Pazar, 22 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze’deki Durum Dehşet Verici!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze’deki Durum Dehşet Verici!
Peki Ümmetin İçerisinde Kıskanç ve Gönüllü Bir Kahraman Yok Mu?!

Haber:

Birleşmiş Milletler’in önde gelen insani yardım kuruluşlarının başkanları, Gazze’nin kuzeyindeki Filistin halkının açlık ve şiddet nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirterek durumu “dehşet verici” olarak nitelendirdiler. BM’den 15 yetkili yaptıkları ortak açıklamada “Kuzey Gazze’deki tüm nüfus hastalık, kıtlık ve şiddet nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır” dediler. (elcezire.net)

Yorum:

BM sözcüsü Stephane Dujarric’e göre, geçen Ekim ayının başından bu yana elektriksiz ve yakıtsızlığın acısını çeken kuzey Gazze’de şu anda yaklaşık 75.000 kişi yaşıyor.

Terörist Yahudi varlığı, tüm dünyanın gözü ve kulağı önünde Gazze’ye yönelik kuşatmasını sürdürüyor; zira Yahudi varlığı, Gazze halkını vahşi bir şekilde yok ediyor ve kınamaları ya da protestoları umursamadan katliam üstüne katliam gerçekleştiriyor.Batılı ülkeler bunun meşru müdafaa olduğunu ifade ederek Yahudi varlığını savaşta desteklerken Müslümanların başındaki yöneticiler ise sağır ve dilsiz bir şekilde işgalci gaspçıyı kovmak ve Aksa’yı onun pislik ve kirinden temizlemek için Gazze ve Filistin'deki kardeşlerine katılma özlemiyle kanları kaynayan halklara karşı kayıtsız kalarak Yahudi varlığını dost ediniyorlar ve onunla normalleşiyorlar.

Birkaç gün önce suç örgütü, BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) çalışmalarını yürütmesini yasakladı; ayrıca UNICEF sözcüsü James Elder, bunun Gazze’deki insani yardım sisteminin çökmesine yol açacağını ve böyle bir ani kararın, Yahudi varlığının çocukları öldürmek için yeni bir yol bulduğu anlamına geldiğini açıkladı.

Bu örgüt ve diğerlerinin yaptığı açıklamalar, bu kindar Batı’nın, bu varlık tarafından işlenen ihlalleri ve suçları kınayan insani bir örgüt olduğu izlenimini vermek için bir sis perdesinden başka bir şey değildir; aslında bu örgütler ve kuruluşlar, bu suçluyu destekleyen ve ona askeri ve maddi fon sağlayan ülkelerin türetmesinden başka bir şey değildir.

Yahudi varlığının taşkınlığında ve vahşetinde ısrar etmesi, onun maskesi düştükten ve kendilerini varlıkla savaşmaya ve onu mübarek topraklarından çıkarmaya adayan gençlerin kararlılığı karşısında çaresiz göründükten sonra yüzsuyunu korumaktan başka bir şey değildir. Zira Yahudi varlığı, nefret ve kin dolu bakışlarıyla kendisini mağlup eden çocukların önünde başarısız olmuştur; işte bu yüzden onlardan intikam almakta ve binlercesini öldürmektedir. Ayrıca Yahudi varlığı, anne ve babalarını kaybetmelerine rağmen sabredip karşılığını sadece Allah’tan bekleyen ve diğer evlatlarını şehit olmaları için hazırlayan kadınların gücü karşısında korkmuş ve kararlılıkları, metanetleri, güçlü imanları ve Allah'ın zaferine ve iktidarına olan güvenleriyle kendisini hezimete uğratan savunmasız bir halkın karşısında mağlup olmuştur.

Müslümanların başındaki yöneticilerin ve onları destekleme gücüne sahip olanların yüzüstü bırakmalarından dolayı Gazze'deki halkımızın acı çekmesine ve terörist Yahudi varlığının da onları yok etme ve öldürme çabalarına rağmen ümmetin muhlis evlatları, çiçek açan ve havayı tatlı ve hoş kokulu bir misk ile dolduran güzel bir yeşil bir bitki gibi var olmakta ve ortaya çıkmaktadırlar; böylece ümmeti şanlı dönemine geri döndürmekte, ümmetin içinde uyuyan şeyi harekete geçirmekte, ümmeti Allah’ın kelimesini yüceltmek ve O’nun yolunda cihat etmek için çalışmaya sevk etmekte ve böylece de nefisler iki iyilikten birini kazanmak için can atmaktadır. قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلا إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَنْ يُصِيبَكُمُ اللهُ بِعَذَابٍ مِنْ عِنْدِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا فَتَرَبَّصُوا إِنَّا مَعَكُمْ مُتَرَبِّصُونَDe ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” [Tevbe 12] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

Kadarif’teki Güvenlik Yetkilileri Hizb-ut Tahrir Üyesi Bir Genci Gözaltına Aldılar

 Kadarif’teki güvenlik güçleri, Hizb-ut-Tahrir üyesi Meysera Yahya Muhammed Nur’u 25 Rabiu’s Sânî 1446 / 28 Ekim 2024 Pazartesi günü gözaltına aldılar ve bu bildirinin yazıldığı ana kadar da henüz serbest bırakmadılar. Mesire Yahya Muhammed Nur’un gözaltına alınmasının nedeni, Hizb-ut-Tahrir / Sudan Vilayeti’nin 20 Rabiu’s-Sânî 1446 / 23 Ekim 2024 tarihinde yayınladığı “El Minvar Kardeşimizin Gözaltına Alınması, Sudan’daki Anlamsız Savaşın Gerçekliğini Değiştirmeyecektir” başlıklı bildiriyi sosyal medyada paylaşmasıdır Bildiride yer alan ifadeler şöyledir: “Rejimin cellatlarının bu tutumu, zulüm ve haksızlığın devamı niteliğindeki bu rejimin, Hizb-ut Tahrir’in davet taşıyıcısı gençlerine baskı, tutuklama ve işkence uygulayan önceki rejimlerden ders almadığını doğrulamaktadır. Bu durum, gençlerin hakkı haykırma konusundaki inançlarını daha da güçlendirmiş, bu yöneticilerin kâfir Batı’nın sömürgeci planlarına hizmet ettiğini gözler önüne sermiş ve ümmetin sömürgeden kurtulma gereksinimini ortaya koymuştur. Bu ise, ancak İslam’ın hükümlerini uygulamak ve dünyaya yaymak için Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulmasıyla mümkündür. Parti ve gençleri, sömürgeci güçlere ve içerideki hain, yanıltıcı ve aldatılmış ajanlarına karşı sarsılmaz dağlar gibi dimdik duracaklardır. İnşallah yarın perdeler kalkacak ve sır perdesi aralanacaktır. O zaman insanlar, duvarın ötesinde olanları öğle vakti parlayan güneş gibi net bir şekilde göreceklerdir. O vakit, kendilerine karşı hazırlanan tuzakların farkında olsalardı, bu aşağılayıcı acıya katlanmayacaklarını anlayacaklardır! Hizb-ut Tahrir gençleri, ya doğru yola dönüp Rabbinize tövbe edene kadar ya da tarihte zalimlerin başına gelenlerin sizin başınıza gelene dek hakkı haykırmaya devam edeceklerdir.”

Biz, Hizb-ut-Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, Sudan’da devam eden savaşın gerçekliğinin, eski ve yeni sömürgeci güçler olan Amerika ve İngiltere arasındaki bir çatışma olduğunun altını çiziyoruz. Hem ordu komutanları hem de Hızlı Destek Kuvvetleri komutanları Amerika, Özgürlük ve Değişim Güçleri (Tüm) ve sözde silahlı mücadele hareketlerinin bir kısmı ise İngiltere ajanlarıdır. Gözaltılar, tutuklamalar ve ifade özgürlüğünü kısıtlama girişimleri bu gerçeği asla değiştirmeyecektir.

Aslında herkesin tövbe edip Allah’a dönmesi, O’nun Şeriatına göre hükmetmesi ve bu kadar can ve mal kaybına neden olan savaşı durdurması gerekmektedir. Allah ecrini artırsın ve esaretini kaldırsın; kardeşimiz Meysera Yahya, yalnızca peygamberlerin ve Allah’ın Salih dostlarının üstlendiği yüce bir görevi eda etmiştir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu buyruğuna icabet etmiştir:

مَنْ كَتَمَ عِلْماً عِنْدَهُ أَلْجَمَهُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ“Kim Allah’ın kendisine nasip ettiği bir ilmi ve bilgiyi gizlerse, Allah kıyamet günü o kişinin ağzını ateşten bir gem ile gemler.” Yine şöyle denilmiştir:

الساكت عن الحق شيطان أخرس“Hakkı söylemeyen, dilsiz şeytandır”

Güvenlik güçlerine diyoruz ki, Meysera’yı serbest bırakın ve zalimlerden veya zalimlerin yardımcılarından olmayın. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [Hud 113]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

1972 Anayasası ve Temelini Oluşturan Laikliğin Yürürlükten Kaldırılmasıyla İnsanlar Ülkeyi İslami Anayasaya Göre Yönetmek Üzere Bir Araya Geleceklerdir

Geçen salı günü (22 Ekim 2024), ayrımcılığa karşı öğrenci hareketi, 1972 anayasasının derhal iptal edilmesini ve Temmuz Devrimi ile halk ayaklanmasının ruhuyla ‘Cumhuriyet’in ilan edilmesini talep etti. Bu doğrultuda, yalnızca sözde demokratik partileri ulusal bir birlik kurmaya davet ederek, bu ülke halkının İslami yönetim arzularını ve taleplerini yok saymıştır. Bildiğiniz gibi, Amerikan araştırma kurumu Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Bangladeşli Müslümanların %82’si Şeriat hukukunu desteklemektedir. Tüm halk, tanınmış okullardaki, kolejlerdeki ve üniversitelerdeki öğrencilerin İslami yönetim talebini seslendirdiklerine tanık oldu. Ellerinde Kelime-i Tevhit bayrağını taşıyarak duygularını dile getirdiler. Bu nedenle, İslam’ı göz ardı ederek ülke siyasetini şekillendirmeye çalışmak intihar niteliğinde bir adımdır. Gerçekten de bildiğimiz üzere, Müslüman topraklarında Şeriat yönetiminin gelişimini engellemek, Batı’nın “teröre karşı savaş” adı altında yürüttüğü “İslam’a karşı savaş”ın ana politikasıdır. Batı’nın “İslam’la mücadele” politikasını yürütmek için bir araç olarak kullanılan devrik Hasina rejimi, ülke nüfusunun büyük kısmına karşı tavır almış ve bu ülkenin Müslümanlarını baskı altına almıştır; bu, halkın Hasina rejimine karşı ayaklanmasının temel sebeplerinden biridir. Bu nedenle, 1972 anayasasını ve bu anayasanın temeli olan sekülerizmi toplumumuzdan ve devletimizden kaldırmalı ve İslam temelinde birleşmeliyiz; çünkü sekülerizm ve demokrasi, halkın inançlarına, düşüncelerine ve duygularına aykırıdır ve ayrımcılığın, yolsuzluğun ve tüm zulmün kaynağıdır.

Amerika kendisini demokrasi ve insan haklarının savunucusu olarak tanıttı, ancak halkının “biz %99’uz” ve “siyah hayatlar değerlidir” sloganları, Demokratik-Kapitalist sistemin ayrımcı olduğunu ve başarısızlığa uğradığını kanıtladı. Bir başka liberal demokratik ülke olan Britanya, öyle bir sosyal bölünme ve siyasi kriz içinde ki hiçbir hükümet görev süresini tamamlayamıyor. Eğer yeni anayasa Amerika ve Britanya tarzında yazılırsa, o zaman toplumda ve devlette ayrımcılık nasıl sona erdirilecek? Bu anayasa halkın beklentilerini nasıl karşılayacak? İslam’da her şeyin çözümü olmasına rağmen Batılı kâfirlere başvurulması konusunda Allah Subhânehu ve Teâlâ bizi uyarmıştır:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَعِيداً“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” [Nisa 60]

Halkın görmek istediği yeni Bangladeş nedir? İnsanlar, isteklerini yerine getirmeyen bir anayasayı kabul etmeyecek ve onun etrafında asla bir araya gelmeyeceklerdir. Halk, yasalardan rahat bir yaşam, adil haklar, güvenlik ve adalet beklemektedir. Gençler, istihdam ve güvenli bir gelecek isterken, işçiler adil ücret talep etmektedir. Bilinçli insanlar, yabancı bir ülkenin ajanı olmayan ve yozlaşmamış yöneticiler ile dış saldırı ve etkilerden arınmış, egemen bir ülke istemektedir. Halkın bu talepleri, çeşitli hareketlere ve mücadelelere yansımıştır. Son elli yılda Bangladeş’te çeşitli hareketler, on yedi anayasa değişikliği, iktidar değişiklikleri ve yüzeysel kalkınmalar yaşanmıştır; ancak halkın hiçbir beklentisi karşılanmamıştır.

İslami anayasa, din-renk-ırk ayrımı gözetmeksizin her vatandaşın yiyecek, giyecek, barınak, eğitim, sağlık, güvenlik ve adalet gibi temel ihtiyaçlarını ve haklarını güvence altına almıştır. İslami anayasa, ülkenin petrol, gaz ve enerji sektörünün özelleştirilmesini yasaklamış, yerli ve yabancı kapitalist şirketlerin bu enerji sektöründen çıkarılmasını ve bu zenginliklerin kamu mülkiyeti olarak devlet yönetimi altında halk yararına harcanmasını emretmiştir. Üzerimizde hâkimiyet kuran askeri anlaşmalar da dahil olmak üzere ABD, Britanya ve Hindistan gibi düşman ülkelerle anlaşmalar yapılmasını yasaklamıştır. İslam, ülkenin egemenliğini korumak amacıyla savunma odaklı ağır sanayi tesisleri inşa ederek ordunun güçlendirilmesini emretmiştir. Bu nedenle, halkın beklentilerini karşılayabilecek tek anayasa İslami anayasadır. Bu çerçevede, Hizb-ut Tahrir, Kur’an ve Sünnete dayalı olarak hazırlanan ve ayrıntılı açıklamalar içeren Hilafet Devleti Anayasa Taslağı sunmuştur. En önemlisi, ülkenin İslami anayasaya göre yönetilmesi konusunda konsensüs söz konusu ve Hizb-ut Tahrir, bu anayasa ile ülkeyi yönetmeye tamamen hazırdır.

Ey halk, özellikle devrimci öğrenciler ve vatandaşlar! Anayasa reformu veya yeniden yazım adı altında, Batı’nın iflas etmiş seküler-kapitalist sisteminin devamını sağlamak için yapılan yüzeysel ve kozmetik değişiklikleri reddedin. İslami anayasa ve sistem talebinizi daha da güçlü bir şekilde dillendirmelisiniz. Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir liderliğinde birleşin ve halkın beklentilerini gerçekleştirmek üzere iktidarı Hizb-ut Tahrir’e devretmeleri için güç sahiplerine çağrıda bulunun.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” [Ali İmran 110]

Devamını oku...

Zanzibar’da İnşaat Malzemeleri Üzerindeki Siyasi Kontrol: Yoksullar İçin Yeni Bir Darbedir

Geçtiğimiz günlerde, Zanzibar hükümeti inşaat işlerinde taş kullanımını ve taş taşımacılığını yasakladı. Su, enerji ve maden bakanı Hasan Şayibu Kadwara, taş kullanımıyla ilgili getirilen yasak hakkında konuştu. Bu kararın, çevrenin sürekli bozulmasından dolayı alındığını söyledi.

Bakan, inşaat taşlarının çıkarılması yüzünden çevreye zarar geldiği için, kim oldukları belli olmayan bazı insanlardan hükümete çok fazla şikâyet geldiğini söyledi. Bu nedenle, halkı yasak süresince binaların inşaatında taş yerine beton tuğla kullanmaya çağırdı.

Zanzibar hükümetinin, evlerin temellerinde taş yerine beton tuğla kullanılması yönündeki tavsiyesi, halka karşı büyük bir saygısızlıktır. Çünkü hükümet, inşaat kumu çıkarma işlemlerinin siyasete alet edilmesinden bu yana, özellikle beton tuğla fiyatlarının 2017’den itibaren ciddi oranda arttığının farkında.

Bu durum, inşaat malzemelerinin temel bileşenlerine siyasetin karışmasının, bu malzemelerin yapay bir şekilde kıtlaşmasına ve fiyatlarının artmasına neden olduğunu, dolayısıyla inşaat sektöründe, özellikle de sıradan insanlarda dayanılmaz bir yük oluşturduğunu işaret etmektedir.

İnşaat taşlarının kullanımı ve çıkarılmasında yaşanan siyasi müdahale, daha önce inşaat kumunun çıkarılmasında yaşanan siyasi müdahale ile aynı doğrultudadır ve benzer sonuçlar doğurmaktadır. Her iki durum da devletin bu kaynakları tekelleştirmesi ve faydaların siyasetçiler ile yandaşlarına aktarılması gibi kötü niyetli amaçları içeriyor, bu da yoksul bireyler için acı ve yüksek fiyat anlamına geliyor.

2017 yılı hükümet istatistikleri, inşaat kumu meselesinde devletin ihmalde bulunduğunu ortaya koyuyor. 2017 yılında Zanzibar’ın sadece 14 hektar inşaat kumuna sahip olduğu ve inşaat sektörünün yılda 10 hektardan fazla tükettiği belirtilmişti.

2017’den beri, o zamanlar kalan 14 hektar kumun şimdi nerede olduğu merak konusu.
Çünkü inşaat işleri halen devam ediyor!

Ne yazık ki Zanzibar hükümeti, insanlara ev sahibi olma imkânı sunmak ve bu yönde teşvik edici bir ortam yaratmak yerine, ‘kum kıtlığı’, ‘çevresel bozulma’ gibi sahte gerekçelerle ve “yatırım bölgelerini koruma” gibi art niyetli bahanelerle inşaat kumu ve taşını açıkça pazarlamaktadır. Hükümet, halkın büyük çaba sarf ederek canlandırdığı Buile ve Fumba (şehirleşmiş Zanzibar, batı bölgesi “B”) gibi yerlerdeki topraklara, aleni bir şekilde el koyarak fakir insanların ekmeğiyle oynuyor, insanların arazilerine açıkça el koyuyor.

Biz, Hizb ut-Tahrir Tanzanya olarak bu bağlamda üç noktaya değinmek istiyoruz:

A- Zanzibar hükümetini, inşaat sektöründeki çalışanları zor durumda bırakarak sıradan insanların yaşam şartlarını kötüleştirmesi konusunda uyarıyoruz. Çünkü bu durum, özellikle barınma mücadelesi veren sıradan insanların hayatını daha da katlanılmaz hale getirmektedir. İnsanların hayatını zorlaştırmak açık bir zulümdür ve onlara ihanettir. Allah Subhânehu ve Teala sizden hem ahirette hem de bu dünya hayatında bunun hesabını soracaktır. Aişe ’den rivayet edildiğine göre “Ben, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu evimde şöyle buyururken işittim:

اللَّهُمَّ مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئاً فَشَقَ عَلَيْهِمْ فَاشْقُقْ عَلَيْهِ وَمَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ أُّمتِي شَيْئاً فَرَفَقَ بِهِمْ فَارْفُقْ بِهِ“Allahım! Kim ümmetimin herhangi bir işini üstlenir de onlara zorluk çıkarırsa, sen de ona zorluk çıkar. Her kim de ümmetimin herhangi bir işini üstlenir de onlara yumuşak davranırsa, sen de ona yumuşak davran” [Müslim]

B- Bu adaletsizlikler, kapitalist sistemin ve dünyanın dört bir yanındaki demokratik hükümetlerin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu sistemler, insanlara hizmet ettiklerini öne sürseler de aslında yalnızca kendi çıkarlarını gözetmekte ve halkın sırtından kazanç elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Bu da gösteriyor ki, kapitalizm insanlığı yönetmeye layık bir sistem değildir. Çünkü bu sistem sadece çıkar peşinde koşmakta ve bunu yaparken masum insanlara zarar vermekten çekinmemektedir.

C- Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti, insanların renklerine, dinlerine veya düşüncelerine bakmaksızın tüm insanlığa adil ve dürüst bir şekilde hizmet edebilecek tek yönetimdir.

Mesûd Msellem
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Tanzanya
Medya Temsilcisi

Devamını oku...

Karar Yetkisi Çalınmış Liderler Devrim Üzerindeki Bir Yük Haline Geldiler ve Bu Yükün Kaldırılması Gerekir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Karar Yetkisi Çalınmış Liderler Devrim Üzerindeki Bir Yük Haline Geldiler ve Bu Yükün Kaldırılması Gerekir!

Haber:

Halep’in batı kırsalı ve İdlib’in doğu kırsalı sabah saatlerinden bu yana onlarca bölge, köy ve kasabayı etkileyen ağır topçu ve insansız hava aracı bombardımanına tanık oluyor; ayrıca kontrol bölgelerine yakın gözetim altındaki bölgelere gitmemeleri yönünde yapılan uyarıların ortasında, zeytin hasat mevsimi sırasında tarım alanlarındaki siviller de hedef alındı. (Şam Haber Ağı)

Yorum:

Son birkaç gündür İdlib bölgeleri, kendisi ve destekçileriyle meşgul olan rejimin yoğun bombardımanına tanık oluyor; bombardıman Halep’in batı kırsalındaki Atarib kentinde katliama neden oldu ve bu bombardımanın öncesinde de rejimin yapmaktan vazgeçmediği bir eyleme, yani insanları, arabaları ve mülkleri hedef alan intihar dronlarına tanık olunmuştu.Bugün bahsettiğimiz rejimin bombardımanı yıllardır hiç durmadı ve rejim bu konuyla (bombardımanla) hiç ilgilenmiyor; zira Ruslar bombalıyor, suçlu milisler bombalıyor, herkes sözde kurtarılmış bölgeleri bombalıyor ve kurtarılmış bölgelerin kuklaları ise öğretmenleri gibi ateşkes anlaşmalarına bağlı kalan duvara yaslanmış kütükler gibidirler!

Yorumumuzun temeline geri dönelim;Halep’in batı kırsalı bölgeleri ile İdlib'in doğu kırsalı bölgelerinin bugün ağır bombardımana maruz kalması ve buna da yerinden edilme durumunun eşlik etmesi bu ajana bağlı böyle liderliğin altında bir ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.Bu bölgelerin bombalanması, özellikle Hirak’ın “Askeri Kararın Yeniden Geri Alınması” başlıklı bir kampanya başlatmasının ardından gerçekleşmiş olup aşağılık ve utanç verici liderler ise aylardan beridir yalan söylüyorlar; zira bu liderlik yalan söylüyor ve Türk rejimiyle işbirliği yapıp insanlara ihanet ederek onları rejime teslim ettiği -ki bu, devrimin geçen yılları boyunca tanık olmadığı büyük bir teslimiyetti- Halep’e savaş açma niyetinden bahsediyor. Bu ajan liderlerin yapmış olduğu açıklamaya gelince; onların ajan durumunda olduklarını herkes bildiği gibi emir ve karar verenin Türkiye rejimi olduğunu ve onların yalancı olduklarını da herkes biliyor. Zira savaşa girmeyi düşünen biri, nasıl olur da insanların yağ sezonunu yağmalayan konferanslarla meşgul olabilir?!Savaş açmayı düşünen biri, nasıl olur da geçit açmak için çaba harcayabilir?! Savaş açmayı düşünen ve hazırlıklarla insanların beyinlerini çatlatan biri, nasıl olur da insanların son yıllarda alışkanlık haline getirdiği (savaş çabası) adı altında insanların ceplerini yağmalamaya yönelebilir; bir şeyden yoksun olan onu nasıl verebilir ki?

Geçen yıllarda onların kaç kez yalancı oldukları kanıtlandı ve bugünkü günler de onların ne kadar komplocu, suçlu, kan tüccarı ve paralı asker olmayı arzulayan bir cunta olduklarını kanıtlamaktadır; işte bunlar liderler ya da kendilerine bu unvanı veren kimselerdir!

Toz duman dağıldı ve altımızdakinin kesinlikle bir at değil, aksine bir katır ya da eşek olduğunu gördük. Bu yüzden mücahid kardeşlerimizin ve evlatlarımızın üzerine düşen bu batmakta olan gemiden atlamalarıdır. Haydi halkınıza geri dönün, onlara yardımcı olun ve onlara destek verin. Zira onlar, yerinden edilmekten bıktılar, ticaretlerinin yapılmasından yoruldular ve açıkta uyumaktan belleri kırıldı. Ey mücahid kardeşlerim, onlar savaş taciri olan liderlerdir. Haydi o zaman onları kaldırıp atın ve halkınıza geri dönün. Halkınızdan ajan liderlerin getirdiği yılların ağırlığını kaldırmak için onlara geri dönün. Halkınıza geri dönün; zira onlar, hâlâ sizin hakkınıza hayır düşünüyorlar ve onlar hâlâ şöyle diyorlar; evlatlarımız bize geri dönecekler ve bizler zaferler lokomotifini çalıştırmaya geri döneceğiz; evlatlarımız bize geri dönecek, cepheleri açacağız, kararımızı geri alacağız ve rejimi merkezinde yıkacağız. Mücahit kardeşlerim, halkınızın sizin hakkınızdaki iyi niyetine karşılık verin ve onları hayal kırıklığına uğratmayın; zira kul din kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da onun yardımcısıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

Beyt-i Haram’ın Temizlenmesi, Aynı Zamanda Onun Manevi Kirlerden Temizlenmesiyle Olur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Beyt-i Haram’ın Temizlenmesi, Aynı Zamanda Onun Manevi Kirlerden Temizlenmesiyle Olur!

Haber:

Mekke Şehri ve Kutsal Yerler Kraliyet Komisyonu bugün, Mekke-i Mükerreme’nin kutsallığı konusundaki bilinci güçlendirmeyi ve toplumsal işbirliği ile bireysel sorumluluğu pekiştirmeyi amaçlayan “Beyt’imi (Kâbe) Temiz Tut” kampanyası başlattı; temizliğin imanın ve mekânın kutsallığının ayrılmaz bir parçası olduğu ve Mekke’de su ve enerji tasarrufu gibi sürdürülebilir çevre uygulamalarının kullanılması vurgulandığı gibi bu uygulamaların ekolojik dengedeki rolü ve bunların kutsallıklarıyla ilişkili sosyal rollerin yerine getirilmeleri için motive edilmesi vurgulandı. Kraliyet Komisyonu, kutsal şehrin yaşam kalitesini iyileştirmeyi, sakinleri ve ziyaretçileri için ayrıcalıklı ve benzersiz bir karaktere sahip olmasını sağlamayı ve Rahman'ın ziyaretçilerine ve konuklarına sunulan hizmetleri geliştirmeyi amaçlamaktadır. (El-Medine, 24/10/2024).

Haber:

İster fiziksel ve çevresel temizlik olsun, ister atıkların belirlenen yerlere atılması olsun, isterse su ve enerji tasarrufu olsun insanları temizliğin önemi konusunda bilinçlendirmek için çalışmak şüphesiz övgüye değer bir şeydir.Benzer bağlamda Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e lafız ve mana olarak vahyettiği kelamı, tahareti ve temizliği daha genel bir şekilde ve birden fazla konuda ele almaktadır; bunlardan bazıları, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ehli beytinin günahlardan arındırılması, temizleninceye kadar kadınlardan uzak durulması, yağmur suyuyla bile olsa abdestle birlikte temizlik konusu, hak olarak nazil olana iman etmemelerinden, hep yalana kulak vermelerinden, bunu alışkanlık haline getirmelerinden ve kelimeleri tahrif etmelerinden dolayı Yahudilerin ve münafıkların kalplerinin temiz olmaması, tövbenin kabul edilmesi için bir kapı olarak vacip olan zekâtın verilmesi konusu, elbisenin temiz olması yani onun yıkanması ve günahlardan kaçınmaktır…

Özellikle Mescid-i Haram’ın Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın eliyle temizlenmesiyle ilgili ayetlere gelince; bu, hem Hac sûresinde hem de Bakara sûresinde geçmektedir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئاً وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِBir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut.” [Hac 26] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur:وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُوا مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِBiz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evimi temiz tutun, diye emretmiştik.” [Bakara 125]

Her iki suredeki ayetler, hac ritüelini ve Beyt'in (Kâbe'nin) temizlenmesini aşağıdaki hususlara bağlamaktadır:

* Allah’a ihlasla ibadet etmek ve bu hususta, putların pisliğinden kaçınma talebine vurgu yapmak.

* Her yıl Hac ibadeti için gelmeye ve tavaf da dahil olmak üzere Allah'a itaat ederek menasikini (haccın ritüellerini) yerine getirme ve buna karşı çıkanlara düşmanlık beslemeye yönelik küresel davetin önemi.

* Yalan sözden kaçınmak, yani yalan söylemekten kaçınarak İslam'ı hakka ve hak söze bağlamak.

* Liderlik ve bunun için liyakatin olması; yani ister nübüvvet ister yönetim olsun bunun zalimler için uygun olmaması.

* Güvenlik ve geçim (rızık) ve bu ikisinin Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve bunlara hırs gösteren kimseyle bağlantılı olması.

* Beyt'i (Kâbe) inşa ederek, İslam ümmetini inşa ederek, tövbe ederek, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e nazil olanın son risalet olduğuna iman ederek ve ölene kadar kamil bir şekilde bu risalete tabi olarak Allah için fedakârlık yapmak ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletinin, zaman içinde tahrif edilen diğer dinlerin ve ilkelerin aksine İbrahim Aleyhisselam’ın dini olduğunu teyit etmek.

Az önce bahsetmiş olduğumuz ayetlerle ilgili konuda Allah Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmaktadır:وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِناً وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الْأَصْنَامَ * رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌHani İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl.Beni ve evladımı putlara tapmaktan uzak tut!Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunu yoldan saptırdılar.Artık kim bana uyarsa, o bendendir.Ve kim de bana karşı gelirse, şüphesiz Sen Ğafur, Rahim’sin.” [İbrahim 35-36]

Adı ne olursa olsun keşke bu Komisyon, Beyt-i Haram'daki mekânın temizlenmesi ve su, elektrik ve enerji tasarrufunun zaruretiyle ilgili görevlerine, yukarıda Hac, Bakara ve İbrahim surelerinde belirtilen anlamları vurgulamak için başka bir görev daha eklemiş olsaydı ki bunlar şunlardır; yöneticilerin ümmetin servetlerini gasp etmemesi ve aynı şekilde müfessirlerin belirttiği gibi Beyt-i Haram’ın sadece fiziki değil de manevi kirlerden de temizlenmesi. Hiç kimsenin orada Allah’ın razı olmadığı bir şeyi işlemeye ve hiç kimsenin orayı pisliklerle kirletmeye terk edilmemesi. Suud Hanedanı’ndan olsa bile yaratıcıya isyanda hiçbir mahluka itaat edilmemesi ve taş değil insan da olsa hiçbir puta ibadet edilmemesi.Eğlence adına ahlaksızlığa ve günahlara teşvik edilmemesi ve zalimlere karşı hakkı söyleyenlerin tutuklanma korkusuyla ya da “fitneyi körüklemekle” suçlanmak korkusuyla sessiz kalınmaması; çünkü fitne, zulme ve zalimlere karşı sessiz kalmaktır. Zira bu, açıkça günah işleyenleri ve kafirleri, kendi yaşam tarzlarına davet etme konusunda cesaretlendirir. Evet, fitne, Allah’ın sınırlarını anlamayan bir kimseyi, Allah’ın yarattığı kimse hakkında hüküm vermeye terk etmektir; bu tıpkı bir ayetin uygulamasını ortadan kaldırmak için ciddi olarak çalışanlara terk etmek gibidir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاءَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌEy iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” [Tevbe 28] Dolayısıyla eğer mesele, İslam ümmetinin müdahalesi olmaksızın tamamen Suud Hanedanı yöneticilerine terk edilmiş olsaydı, fesat çıkarırlar ve Allah'ın sınırlarının korunmasını ve muhafaza edilmesini gerektiren bu ayetle ilgili anlamlar ve hükümler de dahil olmak üzere Allah’ın, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e indirdiği her şeyi dinamitlemeye çalışırlardı. Gerçek şu ki Suud Hanedanı yöneticileri, İslam ümmetine büyük zarar veriyorlar ve Allah'ın sınırlarına muhalefet edilmesini hiç umursamıyorlar; bu yüzden onların vakıası, Allah Subhanehu ve Teala’nın haklarında şöyle buyurduğu kimselerin vakıasına benzemektedir: الْأَعْرَابُ أَشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَأَجْدَرُ أَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَا أَنزَلَ اللهُ عَلَى رَسُولِهِ وَاللهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌBedeviler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın Rasulü’ne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” [Tevbe 97] Yani Suud Hanedanı yöneticilerinin ve benzerlerinin, İslam ümmetinden ve sorunlarından izole edilip bir mağarada olmaları daha efdaldir demektir; onların liderliklerinden bahsetmiyorum bile. Zira bu, başlı başına İslam ümmetin büyük felaketler yaşadığı bir tehlikedir.

Evet, keşke bu Komisyon, İbrahim suresinde geçen ayetlerle amel etmiş olsaydı; bu ise İslam davetinin ve Rasul Salavatullahi ve Selamuhu’nun metodunu temsil eden sahih liderliklere tabi olmaya davet etmek, kör olan birine değil gören birine tabi olmak, yani ayakları kaysa bile, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e tabi olmak ve ondan ayrılmamak, İslam ümmetinin mefhumuna davet etmek ve özellikle helal ve haram mefhumu konusunda birçok insanı yanlış yönlendirdiklerinden dolayı Suud ailesini ve Suudi Arabistan yöneticileri de dahil olmak üzere bunun dışındaki mefhumları terk etmek ve kaldırıp atmak. Zira bu yöneticiler, marufu münker, münkeri de maruf haline getirmek için çalıştılar, yani kimi zaman emir sahibine itaat adı altında, kimi zaman Vizyon-2030 ve “ilham veren modernleşme" adı altında, kimi zaman da “eğlence ve normal yaşam” adı altında olmak üzere çeşitli isimler altında Allah'tan başkasının şeriatıyla amel etmeye çalıştılar... Böylece onlar, sadece yalancı şahitler olmadıkları gibi zalimleri yüceltenler de olmadılar. Buna ek olarak onların asıl işi olan, Beyt-i Haram’daki ve Beyt-i Haram’ın dışındaki fiziki kirlerden temizlenme konusunda uyarıda bulunmaları da övgüye değer bir iştir. Bütün bunlar, sadece hiçbir ortağı olmayan tek olan Allah için olmalıdır.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُم شِبْرًا بشبْر، وذراعًا بذراع، حتَّى لو سَلَكُوا جُحْر ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُSizden öncekilerin yollarına karış karış ve arşın arşın mutlaka tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine girseler, onların arkasından gideceksiniz.” Dedik ki: Ey Allah’ın Rasulü! Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı? Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: فَمَن؟! “Başka kim olabilir ki?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nizar Cemal

Devamını oku...

Vatancılık Habis Bir Kor Ateş ve Öldürücü Bir Fitnedir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Vatancılık Habis Bir Kor Ateş ve Öldürücü Bir Fitnedir!

Giriş:

Belki de İslam ümmeti, uzun tarihi boyunca son yüz yılda yaşadığı vatancılık fitnesinden daha büyük ve şiddetli bir fitneye tanık olmamıştır. Zira ümmet, güçlülük, zayıflık, coğrafi bölgenin genişlemesi ve erozyon gibi birçok aşamadan geçmiş ve İslam’ın otoritesi doğuda Çin’den batıda Endülüs’e kadar uzanmış ama asırlar boyunca İslam düşmanları, geniş coğrafi alanlara uzanmasına, farklı dil ve mezheplere rağmen ümmetin birliğini içeriden infilak edecek veya bugünkü durumda olduğu gibi parçalara ayıracak fitne tohumları ekememişler, aksine şiddetli savaşlar yoluyla devletin bazı kısımlarını yok etmek ve bazı bölgelerdeki nüfuzunu sona erdirmek, İslam düşmanlarının ulaşabileceği en uç nokta olmuştur. Müslümanların asası Mısır’ın Fatımi devletine bölünmesi, İslam tarihinde askeri olarak acilen çözülmesi gereken arızi bir durum ve istisnai bir olay olup bu sırada kurtarıcı bir kahraman olarak seçkin komutan Selahaddin Eyyubi ortaya çıkmış, Fatımi devletini ortadan kaldırmış, Mısır’ı Hilafete ilhak etmiş ve ordusunu Filistin’e doğru harekete geçirmişti; böylece Haçlıların tuzaklarının bozulduğu, dinin sancağının dalgalandığı ve Allah Subhanehu’nun şu kavliyle amel ederek tüm Müslümanların birleştiği kamil bir kurtuluş oldu: إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92]

Bugün ümmetin mafsalları kesildi, bedeni parçalandı ve yaraları derinleşti; böylece ümmet, başta Gazze, Lübnan ve Sudan olmak üzere her yerde akan kanları durdurmaktan aciz kaldı; zira kalesini, kalkanını, gücünü ve otoritesini kaybetti; bu yüzden fikir, aidiyet ve sadakat olarak vatancılık fitnesinden etkilenen herkesin bu habis kor ateşi kaldırıp atması ve ondan uzaklaşması zorunlu bir hale gelmiştir; dolayısıyla vatancılık fitnesinin ümmeti imha edip yok etmek isteyen bir tehlike olduğunun farkına varması ve ümmetin akide, hükümler ve hayat tarzı olarak İslam’ı benimsemesi gerekir ki böylece Müslümanlara sımsıkı sarılmayı ve vahdeti farz kılan ve onları bölünmekten ve tefrikadan nehyeden Allah Subhanehu’ya kulluğun anlamı gerçekleşmiş olsun: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلا تَفَرَّقُواHep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” [Al-i İmran 103]

Beni Mustalık gazvesinde Muhacirlerden bir genç Ensardan bir gence vurdu. Derken birincisi: Yetişin ey ensâr! Diğeri de: Yetişin ey muhacirler! Diye yardım istediler. Bunu işiten Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: مَا بَالُ دَعْوَى الْجَاهِلِيَّةِ؟ Bu cahiliye davası da nedir?” Neler olup bittiğini anlattıklarında Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌ Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” İbn-i Cureyc’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir: دَعُوهَا؛ فَإِنَّهَا خَبِيثَةٌ... “Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o çirkindir…

Vatanın anlamı hakkında:

Lügatte vatan, bir kişinin bir yeri vatan edinmesi yani orada ikamet etmesi, orada oturması, oraya alışması ve orayı vatan olarak benimsemesi demektir.

(Mucemu’l Meâni el-Câmi’de) vatan, bir insanın ikamet ettiği, yerleştiği ve orada doğmuş olsun ya da olmasın kendisini oraya ait kıldığı yerdir.

Bu nedenle lügatte vatanın anlamı, bir insanın ikamet ettiği, alıştığı ve orada doğmuş olsun ya da olmasın ikamet ettiği yer demektir. O zaman açık bir şekilde şöyle denilebilir; yirminci yüzyılın başlarında Hilafet Devleti’nin yıkılmasının ardından, yani vahyin nazil olmasından on dört asır sonra sömürgecinin çizmiş olduğu hayali ve yapay sınırlarla sınırlı değildir; aksine tarih boyunca bir Müslüman, geniş İslam ülkeleri arasında dolaşmış ve kendisini vatanında ve kardeşlerinin arasında hissetmiş ve onların lehine olan onun lehine, onların aleyhine olanlar onun da aleyhine olmuştur.

Bunun da ötesinde Kerim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve sahabesi Rıdvanullahi Aleyhim’in hicret etmeleri, evlerini, geçim kaynaklarını, kavimlerini ve doğdukları toprakları terk ederek Medine-i Münevvere’yi kendileri için yeni bir vatan ve davetlerinin irtikaz noktası olarak benimsemeleri, İslam’da vatanın akideyle bağlantılı olduğuna, İslam’da ümmet mefhumunun, ırklar ve milliyetçilikle değil vatanın ve onun değerleri üzerinde bir araya gelmeleriyle bağlantılı olduğuna işaret etmektedir; “Eğer sadakat toprağa olsaydı Peygamber Mekke'yi terk etmezdi, eğer sadakat kabileye olsaydı Kureyş'le savaşmazdı ve eğer sadakat aileye olsaydı Ebu Leheb’den beri olmazdı; ama akide topraktan ve kandan daha üstündür.” Şöyle diyen kişiye Allah rahmet etsin:

Ben İslam’dan başka bir vatan bilmedim *** Bunun için Şam’da Nil vadisi de aynıdır

Ne zaman bir ülkede Allah’ın adı anılsa *** Burayı vatanımın özünden bir korunak saydım

Şam benim ailem, Bağdat benim tutkum *** Ben Rakmateynliyim, Fustat benim komşum

Benim uçtuğum güzel kanatlarım var *** Ruhumu fani dünyanın üzerine çıkaran

Hindistan’daki bir Müslüman şikayet ederse, bu beni endişelendirir *** Çin'deki bir Müslüman ağlarsa, bu beni ağlatır

Bu dünyayı bizim için hidayet eden bina etti ve buna hükmetti *** İkram etti, bende hidayet edene ve bina edene hamd ediyorum

Bilakis İslam'ın otoritesi Arap ülkelerini aşarak Türk, Kürt, Fars, Berberi ve Acemi ülkelerine kadar uzanmıştır; zira İslam, tüm ırkları, halkları ve cinsiyetleri, tevhid bayrağı altında akide ve dinin potasında eriten ve fıkıhta Darü'l-İslam olarak adlandırılan ve sınırlarının güvenliğinin ve otoritenin birleştiği bir yerdeki bir güç faktörü olmuştur; hatta İslam hadaratının yıldızı Endülüs’te parlayana kadar birçok kişi, Arap kordonunun yokluğunun onun düşmanların eline geçmesini kolaylaştırdığını düşünüyordu; ancak bugün Gazze’de yaşananlar, İslam’ın ve onun zirvesinin yokluğunda Arap kordonunun varlığının bir güç faktörü olmadığını teyit etmektedir.

Vatancılık, sömürgecinin ektiği zehirli bir meyvedir;

Vatancılık, tarih boyunca İslami fıkıh kitaplarında kendine bir yol bulamamış ve Allah Subhanehu'nun şeriatında bir temeli olmayan Müslümanlara yabancı bir fikirdir;aksine vatancılık, Haçlı devletlerinin, Müslümanların devletlerini yıkıp vahdetlerini yok ettikten sonra Müslümanların ülkelerini parçalayıp bölmeleri için Müslümanlara ihraç edilen Batılı bir sömürge ürünüdür. Çünkü Haçlı ülkeleri, yüzyıllar boyunca bu zor durumun içinde kalmaya devam ettikleri gibi ümmet de, dil ve etnik engellerin parçalamaktan aciz kaldığı tek bir varlık olarak kalmaya devam etmişti. Böylece vatancılık, sömürgecinin İslam beldelerindeki Farslar, Türkler ve Araplar arasında ektiği milliyetçilik fitnesini destekleyen bir fitnedir; ayrıca vatancılık, sömürgecinin bahçesinde olgunlaşan, haçlı nefretinin gizli suyuyla beslenen ve yaprakları arasında ulusal kurtuluş adına kimliğin saçmalığını, kültürün yok edilmesini ve vatan topraklarının tahrip edilmesini gizleyen zehirli bir meyvedir.

Dolayısıyla bir Müslüman “vatancılık” uğruna, yani parçalanmışlık gerçekliğini pekiştirmek için kendisini feda etmekte, “ulusal düşünce” ve “ulusal proje” Müslümanların vahdetinin önünde bir engel haline gelmekte ve “ulusal topraklardaki” kardeşlik, Allah için kardeşliğin önüne geçmektedir; böylece Sahabelerin ve fatihlerin torunları yabancılar ve belki de vatanın birliğini hedef alan teröristler haline,Ebu Leheb ve Müseyleme’nin torunları ise ulusal birliğin ortakları haline gelmişlerdir. Dahası ulusal toprakların savunulması, geçtiğimiz on yıllar boyunca milyonlarca Müslümanın hayatını kaybettiği, küçük bir toprak parçası üzerinde sözde ulusal bir egemenlik gerçekleştirmek adına orada burada Müslümanların kanlarının dökülmesinden zevk alan sömürgeci kâfirin amaçlarını gerçekleştirmek için binlerce âlim ve davetçinin hapsedildiği ve ulusal çıkar bahanesiyle onu parçalamak ve içindeki aktörleri değiştirmek için tekrar müdahale edebileceği kutsal bir vatan görevi haline gelmiştir.

Bunun da ötesinde ümmet mefhumunu ve onun manevi varlığını delip geçen bu siyasi izolasyon, düşmanlık hali ve ayrılıkçı eğilim, kutsal bir vatan görevi haline gelmiş ve birçok durumda ise İslam tarihini reddetme, onun üzerinden atlama ve siyasi hayata girmenin ve bağımsız bir ulusal binanın inşasına katılmanın bir şartı olarak Hilafete düşmanlığı ilan etmenin şart olduğu bir noktaya kadar ulaşmıştır. Bu da sömürgeci kâfirin ajan ve hainler devşirmesini, onları fitne, savaş ve huzursuzluk çıkarmak ya da bölünme gerçekliğini asgari düzeyde tutmak için bir araç olarak kullanmasını kolaylaştırmış, dahası kuruluşlarından bu yana ulusal devletlerin ordularının askeri doktrinine göre, sömürge sınırlarını korumak vatan uğrunda bir cihat haline gelmiştir. Böylece de cihat pusulası ortadan kalkmış ve normal rotasından sapmıştır.

Akıl ve basiret sahibi herkes için açığa çıkmıştır ki vatancılık fikrinden kastedilen, din olmaksızın toprağa sadakat ve aidiyetle sınırlandırmak olduğu gibi tevhit sancağı (Ukab Rayesi) dışındaki sömürgecinin bayraklarını ve sancaklarını takdis etmekle sınırlandırmaktır. Tüm bunların ötesinde kastedilen, dışarıyla komplo kurup yapısını değiştirmeye çalışarak “kurulu” ulusal devletin prestijini hedef almasından dolayı ulusal güvenliğe, toplumsal barışa ve ulusal egemenliğe yönelik bir tehdit olması itibariyle akide ve dine dayalı her türlü birlik çağrısını suç saymaktır. Bu da ulusal devletlerin birçoğunun anayasalarına göre, bu paçavra ve bayrakları onurlandırmak için ölüm cezasını gerektirmektedir. Ayrıca bunlar, savaşan ülkelerle askeri anlaşmaları onaylayan, askerlerini büyük sömürgeci güçlerin zimmetine veren ve Filistin’i özgürleştirmek adına ümmetin ordularının cihadını devre dışı bırakma karşılığında kapılarını savaşan ülkelerin büyükelçilerine, istihbaratlarına ve tüm pisliklerine açan aynı anayasalardır.

Vatancılık fikri, kökeni ve kaynağı itibariyle laik bir fikirdir; zira ulusal devlet, Hıristiyan Avrupa’da Vestfalya toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkmış olup Arap ülkelerinde milliyetçilik çağrısı yapan ilk kişi, “vatan sevgisi imandandır” sloganıyla bir gazete çıkaran Maruni Hıristiyan Butrus Bustani olmuştur. Nitekim bu slogan o zamana kadar Müslümanlar tarafından, dini bağlılığın barış ya da savaşa karar vermek için bir temel olması bir yana yaşam için bir temel bile olamayacağına dair açıkça çağrıda bulunanların anladığı şekilde anlaşılmamıştı.

لا إله إلا الله” bayrağını yüceltmeksizin vatan ve ulusal bayrak uğruna savaşan kişiye gelince; bu kişi vatancılığı savunanların örfünde şehit sayılmaktadır. Bu ise Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavline aykırıdır: وَمَنْ قَاتَلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَغْضَبُ لِعَصَبَةٍ أَوْ يَدْعُو إِلَى عَصَبَةٍ أَوْ يَنْصُرُ عَصَبَةً فَقُتِلَ فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌ Her kim körü körüne (çekilmiş) bir bayrağın altında savaşır, bir asabe namına öfkelenir veya bir asabeye davet eder veya bir asabeye yardımda bulunursa cahiliye ölümüyle ölmüş olur.

Böylece her bir vatanın evlatları, mezhepçilik ve iç savaşların fitnesinden güvende olmak adına vatanları uğruna başkalarıyla savaşmaya ve onların kanlarını ihlal etmeye başladılar; dahası Müslümanlar ve orduları nezdinde, vatan uğrunda savaşmak meşru görevlerden biri haline geldi; çünkü her gün bayrağı selamlamaya ve milli marşı söylemeye zorlanan gençlik bu şekilde yetiştirildi. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse, katil de, maktul de cehennemdedir.” Denildi ki: Ey Allah’ın Rasulü! Haydi katil öyle, peki ya maktule ne demeli? Bunun üzerine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: إِنَّهُ كَانَ حَرِيصاً عَلَى قَتْلِ صَاحِبِهِ O gerçekten arkadaşını öldürmek istemiştir.” [Buhari ve Müslim]

Arap ülkelerinde ulusal devletin ortaya çıkışı meselesinde dikkat çekici olan şey, bu laik bölgesel varlıkların dikilmesinin, İslam beldelerinin kalbinde Yahudi varlığını yerleştirme komplosuyla aynı zamana denk gelmesidir; bu da tüm bu karton varlıklar ve işlevsel rejimlerin, Hristiyan Haçlı ülkeleri için sömürge yerleşimleri ve arka bahçeleri haline gelmeleri içindir. Dolayısıyla Batı’nın İslam beldelerindeki gelişmiş askeri üssü olan Yahudi varlığı, bölünme ve parçalanma gerçekliğini pekiştirmenin ve Arap enerjisinin İslam enerjisiyle karışmasını ve İslam temelinde bir birlik olmasını engellemenin ana garantörü olarak rakipsiz biri olarak tercih edilmiştir. Suçlu Netanyahu’nun Arap Baharı devrimlerinin hemen ardından atıfta bulunduğu şey işte budur; zira bölgedeki çevre ülkeler arasında varlığın haritasının küçüklüğüne işaret etmiş, sonra doğudan batıya herkesin İslami bir Hilafet kurma hayalinde olduğunu eklemiş ve tüm Batı’yı tehdit eden bu tehlikeye karşı Amerikan liderliğindeki Batılı ülkelerin desteğini istemiştir.

Vatancılık büyük bir fitne ve ölümcül bir silahtır;

Sömürgecilik gerçekliğini demir yumrukla dayatan, ülkemizde yıkım ve tahribatı yayan Haçlı Batı olduğu gibi bağımsızlık vehmini eken, Yahudi varlığının süngünün başı olmasını isteyen bir yerleşim sisteminin parçası olarak ulusal devlet projesini pekiştiren de aynı Haçlı Batı'dır.Vatancılık kisvesine bürünmüş Arap rejimleri ise ümmet için bir savunma duvarı ve işgalciye karşı cihadın fiili bir engelleyicisi olmuşlardır.Bugün Gazze ve Lübnan’da, bunun öncesinde de Irak ve Afganistan’da yaşananlar, en iyi bir delil ve örnek olduğu gibi ulusal devleti, ümmetin siyasi intiharı ve evlatlarının aşama aşama öldürülmesi projesi olarak değerlendirmek için de ek bir argümandır.

Bu nedenle Yahudi varlığı ve onu çevreleyen ve koruyan Siyonist varlıklar, tek bir nişten ortaya çıkan tehlikeli sömürgeci projenin bir parçası olup bu niş de, sonuçları Sykes-Picot Anlaşması’na, Balfour Deklarasyonu’na, sömürgeci üstünlüğü sürdürmeye yönelik diğer mekanizmaların ve ister normalleştiklerini ilan etsinler isterse bir süre gizlesinler, birçok temel konuda Yahudi varlığıyla homojenliklerini gizleyemeyen bölgesel ve ulusal varlıkların bağımsız kültürel kuruluşuna yönelik araçların ortaya çıkmasına yol açan Campbell Konferansı’dır.

Kimliğin yok edilmesi, tarihin tahrif edilmesi, gerçeklerin bastırılması, bilimin kutsallaştırılması, akideye darbe indirilmesi, ahlaksızlığın yayılması, Allah'a davetin suç sayılması, ona davet edenlerin şeytanlaştırılması, Allah'ın yolundan uzaklaştırılması, terörizmle savaşmak için kılıç kullanılması ve hatta üretilmesi, ulusal devletin prestijini geri kazanma arzusu ve Amerikan yanlılığı ve Müslümanları taciz etme ve öldürme, enerjilerini devre dışı bırakma, onları kısıtlama, zenginliklerini yağmalama ve birliklerini engelleme karşılığında Amerika ile ittifak kurulması… evet bunların hepsi, ajan rejimlerin ortak oldukları ve Yahudi varlığı ile uyum içerisinde oldukları hususlardır. Hatta bazılarının Allah’ın dinine ve bir Müslüman kanının kutsallığına karşı cüretkarlıkları bakımından bu varlığın bile ötesine geçtiğini söylersek abartmış olmayız. Zira Şam’daki bir milyon insanı katleden ve dünya çapında 13 milyondan fazla insanı yerinden eden tiran Beşar rejimi, bizim için en iyi kanıt ve bir örnektir.

Farah Antoine adındaki laiklerden biri şöyle diyor: “Dünya değişti; modern devlet artık dine değil şu iki şeye dayanıyor:Ulusal birlik ve modern bilim teknikleri.”

Böylece sahiplerinin mefhumuyla vatancılık, ümmetin İslam temelinde yeniden birleşmesini ve kalkınmasını engellemek için ümmetin vücuduna saplanmış bir hançer olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani vatancılık, İslam temelindeki her değişim arzusunu öldürmek için bize karşı doğrudan yöneltilmiş bir silahtır. Nitekim bu kadar hançer yaraları ve vatanseverlik karşısında Müslüman, Müslüman kardeşini kurtarmak için harekete geçmeksizin canlı yayında Müslüman kardeşinin diri diri yakılışını izler hale geldiği gibi ulusal devlet de, orduların mübarek topraklardaki mustazaflara destek olma ve Mescid-i Aksa’yı Yahudilerin pisliklerinden kurtarma yönünde harekete geçmelerini engellemek için her türlü kısıtlamayı ve prangaları uygular bir hale gelmiştir. Yani ulusal topraklara dokunulması ve ulusal egemenliğin ihlal edilmesi dışındaki herhangi bir eyleme, hareket ve destek söz konusu bile olamaz. Diğer bir ifadeyle milliyetçilik afyonuyla uyuşturulan halklar, kesilme sırasını bekleyen koyunlar gibi kalmak istemektedir.Tıpkı ulusal rejimlerin işgali ve işgalciye dair tüm anlatı ve rivayetleri sırayla pekiştiren paslı çiviler olmanın yanı sıra çatışmayı ve savaşı düşünmekten uzak olmayı istemeleri gibi. Çünkü bu hadım olan liderler, ulusal seçimlerle, ulusal hükümetlerle ve ulusal çıkarlarla meşguldürler.

O halde vatancılık, habis bir fikir ve iğrenç bir cahiliye taassubu olduğu gibi “ulusal egemenlik” gerçekliğine isyan etme suçlamasıyla vahdet davetçilerini ortadan kaldıran ve siyasi açıdan aptal olanları, sadece vatan sevgisiyle kamufle eden ve insanları vatan için mücadele etme yönünde teşvik eden sahtekar ve uyuşturucu propaganda materyaline teşvik eden Siyonistleşmiş medyanın kurbanları haline getiren düşük bir bağdır. Yani vatancılık, bölünme, parçalanma ve dağıtma gerçekliğini pekiştiren bir vehimdir. Ayrıca vatancılık, başta ümmet mefhumu, ardından kalkınma, ulusal güvenlik, caydırıcılık politikası ve ortak savunma gibi tamamı Allah yolunda cihat gibi İslam’ın en üst zirvesiyle bağlantılı olan mefhumlar olmak üzere Müslümanlar arasındaki temel mefhumlarla çelişen ve bunları devre dışı bırakan bir fikirdir.

Basitçe vatancılık, ümmetin düşmanlarının istediklerini, istedikleri zaman ve istedikleri şekilde yapmaları için ümmeti bir nesne haline getiren halis bir sömürgeci eylem olduğu gibi patenti de bizim için milliyetçilik fikrini icat eden sömürgeci kafire aittir ve bunların tamamı, İslam ümmeti için yıkıcı küreklerdir. Peki akıl sahibi birisi bunların, inşa ve kurtuluş kürekleri olmasını bekleyebilir mi?!

Vatancılığın devletine gelince; bu, ümmetin sırtını düşmanlarına karşı açık bir şekilde bırakan ve sanayileşmeden, liderlikten ve önderlikten ve barış ya da savaş kararı almaktan yıldırım hızıyla ayrılmış olan bir Batı aracıdır; aksine o, büyük bir ihanet noktasına kadar ulaşan bitirme, istismar, baskı, zulüm, kötü gözetim ve mazlumları desteklememe mekanizmasıdır. Başarılarına gelince; dikenli tellerle çevrili, dahası biraz ithal yapay zeka ve birçoğu da yerel siyasi aptallar tarafından yönlendirilen hayali sınırlar için elektronik bir gözetim sistemi ile güçlendirilmiş beton veya çelik duvarlara sahip medeni bir sıfırdır.

Kurtuluş, milliyetçilik prangalarından kurtulmakla başlar;

İslam beldelerinde yaşadığımız bu acı gerçek, acı yabancılaşma ve mide bulandırıcı olağanüstü durum, şer'an kabul edilemez bir husus olup ümmetin bundan dolayı tövbe etmesi, kefaretini ödemesi ve İslam temelinde köklü bir değişim ve İslam Devleti'nin inşasını isteyenlerle birlikte çalışarak suçunu temizlemesi gereken büyük bir günahtır. Çünkü Filistin’i cihat yoluyla kurtarma davası, askerleri ve orduları başta olmak üzere tüm ümmetin davası olup ümmet içindeki bir parti liderlik etse bile partizan ya da ulusal bir dava değildir. Dolayısıyla bu, kıyamete kadar bir farz ve hükmün menatı da onlardır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” [Tevbe 24]

Vatancıların Müslümanlara dayattığı tüm kısıtlama ve prangalara rağmen ümmet doğmuş olup İslam akidesi, Kürt asıllı ve vatanı Şam olan birini Kudüs'e giden şerî bir yolu takip etmesine engel olmayan Selahaddin Eyyubi Rahimehullah gibi askeri bir komutan ortaya çıkarma gücüne sahiptir; dahası vatanları Kur’an’ın sancağı altında kurtarabileceğine olan inancı onu, orduyu Suriye’den Mısır’a harekete geçirmeye sevk etti ve kendisine Mısır’dan daha yakın olmasına rağmen Filistin’e gitmedi; ancak Müslümanların asasını bölen Mısır olduğu için, bugün Müslüman ülkelerdeki mevcut devletçiklerde olduğu gibi onların zayıflamalarına yol açmıştı. Bu yüzden ordunun, mübarek topraklara gitmeden önce Fatımi devletini ortadan kaldırmak için oradan geçmesi gerekiyordu ki öyle de oldu. Böylece Fatımi devletini ortadan kaldırdı ve Mısır’ı Hilafete ilhak etti. Sonra orduyu Filistin’e doğru harekete geçirdi; böylece kurtuluş, diğer vaadini gerçekleştirmek için olması gerektiği gibi oldu.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنْ أَحْسَنْتُمْ أَحْسَنْتُمْ لِأَنْفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوؤُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراًEğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık)” [İsra 7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Visam Atraş – Tunus

Devamını oku...

Mikati: “Hizbullah” Lübnan Cephesini Gazze Cephesinden Ayırmakta Geç Kaldı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Mikati: “Hizbullah” Lübnan Cephesini Gazze Cephesinden Ayırmakta Geç Kaldı!

Haber:

Lübnan’ın geçici Başbakanı Necip Mikati, İran’ın Lübnan’daki partisinin Lübnan cephesini Gazze cephesinden ayırmakta geç kaldığını söyledi ve ABD elçisi Amos Hochstein ile yaptığı görüşmesinin ardından yakın zamanda bir ateşkes sağlanması umudunu dile getirdi.

Mikati şöyle dedi: “Hedefimiz Lübnan’ı korumak ve “İsrail” saldırganlığını durdurmaktır; bölgeye doğru yola çıkan ABD elçisi Amos Hochstein ile temasa geçtim ve yakında bir ateşkese varmayı umuyoruz. Hochstein’ın bu hareketi ateşkese yol açacağını umduğum bir umut işaretidir. Hochstein bana, bugün işlerin dünden daha iyi olduğunu söyledi.”

Yorum:

Amerikan elçisi Hockstein’ın yüzüne bakıp onun yüz hatlarından bir umut çıkarmak, aciz Arap yöneticilerin bariz bir endüstrisi haline geldi. Bu ise kendisini hem bir ajan hem de bir nesne olarak kabul eden birinin halidir; zira Lübnanlılar tarafından zenginliği ve ticaretiyle tanınan Necip Mikati, hükümete geldikten sonra bir ışık görmeyi isteyen bir bakış açısına sahip ideolojik bir kişi olmak bir yana hiçbir zaman Lübnan’ın çıkarlarını gözeten Lübnanlı bir lider olmamıştır. Bu nedenle İslam beldelerindeki tüm yöneticilerle birlikte onun da aşağılık bir derecede olduğunu görmektesiniz.

Tahran’daki hedefleri için, İran’ın Lübnan’daki partisi, “oyalama savaşı” olarak tanımlanabilecek bir şekilde, Yahudilerin Gazze’ye yönelik canice savaşında Gazze’yi destekleyen ilk parti oldu. Şimdi de Tahran, Yahudi varlığının kendisine yönelik saldırılarına rağmen geri adım atıyor ve Amerika’nın tavsiyelerinden dolayı geri çekiliyor. Bununla birlikte Amerika, İran’ın Lübnan’daki partisine de, özellikle üst düzey liderlerine ulaşan Yahudi varlığının saldırılarından sonra geri adım atmasını, yani Gazze’yi yalnız bırakmasını tavsiye ediyor. Dolayısıyla ABD elçisiyle müzakere eden güçler, Yahudi varlığının Lübnan cephesinin Gazze cephesinden ayrılması şartının gerçekleştirilebilir olduğunu ima etmeye başladı ve böylece Hochstein’ın yüz hatları Mikati’nin önünde değişmeye başladı.

Eğer bu teyit edilirse İran ve onunla birlikte takipçileri de, Mısır’daki Sisi rejimi, Suud rejimi ve Ürdün’deki Abdullah rejimi gibi diğer aşağılık rejimlere katılacaklar, yani Gazze’nin çevresindeki aşağılık Arap çemberi tamamlanmış olacaktır. Bu şekilde onlar, Yahudilerin baskısından kurtulmanın ve bölgede siyasi bir güç olarak kalmanın yolunun bu olduğunu zannediyorlar.

Gerçek şu ki Allah’ın tuzağı, Yahudilerin ve Amerika’nın tuzağından daha büyüktür; zira bu bir akide meselesidir. Bu nedenle Allah, Gazze’deki sabırlı mümin kullarına yardım edecek ve bugün mevcut olan diğer güçlerin, gelmekte olan büyük zaferde hiçbir payı ve nasibi olmayacaktır. Zira bu, Allahu Teala’nın imtihanlarından biridir; dolayısıyla İslam ümmeti, tarihinde birçok kez kükrediği gibi kükreyecek ve Allah’ın düşmanı Yahudiler ve Amerika ile iş tutan, iş birliği yapan ve komplo kuran tüm güçler düşecektir.Bu, yarın ya da yarından sonraki gün mutlaka gerçekleşecektir ki bunun zamanı Allahu Teala’nın elindedir. Bu yüzden zamanı geldiğinde Allah, mümin toplumun kalplerini ferahlatacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Et-Temimi

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER