Cumartesi, 28 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Yöneticiler! İçinizde Hiç Aklı Başında Bir Adam Yok mu?

Kutsal toprak Filistin işgalcisi acımasız Yahudi varlığı, her yerde Müslümanların çocuklarına vahşice saldırı düzenliyor. Ne yeryüzü sınırları ne de gökyüzü onu suç işlemekten alıkoymuyor. Masum çocukları, yaşlıları ve kadınları hedef alıyor, ağaçlar ve taşlar bile suçlarından nasibini alıyor...

Son olarak İsmail Haniye kardeşimize ve arkadaşlarına İran’ın başkenti Tahran’ın göbeğinde suikast düzenledi. Bundan saatler önce, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güney banliyösünde Fuad Şükrü’ye suikast düzenlendi. Bu saldırıdan önce Şam’ın merkezindeki İran Büyükelçiliği bombalanmış ve çok sayıda İranlı askeri komutan hayatını kaybetmişti. Acımasız Yahudi varlığı, her yerde daha fazla cinayetler işlemeye, suikast tehdidinde ve vaadinde bulunmaya devam ediyor. Elinin, kendilerini egemen, korunaklı ve güvenli olarak gören bu ülkelerin başkentlerine bile uzanabileceğini söylüyor! Yahudi varlığı bakanları ve komutanları, meydan okurcasına kendilerine karşı eyleme geçen herkese ulaşacaklarını ve Müslüman ülkelerin başkentlerinin derinliklerine korkmadan ve çekinmeden saldırabileceklerini açıkça ifade ettiler. Hal böyleyken bu başkentlerin yöneticilerinden ne yanıt ve meydan okuma ne de bu acımasız düşmanı caydıracak bir eylem görmedik!

Libya’ya müdahale ettiği gibi Gazze’ye de müdahale edebileceğini söyleyen Erdoğan’ı uyaran Yahudi varlığı Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ın bu açıklamasının boş ve beyhude olduğunu, başarısızlık ve komplosunu örtbas etmek ve pazarlamak için yapılmış bir açıklama olduğunu çok iyi bildiği halde Erdoğan’a Saddam’ın Irak’taki akıbetini hatırlattı.

Yenilgisinin ve hezimetinin farkında olan Başbakan Netanyahu, bırakın silah ya da füze ateşlemeyi, Yahudileri suçlamayı aklından geçirebilecek herkesi küstahça tehdit etti. Tüm dünya sessiz. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir aşağılanma ve alçalmaya maruz kalıyor. Hiçbir yönetici, bu pervasız kişiye caydırıcı bir karşılık vermeye cesaret edemiyor. Onların en olgun ve akıllı olanı, Birleşmiş Milletler’e şikâyette bulunuyor ya da uluslararası toplumu, art arda gelen saldırıları hafifletmesi veya durdurması için Yahudi varlığına baskı yapmaya çağırıyor. Müslümanlara acıdığından ya da Filistin’in savunmasız halkına merhamet ettiğinden değil, geniş çaplı bir savaşın patlak vermesinden, koltuğunun tehdit altına girmesinden, rejiminin sarsılmasından, bu çürümüş tahtları ortadan kaldıracak, bu sefil hükümetlerden kurtulacak, bu yöneticilerin kökünü kazıyacak günü özlemle bekleyen ve kanı kaynayan küskün halkların devriminin başına bela olmasından korktuğu için yapıyor.

Kınama ve telin dışında, konuyu Birleşmiş Milletler’e havale etmek, Güvenlik Konseyi’nden saldırıları kınamasını veya kâğıttan bile değersiz bir karar almasını istemek dışında bu yöneticilerden hiçbir şey duymadık. Kaldı ki bu karar, ABD’nin veto yetkisini kullanmamasına ve çıkarlarına hizmet edebileceğini düşündüğü bu kararın Konsey’den geçmesine bağlıdır. Oysa bütün bu kararların en ufak bile misillemeye yol açmayacağı ya da ülkemizin zerre kadar toprak parçasını bile kurtarmayacağı çok iyi biliniyor.

Bu acımasız varlık, hiçbir caydırıcı unsurdan ve hiçbir cezadan korkmadığı için saldırılarını ve suçlarını sürdürüyor. Onlarca yıldır kuşatma altında tuttuğu bir avuç Mücahitten sert darbeler yedikten sonra sağa sola koşuşturup, kamuoyunu harekete geçirmeye ve dünyaya kendisini kurtarması için çağrıda bulunmaya başladı. Kötülüğün ve kibrin büyük hamisi Amerika’ya sığındı. Amerika’dan aldığı güçle dışişleri bakanı, Türkiye’ye Saddam’ın Irak’taki akıbetini hatırlattı.

Yöneticiler, Müslüman halkların zafere aç ve kurban olmaya hazır olduklarını hala anlamadılar mı? Bu kor ateşi söndürmek istediklerini biliyoruz çünkü birleşik bir ümmetin tahtlarını silip süpüreceğinden ve kurtuluş tufanının tahtlarını yok edeceğinden tırsıyorlar. Zararlı yöneticileri, bu halklara ve onların güç kaynaklarına baskı yapıyorlar. Yahudileri memnun etmek ve bu zalim yöneticilerin tahtları aracılığıyla güvence altına alınan Batı’nın çıkarlarını korumak için ümmetin gücünü kırıyorlar. Eğer bu yöneticiler içinde zerre kadar onurlu bir adam olsaydı, dünya tiranlarına baş kaldırır, tüm ümmetin askeri, insani ve ekonomik gücüyle arkasında hizalandığını görürdü. Eğer bu yöneticiler arasında zerre kadar akıllı biri kalmış olsaydı, zaferi geciktirmez, ümmetin kendi etrafında kenetlendiğini ve ölümden ve düşmandan korkmadan arkasında savaştığını görürdü.

 وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَق۪يلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِد۪ينَ“Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara, “Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.” [Tevbe 46]

Ümmet zaferin artık Allah katında ve dinine sımsıkı sarılmaya bağlı olduğunu biliyor. Gazze ve Batı Şeria’da cihat eden bir avuç mücahidin ve hak üzerinde sebat eden sabırlı bir grubun kararlılığına yakinen şahit oldu. Yahudi varlığı ve arkasındaki küfür ve tâğût güçleri, bu sabırlı gruptan korkar hale geldiler. Bu güç, Mübarek Toprağın etrafındakilere; Mısır, Şam ve Irak’a, Doğu ve Batı’daki diğer Müslüman ülkelere uzanırsa acaba nasıl olur? Bu ezici güç, Batıyı püskürtecek ve onu hüsrana uğratacak bir yanıt verecek, haksızlıklara ve zalimlere karşı mücadele etmek, mazlumlara destek olmak için İslam bayrağı altında birleşecektir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah muttakiler ile beraberdir.” [Tevbe 123]

Yahudiler ve Batı’nın baskıcı yöneticilerinin korktukları şey, işte ümmeti ve kelimesini birleştirmeyi amaçlayan bu halk hareketidir. Bu nedenle sükûnet ve itidal çağrısında bulunduklarını, savaşın kapsamının genişlemesinden korktuklarını ya da sözde bölgenin istikrarını korumak istediklerini duyuyoruz. Sanki konfor ve güvenlik içinde yaşadıkları için katliam, işkence ve suçları görmüyor ve duymuyorlarmış gibiler!

Eğer yöneticilerin korktuğu şey buysa -ki biz onların Batılı efendilerinin emirlerine göre hareket ettiklerinden eminiz- o halde Müslüman orduları ve askerlerinin onurlu komutanları, dinlerinden ödün vermeyi, bu zalimleri korumayı, kız kardeşleri mücahitlerin annelerini, şehitlerin dul eşlerini, ekmek ve su bulamayan yetim çocukları yardımsız bırakmayı nasıl kabul edebiliyorlar?

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ  “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72]

Gücü olan, zerre kadar imanı, şerefi ve yiğitliği kalan herkesi harekete geçmeye, mazlum kardeşlerini desteklemeye, hain ve entrikacı yöneticiler dahil olmak üzere bu ümmetin düşmanlarına karşı ayaklanmaya çağırıyoruz. Bu yöneticiler, şanınızı inşa etmek, onurunuzu ve şerefinizi yeniden kazanmak için üzerinden geçmeniz gereken köprülerdir. Bunun başka bir yolu yok. Çünkü bu yöneticilerin, zorlu bir engel, birlik ve hakimiyet yolu önünde duran sağlam bir kaya oldukları aklı başında herkes için açıktır. Bu engeli ortadan kaldırmanın, sadece Filistin’i değil tüm Müslüman topraklarını özgürleştirmek için cihat kapısını ardına kadar aralamanın zamanı gelmiştir.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...

Filistin Mitinge Değil, Kurtuluşunu Sağlayacak Bir Orduya Muhtaç Sayın Başbakan!

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin öldürülmesine tepki olarak Malezya Başbakanı 04 Ağustos 2024 Pazar günü Axiata Arena Bukit Jalil’de yaklaşık 15.000 kişinin katılımıyla büyük bir miting düzenledi. Mitingin amacı, suikastı kınamak ve Malezya’nın Filistinlilerin Siyonist baskıdan kurtulma haklarına olan bağlılığını yeniden teyit etmekti. Başbakan “İnsani yardım ve desteği kolaylaştırmak ve aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu bazı yaralı ve hasta Filistinlileri tedavi için Malezya’ya getirmek üzere Cumhurbaşkanı Abdülfettah El-Sisi ile temas halindeyim.” dedi. Başbakan Yardımcısı ve aralarında Temsilciler Meclisi Başkanı’nın da bulunduğu diğer bazı bakanlar da mitinge katıldı.

Bu yanıt, İslam düşmanlarının Müslümanların canları, kanlarına ve onurları kastettikleri durumlarda Müslümanların yöneticilerinin alışılagelmiş tutumlarını ifade ediyor. Tutumları kınama ve suçlamanın ötesine geçmiyor. Çok daha fazlasını yapabilecekken kayda değer hiçbir eylemde bulunmuyorlar. Düşmanın genellikle bu tür kınamaları alayla karşıladığını bilmelerine rağmen bu tür “tiyatrolar” sergilemeye ne kadar hevesli ve istekli olduklarını gösteriyor.

Ne kadar büyük ve kalabalık olursa olsun mitinglerin ne Filistin’i özgürleştireceği ne de suçlu Yahudi varlığına korku aşılayacağı çok iyi biliniyor. Mitingler, Filistin’i desteklemek veya düşmanı protesto etmek için güçsüz sıradan vatandaşların başvurduğu bir araç. Size gelince Ey Başbakan! Miting düzenlemek, destek bildiriminde bulunmanın veya protesto etmenin bir yolu ve aracı değil! Eğer gerçekten Filistinli çocukları ve kadınları Siyonistlerin zulmünden kurtarmak istiyorsanız, neden Rabbinizin çağrısına kulak vermiyorsunuz? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَمَا لَكُمْ لَا فِى سَبِيلِ ٱللَّهِ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا  “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Bu ayette sorulan soruyu tekrarlıyoruz: Ey Başbakan! Sana ne oluyor da Filistin halkını kurtarmak için Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın yolunda savaşmıyorsun? Allah Subhânehu ve Teâlâ sadece hem kendi düşmanlarına hem de sizin düşmanlarınıza karşı savaşmanızı emretmekle kalmamış bunu yapmanız durumunda yardım ve zafer nail olacağınızı da vaat etmiştir.

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ  “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” [Tevbe 14]

Filistin, Müslümanların yöneticilerinin Müslüman kardeşlerine, daha doğrusu Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e karşı ikiyüzlülüğünün ve ihanetinin apaçık bir kanıtı. Bu yöneticiler, Filistin meselesinde sadece erkekliklerini değil, haysiyetlerini ve utangaçlıklarını da kaybetmişlerdir. Filistin’i destekleyen ve Yahudileri kınayan yüksek sesli konuşmalarına rağmen bu yöneticiler bırakın yüzlerine karşı düşmanlarına karşı seslerini bile yükseltmeye cesaret edemiyorlar. Gerçekte Filistin’e, Müslümanlara, Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ihanet üstüne ihanet, “cüret edebildikleri” tek şeydir!

Filistin halkının Müslümanların yöneticilerinin “toplantılarına” ya da içi boş konuşmalarına değil cihat ilan etmelerine ve Mübarek Toprak Filistin’i kurtarmak için Müslüman ordularını seferber etmelerine ihtiyacı var. Hem Filistin halkı hem de bizler, yöneticilerin boş söylemlerinden ve samimiyetsiz eylemlerinden bıktık artık. Bu yöneticiler, görev sürelerinin pek uzun sürmeyeceğini artık anlamalılar. Allah ve Rasûlü’nün vaat ettiği Hilafet yakında kurulacak. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinin dönüşü yakın. Bu yüzden çabalarımızı yoğunlaştırmalı ve bizim ellerimizle zafer bahşetmesi için Allah’a dua etmeliyiz. Hilafet kurulduğunda, Mübarek Toprak Filistin inşallah yeniden Müslümanların eline geçecek ve suçlu Yahudi varlığı hem dünyadan hem de yeryüzünden tamamen silinip atılacaktır.

Devamını oku...

Güney Asya, İkinci Raşidi Hilafete Doğru İlerlemek ile Önceki Rejimleri Yeni Yüzlerle Devam Ettirmek Arasında Tarihi Bir Dönemeçte

Bangladeş’in yiğit Müslümanları, uzun bir baskıcı ve sömürgeci yönetim döneminin ardından Başbakan Şeyh Hasina’yı rezil bir biçimde ülkeden kaçmaya zorlayarak karanlık saltanatına son verdiler.

Bu tarihi an nedeniyle Bangladeşli Müslümanlarını kutluyor, bunu büyük bir fırsat ve sadece Bangladeş’te değil tüm Güney Asya’da uyanışın bir başlangıcı olarak görüyoruz. Şüphesiz Güney Asya’da son üç yılda yaşanan siyasi gelişmeleri “Arap Baharı”na benzetebiliriz. ABD’nin Afganistan’dan utanç verici bir şekilde çekilmesi, Pakistan’daki kırılgan siyasi ve güvenlik durumu ve şimdi de Bangladeş’teki değişiklikler bölgeyi tarihi bir sınava tabi tutmuştur. Bu kritik dönemde, aşağıdaki hususların ve derslerin kayda değer alınması gerektiğini düşünüyoruz:

Batılı sömürgeci güçler, Bangladeş halkının ve tüm Güney Asya’nın uzun zamandır arzuladığı bu büyük değişim fırsatını, yüz değişimiyle rayından saptırmaya çalışıyor. Asıl sorun ulus-devletlerin İslam topraklarındaki yönetim sistemleridir, yüzlerin değişmesi sorunu çözmeyecektir.

Arap Baharı’nın başlangıcında Bin Ali Tunus’tan kaçsa da rejim aynen devam ettiği için ülkede herhangi bir iyileşme yaşanmamıştır. Mısır’da da Hüsnü Mübarek devrilmiş olsa da Sisi gibi daha baskıcı ve hain bir kişinin iktidara gelmesiyle koşullar daha da kötüleşmiştir. Pakistan’da da sivil ve askeri liderlikte değişiklikler oldu, ancak yozlaşmış sömürge sistemi olduğu gibi kaldığı için siyasi, güvenlik ve ekonomik koşullar daha da kötüleşmiştir. Yüz değiştirme deneyimi Afganistan’da da farklı biçimlerde tekrarlandı. Bu nedenle Bangladeş’in Müslüman halkı bu tür tarihi hatalardan ders almalı ve birkaç yüzün değiştirilmesiyle bu değişim susuzluğunun giderilmesine izin vermemelidir. Sömürgeci güçler, Bangladeş’teki nüfuzlarını sürdürmek için çeşitli numaralar deneyeceklerdir, sistem değişikliğine gitmeden yeni yüzler getirmek de bu numaralar arasındadır.

Bu tür olaylardan çıkarılması gereken ders, otoritenin kökünün toplumun derinliklerinde olduğu gerçeğidir. Aksi halde böylesi hükümetler uzun süre ayakta kalamazlar.

Bu nedenle İslam, tek meşru otorite kaynağını biat olarak görür. Ancak Bangladeş hükümeti tek parti politikası ve otoriterlik temelinde faaliyet yürüttü. Büyük ölçüde yabancı güçlerle ilişkilere dayandı. Buradan çıkarılması gereken bir başka ders de Bangladeş hükümetinin izlediği ‘ekonomi odaklı’ politikadır. Bu, toplumun başta kapitalist ekonomi olmak üzere sadece ekonomi yoluyla ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Çünkü insanlar sadece maddi değerlere değil, manevi, ahlaki ve insani değerlere de sahiptirler. Hükümet politikaları ile halkın değerleri arasındaki uyumsuzluk, yönetişim yolsuzluğuna yol açtı.

Önemli olan nokta şu ki, halk ayaklanmaları temel bir ideoloji ve düşünceye dayanmazsa, yoldan sapacak ve meyve vermeyecektir.

Tarihsel deneyimler, Müslümanların işgalcileri yenme ve otoriter rejimleri devirme konusunda her zaman başarılı olduklarını, ancak rejimin inşası ve yönetim aşamasında başarısızlığa uğradıklarını göstermiştir. Dolayısıyla Bangladeş’teki Müslümanların ekserisi ve Güney Asya’daki tüm Müslümanlar, Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmayı ve İslam temelli yönetimi arzuluyor. Bangladeş’teki Müslümanlar, yıllarca süren mücadelenin ve sayısız fedakârlığın ardından yakaladıkları fırsatın, rejimin doğasında köklü değişiklikler yapmadan aldatıcı demokratik sloganlarla ellerinden kayıp gitmesine izin vermemelidir. Bu nedenle bölgedeki güç sahipleri, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafetin temellerini atmak için bu fırsatı değerlendirmeli ve kullanmalıdır. Çünkü Hilafet dışındaki herhangi bir sistem işgalin, sömürgeciliğin, krizlerin ve diktatörlüğün devam etmesine yol açacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Düşmanın Kardeşlerimizi Katlettiği Bir Dönemde Düşmanla Askeri Tatbikat Yapıyoruz, Galiba Malezya Akıl Sağlığını Kaybetti

26 Haziran- 2 Ağustos tarihleri arasında Malezya Kraliyet Donanması (RMN), ABD ve aralarında suçlu Yahudi varlığının da bulunduğu diğer katılımcı ülkelerle birlikte Pasifik Kıyıları Tatbikatı’na (RIMPAC) katıldı. RIMPAC, her iki yılda bir düzenlenen dünyanın en büyük deniz tatbikatıdır ve bu yılki etkinliğe 29 ülke, 40 su üstü gemisi, üç denizaltı, 14 ulusal kara kuvveti, 150’den fazla uçak ve 25.000’den fazla personel katıldı. Pearl Harbor’daki ABD Donanması Hint-Pasifik Komutanlığı’nın ev sahipliği ve liderliğinde düzenlenen tatbikata ABD Deniz Piyadeleri, ABD Sahil Güvenliği ve Hawaii Ulusal Muhafızları da katkı sağlıyor.

Yahudi varlığının bu askeri tatbikata katılımı nedeniyle Malezya’nın bu tatbikatta yer almaması yönündeki tüm çağrılara rağmen Malezya Başbakanı Datuk Seri Enver İbrahim bu çağrıları dikkate almadı. “Bu çağrıları dikkate alırsak, Microsoft, Google, Apple ve Facebook gibi şirketlerin faaliyetlerini durdurmak zorunda kalırız” dedi. Geçtiğimiz günlerde Enver, Malaysia Airport Berhad’ın (MAHB) hisselerini Yahudi varlığını desteklemesiyle tanınan BlackRock şirketine satmayı kabul ettiği için ağır eleştirilere maruz kaldı. Ayrıca Enver, Yahudi varlığına silah tedarik eden Lockheed Martin, MBDA (BAE Systems), Aimpoint, Colt, L3Harris, Leupold, Shield AI ve Leonardo gibi şirketlerin Kuala Lumpur’daki Savunma Hizmetleri Asya Fuarı ve Konferansı (DSA) 2024 ve Ulusal Güvenlik Fuarı Asya (Natsec) 2024’e katılımlarını kolaylaştırdı.

Enver, çelişkili tutum sergiliyor; bir yandan Filistin’i açıkça desteklerken öte yandan Yahudi varlığıyla bağlantısı olan şirketleri destekliyor. Dahası, Malezya ordusunun, söz konusu suç varlığının en önemli müttefiki olan ABD’nin öncülüğünde bu varlığın da dahil olduğu ortak bir tatbikata katılmasını onayladı. Bu durum İslam’ın öğretileriyle taban tabana zıt. Enver Allah’ın şu emrini duymadı mı?

وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِنْ دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ  “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.” [Enfal 60]

Malezya Başbakanı, bu ilahi emre uymak ve düşmanı korkutmak için elindeki tüm güçlerle savaşa hazırlanmak yerine ordusunu düşmanla askeri tatbikatlar yapmak üzere düşmanın komutası altına verdi. La havle ve la kuvvete illa billah! Bu, Allah’ın yasalarının bariz bir ihlali ve Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum karşısında rasyonaliteden ve empatiden yoksun olduğunu gösteriyor.

Enver’in eylemleri, Filistin’i desteklemek için somut adımlar atmak yerine sık sık içi boş retorikler savuran İslam dünyasının diğer liderlerinin eylemlerine benziyor. Enver, Allah’ın Müslümanlarla savaşan devletler ile tüm bağları koparmak ve onlara karşı cihat ilan etmek emrine rağmen düşmanla dostane ilişkiler kurmayı yeğliyor. Görünüşe göre Malezya, Filistin’de yaşananlar karşısında sadece duygularını kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda akıl sağlığını da yitirmiştir. Müslümanların liderlerinin Filistin’e ihanetini tanımlamaya kelimeler yetmiyor. Ümmeti korumaları ve Filistin’i özgürleştirmeleri gerekirken Allah’ın düşmanlarını güçlendiriyorlar ve daha fazla zulme olanak sağlıyorlar.

Ey Müslüman orduları! Liderlerinizin sizi cihada sevk etmeyerek ve sizi düşmanlarınızın kontrolüne “vererek” büyük bir aşağılanmaya ve Allah’a isyana maruz bıraktığını görün artık! Kardeşlerinizi kurtarmak, Mübarek Toprak Filistin’i kurtarmak için seferber olmanız gerekirken Allah’a, Rasûlüne ve müminlere ihanet eden liderlerin peşinden gidiyorsunuz. Allah’ın sizi, kendisini seven ve kendisinin de onları sevdiği, hiçbir kınayıcının kınamasından dan korkmadan kendi yolunda savaşan bir kavimle değiştirmesinden korkun.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ  “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihat ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” [Maide 54]

Devamını oku...

Bir Hizb-ut Tahrir Üyesi Daha Filistin’in Kurtuluşu Çağrısında Bulunduğu Gerekçesiyle Suçlu Bulundu, Tarih Hak Sözü ve Gerçek Suçluları Asla Unutmayacaktır

Kopenhag Bölge Mahkemesi, Siyonistlerin Danimarka’nın desteğiyle Gazze’deki sivil halka karşı yürüttükleri soykırımın 303 gününde Filistin’in askeri kurtuluşu çağrısında bulunduğu gerekçesiyle bir Hizb-ut Tahrir üyesi hakkında daha karar verdi. Sam Mohabbat, 10 Ekim 2023’te düzenlenen bir gösteride, 7 Ekim 2023’te Siyonist işgalin kırılganlığını dünyaya ifşa eden ve yenilmezlik mitini yerle yeksan eden aşağılayıcı bir darbe aldığını söylemesi nedeniyle 9 ay koşulsuz hapis cezasına çarptırıldı. Bu insanlık dışı askeri işgalin cephaneliğindeki en önemli silah olan caydırıcılık o tarihi günde yerle yeksan oldu.

O zamandan bu yana Siyonistler işlemekte oldukları barbarca vahşetle yerle bir olan heybetlerini yeniden kazanmak için çılgınca çabalıyorlar ve bu süreçte hem kendilerinin hem de Batılı ülkelerin insanlıktan tamamen yoksun olduklarını ortaya koydular. Ancak bu durum, Siyonist işgalin uzatmaları oynadığı ve hiçbir zaman meşruiyete sahip olmadığı mesajını daha da güçlendirdi. Siyonist varlık, Danimarka da dahil olmak üzere Batılı devletlerin desteği ve teşvikiyle etnik temizlik, toplu katliam, işkence ve toprak hırsızlığı üzerine kuruludur. Bugün de aynı yöntemlerine devam ediyor. Danimarka devleti de soykırıma verdiği alçakça desteğini ve silah ihracatını sürdürüyor.

Bu kararın ne olduğuna bakmalıyız. Çaresiz ve krizle boğuşan bir hükümetin siyasi komisyon çalışmaları, tıpkı hararetle desteklediği soykırımcı işgal gibi, sadece kendi mutlak çürümüşlüğünü ortaya koyuyor. Hiçbir geçmişi olmayan ve hiçbir saygıyı hak etmeyen Başbakan Mette Frederiksen, Filistin yanlısı çok sayıdaki gösterilerden “rahatsız olduğunu” açıkladı ve siyasi suçlamalarda bulunmak, “polis ve savcılığın teröre teşvik ve göz yummaya karşı ceza hukukunu nasıl işlettiğini görmek üzere Adalet Bakanı’nı şehre gönderdi.

Absürt ikiyüzlülük apaçık ortada. Hükümet politikacıları, kanaat önderleri ve gazeteciler, 300 günden fazla bir süredir devam eden işgale, çocukların toplu katliamına ve toplu açlığa özgürce ve herhangi bir sonuçla karşılaşmadan desteklerini ifade ettiler. Danimarka dokunulmaz olan her şeye karşı işlenen bu suçları resmi olarak desteklemekte ve belki de kendi ilkesizliğiyle, kovuşturma ve cezalandırma yoluyla gözdağı verme girişimlerinin Filistin’in özgürleştirilmesi çağrısını yavaşlatacağını düşünmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Danimarka, üyemiz Sam Mohabbat’ı asil duruşundan dolayı kutluyor. Onun tek suçu, Filistin için tek çözüm olan (İsrail’in) ortadan kaldırılması ve Filistin’in tamamının kurtarılması, çevre ülkelerdeki Müslüman orduların Danimarka destekli askeri işgale ve devlet terörizmine karşı onurlu ve adil bir kurtuluş savaşına girmesi gerektiği çağrısında bulunmaktır.

40 bin siyasi karar bizi asla susturamayacak veya kararlılığımızı sarsamayacaktır.

Filistin özgürlüğüne kavuşacak ve tarih hem hak sözü hem de gerçek suçluları hatırlayacaktır.

Devamını oku...

Afganistan, Doha Anlaşması’na Sarsılmaz Bir Şekilde Bağlı Kaldığı Sürece Filistin ile Ortak Sınırı Paylaşsaydı Bile Yine de Hiçbir Şey Yapamazdı

İran Öğrenci Haber Ajansı (ISNA), Afganistan’ın siyasi başbakan yardımcısının İran’ın yeni cumhurbaşkanının yemin törenine katılmak üzere Tahran’a gittiğini bildirdi. İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi ile yaptığı görüşmede Filistin konusuna da değinen Başbakan Yardımcısı, “Afganistan, İran İslam Cumhuriyeti ile birlikte mazlum Gazze halkını desteklemektedir. İşgalci rejimle ortak sınırımız olsaydı, mazlum Gazze halkını savunmak için Siyonistlerle savaşırdık.” dedi.

Siyasi başbakan yardımcısı bu sözleri Doha Anlaşması’nın yanı sıra bazı gayrimeşru siyasi fikirlerin Afgan hükümetinin elini kolunu bağladığı bir dönemde sarf etti. Afganistan, coğrafi olarak Filistin’de bulunsaydı bile Yahudi varlığına karşı harekete geçemezdi. Doha Anlaşması’nda ABD, iktidardaki rejimden “Afganistan topraklarının ABD ve müttefiklerinin güvenliğine karşı tehdit oluşturacak el Kaide dahil hiçbir unsura izin verilmemesi” yönünde kesin taahhütler aldı. Amerika bu anlaşmayla müttefiklerini de saldırı riskinden koruyor. Yahudi varlığı da Amerika’nın en büyük müttefiki olarak görülüyor.

Dolayısıyla bu anlaşmaya bağlı kaldığı sürece Afganistan, Filistin’in ile ortak sınırı paylaşması durumunda bile Afgan yöneticilerinin gerekçeleri Mısır ve Ürdün’ün gerekçelerinden pek farklı olmayacaktı. Bu ülkeler Afganistan’dan daha güçlü askeri yeteneklere ve silahlı kuvvetlere sahip olmalarına rağmen Filistin halkına destek vermemek için ekonomik çıkarlarını ve siyasi anlaşmalarını bir gerekçe olarak ileri sürüyorlar. Mısır, Yahudi varlığıyla 1978’de Camp David Barış Anlaşması’nı, Ürdün ise 1994’te Vadi Araba Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşma uyarınca Mısır ve Ürdün, Yahudi varlığını tehdit etmeyeceği ve çeşitli şekillerde ilişki kuracağı sözü verdiler.

Afgan hükümetini, İslam’ı kapsamlı bir şekilde uygulamaktan ve mazlumlara yardım etmekten alıkoyan bir diğer unsur da ekonomiye dayalı pragmatik dış politikasıdır. Bu politika uyarınca, ekonomik çıkarlara öncelik verilirken çoğu değer bir kenara itilmektedir. Hiç şüphe yok ki, Filistin’e komşu ülkeleri, Gazze’deki Müslümanlara ihanet etmeye zorlayan unsur, ekonomik odaklı politikaların yanı sıra kişisel ve milli çıkarlarıdır. ABD, Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak için Ürdün ve Mısır’a mali yardım sağlıyor. Lübnan ve Suriye, ulusal çıkarlar ve ekonomi odaklı politikalar temelinde ihanet etmeye devam ediyor. Oysa İslam, dış politikasını İslam’a davet ve cihat üzerine oturtmuştur.

İslam ülkelerindeki yöneticileri, mazlum Filistin halkına yardım elini uzatmaktan alıkoyan hiçbir unsur yoktur. İleri sürdükleri mazeretleri geçersizdir. Madem ki Filistin ile ortak sınırı paylaşmamak Filistin halkını desteklememek için bir bahanedir, o halde Afganistan’ın Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan ile ortak sınırı olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkelerde İslami değerler ve ritüeller ayaklar altına alınıyor yasaklanıyor. Müslümanlar sırf İslam’a bağlı kaldıkları için hapse atılıyorlar, işkence görüyorlar. Afganistan yöneticileri, Tacikistan hükümetinin başörtüsünü yasaklamasının ardından Tacikistan’daki Müslüman kızların “Yetiş ya Mutasım!” diye bağırdıklarını duymamış olamazlar. Doğu Türkistan ile de ortak sınırımız var. Doğu Türkistan, Komünist Çin hükümetinin işgali altında. Doğu Türkistanlılar, Gazze halkı gibi işkence ve baskı görüyor. Ancak Afgan hükümeti “Tek Çin” politikasına bağlı olduğunu söylüyor ve Çinli heyetleri sıcak bir şekilde karşılıyor!

Bu nedenle Afganistan yöneticileri, dindarlıklarının gereğini yerine getirip diplomatik ve yüzeysel açıklamalar yapmaktan vazgeçmezlerse, yakında Müslümanların diğer yöneticilerinin kervanına katılacaklardır. Afganistan yöneticiler, kendi halklarına komplo kuran Müslümanların diğer yöneticileri gibi, gayri İslami gerekçeler ileri sürmekten vazgeçmelidir. Allah’ın tuzağından korkmalıdırlar, çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Mazlumları desteklemek iktidar sahiplerine nasıl farz ise Hilafetin kurulması da farzdır. Çünkü Hilafet, Allah’ın kutsallarını ve Müslümanların topraklarını sarsılmaz bir kale gibi koruyacaktır. Dolayısıyla böylesi anlaşmaları iptal etmek güç ehlinin İslami sorumluluğudur. Çünkü bu anlaşmalar, Allah Subhânehu ve Teâlâ ile yapılan anlaşmaya açıkça aykırıdır. Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet kurduğunuzda Cenâb-ı Hak size zafer bahşedecek ve ayaklarınızı sabit kılacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]

Devamını oku...

Yahudi Varlığı Müslüman Ülkelerde İstediği Gibi Özgürce Cinayet İşliyor, Bu Aşağılanma Daha Ne Kadar Sürecek Ey Müslüman Orduları?

31 Temmuz 2024 Çarşamba günü şafak vakti Yahudi canisi, İran’ın başkenti Tahran’da Hamas’ın siyasi büro başkanı İsmail Haniye’ye suikast düzenledi. Bu iğrenç sahne, dünyanın dört bir yanındaki Müslüman ülkelerin dokunulmazlığının ayaklar altına alındığını gözler önüne seriyor.

İsmail Haniye, Allah ona rahmet etsin, Allah yolunda şehit olmayı arzuladı ve Allah’ın izniyle de arzusuna ulaştı. Bundan birkaç ay önce İsmail Haniye, Yahudi varlığının halen Haşim Gazze’ye karşı sürdürdüğü canice saldırıda ailesi ve bazı çocuklarını kaybetmişti. Hizb-ut Tahrir olarak biz, Allah’tan hepsinin şehadetini kabul etmesini niyaz ediyoruz. Biz Allah’a karşı kimseyi temize çıkarmayız.

Ey Müslümanlar! Yahudi varlığı, sömürgeci kafir Batı’nın kafesinde yaşayan, dışarı çıkar çıkmaz saklanmak için geri dönen korkak bir fareden başka bir şey değildir. Bakın, daha suikastın sorumluluğunu bile üstlenemiyor. Geçen hafta Yahudi başbakanının, savaş cephesinin genişlemesi durumunda yardım için Batı’ya nasıl da yalvardığını gördük. Dolayısıyla bizi öldüren asıl şey, Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin ihanetini izleyen Müslüman ordularıdır. Orduların Mübarek Toprak Filistin’e yardım için seferber edilmemeleri konusunda kesin talimatları var. İşte bizi öldüren asıl şey, Müslüman orduların bu sessizliği, yöneticileri devirmek, Mübarek Toprağı kurtarmak için seferberlik ilan etmemeleri ve öldürülüşümüzü izlemeleridir.

Ey Müslüman orduların askerleri! Ey Müslüman orduları! Ey Kinane orduları! Ey İran orduları! Ey Pakistan orduları! Ey Türkiye orduları! Ey Arap Yarımadası ve Irak orduları! Neredesiniz. Sözünü ettiğiniz egemenlik nerede? Yahudi varlığı ve sömürgeci kafir Batı, ülkenizin semalarını, toprağını ve denizini istediği zaman istediği gibi ihlal ediyor... Ülkeniz adeta insan avına dönüştü. Tüm bunları izlerken vicdanınız da mı sızlamıyor. Askeri taburları seferber edip sınırları ortadan kaldırmak, bu habis varlığı Mübarek Topraktan yok etmek için niye cihat ilan etmiyorsunuz? Ümmet, orduları seferber edeceğiniz anı sabırsızlıkla bekliyor. Söyleyin bize hangi savaşa hazırlanıyorsunuz? Şimdi cesaretinizi test etmenin tam zamanı.

Minber, site ve medya platformu sahiplerine de diyoruz ki, sömürgeci kafir Batı ve kafesindeki korkak Yahudi varlığı ile hain ajan yöneticiler, Müslüman ülkeleri Müslümanlara karşı suç yuvası haline getirmişlerdir. Bunları, bizim evlatlarımızla dolu olan, bizim paramızla eğitilen ve donatılan ordular caydırabilir ancak. Eğer ordularımız bir an önce harekete geçmezse, sömürgeci kafir Batı ve araçlarının hedefi ve kurbanı olmaya devam edeceğiz. Bu yüzden kamuoyuna, bizi Yahudi varlığından, Batı’nın etkisinden ve kukla yöneticilerden kurtarmak için orduların yarın değil hemen şimdi harekete geçmesi gerektiğini anlatmak zorundasınız. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللهُ أَشَدُّ بَأْساً وَأَشَدُّ تَنكِيلاً“Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.” [Nisa 84]

Devamını oku...

Ne Hakkında İstişare Ettiğin Ne de Karşılaştığın Kişilere Yapacağını Söylediğin Şey Cinayet Değildir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ne Hakkında İstişare Ettiğin Ne de Karşılaştığın Kişilere Yapacağını Söylediğin Şey Cinayet Değildir!

Ne İran’ın ne partilerinin ne de yandaşlarının hesapsız bir tırmanışla ilgilendikleri görülmüyor ve buna dair çok delil ve kanıtlar vardır. 1948 savaşından 67 ve 73’e kadar ve sonrasındaki onların muadillerinin yaptığı savaşlar, üzerinde anlaşmaya varılan savaşlara daha yakın olan disiplinli savaşlardı; İran’ın Yahudi varlığına yönelik vaat ettiği darbeyle ilgili açıklamaları gerçekleşmiş olsaydı, Yahudi varlığının İran ve Lübnan topraklarında Haniye ve Şükür’e düzenlediği suikastlarla İran’ın ve onun Lübnan’daki partisinin burnunu toprağa sürtmesinin (aşağılamasının) ardından İran’ın geri kalan yüz suyunu (itibarını) koruduğu bir medya savaşı olacaktı.

Ardı ardına gelen darbelerden sonra İran ve yandaşlarının ne bir düşmanı öldürecek ne de bir gözü çıkaracak cılız bir karşılık vermesi muhtemeldir ve ABD’nin hamleleri ile İran ve yandaşlarıyla yaptığı açık ve gizli görüşmeler bu kategoriye girmektedir; yani saldırı veya savaş kontrolden çıkmayacaktır. Zira Amerika, oyuncuların temas hattının dışına çıkmasını istemiyor; hatta Amerika, İran’ın Yahudi varlığına üç ay önceki saldırıdan daha fazla vurmasına izin verse bile bu, sadece Netanyahu ve etrafındaki akılsızların davranışlarını, müzakereleri kabul edene kadar frenlemek içindir ki bu şekilde Biden yönetimi, Gazze’deki savaşı durdurmayı ve müzakereleri başlatmayı başarırsa bunun ikinci bir yönetim döneminde başarılı olmalarının bir garantisi olabileceğini düşünüyor ama Netanyahu hala inatla iki devletli çözümü kabul etmeyi reddediyor.

İran ve Yahudi varlığı sonuçları hesap edilmeyen bir savaşla ilgilenmiyorlar ve İran hiçbir zaman Filistin’i kurtarmak ya da Yahudi varlığıyla savaşmak gibi bir kaygı gütmemiştir. Şayet Amerika bu varlığa baskı yapma ihtiyacı hissetseydi bunu yapardı; ancak Yahudiler onlarca kişiyi öldürdüler, Şam’da yüzlerce bölgeyi bombaladılar ama kılını dahi kıpırdatmadı; mesele bundan ibarettir. Ancak Amerika şuradan buradan kakofonik/uyumsuz seslerin çıkmasından ve ritmini kontrol ettiğini işini bozmasından korkuyor; bu nedenle işlerin kontrolden çıkmaması için savaşın ritmini kontrol etmek üzere dışişleri ve savunma bakanlarını ve genelkurmay başkanını harekete geçirdiğini görüyorsunuz; bu yüzden akla haya gelmeyecek şeylerin meydana gelmemesi için atlarını ve adamlarını, uçak gemisini, ekipmanları ve birçok silahları bölgeye getirdi.

İran ideolojik bir devlet değildir ve Yahudi varlığıyla savaşında kayda değer çıkarları yoktur; ancak İran, Humeyni döneminden bugüne kadar Amerika’ya hizmet etmekte olup uluslararası sistemin bir parçası olarak kararlarında, sözde uluslararası kanunların ve uluslararası iradenin dışına çıkmamaktadır. Zira Yahudi varlığının özellikle Filistin olmak üzere Müslüman topraklardaki bekası, egemen rejimlerin küresel suç ortaklığıyla sağlanmakta olup İran da bunun bir parçasıdır. Yol bakımından en iyi rejimler ve hareketler, 4 Haziran 1967, yani 67’den sonraki işgal sınırlarında Filistinliler için bir devlet talep edenlerdir; bundan önce işgal edilenleri ise talep eden veya ondan bahseden kimse yok; dolayısıyla İran, ülkeler arasında bir yenilikçe olmadığı gibi Lübnan’daki partisi de sadece onun bir parçası olup onun yolundan gitmektedir; “İsrail” ve Amerika’ya ölüm" şeklindeki içi boş sloganlar ise içerikten yoksun olan ancak patlatıp durduğu sloganlardan başka bir şey değildir.

İran, üst düzey yetkililerinin lisanı üzerinden Filistin’i özgürleştirmenin ve Yahudileri oradan çıkarmanın “İslam Cumhuriyeti” için on beş dakikadan fazla sürmeyeceğini açıklamadı mı? Başka bir rivayete göre de yedi buçuk dakikadan fazla sürmeyeceğini açıklamadı mı?! Bu da İran, Yahudi varlığına karşı savaşını sabah namazından sonra başlatmış olsa, iki rekat kuşluk namazından önce savaşı bitireceği anlamına geliyor; peki o zaman neden yapmıyor?!

Yahudi varlığı ile bir ümmet olması vasfıyla İslam ümmeti arasında meydana gelecek gerçek bir savaş, uluslararası kararlar veya bölünme bayrakları altında olmayacağı gibi uluslararası yasaları da gözetmeyecek bir savaş olmayacaktır; aksine taş ve ağaçların bile katılacağı ve Allah’ın izniyle Müslümanların galip geleceği bir savaş olacaktır; zira ideolojik bir devlet - ki İran bunlardan biri değildir-, savaşa girmeye karar verdiğinde, uluslararası duruma ya da uluslararası yasalara bakmaz, kararlaştıran yer ve zamanda vurmadan önce bir gün, bir hafta veya bir ay boyunca karma karış etmeye başlamaz, aksine Mute, Kadisiye ve Ayn Calut’ta olduğu gibi savaşlara girer…

Haber kanallarının ve gazetelerin bunları ele almasına ve “trend” haline gelmesine gelince; bu ve benzeri şeyler bir savaş değildir; aksine onların takipçileri ve taraftarlarından sıradan insanların güldükleri oyunlardır! Nitekim şair Câhilî şöyle demiştir:

Ne Hakkında istişare ettiğin ne de karşılaştığın kişilere yapacağını söylediğin şey cinayet değildir!

Ancak tüm bu kasvetli nitelemelere rağmen bizler, Allah Subhanehu ve Teala’nın, tıpkı Gazze’de ve ondan önce de Şam’da çıkardığı gibi bu ümmetin içinden ölümü hayatın önüne alan mücahit öncülerden bir zümre, hatta zümreler çıkaracağından eminiz; Gazze halkının kahramanlıklarını, metanetlerini ve sabırlarını görmeden Gazze’den bahsedecek olsaydık şöyle derdik: Tarih desiselerden hali değildir; ancak şimdi onları kendi gözlerimizle gördüğümüz, bundan önce de Çeçenistan’ın kahramanlıklarını gördüğümüz ve Felluce de bundan uzak olmadığı için Allah’ın bu ümmete yönelik yardımına ve iktidarına olan inancımız daha da güçlenmiştir.

Son olarak Filistin, onun satılmasına katkıda bulunanlar tarafından kurtarılamayacaktır; zira Yahudi olmaları vasfıyla Yahudilere teslim edilmiş ve buna da dini nitelik galip gelmiştir; dolayısıyla Filistin, herkesin üzerine komplo kurduğu, Müslümanlardan gasp edilen ve Hilafet Devleti’nden koparılan bir meseledir; dolayısıyla da o, başından sonuna kadar dini bir mesele olup hak sahipleri ve toprak halkı olması vasfıyla Filistin halkının meselesi değil, aksine Yahudiler Filistin topraklarının her bir karışından çıkarılıncaya kadar savaşan Müslümanlar olmaları vasfıyla Müslümanların meselesidir. Filistin meselesine yönelik akidevi nitelendirme işte budur; bu nitelendirme ise İran’a, onun partilerine ve yeryüzündeki mevcut ülkelere uygun düşmemektedir; zira bu ülkelerin hepsi, Yahudi varlığının var olmasına, Yahudi varlığının kendisinden daha çok hırs göstermektedirler; bakın işte Amerika, Avrupa ve Müslüman ülkelerdeki hain rejimler, Yahudilerin kendilerine zarar vermelerini engellemeye ve onları kendi varlıklarını yok edecek ve devletlerine zarar verecek her şeyden uzak tutmaya çalışıyorlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halid El-Eşkar (Ebu El-Mu’taz)

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER