes tarafından açık bir hale gelmiştir. Aha işte o, ayaklanmasının başlangıcında köklü değişimin yolunu döşemekte ve Yahudi varlığı ile onun arkasındaki Batı'nın kalbine korku salarak tagutların egemenliğinden kurtulmak için çalışmaktadır. O halde ibaret mi alacağız yoksa bütün ümmetin sınırlarını aşan uluslararası kararların uygulanmasını talep etmekle mi yetineceğiz?

Müslümanların, işgal edilen toprakların her karışını geri alma ve düşmanlarını yok etme imkanları olmasının yanı sıra dahası dünyanın dört bir tarafına hayrı yayma imkanları da vardır. Zira Müslümanların ülkeleri, para ve adamları olan ülkeler olmasının ötesinde İslam toprakları, ümmetleri yaşatacak, zulüm ve tugyandan kurtaracak olan azim bir ideolojiye sahiptir.

Evet, ey Müslümanlar! Sizler, İslam'ın gölgesi altında şanınızı, ümmetlere önder ve lider olma rolünüzü tekrar elde etmeye muktedirsiniz. Bunu sizler yapabilirsiniz ve bunun anahtarı da İslam ülkelerinde Raşidi Hilafet'i kurmaktır. Zira ordularınızı harekete geçirmeyi, düşmanlarınızı ortadan kaldırmayı, İsra ve Mirac toprakları olan Filistin'i işgal eden Yahudi varlığını ortadan kaldırarak burayı tamamen Dâr-ul İslam'a geri döndürmeyi garantileyecek olan sadece Hilafet'tir. İşte sizlere, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi:

لا تقوم الساعة حتى يقاتل المسلمون اليهود فيقتلهم المسلمون "Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar onları öylesine öldürecekler ki..." [Müslim rivayet etti]

Ey Müslümanlar, sizler bunu yapmaya muktedirsiniz. O halde gözünüzü Hilafet'e dikiniz.

وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ ْ "Üstün olan sizlersiniz. Muhakkak ki Allah sizinle beraberdir ve O, amellerinizi asla heder etmeyecektir." [Muhammed 35]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER