Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Şayet Ümmet İnisiyatif Almazsa, Amerika İstediği Şeyi Başaracaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Şayet Ümmet İnisiyatif Almazsa, Amerika İstediği Şeyi Başaracaktır!

Haber:

Biden, Gazze’de çözüme yönelik vizyonunu ortaya koydu, Yahudi varlığının bunu kabul ettiğini söyledi ve Dışişleri Bakanı Blinken ise Hamas’ın teklifi açıkça kabul etmesi gerektiğini söyledi. Amerika’nın tutumunun desteklenmesi için BM Güvenlik Konseyi, Amerikan çözümünü benimseyen bir karar yayınladı.

Yorum:

Amerika, Müslümanların düşmanıdır, dahası onun esaretinden, zorbalığından, zulmünden ve sömürgeciliğinden kurtulmak isteyen tüm dünya halklarının düşmanıdır. Ne yazık ki bu Amerika hâlâ, güç, ajanlık, haram para, medya ve dünya halklarının başına musallat olma hedefine ulaşmak için kullandığı diğer araçlar yoluyla dünyadaki çoğu ülkenin kendisine ve politikalarına tabi olduğu dünyanın birinci ülkesidir.

Bugün bizler, bugünkü bu politikanın Trump’ın Biden’dan önceki Amerikan yönetimindeki aşamasını ortaya çıkarmasının, bu sonuncusunun özellikle geçen sekiz ay boyunca izzetli, onurlu ve kararlı Gazze savaşının ardından halkların Biden’a ve Amerika’ya olan nefretlerinin artmasının ve sözde insan hakları, çocuk hakları ve insana yakışır bir yaşam hakkı gibi uydurma iddialarına rağmen Amerika’nın çocukları, kadınları, yaşlıları ve hastaları öldürme konusundaki çirkin ve suçlu yüzünün ifşa olmasının ardından dünya halklarının çoğunun, Amerika’nın kendilerini köleleştirmesinden kurtulmak için gerçek ve etkili bir eyleme hazır hale geldiğini görüyoruz.

Bunun öncesinde de bir yandan Rusya ve Çin’i zayıflatma, daha da önemlisi Avrupa’yı zayıflatma ve Trump’ın kendi yönetimi sırasında açıkça talep ettiği gibi NATO ve savunma bütçesini artırma yoluyla onun kararları üzerindeki kontrolünü sağlamak amacıyla Avrupa’yı Rus öcüsüyle korkutma hedefine ulaşmak isteyen Amerika'nın yönettiği Ukrayna savaşı vardır.

Bu nedenle Gazze’ye yönelik gösteriler şeklinde bile olsa, Avrupa halklarının Amerika’dan ve onun tasallutundan kurtulmak için -ki bu gösteriler bunu ima eden ifadelerden yoksun değildir- harekete geçtiğini görüyoruz. Bu durum yöneticilerin, er ya da geç pratik olarak düşünmelerini ve bir planlama yapmalarını etkileyecektir.

Ancak üzücü olan şey, izzetli, onurlu ve kararlı Gazze’de başımıza onca şeye rağmen bizler, Amerika’dan, onun nüfuzundan ve tasallutundan kurtulmak isteyen bu elverişli uluslararası durumun gölgesinde ellerini ümmetin muhlis ve bilinçli evlatlarının elleri üzerine koyarak kardeşlerine yardım etme, Amerika’dan ve onunla birlikte üvey evladı Yahudi varlığından sonsuza dek kurtulmak için onlara karşı koyma güçleri olmasına rağmen özellikle Ürdün, Mısır ve Türkiye olmak üzere Müslüman ülkelerin herhangi birindeki güç ve kuvvet ehlinden birinin harekete geçtiğini görmüyoruz.

Şayet ümmet bir bütün olarak harekete geçmezse Allah göstermesin o zaman Amerika ve tüm Batı başımıza musallat olmaya devam edecektir; ancak bizim ümmete olan umudumuz büyüktür; çünkü onun içinde kahramanlar ve adam gibi adamlar vardır.

إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Nizar Cabir - Lübnan

Devamını oku...

Uluslararası Adalet Divanı ve Netanyahu, Savaş Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Hakkındaki Kararlar!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Uluslararası Adalet Divanı ve Netanyahu, Savaş Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Hakkındaki Kararlar!

Şüphesiz mahkemenin kararında olumlu bir yön vardır; zira Yahudi varlığına karşı halkların gösterileri ve üniversitelerdeki öğrenci gösterileri ile ülkelerin ve sistemlerin siyasi eylemleri arasında büyük bir fark vardır; çünkü halkaların genel olarak insani bir tavrı oluyor ama bu tavırların Batılı ülkelerin politikaları üzerinde çok nadir durumlar dışında genellikle somut bir etkisi olmuyor. Ülkelere gelince; onlar siyasi bir tavır aldıklarında, bu tavır halkların tavırlarından daha etkili bir yankı uyandırıyor; bu da Yahudi varlığının, Birleşmiş Milletler büyükelçisinin bunların tüzüklerine parçalayacak ve onlar hakkında söylemesi gerekenleri söyleyecek derecede öfkesinin kabarmasına neden oluyor.

Bu uluslararası karar, her ne kadar 7 Ekim, varlığın derinliği ve güvenliği açısından yaşadığı askeri bir şok olsa da Yahudi varlığının kuruluşundan bu yana yaşadığı ilk manevi şok olmuştur. Dolayısıyla Uluslararası Mahkeme’nin bu kararının -her ne kadar Netanyahu'nun tutuklanmasına yol açmamış olsa bile- büyük manevi yankısı, şımartılmaya, övgüye ve sonsuz küresel manevi desteğe alışmış bu varlığın manevi olarak terk edilmesi mesabesinde olmuştur.

Bu manevi kısım, Amerika’nın, Talmud hayallerine ve Fırat’tan Nil’e kadar “Büyük İsrail” hayallerine sahip Netanyahu ve onun dini hükümetine baskı yapmak istediği kısımdır.

Bu ise Batı dünyasının, üvey evladı Yahudi varlığını terk ettiği anlamına gelmiyor; aksine bu, Yahudi varlığının hükümetindeki hırsların, umutların ve Talmud hayallerinin ve onların içinden, gerek bu varlık, gerek bölge ve gerekse genel olarak Amerikan çıkarları için çizilen Amerikan çizgisinden sapma eğiliminde olanların Amerika tarafından kısıtlandığı anlamına geliyor.

Bu manevi etki çok büyüktür; çünkü tutuklanmamış olsa bile siyasetçinin, ailesinin ve geleceğinin üzerinde bir etkisi olur ve bazen de devleti onu feda etmek ve devletin itibarını ve statüsünü etkilememek için onu istifaya zorlamak zorunda kalabilir. Dolayısıyla bir kişiyi savaş suçlusu olarak damgalamak, bu damganın onun hareketini, ailesinin hareketini ve bazen de parasını kısıtladığı anlamına gelmektedir; örneğin Netanyahu tutuklanmasa bile istifa etmesi, görevden alınması veya görev süresinin bitiminden sonra üniversitede ders bile veremeyeceği anlamına geliyor.

Ancak mahkeme kararının olumsuz yönü, bu yaptırımların varlığa yönelik değil de kişilere yönelik olmasıdır; burada bu yaptırımların amacı Amerika’da ortaya çıkıyor; yoksa bizzat devleti değil de devletin bir sembolünü cezalandırmak ne anlama geliyor?! O devletin başkanı değil mi? Aklı başında hiçbir insanın kabul edemeyeceği bu mesele nedir?! Hem de Amerikan ve Batı yaptırımlarının, dünyanın en küçük ülkelerinden önce en büyük ülkeleri, hatta milisleri, grupları ve bireyleri etkilemesine rağmen. Peki bir ülke, bir savaş suçlusunu nasıl kendi ülkesinde koruyabilir, nasıl onun cumhurbaşkanı olarak kalmasını sağlayabilir ve bu ülkeyi nasıl cezalandırmayabilir? Bu da Yahudi varlığına yönelik uluslararası desteğin durmaksızın devam ettiği anlamına geliyor; ancak kastedilen, Yahudi varlığının hükümetine Amerika’nın bölgede istediği politikalara rıza gösterip kabul etmesi yönünde manevi bir baskı yapmaktır.

Bunların varlığa karşı değil de kişilere karşı yaptırımlar olduğunun ve bunların Yahudi varlığına yönelik manevi yaptırımlar olduğunun başka bir delili ise, bütün bunların öncesinde acil ateşkes kararının verilmiş olmasıdır; bu karar bizzat devletle ilgili ancak Yahudi varlığı bununla birlikte ne yaptı?! Hemen ardından Cebaliye'de ve mülteci çadırlarında korkunç bir katliam gerçekleştirdi, mültecileri yaktı ve onları parçalara ayırdı; işte bugün de sivilleri öldürüp işkence ediyor ve vahşi katliamlarına devam ediyor; peki dünya onun katliam yapmasını durdurabildi mi? Cevap ise her an ve her dakika gördüğümüz şeydir.

Bu nedenle siyasi olayları ele alırken değişmeyen sabit gerçekleri ve verileri göz ardı etmemek önemlidir:

Bu mahkemenin bir ordusu yoktur; ancak onun ordusu onu inşa eden ülkeler ve başta Amerika olmak üzere büyük sömürgeci güçlerdir. Dolayısıyla bu ülkeler, Yahudi varlığını hem Ortadoğu’daki çıkarları açısından müttefik ve stratejik öneme sahip bir ülke olarak, hem de Müslüman ülkelerde kendileri için ileri bir üs olarak görmektedirler. Uluslararası Mahkeme, Amerika başta olmak üzere büyük ülkelerin çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik sömürgeci bir koldur; bu yüzden Uluslararası Mahkeme, Birleşmiş Milletler veya onun kurumları tarafından verilen herhangi bir kararı, bazı süslü eylemleri ve olumlu bir kılıfla ortaya çıksa bile Müslümanların lehine olarak görmek saflık ve tehlikelidir.

Özetle: Uluslararası Mahkemenin ve Birleşmiş Milletlerin yasaları yalnızca Amerikan karşıtı ülkeler için geçerli olan sömürgeci yasalar olup onların müttefikleri, dostları ve kendilerine bağlı ülkeleri için geçerli değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Memduh Ferec

Devamını oku...

Hac Menâsiklerine Hizmet Etmek!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hac Menâsiklerine Hizmet Etmek!

Haber:

Suudi "Sabq" Gazetesine göre Suudi Sağlık Bakanlığı, bazı dağlık bölgelerde 72 santigrat dereceye ulaşan kutsal mekanlardaki yüksek yüzey sıcaklıklarına maruz kalmanın tehlikeleri konusunda hacıları uzun süre güneşe maruz kalma tehlikesi konusunda uyardı ve bu yıl Hac sezonunun Mekke-i Mükerreme’de sıcaklıkların artmasıyla birlikte gelmesinin Hacıların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olduğuna dikkat çekti.

Sağlık Bakanlığı hacılara, “doğrudan güneşe maruz kalmamaları için” sürekli olarak şemsiye kullanmaları, “susuzluk hisssetmemeleri için gün boyu yeterli miktarda su içmeleri, tüm sağlık talimatlarına ve tavsiyelerine bağlı kalmaları, saat 11:00 ile 15:00 arasındaki yoğun saatlerde dışarı çıkmaktan, güneş ışığına maruz kalmaktan veya yüzeylerde yürümekten ya da yüzeylere dokunmaktan uzak durmaları” çağrısında bulundu.

İlgili bağlamda Suudi Hac ve Umre Bakanlığı, hacılara kutsal mekânlarda güneş ışınlarına uzun süre doğrudan maruz kalmaktan mümkün olduğunca kaçınmaları konusunda bir dizi önemli tavsiyelerde bulundu. (El-Yevm es-Sabi)

Yorum:

Allah Subhanehu ve Teala, insanların işlerinin gözetilmesini onların işlerinden sorumlu olanlara emanet etmiştir; Hac sezonu yıllık bir sezon olup her yıl dünyanın dört bir tarafından Müslümanlar, İslam’ın beş şartından biri olan Hac ibadetlerini eda etmek için gelirler; belki de bu sezon, en çok organizasyon, iyi bir yönetim ve gözetim gerektiren dönemlerden biridir; zira hacıların arasında erkekler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalar ve özel ihtiyaç sahipleri yer aldığı gibi bunların da sağlıklı yiyecek ve içeceğe, rahat bir barınmaya, güvenli ulaşıma, tedaviye ve Hac menâsiklerini/ibadetlerini güzel bir şekilde yerine getirilmesinin sağlanmasına ihtiyaçları vardır.

Sağlık Bakanlığı’nın hacıları yüksek sıcaklık konusunda uyarması ve gerekli yönlendirmeleri yapması dikkat çekicidir ancak bu, Hacıların menâsiklerine ve kullanmış oldukları tesislere hizmet etmenin ve bunları her yıl artan sayıda hacıya hizmet edecek şekilde geliştirmenin yerini almaz. Ki bilim adamlarının ve mühendislerinin zihinleri bu gelişimleri ortaya koymaktan aciz değildir; o halde Hac ibadetlerine yönelik genişletmelerin uygulanmasına engel olan şey nedir? Hacıları güneşin sıcaklığından korumak için onları ve yolları gölgelemekten alıkoyan şey nedir? Yaz aylarında ibadet yapılan yerlerin iklimlendirilmesini ve soğutulmasını engelleyen şey nedir? İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için uzun kuyruklarda beklemelerini engellemek için mutfak, restoran, banyo ve tuvalet sayılarının artırılmasını engelleyen şey nedir?

Genel olarak Müslüman ülkelerdeki, özel olarak da Hac ülkesindeki mevcut hükümetler, tüm bunları yapmaktan aciz olmadıkları gibi paraları, tecrübeleri ve zamanları da yetersiz değildir; şayet onlar, yüzbinleri, hatta milyonları ağırlayabilecek stadyumlar, kutlamalar, festivaller için mekanlar yapmak isteselerdi bunu yaparlardı ancak Müslümanların paralarının çoğu orada burada heder edilmektedir; la havle vela kuvvete illa billah.Allahu Teala’dan, bu ümmete, insanların ve hacıların işleriyle ilgilenmeye hırs gösterecek Raşid bir Halife ihsan etmesini niyaz ediyorum.

إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Lübnan Vilayeti: Tekbir, Tehlil ve Tahmid Alayı, Hicri 1445

  • Kategori Lübnan
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti:
Tekbir, Tehlil ve Tahmid Alayı, Hicri 1445
 
Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, Hicri 1445 - Miladi 2024 yılı Zilhicce ayının ilk on günü ve mübarek Kurban Bayramı münasebetiyle Trablus şehrinde tekbir, tehlil ve tahmid alayı düzenledi.

Cuma, 8 Zilhicce 1445 Hicri, 14 Haziran 2024 Miladi

Daha Fazla Bilgi İçin:

Hizb-ut Tahrir Lübnan Vilayeti Twitter Sayfası
Hizb-ut Tahrir Lübnan Vilayeti Facebook Sayfası

 

Devamını oku...

Suriye: Tekbir, Tehlil ve Tahmid Alayı, Hicri 1445

  • Kategori Suriye
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti:
Tekbir, Tehlil ve Tahmid Alayı, Hicri 1445

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti, Hicri 1445 - Miladi 2024 yılı Zilhicce ayının ilk on günü ve mübarek Kurban Bayramı münasebetiyle Deyr Hasan kasabasında tekbir, tehlil ve tahmid alayı düzenledi.

Çarşamba, 06 Zilhicce 1445 Hicri - 12 Haziran 2024 Miladi

suriye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

Devamını oku...

“Amerika Güdümündeki” Güvenlik Konseyi Hem Amerika Hem Yahudiler Hem de Sömürgeci Kafirlerin Çıkarları İçin Seferber Ediliyor

  • Kategori Hizb
  •   |  

11 Haziran 2024’te Güvenlik Konseyi’nde, Biden’ın açıkladığı Yahudilerin Gazze ve tüm Filistin’e yönelik acımasız saldırganlığına destek talep edilen karar tasarısı kabul edildi! CNN’nin 11 Haziran 2024 tarihinde aktardığı karar metninde, “Güvenlik Konseyi’nin, “31 Mayıs’ta açıklanan ve “İsrail”in kabul ettiği, Hamas’ı da kabul etmeye çağıran ve taraflara, gecikmeksizin ve koşulsuz olarak şartlarını tam olarak uygulama çağrısında bulunan yeni ateşkes önerisini memnuniyetle karşıladığı” ifadeleri yer aldı.

Kararda atıfta bulunulan (ateşkes önerisi), ABD Başkanı Biden’ın 31 Mayıs 2024 tarihinde Beyaz Saray’da açıkladığı önerinin ta kendisi. 01 Haziran 2024 tarihinde arabic.rt.com’un belirttiğine göre ateşkes önerisinde şu ifadeler yer aldı:

“... Şimdi, ekibim tarafından yürütülen yoğun diplomasinin ve “İsrail”, Katar, Mısır ve diğer Orta Doğu ülkelerinin liderleriyle yaptığım pek çok görüşmenin ardından “İsrail” üç aşamalı yeni bir teklif sundu:

1- İlk aşama altı hafta sürecek ve “Tam ve eksiksiz bir ateşkes sağlanmasını ve “İsrail” güçlerinin Gazze’nin tüm bölgelerinden çekilmesini öngörüyor... Birinci aşamanın altı haftalık süresi boyunca “İsrail” ve Hamas, düşmanlıkların kalıcı olarak sona erdirilmesi anlamına gelen ikinci aşamaya geçilmesi için gerekli düzenlemeleri müzakere edecekler... Ancak teklifte, birinci aşama için müzakerelerin altı haftadan uzun sürmesi durumunda, müzakereler devam ettiği sürece ateşkesin de devam edeceği öngörülüyor... ABD, Mısır ve Katar, tüm anlaşmalara varılana ve ikinci aşama başlayana kadar müzakerelerin devam etmesini sağlamak için çalışacaklar...

2- İkinci aşama şunları içerecektir: Erkek askerler de dahil olmak üzere kalan tüm rehinelerin serbest bırakılması için takas yapılacak... “İsrail”in önerisine göre Hamas taahhütlerini yerine getirdiği sürece geçici bir ateşkes “düşmanlıkların kalıcı olarak durdurulmasına” dönüşecek... Hamas anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmezse “İsrail” askeri operasyonlara yeniden başlayabilecek...

3- Son olarak, üçüncü aşamada, Gazze için büyük bir yeniden inşa planı başlatılacak...”

Biden sözlerini şöyle noktalıyor: “- “İsrail”deki liderlere her türlü baskıya rağmen bu anlaşmanın arkasında durmaları çağrısında bulundum...

- “İsrail” halkına şunu söylemek isterim: “İsrail’e ömür boyu bağlılığı olan biri olarak, savaş zamanında “İsrail”e ziyaret eden tek Amerikan başkanı olarak, İran’ın saldırısına uğradığında “İsrail”i doğrudan savunmak için ABD güçlerini gönderen biri olarak, sizden durup bu an kaybedilirse ne olacağını düşünmenizi istiyorum...”

- Bu anlaşmayla “İsrail”, Suudi Arabistan ile olası tarihi normalleşme anlaşması da dahil olmak üzere bölgeye daha derinlemesine entegre olabilecektir. Bunun kimseye sürpriz olacağını sanmıyorum...”

Bu açıklamanın, saldırganlığı uzatmak için patlamaya hazır bir saatli bomba olduğu açık ve net. Açıklamada, tamamen çekilme çağrısı yapmak yerine “(İsrail) güçlerinin Gazze’nin tüm bölgelerinden çekilmesi...” çağrısında bulunuluyor. Aldatmak ve kelime oyunu yapmak için “Tam ve eksiksiz bir ateşkes ve düşmanlıkların kalıcı olarak durdurulması” denilerek ve sonra da “Hamas anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmezse “İsrail” askeri operasyonlara yeniden başlayabilecek” ifadelerine yer verilerek kelime oyunu yapılıyor. Açıklamada Biden, Filistin işgalcisi Yahudilerle bir ve ayrılmaz olduklarını ilan ederek sözlerini “İsrail’e ömür boyu bağlılığı olan bir kişi olarak” ifadeleriyle noktalıyor ve Yahudilere tarihi normalleşme sözü veriyor! “Bu anlaşmayla “İsrail”, Suudi Arabistan ile olası tarihi normalleşme anlaşması da dahil olmak üzere bölgeye daha derinlemesine entegre olabilecek...” Biden, sanki bir “İsrail” önerisiymiş gibi karar hakkında “İsrail yeni bir teklif sundu” diyerek kendini kandırıyor. Sonra da sanki “İsrail”in teklifi değilmiş gibi “İsrail”deki liderlere bu anlaşmanın arkasında durmaları çağrısında bulundum” diyor! Son olarak, Biden’ın açıklaması ne kadar kötü olursa olsun, önerinin uygulanması için ABD ile birlikte Mısır ve Katar’ın garantör olması öngörülüyor! “ABD, Mısır ve Katar, tüm anlaşmalara varılana ve ikinci aşama başlayana kadar müzakerelerin devam etmesini sağlamak için çalışacaklar...”

Kaldı ki bu karar, cani Yahudi varlığının 9 Haziran 2024 tarihinde Nuseyrat mülteci kampında işlediği ve 274 Filistinlinin şehit olduğu, 698 kişinin de yaralandığı korkunç katliamın ardından geliyor. Bu katliam, son aylarda Gazze halkının yaşadığı en kanlı günlerden birini teşkil ediyor.

Ey Müslümanlar! Amerika’nın, sömürgeci kâfirlerin ve kurdukları Yahudi devletinin bize olan düşmanlığı şaşırtıcı değil. Onlar bugün değil, yıllardır İslam ve Müslüman düşmanlarıdır... Sömürgeci kafirlerin, uluslararası hukuka dayanarak Müslüman ülkelere saldırması da tuhaf değil. Çünkü uluslararası hukuk, ilk olarak 1648 yılında Westphalia Konferansı’nda Müslümanlara ve Osmanlı Devletine karşı icat edilmiş, ardından Milletler Cemiyeti’ne ve daha sonra da Birleşmiş Milletler Örgütü’ne dönüşmüştür... Bütün bunlar garip değil. Garip olan, Filistin’e komşu Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin, Filistin’de işlenen suçlara ve katliamlara seyirci ve sessiz kalmaları ve orduların Gazze’ye ve daha doğrusu tüm Filistin’e destek vermelerini engellemeleridir. İçlerinden en aklı başında olanları ise, şehitleri ölü kategorisine koymakta ve sanki tarafsız biri gibi -oysa Yahudilere daha yakındır- yaralıları saymaktadır. Sanki olup bitenler, Allah’ın kendisini ve çevresini mübarek kıldığı Mübarek Toprak’ta değil de Vak Vak ülkesinde yaşanmaktadır. Yahudilerin Gazze’ye yönelik acımasız saldırganlığı, bir iki gündür değil, yaklaşık dokuz aydır devam etmektedir. Müslümanların yöneticileri, parmaklarını bile kıpırdatmış değiller. Dahası Müslüman katili uluslararası kararların uygulanmasına garantör oluyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar!

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Damarlarınızdaki kanın kaynama zamanı gelmedi mi? Gazze’de ve aslında tüm Filistin’de kardeşlerinizin maruz kaldığı ve insanları, ağaçları, taşları etkileyen suç ve katliamları duyuyor ve görüyorsunuz. Çocukların çığlıkları, kadınların çağrıları ve yaşlıların yakarışları onlara yardım etmek için sizi harekete geçirmiyor mu?

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Aziz ve Cebbar olan Allah’ın ayetleri sizi Yahudi varlığı önünde adam gibi bir duruş sergilemeye sevk etmiyor mu?

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ “Onlarla savaşın ki Allah sizin elleriniz ile onları cezalandırsın, rezil rüsva etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Müminlerin kalplerine şifa versin.” [Tevbe 14] Allah’a itaat mı daha hayırlı yoksa ulusal güvenliklerini bir taş atımı uzaklıktaki hatta daha yakın mesafedeki Gazze ve halkından daha üstün gören yöneticilerinize itaat mı? Eğer sömürgeci kâfirleri dost edinen ve tek dertleri çarpık tahtlarını korumak olan bu yöneticilere uyarsanız, kuşkusuz onlar size ne bu dünyada ne de ahirette hiçbir fayda sağlamayacaklar ve onlara itaat argümanınız kıyamet günü geçersiz olacaktır.

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ * وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ “İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 166-167]

Ey Müslüman orduların askerleri! Yahudi varlığı savaş veya kıtal ehli değildir, korkaktırlar, zillet ve fakru zarurete mahkûm olmuşlardır... Yahudilerin silahlarıyla karşılaştırılamaz silahlara sahip mümin bir grup kardeşinizin, Yahudilere şiddetli bir darbe indirdiğini, önlerinden kaçanların ise korunmak için uçaklara sığındıklarını gözlerinizle gördünüz.

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ  “Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Ali İmran 111] Kuşkusuz Filistin’in Mübarek bir Toprak olduğunu biliyorsunuz... Bir İslam toprağında Yahudilerin bir otoritesinin olması doğru değil. Filistin’de iki devletli çözüme yer yoktur. Zira Filistin’i Ömer El Faruk fethetmiş, Raşidi Halifeler muhafaza eylemiş, Selahaddin kurtarmış ve Abdülhamid de Yahudilerden korumuştur. Dolayısıyla Filistin, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in

لَتُقَاتِلُنَّالْيَهُودَفَلَتَقْتُلُنَّهُمْ “Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” [Müslim] hadisini hayata geçiren Allah’ın sadık askerlerinin çabalarıyla yeniden kazanılacaktır.

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ “Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi öğreneceksiniz.” [Sad 88]

Devamını oku...

Modi, Hindistan’daki Müslümanları Siyasi Hayattan Dışlıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Modi, Hindistan’daki Müslümanları Siyasi Hayattan Dışlıyor!

Haber:

Hindistan parlamento seçimlerini kazanan Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) başkanı Hindistan Başbakanı Narendra Modi, parlamento seçimlerinde üçüncü kez zaferini ilan etmesinden kısa bir süre sonra 12/06/2024 Pazartesi günü yeni koalisyon hükümetinin kurulduğunu duyurdu; ayrıca 71 bakandan oluşan yeni üyeleri anayasa yemini etti ve üçüncü bakanlığının oluşmasında, birinci ve ikinci dönemlerinde Hintli Müslüman bakanların da yer aldığı önceki hükümetlerin aksine hiçbir Müslüman bakan yer almadı. (Ajanslar)

Yorum:

Bu Hindistan Başbakanı Narendra Modi, üçüncü hükümetinde Müslümanları siyasi çalışmalardan dışlamakla yetinmemiş, onları bakanlığa girmekten ve Hindistan’da binlerce yıldır yaşayan ve sayıları iki yüz milyonu aşan büyük bir sayısal etnik azınlığı temsil etmekten de mahrum bırakmıştır; dahası sağ kolu olarak gördüğü iktidardaki Bharatiya Janata Partisinin (BJP) Başkanı Amit Shah gibi Müslümanlardan nefret eden ırkçı Hindu yetkilileri de hükümetine atamıştı. Nitekim bir defasında Müslüman mültecileri (termit-böcek) olarak nitelendiren bu adamı geniş yetkilerle İçişleri Bakanı olarak atamıştı; bunu da gerek Müslümanlara yönelik düşmanca programlarını uygulamak, gerekse onlara yönelik zulüm, baskı ve yerinden etme eylemlerini uygulamak için yapmıştır ki zaten o da bu tür eylemleri ve bunların gerektirdiği nefret dolu ırkçı faşist politikaları gerçekleştirme sözü vermişti. Zira bu politikaları teyit eden meşhur bir açıklamasında şöyle demişti: “Budistler, Hindular ve Sihler hariç ülkeye sızan herkesi ülkeden uzaklaştıracağız.” Tabi burada Müslümanları kastetmektedir.

Yaklaşık bin yıl boyunca İslami bir devlet olarak yaşayan Hindistan devleti, Hindistan’ın sömürgeci İngilizler tarafından işgalinden sonra Hindular için Müslümanlara karşı tecrit, baskı ve zulüm politikaları uygulayan bir devlete dönüşmeye başlamıştır. Oysa İslam’ın gölgesinde o, İslam şeriatının hükümleri altındaki tebaasının tüm fertleri arasında hoşgörü, adalet ve ihsanla bir arada yaşamanın bir simgesi olmuştu; ama bu Hindu devleti, Modi’nin aşırı Hindu rejimiyle her geçen yıl daha da kötüleşmekte ve Müslümanlara karşı şiddet uygulamaktadır. Böylece bu ahmakça politikaları nedeniyle Hindistan, dini bir çatışma alanına dönüşmüştür.

Batılı ülkeler onun Müslümanlara yönelik eylemlerini çekingen bir şekilde eleştirirken Müslüman ülkelerdeki mevcut devletler ise onu hoş bir şekilde karşılamakta ve onun nefret dolu ırkçı politikalarını görmezden gelmektedirler!

Nitekim Emirlikler ona madalyalar takarken örneğin Suudi Arabistan da, Hindistan’daki on milyarlarca Dolar değerindeki devasa teknoloji projelerini, enerji projelerini ve petrol rafinerilerini finanse etmektedir. Ayrıca Modi yönetimi altındaki Hindistan, Yahudi varlığına giderek daha fazla yakınlaşmasına ve Arap ve İslam hükümetlerinin çıkarlarına karşı onunla komplo kurmasına rağmen Müslüman ülkelerinden herhangi bir yetkilinin Modi’nin Müslümanlara yönelik suç politikalarını protesto ettiğini işitmiyoruz.

Gerçek şu ki Hindistan’a yönelik bu “İslamî” hükümetlerin resmî hoşgörüsü, aslında bu yöneticilerin kendi halklarına, İslam’a ve İslam ümmetine düşman olduklarını ve Müslümanlara karşı düşmanlığı konusunda Modi’den çok da farklı olmadıklarını göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Belçika’da Başörtüsünün Yasaklanması: Yeni Bir İlahi Hak Olan Tarafsızlık!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Belçika’da Başörtüsünün Yasaklanması: Yeni Bir İlahi Hak Olan Tarafsızlık!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Belçika’nın okullarda başörtüsü takılması yasağını onayladı ve bu karar, Avrupa’da din özgürlüğü ve laiklik konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Mahkeme, kamu eğitiminde “tarafsızlığı” sağlamayı hedefleyen yasağın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmediğine karar verdi. Dava, Müslüman bir kız öğrencinin bu politikanın din ve eğitim özgürlüğü haklarını ihlal ettiğini iddia etmesiyle başlamıştı. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, beklendiği üzere kısıtlamanın “tarafsızlığı” koruma ihtiyacından kaynaklandığına karar verdi.

Tarafsızlığa yönelik bu seçici uygulama, ikiyüzlü bir uygulamadır; zira Müslüman bir kadının kimliğinin sembolü olan başörtüsü tarafsızlık adına yasaklanırken, diğer dini semboller veya uygulamalar aynı düzeyde incelemeye veya yasaklamaya maruz kalmamaktadır. Örneğin Hıristiyan bayramları ve sembolleri, benzer kısıtlamalar olmaksızın çeşitli kamusal bağlamlarda hâlâ kutlanabilmekte ve sergilenebilmektedir. Bu eşitsizlik, politikaların tarafsızlıktan ziyade belirli dini grupları, yani Müslümanları hedef almakla ve bir tür kültürel önyargı ve ayrımcılığı sürdürmekle ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Yasak Müslüman kadınları olumsuz bir şekilde etkilediği gibi onların eğitim fırsatlarını ve kişisel tercihlerini de sınırlandırmaktadır.

Başörtüsü Müslüman kadınlar için büyük bir önem taşımaktadır; çünkü o, onların kimliklerinin ve dini ifadelerinin hayati bir yönünü oluşturmaktadır. Zira başörtünün takılmasını Allah Subhanehu ve Teala farz kılmıştır. Zira Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّMümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Zinetlerini kocalarından başkasına göstermesinler.” [Nur:31]

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başörtüsüne karşı karar vermesi ve yasağı onaması şaşırtıcı değildir. Zira başörtüsü uzun yıllardır saldırıya maruz kalmaktaydı ve mahkeme bunu gerici ve baskıcı olarak nitelendirmişti. Hatta Fransa, "laikliği" korumak veya kilise ile devletin arasını ayırmak için “tarafsızlık” adına abiyeyi yasaklayacak kadar ileri gitmişti. Laiklik olarak adlandırılan bu ideoloji, kralın yönetme yetkisinin, halkın onayından veya herhangi bir laik hukuk sisteminden kaynaklanmak yerine doğrudan Allah’a verilmesi fikrine işaret eden bir ideoloji olan “ilahi hakka” bir tepki olarak ortaya çıkmıştı.

Ancak gerçek şu ki “tarafsızlık” sadece İslam ve İslam’ın kamusal alanlarda ortaya çıkışı söz konusu olduğunda tartışılıyor; bu da laikliğin, sadece orta çağdan kalma ilahi hakkın temel adaletsizliğini ortadan kaldırmakta başarısız olmadığını, aksine onun savunucularının da, şu anda tıpkı geçmişteki ilahi hakkın savunucuları gibi veya diğer bir ifadeyle orta çağın savunucuları gibi davrandıklarını gösteriyor.

O halde neden sadece mesele başörtüsü, abiye, namaz, Kur’an ve İslam ve İslami kimliğimizle ilgili diğer her şey söz konusu olduğunda tarafsız olmamız gerekiyor da ama mesele resmi Hıristiyan bayramları, kilise çanlarının çalması, Katolik devlet okulları ve üniversitelerinin varlığı, Yahudi kadınların başörtüsü ve kipa -ki liste uzayıp gitmektedir- söz konusu olduğunda tarafsız olmamız gerekmiyor?!

Sonuç olarak başörtüsüne ve genel olarak Müslüman kadınlara yönelik saldırı, doğrudan ve kasıtlı olarak Müslüman kadınların İslami şahsiyetlerine, dahası bizzat İslam’ın kendisine yönelik bir saldırıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sümeyye Binti Hayyat

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER