Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İzzet ve Kudret Sahibi Olan Her Şeyden Münezzehtir, O Yerin ve Göğün Rabbidir!

Haber-Yorum

İzzet ve Kudret Sahibi Olan Her Şeyden Münezzehtir, O Yerin ve Göğün Rabbidir!

Haber:

03 Ağustos Cumartesi günü Aden Gad Gazetesi ilk sayfasında aşağıdaki haberi yayınladı: “Aden güvenliği, Yusran el-Maktari’nin adını Interpol’ün uluslararası arananlar listesine ekliyor ve diğeri de yanıt veriyor.” Haberde şöyle geçti: “Aden Emniyet Müdürlüğü Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında, Güney Geçiş Konseyi’nin sözde terörle mücadele birimi komutanı Yusran el-Maktari’nin güvenlik gerekçesiyle arandığını duyurdu. Aden Emniyet Müdürü Tümgeneral Mutahhar eş-Şuaybi, emniyetin Albay Yusran el-Maktari’yi güvenlik açısından aranan kişi ilan ettiğini ve İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Interpol’e iadesini talep eden bir müzekkere gönderdiğini söyledi.” Ve şöyle ekledi: “Yusran el-Maktari, hakkında tutuklama müzekkeresi çıkardığını ilan eden Aden Emniyet Müdürlüğüne yanıt verdi. El-Maktari açıklamayı “yetersiz” olarak nitelendirdi ve suçlamalarını destekleyecek kesin bir kanıt sunulmadığına dikkat çekti.”

Yorum:

Geçiş Konseyi Terörle Mücadele Birimi Komutanı Yusran el Maktari, birimine bağlı unsurların geçen 11 Temmuz günü, Yarbay Ali Aşel el-Cadani’yi, Aden iline bağlı Mansure’nin el-Takniye mahallesinden kaçırıp Aden iline bağlı Bir Ahmed’de zorla gizledikleri ortaya çıkıncaya kadar yeryüzünde hiç kimsenin herhangi bir uzvuna dokunmaya dahi cesaret edemediği güçlü biriydi; zira BAE’nin uzun süredir Aden’deki siyasi muhaliflerini ortadan kaldırmak için kullandığı kötü şöhretli hapishane onun birliğine bağlıydı ve orada bazen ölümle sonuçlanan çeşitli psikolojik ve fiziksel işkenceler uygulanıyordu.

Bu el-Maktari şu anda Yemen dışında kaçak bir hale gelmiş olup Aden ilindeki güvenlik güçleri tarafından takip ediliyor; zira güvenlik güçleri, Ali Aşel’i kaçırmalarından kısa bir süre sonra onları tutuklayıp işledikleri iğrenç suçlarından dolayı yargılamak amacıyla unsurlarıyla birlikte yakalamak için onun peşine düştüler.

Bir gecede Yusran, artık kendisini koruyan ve vahşi eylemler yapmaya kışkırtan BAE’de de saklanamaz bir hale geldi; zira o da, pusuda bekleyip duranların kontrolü lehine Aden üzerindeki kontrolünü gevşetmesi için kendisini bekleyenler tarafından çok yakında takip edilecektir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَHalbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” [Münafikun 8]

Asıl olarak insanların işlerini gözetmek ve onlara hizmet etmek üzere kurulan kurumların, nasıl olup da korsanlık ve suç kategorisine giren eylemler yapan ve insanlara her türlü eziyeti tattıran kurumlara dönüştürler bilmiyoruz! İslam’da polis, güvenliği sağlamak için görevlendirilir; peki insanlar, beşerin kaprislerine alternatif olarak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesinde İslam’ın izzetini, adaletini ve hayatlarını korumasını yeniden tesis edebilirler mi? Hatırlatmak ve düşünmek için bir soru!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Sapkın ve İnsanlık İçin Bir Utanç Olan Olimpiyatlar Bir Medeniyet Değil, Aksine Bir Pislik Bataklığıdır ve Fransa da Bu Bataklığın Dibidir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sapkın ve İnsanlık İçin Bir Utanç Olan Olimpiyatlar
Bir Medeniyet Değil, Aksine Bir Pislik Bataklığıdır ve Fransa da Bu Bataklığın Dibidir!

İşte Batı, varoluşun nedeni, amacı ve kaderi hakkındaki büyük sorulara cevap vermedeki başarısızlığı ve iflasıyla kendi insanını uçurumun dibine sürüklemiş ve medeniyetine son vermiştir. Bu yüzden insanlığın sorunu, şeytanların kaprislerine göre öğütülen ve yoğrulan yıkıcı bir absürtlük ve nihilizm içinde hiçbir anlamı ve gayesi olmayan bir hayat yaşayan sağır bir maddeye dönüşmesinin ardından insanın bizzat ondan kurtulmasıdır. Zira bilişsel iflasın ve para çetesinin zorbalığının kötüleşmesiyle birlikte Batı’nın ikilemi daha da büyümüş ki böylece fikri başıboşluk, kapitalist aşırılık ve kültürel sapkınlıkla son bulmuştur. Dolayısıyla sapkınlık, Batı’da düşüncenin, kültürün, medeniyetin ve sistemlerin bir özelliği haline gelmiş, hatta insanlar onu bir din ve mezhep olarak kabul etmiştir; bu yüzden işte Batı, kendi cinsiyeti ve eşcinselliği içinde kendi trajedisini salgılamakta ve kendi felaketlerini üretmekte olup Fransa da, fıtri olarak sapkınları ve eşcinselleri doğurup üretmek için durgun bir göleti temsil etmektedir. Zira o, bu kültürel iğrençliğe ve insani deformasyona uluslararası alandaki çağrının taşıyıcılığını yapmakta ve onu küreselleştirmeye çalışmakta olup Paris'teki olimpiyat töreni de bunun için bir köprü ve Batı’nın kültürel sapkınlığının ve eşcinselliğinin propaganda malzemesidir.

Fransa her zaman Batı medeniyeti için özel bir durum teşkil etmekte olup medeniyetin yanı sıra felsefesinin ve aşırıcılığının nihai modelini temsil etmektedir; zira kilise zamanında, Fransız Katolik Kilisesi dini zorbalığın ve haçlı nefretinin zirvesini temsil ediyordu ve bugün ise Fransız laikliği, dine karşı keskin katılığı ve şiddetli düşmanlığı ve özellikle de kendi varlığına karşı çıkan bir ideoloji olarak İslam’a karşı şiddetli laik nefreti ile Batı laikliğinin nihai örneğidir.

Bir felsefe ve insan yapımı bir fikir olarak Batı laikliği, kendi gerçekliğine, kendi çevresine ve Batı toplumlarında doğup yaratıldığı koşullara göre şekillenmiştir; zira Fransız laikliğinin şekillenmesi ve örnekliği, Fransız Katolik Kilisesi’ne ve onun dini aşırılıkçılığına ve despotluğuna karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Fransız laikliğinin tepkisinin şiddeti, Katolik Kilisesi’nin despotluğunun şiddetiyle aynı doğrultuda olmuştur. İngiliz laikliğinin oluşması ve laikleşmiş Anglikan kilisesinin türetilmesi, İngiliz laikliğiyle özdeşleşmiştir; kilise karşıtı dindar Protestanlık atmosferinde ortaya çıkan Alman laikliğinin oluşması, Rus laikliğinin oluşması ve Ortodoks Kilisesi’ne ve kilisenin rahip ve çarlarının despotluğuna karşı tepkisi, komünist Marksizm ile son bulmuştur.    

Fransız laikliği, Katolik Kilisesinin taşkınlığına ve despotluğuna karşı sert ve şiddetli bir tepkiden doğmuştur; Ortaçağ’da kilisenin büyük kızı olarak anılan Fransa’nın kralları, sekizinci yüzyılda Şarlman döneminden bu yana papalığı ve Katolik Kilisesi’nin kutsallığını savunmak için her zaman ön saflarda yer almışlar ve Katolik aşırılığı içinde Fransa, Avrupa’nın yüzyıllardır süren din savaşlarının başlangıç noktası ve merkezi ve aynı zamanda İslam’a karşı Haçlı Seferleri’nin merkezi ve kalesi olmuştur. Nitekim kendi halkı tarafından sekülerizm (Fransız Maurice Barbet tarafından din ile dünyevi gerçeklerin birbirinden ayrılması olarak tanımlanmıştır) olarak adlandırılan Fransız laikliği, katılığı ve aşırılığı bakımından kendisini salgılayan ortam ve koşullara uyumlu olarak şekillenmiş ve kanlı Fransız Devrimi ve onun attığı "Son kralı son rahibin bağırsaklarıyla boğun" sloganı, Fransız laik modelinin ve onun dine karşı bariz düşmanlığının gerçek tercümesi olmuştur. böylece laiklik akidesi ve onun kapsamlı ve katı külli fikri ortaya çıkmış ve üçüncü Fransız Laik Cumhuriyeti döneminde (1871-1905) laiklik kararı verilinceye, cumhuriyet Katolik Kilisesi’ne nihai bir şekilde son veren en önemli laik yasalardan biri olan 1905 yasasını çıkarıncaya ve cumhuriyete tüm kilise mallarına el koyma hakkı verinceye kadar Fransız Laik Cumhuriyeti ile Katolik Kilisesi’nin kalıntıları arasındaki kanlı çatışmalar devam etmiştir; böylece kilise, yaşamının ve varoluşunun nedenlerinden ve kültür ve eğitim üzerindeki tam kontrolünden yoksun bırakılmıştır. Bu da Fransız siyasi düşünce araştırmacısı Philippe Guenois’in, (Laiklik: Fransız Benzersizliğinin Tarihi) adlı kitabında, 1905'i çok önemli bir tarih ve dönüm noktası olarak görmesine ve bunu da “Fransa bugün bildiğimiz laik cumhuriyeti kurdu” sözleriyle ifade etmesine neden olmuştur. Nitekim Fransız Larousse Sözlüğünün Fransız laikliği kavramının tanımında ifade ettiği şey şudur: “Kiliseleri herhangi bir siyasi veya idari otoriteyi uygulamaktan ve özellikle de eğitimi düzenlemekten uzaklaştıran bir sistemdir.”

Sekülerizm veya Fransız laikliği incelenip araştırıldığında, Batı laikliğinin, dini, toplum ve bireyin hayatından çıkarılmasının nihai modeli olduğu ve bütün Batılı laikliklerin bu nihai hedefi içselleştirdiği görülür; Fransız modeli ise onun şartlarının ve sonuçlarının gerçekleşmesinde öncülük etmiştir. nitekim bu model erkenden, seküler bir felaketle ve onun, insanın parçalanması, insanın (Fransız modelindeki tiyatro ve moda evleri ve bunların kapitalistlerinin gücüyle) bir tüketim malzemesine dönüşmesi, değerlerin yok edilmesi, hiçbir anlamı olmayan nihilizm ve postmodernizmin saçmalığı gibi trajik sonuçlarıyla son bulmuştur; zira Fransız Jacques Derrida'nın zehirli parçalayıcı fikirleri ve Fransa’nın pedofil filozofu Michel Foucault’nun nihilizmi ve kültürel sapkınlıkları, Fransa’nın çağdaş laikliğinin skandal başlığıdır. Rakamlar, Fransız laikliğinin felaket boyutunu ve onun korkunç sonuçlarını ortaya koyuyor; zira Fransa, 2018 yılında sokağa terk edilmiş veled-i zina çocukları bakımından %60’ın üzerindeki bir oranla Avrupa ülkelerinin başında gelmekte olup bu oran giderek artmaktadır; bu da Fransız yasa koyucuyu, çocukların kendisine ait olduğundan emin olmak için genetik test yapan herkesi suç sayan bir yasa çıkarmaya ve bu kişinin cezasını da bir yıl hapis ve 1.500 Avro para cezasına çarptırmaya sevk etmiştir; daha sonra Fransız felaketi daha da kötüleşmiş ve Fransız laikliği en büyük iğrençliği olan “ensest”i üretmiştir; zira Fransa'da 2022 yılında yapılan bir anket, 6,7 milyon Fransızın ensest mağduru olduğunu açıkladıkları şok edici bir rakam ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla eşcinsellik, Batı ve Fransız laikliğinin mantıksal bir salgısıydı, Fransa, bu fıtri gerilemenin ve değerler yozlaşmasının ön saflarında yer aldı, eşcinselliği ve homoseksüelliği destekleme konusunda Avrupa’ya öncülük etti, eşcinselleri ve transseksüelleri sosyal olarak kabul etmek ve onları topluma entegre etmek için de "LGBT" olarak adlandırdığı bir terim icat etti!

Batı sistemi kendi kültürel sapkınlığı ile son bulmuş ve kendi cinsel sapkınlığını salgılamış olup Fransa da Batı medeniyetinin bu pislik bataklığının dibidir; işte bizler, insan medeniyetlerinde eşi benzeri görülmemiş bir değerler düşüşü, çürüme ve parçalanma durumuyla karşı karşıyayız ve Fransız laik modeli nihai laiklik modeli olup Batı sistemi, medeniyeti, hatta Batı insanı için nihai intihar reçetesidir. Dolayısıyla Fransa Cumhuriyeti örnekliğin sonunu, felsefe, medeniyet ve sistemler olarak tercüme etmiştir; nitekim başarısızlık ve iflas her üç alanı da kapsayarak felsefi nihilizm ve saçmalıkla, siyasi kısırlıkla, ırk, göç ve İslam'a karşı mücadele konusundaki söyleminin çöküşüyle ve astronomik Fransız borcuyla tercüme edilen ekonomik çöküş ve yıkımla sonuçlanmıştır. Zira Fransa'nın kamu borcu 2023 yılının ilk çeyreğinde 3 milyar Euro eşiğini aşarak gayri safi yurt içi hasılanın %112,5’ine ulaşmış olup borç servisi (bir borcun anapara taksiti ve faizi toplamı ) ve faiz geri ödemesi yıllık 80 milyar Euroya yaklaşmıştır; bununla birlikte Fransa’nın yıllık bütçe açığının 400 milyar Avro sınırında olduğu tahmin edilmekte ve bu açığın %50’si (200 milyar Avro) dış kredilerle karşılanmaktadır; bu da Batılı anlatıya göre Fransız Cumhuriyeti’nin, üçüncü dünya sömürgelerine benzer şekilde, uluslararası kapitalist banka ve kurumların rehinesi haline geldiği anlamına gelmektedir. Nitekim Bloomberg ajansına göre Fransa, borçlarının artması ve mali rezervlerinin azalmasıyla (derin uçurumu hafifletmek için) kritik bir noktada duruyor. Bloomberg’in söylemediği şey, Fransa’nın sömürge yağmasından elde ettiği gelirin, Afrika’daki birçok sömürgesinden kovulması yüzünden ciddi şekilde kısıtlanmış olduğudur. Bu durum, Fransız hükümetlerini vergileri arttırmaya ve sağlık, eğitim, emeklilik, yaşam ve gayrimenkul maliyetlerinin yükseltilmesi gibi hayati sektörlerdeki harcamaları kısmaya sevk etmiştir; bu da derin gerilimlere (sarı yelekliler ayaklanması gibi) neden olmuş ve Fransız yöneticileri, Fransa'nın ekonomik yıkımını yamamak için Fransızların birikimlerini kendi iradeleri dışında elden çıkarmaya yönelik bir yasa çıkarmaya niyetlenirken Fransa’daki felaket hâlâ yuvarlanıyor, şişiyor ve patlama sinyalleri veriyor. Felsefi ve organizasyonel düzeydeki bu iflas ve başarısızlığa, medeniyetin yankılanan düşüşü de eklenmelidir.

Üç boyutlu felaketiyle karşı karşıya olan Fransa bugün hızla uçuruma doğru ilerlemekte, hatta Batı da ona doğru ilerlemekte, ikilemi çözme konusunda tam bir iflas ve çaresizlikle karşı karşıya olup sistemin, politikacıların ve kapitalist yöneticilerin yozlaşmasının salgıladığı trajik sonuçlar ve etkileri yüzünden bir patlamadan korkmakta, kanlı haklardan kaçmakta ve Fransa ve onunla birlikte Batı, günümüzün medeniyet ve siyaset söyleminde iki temel meseleyi yoğun bir şekilde dile getirmektedir; güvenlik, bununla birlikte terör tehdidi ve özellikle de panik ve korku hali yaratıp güvenlik sorunu oluşturmak için İslami tehdit meselesi; toplumsal cinsiyet, cinsiyet eşitliği ve bununla birlikte eşcinsellik meselesi; güvenlik ve toplumsal cinsiyet meselelerine ilişkin bu yoğun odaklanma ve ilgi, kamuoyunun dikkatini sistemin, felsefesinin, sistemlerinin ve aktörlerinin içinden gelen köklü bir kriz olan kriz gerçeğinden başka yöne çekmeyi amaçlamaktadır; böylece sistemin kurbanlarını güvenlik talebiyle sisteme yeniden bağlamak için dış düşman çağrıları yapılmakta ve kriz sistem dışındaki bir güvenlik krizine dönüştürülmektedir. Ayrıca bu son on yıl boyunca yoğun bir şekilde toplumsal cinsiyet ve cinsel sapkınlık çağrısı yapılmakta olup bu sosyal sapkınlık, daha iğrenç ve daha lanetli sinsi gizli hedeflerden birini gizlemektedir; insanın varlığına ve toplumuna yönelik bu sistematik yıkım, bir felsefe olmaktan öte krizi döndürmeye, hegemonik yönetici çete tarafından işlenen kapitalist vahşeti ve aşırılığı yönetmeye, topluma ve bireylerine karşı işledikleri suçları örtbas etmeye yönelik bir tasarım ve amaçtır. Batı felsefesi ve medeniyeti özü itibarıyla sapkın olsa da, bugün bu aşırı sapkınlığı besleyen ve onu en uç sınırlarına taşıyan şey, devleti ve toplumu kontrol eden ve düşünceyi ve siyaseti yönlendiren kapitalist çetedir. Dolayısıyla Batı sisteminin kokuşmuşluğu ve iktidardaki kapitalist çetenin yolsuzluğu ortaya çıktıktan ve temel yapısının direği olan ekonomik sistemi çöktükten sonra, bir patlamanın sinyalini veren isyan ve şiddetli tıkanıklık belirtileri ortaya çıkmıştır; bunun üzerine çete, sistemin içerideki haliyle devam etmesi için köleler ve kurbanlar üzerinde bir kontrol ve içgüdüsel denetim silahı olarak eşcinselliğe başvurmuştur; işte (Batı sisteminin) sömürgeciliğini ve hegemonyasını sürdürmek için dışarıdaki yıkım ve tahribat silahlarından biri, eşcinsellik silahıdır.

Bugün eşcinsellik, çetenin, sistemin iflasını döndürmeye ve ona ve onun kapitalist aşırılığına ve vahşetine uyum sağlamaya yönelik bir aracıdır; ancak sistemin iflası, temel yapısının direği olan ekonomik sistemin çöküşü ve buna eşlik eden isyan ve şiddetli tıkanıklık işaretleri, bir patlamanın sinyallerini vermektedir; bu yüzden eşcinsellik, krizi yönetmek ve başarısız sisteme karşı isyanı püskürtmek için makyavelist bir zaruret haline gelmiştir. Bu kadar yoğun, bu kadar ivme ve hızlı bu kapsamlı pornografi, cinsel sapkınlık ve eşcinsellik, Batılı insanı, kendi arıza ve kusurunun ayrılmaz bir parçası haline getirmek için sistemin makinesinde eritmek içindir. Bu da sistemin bekasını ve kalıcılığını savunma konusundaki bir çaresizliktir; böylece Batılı insanın çözülmesi ve sapkınlığı, sistemin sapkınlığı ile tam bir uyum ve kaynaşma içinde olacaktır; işte o zaman dejenere olmuş ve eşcinsel Batılı insan, çaresiz bir şekilde kendisi için sapkın tatminlerinin tüm nedenlerini sağlayan ve kendisi için bunun dışında dejenere olmuş ve sapkın bir durum ve yaşam bulamayacak olan, dahası bununla birlikte Batılı insanın ihtiyaçlarının pusulasını çarpıtan sapkın sistemi savunacaktır; bu doğal insani ihtiyaçların yerine sapkın ihtiyaçların türetilmesi, bunun bir talep haline getirilmesi ve eşcinsellerin Batı şehirlerindeki gösterileri bunun bir tercümesidir. Eşcinselliği yaygınlaştırmaya yönelik bu gayretli çaba, sorunu sistem ve iktidardaki çete krizinden sapkınlarıyla birlikte bir toplum sorununa ve dışarıdaki teröristle birlikte bir güvenlik sorununa dönüştürmek yoluyla Batı’nın içindeki kurbanlar ve köleler üzerindeki kıskacı sıkılaştırmak ve bozuk ve iflas etmiş sisteme adaptasyon üretmek içindir.

Paris Olimpiyatlarının cinsel sapkınlığı ve travestilerin, transseksüellerin ve eşcinsellerin sapkın şekildeki kutlamaları, Fransa’nın yaşadığı yıkımın boyutunu gizlemek isteyen yoğun bir dumandır. Bu da eşcinselliği destekleyen, onu koruyan ve ona çağıranın dernekler değil, aksine devlet, onun kurum ve kuruluşları olduğunu açıklamaktadır; zira eşcinsel ve LGBT hakları adına eşcinselliğe davet kampanyasına öncülük eden, eşcinselleri topluma entegre etmek için LGBT terimini icat eden ve 2008 yılında, BM Genel Kurulu’nda 66 ülke tarafından imzalanan bir bildiri ve eşcinselliği ve lezbiyenliği destekleyen sivil toplum örgütlerini ve dernekleri desteklemek için bir fon oluşturulmasıyla eşcinselliğin küresel olarak suç olmaktan çıkarılması için ilk kampanyayı başlatan Fransa Cumhuriyeti’dir. Nitekim Fransa, bu alanda diplomatik ağını seferber etmeye ve LGBT haklarının AB’de ve uluslararası forumlarda tanınmasına çağrıda bulunmaya devam etmektedir; zira Fransa Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı 26 Ekim 2022 tarihinde eşcinsellerin haklarının savunulması için bir büyükelçi atandığını duyurmuş, Fransa, Avrupa Birliği'nde Komisyon tarafından yayınlanan 2020-2025 eşcinsellere yönelik eşit haklar için ilk Avrupa stratejisinin uygulanmasına katılmış ve Fransız Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı, diplomatik ağı aracılığıyla eşcinselliği ve lezbiyenliği desteklemeyi ve yaymayı amaçlayan bir dizi yabancı STK projelerini desteklemiştir. Ayrıca Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı Dayanışma Fonu, Fransız Kalkınma Ajansı’na bağlı sivil toplum kuruluşlarının girişimleri mekanizması aracılığıyla LGBT konularında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına finansman sağlamakta olup Fransa, 2017 ve 2022 yılları arasında homoseksüellik ve lezbiyenliği desteklemek için 29 milyon Avro tutarından bir miktar tahsis etmiştir. Dahası Fransa’nın eşcinsel politikasına ivme kazandırmak için Cumhurbaşkanı Macron, 2023 yılının sonlarında hükümetine eşcinsel bir başbakan atadığı gibi eşcinsel arkadaşını da sapkın Fransa Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanı olarak atamıştır. Böylece eşcinselliği bir endüstri, bir meta ve köleleri ve kurbanları için yakıt pazarlayan bir devlet politikası haline getirmiştir.

Fransa’nın durumu, seküler çürümenin en uç noktasını ve sistemin çözülme ve dağılmasının son aşamasını temsil etmektedir; zira eşcinsellik, çürümüş seküler bataklığın sonuçlarından ve salgılarından biri olduğu gibi ırkçılık ve ırkçı partileri de seküler bir salgı olup ırkın çöküşüne, dar milliyetçiliğinin sökülmesine ve laik insani iddiaların tutarsızlığına doğru bir düşüştür; işte bu iki mesele, sistemin iflasının ve vizyonlarının yıkıcı başarısızlığının bir kanıtıdır. Zira toplumsal cinsiyet ve eşcinsellik, şehvet ve hazzı mutluluğa giden bir yol olarak pazarlamasının ardından zehirli sistemin insan mutluluğunu gerçekleştirmedeki başarısızlığının şok edici bir kanıtıdır; musibet şu ki başarısızlığını ve iflasını ilan edip sessizce geri çekilmemekte, aksine başarısızlığını bir trajediye dönüştürmekte, azgınlığında daha ileri giderek bir kez daha insanını, mutluluğa giden son yolun beynini çıkarmak, fıtratını bozmak, cinsiyetiyle çelişmek ve onun eşcinsel olması olduğu şeklinde aldatmaktadır!

Bu yoğunluk, ivme ve hızdaki kapsamlı pornografi, cinsel çılgınlık ve eşcinsellik, medeniyetin parlaklığını, dinçliğini ve gücünü temsil etmiyor; aksine çöküşün, ölümün ve medeniyetin felaket ve trajik bir şekilde yok oluşunun kaçınılmaz bir durum olduğunu temsil ediyor. Dolayısıyla bizler, zehirli kokularını salgılayan ve bunu kaçınılmaz olarak çürümenin, çözülmenin ve ölümün takip ettiği aşırı çürüme halinin son anıyla karşı karşıyayız; dolayısıyla bu, medeniyetin çöküşünden ve yok olmasından bir önceki andır; bu yüzden değişim sünnetinin bilincinde olanların, sahneyi ve olayı okumada hata etmeleri caiz değildir. Zira Batı’nın medeniyet sapkınlığı daha da kötüleşip yayılmakta ve bununla birlikte insani felaket ve trajedi de büyümektedir; işte tüm bu ezici, medeniyet tiksintisi, insanlık utancı ve onun sapkın toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik, eşcinsellik ve lezbiyenlik kavramları, hayata yönelik değerler ve idealler değil, intihar reçeteleridir.

Lanetli, uğursuz ve sapkın Batı medeniyetinden etkilenen bu sefil dünyanın, bu yıkıcı kötülükten kurtulmasının, onun şaşkınlığından, sapkınlığından, Batı küfrünün başıboşluğundan ve onun sapkın ve anormal medeniyetinden çıkmasının ve tövbe ederek Rabbinin dosdoğru yoluna ve O’nun apaçık hakikatine dönmesinin zamanı gelmiştir; ey Müslümanlar topluluğu ve azim İslam davetinin taşıyıcıları, sizler bunun rehberleri ve kurtarıcılarından başka bir şey değilsiniz; yine sizler, insanlık için doğruluğun, hidayetin, iman hakikatinin, ıslahın, kurtuluşun ve her iki cihanda mutluluğa giden yolun şahitlerinden başkası değilsiniz.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِ

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Her Zorba Zalimin Bir Sonu Vardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Her Zorba Zalimin Bir Sonu Vardır!

Haber:

Bangladeş Başbakanı Şeyha Hasina Wajid, Bangladeş genelinde öğrencilerin önderlik ettiği haftalarca süren kanlı gösterilerin ardından istifa ederek ülkeyi terk etti.Haberlerin ifade ettiğine göre 76 yaşındaki Hasina, 05/08/2024 Pazartesi günü helikopterle komşu Hindistan’a kaçtı.Binlerce gösterici Hasina’nın Bangladeş’in başkenti Dakka’daki resmi konutunu işgal ettiler ve bu sahne, Bangladeş tarihinde en uzun kadın başbakanın yönetim perdesini beklenmedik bir şekilde indirdi. (Şuruk News)

Yorum:

20 yılı aşkın bir süre boyunca ülkeyi yöneten, insanları yağmalayıp yoksul bırakan, Bangladeş halkına karşı her türlü baskı ve zulmü uygulayan, muhaliflerini tutuklayan, aralarında Cemaat-i İslami liderlerinin de bulunduğu pek çok kişiyi idam eden, ayrıca Hizb-ut Tahrir’in kadın ve erkek gençlerini her yerde tutuklayan, onlara işkence eden, üniversitelerde bile onları takip edip atan ve yalan ve iftirayla onları suçlayan Hasina, kendisinden önce bin Ali ve diğer birçok kişinin kaçtıkları gibi kaçtı… Bu da ne kadar sürerse sürsün, zalimin ipinin bir sonu olduğunu, ümmetin tek bir söz üzerinde birleşmesi halinde onunla işinin arasına hiçbir gücün giremeyeceğini teyit etmektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, ABD’nin durumu yakından takip ettiğini ve tüm tarafları daha fazla şiddetten kaçınmaya ve önümüzdeki günlerde sükunet ve itidalli davranmaya çağırdığını söyledi. Bu yüzden ey Bangladeş’teki halkımız aman ha dikkatli olun; çünkü Hasina rejiminin Amerika’dan emir aldığını ve onun topraklarınız üzerindeki istilasını güçlendirdiğini biliyorsunuz. Ey muhlis subaylar; kendinizi Amerikan, İngiliz ve Hint hegemonyasından kurtarmaya çalışın ve tıpkı zalim Hasina rejiminin düştüğü gibi onları da kaldırıp atın.

Allah’tan, ikiyüzlü entrikacıların bu olayların üzerine binmesine ve onların, Bangladeş’in sadık evlatlarının yıllarca Müslümanların göğüslerine çöreklenen diktatörlüğe son veren bu devrimin etrafında toplanmasını engellemesine izin vermemesini niyaz ediyoruz. Kardeşlerimize diyoruz ki, hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve bölünmeyin; zira Allah’ın şeriatıyla hükmedildiğinde bu zayıf yıllar geçecek ve güzel yıllar dolup taşacaktır.

Allah’ım Müslümanlara Raşid bir Emir nasip et ki onları bölünmekten, anlaşmazlıktan, ihtilaftan ve parçalanmaktan korusun ve onların sözlerini hak ve hidayet üzerinde birleştirsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

M. Durra El-Bakuş

Devamını oku...

Mısır Halkı, Kapitalizmin Gölgesinde Hiçbir Gözetim Bulamayacak Kapitalizmi Kökünden Söküp Atmadıkça da Enflasyon Durmayacaktır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Mısır Halkı, Kapitalizmin Gölgesinde Hiçbir Gözetim Bulamayacak
Kapitalizmi Kökünden Söküp Atmadıkça da Enflasyon Durmayacaktır

Haber:

Masrawy sitesi 4/8/2024 Pazar günü, Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi’nin Başbakan ile yaptığı görüşmede,devletin sanayi yatırımlarını arttırmak ve Mısır sanayi üretiminin hacim ve kalitesinde bir sıçrama gerçekleştirmek için hem Mısırlı hem de yabancı özel sektörü destekleme ve teşvik etme yönelimini teyit ettiğini ve Cumhurbaşkanlığı resmi sözcüsünün, Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi’nin aynı şekilde enflasyonu düşürme ve piyasalarda malların bulunabilirliğini sağlama çabalarının yanı sıra özellikle sağlık, eğitim ve turizm sektörleri olmak üzere vatandaşların yaşamları üzerinde doğrudan etkisi olan bir dizi hizmet dosyasındaki yenilikleri de takip ettiğini açıkladığını aktardı.

Yorum:

Bu sanayilerin türüne ve sanayinin bağlı olduğu ağır sanayiler olduğuna odaklanmadan ve ülke, insanların ihtiyaç duyduğu stratejik ürünleri yetiştirip üretmeden sanayileri desteklemekten ve yatırımlara teşvik etmekten bahsetmek saçmadır; bu ise kapitalizmin, büyük güçlerin ve sömürgeci kurumların ülkelerimizi yönetenlere zorunlu kıldığı bir şeydir; zira bu yöneticilerin kararları, Beyaz Saray’daki efendilerinin iradesine bağlıdır; bu nedenle yatırımları teşvik etmekle ilgili tüm söylenenler, ülkemizi, gelirlerimizi, kaynaklarımızı ve pazarlarımızı Batı'ya ve onun servet avcısı şirketlerine açmak olup yararlanıcılara da birkaç kırıntı atmanın hiçbir sakıncası yoktur. İşte bu yüzden insanların acılarının ticaretini yapan ve onların ilaç ve tedavi ihtiyaçlarını sömüren kapitalizmin gölgesinde hiçbir gözetim yoktur; belki de devletin hastaneleri özelleştirmesi bu yönde atılmış bir adımdır; zira bu şekilde rejim, desteklediğini iddia ettiği sübvansiyonların bir kısmından kurtulacak, bunların özelleştirilmesinden para kazanacak ve kapitalistlerin, insanların ceplerini boşaltacakları yeni yatırımlar yapmasına imkan sağlayacaktır.Aynı durum eğitim sektörü ve devletin vatandaşlarına ücretsiz olarak sunması gereken diğer hizmet sektörleri için de geçerlidir;Mısır’ı ve halkını kalkındırmayı hedefleyen tüm yaratıcı çalışmaların engellenmesinden ve onları boyunduruk altına alacak ve akıllarını bulandıracak her şeyin teşvik edilmesinden bahsetmiyorum bile.

Ne söylerlerse söylesinler ya da ne yaparlarsa yapsınlar Mısır, kapitalizm ve onun araçlarının gölgesinde hiçbir hayır görmeyecektir; zira onların tüm eylemleri, yalnızca Batı’nın çıkarlarına hizmet etmekte, onun nüfuzunu pekiştirmekte ve ülkenin Batı’ya olan bağımlılığını onlarca yıl boyunca ebedileştirmektedir; bu yüzden onun nüfuzunu ve rejimini söküp atmaktan ve rejimin iğrenç bağımlılığından ve bunun getirdiği sıkıntılardan kurtulmaktan başka bir çözüm yoktur.

Mısır’ın gerçekliği, kaynakları ve servetleri birçok şey yapma imkanına sahiptir; zira o, büyük ülkelerin sahip olmadığı dinamiklere sahiptir; bu yüzden şayet iradesine sahip çıkar ve kapitalizmi, insanları gözetecek, onlara adaleti sağlayacak ve onların haklarını koruyacak bir sistemle değiştirirse sadece o zaman tüm dünyadan bağımsız olabilir ve kendi halkını en güzel bir şekilde gözetebilir.

Mısır ihtiyacı kadar buğday yetiştirebilir ve ıslah edilmesi ve buğday yetiştirilmesi için fazla çaba gerektirmeyen geniş ekilebilir alanları iyi kullanabilirse bir yıl içinde buğday ihraç eden ülkelerden biri olabilir; ayrıca kurabileceği çiftliklere ek olarak uzun, geniş ve bereketlerle dolu su kaynaklarını kullanması halinde balıkçılık ve balıkçılığa dayalı sanayilerde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olabilir.Petrol, doğalgaz, madenler ve benzeri kaynaklardan bahsetmediğimiz gibi Süveyş Kanalı bölgesinden ve bu bölgenin kullanılması ve ondan faydalanılması yoluyla Mısır’ın gerçekliğinin nasıl değiştirilebileceğinden de bahsetmedik; yine şayet zengin kaynaklara erişimleri olsa, bunları gerçek bir şekilde kullanmalarına ve ağır sanayi kurmalarına izin verilse tek başlarına bir fark yaratabilecek bir enerjiye sahipken rejimin gelişimini tükettiğini iddia ettiği gençlerin boşa harcanan enerjisinden de bahsetmedik. Şayet devlet, altın ve gümüşe dayalı, Dolarla hiçbir ilgisi olmayan ve Batı’nın sömürgeci kurumlarının hakimiyetinde olmayan bir para sistemi kurarsa... işte o zaman farklı bir renkte bir Mısır bulacaksınız; dolayısıyla bu hem kendisi hem de bir bütün olarak ümmet için daha hayırlı olacaktır; hatta tüm bunlar ve daha fazlası da yapılabilir. Ancak bu, bunun gerçekleşmesini engelleyen ve doğrudan bir savaş gerektirse bile Mısır’ın bunu (engeli) yapmasını sağlayan kapitalizmin gölgesinde olmayacaktır; dolayısıyla bu ancak kapitalizmin kökünden sökülüp yerine yukarıda bahsettiklerimizin hepsinin yapılmasını sağlayacak bir nizam olan İslam Nizamının getirilmesiyle mümkün olabilir. Zira İslam’ın devleti, vergi toplayan bir devlet olmadığı gibi Batı’ya boyun eğmeyi ve onun sistemine tabi olmayı da kabul etmez; aksine o, tatbik kaynağı vahiy olan şerî hükümlere göre insanları gözeten ve onların rızıklarına ve haklarına kefil olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir.

لَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ وَلَكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

O ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” [Araf 96]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Said Fazıl - Mısır

Devamını oku...

ABD Seçimleri ve Batı'daki Liderlik Krizi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

ABD Seçimleri ve Batı'daki Liderlik Krizi!

Haber:

Kamala Harris Demokrat Parti tarafından 2024 başkanlık seçimleri için aday gösterildi.Demokratik Parti Ulusal Komite Başkanı, partisinin başkan adayı olmak için yeterli delege oyunu aldığını söyledi.

Yorum:

Batı ciddi bir liderlik krizi yaşıyor. Bu ifadeyi açmak için, çeşitli Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 2024 yılında gerçekleşen veya gerçekleşecek olan seçimleri gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu sayede bu ülkelerde göreve gelmek isteyen adayların ya tamamen akıl hastası ya değer odaklı bir ideolojiye sahip olmayan ya da siyasi liderlik açısından niteliksiz olarak görüldükleri sonucuna varabiliriz.

ABD'de 81 yaşındaki Biden başkanlık yarışından çekilmek zorunda kalırken, Kamala Harris Donald Trump’a karşı durması için desteklendi. İşin ironik tarafı, Amerikalı seçmenlerin kızartma tavasından ateşe atlamaktan başka seçenekleri yoktur. Donald Trump narsist ve psikopat biri olmakla birlikte Kamala Harris ise ülkeyi yönetmek için gereken liderlik yeteneklerinden yoksun biridir.

Bu sorun sadece ABD’de yaygın olarak görülmüyor, bilakis Avrupa’da da böyle bir krizin olduğu görülüyor. Zira Fransız parlamento seçimlerinin sonucu ve sol koalisyonun zaferi, kamuoyunun gözünde bu ülkenin siyasi geleceği hakkında birçok şüphe oluşturmuştur; ayrıca bu durum, ülkenin bir sonraki başbakanının seçilmesi sürecini daha da karmaşık hale getirmiştir. Ayrıca Liderlik krizi Birleşik Krallık’ı da etkilemiştir; zira geçtiğimiz dört yıl içinde dört başbakan gelip gitmiştir. Hatta Brexit’in (Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden ayrılması) ardından Birleşik Krallık hâlâ uygun bir siyasi lider bulmakta zorlanmakta ancak bir türlü bulamamaktadır.

Böyle bir durum Batı'da derin bir liderlik krizini gösteriyor.Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde iktidardaki mevcut liderlerin birkaç on yıl önceki liderlerle kıyaslanamayacağı açıktır; zira liderlik nitelikleri, etkinlik, uluslararası politika ve Batı değerleri anlayışı açısından geçmiş liderlere kıyasla çok düşük bir seviyede oldukları görülmektedir. Çünkü konuşmalarına ve gündemlerine dikkatle bakıldığında, ülkelerinin ve eski liderlerinin yıllardır dünyaya çağrıda bulundukları Batılı değerlerden yoksun oldukları görülecektir.

Örneğin değerlere dayalı ideoloji ve rakiplerini etkileyecek ve Amerika’nın müttefiklerini birleştirecek karizmaya sahip olma açısından Donald Trump ve Kamala Harris, birkaç on yıl önce ülkeyi yöneten ABD başkanlarından çok farklıdır.Bugün Amerika deneyimsiz ve yorgun bir zihniyetle karşı karşıya olup bu da siyasi güvenilirliğini daha büyük bir risk altına sokmaktadır.Bu da Biden'ın felçli bir Amerika'nın, Trump'ın çılgın bir Amerika'nın ve Kamala Harris'in de garip bir geçmişe sahip zayıf bir kişiliğin sembolü olduğu anlamına gelmektedir.

Ancak ABD de dahil olmak üzere büyük Batılı hükümetler, sevilmeyen liderlerinin olumsuz etkilerini bir dereceye kadar sınırlandırabilecek kurum ve aygıtlara sahiptir. Bu arada bu kurumlar aynı zayıf kişilikler tarafından kontrol edildiği için, zayıf ve yozlaşmış bir hale gelmeleri de muhtemeldir.

Bu kriz, Batı’nın gerilediğini ve geri kalmışlığını açıkça ortaya koymaktadır. Zira ideolojiler bozulduğunda etkili liderler üretme yeteneklerini kaybederler. Batı şu anda tam da böyle bir yerdedir. Ama İslam beldelerinin başındaki yöneticilerin, bu zayıf ve çılgın liderlerin elinde birer aletlere dönüştüklerini ve onlara tüm sadakatle hizmet ettiklerini görmemiz gerçekten üzücüdür! Diğer fırsatlara ek olarak Batı’daki liderlik krizi, İslam ümmetine bu krizden siyasi olarak yararlanmak ve bu zayıf liderlerin etkisinden kurtulmak için çok büyük bir fırsat sağlamıştır.Bugün dünyanın, sadece Müslümanlara liderlik etmekle kalmayıp, diğer ülkelere de liderlik konusunda rol model olacak, imanlı, muttaki, hikmet sahibi, adil ve azimli liderlere çok ihtiyacı vardır. Şüphesiz Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti, ümmetin arasından, dünyayı bu yüzyılın Deccal’inin ve Batılı kapitalist hükümetlerin şerrinden kurtaracak olan en cesur, en hikmetli ve en adil liderler çıkaracaktır.

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ

Musa kavmine dedi ki: «Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır.” [Araf 128]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ömer Halil Belhi – Afganistan

Devamını oku...

Varrak Adası Kanayan Bir Yara, Devam Eden Bir Acı ve Rejimin Tam Teşekküllü Bir Suçudur

Başbakan Dr. Mustafa Madbuli, 28 Temmuz 2024 Pazar günü ilgili bakanlar ve bakanlık yetkililerinin katılımıyla Varrak Adası’ndaki kentsel dönüşümü yerinde izledi. Burada yaptığı açıklamada Başbakan, hak sahiplerine tazminatların hemen ödenmesi, kalkınma planındaki evlerin ve arazilerin tahliyesi için belirlenen zaman çizelgesine uyulması gerektiğini vurguladı. Başbakan, adadaki hizmetlerde niteliksel bir dönüşüm yaratmak amacıyla kalkınma projelerinin devam ettirilmesi, adada yasadışı inşaatla kararlılıkla mücadele edilmesi ve rastgele yapılaşmanın önlenmesi talimatını verdi. (28.07.2024 www.youm7.com)

Mısır’ın Nil Nehri’ndeki Varrak Adası sakinleri ise topraklarından göç ettirilmelerine, polisin zorbalıklarına ve aktivistlerin tutuklanmasına karşı protestolarını sürdürdüler. Ada sakinleri, gözaltına alınanların serbest bırakılmasını talep eden, evlerine ve topraklarına bağlılıklarını dile getiren sloganlar attılar. (23.07.2024 El Kuds el Arabi)

Varrak Adası’nda yaklaşık 200.000 vatandaş yaşıyor ve 6.000 gayrimenkul bulunuyor. Geçtiğimiz haftalarda polis, evlerini boşaltmak ve mülklerini satmak istemeyen sakinleri her günü ziyaret etmişti. Ada sakinleri arazilerini satmayı kabul ettiklerini gösteren sahte “satmaya istekli” belgelerin dolaşıma sokulmasıyla şaşkınlığa uğramıştı. Sosyal medyada Varrak sakinlerinin güvenlik personelini mülklerinden kovduklarını gösteren videolar paylaşılıyor. Bazı sakinlerin elinde bu hayali belgeler var. Polisin inşaat malzemelerinin adaya girişini yasaklamasını protesto ediyorlar.

Mısır rejimi, Mısır halkı hakkında ne bir antlaşma ne de ahit gözetiyor. Onlara zorbalık yapıyor. İnsanları, servetlerini ve mülklerini ucuza satan bir simsar gibi hareket ediyor. Maspero’da yaptığı ve Varrak’ta yapmakta olduğu şey bu. Yatırım potansiyeli olan ya da parası bulunan ve istihdam etmeleri karşılığında kasasını doldurabilecek kişilerin bulunduğu her yerde yapacağı şey de bu. Rejimin gözünde tüm Mısır, Maspero, Ras El Hikme ve Varrak Adası’dır. Hepsi, rejimin tasarrufunda. Rejime göre Mısır halkının dikili bir ağacı bile yok. Rejim, sadakatlerini alabilmek için inşası tamamlanan herhangi bir yolun her iki tarafında da orduya araziler verdi ve kıta sahanlığının belirlenmesi anlaşmasından sonra Doğu Akdeniz’deki gaz sahalarını Yahudilere peşkeş çekti. Bu sahaların üretimini onlardan satın aldı. Mısır ve halkının hiçbir saygınlığı yok!

Daha önce söyledik ve yineliyoruz, Varrak Adası sakinlerinin mülküdür. Hiçbir koşul altında tahliye edilemezler veya tahliyeye ve teslim etmeye zorlanamazlar. Bilindiği üzere konut ve tarım gibi yollarla işlenerek araziye sahip olunur. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَنْأَحْيَاأَرْضَاًمَيِّتَةًفَهِيَلَهُ“Kim bir ölü araziyi ihya ederse, o arazi onundur.”

مَنعمَّرأرضاًليستلأحد،فهوأحقبها“Kim, hiç kimseye ait olmayan bir araziyi ekip biçerse, onun üzerinde daha çok hak sahibidir.” Fıkıhçılar, hiçbir kimsenin malı olmayan, üzerinde imar ve intifa izi bulunmayan bir arazinin ihya ile mülk edinildiği konusunda ittifak etmişlerdir. Yine satış veya hediye yoluyla sahibi belli olan bir arazinin mülkiyetinin sona ermeyeceği, sahiplerinden başkasının işletemeyeceği konusunda da hemfikirdiler. Arazi, sahiplerinden veya ihya edenlerden, ekim, imar, konut veya herhangi bir imar biçimiyle kesinlikle alınamaz.

Varrak adası, ihya edilen, ekip biçilen ve nesilden nesle miras bırakılan tüm araziler gibi, Mısır halkına aittir. İşlenmesi, ekip biçilmesi ve oturulması bunun kanıtıdır. Çünkü Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَنْأَحْيَاأَرْضَاًمَيِّتَةًفَهِيَلَهُ“Kim bir ölü araziyi ihya ederse, o arazi onundur.” Arazinin ekip biçilmesi, ihya edilmesi şeri mülkiyet sebeplerinden biri olarak kabul edilir. Ne teşvik ne icbar ne ikrah ne de rejimin iddia ettiği gibi kentsel dönüşüm gerekçesiyle ellerinden alınamaz. Devlet ayrıca onurlu ve istikrarlı bir yaşam sürmelerini sağlayacak her şeyi sağlamak zorunda. Gerçekten geliştirmek ve hizmet sunmak istiyorsa, buna mâni olan şey ne? Hizmet sunmak için illa o arazileri para babaları ve seçkinlerin satın alması mı gerekiyor? Mısır halkını gözetmek, her türlü hizmeti sunmak ve düzgün bir yaşam sağlamak devletin görevi değil mi? Yoksa bu düzgün yaşam, sahip oldukları paraya, iktidardaki konumlarına ve karar vericilere yakınlıklarına göre mi derecelendiriliyor?

Ey değerli Varrak Adası halkı! O araziler şeran sizin hakkınızdır. Arazilerinizi peşkeş çekemezsiniz. Rejimin kampanyaları karşısında kararlı bir duruş sergilemeniz farzdır. Mısır halkı bu hakkınızı desteklemeli, sizi rejimden ve zulmünden korumalıdır. Bu rejimin tiranlığını ve açgözlülüğünü engellemek için yek vücut olmalısınız.

Ey Mısır Kinane halkı! Rejim, Varrak Adası’yla yetinmeyecek, İskenderiye’deki Mamura Bahçeleri’nde olduğu gibi en ufak bir ayrıcalık ve yatırım potansiyeli gördüğü her yere çökecek, onu zorla alacaktır. Rejime karşı durmak, Varrak halkına saldırmasını ve arazilerine el koymasını engellemek şeri bir görevdir. Eğer bugün Varrak halkını yüz üstü bırakırsanız, rejim teker teker arazilerinize çökecektir. Sonra da “Ben aslında aslan beyaz öküzü yediği gün yenilmiştim.”, Varrak halkını rejim karşısında yalnız bıraktığımız gün saldırıya uğradık diyeceksiniz. Gelin, haklarınızı ve servetinizi peşkeş çeken, arazileriniz ve geçiminiz konusunda sizinle mücadele eden, dininize karşı savaş ilan eden bir rejime karşı tek yumruk olalım.

Ey Mısır Kinane halkı! Adalet ve hakların yegâne güvencesi, İslam’ın Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde uygulanmasıdır. Rejim, Hilafet düşüncesi ile mücadele ediyor ve Hilafet için çalışanlar ile savaşıyor. Hilafet, siz ve bir bütün olarak ümmetin kurtuluşu ve can simididir. Hizb-ut Tahrir olarak biz, sizi uygulamaya hazır, eksiksiz bir uygarlık projesine davet ediyoruz. Hadi İslam’ı uygulamak için bizimle birlikte çalışın. İslam, halkına haklarını geri verecek, Varrak ve tüm Mısır halkı için adaleti sağlayacaktır.

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! İbn Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- Şam’da zindandayken, cellat yanına geldi ve ona dedi ki: “Beni bağışla şeyhimiz, ben bir memurum. Bunun üzerine İbn Teymiyye şöyle dedi: Vallahi sen olmasaydın, onlar zulmedemezlerdi!” Vallahi siz olmasaydınız rejim, Mısır ve halkına zulmedemezdi, onlara zorbalık yapamazdı. Şimdi yaptığı gibi onları köleleştiremezdi. Allah’a andolsun ki Kıyamet Günü sorumlu olacaksınız. O gün Mevla Azze ve Celle size şöyle seslenecek:

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ * مَا لَكُمْ لا تَنَاصَرُونَ“Durdurun, tutuklayın onları! Çünkü onlar yaptıklarından hesaba çekilecekler. Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?” [Saffat 24-25] Ne rejim ne malı ne makamı ne de dininizi, şerefinizi ve sevginizi satın almak için sağladığı ayrıcalıklar size hiçbir fayda sağlamayacak. Allah ile karşılaşacağınız güne hazır olun. İnsanlar boynunuza sarılıp, “Ya Rabbi, bizi yüzüstü bıraktılar, bizi düşmanımıza ve senin düşmanına terk ettiler” diyeceklerdir.

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! İnsanları bu rejimin zulmünden korumak, zulüm görmelerini önlemek şeri görevinizdir. İnsanların refahını garanti altına alan, haklarını ve onurlarını koruyan öncelikli göreviniz, tüm araçları, sembolleri ve uygulayıcılarıyla birlikte bu rejimi kökünden söküp atmak ve Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanları desteklemektir. Hilafet, insanları zalimin zulmünden kurtaracak, onur ve gururlarını iade edecektir. Bu sizin görevinizdir ve Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bu görevden hesaba çekileceksiniz. Hadi inisiyatif alın, umulur ki Allah kalbinizi açar da Mısır sizinle aydınlanır. Allahım bugünü hızlandır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Savaş Kurşunlarından Ölmeyenler Devletin Barınaklarında Ölüyorlar!

Sudan Tribune gazetesi dün, 27 Temmuz 2024 Cumartesi günü, Doktorlar Sendikası Ön Komitesi’nin yayınladığı açıklamasını sayfalarına taşıdı. Sudan Tribune gazetesine göre Doktorlar Sendikası Ön Komitesi yayınladığı açıklamada “Kassala’daki yerinden edilmiş insanlar, her tarafı suyla çevrili harap çadırlarda yaşıyorlar ve çocukları açlıktan ağlıyor” ifadelerine yer verdi. Açıklamada, durumun trajik bir şekilde kötüleştiğini, iki çocuğun elektrik çarpması sonucu hayatını kaybettiğini, yılan sokması ve diğer bilinmeyen nedenlerden dolayı da ölümlerin yaşandığı belirtildi.

Sözde güvenli eyaletlerde savaş nedeniyle yerlerinden edilenlerin çektiği acılar tüyler ürpertici ve yağmurdan kaçarken doluya tutulan kimseleri andırıyorlar. Savaş kurşunlarından ölmeyenler, yaşamın en temel ihtiyaçlarından yoksun devletin barınaklarında ölüyorlar. Yerlerinden edilen insanlar, her zaman insan yerleşimine uygun olmayan yerlere yerleştirilir! Kassala’da yaşananlar, yerinden edilmiş kişilere yönelik insanlık dışı muamelenin bariz bir örneği. Açıklamada belirtildiği gibi harabe çadırlara yerleştirilmişlerdir. Daha da kötüsü barınak, yağmur suyunun toplandığı, daha sonra hastalıklara ve salgın hastalıklara neden olan alçak bir yerdir. Yerinden edilen insanlar halihazırda gıda sıkıntısı çekiyor ve kötü sağlık koşulları nedeniyle hastalıklar yayılıyor. Şu anda sonbahar mevsiminin başındayız. Yağmurlar yeni başlıyor. Hükümet, yerinden edilenler için alternatif barınaklar bulmak için harekete geçmezse, durum kelimenin tam anlamıyla felaket olacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, Kassala’daki barınak bölgelerinde yerlerinden edilmiş kişilerin başına gelenlerden ve gelmekte olanlardan federal ve Kassala eyalet hükümetlerini tamamen sorumlu tutuyor ve onları durumu düzeltmek için derhal harekete geçmeye çağırıyoruz. Bu, bir lütuf onların şeri görevidir. İslam’da yönetici bir çobandır ve sahih hadiste de belirtildiği gibi sürüsünden sorumludur:

.وَالْإِمَامُالَّذِيعَلَىالنَّاسِرَاعٍوَهُوَمَسْؤُولٌعَنْرَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur” Ülkemizdeki bakım eksikliği, İslam’ın devlet bazında uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. İslam’a dayalı bir devletimiz olmuş olsaydı, insanların başına böyle trajediler gelmezdi. Çünkü Hilafet, yerinden edilenlere iyi bir barınak, yiyecek, ilaç ve giyecek sağlayacaktır. Kaldı ki böylesine kanlı bir savaş asla yaşanmazdı.

Ey Sudan’ın her yerindeki insanlar, özellikle de savaş belası yüzünden yerlerinden edilenler! Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafeti kurarak yeryüzünde Allah’ın Şeriatını tesis etmek için çalışanlarla birlikte çalışmaktan başka kurtuluşunuz yoktur. Hilafet, işlerinizi güdecek, size onurlu, güvenli ve huzurlu bir yaşam sağlayacaktır. Her şeyden öte Hilafet, Rabbinizin bir farzıdır. O, Kitabı ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti ile hükmetmeyi farz kılmıştır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER