Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Aslanlar Başlarını Kuma Gömünce Allah’ın En Korkak Yaratıkları Kahraman Olurlar

Aksa Tufanı operasyonu, Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerin ve hain yöneticilerinin gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Ayrıca ümmetin güç ve kuvvet ehline özellikle ordularına karşı bir delil oluşturdu. Son olarak da sözde direniş ekseninin yalan ve sahtekarlığını açığa çıkardı.

Yaklaşık bir yıldır Yahudi varlığı, Gazze halkını katletmekte, çocuklara, kadınlara, binalara ve hastanelere karşı tüyler ürpertici suçlar işlemektedir. Yaklaşık bir yıldır onurlu Gazze hâlâ Yahudi varlığına karşı direnmektedir. Yahudi varlığı hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirememiştir ne Hamas’ı ortadan kaldırabilmiş ne de esirleri kurtarabilmiştir...

Tüm bu vahim olaylar karşısında direniş ekseninden boş gürültüden ya da zevahiri kurtarmaya yönelik ürkek tepkilerden başka bir şey görmedik!

Gazze’nin onurlu direnişi Yahudileri zor durumda bıraktı. Bu nedenle, dünyaya ‘Biz korkak değiliz, yenilmedik’ demek için bir zafer arayışına girdiler. Lübnan’daki İran partisi medyasının saldırılarını da kullanarak hem güç hem de coğrafi konum açısından İran’a bağlı en önemli milis gücüne karşı güç gösterisi yapmak için harekete geçtiler. İletişim cihazlarına sızmak ve patlatmak, üst düzey komutanlarına suikast düzenlemek, güney Lübnan bölgelerine yoğun hava saldırıları düzenlemek ve en son olarak partinin liderini hedef almak gibi Lübnan’daki İran partisine güçlü saldırılar gerçekleştirdiler.

Buna karşılık İran’dan tık yok, tam bir ölüm sessizliğe gömülmüş durumda. Lübnan’daki partisinin çöküşünü izliyor, kılını bile kıpırdatmıyor. Aksine, Amerika ile müzakere olasılığının yollarını aramaya devam ediyor. Acaba İran, daha önce Gazze’ye sırtını döndüğü gibi şimdi de Lübnan’daki partisine mi sırtını döndü?

Acaba bu gruplar, hiçbir söz sahibi olmadıklarını, siyasi kararların kendilerini finanse eden ve savaşçılarının maaşlarını ödeyenlerin güçlerin güdümünde olduğunun farkındalar mı?

Diğer gruplar bu olaydan ders çıkarıp, beyaz öküz yenildiği gün ben de yenilmiştim diyecekleri bir gün gelmeyecek mi?

Ey Müslümanlar! ey Müslüman orduları! Yahudi varlığı küresel düzeyde askeri üstünlüğünü sergileme çabası içerisindedir ve daha büyük bir güç gösterisi yapmaya hazır olduğunu belirtmektedir. Oysa Yahudiler korkak bir millettir. Kuşkusuz Allah Subhânehu ve Teâlâ doğru söylemiş:

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلا بِحَبْلٍ مِنَ اللهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ “Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir.” [Ali İmran 112] Yahudiler yalan söylemişlerdir.

Bu nobranlık sizlerin, özellikle de Müslüman orduların sessizliğinin bir ürünüdür. Şairin de dediği gibi:

İnsanların putlara tapma alışkanlığı, putun yüceliğinden değil, insanların alçaklığından kaynaklanır.

Ey Müslüman orduları! Hizb-ut Tahrir, sizi dünyada izzete, ahirette ise mutluluğa davet ediyor. Zillet tozundan silkinin, başlarınızı kumdan kaldırın, zillet tahtlarını devirin, Mescidi Aksa ve diğer Müslüman ülkelerini özgürleştirmek için Allah yolunda cihat ilan edin. Böylece Yahudiler, arkasına saklanmak için taş ve ağaç arayışı içerisine girdiklerinde ve haklarında Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünün gerçekleştiğini gördüklerinde gerçek büyüklüklerinin boyutunu fark edeceklerdir:

لا تَقُومُ السَّاعَةُ حتَّى تُقاتِلُوا اليَهُودَ، حتَّى يَقُولَ الحَجَرُ وراءَهُ اليَهُودِيُّ: يا مُسْلِمُ، هذا يَهُودِيٌّ وَرائي فاقْتُلْهُ“Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Hatta Yahudi, taşın arkasına saklanacak da, taş; Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Suçlarının Durdurulması Ancak Ulusal Devlet Sınırlarının Ortadan Kaldırılması ve Müslüman Ordularının Hilafet Sancağı Altında Birleştirilmesiyle Mümkündür

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, 27 Eylül 2024 tarihinde Dakka ve Çittağong’daki çeşitli camilerde gaspçı Yahudi varlığının Filistin ve Lübnan’a karşı devam eden savaşını protesto etmek amacıyla gösteri ve yürüyüşler düzenledi. Hizb-ut Tahrir’in birçok üyesi yürüyüşlerde konuşmalar yaptı. Yürüyüşlerin ardından şehirlerin farklı bölgelerindeki farklı sokaklarda kortejler düzenlendi ve yürüyüşler dua ile sona erdi. Konuşmacıların kalabalığa yaptıkları konuşmaların özeti şöyledir:

Yaklaşık bir yıldır gasıp Yahudi varlığı, dünyanın gözleri önünde Gazze ve Batı Şeria halkına yönelik katliam ve soykırımını sürdürüyor. Mübarek Toprak Filistin’de şehitlerimizin sayısı 40 bini aşmış ve yaralıların sayısı da 100 bine yaklaşmış durumda. Çocuklara, kadınlara ve yaşlılara yönelik bu günlük katliamların sona ereceğine dair herhangi bir işaretin bulunmadığı bir ortamda, işgalci varlık Lübnan’a yönelik yeni bir geniş çaplı bombardıman kampanyası başlattı. Saldırılarda yüzlerce insan şehit oldu, 90.000’den fazla insan yerinden edildi. Lübnan’daki hastaneler, tıpkı Filistin’de gördüğümüze benzer şekilde, aralarında onlarca kadın ve çocuğun da bulunduğu masum sivillerle dolup taşıyor.

Ey Müslümanlar! Yahudi varlığını dokunulmaz veya caydırılamaz bir güç olarak hayal etmek caiz değildir. Aksine, bu mutant varlık, Batı ürünüdür, Müslüman ülkelerin kalbindeki ileri karakoludur Dolayısıyla sömürgeci Batı’dan sınırsız askeri ve mali destek alıyor. Gasıp varlığı korumak için, Amerika liderliğindeki Batı, sömürgeci araçları olan Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere, siyasi manipülasyon amacıyla İslam ülkelerinde din gibi yaydıkları sözde ‘özgürlük’ ve ‘insan hakları’ değerlerini bile mezara gömmekten çekinmiyor.

Mübarek Toprak Filistin’de Müslümanlara karşı başlatılan Haçlı seferlerini tamamen sona erdirmenin önündeki tek engel, İslam ülkelerindeki ceberut hain yöneticilerdir. Onlar, Yahudi varlığının en ön saflarındaki bekçileridir. Çocuklarımız Yahudi varlığının uyguladığı ambargo nedeniyle açlıktan ölürken, Mısır, Ürdün, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki hain yöneticiler Yahudi varlığına gıda ithalatına devam ediyorlar. İmzaladıkları barış anlaşmalarıyla, normalleşmeyle, kurdukları diplomatik ilişkiler ve ekonomik işbirliğiyle bu cani varlığa can simidi oluyorlar. Onlar, sömürgecilerin bize dayattığı yapay ulusal sınırların bekçileri gibi hareket ediyorlar. Batı’nın gündemine hizmet etmek için bölünmüş ve parçalanmış kalmamızı sağlıyorlar. Filistin ve dünyanın diğer bölgelerinde zulüm gören kardeşlerimizi desteklemek için harekete geçmemizi engelliyorlar Batılıların dayattığı bu ulusal sınırları koruyarak, Batı ajanları Filistin’deki Müslümanların sıkıntısını tüm ümmetin değil sadece Filistinlilerin sorunu haline getirmek istiyorlar. Oysa Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmeti tek bir vücuda benzetmiş ve bir uzvu ağrıdığında tüm vücudun uyuyamayıp ateşlendiğini söylemiştir.

Ey Müslümanlar! Hizb ut-Tahrir, size Mübarek Toprak Filistin’i lanetli Yahudilerin pisliğinden temizlemenin tek yolunun, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak olduğunu hatırlatmaktan asla yorulmayacaktır. Ordulardaki samimi subayları, sömürgecilerin dayattığı ulusal sınırları ortadan kaldırmaya, bu hain ve korkak yöneticileri devirmeye, İslami hayatı yeniden başlatmak ve vaat edilen ikinci Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir’e derhal nusret vermeye çağırmalısınız. Aksi takdirde, diğer tüm yollar sizi bu dünyada ve ahirette zillet ve utanç uçurumuna sürükleyecektir

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Hilafetin Kurulduğu Gün Gerçek Zafer Yaşayacağız!

28 Eylül 2024 Cumartesi günü Sudan’ın Şendi, Atbara, Port Sudan gibi birçok kentinde ve hatta Mısır’da bile kutlamalar yapıldı. Ordunun zafer elde etmesi ve bu basın açıklaması yazıldığı sırada henüz doğrulanmamış olmasına rağmen Hartum’un kuzeyindeki Celili Rafinerisi’nin ele geçirmesi nedeniyle sevinç gösterileri yapıldı.

İnsanların bu sevinci, üzerinde durulması gereken birkaç gerçeği ortaya koymaktadır:

Birinci gerçek: Sudanlı insanlar, bu lanet olası savaşın getirdiği hayal kırıklığı ve umutsuzluk nedeniyle öyle bir noktaya geldiler ki, kısmi bir zaferle bile kutlama yapmalarını neden oluyor.

İkinci gerçek: Aslında ordu, geçen yılın Nisan ayında başlayan savaştan beri Hızlı Destek Kuvvetlerini (RSF) kolaylıkla yok edebilirdi. Ancak, askeri liderliğin Amerika ile olan bağları nedeniyle bu mümkün olmadı. Amerika, İngiltere ve Avrupa’nın Sudan’daki etkisini yok etmek için savaşın uzamasını istedi ve bu durum savaşın bu kadar uzun sürmesine neden oldu.

Üçüncü gerçek: Sudan halkı zafere hasret, çünkü İslam ümmetinin bir parçasıdır. İslam ümmeti, dinlerini başkalarının dünyaları uğruna satan, sömürgeci kâfir Batı’nın kölesi olmayı kabul eden, ümmete karşı Batının entrikalarını uygulayan, hiçbir yemin ve ahit gözetmeyen Ruveybida yöneticiler yüzünden zafer hasret kalmıştır.

Sudan halkımıza açıkça belirtmek gerekir ki, sömürgeci kâfir İngilizlerin ülkemize girdiği günden bugüne değin yaşadığımız bu alçakça durum, daha iyisini daha kötüsüyle değiştirdiğimizi göstermektedir. Rabbimizin kitabını, Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünnetini ve Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hakkında şöyle buyurduğu Raşidi Halifelerin sünnetini terk ettik:

فَعَلَيْكُمْ بسُنَّتي وسُنَّةِ الخُلَفاءِ الرَّاشِدينَ المَهْدِيِّينَ، عَضُّوا عليها بالنَّواجِذِ “Benim sünnetime ve doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine azı dişlerinizle (tuttuğunuz gibi sımsıkı) sarılın.” [Tirmizi, Ahmed ve Ebu Davud] Tüm bunlara sırtımızı döndük, kafir Batı’nın sistemlerini, sivil ve askeri demokrasiyi ve İslam’ın öngörmediği diğer pozitif sistemleri on yıllar boyunca hayat sistemi olarak benimsedik. İşte bugünkü yaşadığımız zillet ve aşağılanmanın nedeni budur.

Sevineceğimiz gerçek zafer, sömürgeci kafir Batı sistemlerinden, hegemonyasından, uluslararası hukuk dediği şeriatından kurtulduğumuz, yeryüzünde Allah’ın Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet yönetimini kurduğumuz gün olacaktır. İşte o zaman gerçek sevincin tadını tadacağız. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ“De ki: “Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” [Yunus 58]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Bangladeş Başarı ve Refahı İçin Batılı Emperyalist Ülkelere Bakmamalı ve Hint-ABD Jeopolitiğinin Kurbanı Olmamalıdır

Bangladeş geçici hükümetinin başdanışmanı Dr. Muhammed Yunus, salı günü New York’ta 79. BM Genel Kurulu’nun oturumları sırasında düzenlenen bir resepsiyonda küresel liderlere, yeni Bangladeş’in inşasına destek vermeleri çağrısında bulundu. Konuşmanın hemen ardından ABD Başkanı Joe Biden, Bangladeşli öğrencilerin ülkeleri için bu kadar fedakârlık yapabiliyorsa, ABD’nin de daha fazlasını yapması gerektiğini söyledi. Daha önce Dr. Yunus, ABD Hazine Bakanlığı Uluslararası Finans İşlerinden Sorumlu Yardımcı Sekreter Brent Neiman’ın başkanlık ettiği üst düzey bir ABD heyetiyle Dakka’da yaptığı görüşmede yardım talebinde bulunmuştu. ABD heyeti ayrıca geçici hükümetle birlikte çalışma konusundaki güçlü kararlılığını da ifade etti ve iki ülke arasında bir anlaşma imzalandı. Anlaşma uyarınca ABD, Bangladeş’e kalkınma desteği olarak 202 milyon dolar yardım sağlayacak.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, geçici hükümeti aşağıdaki tavsiyelere kulak vermeye çağırıyor:

Birincisi: Bangladeş’in yeniden inşası için neden ısrarla Batılı emperyalist ülkelerin sözde desteğini talep etmek zorunda kalıyoruz? Zalim Hasina da daha önce ABD ve diğer Batılı ülkelerden bu tür destek arayışlarına girmişti. ABD şu anda geçici hükümeti desteklediği gibi, tiran Hasina’yı da destekliyordu. (Biden, Başbakan Hasina’ya Bangladeş’in ekonomik hedeflerine destek verme taahhüdünü ifade etti”, Dhaka Tribune, 4 Şubat 2024) Bu Makyavelci Batılı güçler, kendi jeopolitik çıkarları için Hasina’nın korkunç bir zalim olmasına göz yumdular. Dolayısıyla, halk kitlelerinin Hasina’yı devirmesi aslında Batı’nın dünya düzenine ve hegemonyasına bir meydan okumaydı. İnsanların yaptığı fedakarlıklar, gösterdiği irade ve beslediği umutlar, ülkeyi Hindistan ve Batılı sömürgecilerin pençesine bırakmak amacıyla değildi. Bu yüzden, geçici hükümete, iktidar ve meşruiyetin emperyalistlerden gelmesi gerektiği düşüncesinden vazgeçmesini öneriyoruz. Gücünüzü halktan almalısınız ve yaptıklarınız, halkın iradesini ve arzusunu temsil etmeli. Dolayısıyla, Hint-ABD jeopolitik oyununun bir piyonu haline gelmemek için sömürgeci ABD’ye karşı uyanık olmalısınız. ABD’nin, Hint-Pasifik Stratejisi (IPS) kapsamında Hindistan ile savunma ve güvenlik ilişkilerini önemli ölçüde derinleştirdiğini hatırlatmak isteriz. ABD ve komşu düşmanımız arasındaki bu stratejik ortaklık, Bangladeş için geniş kapsamlı sonuçlara olacaktır.

İkincisi: Bu kritik dönemde ülkenin en çok ihtiyacı olan şey, yabancı destekten daha ziyade güçlü bir ulusal birliktir. Hindistan’ın komplolarına ek olarak, son 15 yıldır devlet bürokrasisinin her köşesine sızmış olan Hasina rejiminin destekçileri de karşı saldırıya geçmek için uygun fırsat ve zaman kollamaktadırlar. Bu nedenle, geçici hükümetin öncelikli görevi, tüm anti-emperyalist, vatansever ve pro-İslam güçlerini birleştirerek düşmanlarımız ve yerel ajanlarıyla mücadele etmek olmalıdır. Bu birleşme sürecine, Bangladeş’teki önemli anti-emperyalist, vatansever ve İslam yanlısı güçlerden biri olan Hizb-ut-Tahrir’in haksız olarak yasaklanmasının derhal kaldırılmasıyla başlanması gerektiğini unutmayın. Bu nedenle, bu kritik dönemde Hizb-ut-Tahrir’i sürecin dışında tutarak birlik fikrinin oluşturulması düşünülemez. Hasina’nın ayrımcılığına ve otoriterliğine dokunulmadan ülkenin egemenliği korunamaz. Geçici hükümeti samimi tavsiyelerimize kulak vermeye çağırıyoruz ve Yüce Allah şahittir ki, biz siz ve halkımız için en iyisini istiyoruz. Bu nedenle Batılı sömürgecilere ihtiyatla yaklaşın, atacağınız herhangi bir zayıf adım, bizi düşmanlarımızın oyunları karşısında savunmasız hale getirecektir.

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” [Tevbe 71]

Devamını oku...

İstinaf Mahkemesi, Mazlumları Serbest Bırakarak Özbek Hükümetinin Hatasını Düzeltebilecek mi?

Birkaç ay önce Taşkent’te 23 eski siyasi mahkûmun yargılanması gerçekleşti. 15’i ‘son derece tehlikeli mükerrer suçlular’ olduğu gerekçesiyle 7 ila 14 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Rejimin özel güvenlikli cezaevinde cezalarını çekmelerine kararlaştırıldı. Diğer sekiz kişi ise beş yıl ev hapsine çarptırıldı. Mahkemeye çıkarılan bu gençlerin daha önce 20 yıl hapis yattıklarını ve bu süre zarfında farklı psikolojik ve fiziksel baskılara maruz kaldıklarını belirtmekte fayda var. Avukatları ise, davanın yeniden görülmesi için Temyiz Mahkemesi’ne başvurdu. Şu anda 15 genç temyiz aşamasında. Mevcut bilgilere göre, Temyiz Mahkemesi başkanı Koochkarov Sanger Koochkarovich’tir.

Bu dava temel olarak iki açıdan, yani hukuki ve siyasi açıdan değerlendirilmelidir: Şer’i açıdan akıllara şöyle bir soru geliyor: Allah’ın dinine davet etmek ne zamandan beri suç oldu? Buhari ve Tirmizi gibi büyük âlimlerin çıktığı Özbekistan gibi bir ülkede bugün böyle tuhaf ve garip olaylar yaşanması gerçekten ilginç! Hiçbir kimse, İslam’a davet etmenin ve hükümlerine göre yaşamanın her Müslümana farz olduğunu bilmezden gelemez. Hatta hayattaki varoluş amacı İslam’ın temel düşüncesidir! Mevcut Özbek hükümetinin bu gençleri yeniden yargılaması utanç verici değil mi? Oysa bu gençler zaten önceki ‘çöp rejimi’nin kurbanı idiler, gerçek apaçık ortada! Onlarla ilgili olarak “son derece tehlikeli mükerrer suçlular” ifadesinin kullanılması abartı ve iftiradan başka bir şey değil. Söyleyin bize, acaba onlar rüşvet ve yolsuzluğa mı karıştılar, milyarlarca doları zimmetlerine mi geçirdiler? Ya da ülkenin servetini mi yağmaladılar? Bir cinayet mi işlediler? İnsanların haklarını mı yediler? Yoksa Rusya ve Amerika gibi sömürgecilere hizmet ederek ülke ve millete mi ihanet ettiler? Sonuç olarak, Allah’ın haram kıldığı bu tür işleri yapan insanlar, tıpkı özgürce hareket eden kimseler gibi yaptıklarını pek gizlemezler. Ama kimse onları yargılamaya cesaret edemiyor. Bu arada, mahkeme yakın zamanda eski Sovyetler Birliği devletini yeniden kurmayı savunan bir kişiyi 3 yıl hapse mahkûm etti. Bu gibi gerçek suçlara verilen cezalar bu kadar hafifken, İslam’ı savunanlara karşı bu kadar şiddetli ve hoşgörüsüz davranılması ne kadar ilginç! Şüphesiz ki bu çift standartlı politika, Özbekistan rejiminin İslam’a karşı önyargılı olduğunu ve İslam’a davetin hoş görülmediğini göstermektedir.

Siyasi açıdan bakıldığında, Özbekistan rejiminin mazlum Müslümanlara yaptığı zulmün arkasında Rusya gibi kâfir sömürgeci devletlerin olduğu aşikâr. Rejimin, ülkemizdeki İslam davetini yok etmek ve Müslüman halkımızı İslam’dan uzaklaştırmak için aldığı yasalar ve önlemler, bu ülkeleri memnun etmekten başka bir şey değildir. Ancak bu durum, başbakanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz ve Allah katındaki hesaplarını hafifletmez. Hükümette bulunanların kendilerini Müslüman olarak görmeleri nedeniyle, İslam ve Müslüman düşmanı sömürgeci devletleri memnun etmeye çalışmaları ve onların yanında yer almaları, Allah’a, Peygamberine ve Müslümanlara ihanettir. Zira Allah, zulmü ve ihaneti haram kılmıştır.

Biz, bu gençlerin ve taşıdıkları İslam davetinin halkımıza ve ülkemize hiçbir tehdit oluşturmadığından eminiz. Aksine, onlar cesur gençlerdir ve bu halk ve bu ülke için hayatlarını feda etmeye hazırlardır! Hatta onlar, bu vahşeti işleyen Özbekistan hükümetini bile düşman görmemektedirler. Çünkü biz Müslümanların gerçek düşmanları, Amerika ve Rusya gibi kâfir sömürgeci devletlerdir. O halde neden hükümettekiler, onların anladığı bu gerçeği anlamak istemiyorlar? Bugün dünyada olup bitenlere bakmıyorlar mı? Kimin dost, kimin düşman olduğunu ve tehlikenin nereden geldiğini anlamıyorlar mı?

Bu nedenle Özbek rejimine henüz çok geç olmadığını ve gençleri serbest bırakarak hatasını düzeltebileceğini söylüyoruz. Ayrıca, farklı cezaevlerinden getirilen onlarca eski siyasi mahkûmu da serbest bırakmalıdır. Doğru ve tek kurtuluş yolu, sömürgeci devletlerin izinden gitmeyi bırakıp Allah’a dönmek ve O’nun ipine sımsıkı sarılarak siyaset yürütmektir. Umulur ki bu şekilde, Allah katında yüzleri aydınlanır da rahmetine erişirler. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوا وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ“Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.” [Nahl 128]

Devamını oku...

Gazze’yi Yerle Bir Etmekle Yetinmeyen Yahudiler, Caniliklerini Lübnan’a da Taşıdılar

Yaklaşık bir yıl sonra Yahudi varlığı, Filistin halkına karşı başlattığı ve uluslararası güçlerin ve çevredeki Müslüman yöneticilerin işbirliğiyle güpegündüz gerçekleştirdiği soykırım kampanyasını Lübnan’a da taşıdı. Yoğun yerleşim bölgelerini rastgele bombalayarak binlerce insanın ölümüne neden oldu. Bu saldırılarla Gazze’de felaketle sonuçlanan saldırılarının ardından bozulan imajını düzeltmeyi ümit ediyor. Avustralya da dahil olmak üzere Batılı güçlerin sağladığı siyasi ve askeri destekle ve çevredeki Müslümanların yöneticilerden aldıkları haince ‘hayat kurtaran’ yardımlarla cesaretlenen Yahudiler, şimdi Gazze’deki felaket dolu kampanyalarını, 1967 ve 1973 savaşlarındaki gibi yapay bir zafere dönüştürmeye çalışıyorlar. Müslümanların yöneticilerinin kasıtlı vurdumduymazlığı ile işgalin gücü abartılmaktadır.

Yahudi varlığı yeni bir cephe açma cüreti gösterdi, Müslümanların yöneticilerinin kapı kulu olduklarını, ümmetin ordularını prangaya vurduklarını, halklarını dizginlediklerini, Yahudi varlığının bekçiliğini yaptıklarını, ondan tir tir titrediklerini, boş laf etmekten başka bir şey güçlerinin yetmediğini biliyor. Müslümanların yöneticileri Yahudilerin kendi halklarına karşı işledikleri suçlara ortak olmakla kalmayıp, bu suçların işlenmesine olanak sağlamaktadırlar.

Batı, Avustralya da dahil olmak üzere, Yahudilerin halkımıza karşı işlediği suçlara her türlü siyasi, askeri ve ekonomik desteği sağladı. Batı, başlangıçta gasıp Yahudi varlığı yaratma suçuna nasıl imkân sağladıysa, bugün de bu suçların devam etmesine kolaylık sağladığı için de son derece mutludur. Ahlaki, yasal veya insani hiçbir değer dikkate alınmamıştır. Bu varlık, Mübarek Toprak Filistin insanlarının kemikleri üzerine inşa edilmiştir ve bugün de varlığı öyle korumaktadır. Uluslararası kurumlara ve uluslararası hukuka başvurmak bir şaka değil, bir suçtur.

Yalancı kahramanların gerçek yüzleri ortaya çıktı. İstisnasız Müslümanların tüm yöneticilerin sergilediği tüm övünç gösterilerinin, katıksız bir yalan olduğu kanıtlandı. Filistin’deki Müslümanları kaderlerine terk ettikleri gibi, şimdi de Lübnan’daki Müslümanları kaderlerine terk ettiler. Daha önce Irak, Afganistan, Yemen ve diğer her yerdeki mazlum Müslümanları kaderlerine terk etmişlerdir. Hatta Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerde efendilerine on yıllarca hizmet eden ajanlar bile, şimdi Batı’nın siyasi çıkarları uğruna gözden çıkarılıyorlar.

Eğer Batı, Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmek için uygun bir zaman olduğunu ve bu planın merkezinde gasıp varlıkla normalleşmenin olduğunu düşünüyorsa, tarih ona Müslümanların her türlü işgalden kurtulma inancına sıkı sıkıya bağlı olduklarını hatırlatmalıdır. Müslümanların yöneticileri her zaman Batılı efendilerinin güdümü altında olmuştur, ancak Müslümanlar ile yöneticileri arasındaki uçurum bugün olduğu kadar hiç bu kadar derin olmamıştır.

Son on iki ayda siyasi manzara o kadar köklü bir şekilde değişikliğe uğradı ki, bu yöneticilerin konumu hiç bu kadar zayıf, Müslümanların kararlılığı da hiç bu kadar güçlü olmamış ve sıradan insanların çığlıkları bu kadar yüksek sesle ordulara ulaşmamıştı. Ümmetin dürüst evlatlarının kendilerine vurulan prangalardan kurtulmaları ve bağımsız siyasi iradelerini yeniden kazanmaları sadece bir zaman meselesidir. Gaspçı varlık, savunmasız halkı gerçekten savunmaya kararlı bir orduyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Devamını oku...

Kırgızistan İslam Karşıtı Bir Yasa Tasarısını Geçirmek İstiyor!

Kırgızistan hükümeti, ülkedeki dini durum üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak amacıyla iki önemli yasa tasarısı bu yılın Eylül ayında kamuoyuna sunarak tartışmaya açtı. Birisi Devlet Din İşleri Komisyonu, diğeri ise İçişleri Bakanlığı tarafından önerildi. Ancak bu yasa tasarıları, Kırgızistan’ın 2021-2026 yılları arasında benimsediği din politikasının bir parçası olarak hayata geçiriliyor. Bu kavram, sömürgecileri memnun etmek ve özellikle de ülke yasalarını Şanghay İşbirliği Örgütü’nün gereklilikleriyle uyumlu hale getirmek amacıyla uluslararası talepler doğrultusunda geliştirilmiştir.

Geçtiğimiz ağustos ayının 30’unda din işleri komisyonu tarafından kamuoyuna sunulan yasa tasarısının başlıca maddeleri arasında; burkanın yasaklanması, dini partilerin kurulmasının yasaklanması, partilere dini isimlerin verilmesinin yasaklanması, dini şahıslara bir yıllığına akreditasyon verilmesi ve kısım kısım İslami davetin yasaklanması gibi maddeler yer almaktadır.

Bazı müçtehitlere göre İslam’da burka takmak Müslüman kadınlar için farzdır. Bu nedenle, bu madde İslami bir görüşe aykırı olduğundan Müslümanlar buna karşı çıkmalıdır. Sonuç olarak, tüm Müslümanların görevi her türlü İslami görüşü korumaktır. İçtihat farklılıkları müçtehitlerin meselesidir ve tartışmalarını onlarla sınırlı tutmak gerekir.

Aynı şekilde, İslam esasına dayalı bir siyasi parti kurmak da farz-ı kifayedir. Eğer ümmette böyle bir parti yoksa veya mevcut parti ile yeterlilik (farzı kifaye) hasıl olmuyorsa, bu farzı yerine getirenler müstesna tüm Müslümanlar günahkâr olurlar. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” [Ali İmran 104]

Bunun yanı sıra, hükümet cuma hutbeleri ve internet üzerinden vaaz veren vaizleri yasaklamayı planlıyor. Amaç, yalnızca yetkilileri memnun edecek sözler söyleyen din adamları yaratmak. Aslında İslam’da Müslümanlar, Hristiyanlık ve diğer dinlerde olduğu gibi din adamları ve sıradan insanlar diye kategorize edilmezler. Tam tersine, her Müslüman öğrendiği şeyi tebliğ etmekle ve elinden geldiğince ona göre amel etmekle yükümlüdür.

Ayrıca kısım kısım İslam davetinin yasaklanması, evlerde, camilerde ve kayıtsız okullarda ilim ve Kur’an öğretiminin engellenmesini amaçlamaktadır. Gerçek şu ki, ister mahallede, ister sokakta, ister camide olsun, her Müslüman İslam davetini tebliği etmek için çalışıyor. Bir münker gördüğünde, onu eliyle veya diliyle değiştirmeye çalışır. Çünkü Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْرَأَىمِنْكُمْمُنْكَراًفَلْيُغَيِّرْهُبِيَدِهِ،فَإِنْلَمْيَسْتَطِعْفَبِلِسَانِهِ،فَإِنْلَمْيَسْتَطِعْفَبِقَلْبِهِ،وَذَلِكَأَضْعَفُالْإِيمَانِ“Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” [Müslim] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurarak bize sorumluluğumuzu hatırlattı:

كَلاَّ، وَاللَّهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ، وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، وَلَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، وَلَتَقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللهُ بِقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنَنَّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ“Vallahi ya iyiliği emreder ve kötülüğü engellersiniz, zalimin elini tutar, onu hakka çekersiniz, haktan yana olmaya mecbur edersiniz, ya da Allah kalplerinizi birbirine kırdırır ve onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder.”

Bu nedenle hükümet tarafından sunulan yasa tasarısı İslam ve değerleriyle çelişmektedir. Dolayısıyla, Allah’ın emrettiği davet faaliyetlerini kısıtlamaktan ve İslam görüşünün yasaklamaktan vazgeçilmelidir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

مَا مِنْ وَالٍ يَلِي رَعِيَّةً مِنْ الْمُسْلِمِينَ فَيَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لَهُمْ إِلَّا حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ“Allah bir halkın başına getirip de, öldüğü gün tebaasını aldatmış olarak ölen hiç bir kul yoktur ki, Allah ona cenneti haram etmesin.” [Buhari]

Devamını oku...

Diplomasi ve Savaş!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Diplomasi ve Savaş!

Haber:

Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik vahşi saldırısının başlamasından bu yana geçen on ay içinde ABD Dışişleri Bakanı Blinken bölgeye dokuz ziyaret gerçekleştirdi ve her gelişinde yeni bir diplomatik terim kullandı ki bunlar şunlardır: “Savaşın kapsamının genişlemesini istemiyoruz”, “Gerilimi azaltmak için çalışıyoruz”, “Netanyahu bana anlaşmayı kabul ettiğini söyledi”, “ateşkes için %90 anlaşma sağlandı”, “Boşlukları doldurmaya çalışıyoruz”, “Gazze müzakereleri kritik konulardır”, “Müzakerelerde hâlâ askıda olan konular vardır” ve “Amerika Gazze’nin uzun süreli “İsrail” işgalini kabul etmiyor.” Başkanı Biden da benzer açıklamalar yapıyor, sonra bir plan ortaya çıkıyor, insanlar bunu uygulamaya hevesleniyorlar, sonra da katlanıp dürülerek unutuluyor. Lübnan elçisi Amos Hochstein da Lübnan cephesinde benzer bir diplomatik rol oynamaktadır. Ulusal Güvenlik Koordinatörü Kirby, Savunma Bakanı Austin ve diğer ABD’li yetkililer de benzer diplomatik açıklamalarda bulunarak umut verdiler, söz verdiler ve şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.

Yorum:

Amerika bu diplomasiyle bölgede devam eden savaşta sinsi bir rol oynamaktadır. Amerika becerikli olduğu için değil, aksine karşı taraf ya aptal ya korkak ya hain olduğu ya da hepsini aynı anda bir araya getirdiği için bu konuda ustalaşmıştır! Amerika doğrudan savaş aracı olduğundan dolayı ondan çözümler, savaşları durdurması ve Yahudi varlığına baskı yapması bekleniyor ancak o Yahudi varlığına tüm silahları, yardımları ve doğrudan siyasi ve medya desteğini sağlıyor.

Zerre kadar aklı olan biri nasıl olur da Amerika’dan gerek kendisi gerek halkı gerekse ümmeti lehine bir şey bekleyebilir; zira Amerika sürekli olarak sadece kendi çıkarları için çalıştığını vurgulamaktadır. Bu yüzden Yahudi varlığını destekleyen ve her türlü yolla ve her türlü kitle imha silahıyla onun bekasına hırs gösteren Amerika’dır. Bu da ümmeti pençesi altında tutmak, onun kurtuluşunu ve Hilafetinin geri dönüşünü engellemek için Yahudi varlığının bölgedeki üssü olduğu içindir! Bu nedenle Amerika, Gazze’ye yönelik devam eden vahşi saldırısı sırasında Yahudi varlığının yanında yer almış ve ona on milyarlarca dolar değerinde gelişmiş ölümcül silahlar sağlamıştır.

Bu bir yöndendi. Diğer yönden olana gelince; Kur’an-ı Kerim’de geçen siyasi fikirler, düşmana yardım edenin düşman sayılması gerektiğini, onu dost edinmenin haram olduğunu, er ya da geç onunla savaşılması gerektiğini belirtmektedir: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَAllah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [Mümtehine 9] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kureyş ile Hudeybiye anlaşmasını bozmuş ve Kureyş’in, İslam Devleti’nin himayesi altına giren Huzaa’ya karşı müttefikleri Beni Bekr’i desteklediği için ona karşı savaş ilan etmiştir. Dolayısıyla bir Müslümanın sahip olduğu siyasi bilinç, İslam akidesinden kaynaklanan fikirler perspektifinden olmalıdır; şayet böyle olmazsa, karanlıklar içinde bocalayan bir kör olur, Amerikan diplomasisi onu aldatır, Amerika’nın savaş makinesi onu korkutur, gaflet hastalığına yakalanır ve kendisinin, tüfek ile siyasi zekanın arasını birleştiren ilham verici bir komutan ve harika bir savaşçı olduğunu zanneder!

Afganistan’da yenilginin ve utancın acısını tattıktan ve 20 yıl sonra aşağılanmış bir şekilde çıktıktan ve dünyanın önünde gülünç duruma düşüp alay konusu olduktan sonra, uluslararası konumu sarsılmışken nasıl olur da yalınayak ve çıplak gibi görünen kişiler karşısında yenilebilir ki?! Dolayısıyla Amerika, daha önce de Irak'ta ilan ettiği gibi bir askeri zafer elde edemedi ve Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgal etmesine yardım ettiğini ilan eden adam kılıklı İranlı hainler onu kurtarmasaydı ve Amerika ile nüfuzunu korumak için istediği zaman müdahale etme hakkı veren bir güvenlik ve stratejik anlaşma imzalamasaydı neredeyse aynı akıbeti paylaşacaktı. Bu yüzden Amerika, sanki doğrudan kendisi savaşıyormuş gibi kuduz köpeği olan Yahudi varlığını doğrudan ve aleni bir şekilde destekleyerek İslam ümmetinden intikam almak ve uluslararası itibarını yeniden tesis etmek istemektedir.

Ümmetin evlatları, Amerika ve müttefiklerinin Afganistan’da yenilgiye uğratılmasından büyük bir mutluluk duymuşlar, kendilerine olan güvenleri artmış ve şayet Katar’da Amerikan diplomasisine aldanan ve 2020’de onunla aldatıcı bir anlaşma imzalayan Taliban hareketinin sorumlularının dar görüşlülüğü olmasaydı onlardan kurtulmak için tarihi bir dönüşümün gerçekleşmesini ümit etmişlerdi. Dolayısıyla Taliban hareketinin sorumluları, Afganistan’ı sadece içeride özgürleştirmek, dışarıda değil de sadece içeride şeriatın hükümlerini uygulamak istediklerini göstermişler ve çalışmasını ülke içiyle sınırlandırmayan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetine öğrettiği siyasi zihniyete sahip olmadıklarını ispatlamışlardır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem çalışmasını, Medine’yi sadece küfür hakimiyetinden kurtarmak ve İslam’ı sadece Medine ve Arap Yarımadası’nda uygulamak için Medine ile sınırlandırmamış, aksine Medine’yi ve Arap Yarımadası’nı küfrün egemenliğinden kurtardıktan sonra dünyanın en büyük devleti olan Roma devleti ile karşılaşmak için harekete geçmiştir; böylece dünyanın en büyük ülkesiyle rekabet etmeye başlayarak ve onu Şam ülkesinden kovmaya çalışarak İslam Devleti’ni on yıl içerisinde büyük bir devlet haline getirmiştir. Aynı yolu izlemek için Ebu Bekir geldi, ardından hedefi gerçekleştirmek için Ömer geldi ve böylece Romalılar Şam’dan Anadolu’nun çevrelerine sürüldü ve dünyanın ikinci devleti olan Pers devleti yıkıldı.Daha sonra yolculuğu tamamlamak için Osman geldi ve onları, eski dünyanın çoğu ülkesinin fethini tamamlamak ve İslam Devleti’nin dünyanın süper devleti haline getirmek için Emeviler takip etti ve bu durum yaklaşık 6 asır boyunca devam etti; böylece Müslümanlar uykularından uyanıp Haçlıları kovduktan ve Moğolların gücünü ortadan kaldırdıktan sonra Osmanlılar geldi ve Viyana surlarına ulaşmak için yolculuğu tamamladılar.

Siyonist olduğunu açıklayan bir Katolik olan Biden, kocası Yahudi olan ve Yahudi varlığını desteklemekle övünen Biden’in yardımcısı Harris, ABD Dışişleri Bakanı olmadan önce Yahudi olduğunu açıklayan Blinken ve işgal altındaki Filistin’de doğan, Yahudi varlığının ordusunda görev yapan ve ABD vatandaşlığına sahip bir Yahudi olan Amos Hochstein... evet bu Amerikalı politikacılar, kendilerinin Siyonist ya da Yahudi olduklarını ilan ettiler ve onların tamamı Yahudi varlığını benimsiyorlar; dolayısıyla Netanyahu, Gantz, Ben Gvir ve Smotrich gibi Yahudi varlığının siyasetçileri ve liderleriyle onların aralarında hiçbir fark yoktur… Aksine onların her biri, uzun vadeli planlarını gerçekleştirmek için bir rol oynuyor ki bu da; Haçlı Seferlerinden bu yana hayalleri olan Filistin’in genelinin tamamen Yahudilerin kontrolüne geçmesi, Filistin’in sonsuza kadar Müslümanların elinden alınması ve Yahudi varlığını sonsuza kadar Amerika ve Batı’nın bir üstü olarak kalmasıdır. O halde aklı başında biri çıkıp da Amerika’dan çözüm bekliyoruz diyebilir mi?!

Amerika’nın iki devletli çözümüne gelince; bu Filistinliler için, Yahudi varlığının hegemonyası altında silahtan arındırılmış sözde bir otorite oluşturulacağını teyit etmek için olup bu da dünyayı, özellikle Müslümanları, Filistin’in özgürleştiği, halkının haklarını aldığı, bağımsızlığını kazandığı ve sorunlarını çözdüğü konusunda yanıltmak içindir! Özel olarak bölge halkı, genel olarak ise Müslümanlar, ümmetten addedilen ama ümmetten olmayan dostlarının söylediği gibi kendilerine refah, kalkınma ve ilerleme getirecek uysal, şefkatli ve medeni bir Yahudi varlığını kabul etmektedirler!

Ancak Yahudilerin iki devletli çözümü ve Filistin devletini reddetmesiyle büyük komplonun düşmesi sayesinde bu ümmet için bir rahmettir; böylece Filistin meselesi, onun kurtuluşunu arzulayan ve onu kurtarmanın yolunu arayan Müslümanların kalplerinde canlı kalmaya devam edecek ve bu yolun da Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulması ve cihadın ilan edilmesi gibi kendi akidelerinden kaynaklandığını göreceklerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER