Çarşamba, 21 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Enbiyaların Varisleri Olan... Alimlere!

  • Kategori Irak
  •   |  

Allahuteala, şöyle buyurdu:

وَٱلْعَصْرِ إِنَّ ٱلإِنسَانَ لَفِى خُسْرٍ إِلاَّ ٱلَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلْحَقِّ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلصَّبْرِ "Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka." [Asr 1-3]

 

Cerir İbn-u Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edildi:

بايعت رسول الله على إقام الصلاة وإيتاء الزكاة والنصح لكل مسلم "Salahı ikame etmek, zekatı vermek ve her Müslümana nasihat etmek üzere Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e biat ettim."

Kerim Şeyhler ve Faziletli Alimler...

Hiç şüphesiz sizler, Tunus'tan kıvılcım alan ve saman alevi gibi diğer İslam beldelerine sıçrayan İslam beldelerini kasıp kavuran olaylara şahit olmaktasınız ve işitmektesiniz. Allah'ın sizlere verdiği ilim sayesinde enbiyaların varisleri olmanızdan ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberine çıkma emanetini taşımanızdan dolayı hakkı açıklamanız ve haykırmanız kaçınılmazıdır. Aynen Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, sonrasında sahabesinin ve daha sonrasında ümmetin çalışan alimlerinin yaptığı gibi. Zira onlarda bizim için güzel örnekler vardır. Dolayısıyla alimlere ve daveti taşıyanlara yaraşan, mevcut fesadı ve değişime olan ihtiyacı başkalarından daha çok hissetmeleridir ki böylece ümmeti uyarmak ve doğru yola eriştirmek üzere duvarın arkasındakileri görsünler.

Bundan dolayı şeri vecibe, tüm alimlerin ve daveti taşıyanların, ümmete Müslümanların kesinlikle yöneticileri muhasebe etme kapsamına giren şeri talepler uğrunda sokaklara dökülmeleri gerektiğini ve bunun da SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavli gereği olduğunu açıklamalarını kaçınılmaz kılmaktadır:

سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ "Şehitlerin efendisi Hamza İbn-u Abdulmuttalib'tir ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona (marufu) emreden ve onu (münkerden) nehyeden ve (bunun için) katledilen kimsedir."

Ancak bu olaylar, birer hastalık değildir. Bilakis ciddî bir hastalığın belirtileridir. Zira zulüm, mukaddesatların çiğnenmesi, açlık, işsizlik, kötü hizmet ve kamu mallarının çalınması ancak yönetim, ekonomi, içtimai, öğretim, iç ve dış siyaset olmak üzere beş sistemiyle birlikte Allah'ın hanif şeriatının kaldırılmasının ardından hayatın tüm alanlarında Müslümanlara tatbik edilen bozuk rejimden ortaya çıkan belirtilerdir. Allahuteala, şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124]

Dolayısıyla alimler ve daveti taşıyanlar olarak ümmeti bu açık hususa karşı uyarmalıyız ki Allah'ın şeriatı yokken ve mukaddesatları çiğnenirken bu arizî taleplere icabet etmesin. Böylece bizler, ümmetin gören gözleri ve hayati meselelerini belirlemeye teşvik etmiş olalım ki ümmet de tali sloganlar yerine şu temel sloganı yükseltsin: "İşgalci Kafirin Hegemonyasından Kurtulmadıkça, Bu Bozuk Rejimi Devirmedikçe ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti Kurarak Allah'ın Şeriatını Hakim Kılmadıkça Bizim İçin Kurtuluş Yoktur."

Kerim Şeyhler ve Faziletli Alimler...

İşte bu bizim size olan nasihatimizdir. Çünkü sizler, menfaatçi siyaset tacirlerine olan desteğini çekmesinden sonra ümmetin güven noktası haline geldiniz. Allah'tan hepimizi söz dinleyen ve buna en güzel şekilde tabi olan kimselerden kılmasını temenni ediyoruz.

Allah, bizleri ve sizleri rızasına muvaffak kılsın ve ümmete şuan kinden daha hayırlı bir gelecek nasip eylesin.

Ve's Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bu Ümmetin Kadınları Sadece ve Sadece Allah'ın Emrine İtaat Etmeyi ve İslam'ın Tatbik Edilmesini İstiyorlar

Tunus Demokrat Kadınlar Örgütü'nün, "Miras ve diğer bir takım meselelerde kadın erkek arasında eşitlik" talep ettiği haberlerini mütalaa ettik." Örgütün yaptığı bir önceki toplantıda avukat, Emel Bittayyip ve örgüt üyesi Sabah Mahmudî, "Bizler kadının kazanılmış haklarını vurgulamak, her türlü geriye dönüşü önlemek ve özgürlüğümüz üzerinde İslamcılarla pazarlık yapmaya hazır olmadığımızı ifade etmek için buradayız." Tunus Demokrat Kadınlar Örgütü Başkanı Sena Bin Aşur ise şöyle dedi: "Bizler İslamcılardan korkmuyoruz. Çünkü bizler, diktatörlüğü devirmeyi başaran olağanüstü bir güce sahibiz ve bir diktatörlükten kurtulup başka bir diktatörlüğün içine düşmeyi asla kabul etmeyeceğiz."

Kadının nesillerin terbiyesinde önemli ve temel bir rol oynamasın sonucu olarak İslam düşmanları, İslam'ın izzetini, şerefini ve hayrını garantilemesinden dolayı kadını, basiretini aydınlatabilecek her türlü şeyden uzaklaştırmaya çalıştılar. Birçok araçlar ve yasalarla senelerce bunun için çalıştılar ve İslam'ı orta çağlardan kalma gerici bir din olarak göstermeye çaba harcadılar! Kadının İslam'ın yönetimi altında bastırılmış adi bir hizmetçi ve erkeği de kadına hükmeden, onu ezen ve köle gibi kendisine boyun eğdiren biri olacakmış gibi tasvir ettiler!

Batı demokrasisinin özel olarak kadın adına gerçekleştirdiği ve bize karşı koz olarak kullandığı "başarılarına" rağmen kadına şerden, mutsuzluktan ve fesattan başka bir şey getirmemiştir! Allah, kadına lütfedip onu cahiliyenin zulmünden ve köleliğinden İslam'ın nuruna, adaletine ve insafına çıkarmasının, İslam'ın on dört asır boyunca kendisini ve konumunu koruduğu bir cevher haline gelmesinin ardından Batı gelerek onu tekrar cahiliye ve karanlığına geri döndürerek bir kazanç ve eğlence aracı haline getirdiler!

Çağrıda bulundukları özgürlük, fesada ve rezilliğin yayılmasına kapı aralamış ve giyimde ve fiillerden Batıyı taklit etmeyi ilerlemenin, yükselmenin ve çağdaşlaşmanın simgesi yapmıştır!! Dolayısıyla bununla İslam şeriatının öğretilerine acımasız bir savaş açtılar, Kur'an-il Kerim'de geçenlere karşı çıktılar, Allah'a itaati suç saydılar ve O'na isyanı övdüler! Çok eşliliği yasakladılar, haram kılınan dostlukları ve ilişkileri hoş karşıladılar! Başörtüsünü, içe dönüklüğün, gericiliğin ve kadın ayrımcılığının simgesi olarak tasvir ettiler, çıplaklığı ve açık giyinmeyi övdüler ve genel dokuyu ifsat ettiler! Toplumları küçültecek ve bu ümmetin sayısının artmasını engelleyecek olmasından dolayı sayısız konferanslarla doğurganlıkla mücadele ettiler ve bunun reklamını yaptılar! Daha neler neler!

Kadını korumayı, konumunu yüceltmeyi, ona insaf etmeyi ve haklarını garantilemeyi sadece ve ancak İslam başarmıştır! İslam, kadını bir anne ve evinin mürebbisi ve korunması gereken bir namus olduğunu beyan etmiş ve bir anne olarak ona lütufta bulunmuştur. Zira cenneti ayaklarının altına koymuş, onu razı etmeyi Allah'ı razı etmek olarak saymış ve ona tarihte benzeri olmayan bir konum vermiştir. Nitekim Sahih-il Buhari'de Ebi Hurayra [RadıyAllahu Anh]'ın şöyle dediği varit olmuştur: جَاءَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ أَحَقُّ بِحُسْنِ صَحَابَتِي قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ: ثُمَّ أَبُوكَ "Bir adam Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın resulü güzel sohbete daha layık olan kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Babandır." İslam, icatta bulunması ve hayatın birçok alanlarına katılması için kadına kapı açmıştır. Mesela müminlerin annesi Aişe [Ridvanullahi Aleyhi] gibi âlime müçtehitler olduğu gibi el-Hafız ez-Zehebi'nin Seyr-u Â'lâmu'n Nubelâi adlı eserinde senet âlimesi bir Şeyha olarak nitelendirdiği âlime Kerime el-Merveziye vardır. Arap dili ve sarf alanında alim Celaleddin es-Suyuti, müsned lakaplı "Ümmü Hâni Bintu el-Huraynî'den" sarf ilmi aldığını belirtmiştir. Bilim dünyası alanında dahi bir alime olan ve hicri 377 senesinde vefat eden Bağdatlı Emetul Vahid Setîte el-Mahamilî matematikte teknolojik gelişmenin (bilgisayarın) temelini icat etmiştir. Tıp ve hemşirelik alanında tarihte ve İslam Devleti'nde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde ilk hemşire olan Rafîde Bintu Ka'b el-Eslemiyye [RadiyAllahu Anhâ]'dır. Zira içerisinde yaralıları tedavi ettiği bir çadırı vardı. Yoksa Batının iddia ettiği gibi ilk hemşire olarak şöhret olan ve bu ilmin temelini atan 1820 yılında İtalya'da doğan Florence Nightingale değildir! Yargıya gelince; aynı şekilde kadın, Hilafet Devleti'nin varlığı sırasında önemli görevler almıştır. Nitekim Ömer İbn-u Hattab [Ridvanullahi Aleyh]'in Hilafeti döneminde Hisbe Kâdisi olan Şufâ Hatun bu alanda meşhur olmuştur. Ordu ve askeriye alanında ise Nesîbe Ümmü Ammâra, kadının tarihinde eşine az rastlanır örnekler sergilemiştir. Hatta Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onun hakkında şöyle demiştir: من يطيق ما تطيقين يا أم عمارة "Senin yaptığını kim yapabilir ey Ümmü Ammâra!"...

Bunlar, tarihte geçenlerin sadece küçük bir kısmıdır. Zira İslam tarihinde binlerce meşhur siyasî, âlime, tabibe, hemşire, asker, kahraman, mücahide ve iffetli sabırlı kadın vardır...

Uyanık kültürlü kadınlara seslenir ve onlara deriz ki: İslam ve tarihi, kadına zulmedilmediğini göstermiştir. Hatta kadın, Hilafet Devleti'nin gölgesinde yaşadığı gibi haklarının garanti edildiği ve omuzlarında yürümesi için dünyanın kapılarının kendisine açıldığı adaletli parlak bir gün yaşamamıştır. Hatta ve hatta Hilafet Devleti olmadıkça bu asla gerçekleşmeyecektir.

Müslüman kadının karşı karşıya kaldığı tüm sorunların köklü çözümü, ancak Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması ile mümkündür. Kadını tüm şekil ve görüntüleriyle sömürgeciliğin ilmiğinden kurtaracak ve onu onuruna, izzetine ve gerçek rolüne kavuşturacak İslam'ın izzetli ve güçlü devletidir. Tunuslu ve diğer kadınlar, haklarını tastamam olarak ancak ve sadece Allahuteala'nın şeriatı ile hükmedecek olan İslam Devleti'nin altında alacaktır.

Son olarak yüksek bir haykırışla deriz ki:

Bu Ümmetin Kadınları Sadece ve Sadece Allah'ın Emrine İtaat Etmeyi ve İslam'ın Tatbik Edilmesini İstiyorlar.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Şahsiyye Kitabının 3. cüzünün 165. sayfasının en alttan 3. satırında şu ifade geçmiştir:

"Müştereke gelince; Salât gibi. Zira salât, hem öğle namazı gibi rükünlerine şâmil olan salâta hem de cenâze namazı gibi rükû' ve secdeden hâlî olan salâta karşılık kullanılır..."

Sanki bu, kitabın 141. sayfasında şerhi geçen "müşterek" lafzının tanımından farklı gibi ve bu örneğin müşterekten ziyade müşekkek lafzına daha yakın olduğu görülmektedir. Bu durumun açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Cevap: Evet bu, müşekkek olup müşterek değildir. Yani doğu olan şudur: "Müşekkeke gelince; Salât gibi..."

Sırf ezberin ötesinde meselenin daha iyi anlaşılması için burada bir izahatın yapılması kaçınılmazdır:

Birincisi: Her kelime, birçok yönden incelenebilir. Mesela (a) yönünden incelendiğinde bunun belirli bir sonucu ve (b) yönünden incelendiğinde bunun başka bir sonucu olur.

İkincisi: Müşekkek, müşterek ile mütevâti (birbirine benzeyen) arasında olandır/kalandır:

* Müşterek: Gören göz, su kaynağı ve casus anlamına gelen ayn lafzı gibi aralarında farklılığın olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır.

* Mütevâti: İnsan lafzının Zeyd ve Amr'a ıtlak edilmesi ancak insanî fıtrî özellikleri bakımından aralarında örtüşmenin olması gibi incelenme açısı bakımından aralarında örtüşmenin olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır...

* Müşekkek: Bir yönden aralarında farklılığın diğer yönden örtüşmenin olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır. Müşekkek lafza bakan bir kimse onun bu yönden mi yoksa şu yönden mi olduğu hususunda şekke düşer... Bundan dolayı müşekkek olarak isimlendirilmiştir.

Bu izahatın örneklerle açıklamak için deriz ki:

"Birinci", yani inceleme açısı bakımından:

Salah gibi...

* Şayet salah lafzı, öğle, ikindi ve akşam salahı bakımından incelenmişse...

Taharet, istikbal-i kıble, niyet, rükün ve şekil bakımından aynı olan salahlara delalet eder... Dolayısıyla "salah" lafzı bu açıdan, mütevatiye girer. Zira "salahtan" her biri, bu hususlarda diğeri ile aynıdır...

* Şayet öğle ve cenaze salahı bakımından incelenmişse... taharet, istikbal-i kıble ve niyet gibi açılardan örtüşen ve rüku, secde, tekbir gibi açılarından farklılık arzeden salahlara delalet eder...

Bunun içindir ki müşekkek babına girer. Çünkü öğle ve cenaze bakımından "salah" lafzına bakan bir kimse, bu lafzın örtüştüğü şeyler bakımından mütevâti babına mı yoksa farklılaştığı şeyler bakımından müşterek babına mı girdiği hususunda onu tanımlamakta şekke düşer.

* Şayet "salah" lafzı, konumu bakımından incelenmişse aslen salahın önce dua için konulduğunu sonra şeri manaya nakledildiğini ve bununla meşhur olduğunu görürüz. Şu halde bu açıdan "salah" lafzı, şeran nakledilmiştir.

* Şayet "salah" lafzı, beyan ve mücmellik bakımından incelenmişse beyana gerek duymasından dolayı "mücmel" bir lafızdır.

Binaenaleyh "salah" lafzının ne olduğu sorulursa soruda incelenme açısı belirtilmemişse buna tek bir cevap vermeniz imkansızıdır. Aksi takdirde yukarıda belirtilen tüm yönlerden cevap vermek zorunda kalırsınız.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Dünya Kadınlar Gününün Yüzüncü Yıldönümü, Demokratik Laik Batının Dünya Çapında Kadın Haklarını Garantilemedeki Başarısızlığının Açık Bir Hatırlatmasıdır

Günlerden 8 Mart günü, dünya kadınlar gününün yüzüncü yıldönümüne denk gelmektedir. Batı, bu günü haklarını ve saygınlığını güvence altına alma mücadelesinde elde ettiği "kadınların zaferini" kutlama günü olarak belirledi. Buna rağmen kadının, demokratik laik Batının batısında ve doğusundaki her alanda kötü muameleye, tecavüze, şiddete, cinsel tacize ve genel hayatta ayrımcılığa maruz kalması, bu siyasî rejimin geçen yüz sene boyunca kadına dönük fiili başarıları hususunda düşünmeye iten güçlü bir etken olmalıdır.

Ayrıca örneğin Bangladeş, Pakistan, Brezilya, Hindistan ve Endonezya gibi demokratik olduklarını iddia eden ülkelerde kadının eğitim ve sağlıklı gözetim gibi temel ihtiyaçlarını elde edememesi, milyonlarca kadının hayatını kasıp kavuran şiddetli yoksulluğun ve cehaletin yayılması, kadının sorunlarının bu sistemin altında çözümsüz olarak kalmaya devam ettiğinin açık bir hatırlatmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, bu hususta şu değerlendirmelerde bulundu: "Kutlama atmosferleri şöyle dursun dünya kadınlar gününün yüzüncü yıl yıldönümü, dünyanın dikkatlerini demokratik laikliğin kadının onurunu ve temel haklarını garantilemede inandırıcılığını yitirdiğine çekmelidir."

Ve şöyle ekledi: "Şüphesiz kadın, eğitim, ekonomik ve siyasî hayat alanlarında bir ilerleme kaydetmiştir. Bununla birlikte kadının, gerek bireysel gerekse örgütler düzeyinde olsun kadının temel haklarını garantilemede otomatikmen başarısız olan bu sisteme karşı mücadele içerisine girerek bu hakları güç bela elde ettiğini de itiraf etmek gerekir. Buna ilaveten demokratik laik Batılı devletler, kadına şiddetle ve kötü şekilde muamele etmeye devam ettiği bir sırada bu sistemlerin, kadının özgür olduğunu iddia etmeleri veya bunu dünya çapında kadının özgürlüğü için bir model olarak sunmaları kabul edilmez."

"Kadın, Afganistan ve Irak'ta Batı demokrasisinin ilk meyvesini tattı. Bu, düşük güvenlikle, kaçırma, tecavüz, şiddet ve kadına saldırıda bulunanların cezalandırılmasıyla karakterize olan hazin acı bir tecrübeydi. Fakirlikle mücadelede başarısız olan ve milyonlarca kadının temel ihtiyaçlarını gideremeyen ehliyetsiz liderlerin olması da cabası. Artık birçok kişi şunun farkındadır ki Batılı demokrasinin özgürleştirdiği tek şey, kendi ülkelerine giden petrol ve doğalgaz yollarıdır. "

"Zulüm, aşağılama, baskı, fakirlik ve sefalet, İslam dünyasındaki laik demokratik sistemlerin altındaki kadınların ayrılmaz temel bir parçası haline geldi. Gerek laik demokratik Pakistan'daki yüzlerce iffetli mağdur kadının hapishanelerde tutuklu kaldıkları anlarda maruz kaldıkları tecavüzler yüzünden çektikleri acı aşağılanmalar olsun gerek Özbekistan'daki laik hükümetin hapishanelerinde tutulan iffetli yüzlerce siyasî kadın mahkumların katlandıkları şiddet olsun gerekse laik demokratik Bangladeş'te cinsel tacize uğrayan binlerce iffetli kadının maruz kaldığı utanç olsun. Açık şekilde bu, demokratik yada diktatör olsun İslam dünyasında kadınların mutmain başarılı bir hayat yaşadığını iddia edebilecek tek bir devletin bulunmadığını teyit etmektedir."

"Birçok kimse, Hilafet Devleti'nin siyasî sisteminin dünyada kadın hayatına getireceği şeylerden korkmaktadır. Ancak gerçekte bu korkuyu hak eden mevcut durumun devam etmesi veya İslam dünyasındaki mevcut sistemlerin başarısızlığı kanıtlanan bir tecrübe altında başka on yıllarda kadına zulmedilmesinden ve kadının sefaletinden sorumlu olacak sistemlere dönüşmesidir. Kadının refahını sağlama gücünü göstermesi için demokratik sistemlerin önünde yüz yıl gibi geniş bir zaman vardı. Artık bir tarafa çekilerek kadına insafı garanti edecek ve haklarını koruyacak köklü bir değişim ve model için alanı terk etmelerinin zamanı gelmiştir ki o, 'Hilafet Devleti'dir'."

"Avrupalı ve Batılı kadınların, nesiller boyunca elde etme mücadelesi verdiği hakları ve saygınlığı İslam, kadına 1400 küsur yıl önce Hilafet Devleti'nin gölgesinde otomatikmen vermiştir. Kadının eğitim, ekonomik, yargı ve siyasî haklarının tamamını garanti edecek ve aynı şekilde değerleri ve kanunları yoluyla erkeğin kadına saygın bakışının garantilenmesinin önemine yoğunlaşacak olan işte bu nizamdır. Çünkü kadına yönelik kötü muamelenin, şiddetin, istismarın ve tacizin yanı sıra kadının haklarından soyutlanmasının nedeni olan temel engel budur."

Batılı ve doğulu kültürlerin tamamında var olan kadına karşı somut ön yargıyı ortadan kaldıracak olan ancak Hilafet Devleti'dir ve adalet saçan tarihi de bunu göstermektedir. Dünyadaki birçok kadının rüyasını, somut bir vakıaya dönüştürmeye muktedir olan sadece Hilafet Devleti'dir. İslam dünyasındaki ve başka yerlerdeki kadının hayat koşullarını iyileştirmede fiilen gerçek değişimler meydana getirmek isteyen kimselere deriz ki: Hilafeti kurmak için birer aktif çalışanlar olunuz. Çünkü "kadını kapitalizm nizamının köleliğinden kurtarmak üzere" kadına insaf edilmesine dönük gerçek bir çağrıda bulunacak olan ancak Hilafettir.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey İslam'ın Askerleri! Libya'daki Kan Banyosunu Durdurun ve Tevhit Rayesini Yükseltin!

Helak olası Mücrim Kaddafi ve yandaşları, Zaviye'den tutun Misurata, Ras Lanuf ve Bincevad'a varıncaya kadar Libya'daki Müslümanların kanını emmeye devam ediyorlar. Zira mücrim Kaddafi ve zebanileri, ellerindeki tüm silahları kullanmaktan çekinmemekteler... Tüm bunlar, Batıdaki sömürgeci devletlerin başkentlerinde, ganimetin aralarında nasıl paylaşılacağı üzerinde anlaşmaya dönük temasların sürdüğü bir sırada yaşanmaktadır. Mesele öyle bir boyuta ulaştı ki Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya hatta Hindistan, deniz filolarını, uçak gemilerini ve awacs uçaklarını Libya sahillerine yığdılar. Bunu ise ülkenin servetlerini ele geçirme ve insanları köleleştirmedeki kadim sömürgeci açgözlülüklerinin hakikatini gizlemede hiçbir kimsenin kanmayacağı insanî müdahale, kaçan insanları Tunus'a aktarma ve benzeri gerekçeler altında yaptılar.

Tüm bu yaşananların ortasında Mısır'daki İslam'ın askerleri ise sanki Libya Avrupa veya Amerika kıtasındaymış gibi yaşananlar karşısında vurdumduymaz bir tavır takınmaktadır...

Müslümanların işlerini ve maslahatlarını İslam hükümlerine göre gözeten siyasî bir hizb olan Hizb-ut Tahrir, aşağıdaki hususları vurgulamayı önemser:

 

1-Bizler tüm Müslümanlara, Rableri tek, nebileri tek, kitapları tek, kıbleleri tek, barışları tek ve savaşları tek olan bir ümmet olduklarını hatırlatırız.

İslam, Müslümanın Müslüman kardeşine yardım etmesini, onun sevinciyle sevinmesini ve üzüntüsüyle üzülmesini farz kılmıştır. Nitekim Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الْمُسْلِمِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ الْوَاحِدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى "Birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerine karşı sevgide Müslümanların misâli, tek bir vücudun misali gibidir. (O vücudun) organlarından biri şikayetlendiği zaman, vücudun diğer (organları) birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (o acıya ortak olmaya) çağırırlar." [Muslim, Numan İbn-u Beşir'den tahric etti] Ve şöyle buyurmuştur: إِنَّ الْمُؤْمِنَ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا وَشَبَّكَ أَصَابِعَهُ "Mümin mümin için birbirini güçlendiren bir bina gibidir. Sonra parmaklarını birbirine geçirdi." [el-Buhari, Ebi Musa'dan tahric etti]

Bunda önemli olan akide bağıdır. Sykes-Picot anlaşması bağı ve bu anlaşmanın üzerine bina edilenler değildir. Zira bu anlaşma, batıl bir sömürü anlaşması olup bunun sonucunda ortaya çıkan sömürgecilerin dayattığı sahte koşullar da batıldır. İslam, Sykes-Picot anlaşmasını ve yansımalarını ilga etmeyi farz kılmaktadır. Zira Müslüman bir kimsenin bağlılığı, sömürgeci kafire hizmet eden vatan bayrağı olarak isimlendirdikleri bez parçalarına değil alemlerin Rabbine olmalıdır.

 

2- Mevla Azze ve Celle, mazlumlara yardım etmeyi farz kılmıştır. Zira kerim kitabında şöyle buyurmuştur:

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا "Size ne oluyor da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu beldeden çıkar, bize katından bir veli, koruyucu gönder ve bize katından bir yardımcı gönder' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?!" [en-Nisa 75]

Bizler İslam ümmetine ve ordularına şu acil nidayla sesleniyoruz:

Birincisi: Ey Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas orduları! Ey komutanıyla, subayıyla ve askerleriyle Müslümanların orduları! Libya'daki kardeşleriniz yardım etmek ve onları mücrim Libya tagutu, aveneleri ve paralı zebanilerinden kurtarmak için hep birden harekete geçin. Bunu ise bu mücrimleri hak ettikleri en ağır cezaya çarptırmak ve insanların başlarındaki vahşi tasallutlarını yok etmek için yapınız ki mevcut kan banyosu dursun ve insanlar güvenlik içerisinde yaşasın.

İkincisi: Ey Müslümanların orduları! Komutanıyla, subayıyla ve askeriyle sizleri, Libya, Mısır, Tunus ve diğer yerlerdeki Müslümanların işlerine yönelik her türlü yabancı müdahaleye karşı çıkmaya ve engellemeye çağırıyoruz!

Sizler, bu ümmeti, akidesini, kanını ve topraklarını savunmak için ordu olmadınız mı?!

O halde bu sorumluğun bilincinde olun ve adam gibi bir tutum sergileyin ki şanlı bir tarih yazasınız.

Üçüncüsü: Ey ümmetin evlatları! Sizleri, bu açgözlü kafir devletlerin müdahalelerini engellemede ordulara desteklemeye çağırıyoruz. Zira Irak, Afganistan, Filistin, Çeçenistan, Keşmir ve diğer trajedilerinin tekrar etmesini istemiyoruz.

Dördüncüsü: Bu hayati günlerde yaşadıkları zorlu sıkıntının üstesinden gelmeleri için Libya ve Tunus'taki halkımıza yardım etmek, malzeme, ilaç, giyim ve benzeri ihtiyaçlarını temin etmeye koyulmak üzere hep birden harekete geçmesi için İslam ümmetine sesleniyoruz. Ayrıca Tunus, Mısır ve Cezayir halkını, mevcut her türlü araçlarla Libya'daki kardeşlerine yardım etmek, Kaddafi'nin ateşinden dolayı yerinden yurdundan olanlara destek olmak, onurlu yaşam gereçlerini ve gerekli sağlık bakımını karşılamaya çalışmak ve ihtiyaç duydukları her türlü desteği sağlamak üzere harekete geçmeye çağırıyoruz...

Son olarak Allah'ın şeriatı ile hükmedecek, beldelerimize ve servetlerimize göz dikenlerin ellerini koparacak Halifeye biat ederek Allah'ın dinini yüceltmek için bizimle birlikte çalışmaları için tüm Müslümanlara çağrıda bulunuyor ve sesleniyoruz. Zira ümmeti Batıdan ve kuyruklarından kurtarmanın tek yolu, Kerim Nebimiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Hilafeti kurmada yatmaktadır:

إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Suriye'deki Müslümanlar: Suriye Rejiminin Libya Mücrimini Savunmaya Karışması, Kendi Halkını Vurma Niyetinde Olduğunu Göstermektedir

Dikkat çekici bir haberde Libya'daki ayaklanan insanlar, 05.03.2011 günü Ras Lanuf ve Bincevad şehri yakınlarında biri helikopter olmak üzere iki savaş uçağı düşürdüklerini bildirdiler. Bu uçaklardan birinde üzerlerindeki kimlik bilgilerine göre biri Libya ve diğeri Suriye uyruklu olmak üzere iki pilotunun olduğunu ifade ettiler. "Fransa 2" kanalı, takla atarak düşen uçak hakkında bir haberle birlikte biri uçağın enkazına ve diğeri pilotların cesetlerine ait olmak üzere bir görüntü yayınladı ve cesetlerden birinin Suriye uyruklu olduğunu söyledi... Bununla birlikte Albay Muammer Kaddafi'nin birlikleri ile birlikte savaşan iki Suriyelinin olduğunu söyleyen haber kaynaklarından adının açıklanmamasını isteyen Suriyeli resmî bir kaynak bunun, tamamen yalan olduğunu ve Suriye'nin herhangi bir Arap beldesine müdahale edilmesine karşı çıkma tutumuna zarar verme maksatlı bir haber olduğunu ifade etti.

Bu olay Suriye rejiminin, Libya mücrimini Müslüman halkına karşı savunmaya karıştığını, bugün Müslüman Libya halkının mücrimlerin başı olan ve halkına karşı en iğrenç katliamlar işleyen Muammer Kaddafi ile evlatlarına karşı ayaklandığı gibi ayaklanması halinde kendi halkına karşı koyma kararı aldığını açıkça göstermektedir. Bilinmeyen Suriyeli bir resmî kaynağının bu haberi yalanlamasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Zaten yalan söyleyerek Suriye rejiminin herhangi bir Arap beldesine yabancı müdahaleyi reddettiğini iddia eden bir kimseden bu tür yalanlamadan başka bir şeyin gelmesi beklenmezdi. Zira Suriye rejiminin, Amerikalı efendilerinin çıkarı doğrultusunda Lübnan, Irak, Filistin meselesine ve Golan'daki Yahudi gaspçıları korumak için müdahalede bulunduğu gün ışığı gibi ortadır.

Bugün Suriye rejiminin, cürüm işlemede ikiz kardeşi olan Libya rejiminin yanında yer alması yarın halkı kendine karşı bugün Libya halkının mücrim yöneticisine karşı takındığı tutumunun aynısını takınacağı şeklindeki vizyonu ve mücrim Albayın halkına karşı takındığı tutumun aynısını takınacağı şeklindeki niyeti ile örtüşmektedir... Suriye rejiminin saplantısı şudur ki Kadadafi'nin direnmesi ve ayaklanmayı bitirmesi halinde bunun Suriye halkı üzerinde etkisi olacağı ve ayaklanmayı engelleyecektir. Buna mukabil Libya halkının yöneticisine karşı zafer elde etmesi ise kardeş Suriye halkını, yöneticisine karşı ayaklanmaya cesaretlendirecek, emarelerinin görünmeye ve değişim kafilesine katılmak üzere yol arayışlarının başladığı ayaklanmaların patlak vermesini çabuklaştıracaktır.

Bu olay, Suriye rejiminin ancak halkının karşısında olmak için ortaya çıktığını göstermektedir ve bu da hiç şaşırtıcı değildir. Zira bugünkü yöneticisi, Hama'da, Tedmir ve Zaviye'de halkına karşı katliamlar işleyen babasının varisidir. İşte kendisini yönetime babasının güvenlik birimlerinin getirdiği babasının oğlu olan bu adam, insanları bunlarla yönetmekte ve halkına karşı koymak için kendisini güvenlik çeteleri ile birlikte hazırlamaktadır. Bu adam, ne aç ne de tok bırakan insanları aşağılayıcı ve çirkin yüzünü arkasına gizlediği bir takım malî yardımlarla bir eliyle havuç ve geçen asrın seksenlerinden bu yana Suriye'nin helak olan babasının katliamlar işlediği günlerde bile tanık olamadığı birtakım güvenlik tedbirleriyle diğer eliyle sopa göstererek öldürücü ayaklanmayı uzaklaştırmaya çabalamaktadır. Bu tedbirlerin maksadı, halkı korkutmak ve terörize etmek olup bu adamın, cürüm işlemede babasının yolunu takip etmeye niyetli olduğunu göstermektedir.

Suriye rejimi, kendi halkını ve bu ülkedeki Müslümanları gözetme zihniyetinden tamamen uzak güvenlik zihniyeti üzerine kurulu bir rejim olup tüm yönetim organlarını bunun üzerine inşa etmiştir. Kırk küsur seneye uzanan baba ve oğlun yönetimi dönemleri boyunca resmî televizyon, radyo kanalları ve gazetelerdekilerin dışında hiçbir zafere, izzete ve onura tanık olunulmamıştır. Ne bir toprak kurtarmış ne de bir saldırıya karşılık vermiştir. Sürekli olarak cevap hakkını korumaktan ve Golan'ın geri alınacağını iddia etmekten başka bir şey yapmamıştır. Golan'ı geri alınacağını iddia etmesi ise sadece bölgenin imarını, bölgenin çıkarlarının korunmasını denetleyecek ve Filistin'i gaspeden Yahudi varlığını savunacak çok uluslu bir güç adı altında devası askerî bir üs kurma gibi efendileri Amerikalıların çıkarını gerçekleştirmek içindir.

Suriye rejimi, insanları maruz bıraktığı "tehlikeleri" ve trajedilere son vermelidir. Aksi takdirde mezarını kendi elleriyle kazacak, tarihin laneti onun üzerine olacak, Allah dünyada ve ahirette onu affetmeyecek ve Allah'ın şu kavline muhatap olacak: سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لا يَعْلَمُونَ * وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ "Hiç bilmeyecekleri bir yerden onları istidrac edeceğiz. Onlara mühlet veririm; (ama) Benim tuzağım çok çetindir." [Arâf 182-183]

Bizler biliyoruz ki Suriye halkının geneli, İslamî eğilime sahiptir ve Şam beldesinde hayrın olduğuna inanmaktayız. Allah'tan bu kerim beldede diniyle övünen halkı yoluyla değişim rüzgarını harekete geçirmesini temenni ediyoruz. Ki böylece Resul-il Kerim [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi, bu beldede gerçekleşsin de vaat edilen İkinci Raşidi Hilafet geri gelsin.

Hizb-ut Tahrir, sizlerden olup sizlerin dertleri ile dertlenmektedir. Gerek İslam beldeleri gerekse diğer beldelerde olsun çalıştığı her ülkede olduğu gibi Suriye'de de sizlerin arasında uyanıklığı, ihlası, samimiyeti, sabrı, oğlunun ve daha önce de babasının karşısında hak üzerinde sebatı ile tanınmaktadır. Biz hiçbir kimseyi Allah'a karşı temize çıkaracak değiliz. Hem Suriye halkı hem de güç ve kuvvet sahipleri arasında tanınmakta olup herkesi kendisi ile birlikte çalışmaya ve Raşidi Hilafeti kurmak için kendisine nusret vermeye davet etmektedir. Eğer onlar bunu yaparlarsa Allah'ın izniyle Hilafeti kurma ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ensarının örneğinde olduğu gibi İkinci Raşidi Hilafetin ensarları adını alma şerefine nail olacaklardır. Allahuteala, şöyle buyurdu: إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve iman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz. [Ğâfir/Mu'min 51]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Yaşanan olaylarla ilgili net olmayan birtakım hususlar var:

1- Mısır ve Tunus'taki olayların kendiliğinden başladığını öğrendik ve bunları mübarek olarak nitelendirdik. Aynı şekilde Libya ve Yemen'deki olaylar da büyük kitlesel hareketlenmeler şeklinde başladı. Neden ayaklanan "başkaldıran" insanlar, Tunus ve Mısır'da rejimi güzelleştirme operasyonları ile yetindiler. Zira "başkaldıran" insanlar, sanki raundu kazanmış gibi bir görüntü ortaya çıktığı halde rejimin "yapısı" olduğu gibi kaldı. Hatta Mısır ve Tunus'ta rejimin yapısı hiç değişmedi?

2- Aynı şekilde Tunus ve Mısır'da işler hızla belli bir noktaya ulaştı. Ancak ayaklanma "dalgası", Libya ve Yemen'e sıçrayınca mesele uzadıkça uzadı. Bu farklılığın nedeni nedir?

3- Ayrıca medya organları, geçen son üç gün içerisinde ve hala Avrupa'nın [İngiltere ve Fransa] önemle Libya'ya müdahale edilmesi üzerinde durmalarından, Libya üzerinde uçuşa yasak bölge projesine hazırlanmalarından ve Amerika'nın buna temkinli yaklaştığından veya tereddüt ettiğinden bahsetmektedir! Nitekim Fransa, 09.03.2011 günü Libya Ulusal Geçiş Konseyi'ni tanıdığını ve Avrupa Birliği'ni de tanımaya çağırdığını açıkladı. Avrupa Birliği ise bugün, yani 11.03.2011 günü Ulusal Konseyi tanımaya yakın olan Brüksel'de yaptığı olağanüstü toplantısında Ulusal Konseyi, resmen muhatap taraf olarak kabul etti ve Kaddafi'nin derhal gitmesini istedi... Bu sırada Amerika ise yaşanan olayları kendi çıkarları için istismar etmesi ve İngiliz nüfuzunun yerine geçmesi için bunun kendisi açısından bir fırsat olması beklenirken Avrupa gibi istekli görünmedi... Peki, neden Avrupa, müdahale etmeye Amerika'dan daha çok istekli görünmektedir?

4- "Başkaldıran" insanlar hakkında ne dersiniz? Açıkça kanlı ve şerir bir yöntem benimseyen ve Libya'yı cehennem ateşine çevireceğini söyleyen silahlarla donanımlı Libya tagutu karşısında direnebilecekler mi?

Bu hususları açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

1- Tunus, Mısır hatta Libya ve Yemen'deki olayların kendiliğinden başladığı doğrudur... Bu olayların, insanların yöneticilere karşı korku engelini aşmasını ve İslamî şiarları yükseltmelerini sağlamasından dolayı olumlu bir etkisi olmuştur. Zira insanlar, harekete geçtiler ve yöneticilerin zulmünden korkmaksızın tekbirler getirdiler. Bundan dolayı insanları harekete geçirmede faydaları olmuştur... Bu nedenle bu bakımdan güzel ve mübarek olaylardır... Bir yönden böyledir.

Diğer yönden ise şöyledir: Bu hareketlenmeler, genel haykırışlarla duygusal olarak başlamıştır. Devletlerarası etkin güçlerin ve ajanlarının, bu tür hareketlenmelere sızması kolay bir iştir. Bu nedenle Tunus'taki Avrupalı güçler [İngiltere ve Fransa], önce ayaklanan insanların arasına karışan eğittikleri ajanları yoluyla bu hareketlere sızmayı ardından da rejimin temel yapısını korumayı ve kısmî güzelleştirme operasyonu ile birlikte bu güçlerin nüfuzlarını devam ettirmeyi başardılar...

Mısır'da da bu şekilde oldu. Orada olan tek şey Amerika'nın ajanları yoluyla ayaklanan insanların arasına sızmasıdır...

Bu hareketlerin birer duygusal hareket olmasından ve devletlerarası güçler ile ajanlarının sızmasının kolay bir iş olmasından dolayı muhlis bir uyanıklığa sahip herkes bu durumun farkındadır. Bu nedenle muhlis güçler, ayaklanan insanları dönen olaylara karşı bilinçlendirmek, akıtılan kanların heder olmaması, uğrunda tekbirler getirdikleri dinlerinin hükümlerine uygun taleplerde bulunmaları için onlarla bağlantıya odaklandılar...

Ayaklanan insanlara yönelik bu yoğun sadık ciddî girişimlere rağmen öteki güçler, taraftarlarını ve araçlarını seferber ederek ayaklanan insanlara etki ettiler. O denli etki ettiler ki Mısır'ın Tahrir Meydanı'nda binlerce kişi cemaat halinde salah kıldıkları, coşkulu şekilde tekbir getirdikleri ve İslamî şiarları yükselttikleri halde İslami yönetim talebinde bulunmadılar. Hatta Filistin'i gaspeden Yahudi varlığına karşı cihadı bile dile getirmediler. Hatta ve hatta Camp David anlaşmasını ilga etmeyi bile dile getirmediler!

Bu, doğru değişimi gerçekleştirmek şu iki şeyi gerektirir şeklindeki hikmetli sözün doğruluğunu teyit etmektedir:

-Mücerret bir kamuoyu değil genel uyanıklıktan kaynaklanan bir kamuoyunu

-Herhangi bir nusreti değil kuvvet sahiplerinin nusretini

Ayaklanan insanlar ise bu iki şeyde basiret üzere değildiler. Bu nedenle ayaklanma, siyasî yapı değişmeksizin güzelleştirme operasyonu ile sonuçlandı.

 

2- Bin Ali ile Hüsnü Mübarek'in sayılı günler içerisinde devrildiği Tunus ve Mısır'da yaşananlar ile olayların uzadıkça uzadığı Libya ile Yemen'de yaşananlar ve yaşanmakta olanlar arasındaki farka gelince: Çünkü Tunus ve Mısır'daki devletlerarası etkin güçler, her ikisini de kendi nüfuz bölgelerinin kontrolünde tuttular. Zira Avrupa, Tunus'taki işlerin dizginlerini eline geçirdi, işleri aşamalı ve aralıklı şekilde çözdü... İnsanlar gürültü çıkardıkça onların karşısına başka yüzle çıktı. Ancak laik kapitalist rejimin yapısı, hiç değişmeden olduğu gibi kaldı. Mısır'da da böyle oldu. Zira Amerika, eski ve şimdiki dönemde siyasî güçlerle bağlantı kurmada tek başınaydı ve meseleyi aynı şekilde aşamalı şekilde çözdü. Ayaklanan insanlar gürültü çıkardıkça onların karşına başka bir yüzle çıktılar!

Hakeza Bin Ali ve Mübarek'in sayılı günler içerisinde devrilmesini kolaylaştıran faktör, Tunus'ta Avrupa ve Mısır'da Amerika olmak üzere meydanda devletlerarası tek bir aktörün olmasıdır... Bu iki aktör, on yıllarca eski rejimin kucağında yetişen bu iki ülkedeki ajanları yoluyla Tunus ve Mısır'daki zalim yöneticilerin dayattığı zulme, zorbalığa ve baskıya karşı ayaklanan insanların arasına sızmayı, onlardan daha fazla çığlık atmayı, onlardan daha güçlü ve sert söylemlerle taleplerde bulunmayı başardılar. Ardından da ayaklanan insanlara karşı hileye yoğunlaştılar!

Yani Tunus ve Mısır'da çatışan taraflar şunlardır:

Duygusal sloganlarla zulme karşı ayaklanan insanlar...

Tunus'ta ajanları yoluyla Avrupa ve Mısır'da ajanları yoluyla Amerika...

Hakeza özgürlük ve demokrasi adı altında laik kapitalist rejimin yapısını kolaylıkla korudular. Bunu ise ileride açıklayacağımız üzere güzelleştirme operasyonu ile yaptılar!

Yemen ve Libya'ya gelince: Durum farklıdır. Zira Avrupa, Amerika'nın Libya ve Yemen'e müdahale etmesini engelleyemedi. Dolayısıyla işleri istediği gibi ayarlayacağı şekilde her iki ülkede de sahne tamamen Avrupa'ya ait değildi. Böylece baştan beri uğraştığı üzere insanları, formalite değişikliklere ve ajanlarının kalmasına razı etti. Böylelikle insanları ikna etme girişimlerinde bulunarak kalabilirlerse Kaddafi Libya'da ve Ali Salih Yemen'de kalabilsin. Avrupa, bu iki liderin kendi çıkarlarını gerçekleştirmeyi devam ettirmede başarısız olduğu ve ayaklanan insanları katliamlarla kontrol altına alsalar bile ülkelerine etki etme güçlerini kaybettikleri, yani rollerini tamamladıkları ortaya çıkıncaya kadar bu hususta onlara alan da bıraktı. Bu nedenle şu anda Avrupa, Libya ve Yemen'de oluşturduğu siyasî tabakadan bir alternatif çıkarmaya çalışmaktadır. Ancak Tunus'ta olduğu gibi işi kolay olmayacaktır. Çünkü karşısında Libya ve Yemen'e yamyam gibi göz dikmiş (Amerika) gibi başka bir sömürgeci devlet vardır... Görüldüğü üzere sahne tamamen Avrupa'ya ait değil. Yoksa Tunus'ta olduğu gibi işi kolaylıkla hallederdi. Dahası Amerika, açıktan açığa veya perde arkasından bağlantıya geçerek daha ilk günlerden devreye girdi... Yani her iki ülkede çatışan taraflar şu üçüdür:

Duygusal sloganlarla kendiliğinden zulme karşı ayaklanan insanlar...

Mevcut yüzleri değiştirerek eski nüfuzlarını korumaya çalışan "Libya'da İngiltere ile Fransa ve Yemen'de İngiltere" olmak üzere Avrupa...

Her iki ülkede de etkin bir nüfuz elde etmeye çalışan Amerika...

Bu iki devletlerarası taraf, yani Avrupa ve Amerika, bu yöneticilerin geçmişteki diktatörlüklerinden haberdar değilmişçesine bağlantı araçlarında ve medya organlarında tagut ve diktatör yöneticilere karşıymış gibi görünmeye çalıştılar. Oysa bu sömürgeci kafir devletler, kendi çıkarlarını gerçekleştirdikleri sürece İslam beldelerindeki bu zalim tagut yöneticilerin arkasında durdular. Rollerini tamamlayınca onları kaldırıp attılar ve bunlardan daha az kara yüze sahip başka yüzler aramaya başladılar!

Yani Libya ve Yemen'deki hareketlenmeleri Tunus ve Mısır'dakinden daha çok uzatan faktör, bu iki ülkedeki devletlerarası çatışmanın varlığıdır.

 

3- Müdahale hususuna gelince: Amerika'nın olayların başlangıç tarihi olan 17.02.2011 tarihinden bu yana müdahale edilmesi ve uçuşa yasak bölge oluşturulması üzerinde önemle durduğu görülmektedir. Nitekim Amerikan gemileri, Libya sahilleri yakınlarına kadar hareket etti... Her zaman olduğu gibi Amerika, uçuşa yasak bölgesi konusuna tek başına hakim olmayı, sanki "ayaklanan" insanları koruyormuş gibi bu durumu istismar etmeyi, Kaddafi'nin yerine bir alternatif üretmek için bu yolla müdahale etmeyi ve böylece İngiltere'nin nüfuzu yerine geçmeyi istemektedir...

Ancak İngiltere harekete geçmede gecikmedi. Zira önce uçaklarını Kıbrıs'a gönderdi ardından Fransa ile dayanışma içerisinde uçuşa yasak bölge konusunda o da aktifleşti. Dahası Bingazi'de Geçiş Konseyi'ne bir heyet gönderdi... Ulusal Konseyi ise bunu hemen reddetti.

Avrupa'nın müdahalesi Amerika'nın müdahalesinden farklıdır. Zira İngiltere, Libya'daki nüfuzu sırasında türettiği siyasî bir tabakaya sahiptir. Kaddafi ve yandaşları, yönetimi boyunca İngiltere'nin çıkarlarına hizmet etmekteydi. Kaddafi devrildi devrilecek derken İngiltere, uçuşa yasak bölge oluşturma bahanesi ile Libya'daki ajanlarının yanında olmayı önemser oldu ki böylece Kaddaf'inin alternatifini üretmedeki siyasî durumu idare edebilsin. Bu nedenle kendisini Libya'daki ajanlarına yaklaştıracak her türlü uygun "yasal" üslupla müdahalede bulundu ki ajanlarından insanların karşısında azgın gaddar biri haline gelen Kaddafi'nin yerine geçecek yüzü daha az kara olan birini bulabilsin! Böylece askerî müdahalesi, Libya'daki yandaşları ile birlikte yürüteceği siyasî çalışmaya bir kılıf olacaktır. Nitekim İngiltere ile Fransa'nın uçuşa yasak bölge ve aynı şekilde Avrupa Birliği'nin 11.03.2011 günü yaptığı olağanüstü toplantısındaki kararları konusundaki aktiflikleri bunu göstermektedir.

Bilindiği üzere diğer Avrupa devletlerinin, Fransa ve İtalya'nın, büyük ekonomik çıkarları vardır ve çıkarlarını koruyabilmeleri için yapabilirlerse müdahalede bulunmak onların çıkarınadır ve İngiltere de bu hususta Amerika'ya karşı onları desteklemektedir... İngiltere, Kaddafi'nin devrilmesi halinde yönetimi devralmak için hazırlık yapmaya, içerideki ve dışarıdaki ajanları yoluyla çalışmaya başladı. Zira Libya'da insanlar karşısında yüzlerini değiştirebilecek siyasilere sahiptir...

Amerika'ya gelince: Kaddafi, Amerika ile birlikte yürüyecek hiçbir siyasî tabaka bırakmadı. Bu nedenle Amerika, askerî müdahaleden önce kendi yandaşının olmasını güvenceye almak istemektedir.

Binaenaleyh Amerika, ayaklanan insanların kendilerini Kaddafi'nin ateşinden kurtaracak olanın onun, yani Amerika'nın olduğunu idrak edinceye kadar müdahale hususunda ağırdan aldı. Bu nedenle ayaklanan insanlar, ısrarla müdahale etmesi çağrısında bulunmaktalar. Özellikle ki Amerika, kendisi olmadan tek başına uçuşa yasak bölge oluşturmanın sorunu çözmeyeceğinin farkındadır.

Hakeza Amerika'nın müdahale hususunda ağırdan alması, müdahalede bulunulmasını istemediğinden değildir. Bilakis müdahalede bulunduğunda kendi yandaşlarının olmasını garantilemek içindir. Yani Amerika, müdahaleye yeltendiğinde buna değecek sonuçlar elde etmeyi istemektedir. Zira Amerika'nın müdahalede bulunması birçok yükü beraberinde getirmesi demektir:

Zira Amerika, Afganistan ve Pakistan'da savaşın içerisindeyken ve Irak'taki durumu halledememişken üçüncü bir savaşa liderlik edemez. Ayrıca doğru olmayan güvenceler ve raporlara rağmen kurtulamadığı bir de malî krizi vardır. Nitekim Hillary Clinton, Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmasında bu hususa dikkat çekerek dışişleri bakanlığı bütçesinin yarıya düşürülmesinden şikayetçi olmuş ve bunu "zor dönemler için kıytırık bir bütçe" şeklinde nitelendirmiştir. Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates ise şunları ifade etmiştir: "Askerî tedbirlerin büyük bir titizlikle araştırılması gereken dolaylı sonuçları olabilir." [Washington Post/02.03.2011] Dolayısıyla Amerika'nın doğrudan üçüncü bir savaşa bulaşması, yükünü arttıracak ve diğer bölgeler ile kendi içerisindeki sıkıntıların altında onu yıpratacaktır. Bu nedenle Gates, 01.03.2011'de "Kearsarge" ve "Ponce" adlı iki savaş gemisine Libya sahillerine doğru hareket etmeleri emrini vermesine gerekçe olarak bunun insanî yardım amaçlı olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla Amerika kuvvetlerini, insanî misyonu bahanesi altında göndermektedir! Bu şekilde..! Gerçekte ise bu gemilerin gönderilmesi, gerektiğinde yakından çalışmak için askerî görevler altında durumu takip etmek içindir! Keza Kaddafi rejimini korkutmak ve en kötü ihtimaller karşısında Libya'ya darbe indirmeye hazırlıklı olmak içindir.

Tüm bunlarla birlikte Amerika, ayaklanan insanlarla temas kurmaya çalışmaktadır ki Clinton, bunu açıklamıştır. Ayrıca önümüzdeki günlerde Kahire'ye yapacağı ziyaret sırasında başka temasların olacağını da açıklamıştır. Amerika, hem bir yolunu bulabilirse içerideki liderleri devşirerek nüfuz elde edebilmek için direkt müdahalede bulunmadan ayaklanan insanlara destek vermeye hem de dışarıdan Kaddafi'yi sıkıştırmaya çalışmaktadır. Ta ki liderlerden bazılarını devşirir veya ayartır ve Libya'nın içine sızacağına kanaat getirirse işte o zaman yükünü üstlenmeye değecek askerî müdahalenin bir değeri olduğunu görecektir.

İşte Amerika'nın müdahalede bulunma veya ayaklanan insanlarla ilişkiye geçme hususunda ağırdan almasının nedenleri bunlardır. Bundan maksadı ise Libya içerisinde etkin siyasî bir sızmayı garantilemek içindir ve görünen o ki bu yolda yürümekte olup sanki buna yaklaşmış gibidir.

 

4- "Ayaklanan" insanların direnmesine gelince: Mücrim Kaddafi karşısında sebat etikleri görülmektedir. Bunun kanıtı ise Kaddafi'nin ağır silahlarına karşı koymadaki ısrarları ve korkmamalarıdır. Zira korku engelini aştılar, silah çektiler, onlara ordu güçlerinden katılanlar oldu, birçok bölgeyi ele geçirdiler ve birçok kabile onlara katıldı. Böylece yeni bir duruma hazır hale geldiler ve parlak İslamî şiarlara sahipler... İşte tüm bunlar, onları büyük kahramanlıklar altında Kaddafi'nin paralı askerlerinin karşısına sevk etmektedir.

Ancak onların sahip olduğu silahlar ile Libya tagutunun sahip olduğu silahlar arasında dağlar kadar fark vardır. Zira Kaddafi, yanan yollar üzerindeki ayaklanan insanların üzerine lav püskürtmektedir... Sömürgeci güçler, Avrupa ve Amerika, Kaddafi'nin silahlarının ağır basmasını istismar ederek ayaklanan insanlara yardım etmek üzere ortaya çıkacaklar ve korkulan o ki sömürgeci güçlerin, Kaddafi'nin işlediği kanlı katliamı durdurmaya dönük bir müdahalede bulunmak amacıyla sözde "insanî" bir bahane bulmayı başarmalarıdır...

Hazin olan durum hatta utanç verici olan şu ki Libya'daki kanlı katliamın dibinde olan Arap yöneticilerin kıllarını dahi kıpırdatmamaları ve insanları katletmek için dışarı çıkarlarken Libya'daki mazlum halka yardım etmeye gelince harekete geçmeyen ordularının kışlalarına çakılıp kalmasıdır. Bunun da ötesinde onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve akıl da etmezler...

İşte korkulan şey şu ki sömürgeci kafirlerin, Libya tagutunun işlediği kanlı katliamı istismar ederek Libya'da askerî müdahaleye gidecekleri bir yol edinmeleri ve Arap yada Libyalı tarafların süregelen vahşi katliam sonucunda buna çağrıda bulunmaktan geri kalmamalarıdır. Nitekim Arap Topluluğu genel sekreteri, bu durumu ima etmiştir.

Bu korku, beraberinde başka bir korkuyu getirecektir. O da Kaddafi rejiminin devrilmesi halinde İngiltere'nin, ayaklanmanın dizginlerinin ajanların eline geçmesini sağlaması ve iktidara onları getirmesidir. Aynı şekilde kendisine ajanlar bulmayı ve yeni güvenceler almayı başarması halinde Amerika'nın ajanlarının işlerin dizginlerini ellerine geçirmesi korkusu da vardır. Şu ana kadar Libya'daki durum, ne muhlislerin ne İngiltere'nin ajanı Kaddafi rejiminin ne Kaddafi'nin alternatifleri olan İngiltere'nin ajanlarının ne de Amerika'nın ajanlarının lehine kesinlik kazanmıştır. Hatta ayaklanan insanlar, zafer elde edip Kaddafi'yi devirseler bile durum, kısa bir zaman içerisinde bu taraflardan herhangi bir taraf lehine kesinlik kazanmayacaktır. Çünkü bunun nedeni, hem bu sömürgeci devletlerin müdahalede bulunmaları ve gizli bir rekabet içerisine girmeleri hem de insanların arasında işlerin dizginlerini ele geçirmeye çalışan ajanlarının olmasıdır. Libya halkının bu durumdan kurtulması, ancak İslam'ı devlet, toplum ve tüm işlerde açık ve net bir şekilde bir hayat nizamı olarak benimsemeleri ile mümkündür... Atılan ulusal sloganlar altında ise herkes, bu sloganların altına girecek, her bir taraf işlerin dizginlerini eline geçirmeye çalışacak, insanlara liderlik edecek ve böylece emniyet ve güven içerisinde altında gölgelenecekleri adil bir yönetim gerçekleşmeden akıtılan masum kanlar zayi olacaktır.

Libya'daki Müslümanlar için korktuğumuz şey şu ki kendilerine mücavir olan yöneticilerin onları yalnız başlarına bırakması, sömürgeci kafirlerin Müslümanların beldelerini gözetleyip durması ve Libya tagutunun yaptığı kanlı katliamların kabarmasıdır...

Ümmete düşen şey; Kaddafi tagutuna engel olmaları ve ordularını harekete geçirmeleri için yöneticilerine özellikle de Libya'ya komşu olan Mısır, Cezayir ve Tunus'taki yöneticilerine baskı yapmaktır ki böylece Kaddafi, aveneleri ve paralı askerleri yaptıklarının vebalini tatsınlar. Bu ise dünyada aşağılayıcı bir azap ve ahirette cehennem azabıdır. Bu ise Aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bangladeş Hükümeti, Hizb-ut Tahrir Şebabına Elektrik Vererek Vahşice İşkence Yapmaktadır Hizb-ut Tahrir Heyeti, İslamabad'daki Bangladeş Büyükelçiliğine Bir Protesto Mektubu Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây ve Hizbin Üyesi Tahir Han'dan oluşan Hizb-ut Tahrir'den bir heyet, Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki tutuklu şebabının maruz kaldığı vahşi işkenceyi protesto eden bir mektup vermek üzere dün Bangladeş büyükelçiliğini ziyaret etti. Heyet, büyükelçi ile görüşme talebinde bulunmasına rağmen hükümetin ödlek temsilcileri bunu reddetti. Hizb-ut Tahrir, mektupta Bangladeş hükümetinin, polisin tutuklayarak 22 Aralık ve 19 Ocakta teslim ettiği "sorgulama çalışması ekibi" adlı sadist soruşturma ekibi tarafından tutuklanan hizbin 12'in üzerindeki aktivistine karşı uyguladığı vahşi işkenceyi şiddetle protesto etti.

Nitekim İngiliz The Guardian gazetesi, geçenlerde bu ekiplerin kurbanlarına karşı uyguladığı vahşi işkencelerin boyutunu ortaya çıkardı. İslam beldelerindeki ve Batıdaki tüm hükümetler, Hizb-ut Tahrir'in siyasî bir hizb olup hiçbir terör eylemine karışmadığını yakinen bilmelerine rağmen Bangladeş hükümeti, Batılı efendilerinin direktifleri doğrultusunda hizbi yasakladı ve hizbin birçok şebabının yanı sıra resmi sözcüsünü de tutukladı.

 

Söz konusu mektupta, hizbin üyelerinin aşağıdaki şekillerde insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldığı belirtildi:

- Gözleri bağlanarak gözaltında tutulmaları ve coplarla şiddetli darba maruz kalmaları

- Tenasül uzuvlarına 45 dakikadan daha fazla bir süre elektrik verilmesi

- Elbiselerinin çıkarılması ve ayakları bağlanmış şekilde tutulmaları

- Uzun süre buz kalıplarının üzerinde tutulmaları

 

Hizb, mektupta insan hakları örgütlerini bu siyasî mahkumlara yönelik vahşetin karşısında durmaya çağırdı.

Yöneticilere şunu hatırlatırız ki Hilafetin, İslam'a düşmanlıklarından ve kafirleri dost edinmelerinden dolayı onları hesaba çekecektir. Şüphesiz yarın bekleyeni için çok yakındır.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER