Çarşamba, 30 Safer 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Zekât Malından Kız Kardeş ve Kıza Vermek Caiz midir?

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru - Cevap

Zekât Malından Kız Kardeş ve Kıza Vermek Caiz midir?

Abdullah Haddad’a

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh; Allah vakitlerinizi tamamen hayır ve mutlulukla doldursun ve size, Allah ve Rasulü’ne itaatle dolu uzun bir ömür versin; büyük arşın Rabbi azim olan Allah’tan, bize bir an önce İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulmasını nasip etmesini ve sizin de tamamen sağlık ve afiyette olmanızı temenni ediyorum.

Soru şudur: Zekât malından kız kardeşe ve kıza vermek caiz midir?

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;

1- İslam, fakirlerin nafakasını (temin etmeyi) farz kılmış ve bunun kimler üzerine farz olduğu ve benzerleri açısından durumunu detaylı bir şekilde açıklamıştır:

Nitekim İktisat Nizamı kitabının word dosyasının 271-272. sayfasında şöyle geçmektedir:

(…Doyurulmadığı/yerine getirilmediği zaman fakirlik sayılan temel ihtiyaçlar yiyecek, giyecek ve meskendir. Bunların dışında kalanlar ise lüks ihtiyaçlardan sayılmaktadır. Buna göre temel ihtiyaçları karşılandığı halde lüks (zaruri olmayan) ihtiyaçları karşılanmamış kimseler fakir sayılmazlar…

İslam temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olanların bu ihtiyaçlarını karşılamayı ya da ihtiyaçlarını karşılayabileceği ortamı hazırlamayı farz kılmıştır. Şayet bir kimse ihtiyaçlarını kendi gayreti ile karşılayabilecek durumda ise bu normal bir durumdur. Yok, yeterli miktarda mal kazanıp ihtiyaçlarını gideremeyecek durumda ise İslam şeriatı o kişiye temel ihtiyaçlarını giderebilecek düzeyde yardım edilmesini emretmiştir. İslam şeriatı şahısların ihtiyaç sahiplerine yapacakları yardımın niteliğini tafsilatlı bir şekilde açıklamış ve bu yükü akrabalara vacip kılmıştır. Allahu Teâlâ, kitabında şöyle buyurmaktadır: وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلَّا وُسْعَهَا لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَOnların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur…” [Bakara 233] Yani babanın ölümü ile mirasçılar, çocuğunun annesinin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının karşılanması hususunda baba gibidirler. Burada mirasçı ile kastedilen bizzat mirasçı olan kimsenin kendisi değil, mirasa hakkı olan herkestir. Eğer babası ölen çocuğun nafakasını temin edecek hiç kimse yoksa bu durumda çocuğun nafakası beytü’l malın zekât bölümünden karşılanır. Ebu Hureyra’dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: مَنْ تَرَكَ مَالاً فَلِوَرَثَتِهِ وَمَنْ تَرَكَ كَلّاً فَإِلَيْنَاKim bir mal bırakırsa o varislerine aittir. Kim de geride kimsesiz birini bırakırsa (onun bakımı) bize aittir.” [Müslim rivayet etti.] Hadiste yer alan [ًكلَ] kelimesi, çocuğu da babası da olmayan muhtaç kimse demektir.) Bitti.

2. Fakirin nafakasının akrabalardan kimin üzerine vacip olduğuna gelince; bu, aşağıdaki şekildedir:

Mevsuatü'l-Fıkhiyye el-Kuvettiyye’de şöyle geçmektedir (S: 68-8267):

[Zeâttan verilmesi caiz olmayan sınıflar…

Zekât veren kişiye mensup olan veya zekât veren kişiye doğum yoluyla mensup olan herkes. Bu ise varis (mirasçı) olsunlar ya da olmasınlar usûl (üst soy) olanları kapsadığı gibi aynı şekilde aşağı doğru inseler dahi onun çocuklarını ve çocuklarının çocuklarını da kapsamaktadır. Hanefiler şöyle demiştir: Çünkü onların aralarındaki mülkiyetin faydaları birbiriyle bağlantılıdır; bu, Hanefilerin ve Hanbelilerin görüşüdür.

Erkek kardeşler, kız kardeşler, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler ve onların çocukları gibi diğer yakın akrabalara gelince; bazıları bakmakla yükümlü olduğu kişiler olsa bile onlara zekât verilmesi yasak değildir; bu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlinden dolayıdır: الصّدقة على المسكين صدقة، وهي على ذي الرّحم اثنتان: صدقة وصلةYoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka (sevabı), öteki de akrabayı koruyup gözetme (sıla-i rahim) sevabıdır.” Bu, Hanefi mezhebinin ve Hanbeliler arasında tercih edilen görüştür.

Malikilere ve Şafiilere gelince; nafakaları zekât verene zorunlu olan akrabalara zekâttan verilmesi caiz değildir:

Malikilere göre nafakaları zorunlu olan kişiler, dede ve nine hariç baba ve anne, çocukları hariç oğul ve kızdır; çocukluk sınırında (reşit olmadığı) sürece oğulun nafakası zorunlu olduğu gibi evlenip kocasıyla zifafa girinciye kadar da kızın nafakası zorunludur.

Şafiilere göre nafakası zorunlu olanlar, usûl (üst soy) ve fürû (alt soy) olanlardır…]

3- Gördüğünüz gibi kız çocuğuna zekat vermek, fürûdan (alt soydan) biri olduğundan dolayı fakihler arasında farklı görüşler vardır; dolayısıyla onlar nezdinde, zekât verene nafakası zorunlu olan birine zekât (malından) harcanmasının caiz olmadığı, aksine zekât dışındaki malından harcayabileceği sabit olmasına rağmen ancak ihtilaf, zekât verene nafakası zorunlu kimsenin, usulden (üst soy) mi yoksa fürûdan (alt soy) mı olduğudur?

Onlardan (fakihlerden) bazıları şöyle diyor: (Kendilerine zekât verilmesi caiz olmayan sınıflar, mirasçı olsunlar ya da olmasınlar anne ve babalar, dedeleri ve ninelere gibi usulden olan kişiler ve aynı şekilde aşağı doğru inseler dahi onun çocukları ve çocuklarının çocuklarıdır. Hanefiler şöyle demiştir: Çünkü onların aralarındaki mülkiyetin faydaları birbiriyle bağlantılıdır; bu, Hanifilerin ve Malikilerin mezhebidir.)

Onlardan bazıları şöyle diyor: (Malikilere göre nafakaları zorunlu olan kişiler, dede ve nine hariç baba ve anne, çocukları hariç oğul ve kızdır; çocukluk sınırında (reşit olmadığı) sürece oğulun nafakası zorunlu olduğu gibi evlenip kocasıyla zifafa girinciye kadar da kızın nafakası zorunludur.)

Onlardan bazıları da şöyle diyor: (Şafiilere göre nafakaları zorunlu olan kişiler, usul ve fürû olanlardır…)

Şimdi, zekât malından kız kardeşe ve kıza vermek caiz midir(?) şeklindeki sorunuza cevap vereyim:

1- Kız açısından olana gelince; bunun cevabı aşağıdaki şekildedir:

a- Şayet kız bekarsa ve babasıyla birlikte yaşıyorsa, o zaman babası ona bakmakla yükümlü olup ona zekâttan değil, kendi malından harcar.

b- Şayet kız evli olup kocası da nafakasını karşılayacak kadar zenginse, fakir olsa bile ona zekât vermek caiz değildir; çünkü kız, kocasının nafakasından dolayı zengin sayılır.

Nevevî Minhec’de şöyle demektedir: (Bir akrabasının veya eşinin nafakası yeterli olan kişi, doğrusu ne fakir ne de yoksul sayılır.) Bitti.

c- Şayet kız evli olup fakirse ve kocası da nafakasını karşılamakta zorlanıyorsa… İbn-i Kudâme el-Muğni'de şöyle demiştir: Şayet fakir bir kadının, nafakasını karşılayacak kadar zengin bir kocası varsa, ona zekât vermek caiz değildir; çünkü vacip olan nafakası kendisine ulaştığından dolayı yeterlilik hasıl olmuş ve onun durumu, kirası kendisine yeterli olan bir mülke sahip olan kişiye benzemektedir; şayet kadının nafakası karşılanmıyor ve bu konuda zorluk çekiyorsa, sanki malın faydası sekteye uğramış gibi ona (zekât) vermek caiz olur; bunu, Ahmed belirtmiştir. Bitti.

İhtilaftan çıkmak amacıyla benim için racih olan, şayet yoksulluk sınırına ulaşmışsa, fakir kızın kocasına zekât verilir ve o da (koca) almış olduğu zekât malından karısına harcar… Babanın kızına vermesi ise, zekât dışındaki malından olmalıdır.

2- Kız kardeş açısından olana gelince; bunun cevabı aşağıdaki şekildedir:

Şayet kız kardeşiniz sizin evinizde yaşıyor ve siz de onun nafakasını karşılıyorsanız, ona zekâttan vermeniz caiz değildir; ancak kız kardeşiniz evli olup kocası da fakirse, ona zekâttan vermeniz caiz olur. Hatta ona vermeniz, başkalarına vermenizden daha evladır; bu da Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlinden dolayıdır: الصَّدَقَةُ عَلَى الْمِسْكِينِ صَدَقَةٌ، وَهِيَ عَلَى ذِي الرَّحِمِ ثِنْتَانِ صَدَقَةٌ وَصِلَةٌYoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka (sevabı), öteki de akrabayı koruyup gözetme (sıla-i rahim) sevabıdır.” [Tirmizi tahriç etti.]

Sizin sorunuza cevap olarak benim için racih olan budur; umarım bu kadarı yeterli olmuştur. En iyi bilen ve hüküm veren Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 28 Zilhicce 1445

M. 04/07/2024

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

https://www.facebook.com/AtaabuAlrashtah.HT/posts/320377947811377

Devamını oku...

Özbekistan Gençlerin Ülkesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Özbekistan Gençlerin Ülkesidir!

Haber:

Özbekistan: Gençlerin politikasında devam eden yoğun reformlar... Özbekistan, gençlerin ülkesidir.İstatistiki verilere göre Özbekistan nüfusunun yaklaşık %60’ı 30 yaşın altındadır. Dolayısıyla Özbekistan nüfusunun 18 milyondan fazlası gençlerden oluşuyor ve 2040 yılına kadar bu sayı 25 milyona ulaşabilir. Bu da ülke için benzersiz fırsatlar ve belirli zorluklar oluşturmaktadır. (El-Bawaba Electronik Gazete, 06/07/2024)

Yorum:

Herhangi bir ülkedeki gençlerin ve ergenlerin yüzdesinin yüksek olması, ister ekonomik, ister sosyal, isterse askeri açıdan olsun, bu ülke için umut verici bir zenginlik ve varlık olarak değerlendirildiği gayet açıktır. Bu kadar yüksek oranda gençlere ve genç bir nüfusa sahip olan herhangi bir ülke, zorluklarla yüzleşebilen ve her zaman daha iyiye doğru değişmeyi arzulayan güçlü ve genç bir ülke olarak kabul edilmektedir;ancak Müslüman ülkelerdeki bu özellikler, özellikle gençlerin İslam’ın temeline ve onun fikir ve metodunun hükümlerine dayalı bir değişim istekleri ve arzuları varsa bu, sömürgeci kafiri ve onun ajanlarını öfkelendirmektedir.

Özbekistan’daki gençlerin durumu şöyledir; nitekim onlar, Sovyetler Birliği günlerinde komünizmin kendilerine demir yumrukla tatbik edildiği gün ülkelerindeki yozlaşmaya ve bunun ortaya çıkardığı fesada ve fakirliğe tanık oldular, insanı şerefli kılan ve onun yücelten hak bir ideoloji olan İslam’a iman ettiler. Bunun üzerine Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışarak İslam’a dayalı bir değişim için çalışmaya başladılar, orada daveti yaymak, Müslüman gençleri kazanmaya ve onları Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatma çalışmalarına dahil etmeye çalışmak yolunda iyi bir iş çıkardılar, en kıymetli ve değerli şeylerini verdiler ve vermeye de devam ediyorlar. Doğudaki ve batıdaki küfrün zebanilerini öfkeden çıldırtan şey işte budur. Bunun üzerine keyfi tutuklamaları ve işkenceyi reddettiğini, düşünce ve inanç özgürlüğünü pekiştirmeye çalıştığını iddia eden ajanları Mirziyoyev’e talimat verdiler; o da bu iddialardan geri döndü, ölmüş olan selefi tiran Kerimov’un kılığına girdi ve onun rejimi, yaklaşık 20 yıl boyunca yargılandıkları, hapsedildikleri ve işkence gördükleri suçlamalar temelinde 23 davet taşıyıcısını vahşi bir şekilde tutukladı.

Davet taşıyıcılarının bu şekilde barbarca ve keyfi olarak tutuklanması, bu rejimin, iflasının, acizliğinin, sömürgeci kâfirlerle bağlarını koparma gücene sahip olmadığının kanıtıdır; bu ise hapishaneleri davet taşıyıcılarıyla ve Rabbani alimler dolu olan Müslüman ülkelerdeki tüm ajan rejimlerin özelliğidir. Allah Subhanehu ve Teala’dan, onları esaretten kurtarmasını, onlara bol bol ecir ve sevap vermesini, zararlı yöneticilerin ve onların rejimlerinin helakını hızlandırmasını niyaz ediyoruz. şüphesiz O’nun buna gücü yeter.

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Velid Belibel

Devamını oku...

Danimarka Hükümeti, Antisemitizmle Mücadele ve Filistin'in Kurtuluşu İçin Çağrı Yapılmasının Suç Sayılması Planını Açıkladı

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Danimarka Hükümeti, Antisemitizmle Mücadele ve Filistin'in Kurtuluşu İçin Çağrı Yapılmasının Suç Sayılması Planını Açıkladı

Haber:

Danimarka hükümeti antisemitizmle (Yahudi karşıtlığı) mücadele için yeni bir plan açıkladı. Hükümet partileri ve diğer tüm siyasi partiler bu planı onayladı. Planın, “Yahudi Cemaati” Örgütü, yani Danimarka Yahudi Cemaati’nin, 7 Ekim 2023'ten sonra Yahudi karşıtı olaylara ilişkin raporlarda bir artış olduğuna ilişkin bir rapora dayandığını iddia ediyorlar. Bu plan, Yahudi karşıtı nefret suçlarına yönelik ek cezaları, çevrimiçi Yahudi karşıtlığıyla mücadeleyi ve okullarda, eğitimde ve araştırmalarda Yahudi karşıtlığıyla ilgili materyallerin yer almasını içeriyor. Plan, polise ve yargı sistemine, Yahudi karşıtı olduğunu düşündükleri açıklama, konuşma veya toplantılara istedikleri zaman ve istedikleri yerde cezaları ağırlaştırma yetkisi vermeyi amaçlıyor. “Yahudi Cemaati” Örgütü, neyin antisemitizm olarak nitelendirildiğinin değerlendirilmesine yardımcı olacak.

Yorum:

Danimarka hükümeti Siyonist işgale verdiği desteği açıkça ortaya koymuştur; sözde antisemitizmle mücadele için açıklanan bu yeni plan ise, işgale yönelik eleştirilere kendi hukuku kapsamında mümkün olan her şekilde karşı çıkmak anlamına geliyor. Danimarka hükümeti, Siyonist işgale yönelik her türlü eleştiriyi bastırmak için yasalarını ve iddia edilen “ifade özgürlüğünü” esnetmeyi amaçlıyor. Danimarka hükümeti, Gazze’de son on aydır yaşanan katliam, bombalama ve soykırım sırasında Yahudi varlığına yönelik eleştirilerin arttığına ve Filistin lehine ve Gazze’deki soykırıma karşı onlarca etkinlik ve protestolarla Batılı toplumdaki kamuoyunun dramatik bir şekilde değiştiğine tanık olmuştur.

Bu, Danimarka hükümetinin Yahudi varlığına verdiği açık destekle çelişen her türlü görüşü bastırmak ve insanları, Siyonist işgalin askeri kurtuluş yoluyla sona erdirilmesi gerektiği şeklindeki konuşmaları konusunda korkutmak için aldığı bir başka umutsuz önlemdir. Aynı zamanda aralarında Hizb-ut Tahrir / Danimarka Medya Temsilcisinin de bulunduğu çok sayıda kişi, meşru olmayan Siyonist işgalin ortadan kaldırılması ve Filistin’in özgürleştirilmesi çağrısında bulunmaktan dolayı suçlanmış veya hüküm giymiştir. Nitekim “ifade özgürlüğü” ve Batılı değerlerin Gazze’nin enkazı altında kaldığı ifşa olduğu gibi hem Müslümanların hem de Batılıların olduğu dünyanın görmesi için de sürekli olarak ifşa ediliyor. Danimarka hükümeti ya da başka bir hükümet tarafından alınacak olan hiçbir yasal tedbir, Filistin'i özgürleştirme ve Müslüman orduların harekete geçmesi yoluyla Yahudi varlığını ortadan kaldırma çağrısını durdurmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yunus Biskurçik

Devamını oku...

Batı, Kendi Fikirlerini İnkâr Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Batı, Kendi Fikirlerini İnkâr Ediyor!

Haber:

Blair, İngiltere’nin yeni Başbakanı Keir Starmer’a şu tavsiyede bulundu: “Geleneksel siyasi partiler, Batı dünyasının dört bir tarafındaki kargaşanın acısını çekiyor.” (Şarku’l Avsat)

Yorum:

İngiltere İşçi Partisi’ni 1997’den itibaren art arda üç defa seçim zaferine taşıyan Blair,Amerika’nın yaşlı İngiltere’ye bıraktığı kırıntıların bir kısmını elde etmek için Afganistan, Irak ve başka yerlerde Amerika ile birlikte imha ve suç savaşlarına aktif olarak katıldığı dönemdeki yaptıklarıyla yetinmedi; daha sonra Uluslararası Ortadoğu Barış Dörtlüsü’nde elçi olarak görev yaptı, ardından Batılı politikacıların tüm dünya halkları üzerindeki suçlarını tamamlamak için günümüzün birçok Ruveybida yöneticilerine siyasi danışmanlık sağlamak üzere kurduğu Küresel Değişim Enstitüsü’nün başkanı oldu...

Ancak şöyle bir söz vardır: Statükonun devam etmesi mümkün değildir; zira birçok Batı halklar için, özgürlükler, insan hakları ve diğerleri gibi üzerine yetiştirildikleri değer ve kavramların sahteliği ve düzmece olduğu ortaya çıktı ve politikacıların kendi kişisel çıkarları ve sermaye sahiplerine hizmet etmek için bunları (özgürlükler ve insan hakları) nasıl ayaklar altına aldıklarını kendi gözleriyle gördüler.

Birçoğu Batı ülkelerini yönetmiş olan siyasi partilerin başarısızlığı, şaşırtıcı ve sürpriz olmayan bir durumdur; zira Batılı halk hareketleri yıllardır takip edilen politikalardan duydukları memnuniyetsizliklerini dile getiriyor; bu hareketlerden bazıları, örneğin kapitalizmin sembolü olan “Wall Street’i İşgal Et" hareketi ve “Sarı Yelekliler” Hareketi olup bunlar Batı’nın birçok kentinde ve Batı’nın en büyük üniversitelerinde birçok gösteri ve oturma eylemi yapmışlar ve buna da bunları gerçekleştirenlere çürümüş kapitalizmin ilkeleriyle çelişecek şekilde baskı ve tutuklamalar eşlik etmiştir; bir Amerikan askerinin, bu halkların sahip olduğu öfkeyle ve ülkelerinin politikalarını reddetmesiyle yanan küllerin altındaki közleri tutuşturan Gazze’ye yönelik suçlu savaşında bu varlığa sağlanan desteği reddetmek için Yahudi varlığının büyükelçiliği önünde kendini yakmasından bahsetmiyorum bile. Şayet bu politikacıların geriye kalan kurnazlıkları ve hala bazı meyveler veren manevraları olmasaydı, Batı’nın çeşitli ülkelerinde köklü milliyetçi çatışmalar ve kavgalar görecektik ki eski ABD Kongre binasının işgali, bunun göstergelerinden sadece biridir.

Dünya, kapitalizmin zulmü ve dinin hayattan ayrılması ateşiyle kasıp kavrulmaya devam edeceği gibi dünya halkları da kapitalizmin açgözlülüğü ve oburluğu altında ezilmeye devam edecek ve onları bu sefil gerçeklikten kurtaracak ve dünyanın dört bir tarafına adaleti ve huzuru yayacak birini bekleyeceklerdir; bu da Rib’i Bin Amir’in, İran Kisra’sının Komutanı Rüstem’e şu söylediklerini teyit etmektedir:Allah bizleri, insanları kula ibadet etmekten kulun Rabbine ibadet etmeye döndürmek ve dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine ve dünyanın darlığından dünya ve ahiretin genişliğine kavuşturmak için gönderdi.Bu da Allah’ın izniyle çok yakında, birçok işaretleri olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin altında gerçekleşecektir. وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيباً Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdulilah Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Allah İktidara İzin Verinceye Kadar Ritim Bozuk Olarak Kalacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum
Allah İktidara İzin Verinceye Kadar Ritim Bozuk Olarak Kalacaktır!

Haber:

Yahudi varlığı ile Lübnan’daki İran partisi arasında yaklaşan savaş. (İngiliz Economist’ten uyarlanmıştır)

Yorum:

Geçen yıl 7 Ekim'de Gazze’deki olayların patlak vermesiyle birlikte üzerinde anlaşmaya varılan bir ritimle İran'ın Lübnan'daki partisi, kayda değer bir etkisi olmadığı gibi Yahudi varlığının Gazze ve Filistin’in geri kalanındaki halkımıza karşı işlediği suçlara bir yanıt bile olmayan ve hatta Yahudi varlığının Lübnan ve Suriye’nin derinliklerinde İran partisini vurduğu tekrarlanan suikastların seviyesine bile ulaşılamayan kasıtlı saldırılar başlattı. Bunun ardından partinin genel sekreteri ve diğerlerinin, Yahudilerle geniş çaplı bir savaş istemedikleri, yaptıklarının ise Yahudi varlığının Gazze’yi bombalamaya devam etmesine bir yanıt olduğu ve istedikleri takdirde Yahudilere acı çektirmek için yeterli güce sahip oldukları şeklinde tekrarladıkları açıklamaları geldi.

Bir takipçi bu partinin, Amerika’nın İran aracılığıyla ya da doğrudan Amerikan yönetiminin bölgeye yönelik vizyonuna göre hareket etmesi için Yahudi hükümetine sürekli baskı yapılmasını sağlamak için kullandığı bir karttan başka bir şey olmadığını bilir; yani Amerika, nasıl Güvenlik Konseyi’ni çatışmaların durdurulmasını talep eden bir karar çıkarmak için bir baskı kartı olarak kullandıysa, İran partisini de aynı amaçla bir başka baskı kartı olarak kullanmaktadır.

Ancak Amerika’nın savaşın kontrolsüz olarak diğer bölgeleri de kapsayacak şekilde genişlemesini istemediği, aksine olayları tersine çevirebilecek bir eylemden korktuğu için savaşı Gazze ile sınırlı tutmaya çalıştığı kesindir; zira Amerika, her ne kadar kendi projesi olan Yahudi varlığını feda etmeyecek ve onu Müslüman ülkelerin kalbinde tutmak istiyor olsa da, aynı zamanda kendi vizyonuna göre hareket etmesi için Yahudi varlığını kontrol etmek istiyor. Bu nedenle Amerika, şayet yapabilirse bu zamanın Ruveybidaları olan Müslüman ülkelerin başındaki ajanları olan yöneticiler aracılığıyla bölgedeki olayların kontrolden çıkmamasını sağlamaya çalışıyor. Bu yüzden Yahudi varlığının Hizbullah'a bir darbe indirmesine, belki de 7 Ekim 2023'ten bu yana kaybettiği ve asla geri kazanamayacağı prestijinin bir kısmını geri kazanmasına ve aynı zamanda Yahudilerin hükümetinin üzerindeki baskıyı sürdürmek için İran’ın partisinin Yahudilere biraz acı çektirmesine izin verebilir.

Ancak İran’ın Lübnan’daki partisinin Genel Sekreteri şunu çok iyi bilsin ki, Rablerine iman eden ve İran’ın partisinin sahip olduğu imkanların onda birinden daha azı imkanlara sahip olan bir grup, Yahudileri zelil etti, halkları harekete geçirdi ve şayet partinin sahip olduklarına sahip olsaydı, Yahudileri silip süpürür ve onları kötü bir şekilde kovardı. Tabi bu, şayet eylemleri Allah’ın şeriatına ve onun hükümlerine göre olursa olabilir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Ancak şüphesiz Allah Celle Celâluhu, sırrı da gizlenen şeyi de bilendir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَوْ أَرَادُوا الْخُرُوجَ لَأَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلَكِنْ كَرِهَ اللهُ انبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَقِيلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِدِينَ * لَوْ خَرَجُوا فِيكُم مَّا زَادُوكُمْ إِلَّا خَبَالاً وَلَأَوْضَعُوا خِلَالَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ وَاللهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ “Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu; onlara "Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!" denildi. Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.” [Tevbe 46-47]

Ey izzetli Gazze’deki halkımız ve kardeşlerimiz: Allah’ın izniyle ya zafer, ya şehadet, ya da muttakiler için hazırlanmış genişliği yer ve gök kadar olan cennet vardır. Ey halkımız, aşiretimiz ve ümmetimiz: Allah’ın sizden istediği şeyleri gösterin ve hitaplarınızı Müslümanların ordularına yöneltin ki hain yöneticilerle olan bağlarını koparsınlar, Allah Celle ve Âla ile bağ kursunlar, halkımıza yardım etmek ve kutsallarımızı kurtarmak için harekete geçsinler; bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdulilah Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Bugün İslami Söylemi Yenilemek, İslam’dan Başkasıyla Yöneten Bir Sisteme Katılıp İslam’ın Hükümlerine Karşı Savaşarak Değil İslam’ı Tatbik Konumuna Getirmekle Olur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Bugün İslami Söylemi Yenilemek, İslam’dan Başkasıyla Yöneten Bir Sisteme Katılıp İslam’ın Hükümlerine Karşı Savaşarak Değil İslam’ı Tatbik Konumuna Getirmekle Olur!

Haber:

Eş-Şuruk Gazetesi 4/7/2024 Perşembe günü, yeni Vakıflar Bakanı Usame el-Ezheri’nin önümüzdeki dönemdeki iş önceliklerini belirlemek üzere Bakanlığın genel ofisinde çalışma görevine başladığını bildirdi; dolayısıyla el-Ezheri, dini faaliyetler, dini söylemi geliştirme mekanizmalarının yanı sıra davet planı ve imamların nitelikleri ve eğitimi de dahil olmak üzere bir dizi dosyayı görüşmek üzere bakanlığın liderleriyle bir araya geldi. Vakıflar Bakanlığı’ndan bir kaynak, el-Ezheri’nin bakanlık liderlerine, dini faaliyetler planı kapsamındaki çabaların sürdürülmesinin, dini söylemi yenileme çalışmasının yanı sıra çeşitli vilayetlerdeki müdürlüklerle birlikte sürekli takibatın yapılmasının, davet çalışmalarının geliştirilmesinin, imamların ve vaizlerin geliştirilip ehil bir hale getirilmesinin, gençlerin ihtiyaçlarını ve ilgi alanlarını dikkate alan ve onların sorularına yanıt veren gençlere özgü davet programlarının hazırlanmasının gerekliliğini vurguladığını söyledi.

Yorum:

Yıllarca Mısır Cumhurbaşkanı’nın danışmanlığını yapmasının ardından el-Ezheri, selefinin dini söylemi yenileme planının uygulanması sürecini ve gençleri cezbetmek ve onların fikirlerini etkilemek amacıyla İslami hareketlerin art arda yediği darbelerin oluşturduğu boşluğu doldurma girişimini tamamlaması için yeni hükümete bakan olarak atanarak ödüllendirildi. Bunu da insanların, devletin kabul ettiği çerçeve içinde olmaları, onların devletin dikte ettiği şeyleri kabul etmeleri, devletin politikalarını reddetmemeleri, demokrasi ve onun kapitalist faydacı kanunlarıyla hükmedilmesinde yanlış bir şey görmemeleri ve ülkenin servetlerinin yağmalanmasına ve bunların sömürgeci kâfir Batı’nın lehine çarçur edilmesine öfkelenmemeleri için yapılmaktadır.

Batı’nın ülkenin gençliğinde inşa etmek istediği ve Mısır Cumhurbaşkanı’nın dini söylemi yenileme planı yolunda benimsediği şey işte budur. Hakikatte ise bu, dini söylemi yenileme değildir, aksine bu, İslam’ı siyasi akidesinden koparma ve Batı’nın kabul ettiği ve Batı’nın hoşnut olduğu başka bir İslam anlayışı oluşturma girişimleridir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar” [Bakara 120]

Batı, İslam ümmeti tamamen kendisinden kopmadıkça İslam ümmetinden razı olmayacaktır; işte rejim de bunun için çalışmakta ve askerlerini bunun için görevlendirmektedir. Zira Mısır rejimi ilk günden itibaren İslam, onun şeriatı ve hükümleriyle mücadelesinde kendisini Batı’ya bir süngü başı olarak sunmuş olup dini söylemi yenileme -ki buna tekelleştirme de diyebiliriz-, İslam’ın mefhumlarını Batı’nın hoşnut olacağı şekilde yorumlama, ümmeti, onu yeniden kalkındırmaya, onun geleceğini inşa etmeye ve ona iyi bir yaşam sağlamaya muktedir olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin olduğu hadari projesinden uzaklaştırma şeklindeki tantanasını sürdürmektedir. Dolayısıyla rejim, kelimeleri tahrif edenlerle ve yıkıcı fikirleri yayanlarla karşı karşıya olduğunu iddia ederken kelimeleri tahrif edenlerin etrafında toplanmakta ve meseleleri, İslam akidesi ve onun vakıası ve şerî delillerin çıkarımı temelinde değil de Batı’nın hoşnut olacağı şeylere göre yorumlamakta, aklı ihmal etmekte, sadece yüzeysel düşünmekte, hatta belki de hiç düşünmemekte ve egemenlik ve karar sahibi olan Batı’nın istediği şeylere tam bir teslimiyet göstermektedir!

Gerçek yenilenme, İslam’ın tertemiz saf olarak geldiği şekildeki fikirlerine, hükümlerine ve mefhumlarına geri dönmekle ve İslam’dan ve hükümlerinden olmadığı halde bunlara yapışan şaibeleri ortadan kaldırmakla olur; yoksa İslam’ın fikirlerinden, hükümlerinden ve mefhumlarından kopmakla ve hayatta Batı’nın yaklaşımını ve sistemini takip edip onun hoşnutluğunu kazanmak için İslam’dan olmayan fikirlere, hükümlere ve kavramlara uyarak bunun yenilik olduğunu iddia edip insanların kafalarını karıştırmakla olmaz.

İslam’ı ve hitabını yenilemek, Allah’a, Rasulü’ne ve Onun şeriatına savaş açan, Batı’nın ve onun kapitalizminin sistemlerini uygulayan, İslam topraklarının Batı’nın otoritesi altında kalmasını sağlamak için çalışan, Batı’nın egemenliğine tabi olan, ülkenin servetlerini ve kaynaklarını istediği şekilde yağmalayan rejimlerin gölgesinde olmaz; bilakis yenilenme, İslam’ı ve akidesini Batı’nın fikir ve mefhumlarından arındırmakla olur. Bu da İslam'ın fikirlerini Batı’nın fikir ve kavramlarından arındırdıktan sonra Nebi Sallalallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabesinin anlayışı gibi anlayışa ve bunları onların taşıdıkları gibi bir taşımaya dayalı bilinçli ve muhlis bir kitleye muhtaçtır. Böylece İslam’ı dünyaya davet ve cihat yoluyla, insanları kapitalizmin karanlığından, onun açgözlülüğünden ve adaletsizliğinden İslam’ın nuruna ve üzerinde hiçbir adaletin olmadığı adaletine çıkaracak olan bir hidayet ve nur risaleti olarak taşıyacak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin altında İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışsınlar.

Alimler, Allah’ın helal ve haramlarını, İslam’ı uygulamanın farz olması ve demokrasi de dahil olmak üzere diğer insan yapımı sistemleri uygulamanın haram olması açısından Allah’ın kendilerine farz kıldığı şeyleri en iyi bilen insanlardır; bu yüzden onların şu anki görevleri, bu demokrasiyi kaldırıp atmak, insanları demokrasi konusunda uyarmak ve onun şerrini açıklamak ve insanları, İslam’ın yaşamlarının metodu ve düşüncelerinin temeli olmaya, İslam’ın hükümlerinin onların kanunları ve hayattaki tüm sorunlarının çözümü olmaya davet etmektir. İşte tüm Mısırlı alimlerin, bu ümmetin dininin gerçek yenileyicileri olabilmeleri ve İslam akidesine ve ondan kaynaklanan hükümlere sımsıkı sarılıp kendi elleriyle yeniden diriltebilmeleri için çalışmaları gereken şey budur. Yani bu akidenin, bu devletin, onun anayasasının, varlığının ve içindeki her şeyin temeli olması için çalışmak gerekir ki böylece bu akideden kaynaklanan hükümler, devletin anayasası ve tüm hükümleri olsun. Gerek boşluğu dolduracak yenilenme gerekse ümmetin evlatlarının zihinlerini doldurması gereken yenilenme işte budur; bunun dışındaki her şey, Batı’nın peşinde yürümek ve onun komploları için çalışmak demektir. Allah'tan, Ezher alimlerini ve Kenane alimlerini bundan beri kılmasını ve onların, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu İslam Devleti’nin gölgesinde İslami hayatı yeniden başlatarak gerçek bir yenilenme için çalışanların ön saflarında olmalarını niyaz ediyorum.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazar
Said Fazıl - Mısır

Devamını oku...

Kürtlerin İslam’a Hizmet Etmedeki Önemli Rolü!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kürtlerin İslam’a Hizmet Etmedeki Önemli Rolü!

Allah Subhanehu ve Teala’nın nimetinden ve O’nun en güzel lütfundan biri de, şerî hükümlere ve kurallara göre hareket etmeleri için insanlara yönelik ölçüleri belirleyenin Celle ve Âla olmasıdır. Buradan hareketle Subhanehu ve Teala, İslam ümmeti mefhumu ile İslam kardeşliği mefhumunu tanımlamıştır; dolayısıyla Allah Azze ve Celle katında Müslümanların ölçülerini belirleyen kriter din kardeşliği olup Kureyş kabilesi bile olsa herhangi bir kabileye mensup olma kriteri değildir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌEy insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13] Dolayısıyla İslam, Bilal Habeşi’yi yüceltirken Kureyşli olan Ebu Cehil’i alçaltmıştır.

Bundan dolayı insanlar, topluluklar halinde Allah'ın dinine girdiler; zira her bir Müslüman, nereden gelmiş olursa olsun ilk günden itibaren diğer Müslümanlarla eşit hak ve görevlere sahiptir.

Bu durum insanlara, kökenlerini, tarihlerini ve başarılarını unutturmuş ve tamamen azim İslam dininin içinde erimelerine ve bu dinle birlikte yeni bir tarih yazmaya başlamalarına neden olmuştur; bu yüzden gerek din gerekse dünya düzeyinde çeşitli alanlarda icat edici olmuşlar, tek bir sistemin içinde tek bir kitle haline gelmişler ve tek bir hedefe doğru yönelmişlerdir. Dikkat edin bu hedef, İslam’ı yaymak ve onun şeriatını, mümkün olduğunca tüm insanların üzerine tatbik etmektir.

Dolayısıyla Kürtlerin, iki taraf arasındaki güç şartlarına göre Perslere veya Romalılara tabi olmalarının ardından İslam’a girmeleri, onlar için bir hayır, bir bereket ve bir nimet olmuştur; zira İslam'ı kabul etmelerinin ardından, kendilerinden önce ve sonra İslam'a giren diğer kavimlerin durumunda olduğu gibi onlar da İslam ümmetinin önemli bir parçası haline gelmişlerdir

İslam’ın onlar için bir nimet olmasının ardından Kürtler, tüm enerjileriyle hayatın her alanında bu dine yardım etmek için harekete geçmişlerdir. Örneğin savaşlarda bir şövalye, ilimde alim ve siyasette liderler oldular. Bu da etse etse onların, Allah için verdikleri, Allah’ı razı ettikleri, Allah için öfkelendikleri ve Allah’ın da onları dünyada ve ahirette yücelttiği şeklinde tek bir şeye delalet etmektedir. İşte Kürtlerin şerefli İslam tarihindeki durumları böyleydi; böylece onların alimleri, Şeyhülislam İbni Teymiyye gibi ilgi odağı haline geldiler, savaşlarda onların arasından Esedüddin Şirkuh ortaya çıktığı gibi komutanlıkta da onların arasından Selahaddin Eyyubi ortaya çıkmıştır. Hatta 1924 yılında Osmanlı Hilafetinin suçlu Mustafa Kemal tarafından kaldırılmasının ardından, 1925 yılında Şeyh Said Piran dışında ona karşı ayaklanan olmamıştır. Dolayısıyla şayet Kürtler, ellerinden gelen her şeyi verip sundukları İslam olmasaydı, bu ulaşmış oldukları duruma ulaşamazlardı. Böylece Kürtlerin insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet arasındaki itibarları ve konumları yükselmiş olup Kürtlerin şerefli tarihi bu şekildeki kısa bir yazıyla özetlenemez. Bu nedenle onların tarihinden sadece birkaç örnekten bahsetmekle yetindik.

Ancak yürekleri burkan ve onu acıyla dolduran şey, Batı’nın onlarca yıldır Osmanlı Hilafetinin tebaası olan Müslümanların çocuklarının zihinlerini kemirip kazımasının ve İslam ümmetinin vücudunun her yerine, zayıflık ve vehn (dünyayı sevmek ve ölümü kerih görmek), özellikle de İslam’ı anlamadaki fikri zafiyetin isabet etmesinin ardından tüm İslam ümmetinin başına musallat olan milliyetçilik hastalığının Kürtlere de bulaşmış olmasıdır. Bu meselenin dezavantajlarından biri de, kâfir Batı’nın, ister onları ikna ederek olsun isterse onlara dayatılan gerçekliğe bir tepki olarak olsun Müslümanların evlatlarının arasında bu meşum fikri yayma ve propagandasını yapma imkanı bulmasıdır. Tıpkı sadece dilleri Farslar, Türkler ve Araplar gibi çevrelerindeki diğer kavimlerin dillerinden farklı olduğu için baskı ve zulme maruz kaldıklarında Kürtlerde olduğu gibi.

Nitekim Kürtler de milliyetçilik tuzağına düştüler ve dediğimiz gibi bir tepki olarak bu labirente girdiler ancak ne yazık ki milliyetçilik onların evlatlarının arasında kök saldı; böylece diğer Müslümanlar gibi Kürtler de, İslami düşünce ve vakıanın İslam temelinde asıl teşhis edileceği açısından en aşağı seviye ulaştılar. Işte bu zayıflık bundan dolayı oldu. Bunun ötesinde bu zayıflık nedeniyle Sultanı/otoritesi 1.300 yıldan fazla süren İslami Hilafetin yıkılması, Müslümanlara yönelik korumasının düşmesi ve topraklarının doğrudan düşmanlarının işgaline maruz kalmasıyla işler daha da kötüleşti. Zira kâfir Batı, Müslümanların tüm kaynaklarını kontrol altına aldı, Müslümanlar arasında düşmanlık, kin ve nefret oluşturmak için kışkırtmalara başladı ve bunu da büyük bir başarıyla gerçekleştirdi.

Batı, (ister kafir işgalci tarafından yönetilen bir devlet olsun, ister işgalci için bir cephe olan bir ajan tarafından yönetilen bir devlet olsun) devlete karşı isyan edecek liderler ortaya çıkarmaya başladı; bu liderleri de, milliyetçilik adı altında kendileri için liderler olsun diye Müslümanların (kavimlerinin) evlatlarının safları arasından ortaya çıkardılar. Böylece milliyetçilik ve taassupçuluk, şu veya bu kavmin evlatları için fiili ve pratik bir standart haline geldi.

Bundan dolayı bu kavmin ve diğer tüm kavimlerin yönetici sınıflarının, oportünist, bencil, Allah’a ve Allah’ın dinine karşı savaşan, sadece kendi kişisel çıkarlarını ve onları insanların başına musallat eden Batılı efendilerinin çıkarlarını düşündükleri açıkça ortaya çıkmıştır. Kavimlerinin-halklarının payına düşen de, fakirlik, yoksulluk, yoksunluk, yerinden edilme, hapis ve hayatları ve geçim kaynakları üzerindeki kısıtlamalar olmuştur. Hatta hayali bağımsızlıklarını elde ettikten sonra bile durumları değişmemiş, paylarına düşen artmamış, sanayide, eğitimde, sağlıkta, hatta güvenlik düzeyinde bile gelişememişlerdir. İşte tüm bunlar, bu kavmin evlatlarının bedenlerindeki delikler ve yaralar olup her taraftan kuşatılmış ve muhaliflerinin varlığını bahane ederek istedikleri zaman ortalığı kasıp kavuran komşu ülkeler tarafından nüfuz edilen dar bir bölgeye hapsedilmişlerdir. Böylece yaşamları, ticaretleri ve siyasi konumları komşu ülkelerin memnuniyetine bağlı bir hale gelmiştir.

Kerim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌOnu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” şeklinde buyurduğu ne aç bırakan ne de doyuran milliyetçilik serabı ve vehminin peşinde koşan Kürtlerin bugünkü gerçekliği ile yüce İslam dinine derin bağlılıklarının olduğu günlerdeki halleri arasında ne kadar da büyük bir fark vardır.

Bugün hangisi takip edilmeye daha layıktır ey Kürt kardeşim; Allah’a, Allah’ın dinine ve Allah Subhanehu ve Teala’nın metoduna tabi olmak mı, yoksa yöneticilerinizin halklarının çıkarlarını değil de sadece kendi çıkarlarını önemsedikleri size kanıtlandıktan sonra şunun ve bunun yaklaşımına tabi olmak mı?!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yaza
Reyyan Adil – Irak

Devamını oku...

Yahudi Varlığının ve Amerika'nın Gazze'deki Çıkmazı Derinleşiyor Ve Varlığı ve Amerika'nın Bölgedeki Nüfuzunu Yok Etmekle Tehdit Ediyor

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yahudi Varlığının ve Amerika'nın Gazze'deki Çıkmazı Derinleşiyor

Ve Varlığı ve Amerika'nın Bölgedeki Nüfuzunu Yok Etmekle Tehdit Ediyor

Netanyahu hükümeti ile Biden yönetimi arasındaki anlaşmazlık son dönemde şiddetlendi ve Netanyahu’nun Biden’a yönelik eleştirilerinin şiddeti giderek daha da arttı; zira Gazze’ye yönelik savaşın başlangıcında "ertesi gün" olarak adlandırdıkları şeyle sınırlı olan bu durum, bugün Yahudi varlığına açıklanmayan bir silah ambargosu uygulanması suçlamalarına dönüştü. Nitekim ABD’de ve Yahudi varlığında, Netanyahu’nun 24 Temmuz’da Kongre binasında hitap etmek üzere aldığı davetin iptal edilmesine yönelik kampanya ve çağrılar baş gösterdi. Ayrıca Yahudi varlığının savaş Bakanı Yoav Galant’ın üç gündür hâlâ ABD’de olduğu ve Gazze’deki savaşın gidişatını ve bölgeye yansımalarını görüştüğü kaydedildi.

Bu savaşın en belirgin özelliği, bu savaşın Yahudi varlığının savaşı olmadan önce öncelikle Amerika’nın savaşı olması ve aynı zamanda başından beri şu tek sözü söyleyen tüm Batı'nın savaşı olmasıdır: “İsrail’in” kendini savunma hakkı vardır.” Bu savaşta dikkat çekici olan şey, savaş gemileri ve cephanelikleriyle ABD ve Batı’nın askeri varlığının boyutu ve Hamas’ı ortadan kaldırma ve "ertesi gün" dedikleri güne kadar Gazze’yi kontrol etme hedefine gerçekleştirmek için ABD ve Batı’nın askeri, mali ve siyasi desteğidir.

Bu savaşı ilan edenlerin hiçbirinin zihninde, savaşın hedeflerini gerçekleştirme konusunda başarısız olacakları düşüncesi oluşmamış veya tasavvur edilmemişti; oysa kendileri dünyanın en güçlü kuvvetleriyken ve düşmanları da küçük, zayıf ve kuşatma altında olup hiçbir sığınakları, umutları ve çıkış yolları yokken nasıl başarısız olabilirlerdi ki! Bu nedenle başarısızlıkları onlar için şaşırtıcı, öfkelendirici, hatta korkutucuydu. Bu yüzden onlar, hedeflerini gerçekleştirmek için sadece en iğrenç suç ve katliamı işlediler, planlarını değiştirdiler ve hiçbir aldatma, korkutma, yıkma, aç bırakma ve benzeri yöntemleri bırakmayıp kullandılar ama hiçbiri işe yaramadı. Aynı şekilde zaman boş yere uzamış, bölge halklarının ve dünyadaki Müslümanların gerilimi giderek artmaya başladığı gibi savaş ateşi genişlemeye başlamış, Lübnan, Yemen ve Irak’ta gerilim arttığı gibi Yahudi varlığının askerleri ve tesisleri arasındaki kayıplar da artmıştır; bu da savaşı, Amerika’nın hesaplarının dışına çıkıp sonuçları bilinmeyen bir boyuta taşımakla tehdit etmektedir. Dolayısıyla bölgedeki yöneticiler bu durumdan korkmakta ve bu korku Batı’ya ve Amerika’ya kadar uzanmaktadır. Ardından Avrupa’nın bu savaşa ve gidişatına yönelik tutumunda açık bir değişiklik olmuş ve Amerika’nın hedeflerini gerçekleştirme ve eylemlerini kontrol etme konusundaki acizliği ortaya çıkmıştır; bu da onu, savaş politikasını değiştirmeye ve başarısızlığının nedenlerine çözüm bulmak amacıyla eylemlerine ve aşamalarına müdahale etmeye zorlamıştır. Nitekim bu durum, Biden’ın geçtiğimiz 31 Mayıs’ta ortaya çıkan aldatmacalarla dolu girişiminde ortaya çıkmaktadır.

Bu başarısızlık, değişim ve ifşa olma, Amerika’nın bu savaşta çıkmazda olduğuna işaret etmektedir. Bölgede en büyük askeri üssü ve uzun ve vurucu eli olan Yahudi varlığının başarısızlığının, Amerika için çok daha ciddi ve daha büyük bir başarısızlık olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.

Nitekim Amerika ve Batı, savaşın hedeflerini gerçekleştirmek ve ne kadar katliam ve ihlal gerektirirse gerektirsin bunları başarmak ve hiçbir ordunun ya da halkın harekete geçmemesini ya da ayaklanmamasını sağlamak için bölgeye muazzam askeri bir güçle gelmiştir. Dolayısıyla savaşın ilk haftaları ve ayları boyunca, kendi kibirli şartlarına uygun olmayan her türlü durdurma veya ateşkesi kontrol etti ve engelledi. Peki bunun ardından onu geri adım atmaya ve savaşı durduracağını iddia eden ancak hakikatte başarısızlığının nedenlerine çözüm buluncaya ve savaşı yeniden başlatması için şartlar hazırlanıncaya kadar savaşı askıya alan aldatıcı bir girişimin peşinde solumasına sevk eden şey nedir? Şayet aciz ve çıkmazda değilse, o zaman onu, bu durumu kabul etmeleri ve bunun için arabulucular görevlendirilmesi için hem Netanyahu’ya hem de Hamas’a baskı yapmaya sevk eden şey nedir? Sonra tüm bunlara rağmen hâlâ girişimin ihmal edilmiş bir söz olarak kalmaya devam etmesi ve savaştaki her iki tarafın da bunu kabul etmemesi, seçimlerin hızla yaklaşmasının yanı sıra başarısızlık ve acziyet batağına saplanan Biden yönetiminin durumunu daha da karmaşık hale getiren bir durumdur.

Savaş süresinin uzamasına ve Batı’daki iç halk baskılarına, özellikle 20 Mayıs tarihli Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin muhtırasının ve Uluslararası Adalet Divanı’nın 24 Mayıs tarihli kararının ardından bir de uluslararası baskılar eklendi; bu durum, Netanyahu’ya katliamları azaltması ve göstermelik de olsa yardımların girdirilmesi yönünde baskı yapmaya başlayan Amerika’yı etkiledi ve Netanyahu ise bunu homurdanarak karşıladı; bu da devam eden başarısızlık ve artan baskılarla birlikte anlaşmazlıkların birikmesine yol açtı. Böylece Biden, anlaşmazlığın birikmesine neden olan ve Netanyahu’nun Biden ile karşı karşıya gelip onu Yahudi ordusuna silah sevkiyatını azaltmakla suçladığı başarısız girişimleriyle ortaya çıktı.

Hem Netanyahu hem de Biden Gazze’nin kararlılığı nedeniyle bir başarısızlık ve çıkmazın içinde olup onlardan her biri diğerine zarar veren ve hatta onları siyasi olarak yok edebilecek plan ve eylemlerle ilgili bu olanları, bir çıkış yolu olarak görüyorlar; bu nedenle bu anlaşmazlığın içinden çıkmak zorlaşmakta ve daha da kötüleşmektedir. Ayrıca Netanyahu’nun Trump'ın Amerikan seçimlerindeki zaferini desteklemesi nedeniyle anlaşmazlığın şiddeti artmış olup bu da Netanyahu’yu Biden’a meydan okumaya devam etmeye teşvik ediyor. Bunu ise, Ordu Bakanı Yoav Galant’ın ABD’de kabul edilmesi, onun ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Savunma Bakanı Lloyd Austin ve diğer yetkililerle görüşmeler yapması ve sanki bir Başbakanmış gibi Gazze’deki savaşla ilgili her şeyi görüşmesi açıklıyor; zira silah sevkiyatı meselesini, savaşın üçüncü aşamasını, savaş sonrası Gazze’deki otoriteyi, İran partisiyle savaş meselesini ve onayladığını açıkladığı Biden girişiminin hayata geçirilmesini görüşüyor. Aynı şekilde bunu, Hamas’la bir anlaşmaya varıp savaşı durdurmadığı sürece Netanyahu’nun Kongre’de bir konuşma yapmasına karşı ABD ve Yahudi varlığında yükselen sesler de açıklıyor. Tüm bunlar, ABD yönetiminin Netanyahu’ya yönelik tepkisi olup bu da Amerika’nın Netanyaha’nun muhaliflerini desteklemek ve onun varlık ve ordu içindeki otoritesini zayıflatmak için yaptığı baskılar ve tehditlerdir.

Ancak Netanyahu ve Biden arasında Gazze’ye yönelik savaş konusunda yaşanan bu anlaşmazlığın, Hamas’ın ortadan kaldırılması hedefiyle ilgili değil de savaşın eylem ve taktikleri konusunda olduğunu belirtmekte fayda vardır. Dolayısıyla bu, Biden’ın baskısı altında acı çektiği ancak Netanyahu’nun neredeyse hiç aldırış etmediği göstermelik de olsa uluslararası tepkilere yönelik tutumla ilgilidir. Yani Gazze ile ilgili olan ikincil bir anlaşmazlıktır.

Bu anlaşmazlığın ortasında, Gazze'deki misyonunu yerine getirirken Yahudi varlığını korumak için ordularıyla, prestijiyle ve tehditleriyle bölgeye gelen ABD,bu savaştaki sefil başarısızlığının ardından bölge halkının ve Müslümanların Gazze’ye olan desteğini ve onun kararlılığından duydukları gururlarını hissettiği gibi Gazze’yi desteklemeye yönelik motivasyonu da hissetti ve bölgedeki askeri yetenekleri, savaş hazırlıklarını, artan gerilimi, patlama potansiyelini ve kendisine bağlı rejimlerin düşme ihtimalini de gördü ki bu, riskli ve hayati sonuçları olacak olan bir durumdur. Bir de buna, kendi gücünün bölgedeki enerjilere oranının, Yahudi varlığının gücünün Gazze ve enerjilerine yönelik oranından çok daha az olduğu ve kendi ordu ve askerlerinin, Yahudi ordusu ve askerleri gibi korkak ve firari olduğu eklenmiştir. Zira onlar, Allahu Teala’nın kendileri için şöyle buyurduğu kimselerdir: وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَياًةٍ وَمِنَ الَّذينَ أشْرَكُواYemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü ve şirk koşan kimseler olarak bulursun.” [Bakara 96] Bu nedenle ABD yönetimi tehditkâr lehçesini değiştirmekte, savaşın genişlemesini istemediğini tekrarlamakta, savaşın genişlemesinin bölgeyi Yahudi devletinin çıkarına olmayacak bir savaşa sürükleyeceğinden dolayı Netanyahu’nun kibri ve inadıyla yüzleşmekte, savaşın geçici olarak durdurulması için bir anlaşmanın yapılması konusunda ısrar etmekte ve Netanyahu'yu buna zorlamaya çalışmaktadır ki Galant’ın şu anda (Amerika’daki) resepsiyondan istediği şey de budur.

Şüphesiz Amerikan yönetimi bu yeni politikada, Lübnan’daki İran partisinin Gazze’ye yönelik askeri desteğinden ve kendisi ile Yahudi varlığı arasındaki olağan çatışma tablosunu tersine çeviren gerilimi tırmandırmasından faydalanıyor; zira daha önce durum bunun tam tersiyken bugün onun eli Yahudi varlığı üzerinde üstün hale gelmiştir. Ayrıca Amerika, Husilerin tırmanışından ve Iraklı gruplar ile İran'ın, İran’ın Lübnan’daki partisine savaş ilan edilmesi halinde savaşa girecekleri yönündeki tehditlerinden de faydalanmaktadır.

Yahudilerin ve Amerika’nın yalanları ve aldatmacaları arasındaki bu çatışmanın, Yahudi varlığının yöneticilerinin birbirine girmesinin, Gazze'nin kararlılığı, bölgenin hazırlıkları ve gerilimi karşısında Avrupa'nın tutumunun Amerika'nın tutumundan farklılaşmasının ortasında,bundan sonraki olaylara ilişkin beklentilerin de farklılaşması gayet doğaldır.Ancak değişmeyen şey, Amerika ve Yahudi varlığının ciddi bir çıkmazın içinde olmaları ve içinde bulundukları çıkmaza herhangi bir çözüm ya da çıkış yolu bulamamalarıdır. Ancak Yahudi varlığı, varlığı konusunda Amerika’ya muhtaçtır. ABD ise, Netanyahu’nun Refah'tan çekilme, Philadelphia geçiş noktası ve diğerleri gibi korktuğu ve reddettiği şeyleri kabul edeceğine, savaşı uzun bir süre durduracağına, bu sırada Netanyahu’nun sorumlu tutulup kınanabileceğine, Hamas’ın kesin olarak reddettiği şeyleri kabul edebileceğine, esirlerin serbest bırakılması karşılığında Yahudi ordusunun Gazze’deki bazı bölgelerden çekilebileceğine ve bu dönemde de ateşkesin olabileceğine dair yalanları ve zor umutlarıyla bocalayıp duruyor.Bu açık bir aldatmaca olup ABD'nin, tutukluları serbest bırakıp ailelerinin baskısından kurtulduktan, parçalanmış Yahudi ordusunu yeniden inşa edip savaşın başarısızlığının nedenlerini çözdükten sonra Hamas'ı ortadan kaldırmak için savaşa geri dönme niyetinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Amerika’nın bu aradığı şey ulaşılmaz olup bunun için çalışması, ona yolların kapalı olduğunu kanıtlamaktadır.

Amerika’nın isteklerinin ve kendisi için çalıştığı şeyin zorluğunu gösteren şey, Gazze'deki savaştan ayrı olarak İran’ın Lübnan’daki partisi ile Yahudi varlığı arasındaki gerilimin karşılıklı olarak durdurulmasını gerçekleştirme çabalarıdır. Böylece İran’ın partisinin gerilimi durdurmayı veya Gazze’ye destek olarak adlandırdığı şeyi, Gazze’ye yönelik savaşın durdurulmasıyla ilişkilendirdiği ve İran'ın tüm ajanlarının da aynısını yaptığını görmezden geliyor. Zaten İran’ın partisi, Hamas’ı ortadan kaldırmayı başardığı takdirde Yahudi varlığının bir sonraki hedefi olacağını biliyor; nitekim şöyle denilir: “Ben beyaz öküzün yenildiği gün yenildim.” Dolayısıyla Amerika’nın çıkarlarına hizmet eden Hamas’ın ortadan kaldırılması, Amerika’nın yörüngesinde dönen İran’a hiçbir çıkar sağlamayacak, aksine İran’ın Gazze ve Filistin'deki kolunu veya kollarını kestikten sonra dünyadaki en önemli kollarını kesmiş olacaktır. Bu nedenle ABD’nin, Hamas’ı ortadan kaldırma hedefini sürdürürken İran’ın Lübnan’daki partisinin ve diğer İran ajanlarının tırmanmasını durdurmaya ve bölgedeki savaşın kapsamının genişlemesini engellemeye yönelik çabası, uzak bir ihtimal olup bunda hiçbir hikmet ve ciddiyet yoktur ve aynı zamanda da başarısız bir çabadır.

Şöyle bir soru sorulabilir: Dünyanın birinci ülkesi olan Amerika, neden apaçık hilelerle dolu, çelişkilerden arınmamış ve uygulanabilirliği olmayan bir girişimde bulunuyor, neden? Neden kabul edilme veya uygulanma şansı olmayan politikalarını sunmak için Blinken ve Hochstein gibi üst düzey yetkililerini ve politikacılarını bölgeye gönderiyor? Cevap: Bunun nedeni başarısızlığın ve çıkmazın giderek artmasından, çözüm yollarının kapanmasından kaynaklanmaktadır. Bu da Amerika’nın tahtının sarsılmasını, daha şiddetli bir şekilde artırıyor.

Bu nedenle Allah daha iyisini bilir büyük bir ihtimalle, Amerika’nın Gazze'deki başarısızlığı pekişecek ve bunun da bölge ve dünya üzerinde olumlu yansımaları olacaktır. Dolayısıyla Amerika’nın bu çıkmazdan kesinlikle bir çıkış yolu yoktur; ancak Gazze ve dünyadaki çıkmazlarını iyi bir şekilde yönetebilirse, bölgedeki yenilgisini geciktirebilir. -Allah daha iyisini bilir- şu anda onun için en az tehlikeli çıkış yolu, Gazze’ye yönelik savaşı nihai olarak durdurmak, üvey evladını bunu yapmaya ve hayal kırıklığına uğrayan kuyruklarını sürükleyerek onu buradan çıkmaya zorlamak ve her iki tarafın da başarısızlığını ve yenilgisini ilan etmektir.

Gazze halkının, her müminde hayret ve gıpta uyandıran büyük fedakârlıklarına, sabırlarına ve umutlarına gelince; bu onlar ve diğer Müslümanlar için bir hayır olup eşi ve benzeri az olan bir cihatta, sayı ve teçhizat bakımında az olan, kararlı, sabırlı ve Allah’ın kazasına razı olan bir grubun Aksa Tufanı operasyonunda somutlaşan imanın bereketlerindendir. Zira dünya Müslümanlarının onları ellerinden geldiğince desteklemesini, acziyetlerine ve güçsüzlüklerine rağmen onlara yardım etmeyi arzulamalarını, bu savaşın çemberinin genişleyebileceğinin, kitlelerin ve lejyonların harekete geçebileceğinin ve Yahudi varlığını kökünden söküp atmak, Amerikan ve Batı hegemonyasını ortadan kaldırmak için insanın aklına gelmeyecek bir şekilde enerjilerin harekete geçebileceğinin habercisi olarak görüyoruz; bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينAma bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” [Ankebut 69]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER