Yerdeki Yıldızlar - İktidar Nimeti Nasıl Elden Gider?
- Kategori Seçkiler
- |
Milliyetçilik Hayali!
Leon Efendi Baus, 19. yüzyılda ailesini Yunanistan'dan Irak’a taşıyan bir Osmanlı askeri doktorunun torunuydu. Osmanlı yasalarına göre babası Yunan olarak kabul ediliyordu.1897 yılında Yunanistan ile Osmanlı Hilafeti arasında savaş patlak verdiğinde, babası Hilafete olan tabiiyetini korumak için bağlılık yemini etmişti.
Osmanlı Hilafetinin mirası 1918 yılında müttefik kuvvetler tarafından paylaşıldıktan sonra Baus’a Arap vatandaşlığı verildi. 1919 yılında Baus, İngiliz Yüksek Komiseri’ne, kendisinin nasıl Arap olmaya zorlandığını anlatmaya çalıştığı bir mektup yazdı. Ayrıca İngilizlerin “Hicaz, Mezopotamya, Transürdün (Şark’ül Ürdün), Mısır ve Türkiye'yi tam olarak nasıl hazır bir hale getirebileceklerini ve şimdi insanları bu yeni doğan ülkelerin tebaası olmaya nasıl zorladıklarını” da sorguluyordu! İngiliz Manda yetkilileri onun endişelerine hiçbir çözüm bulmadı ve onun davası çözümsüz kaldı.
1921 yılında İngiliz hükümeti Transürdün Emirliği'ni kurdu ve yönetimi Kral Faysal’ın kardeşi Abdullah’a verdi. İngiliz subaylar, Arap isyanındaki rolü nedeniyle Abdullah’a bir ödül ve aynı şekilde Suriye ile Filistin arasında bir tampon bölge olması için bölgeyi böldüler. Bu ise, Genel Suriye Kongresi'nin, İngiltere'nin Filistin'i Suriye'den ayırmasına ve buranın Siyonist yerleşimciler tarafından kolonileştirilmesine karşı çıkma girişimlerinin ardından geldi.
1924 yılında Mustafa Kemal’in Hilafeti kaldırmasının ardından, Arap isyanının başlamasından sonra İngiltere’nin “Hicaz Kralı” unvanını verdiği Şerif Hüseyin, kendisini yeni Halife olarak ilan etti. Ancak Halife olarak yönetimi uzun sürmedi. İngiliz sömürge subayları desteklerini Hüseyin’den İbn Suud’a kaydırdı; 1925’te Mekke’yi ele geçiren İbn Suud, Hüseyin’i sürgüne gönderdi ve İbn Suud kendisini yeni “Hicaz Kralı” olarak ilan etti.
Daha sonra 1932 yılında Suud ailesi, Hicaz ve Necd bölgelerindeki topraklarını birleştirerek kendi krallıklarını kurdu. 1936 yılında Fransa Lübnan için bir antlaşma taslağı hazırlayınca, Beyrut, Sayda ve Trablus’ta Suriye ile birleşmeyi talep eden protestolar patlak verdi, ancak Fransa bu protestoları görmezden geldi ve Suriye’yi Lübnan’dan ayırma planlarına devam etti.
Bu toprakların tamamı Osmanlı Hilafetinin bir parçasıydı. Baus’un mektuplarında işaret ettiği gibi, bunların üzerine kurulan ulus-devletler sömürgecilik tarafından inşa edilmiştir.
Sömürgeciler Müslüman ülkeleri böldükten sonra, hükümet sistemlerini değiştirmek için çalıştılar, parlamenter sistemler getirildi ve sömürgecilerin memurları, kendilerinin demokratik partiler şeklinde örgütlenmesini onaylamadıkları sürece buraların halkıyla ilişkiye girmeyi reddettiler. Sömürgeciler tarafından iktidara getirilenler, onların yasalarını ve ilkelerini kabul eden kişilerdi. Dolayısıyla Müslüman ülkelerde ulus devletlerin ortaya çıkışı, sömürgecilik tarihi ve İslam beldelerini bölmek isteyen Avrupalı güçlerin baskılarıyla yakından bağlantılıdır.
O zaman soru şudur: Neden bu yönetim şeklini kendimiz için kabul etmeye devam ediyoruz? Cevabı belki de İbn Haldun’un -Allah ona rahmet etsin- yüzyıllar önce yazdığı Mukaddime’sinde bulmak mümkündür; zira orada şöyle demiştir: “Mağlup olan her zaman galip olanın sloganını, üniformasını, davranışını ve diğer durum ve geleneklerinde taklit etmekten hoşlanır; nefsin devamlı galip olanda bir kemal olduğuna inanması ve onun hizmetine girmesi sebebiyle ya ona saygı göstermek içinde yer eder ya da kendisindeki itaat halinin galibin gücünden değil kemal sahibi olduğundan ileri geldiği hatasına düşülür.”
Filistin’de yaşanan son krizle birlikte, Müslüman ülkelerin yönetim biçimlerini ve Batılı ilkeleri benimsemelerini yeniden değerlendirmeye başlamaları büyük önem taşımaktadır. “Üstün” Batı, bugün Filistinli Müslümanlara karşı soykırım işleyen Yahudi varlığının ortaya çıkarılmasından sorumlu olup onun eylemlerini (“devlet hakkı”, “sınırları koruma hakkı”) şeklinde meşrulaştırılmak için kullandığı ulus devlet dili, İslam beldelerindeki mevcut rejimlerin Yahudi varlığına karşı birtakım önlemler almamalarını meşrulaştırmak için kullandıkları dilin aynısıdır.
Allah rahmet eylesin İbn Haldun‘un dikkat çektiği nokta, galibin kemal sahibi olduğunu varsaymak yerine yenilginin sebeplerini düşünmek gerektiğidir. Zira İslam beldelerini bugünkü aşağılayıcı duruma getiren şey, Mustafa Kemal‘in şeriatı terk etmesi ve Hilafeti kaldırmasıdır. Dolayısıyla İslam beldeleri sadece İslami hayatı yeniden başlatarak ve Hilafeti yeniden tesis ederek içinde bulundukları mevcut koşulların üstesinden gelebilirler. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]
Cündeb İbn-i Abdullah’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: مَنْ قُتِلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَدْعُو عَصَبِيَّةً أَوْ يَنْصُرُ عَصَبِيَّةً فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌ“Her kim körü körüne (çekilmiş) bir bayrağın altında savaşır, bir asabeye/ırkçılığa davet eder veya bir asabeye yardımda bulunursa, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.” İmam Nevevi, bu hadisin şerhinde şöyle dedi: “Asabiyet için öfkelenmek, dine yardım etmek için değildir; asabiyet, zulüm üzere olduğu halde kavmine yardım etmektir.” “Asabiyet” kelimesi kabilecilik ve milliyetçilik gibi onunla bağlantılı tüm fikirlere işaret etmektedir. İslam’da, kabileciliğin nefret boyutunu ele alan pek çok hadis mevcuttur. Müslümanlar olarak bizler, İslam sayesinde birleşmeliyiz ve İslami kimliğimiz diğer her şeyin üzerine egemen olmalıdır; aksi takdirde ölümümüz, sanki Müslümanlardan değilmişiz gibi cahiliye ölümü gibi olur! Ve günahkâr olarak ölürüz!
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halil Musab – Pakistan
Haber - Yorum
Amerikan Seçimleri Hakkında Üzücü ve Beyhude Tahminler!
Haber:
Afganistan’da, son ABD seçimleriyle ilgili tartışmalar, genellikle endişe ve umutla karışık duygularla halk arasında şiddetlendi.Bazıları Donald Trump’ın zaferinin ABD'nin Afganistan politikasını değiştirebileceğine inanırken, diğerleri ise Kamala Harris’in olası zaferinin Afganistan için faydalı olacağını düşünüyor.
Yorum:
Güçten, birlikten ve güçlü bir birleşik devletten yoksun bir millet, eninde sonunda kaderinin başkalarının kararlarıyla şekillendiğini görecektir.Bugün Müslüman ülkeler nefeslerini tutmuş, ABD başkanlık seçimlerini kimin kazanacağını ve kendilerine karşı nasıl bir strateji benimseyeceklerini görmek için bekliyorlar.Bazıları belirli bir adayın başarısının Müslümanlara fayda sağlayacağını ya da Gazze’deki savaşın sona ermesine yol açacağını ümit ediyor.
ABD'nin otorite yapısı hakkında bilgi sahibi olanlar, onun yönetimdeki ya da iktidar partisindeki değişikliklerin ABD'nin temel politikalarında, özellikle de stratejik konularda, köklü ya da derin değişimlere yol açmasının pek olası olmadığını kolayca anlayacaklardır. Çünkü ülkenin temel, geniş ve stratejik politikalarının formüle edilmesi ve yönlendirilmesinden derin devlet sorumludur.Derin devlet, kısa vadeli idari değişikliklere bakmaksızın ABD dış politikasının temel ilkelerini ve yönlerini belirleyen etkili ve güçlü kurumlar ağından oluşmaktadır.Bu nedenle yönetim veya parti değişikliğinin ABD’nin çeşitli konularda, özellikle de Afganistan’la ilgili politikaları üzerinde sadece sınırlı etkileri olabilir.
Cumhuriyetçiler ve Demokratların ABD dış politikasını uygulama biçimlerindeki farklılıklara rağmen, her iki parti de İslam ve Müslümanlara yönelik düşmanlıklarında çok az farklılık göstermektedir.Örneğin Cumhuriyetçi George W. Bush Irak ve Afganistan’da vahşi savaşları başlatırken, Demokrat Barack Obama ise hava saldırıları ve insansız hava araçlarının kullanımı ve Arap Baharı ile Suriye devriminin bastırılması yoluyla İslam’a karşı savaş gündemini diğer bölgelere doğru genişletmiştir.Benzer şekilde Donald Trump sadece Kudüs’ü Yahudi varlığının başkenti olarak tanımakla kalmamış, aynı zamanda Afganistan'a bombaların anasını atmıştır.Benzer şekilde Demokrat Joe Biden da Gazze’de Filistinli çocukların katledilmesi için Yahudi varlığına mali, askeri ve siyasi destek sağlamıştır.Dolayısıyla Müslümanlara karşı politikalarında büyük bir farklılık görünmüyor; zira onlardan biri kafamızı acımasızca keserken diğeri ise hızlıca kesiyor.
Amerika, Afganistan’dan aşağılayıcı bir şekilde çekilmesinden bu yana, ülkeye doğrudan askeri müdahaleye sınırlı bir ilgi gösterdi, dahası hiç göstermedi; zira şu anda Hint-Pasifik bölgesindeki gerilimler, Rusya-Ukrayna çatışması, Gazze ve Lübnan savaşları ve kendi iç sorunları da dahil olmak üzere diğer karmaşık küresel meselelerle meşgul olmaktadır.Bu nedenle Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki yaklaşım farklılıklarına rağmen ABD’nin Afganistan politikasında köklü bir değişiklik olması pek olası değildir.Ancak Taliban’a yönelik çevreleme ve angajman politikası muhtemelen devam edecektir. Nitekim temel fark, Trump’ın kampanyası sırasında işaret ettiği gibi Cumhuriyetçilerin Taliban’ı etkilemek için daha fazla baskı taktiği kullanmaları olabilir; zira Trump, hareket üzerindeki mevcut baskı düzeyinden duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmişti.
Ne yazık ki bugün Müslüman ülkeler, seküler dünya düzeninden ve İslami olmayan güçlerin politikalarından büyük ölçüde etkilenmektedir. Bugün Müslümanlar, aşağılayıcı bir bakış ve üzücü bir küçümseme ile ABD seçimlerini izliyorlar ve deneyimsiz ve yetersiz Harris mi yoksa narsist ve dengesiz Trump mı şeklinde adaylardan hangisinin kazanacağını merek ediyorlar! Buna karşın bir zamanlar Hilafet bağımsız ve etkili bir küresel güç olmakla birlikte Müslümanlara diğer ülkeleri etkileyen güçlü ve saygın bir ümmet olarak bakılıyordu.Bugün ise Müslümanların başındaki yöneticiler ne yazık ki kendilerini, büyük küresel güçlerinin politikalarını takip eden ve uygulayan itaatkâr bir konumda görmektedirler. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتاً وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ“Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!” [Ankebut 41]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Arslan - Afganistan
Haber - Yorum
Sudan’da Ordu Dışında Askeri Güçlerin Varlığı, Başka Bir Anlamsız Savaşın Habercisidir!
Haber:
29 Ekim'de, Juba Barış Anlaşması'nın imzacılarından el-Emin Daud liderliğindeki Özgürlük ve Adalet için Halk Cephesi'nin askeri bir fraksiyonu olan ve kendisini "Doğu Grubu" olarak adlandıran bir grup, belirtilmeyen bir bölgede eğitim aldıktan sonra güçlerini Sudan'ın doğusundaki Kassala eyaletine konuşlandırdığını açıkladı.
Doğu Grubu kuvvetlerinin genel komutan yardımcısı Humed Şaballe Sudan Tribune’ye verdiği demeçte, “Kuvvetlerinin Doğu Sudan’da konuşlandırılmasının bölgedeki tüm tarafların arzusu üzerine gerçekleştiğini ve bu hamlenin silahlı kuvvetlerle yapılan teknik ve askeri istişarelerin ardından yapıldığını ve kuvvetlerinin artık silahlı kuvvetlerin bir parçası olduğunu” söyledi. (Sudan Tribune, 01/11/2024)
Yorum:
Doğu Grup güçlerinin Sudan’ın doğusunda konuşlandırılması kabile grupları arasında geniş çaplı tartışmalara yol açtı; zira Bağımsız Beja Şefleri ve Belediye Başkanları Yüksek Konseyi'nin siyasi sekreteri Seyid Ali Abu Amine, bu güçlerin kendi topraklarında konuşlandırılmasını Beja ile Eritre muhalefeti olarak tanımladığı kalıntılar arasındaki bir savaş ilanı mesabesinde olduğunu ifade etti.
Bir ülkede birden fazla askeri gücün bulunması ülkenin güvenliğini tehdit eder ve istikrarı bozar; bunun en iyi kanıtı, ordunun muadili olan ve daha sonra birbirleriyle savaşan sözde Hızlı Destek Kuvvetleri’ne ek olarak orduyla savaşan, daha sonra da orduya paralel güçler haline gelerek onunla anlaşmalar yapan isyancı hareketlerin varlığıdır.Uluslararası Göç Örgütü’ne göre anlamsız savaş, on binlerce kişinin ölümüne ve 3,1 milyonu ülke dışında olmak üzere 11 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine neden oldu; işte bu yapay savaş, ülkede birden fazla gücün varlığının bir sonucudur.
Ülkede birden fazla askeri gücün bulunması, tek bir kurşun dahi atmadan orduları ve ülkeleri yok etmeyi amaçlayan kafir Batı’nın türettiği beşinci nesil savaşlarından biridir!
“Bir ülke tek bir kurşun atmadan dört aşamada nasıl yok edilir?” diye yazan KGB ajanı Yuri Bezmenov, üçüncü aşamada kriz aşamasını anlatıyor: “iki ila altı ay arasında sürer ve belki de daha uzun sürebilir; siyasi kaos yayılır, güvenlik istikrarsızlığı meydana gelir, çatışmaların ve iç savaşın habercisidir, ordu, polis, yargı ve kamu güvenliği gibi devlet kurumları zayıflar, kanun kötüye kullanılır, ekonomik çöküş, yüksek fiyatlar ve hizmet eksikliğinin yanı sıra hizmet ve yönetim sistemleri yok edilir, toplum yoksullaştırılır ve yıkıma hazır hale getirilir.” Peki güç sahipleri, özellikle Sudan'ın doğusunda kabile fitnesini alevlendirebilecek ihtilafları olan kabile grupları varken, ülkede birden fazla orduya sahip olmanın ve başka bir Hemedti türetmenin tehlikesinin farkındalar mı acaba?! Hemedti ve diğerlerinde olduğu gibi ordunun birliğini yıkan ve ülkenin güvenliğini istikrarsızlaştıran kendi liderliklerine sahip ayrı askeri varlıkların yerine ülkedeki mevcut tüm kuvvetlerin tek bir ordu altında birleştirilmesini engelleyen şey nedir?!
Azim İslam ordu işine önem vermiş ve onu tek bir vurucu güç haline getirmiştir; zira İslam akidesi evrensel bir akide olup onu yaymanın metodu da Allah yolunda cihat etmektir; bu nedenle ordunun hazırlanması zorunlu bir iş olup özel kamplara yerleştirilmiş tek bir ordu olması gerektiği gibi bu kampların bazıları farklı eyaletlere, bazıları stratejik yerlere ve bazıları da her zaman hareket halinde ve vurucu güçler olan mobil kamplara yerleştirilmesi gerekir. Nitekim Ömer Radıyallahu Anh ordugâhları eyaletlere ayırarak Filistin’i bir lejyon, Musul’u bir lejyon ve devletin merkezinde de bir lejyon oluşturdu ve ilk işarette savaşmaya hazır müstahkem mevkide olan bir ordu hazırladı.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Müşerref - Sudan
Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Amerika'nın İslam Ümmetine Karşı Savaşındaki Kirli Araçları
Müslüman Kukla Yöneticiler ve Yahudilerdir!
Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu
Pazar, 17 Rebiülahir 1446 H - 20 Ekim 2024 M
İlgili Bağlantılar:
E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. WhatsApp: +967 713 645 449
Hizb-ut Tahrir/Sudan Vilayeti olarak biz, gazeteci, basın mensubu, siyasetçi ve kamu işlerine ilgi duyan tüm kardeşleri “Görevden Alma ve Atama Politikaları ve Raşidi Yönetime Ulaşmanın Kaçınılmazlığı” konulu rutin olarak düzenlenen Ümmetin Meseleleri Forumu’na davet etmekten mutluluk ve onur duyarız.
Konuşmacılar:
1- Üstat Muhammed Cami Ebu Eymen, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcü Yardımcısı.
2- Üstat Nezir Muhtar, Hizb-ut Tahrir üyesi.
Moderatör, üstat Abdül Celil Âdem, Hizb-ut Tahrir üyesi.
Tarih: 7 Cumâde’l Ûlâ 1446 / 09 Kasım 2024 Cumartesi Saat: 13.00
Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.
Katılımınız ümmetin sorunlarını umursadığınız anlamına gelir