Çarşamba, 30 Safer 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Filistin Asla Demokrasi Oyunu Oynayarak Kurtulmayacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Filistin Asla Demokrasi Oyunu Oynayarak Kurtulmayacaktır!

Haber:

İngiltere parlamento seçimleri 4 Temmuz'da yapıldı ve İşçi Partisi’nin ezici bir zaferiyle sonuçlandı.650 sandalye arasından Filistin yanlısı beş bağımsız milletvekili seçildi.Birleşik Krallık’taki birçok Müslüman ya taktiksel oy kullanarak ya da Filistin yanlısı bağımsız adayları destekleyerek demokratik sürece katıldı.Bunun amacı, gelecekteki herhangi bir İngiliz hükümetine Gazze'deki katliamları durdurmak için daha fazla çaba göstermesi yönünde baskı yapmanın yanı sıra Müslüman karşıtı ana siyasi partilere Siyonist işgali destekleyen tutumlarına ilişkin bir mesaj göndermektir. Bu yıl, Amerika da dahil olmak üzere birçok ülkede yeni liderlerin, parlamenterlerin ya da siyasi temsilcilerin seçileceği küresel bir seçim yılıdır. Birçok Müslüman, Gazze’de akan kanı durdurmak ve Filistin’deki kardeşlerine destek olmak için bir şeyler yapabilecekleri umuduyla bu ülkelerdeki demokratik sürece katılıyor.

Yorum:

Müslümanlar olarak bizim, bu soykırımı sona erdirme ve Filistin’i bu cani işgalden kurtarma hedefimiz sadece insani bir hedef değildir, aksine katledilenlerin Müslüman kardeşlerimiz ve bacılarımız olduğuna dair imanımızdan ve akidemizden kaynaklanan bir hedeftir. Zira bizim, onların yaşadıkları zulüm durumunu ortadan kaldırmak gibi İslami bir vacibimiz vardır. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez.” Mesele bu şekilde olduğuna göre o zaman Gazze’deki soykırıma ve Filistin’in işgaline yönelik aradığımız çözüm de aynı şekilde kesinlikle dinimizden kaynaklanması gerekir. Ayrıca Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَAralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulü’ne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” [Nur 51] Yani Müslümanlar olarak bizim -dünya ve ahiretteki- başarının, sadece Rabbimizin emirlerine, hükümlerine ve sınırlarına itaat etmekle gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.

Bizim anlamamız gereken şey, bu demokratik seçimlerde oy vermenin sadece bir siyasi temsilciye oy vermek değil, aksine insanları yönetmeye yönelik siyasi bir model olarak bizzat demokratik sistemin doğruluğunun kabulüne oy vermek olduğudur. Dolayısıyla bu, başkalarının ona göre yaşamaları için insana kanun yapma hakkını onaylayan bir oylamadır; oysa İslam’da, egemenlik sahibinin sadece Allah Subhanehu ve Teala olduğu ve insanlık için kanunları ve sınırları koyma hakkının sadece O’na ait olduğu gayet açıktır; zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِHüküm sadece Allah’a aittir.” [Yusuf 40] Yani tüm hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu vurgulamaktadır; yine Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَSonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin arzularına uyma.” [Casiye 18]

İngiltere, Amerika ve diğer ülkelerdeki bu demokratik seçimlerde oy kullanmak,ya vahşi Yahudi varlığının inşa edilmesinde, korunmasında ve güçlendirilmesinde önemli rol oynayan ya da bu soykırımın gelişmesine izin vermekte ihmalkâr davranan rejimlere meşruiyet kazandıran bir oy kullanmadır. O halde demokratik seçim sistemine dahil olmak, Müslümanlara Filistin'in kurtarılmasında veya dünya ve ahiretteki başka herhangi bir konuda nasıl başarı sağlayabilir? Nitekim Kureyş, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Mekke’deki İslami olmayan siyasi sisteme lider olma fırsatını teklif etti ancak o bunu reddetti. Ayrıca Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam’a dayalı bir devlet kurmak için Arap kabilelerinden nusret talep ettiğinde, Beni Âmir bin Sa’saa, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e istediği yardımı sunmaları durumunda ondan sonra emrin (yönetimin) kendileri için olmasının mümkün olup olmadığını sorunca Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu reddetti ve şöyle dedi: إِنَّ الأَمْرَ للَّهِ يَضَعُهُ حَيْثُ يَشَاءُEmir/yönetim, Allah’a aittir. Onu dilediğine verir.

Bütün bunlar, İslam’ın, İslami olmayan herhangi bir sisteme katılmayı, onu temsil etmeyi veya ondaki siyasi otoriteye ortak olmayı reddettiğini kanıtlıyor. Dolayısıyla haram bir şeye katılmaktan, ne gibi bir hayır gelebilir ki?

Tüm bunların yanı sıra Yahudi varlığının varlığını sürdürmesi gibi sömürgeci projelere destek vermekten vazgeçmek için sömürgeci bir sisteme katılma inancı, tamamen akıl dışı bir inançtır. Zira en başta sorunu ortaya çıkaran sistemlerden nasıl çözüm bekleyebiliriz ki? Batı’daki ve diğer yerlerdeki kapitalist rejimler, dış politikayı ahlak temelinde, hatta kendi halklarının kamuoyu temelinde bile formüle etmezler, aksine öncelikle kâr, ekonomik çıkarlar ve dünya ülkeleri üzerinde hakimiyet ve nüfuzu koruma dürtüsü temelinde formüle ederler. Bu nedenle bir avuç Filistin yanlısı parlamento üyesini seçmenin veya Siyonist karşıtı bir Müslümanın protesto oyunu kaydetmenin, Gazze’deki her şeyi etkileyebileceği inancı, hayali bir inançtır. Nitekim 2003 yılında, İngiliz hükümetinin Irak’a savaş açma kararını protesto etmek için Londra'da İngiliz tarihinin en büyük gösterisi düzenlenmişti. Bu gösteriye 1,5 ila 2 milyon kişi katılmıştı ancak o zamanki İşçi Partisi hükümeti onları görmezden gelmişti. Dolayısıyla yürüyüşler ve daha geniş kapsamlı savaş karşıtı hareketler bu savaşı durdurmada başarılı olamadı;çünkü demokratik sistem, her zaman siyasi gücü ve ekonomik zenginliği elinde bulunduranları kayıran sahte bir sistemdir. Dolayısıyla dünyadaki olayları ahlaki ve adil olan yönünde etkilemek için bu sahte demokratik oyunu oynamaya çalışmak, her zaman başarısızlığa yol açacaktır.

Gerçek değişim, yozlaşmış sistemlerin içinde çalışarak değil, onların dışında çözümler arayarak elde edilir. Bu yüzden Müslümanlar olarak bizim, her konuda olduğu gibi Filistin’in kurtuluşunun da sadece dinimizden çözümler aradığımızda gerçekleşebileceğinin farkına varmamız gerekir. Bu çözüm ise Allah Subhanehu ve Teala’nın sistemini, yani Müslüman ülkelerde Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmaktır; zira bu, İslam’ın ve Müslümanların maslahatlarını samimiyetle savunan tek nizam ve devlettir. Zira nerede olursa olsun Müslümanları savunmak ve işgal altındaki tüm İslam topraklarını kurtarmak için ordusunu seferber edecek olan sadece bu devlettir. Bunun pratiği olmadığını, hatta imkânsız olan bir hedef olduğunu söyleyenlere sormak istiyorum: Allah Subhanehu ve Teala’nın emrettiği herhangi bir şeyin nasıl pratiğinin olmadığı düşünülebilir?! Dahası değişimin, sömürgecilerin ve onların yozlaşmış rejimlerinin oy sandıkları aracılığıyla sağlanabileceği inancının pratiklik boyutu nedir?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma Sıddık

Devamını oku...

Hicret, Sadece Mekânsal Bir Olay Değildir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hicret, Sadece Mekânsal Bir Olay Değildir!

Kerim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’den Medine’ye intikal etmesi, belki de Nebi Sallalahu Aleyhi ve Sellem’in bisetinden (peygamberliğinden) sonra İslam’daki en büyük olaylardan biridir. Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İslam risaletiyle gönderilmesinin ardından hicretten daha büyük bir olay olmamıştır; çünkü hicret, bu risaletin bir devlette uygulanması ve bu devletin bu risaleti davet ve cihat yoluyla yayması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla hicret, Allah’ın dinini yeryüzünde güçlendirmiş ve Müslümanların Mekke’de yaşamış oldukları zayıflık, aşağılanma ve zillet durumuna son vermiştir. Böylece zilletten izzete, tebalıktan yöneticilik, zayıflıktan güçlülük, tabiiyetten egemenlik durumuna geçilmiştir.

Bu nedenle cihat, Medine’ye hicret yolunda farz kılınmıştır; zira bu sırada savaş hakkındaki şu ayet nazil olmuştur: أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌKendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.” [Hac 39] İbn-i Abbas ve İbn-i Cübeyr şöyle dediler: “Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’ye hicreti sırasında nazil olmuştur.” Peki ordu ve savaş olmadan nasıl egemenlik sahibi bir devlet olacaktı ki?! Nitekim cihad, cihad, ordu ve bu ikisiyle ilgili hükümler ve kanunlar başta olmak üzere siyasi bir devletin faaliyetleriyle ilgili hükümlere hazırlık yapmak için İslam Devleti’nin kurulmasından günler önce farz kılınmıştır; bu ise, yaratıcının azametini, ilahi tanzimin dakikliğini ve dünya işlerinin tanzimine yönelik ilahi dikkati gösteriyor. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَGerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.” [Araf 52]

Hicretle ilgili hususlar, ibretler, hikmetler ve münasebetler o kadar çok fazla ki bunları böyle bir makalede sıralamak imkansızdır; bilakis hicretin hakkını vermek için ciltler dolusu kitaplara ihtiyaç vardır. Ancak ben bu makalede, hicretten sonra gerçekleşen olayların en önemli olanlarını zikretmekle yetineceği ki onlar şunlardır:

Medine’deki Müslümanların, o dönemdeki dünyanın tüm ülkelerinden fikri ve siyasi olarak özgürleşmesi ve tamamen vahiy kaynaklı yeni bir fikri ve siyasi sistemi uygulamaları. Bu nedenle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Yesrib’de (Medine) kurduğu ve Allah’ın onunla yeryüzünü nurlandırdığı ilk İslam Devleti’ndeki fikri ve siyasi bağımsızlık mefhumunu pekiştirmek için ayetler art arda inmeye başlamıştır. Bu ayetlerden üçü Al-i İmran suresinde geçmekte olup onlar şunlardır:

1- وَدَّت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَEhl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar.” [Al-i İmran 69]

2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقاً مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَEy iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler.” [Al-i İmran 100]

Münasebetü’l nüzul: Evs'ten bir adam ile Hazrec'ten bir adam oturup konuşuyorlardı; onlarla birlikte bir de Yahudi oturuyordu ve onlara, birbirlerine sövüp kavga edinceye kadar aralarında geçen günleri ve düşmanlığı hatırlatıp durdu. Dedi ki: Bu kendi kavmini, bu da kendi kavmini çağırsın; bunun üzerine silahla dışarı çıktılar ve birbirlerine karşı saf tuttular. Dedi ki: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem o gün Medine’deydi; nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi ve onları sakinleştirmek için her iki tarafın arasında dolaşmaya başladı ki böylece geri döndüler ve silahları bıraktılar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, bu konuda şu kavlini: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقاً مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَEy iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız”, şu kavline kadar indirdi: وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌİşte onlar için büyük bir azap vardır.” [Al-i İmran 105]

3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُواْ خَاسِرِينَEy iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” [Al-i İmran 149]

Yani: Şayet Yahudiler ve Hristiyanlar gibi farklı millet ve taifelerden olan kafirlere ve müşriklerin taifelerine itaat ederseniz, يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْSizleri gerisin geriye (eski dininize) döndürürler”, yani sizi tekrar küfre döndürürler, sizleri Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği hidayetten saptırırlar ve فَتَنْقَلِبُواْ خَاسِرِينَhüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz”, böylece dünyada da, ahirette de muhakkak hüsrana ve helake dönersiniz demektir.

Yine Kur’an’ın başka yerlerinde ve surelerinde, devletin fikri ve siyasi egemenlik anlayışını ve onun siyasi karar alma bağımsızlığını pekiştiren başka ayetler ve sureler de yer almıştır ki bunlardan, Ahzab suresinin birinci ve ikinci ayetleri olmak üzere iki ayet zikredeceğim:

1- يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ إِنَّ اللهَ كَانَ عَلِيماً حَكِيماًEy peygamber! Allah’a itaatsizlikten sakın, açık ve gizli inkârcıların sözünü dinleme, Allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.” [Ahzab 1]

2- وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ إِنَّ اللهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًاRabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” [Ahzab 2]

Böylece İslam, bir Müslümanın ehl-i kitaba ve müşriklere itaatini haram kıldığı gibi, münafıklara da itaatini haram kılmıştır. Böylece de bir Müslümanın gayrimüslimlere karşı isyan çemberini, ehl-i kitabı, müşrikleri ve münafıkları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. Bu şekilde Müslümanlar, diğer insanların dışında ve kafirlerin, münafıkların ve ehl-i kitabın dışında bir ümmet olmuştur. Bu yüzden Müslümanlar, siyaset işlerinde ve dinleri hususunda Rablerinin dinine tabi oluyorlar ve ehl-i kitaba, müşriklere ve münafıklara isyan ediyorlar; dolayısıyla Medine Vesikası’nın en önemli maddelerinden biri Müslümanların diğer insanlar dışında bir ümmet olmaları olduğu gibi devletteki en önemli hususlardan biri de İslam akidesinden sonra Müslümanlar nezdinde siyasi karar alma bağımsızlığıdır ki böylece kâfirlerin Müslümanlar üzerinde hiçbir otoritesi olmasın; zira Allahu Teala Nisa suresinde şöyle buyurmuştur: وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًاAllah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141]

Bugün Müslümanların büyük sömürgeci ülkelere olan bağımlılığı ve sömürgecilerin Müslüman ülkelerin başındaki yöneticiler üzerindeki kontrolü nedeniyle, sayıları iki milyarı bulan ümmetimiz, Gazze’de dokuz aydır devam eden katliamı durdurmaktan aciz kalmıştır; çünkü ümmetimiz 55’ten fazla ülkeye bölünmüş olup her bir ülkede, anayasa, kanun, siyaset, yargı ve medya olarak kâfirlerin otoritesi bulunmaktadır! Dolayısıyla Müslümanlar, siyasi birlik ve tek bir bağımsız siyasi karar olmadığından bölünüp dağılmıştır!

Hicret; Müslümanların Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmeleri, yani Daru’l Küfür’den Daru’l İslam’a hicret etmeleri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla hicret, sadece bir yerden başka bir yere göç değildir; aksine siyaset, ekonomi, toplum ve diğerleri gibi devletin her alanında İslam akidesine dayalı siyaset ve devlet hükümlerine hicrettir. Böylece Müslüman, kendi beldesinden Medine’ye hicret etmiş, onunla birlikte küfür kanunlarını ve hükümlerini de terk etmiş ve Medine-i Münevvere’de yeni İslam kanununa bağlı kalmıştır. Dolayısıyla hicret, sadece mekânsal bir olay değildir; aksine devlet ve toplum için egemenliği, adaleti ve rehberliğin gerçekleştiği ve bu sayede İslam’ın dünyanın dört bir tarafına taşındığı yeni ve ayrıcalıklı teşri bir olaydır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Memduh Ferec

Devamını oku...

Müslümanları, Zulme ve Şiddete Karşı Teşvik Kampanyası!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Müslümanları, Zulme ve Şiddete Karşı Teşvik Kampanyası!

Haber:

Bu yılın 4 Temmuz’unda Taşkent’teki 23 eski siyasi mahkûm hapis cezasına çarptırıldı. Onlardan on beşi 7 ila 14 yıl hapis cezasına ve cezalarını da özel ceza infaz kurumunda çekmeye mahkûm edildi. Bu on beş gence verilen cezalar aşağıdaki şekildedir: Mahmudov Dilmorod, Tulaganov Mirzahad ve Ahunganov Amed’e 7 yıl, Rahmetov Anver, Mirzahmedov Otabek, Ali Mahmudov Aziz, Nizamov Murad ve Mamurov Dilmurod’a 12 yıl, Abdullah Zabihullah, Hikmatov Fahreddin, Yuldaşev Anorgon, Mirza Ahmadov Maşrab, Aşrabov Sadreddin ve Şamsiyev Alem'e 13 yıl ve Fazılbekova Davronbek'e 14 yıl. Ayrıca ülkenin farklı bölgelerinden 19 eski siyasi mahkûm tutuklanarak başkent Taşkent’e nakledilmiş olup halen sorgulamaları sürüyor.

Yorum:

Bu uzun yıllar süren hapis cezalarına çarptırılanlar ve soruşturmaları devam eden kişiler, tiran Kerimov rejiminin baskı makinesinin kurbanlarıdırlar. Müslümanlara karşı aşırı düşmanlığıyla bilinen kana susamış Kerimov ve o dönemdeki Amerikalı efendileri, bu gençlerin ülkemizde İslam davetini taşımaları hiç hoşlarına gitmiyordu. 1999 yılında, Kerimov rejiminin Taşkent’te düzenlediği bombalamaların ardından binlerce Hizb-ut Tahrir’li erkek ve kadın genç tutuklanarak uzun yıllar hapis cezasına çarptırıldılar. Onlardan bazıları, yukarıda adı geçen gençlerdir. Örneğin dün 14 yıl hapis cezasına çarptırılan Fazılbekov Davronbek, daha önce de hayatının 21 yılını ağır şartlara sahip cezaevlerinde geçirmişti. Ayrıca Şamsiyev Alem 19 yılını, Hikmatov Fahreddin 19 yılını, Mirzahmedov Otabek 20 yılını, Mahmudov Dilmurod 19 yılını ve Mamarov Dilmurod 22 yılını ağır koşullara sahip çeşitli cezaevlerinde geçirdiler... Dahası onlar, yıllar içinde birkaç kez yeni hapis cezalarına çarptırıldılar...

Kerimov döneminde tutuklanan binlerce genç, sorgulama sırasında ve ceza infaz kurumunda akıl almaz psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldılar. Bu işkenceden bazıları, toplu dayak, anüse sopa sokmak, tırnak altına iğne batırmak, tırnak makası ile meme ucunun başını kesmek, vücudun üzerine kaynar su dökmek ve saatlerce hareket etmeden demir bir yatağa bağlanmaktır... O dönemde bu kadar vahşi ve insanlık dışı işkenceler en ağır suçlulara, hatta katillere bile uygulanmıyordu; dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu da zulme uğrayan Müslümanların sürekli olarak namaz ve oruç gibi ibadetlerden mahrum bırakılmalarıdır. Bunun amacı ise Allah’ın kelimesini yüceltmek için vacip olan çalışmayı engellemek, gençleri Hizb-ut Tahrir'den uzaklaştırmak, onu kınamak, hatta onları, partiye ihanet etmeye zorlamaktır. Bu şekilde onlar, “doğru yola” tabi olduklarını ve “yabancı fikirlerin” etkisinden çıktıklarını ispatlamış olacaklardı!

Kayda değerdir ki Kerimov rejimine hizmet eden paralı imamlar da, bu meselede özel bir rol oynamışlardı. Zira bu imamlardan oluşan gruplar Özbekistan hapishanelerindeki parti üyeleriyle bire bir görüşmeler yaparak onların “yanlış yoldan” dönmelerini istediler ve kimin dönmeye meyilli, kimin hala “inatçı” olduğuna dair ayrıntılı raporlar hazırlayarak bunları ilgili servislere sundular. Bu tür raporların ardından, birçok kararlı genç işkence altında şehit edildi, işkence izleri taşıyan cesetleri ailelerine teslim edildi ve suçlu Kerimov rejiminin suçlarını gizleyebilmek için bu cesetleri derhal defnetmeye zorlandılar. Nitekim bu suçlu rejim tarafından uygulanan baskı ve şiddet nedeniyle birçok aile parçalanmış ve binlerce dindar Müslüman, hain, halk düşmanı, aşırılık yanlısı ve terörist olarak teşhir edilmiştir!

Şu anda bu eşi benzeri görülmemiş baskı ve şiddeti hatırlatmamızın maksadı, Mirziyoyev rejiminin de son zamanlarda aynı politikayı izlemeye başlamış olmasıdır. Şüphesiz Özbekistan hükümetinin böylesine aşağılık bir eylemi gerçekleştirmesinin nedeni, Rusya ve Amerika gibi sömürgeci ülkelerdeki "büyük efendilerini" memnun etmek içindir. Ancak Hizb-ut Tahrir, onların boğazlarında bir diken olarak kalmaya devam edecektir. Bu nedenle onlar, İslam beldelerindeki ajan yöneticilerden, partiyle (Hizb-ut Tahrir) savaşmaya devam etmelerini talep ediyorlar; çünkü parti, İslam ümmetini, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaya davet ediyor. Şüphesiz bu güçlü ve ideolojik devlet ortaya çıkarak mevcut uluslararası sistemin köklerine darbe indirecek ve zenginliklerle dolu İslam topraklarına sülük gibi yapışan sömürgeci kafir ülkelerin atardamarlarını kesecektir. Ayrıca bu devlet, Yahudi varlığını da mübarek Filistin topraklarından söküp atacağı gibi Mescid-i Aksa’yı ve Gazze’yi de kurtaracaktır.

Dolayısıyla Özbekistan’da eski rejimin uyguladığı baskı makinesinin yeniden ortaya çıkmasına karşı sessiz kalınamaz. Bu kadarı yeter! Aslında Müslüman halkımız ve tüm İslam ümmeti şunu söylemelidir: “Yeter artık!” bugün tanık olduğumuz baskı ve şiddete. Artık cevap vermenin zamanı geldi! Haydi ailelerin bir kez daha parçalanmasına ve masum ve dindar kişilerin uydurma suçlamalarla yıllarca mahsur bırakılmasına karşı sesinizi yükseltin!

Nitekim Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi şu başlıkta küresel bir kampanya başlattı: “Ey Ümmet; Özbekistan’daki Siyasi Mahkumlardan Bir Çağrı!" Ey Müslümanlar! Bu küresel kampanyaya sizlerde katılın! Onları destekleyin ve mazlumları desteklemek için elinizden geleni yapın!

Özbek rejimine, ülkenin dini idaresinde, yargı cihazında ve güvenlik aygıtındaki yüksek ve düşük mevkilerde bulunan herkese bir kez daha hatırlatıyoruz ki, bu mazlum insanlara eziyet etmenin sonuçları, her iki dünyada da alçaklığa ve sefalete yol açacaktır! Tıpkı Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu gibi: الظُّلْمُ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِŞüphesiz ki zulüm, kıyamet gününde karanlıklar (olacak) dır.” O halde ondan uzak durun! Ve Allahu Teala’nın şu kavlini tedebbür edin:  وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَZulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227] Ve bir süre sonra bile olsa hakkın muzaffer olacağını ve zulmün ve şiddetin de utanç verici bir hezimetle sonuçlanacağını asla unutmayın! كَتَبَ اللهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” [Mücadele 21]

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

Ey Müslümanlar: Özbekistan’daki Kardeşleriniz… Yine Sizlerden Yardım İstiyorlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ey Müslümanlar: Özbekistan’daki Kardeşleriniz… Yine Sizlerden Yardım İstiyorlar!

Haber:

Özbekistan yetkilileri, Hizb-ut Tahrir gençlerini, hanımlarını taciz etme ve ailelerine işkence etme tehdidi altında suçlarını itiraf etmeye zorlamalarının ardından, asılsız suçlamalarla ömürlerinin yarısını orada geçirdikleri cezaevine geri gönderiyorlar.

Yorum:

Orta Asya: Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan ve Doğu Türkistan, İslam'ın ve Müslümanların en büyük şehirlerinden olup ilmin, alimlerin ve kahraman mücahitlerin beşiği ve İslam’ın en izzetli beldelerindendir... Bu yüzden İslam düşmanları, buraların tekrar ümmetin kucağına geri dönmesine karşı çıkıyorlar, halkının sırf imanın ve İslam’ın esintilerini solumasından dolayı onlara fenalık geliyor, halkının sırf İslam’a özlem duyması onları korkutuyor ve bunları unutturmaya ve coğrafi ve siyasi duvarlara hapsetmeye hırs gösteriyorlar.

Ey Müslümanlar, İslam tarihinde Buhari, Tirmizi, Hârizmi, Marûzi, Semerkandi ve Fergani gibi önemli şahsiyetleri okuduğunuzda... Dahası Moğolları ve Haçlıları yenilgiye uğratan ve Bağdat'ta yıkıldıktan sonra Kahire'de Hilafeti yeniden canlandıran mücahit komutan Zahir Baybars’ı işitip okuduğunuzda, şüphesiz sizler Maveraünnehir beldesi olan bu beldenin doğurduğu bayrakları işitiyor ve okuyorsunuz.

Müslümanların gönüllerinde taht kuran bu ülke, yüz elli yılı aşkın bir süre Çarlık Rusya’sının işgali altında kalmış, Sovyetler Birliği'nin kurulmasından sonra ateist ve vahşi komünizmin esiri olmuş ve böylece İslam’ın izleri silinmiştir; dolayısıyla eski dönemlerdeki atalarının, bu İslam’ın anlamı hakkında hiçbir şey bilmeden Müslüman olarak adlandırılmaları dışında nesiller İslam hakkında hiçbir şey bilmeden büyüdükten sonra İslam’ın adı neredeyse yok olup gitti! Bu korkunç yabancılaşmaya rağmen, Sovyet sistemi, onun komünizmi ve demir duvarları yıkılır yıkılmaz baş döndürücü bir hızla dinlerine geri dönmeye başladılar. Komünizm sonrası Rusya Federasyonu’nda Ortodoks Kilisesi’ne gösterilen büyük özene ve onun toplumdaki ihtişamını ve rolünü yeniden canlandırma çabasına rağmen,Orta Asya’nın İslam beldelerindeki komünistlerin kalıntılarını reddettiler ancak onlar, bir hayat, toplum ve yaşam biçimi inşa eden gerçek İslam’ın özelliklerini sildiler. İşte bu suçluların en öne çıkanı, sahte bir şekilde “İslam Kerimov” olarak anılan Özbekistan’ın ölen Cumhurbaşkanıdır; zira o, komünist ve Yahudi kökeninden dolayı içinde İslam’a olan nefretini biriktiren bir kindardır. Çünkü çeyrek asır boyunca bu tiran, hem kendisinin, hem de efendisi Putin’in uykularını kaçıran İslam’ın her tezahürüne karşı savaş başlattığı gibi ekolleri ve mensubiyetleri ne olursa olsun İslam davetini taşıyan herkese, şerî kıyafetlere, Kur’an ve şeriatı öğreten okullara karşı bir kampanya başlattı. Nitekim onun cürümlerine en çok maruz kalanlar, gerek fikirlerinin gücüyle, gerekse komünizm ile kapitalizme alternatif olarak İslam’ı bir hadarat projesi ve bir yaşam biçimi olarak ifade etmelerindeki netlikle öne çıkan Hizb-ut Tahrir gençleri olmuştur. Zira o, onlara (Hizb-ut Tahrir gençleri) saldırmaya, onları tutuklamaya, yerlerinden etmeye, işkence etmeye, kemiklerini kırmaya, vücutlarını yakmaya, derilerini yüzmeye ve karınlarını parçalamaya başladı...

Bu vahşi uygulamalardan en hafif olanı, onlardan yüzlercesinin, çoğu yirmi yıldan az olmamak üzere en iğrenç ve insan onurunu en aşağılayıcı bir şekildeki cezaevlerinde uzun hapis cezalarına muhkem edilmeleridir!

Bu tiran 2016 yılında öldü ve onun yerine, selefinin işlediği insan hakları ihlallerini onaylamadığını, bunları durduracağını, hukuka ve kamu özgürlüklerine saygı çerçevesinde yeni bir aşamaya geçeceğini ilan eden Cumhurbaşkanı Mirziyoyev geçti. Bunun üzerine insanlar çok sevindiler ve rahat bir nefes aldılar; ancak çok geçmeden insanlar, bu açıklamaların sadece bir serap ve vehim olduğunu fark ederek şok oldular.Ömrünün yarısını cezaevlerinde geçiren, cezaları bitince serbest bırakılan -ki hatta birçoğu, cezalarını çektikten sonra cezaları yenilenen- Hizb-ut Tahrir gençleri, kısa bir süre sonra yeniden soruşturmaya tabi tutulduklarını, işlemedikleri suçları itiraf etmeye zorlandıkları gibi önceden hazırlanmış itirafları onaylamamaları halinde kadınlarını taciz etme, çocuklarını tutuklama, ailelerine işkence etme tehdidi altında yeniden cezaevlerine ve hücre odalarına yerleştirilecekleri önceden hazırlanmış itirafları imzalamaya zorlandıklarını gördüler!

Bu suçlular, bu Müslüman ülkelerin kafir uluslararası sistemlere bağımlılığını kabul eden Müslümanların başındaki herhangi bir yönetici tarafından kendilerine yönelik en ufak bir şekilde hesap sorulacağını veya en ufak bir suçlama yapılacağını beklemiş olsalardı bu suçlarına devam edemezlerdi. Ancak bizzat kendi gözleriyle gördükleri halde, yok edilen, on binlercesi öldürülen, ülkelerinden ve ordularından bir taş atımı uzaklıkta olduğu halde evleri yeryüzünden silinen Gazze halkını yüzüstü bırakan, hatta onlara düşman olanlarla gizli iş birliği yapan bu yöneticiler, onlara nasıp hesap sorabilirler ki?! Bilakis onlar, daha önce de Çin’in işgal ettiği ve halkına en korkunç eziyetleri yaşattığı Doğu Türkistan’daki Türkmen komşularının da yüzüstü bırakıldıklarına şahit olmuşlardı ve diğerlerine, diğerlerine…

Bütün bu olup bitenler -ki bunların büyük bir kısmı hiçbir insan tarafından duyulmamıştır- bu ümmetin, kendisi için sığınabileceği, kendisini ve halkını koruyabileceği, kendinin ve namusunun güvende olacağı, arkasında savaşacağı ve düşmanlarına karşı korunacağı bir kalkan olacak bir bina inşa etmedikçe düşmanlarının kötülüğünden, onun kendisini istismar etmesinden ve zayıflatmasından kurtulamayacağını teyit etmektedir; bu bina ise kendilerinin ona ait oldukları ve onun da kendilerine ait olduğu Raşidi bir devlettir. Zira o devlette, hakimiyet, iktidar ve korkuya, öldürmeye ve yerinden edilmeye karşı güven olduğu gibi onda güven ve huzur içinde Allahu Teala’ya ibadet edecekler, düşmanlarıyla cihad etmek ve gasp edilen topraklarını kurtarmak için harekete geçecekler ve İslamlarını, bir hayır ve nur risaleti olarak tüm dünyaya yayacaklardır.

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Kasas

Devamını oku...

Senin İmanının Bedeli Nedir? Kafir Birinin Küfür Üzerine Ölmesinin Bedeli Nedir?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kitapla Birlikte

Senin İmanının Bedeli Nedir? Kafir Birinin Küfür Üzerine Ölmesinin Bedeli Nedir?

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَى بِهِ أُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَŞüphesiz ki, kim kâfir olursa ve kâfir olarak ölürse yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verse dahi asla kabul edilmeyecektir. Onlar için pek acılı bir azap vardır. Onların hiç yardımcıları da yoktur.” [Al-i İmran 91]

İbn-i Aşur’un bu ayetle ilgili tefsirinde şöyle geçmektedir:

“Küfürleri üzere ölen kâfirlerin durumunu anlatarak başlamak, kâfirlerden bir grubun, küfür içlerinde pekişip onlar için bir alışkanlık haline gelinceye kadar küfürlerini tekrarlayıp durmaları hükmünden kaynaklanmaktadır. Şayet bir önceki ayette, küfrü artanlar ve küfür üzere ölenler kastedilmişse, o zaman bu ayet, ilk lafzı teyit etmek şeklinde olup bunun üzerine ayetin şu kavlini inşa etmek için tekrarlanmıştır: فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًاYeryüzünü dolduracak kadar altın onlardan asla kabul edilmeyecektir.

فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الأرْضِ ذَهَبًاYeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verse dahi asla kabul edilmeyecektir” ayetinin anlamı, bu dünyadaki fidye vermeyi kabul etmeyi reddetmenin kastedilmediğini göstermek için ahirette fidye olarak verecekleri hiçbir şey onlardan asla kabul edilmeyecektir demektir. Bunun nedeni onların kâfirler olarak ölmüş kimseler olarak nitelendirilmelidir. “المِلْءُ – el-Mil’u” kelimesindeki “Mim” harfinin esre olarak gelmesi, bir kabı dolduran şey anlamındadır; dolayısıyla sözlerindeki yeryüzü dolusu, ulaşılması imkansız olan bir bolluktan kinayedir; çünkü yeryüzü, takdir edilen varlıklardan hiçbir şey ile doldurulmaz; dolayısıyla bu, çöl kumlarının sayısı ve çakıl taşlarının sayısı şeklindeki sözleri gibidir; dolayısıyla altın değerli olduğu, insanların onu elde etmek için rekabet ettiği ve onu cömertçe veren kimsenin ihtiyacını kabul ettiği için bu miktar, “altın” olarak karakterize edilmiştir.

وَلَوِ افْتَدَى بِهِfidye verse dahi” kavli, hal durumunda olan bir cümledir ve “الواوُ – el-Vâv”, hal vâvıdır; yani fidye olarak vermenin varsayıldığı bir halde olsa bile onlardan kabul edilmeyecektir demektir.

وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَOnların hiç yardımcıları da yoktur” kavli, onlardan zengin olanların hallerinin nefyini tamamlamak içindir; çünkü bir şeyi alınan bir kişi, malından fidye olarak verebilir, kefaletine güvenilen bir kimse ona kefil olabilir veya sözü dinlenen bir kişi ona şefaatçi olabilir; dolayısıyla kefil olan ve şefaatçi olan herkes, bir yardımcıdır. (İbn-i Aşur’un tefsiri bitti)

Küfrün ve imanı terk edenin bedeli işte budur! Dolayısıyla şayet dininin bedelinin ve imanının bedelinin ne olduğunu bilmek istiyorsan, o zaman bu ayetten bir ders çıkarmalısın; zira kâfir olarak ölenlerden, yeryüzü dolusu altın dahi kabul edilmeyecektir. Zira ayetin sonundaki yorum, en önemli bir kapı olan şefaati kapatmak için gelmiştir; “çünkü bir şeyi alınan bir kişi, malından fidye olarak verebilir, kefaletine güvenilen bir kimse ona kefil olabilir veya sözü dinlenen bir kişi ona şefaatçi olabilir; dolayısıyla kefil olan ve şefaatçi olan herkes, bir yardımcıdır.” Ancak onlar için herhangi birinin şefaati kabul edilmeyeceği gibi kâfirler olarak ölen kimseler için de herhangi birinin kefaleti de kabul edilmeyecektir; zira artık hesap görülüp iş bitmiştir.

Bu ayet-i kerimede gördüğümüz şey, ihtiyacı olan her Müslüman için ne kadar çok ders, öğüt ve kesinliğin olduğudur; zira yeryüzü dolusu altın ve tüm insanların şefaati, küfür üzerine ölüm mukabilinde fidye olarak kabul edilmeyecektir! Vallahi İslam beldelerindeki alimlerimizden, düşünürlerimizden, aydınlarımızdan ve nüfuz sahiplerimizden bir çoğu, Batı medeniyeti, küfrün hükümleri ve kanunlarıyla olan mücadelemize kesin olarak kanaat getirmiş olsalardı, bu azim olan dinden zerre kadar taviz vermezler, onlardan hiç biri küfür, zulüm ve fısk ile hükmeden Müslümanların başındaki yöneticilere boyun eğmeye razı olmayacağı gibi, Müslümanların Sykes-Picot yöneticileri ve sömürgecilerin vesayeti altında vatancı ve bölgeselci varlıklara bölünüp parçalanmasına sessiz kalmaya da razı olmazdı! Şayet bu hakikate kanaat getirmiş olsalardı, zalimlere ve tiranlara meydan okumak için harekete geçerler, ne pahasına olursa olsun onlara karşı direnirler, Müslümanların sultanını/otoritesini yeniden tesis etmek ve onların ülkelerini ve halklarını, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin olduğu izzetli bir devletin altından birleştirmek için ciddi olarak çalışırlardı.

Avrupa, Amerika ve diğer ülkelerde gurbetçi olan ey Müslüman, bu iman, bu kesinlik ve ayet-i kerimdeki bu açık öğüt aynı şekilde sizin için de geçerlidir; zira Batılı hükümetler ve rejimler sizi kendi toplumlarına entegre etmek ve asimile etmek için çalıştıkları gibi sizi dininizden saptırmak ve hak yoldan ve İslam’dan alıkoymak için çalışıyorlar. Dininizden, imanızdan ve dininize olan bağlılığınızdan taviz vermenizin bedeli işte budur. Bu yüzden şayet Avrupa’da sizlere, bizim toplumlarımıza entegre olun ve onun içinde eriyin, İslam’ın değerlerinden, fikirlerinden ve hükümlerinden vazgeçin, aksi takdirde sizleri toplumlarımızda marjinalleştireceğiz veya toplumlarımızdan kovacağız derlerse onlara deyiniz ki; şayet bana sadece Avrupa ve Amerika dolusu değil, yeryüzü dolusu altın vermeseniz dahi, Allah korusun ve göstermesin, şayet dinimi, akidemi ve İslam'ın hükümlerine olan bağlılığımı terk edersem, kendimi feda etsem bile benim için Allah katında yeterli olmayacaktır. Bu yüzden ey kız kardeşim onlara deyiniz ki, gördüğünüz gibi başörtüsünün bedeli pahalıdır ve şüphesiz namazımın ve dinime olan bağlılığımın bedeli de büyüktür. Yine onlara deyiniz ki; ne pahasına olursa olsun dinimin hiçbir şeyinden asla ödün vermeyeceğim.

Her nerede olursak olalım ve her nerede olurlarsa olsunlar tüm kâfirlere şöyle diyelim: Şüphesiz rızık veren Allah’tır, siz değilsiniz; Allah’a yemin olsun ki, Allahu Teala için taharet, abdest ve iki rekat namaz bile Allah katında ve bizim için, Avrupa, Amerika ve tüm küfür ülkeleri gibi üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.

Allah’ım, imanımızı, bağlılığımızı ve gurumuzu artır, dinimizi aziz kıl ve bizleri, dini baş tacı olarak taşıyanlardan, onun şeriatına bağla kalanlardan ve onun hidayetine uyanlardan eyle; Allahumme Amin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Memduh Ferec

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER