Pazartesi, 23 Muharrem 1446 | 2024/07/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Avrupa’ya Göç ve Mülteci Krizi!

بسم الله الرحمن الرحيم

Haber-Yorum

Avrupa’ya Göç ve Mülteci Krizi!

Haber:

El-Cezire kanalı 16 Temmuz’da şunu ifade etti: “Tunus ve Avrupa Birliği göç konusunda bir anlaşmaya vardı. Brüksel ve Tunus, kaçakçılarla mücadele ve ekonomik ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan stratejik ortaklık konusunda bir anlaşma imzaladı.”

Yorum:

Avrupa Komisyonu ve Başkanı Ursula von der Leyen, Hollanda Başbakanı Mark Rutte ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ile görüşme yaptılar.Ursula, Tunus cumhurbaşkanlığı sarayında yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Tunus ve Avrupa Birliği’nin ortak tarihi ve coğrafi bağlantısı var ve biz de stratejik çıkarları paylaşıyoruz.”

Bu anlaşma, Sahra Altı Afrika, Güney Asya ve Orta Doğu’dan gelen göçmen sayısının hızla arttığı bir dönemde imzalandı. Bu ise bu bölgelerin tanık olduğu ekonomik ve siyasi istikrarsızlıktan kaynaklanıyor. Avrupa siyasetinin bu konuda keskin bir şekilde bölündüğü ve aşırı sağ cephenin Avrupa siyasi arenasını kasıp kavurmaya devam ettiği bir dönemde bu anlaşmanın imzalanması, açıkça Avrupa'nın gittiği yönü ortaya koymaktadır.

Avrupa Komisyonu Başkanı, Tunus Cumhurbaşkanı’na 900 milyon Avroluk bir yardım paketi sunarken Afrika ve Avrupa’nın ortak tarihine dikkat çekti. Nitekim onun işaret ettiği tarihin çok dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekiyor; çünkü bu sorunun kökleri burada yatıyor. Batılı ülkeler bugün göç kriziyle başa çıkmak için mücadele etmelerine rağmen ancak daha derin bir bakışa ihtiyaç vardır. Zira sömürgeciler olarak Kuzey Afrika kıyılarına ayak basmalarının üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi. Onların tek amaçları vardı ki o da bu bölgenin zenginliklerini sömürgeleştirmek ve yağmalamaktı. Bu yüzden Batı’da meydana gelen sanayi devrimini finanse etmek zorunda kaldılar.

Bu hikaye yeni olmadığı gibi sadece Afrika ile de sınırlı değildir. Zira Müslüman ülkelerin çoğu, son üç asırdır sömürgecilik vebasının acısını çekmektedirler. Zira sözde “ilerici, çok kültürlü ve insancıl Batı medeniyeti” inşa etmek için ülkelerinin, doğal kaynaklarının, entelektüel zenginliklerinin ve hatta insan kaynaklarının sömürüldüğüne tanık oldular. Bu yağmacılık bugüne kadar hiç durmadı, aksine biçimleri değişti ve bugün de yeni sömürge biçiminde ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Batı’nın ekonomik ve siyasi programı, ajan yöneticiler ve rejimler, yozlaşmış kapitalist ekonomik model ve Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar aracılığıyla hala dünyanın sömürgeleştirilmiş ülkelerinin çoğuna empoze ediliyor. Dolayısıyla da göç krizinin, Batı’nın azılı ve düşmancıl bir şekilde peşinden koştuğu neo-sömürgeci programından ayrılması imkansızdır.

Bu kriz aynı zamanda Avrupa Birliği ve Batı’nın defalarca öne sürdüğü ilerleme, çok kültürlülük, insan hakları ve kapsayıcılık konularında hızla artan taleplere de dikkat çekiyor. İster Fransa’daki başörtüsü ve peçe yasağı olsun, ister Trump tarafından Müslümanların yasaklanması olsun, ister ifade özgürlüğü kisvesi altında Kur’an-ı Kerim’in yakılması olsun, isterse Batı sokaklarındaki ırkçı ve etnik gerilimler olsun bunların tamamı, köklü bir ırkçılığın ve fanatizmin varlığına işaret ediyor. Bu ise beyaz ırkçı seçkinlerle sınırlı olmayan bir Yahudi-Hıristiyan nüvesine dayanmaktadır. Ayrıca Batı medeniyetinin kendi adına ilan ettiği sahte evrenselliği, son nefeslerine kadar var olmayan insanlığın imdatlarına yetişmesini bekleyen yüzlerce erkek, kadın ve çocuğu geçen ay Yunan sahillerinde boğdu.

Avrupa Komisyonu Başkanı’nın atıfta bulunduğu, Afrika ile Avrupa arasındaki ortak tarihin derinliklerine indiğimizde,Endülüs’ün İslami fethi ve ardından gelen refah ve kapsayıcılık döneminin, sömürgecilik trajedisiyle taban tabana zıt olduğunu görüyoruz. Zira Toledo, Kurtuba ve Granada gibi İberya şehirlerinde bilgiye dayalı bir ekonomi gelişmişti. Hatta Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın tabiileri barış ve uyum içinde bir arada yaşamışlardır. Kuran’a ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine dayanan İslam medeniyeti, başlangıcından itibaren gerçek anlamda küresel bir medeniyet olmuştur. Hatta genişledikçe Pers ve Roma imparatorluklarını da kendi kucağında asimile etmiştir. Ayrıca İslam Devleti’nin tebaası olarak onlara yeni bir kimlik de kazandırmıştır. Dahası Hint yarımadasının, Orta Asya'nın ve Afrika’nın yerel halkları tek bir vücut gibi asimile olmuştur. Dolayısıyla ırkçı, kültürel ve etnik bir fanatizm olmamıştır. Haddi zatında Osmanlı Hilafetinin itibarı, İspanya ve Portekiz Yahudilerinin kendilerini Hıristiyanlardan kurtarmak için İstanbul’a göç etmeyi tercih etmelerine neden olmuştur.

O halde gerçek küresel bir İslam Devleti’nin canlanması ve yeniden doğması için bir yer hazırlanmalıdır; zira gerçek kapsayıcılığa, adalete ve merhamete dayalı küresel İslam medeniyetini yeniden diriltecek olan Hilafet Devleti’dir. Ayrıca İslam Devleti, tebaaları hakkında hiçbir önyargı ve zulüm olmaksızın her inançtan, renkten, kültürden ve kökenden olan insanlara kapılarını açacaktır.

Nitekim Allah Subhanehu ve Teala azim Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌEy insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Cüneyd– Pakistan

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER