Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Tunus Rejiminin Cellatları, MOSSAD ve Diğer Yabancı İstihbarat Teşkilatlarının Ülkede Serbestçe Dolaşmasına Göz Yumarken, Gazze’ye Destek Verdikleri Gerekçesiyle Tunuslu Kadınların Peşine Düşüyorlar!

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, Aksa Tufanı operasyonundan beri hiç durmaksızın aralıksız yürüyüşler düzenledi. Her cuma günü, başkentteki el-Fetih Camii’nden Belediye Tiyatrosu’na kadar süren bir yürüyüş düzenleniyor. Yürüyüşte tüm ümmet ve orduları, Gazze’ye destek olmak için harekete geçmeye çağrılıyor. Partinin düzenlediği hemen hemen tüm gösterilerde sıkça tekrarlanan bir sahne olarak, gençler güvenlik güçlerinin baskısına maruz kalıyorlar. Özellikle yürüyüşlerde konuşma yapan gençler, dönüş yolunda emniyet güçlerinin takibatına uğruyorlar. Ya Emniyete götürülüyorlar ya da suçluymuş gibi kimlik sorgulaması işlemleriyle karşılaşıyorlar.

27 Eylül 2024 Cuma günü, Yahudi varlığının Lübnan’daki kardeşlerimizi ve Gazze’yi hedef alan suç saldırılarının yoğunlaşmasıyla eşzamanlı olarak gerçekleştirdiğimiz son yürüyüşümüzde, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Kadın Kolları’ndan bir kız kardeşimiz bir konuşma yaptı. Konuşmasında, ümmetin evlatlarını harekete geçmeye, özellikle de ordular ve subaylardaki güç ve kuvvet ehlini kardeşlerine yardım etmeye, düşmanı püskürtmeye ve Allah katında sorumluluklarını yerine getirmeye davet etti. Konuşma bittikten sonra bir grup güvenlik görevlisi, kız kardeş ve eşini dönüş yolunda bir kilometre boyunca takip ettiler. Gösteride bulunan bir grup gencin arasında o ikisini durdurdular. Sonra, kalabalık içindeki bir kadın güvenlik görevlisi, kız kardeşten kimlik, adres ve konuşmanın konusu gibi bilgilerini istedi...Bu utanç verici, üzücü bir manzara!

Merak ediyoruz: Gazze’yi savunan ve ümmetin ordularını, sevgili Filistin’deki halkımızı öldüren, Lübnan, Yemen ve Suriye’yi bombalayan Yahudi varlığının kökünü kazımaya çağıran kimselere yönelik tekrarlanan bu baskılar kimin yararına olabilir ki? Acaba Tunus hükümdarı ve güvenlik güçleri, bu gözaltılar ve baskılarla uluslararası suçlu ve terörist düzeninden iyi hal belgesi mi almak istiyorlar?

Hiçbir denetim ve gözetim olmadan ülkede serbestçe dolaşan suçlu Amerikalı Siyonist Büyükelçi Joey Hood’un hareketleri karşısında bu güvenlik aygıtları ve yetkililer nerede? Ülkede serbestçe dolaşan yabancı istihbarat örgütlerine karşı bu güvenlik güçleri nerede? MOSSAD’ın kırk yıldır Tunus’ta serbestçe faaliyet gösterdiği, ümmetin şehitleri Ebu Cihad ve Muhammed ez-Zuari’ye suikast düzenlediği gerçeği karşısında bu güvenlik güçleri nerede? Peki ya Cezayir’in Eş-Şuruk gazetesinin on yılı aşkın bir süre önce dile getirdiği Tunus’ta gizlenen 400 MOSSAD ajanına ne demeli? Liste uzayıp gider! Tunus rejiminin alçaklığı ve haysiyetsizliği öyle bir noktaya ulaştı ki, ülkede özgürce dolaşan ümmet düşmanlarına göz yumarken, öte yandan Gazze ve Filistin’e destek verdikleri için ülkenin özgür kadınlarının peşine düşüyor.

قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ“Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar!” [Münafikun 4]

Tutuklamalar, baskılar ve gözaltılar, Hizb-ut Tahrir gençlerinin kararlılığını asla sarsamaz. Onlar için Filistin meselesi, orduların harekete geçirilmesini ve Yahudi varlığını koruyan hain tahtların devrilmesini gerektirecek kadar hayati bir meseledir. Bu çabalar, Allah bu ümmete doğru yolu gösterecek bir durum lütfedene ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet kurulana kadar durmayacaktır. Bu Hilafetin önceliklerinden biri de Gazze’ye yardım etmek ve Mübarek Toprak Filistin’i kurtarmak olacaktır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ“İşte o gün, inananlar, Allah’ın yardımına sevineceklerdir.” [Rum 4]

Devamını oku...

Davetiye

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, ümmetin meselelerini tartışan ve İslam dini akidesinden köklü çözümler sunan aylık forumumuz olan ‘Ümmet Meseleleri Forumu’nu yeniden başlatmaktan memnuniyet duyuyoruz. Medya mensupları, siyasetçiler ve kamu işlerine ilgi duyan tüm kardeşlerimizin katılımı ve görüşleriyle katkıda bulunmalarından memnuniyet duyarız. Bu ayın ilk konusu şöyle:

Sudan’daki Uluslararası Etki Mücadelesi ve Kurtuluş Mekanizmaları

Konuşmacılar:

1- Üstat Nasır Rıza, Hizb–ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı.

2- İbrahim Osman Ebu Halil, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü.

Moderatör: Sayın Yakup İbrahim, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi.

Tarih: 2 Rabiu’s Sânî 1446 / 05 Ekim 2024 Cumartesi Saat: 11.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.

Katılımınız ümmetin sorunlarını umursadığınız anlamına gelir

Devamını oku...

Necid ve Şam’ın Suçluları, İslam Ümmetinin Mafsallarını Parçalama Kutlamasına Katılıyorlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Necid ve Şam’ın Suçluları, İslam Ümmetinin Mafsallarını Parçalama Kutlamasına Katılıyorlar!

Haber:

Suudi Arabistan’ın Suriye’deki Büyükelçiliği, Krallığın 94. Ulusal Günü münasebetiyle başkent Şam’da Maslahatgüzar vekili Abdullah bin Salih el-Haris ve misyon çalışanlarının katılımıyla bir resepsiyon düzenledi.Ayrıca kutlamaya, Suriye hükümetinden bakan ve çok sayıda üst düzey yetkili, Halk Meclisi üyeleri, Suriye’ye akredite büyükelçiler, bir grup aydın ve akademisyen de katıldı. (El Arabiya 25/09/2024)

Yorum:

Bu fakir kul, 30/9/2022 tarihli ve “Suudi Rejimi, Şam, Hindistan, Orta ve Doğu Asya Müslümanlarını Kurtarmak Yerine Ukrayna’daki Rehinelerin Kurtarılması İçin Koşturuyor!” başlıklı haber yorumda şunları söylemiştim:

“Şam’daki Amerikan türetmesi Baas Partisi’nin hapishanelerindeki mazlum ve işkence gören esirleri kurtarmak, Çin rejiminin pençesindeki Uygur esirleri kurtarmak, aynı şekilde seyahat etmelerine imkan tanıyan kimlik belgelerinin geri çekilmesi tehdidi altında yaşayan Hindu yönetimi altındaki mazlumları kurtarmak ve yine yöneticilerinin çoğunun Rusya’ya sadakat borcu olan Orta Asya ülkelerindeki mazlumları kurtarmak için çalışmak daha öncelikli olmalıydı. Zira İslamlarından dolayı zulme uğrayanlar yardım edilmeye daha layıktırlar. Ancak dededen babaya, yani İngilizlerin yaklaşık 1787 yılında ilk işleri Abdulaziz el-Suud’u para ve silahlarla desteklemesinden bu yana ihaneti alışkanlık haline getiren Suud rejimi bu yardım eylemlerini nasıl gerçekleştirebilir ki?! Nitekim bu rejimin lisanı hali, münafıkların durumuna benzemektedir. Zira Allahu Teala, onların benzerleri hakkında şöyle buyurmaktadır: بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً * الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَآءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ للَّهِ جَمِيعاً   “Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 138-139]” Alıntı bitti.

Evet. Suudi rejiminin Şam’daki Müslümanları sömürgeci kâfir Amerika’nın ajanı Baas rejiminin pençesinden kurtarmak için çalışması daha evladır. Ancak aynı esasları paylaşanlar, yani Batılı ülkelerin ajanlığını yapanlar bunu nasıl yapacak ki?! Ayrıca onun, Baasçıların huzurunda ya da Yahudilerin saldırısı yüzünden Gazze, İdlib, Beyrut, Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi’nin halkının kanlarının daha kurumadığı bir zamanda Suudi Ulusal Günü’nü kutlamaması daha evlaydı.

Suudi rejimi, İslam ümmetinden tamamen soyutlanmış bir şekilde yaşıyor; Batılı ülkelere ajanlık rolüyle yetinmemekte, aksine İslam’a karşı apaçık düşmanlık yaparak daha da küstahlaşmaktadır; zira diğer Körfez Arap ülkeleri ve Türkiye rejiminin çalıştığı gibi Suriye’deki kurtarılmış bölgelerin sakinlerini Baas rejiminin kucağına geri döndürmek için çalışmaktadır; oysa Baas rejimi Şam halkını öldürmekten, onlara işkence etmekten ve kadınlarına tecavüz etmekten vazgeçmeyecektir. Çünkü Baas rejimi, Türkiye rejiminin çatışmaları durdurmaya yönelik tüm garantilerine rağmen İdlib’i bombalamayı durdurmamıştır; Türkiye rejiminin, masanın üstünden kasap Beşar rejimiyle ilişkileri normalleştirmesinden ve Kuzey Suriye’nin kurtarılmış bölgelerindeki Müslümanlara yönelik casusluk yapmasından bahsetmiyorum bile. Tüm bunlar, Yahudilerin Suriye ve Lübnan’ı bombalamalarına ve sivil ve savaşçı ayrımı yapmadan oradaki insanları öldürmelerine rağmen yapılıyor; sanki tüm bu olanlar Baas rejiminin umurunda değil de, Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın, Amerika'nın ve onların arkasındakilerinin tamamının sonsuz desteğini alarak daha fazla bombalama ve katliamla İdlib ve kurtarılmış bölgelerin halkından intikam alıyormuş gibi.

Suudi rejiminin Baas rejimi ile kutlama yapma hamlesi şaşırtıcı değildir; zira onun, “yöneticiye iftira atmak” gibi uydurma suçlamalarla Hicaz ve Necid’deki Müslümanları öldürme ve onlara işkence etme geçmişi vardır! Bunu ise, ülke halkını evcilleştirmeye çalışmak, onları iyiliği emredip kötülükten sakındırma amellerinden vazgeçirmek ve aynı şekilde İslam ümmetinin onları ortadan kaldırmaya ve İslami yönetimi kurmaya yönelik çalışmasını engellemek için yapmaktadırlar; oysa bu amellerin başında otoriteyi gasp etmiş olsalar bile yöneticilere iyi emredip onları münkerden sakındırmak gelmektedir.

Peki bu çabalarında başarılı olabildiler mi? Hayır, başarılı olamadılar; çünkü İslam ümmeti, ister Filistin meselesi olsun, ister Şam meselesi olsun, isterse İslam nizamının kurulması olsun, artık hayati meselelerinin çözümünü onlardan dilenmiyor. Evet, Suud Arabistan’ın yöneticileri de dahil olmak üzere bu yöneticiler, İslam ümmetinin isteklerinin dışında kaldılar. Zira Körfez yöneticilerinin son zamanlarda, BM sisteminin reforme edilmesi, yani tüm üye devletlerin insanlığa karşı işlenen suçların suç ortağı gibi görünmemesi için bu sisteme çeki düzen verilmesi gerektiğinden bahsetmeleri bunun bir göstergesidir; bunu da efendi-köle şeklinde bu kadar açık ve teşhir edilmiş bir biçimde büyük güçler tarafından idare edilen satranç taşları gibi görünmemek için yapıyorlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nizar Cemal

Devamını oku...

İsveç’in Doğurganlık Savaşında Dağ Fare Doğurdu!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İsveç’in Doğurganlık Savaşında

Dağ Fare Doğurdu!

Haber:

İsveç’te büyükanne ve büyük babalar artık torunlarının bakımı için devletten para alıyorlar. İlgili yasa bu yaz yürürlüğe girdi. (Euronews)

Yorum:

Bu haber, Avrupa ülkelerinin kendi nüfuslarının yok oluşunu çözmeye yönelik başarısız girişimlerinin bir başka örneğidir.

Burada her şeyden önce Batı kültürünün kendi tabiileri arasında doğum oranını artırmadaki başarısızlığının anlamlı bir göstergesi olarak bu haber metninden bazı alıntılara dikkat çekmek istiyorum.

Haber, üç yaşındaki oğluna bakan bekar ve çalışan bir anne olan Maria Karlsson’dan bahsediyor. Zira onun annesi, çocuk doğduğundan beri ona bu konuda yardımcı oluyordu ve bundan sonra İsveç hükümetinden aldığı parayla bunu yapacak.

İsveç Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan bir temsilciye göre yeni yasa toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etmeyi amaçlıyor. Yasayı çıkaran sosyal güvenlik bakanı Anna Tingey, İsveç’in tüm Avrupa’ya örnek olmasını umuyor. Ayrıca yasanın gençleri çocuk sahibi olmaya ve aynı zamanda işgücü piyasasında kalarak aktif bir çalışma hayatı sürdürmeye teşvik edeceğine inanıyor.

Aslında yukarıda anlatılan durum, Avrupa ülkelerindeki çok sayıda anne için tipik bir örnektir.

Bundan daha da önemlisi çocuk yetiştiren bekar bir annenin, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramlarına teşvik eden ve onun işgücü piyasasında kalması ve aktif bir çalışma hayatı olması için kararlı kılan hükümetinin baskısı altında olduğunu anlayamamasıdır. Aynı zamanda önemli olanlardan biri de Allah’ın, büyükanneleri bile olsa çocuklarını bırakıp kariyer peşinde koşmak ve kendilerini tüm toplumun gözünde, özellikle de (büyük olasılıkla onları terk eden) çocuğun babasının gözünde kanıtlama arzusuyla işe gitmeyi mutluluk olarak gören bu insanlara yönelik bir musibeti olduğunu idrak etmektir. Dolayısıyla bu hükümetler, gençleri çocuk sahibi olmaya teşvik etmek için büyükanne ve büyükbabalara para ödemek zorunda kalacak noktaya gelmişlerdir.

Şüphesiz Batı'da doğum oranlarını artırmak, demokrasi putlarını reddetmek dışında mümkün değildir. Bunlar ise cinsiyet eşitliği, kişisel özgürlük ve tüketici yaşam tarzının teşvik edilmesi gibi kavramlardır.

Bu kavramlar ise düşük doğum oranları sorununun çözülmesinin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Sonuçta toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, Batı’daki kadınları ve aileleri çok sayıda sağlıklı çocuk sahibi olma yönündeki doğal arzudan mahrum bırakmaktadır. Ayrıca kişisel özgürlük ve tüketim özgürlüğü genç nesli yozlaştırmakta ve onları her toplumun temeli olan güçlü aileler oluşturamaz bir hale getirmektedir.

Batılı ülkelerin aksine İslam Devleti'nde emeklilik yaşı diye bir sorun yoktur; çünkü şeriat, insan fıtratına uygun ve sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlayan güçlü yasalar koymuştur.

Hakeza Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çocukların çoğalmasını teşvik etmiştir. Sonuç olarak emeklilerle ilgili bir sorun yoktur. Çünkü herhangi bir yaşlı ebeveynin yarım düzine çocuğu onlar için, çoğu zaman devletin yardımına bile ihtiyaç duymadan kolayca para kazanıyorlar.

Nitekim İslam şeriatı, eşler arasındaki sorumlulukları açıkça paylaştıran hükümler ortaya koymuştur; dolayısıyla boşanmanın çok nadir olduğu güçlü bir aile sağlamıştır. Şayet boşanma olursa İslam, babanın, oğlu reşit olana kadar ona harcama yapmaya devam etmesini zorunlu kılmıştır.

Müslüman kadınlar işe gitme ihtiyacı hissetmiyorlardı; çünkü kadına ve çocuklarına bakmak kocanın üzerine farzdır. Eğer kadın çalışırsa, maaşı kendisine ait olup ailesine harcamak zorunda değildir ve kocası da onu buna zorlayamaz.İslam beldelerinde kadın emeğinin bu düzeyde düşük olmasının nedeni işte budur. Dolayısıyla bunun, İslamofobiklerin göstermeye çalıştığı gibi kadınların istismar edilmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Modern Avrupa'nın demografik sorunu çözmek için kapitalizmin reddine ihtiyacı vardır ki bugün bu sorunu çözmenin imkânsız olmasının gerçek nedeni de budur. Avrupa'nın doğum oranını artırmasını sağlayacak olan kapitalist ilkenin reddedilmesidir zira Avrupalı ailelerin çocuk sayısı yakın zamana kadar 6-7 çocuğa ulaşıyordu.

Yozlaşmış değerlerinden vazgeçemeyen İsveç hükümeti, doğum oranını artırma çabalarında fare doğuran dağa benzemektedir!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Fazıl Hamzaev - Ukrayna

Devamını oku...

Gazze’yi Desteklemek Konuşmalar ve Festivallerle Olmaz, Ey Alimler!

Basın Açıklaması

Gazze’yi Desteklemek Konuşmalar ve Festivallerle Olmaz, Ey Alimler!

26 Eylül Perşembe günü “Ümmet Alimlerinin Aksa Tufanı’na Destek İnisiyatifi” etkinlikleri, Aksa Tufanı Operasyonu’nun birinci yıldönümü münasebetiyle İstanbul’da görkemli bir halk festivali ile başladı. Festival, İstanbul’da ikamet eden yüzlerce Türk ve Arap topluluk üyelerinin yanı sıra, çok sayıda Müslüman âlimin şahsen veya video mesajıyla katılımına sahne oldu. Katılımcılar iki rekât namaz kıldılar, kunut duası yaptılar. Ellerini semaya açarak Allah’a yalvardılar, Gazzeli kardeşlerine yardım ve üzerlerindeki ablukanın kaldırılması için dua ettiler.

Biz, Gazze’deki kardeşlerimizin yaşadığı acıların, ümmetin her bir ferdinin duygularını derinden sarstığından eminiz. Hiç kimse, içindeki dayanışma duygusunu, üzüntü ve kederini, Gazze’deki mazlum kardeşlerimizin durumu karşısında duyduğu keder ve ıstırabı gizleyememiştir. Gazze, yürekleri dağlıyor ve acı veriyor. İslam dünyasının dört bir yanındaki halk hareketlerini izleyen biri, ümmetin ne kadar kenetlendiğini, iletişim ve dayanışma içinde olduğunu, Gazze, Batı Şeria ve şimdi de Lübnan’daki kardeşlerimizi teselli etmek ve öfkelerini dile getirmek için elinden geleni yaptığını fark eder ve anlar. Aynı şekilde, Avrupa ve Amerika sokakları da Yahudi varlığının pervasızca ve küstahça gerçekleştirdiği soykırım, katliam ve korkunç şiddet eylemlerine karşı protesto gösterilerine tanık oldu. Ne uluslararası mahkeme ne BM Güvenlik Konseyi kararı ne ambargo ne de tehdit ve kınamalar Yahudi varlığını durduramamıştır.

Ümmetin gösterilerinin, toplantılarının, festivaller ve konuşmalarının Gazze’ye en ufak bir fayda sağlamadığı, acımasız saldırganın, saldırganlığını durduramadığı, yıkım, sürgün, katliam ve yerinden etme kararlılığından geri adım attıramadığı apaçık ortada. Şu an tam bir yıl geçti ve bu süre boyunca her gün gösteri veya festivaller oldu. Daha da ilginci, tüm bu kanıtlara rağmen dünya genelindeki Müslüman alimler, böyle bir konferans düzenlemekten ve Filistin Alimler Heyeti ile koordinasyon içinde “Filistin davasını desteklemek için İslami çabaları birleştirme” gibi parlak, ancak nasıl gerçekleştirileceği belirsiz ve içi boş bir hedef doğrultusunda harekete geçmekten vazgeçmemişlerdir! Daha da kötüsü, hala yalvararak Filistin halkına maddi ve manevi destek sağlanması çağrısında bulunmaktadırlar. Konuşmalarında, Gazze’deki Filistin halkının son bir yıldır çektiği acıların sürekli olarak kınandığını görüyoruz. Bazıları, konuşmalarında cesurca işgale karşı mücadelenin devam etmesi gerektiğini vurgularken, bazıları da desteğin ve direnişin kapsamının genişletilmesinin önemine vurgu yapmıştır.

Ey değerli alimler! Cehaletleri nedeniyle insanların yakalandığı zayıflık, onları dünya sevgisi ve ölüm korkusu en dip uçurumuna itmişse de buna rağmen içlerinden bazıları çıkıp gösteri düzenlemiş, protesto etmiş, sesini yükseltmiş ve dayanışma gösterisinde bulunmuştur. Belki de işçiler, memurlar, mühendisler, doktorlar, ev hanımları ve anneler gibi bazı insanların yapabileceği en fazla şey budur. Gelinen nokta, susturma politikasının, öncesinde ise cehalet politikasının ve bununla birlikte yürütülen karartma ve yanıltma politikasının bir sonucudur. Sonuç olarak insanlar arasında korku ve zayıflık yayılmıştır. Bu yüzden toplumda ve uluslararası düzeyde gerekli ve etkili bir hareketlilik içinde olduklarını göremezsiniz.

Bu önemli görev, şüphesiz ki alimler ve din bilginlerine düşmektedir. Durumu değiştirmek, mazlumları desteklemek ve zulmü ortadan kaldırmak gibi istenen sonuçlara ulaştıracak etkili bir hareket tarzı konusunda toplumu bilinçlendirmek onların görevidir. İşte bu yüzden konuşma festivalinizin, Gazze’ye destek ve yardım gerekliliği konusunda bilinenin ötesine geçmemesi şaşırtıcıdır. Festivalin ne besleyen ne de açlığı gideren manevi etkinliklerle, ileri ve geri götürmeyen taleplerle ve yozlaşmış rejimlerden sıklıkla duyduğumuz için sıkıcı hale gelen kınama ve protesto açıklamalarıyla sınırlı kalması üzücüdür.

Ey değerli alimler! Sizler peygamberlerin mirasçılarısınız. Ümmet sizden söz değil, icraat bekliyor. Onları doğruya yönlendirmeli, Allah’ın size bahşettiği ilim, fıkıh, takva ve Allah korkusu ile onları ayağa kaldırmalısınız. Bu yüzden kınayıcının kınamasından ve zalimin zorbalığından korkmadan hakkı söylemelisiniz. Bildiğiniz gibi, Allah’ın farz kıldığı cihat sadece Gazze, Batı Şeria veya Lübnan halkına değil, farzı kifaye gerçekleşene kadar tüm İslam ümmetine farz olur. Ümmetin tamamı- ciddiyetle çalışanlar müstesna-günahkâr olur. En büyük sorumluluk ve yük size düşüyor. Bu yüzden Allah’ın verdiği nimetleri küçümseyip doğru yoldan sapanlar gibi olmayın. Tıpkı Tevrat’ı taşıma sorumluluğu verilen ama bu görevi yerine getiremeyenler gibi de olmayın! Unutmayın ki Allah, size verdiği ilimden sizi mutlaka hesaba çekecektir. Sizler Allah’ın şu ayetini biliyorsunuz:

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ   “Onları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler!” [Saffat 24]

Ey âlimler!

- Filistin’i işgal edenleri ve halkını sürgüne gönderenleri ifşa etmeli, uluslararası örgütlerin işgale verdiği desteği gözler önüne sermeli ve Gazze halkına yapılan zulmü durdurmak için o örgütlere başvurmanın beyhude olduğunu belirtmelisiniz.

- Müslümanların yöneticilerini ve diğer komplocu işbirlikçileri deşifre etmelisiniz. İhanetlerini, işbirliklerini hatta Yahudilerin zaferinden duydukları sevinci ve mücahitlerden kurtulma arzularını açıkça ortaya koymalısınız.

- Ümmete, etkili hareketin sadece Filistin davasını desteklemek için çaba harcamak değil, siyasi durumu kökünden değiştirmek, yöneticileri devirmek ve ümmeti siyasi bir birlik içinde toplayarak eski ihtişamına kavuşturmak olduğunu açıklamalısınız.

- Sizler, Yahudi varlığını destekleyen zalimlere ve ümmeti prangaya vuran, susturan, zillet ve zül elbisesi giydiren yöneticilere karşı ümmetin liderleri olmalısınız. Ümmeti ayağa kaldırmalı, onu Allah’ın razı olduğu bir eyleme sevk etmelisiniz. Zaten ümmet buna çoktan istekli ve heveslidir.

- Cihat ilan etmeli ve sadece ilan etmekle kalmayıp, kahraman Müslüman ordularıyla birlikte cihat etmelisiniz. Dediğiniz gibi sadece gençleri mücadeleye çağırmakla yetinmemelisiniz. Gençler hazır olmasına rağmen donanım olarak yetersizdirler. Öncelikle kışlalarda bekleyen ordulara seslenmelisiniz, zira hem eğitimlidirler hem de gerekli donanıma sahiptirler. Şüphesiz aralarında fiziksel, ruhsal, maddi ve manevi olarak kurban olmaya hazır çok sayıda genç var. Ancak en büyük engel, itaat ettikleri ve harekete geçmelerini engelleyen yozlaşmış sistemdir. Onlara sorumluluklarını hatırlatmalı ve onlardan destek talep etmelisiniz.

- Ey alimler! Sizler için büyük âlim İzzeddin bin Abdüsselam, imam Ahmed bin Hanbel ve zulme ve fesada sessiz kalmayan, Allah yolunda hakkıyla cihat eden diğer Müslüman âlimlerde ibret vardır. Onların biyografilerini okuyor, İslam’ı destekleme ve Müslümanlara yardım konusundaki üstünlüklerini çok iyi biliyorsunuz. Size, yüce Rabbimizin Saf suresindeki şu buyruğunu hatırlatmak isteriz:

إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنْيَانٌ مَّرْصُوصٌ  “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” [Saf 4]

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 01/10/2024

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 01/10/2024
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- Aksa Tufanı'nın 1. Yılı
- İşgalci "İsrail"in Lübnan Saldırıları

H. 28 Rebiu'l Evvel 1446 El-Muvafık M. 01 Ekim 2024

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

Lobito Koridoru Üzerinden Afrika’nın Servetleri İçin Mücadele

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Lobito Koridoru Üzerinden Afrika’nın Servetleri İçin Mücadele

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Lobito Koridoru büyük bir stratejik öneme sahiptir; zira o, 1902 yılında İngiltere tarafından inşa edilen 1.800 kilometre uzunluğunda bir demiryolu hattı olup Atlantik kıyısındaki Angola’nın Lobito limanından Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile kuzeydoğu sınırına ve kuzeybatı Zambiya’ya yakın olan Angola’nın Luau şehrine 1.300 kilometreye kadar,Demokratik Kongo Cumhuriyeti içindeki Kolwezi şehrine 400 kilometreye kadar ve Zambiya’daki bakır madenlerine ise 100 kilometreye kadar uzanmaktadır. Hat, Angola’daki iç savaş nedeniyle 1975 yılından bu yana durdurulmuştur.

Çin 2006-2014 yılları arasında hattı yeniledi ve 2019 yılında Angola’ya devretti ve böylece onun öneminden dolayı Afrika’daki varlığını güçlendirdi. Dolayısıyla Çin Afrika’daki varlığını güçlendirmeye çalışıyor ve bu yüzden onunla ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirmek amacıyla her üç yılda bir düzenlediği zirvesini 4-6/9/2024 tarihinde gerçekleştirdi. Çin Devlet Başkanı Şi zirvede, Çin’in 6,000 Afrikalı askeri personel ve 1,000 polis memurunu eğiteceği ve 500 genç subayı da Çin’i ziyaret etmeye davet edeceği sözünü verdi. Nitekim güçlerini eğitmek, iktidar rejimlerini ve şirketlerini korumak için Cibuti’de askeri bir üs ve birçok Afrika ülkesinde askeri müfrezeler kurmayı başardı.Bu ilişki sayesinde Afrika ülkelerini Tayvan ile bağlarını koparmaya ikna edebildi.

Çin 14/8/2024 tarihinde, 1-7/2024 ayları arasında Afrika ile ticaret hacminin 166,48 milyar Dolara ulaştığını açıkladı. Zira ondan hammadde satın alıyor ve büyük kârlar elde etmek için de ona ve diğerlerine üretilmiş mallar ihraç ediyor. Ayrıca limanlar, yollar, demiryolları, enerji tesisleri, altyapı ve madenlerin inşasına yatırım yapmakta ve Afrika ülkelerine, 2022 yılında 134 milyar Dolara ulaşan faizli krediler vermektedir. Yine Afrika’da yüzbinlerce Çinliyi istihdam etmektedir; zira sadece Angola’da 170.000 Çinli işçi bulunmaktadır. Nitekim bu noktada eleştirilere maruz kalmıştır; zira şirketlerine kendi işçilerini getirmekte olup sömürgeci ülkelerin adeti olduğu üzere Afrikalıları da sadece ağır işlerde çalıştırmaktadır.

Koridor, ABD'nin Afrika'da nüfuz elde etmeye başlayan Çin'in faaliyetlerini çevrelemesi açısından önemlidir ve Çin'i çevreleme politikasında başarılı olamadığı için yoğunlaşması halinde üstesinden gelmesi zor olabilir.

Bu nedenle Amerika’ya tabi olan Angola, 2022 yılında, koridor boyunca hattı işletmek için İsviçre’nin Trafigura, Portekiz’in Moto-Engil ve Belçika’nın Victorious şirketlerini içeren “Atlantik Lobito” Demiryolu İttifakı ile 30 yıllık bir imtiyaz sözleşmesi imzaladı.

Amerika, Başkanı Biden aracılığıyla 2023 yılında düzenlenen Amerika-Afrika Zirvesi'nde koridora olan ilgisini dile getirmiş ve kırk Afrika ülkesinin ürünlerini kendisine gümrüksüz ihraç etmesine imkan tanıyan Fırsat ve Yatırım Yasası’nı çıkarmıştır. Yine 26/8/2024 tarihinde, koridor genişletme projesine ilgi duyduğunu, bunun bir dizi yol, köprü, iletişim, enerji ve tarımı içerdiğini ve projenin 2029 yılına kadar tamamlanmasının planlandığını açıklamıştır. Zira Amerika, Hint Okyanusu’na erişmek ve sömürge döneminde malzeme ve madenler ihraç etmek için kullanılan Benguela demiryolunu yeniden inşa etmek için koridorun Tanzanya’ya kadar uzanmasını istiyor. Bu yüzden Avrupa Birliği, Afrika finans kuruluşları, Angola, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Zambiya'nın yanı sıra Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kulübü’nden 250 milyon Dolarlık fonla iştirak edecek.

Önemi, bu ülkelerde bulunan kobalt, lityum, bakır, alüminyum ve manganez gibi teknolojiye bağımlı endüstriler için gerekli görülen, özellikle elektrikli araba aküsü üretimi ve bunun için gerekli olan minerallerin sanayileşmiş ülkelere taşınmasında yatmaktadır. Koridor, ileri silah sistemleri ve sürdürülebilir enerji teknolojisinin ihtiyaç duyduğu stratejik madenleri güvence altına almak için bu ülkelere, ihracat ihtiyaçları için iki okyanusa sınırı olan ülkelerin limanlarına bağlanıyor.

Koridor, Afrika’da köklü bir nüfuza sahip olan İngiltere ve Fransa ile yaşadığı çatışmasında Amerika için önem taşımaktadır. Nitekim ABD’nin Avrupa’nın nüfuzuna tabi olan Zambiya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Tanzanya’daki hamleleri birçok soruyu gündeme getirmiş olup Amerika, bu ülkelerden herhangi birinde sömürgeci güçlerin birbirlerine karşı meydana gelebilecek yeni bir çatışmanın patlak vermesi durumunda tek bir çıkışa bağlı kalmamak için hattın Tanzanya’ya kadar uzanması için çalışmaktadır. Zira yöneticilerin bağımlı olması ve aralarında çatışmaların kışkırtıldığı kabile yapası nedeniyle bu çatışmayı meydana getirmek kolaydır.

Bu nedenle Amerika hesabına bölgedeki faaliyetlerini artırmasının gölgesinde bir Amerikan ajanı olanRuanda Devlet Başkanı Paul Kagame’ye yönelik eleştiriler tırmanmakta ve kendisi Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusundaki isyancıları desteklemekle suçlanmaktadır. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Macron 23/4/2023 tarihinde Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaret sırasında böyle bir destek konusunda Ruanda’yı uyarmıştır. Nitekim kısa bir süre önce Demokratik Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tshisekedi, isyancıları yenilgiye uğratamadığı, dahası isyancılar ülkesindeki diğer kalelere doğru ilerledikleri için Fransa’dan isyancılarla savaşmak üzere kendisine askeri destek vermesini talep etmiştir; bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı ile 30/4/2024 tarihinde Paris’te bir araya gelmiş olup ikili, Fransa-Kongo Ekonomi Forumu kapsamında ticaret ve yatırımların geliştirilmesi ve güvenlik işbirliği konularına odaklandılar. İngiltere, Amerika’nın karşısında durduğu için buna engel olmadı.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Afrika’nın merkezinde stratejik bir konuma sahip olup aralarında Zambiya ve Angola’nın da bulunduğu 9 ülkeyle sınır komşusu olmasının yanı sıra petrol, doğalgaz, altın, elmas, kobalt ve bakır gibi devasa hammaddelere, dünyanın en büyük lityum rezervlerine ve küresel üretimin %70’i ile en büyük kobalt üretimine sahiptir.

İngiltere, Demokratik Kongo Cumhuriyeti de dahil olmak üzere bölgedeki yatırımlar için BAE’yi kullanıyor; zira DP World, Kongo Nehri ile Atlantik Okyanusu’nun birleştiği noktada Banana (Muz) limanını inşa ediyor, şirket proje için 3-5 yıl içinde 2 milyar Dolar harcama yapmayı planlıyor ve İngiltere de 35 milyon Dolarla iştirak edecektir!

Afrika kıtası, sanayileri için hammaddeye ihtiyaç duymaları nedeniyle Afrika ülkelerini aralarında paylaşmak için 1884 yılında ilk Berlin Konferansı’nı düzenleyen Avrupalı sömürgeci güçlerin tekelindeydi. Nitekim bu ülkeler kendi aralarında anlaşarak Afrika’nın servetlerini yağmalamaya ve halkından milyonlarcasını öldürmeye başladılar.Ta ki Amerika 1946 yılından uzletten çıkıp Afrika da dahil olmak üzere eski dünyaya girmeye karar verene kadar. Bunun üzerine Amerika ile Avrupalı ​​düşman kardeşleri arasında bir çatışma başladı. Onları Afrika’dan tasfiye etmek için sömürgeciliğe karşı mücadele sloganını yükselten Sovyetler Birliği’nden yardım istedi.Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından onlarla rekabet edebilmek için Çin’den yardım istedi. Yani Amerika, onlara karşı siyasi ve ekonomik hırsları olan Rusya’yı kullanıyor; zira gözlemlendiği üzere Rusya’nın nüfuzunun ajanlarıyla bağlantılı olması nedeniyle yüzeysel ve sınırlı kaldığını biliyor; çünküRusya, Sovyetler Birliği döneminde bir ideoloji iken bile çok az bir nüfuz oluşturmayı başarmış ve bu da hızla buharlaşıp gitmiştir.

Böylece sömürgeci ülkeler, yatırım ve ticaret adı altında başta ekonomi olmak üzere başka şekillerde sömürgeleştirmeye devam etmektedir. Dolayısıyla ülkenin servetlerini yağmalıyor, onu kalkındırıyor, onu kendisine bağımlı kılıyor ve iç çatışma durumunda ülke halkını parçalıyor ve onları, sömürgeciliği döneminde doğrudan öldürmesinin ardından kendi halkının eliyle başka bir şekilde öldürüyor. Dolayısıyla onlar için Afrika kıtasının büyük bir kısmında hakim olan İslam’dan başka bir kurtuluş yoktur; ancak bu, sadece toprakları üzerinde bir devlet kurulursa ya da bu devlet tüm İslam ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilirse ve aslında tüm dünya sömürgeci ülkelerin kötülüklerinden kurtulursa gerçekleşebilir.

Kaynak: El-Raye Gazetesi -514. Sayı - 25/09/2024

Devamını oku...

Erdoğan, Birleşmiş Milletler’e Lübnan’daki Yahudi Varlığına Karşı Süratle Harekete Geçme Çağrısında Bulundu!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Erdoğan, Birleşmiş Milletler’e Lübnan’daki Yahudi Varlığına Karşı Süratle Harekete Geçme Çağrısında Bulundu!

Haber:

28/09/2024 Cumartesi günü, Arapça yayın yapan Türkçe haber sitesi, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yahudilerin Lübnan’da işlediği katliamlara ilişkin açıklamalarını yayınladı ve bu açıklamalar arasında şunlar yer aldı: “İsrail’in”, Gazze ve Ramallah'ta uyguladığı "cinnet siyaseti"ni Lübnan'a ve diğer bölge ülkelerine yayma girişimlerine artık "dur" denilmesi gerekir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere görevi küresel barış, istikrar ve güvenliği temin olan tüm yapıları, tüm insan hakları kuruluşlarını süratle harekete geçmeye çağırıyoruz.” Ve şöyle ekledi: “İslam dünyasının bu saldırılar karşısında daha kararlı bir duruş sergilemesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye olarak bu zor günlerinde Lübnan halkının ve hükümetinin yanında olmayı sürdüreceğiz.”

Yorum:

Yahudiler 11 ay boyunca Gazze’yi harabeye çevirdikleri, öldürdükleri, kan döktükleri, geriye kalan halkını yiyecek, içecek ve ilaçtan mahrum bıraktıkları, böylece uçakların ve tankların bombardımanından ölmeyenlerin açlık ve susuzluktan öldüğü, esirlerini serbest bırakmak ve Hamas’ı ortadan kaldırmak gibi ilan ettikleri hiçbir hedefe ulaşamadıkları acımasız katliamlarının ardından savaşlarını Lübnan’a taşıdılar, Gazze’deki trajediyi orada tekrarladılar, evleri sakinlerinin başlarına yıktılar, binlerce masum insanı yerinden ettiler ve Lübnan’daki İran’ın partisinin liderlerini öldürdüler. Çocukların başlarını ağartan tüm bu katliamlar yaşanırken Müslümanların başındaki yöneticiler ve onların ordu komutanları kıllarını dahi kıpırdatmadılar. Aksine istisnasız hepsi Filistin ve Lübnan’ın düşmanlarının yanında yer alarak onlara karşı komplo kurdular, alemlerin Rabbi’nin gazabını unuttukları gibi O'nun huzuruna çıkacakları gün kendilerini bekleyen zor günleri ve onları komploları ve entrikaları hakkında sorguya çekeceğini de unuttular. Aynı şekilde çemberin kendilerinin aleyhine döneceği günün yakın olduğunu da unuttular.

Bugün de Erdoğan, her zamanki gibi içi boş tantanaları ve söylemleriyle karşımıza çıkmış, Birleşmiş Milletler’in gerçekliği ve rolü hiç kimse için gizli olmamasına rağmen sözlerini, Gazze ve Lübnan’a yönelik Yahudi saldırganlığını durdurmak için Birleşmiş Milletler’e yöneltiyor! Oysa Birleşmiş Milletler, Müslümanların sorunlarına çözüm üretmiyor, aksine sorunlar yaratıyor, Müslümanların ülkelerindeki savaşları körüklüyor, Müslümanlar tamamen yok edilse bile hiç umursamıyor ve kendisine bağlı Güvenlik Konseyi’nin kararlarıyla Müslüman ülkeler işgal ediliyor, kanları dökülüyor ve zenginlikleri yağmalanıyor. Ayrıca işgali, öldürmeyi ve yıkımı meşrulaştıran, devşirme varlıklarının mübarek Filistin topraklarına yerleştirilmesinden bu yana Yahudilerin suçlarını örten ve kılını dahi kıpırdatmayan da bizzat Birleşmiş Milletler’dir. Zira 1995 yılında Bosna Hersek’teki Müslümanların başına gelenler bunun en iyi kanıtıdır; zira o gün Müslümanlar silahsızlandırıp Sırplara bir av olarak sunulmuş, onlar da 8 binden fazla Müslümanı öldürmüşlerdir…

Felaket şu ki, bu hakikatlerin Erdoğan’a gizli olmamasıdır. Aksine bunları çok iyi biliyor ancak Allah Subhanehu’yu razı edecek tek bir tavır sergilemeyi bile reddediyor. Aksine Filistin sorununun uluslararası kurumların koridorlarından geçmeyecek gerçek çözümü konusunda Müslümanları kasıtlı olarak yanıltmaya çalışıyor. Oysa gerçek çözüm, işgal altındaki Müslüman ülkelerin kurtarılması için Allah yolunda cihat etmeyi farz kılan şerî nâsslar yoluyla gelmektedir. Erdoğan ise dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olduğu gibi Filistin’i bir gecede özgürleştirme gücüne de sahiptir. Böylece Filistin’in yetmiş yılı aşkın süredir devam eden trajedisi sona erecektir. Peki Türkiye’nin ordusu ve diğer Müslüman ordular, daha ne zamana kadar sömürgeci kâfirlere ve onların projelerine hizmet etmeye devam edecekler?!

Ey İslam ümmeti: Ufukta bir çözüm görünmediği gibi bu iğrenç yöneticiler grubu yönetim koltuklarına çöreklenmeye devam ettikleri sürece de Yahudilerin ve Amerika’nın Müslüman ülkelerdeki katliamları da durmayacaktır. O halde bu koltukları onların başlarına geçirin ve sizleri dünyada ve ahirette izzetli olacağınız şeylere ulaştıracak Raşid bir Halife’ye biat edin.Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Ebu Hişam

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER