Pazar, 22 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudi Varlığı, Sinvar ve Hayali Bir Zafer Arama Yolculuğu!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yahudi Varlığı, Sinvar ve Hayali Bir Zafer Arama Yolculuğu!

Gaspçı Yahudi varlığının askerlerinin, dünyanın gözü önünde avlanıp koyun gibi sürüklendiği, tanklarından ve kamplarından çıkarılıp silahları alındıktan sonra sırtlanlar gibi esir alındığı Aksa Tufanı destanının ilk sahneleri yayınlanmaya başladığından bu yana, evet o zamandan bu yana Netanyahu liderliğindeki varlık, imajını düzeltmeye, prestijini yeniden kazanmaya ve hayali bir zafer oluşturmaya çalışıyor. Ki bu sayede insani kayıpları ve burunları yerlere sürtünen askeri yenilgileri silmek veya Aksa’yı İslam ile küfür arasında devam eden varoluşsal medeniyet savaşının başlığı olarak yeniden ön plana çıkaran günün şafağında başına gelen tarihi utancı ve halkların kolektif hafızasını silmeye çalışmaktadır.

Bundan dolayı Yahudi varlığı, zaman kazanmak ve büyük hatta küçük ülkelerden yardım ve destek talep etmek için Gazze’ye ve halkına karşı işlediği korkunç suçları örtbas etmek amacıyla mağdur rolünü oynuyor. Dünyayı siyasi şarlatanlık ve medya aldatmacası söylemleriyle doldurmaya devam ediyor; belki de bu şekilde varlığa yardım edilebilir, başına gelen felaketten kurtulabilir, Batı demokrasisinin aşınmış bakiyesinden geri kalanı da kurutmak yoluyla hızla bölgedeki askeri üstünlük konumuna geri dönebilir diye. Nitekim orduların ehlileştirilmesi ve “stratejik sabır” dizginiyle dizginleştirilmelerinin karşılığında varlık, insanlar için en ölümcül ve en güçlü silahlarla dolduruldu ki böylece suçlu varlık, kan dökmeyi hayatta kalma aracı olarak kullanarak tarihin en büyük asimetrik savaşını yürütebilsin. Aptal ve saf insanlar da kağıttan bir kaplan olan bu varlığın aniden yırtıcı pençeleri olan bir aslana dönüştüğünü zannetsin!

Hayali zafer arayışı savaşın ertesi günü, yani askeri komutan Yahya Sinvar’ın Gazze’deki 7 Ekim 2023 operasyonunun ve işgal ordusunun verdiği kayıpların beyni olarak görülmesiyle başladı. Zira Sinvar’ın adı savaşın ilk günlerinden itibaren İbrani medyasında yer almış ve işgalcinin ordu sözcüsü Albay Richard Hecht, Yahudi varlığının onu öldürme kararlılığına atıfta bulunarak Sinvar’ı “yerde yürüyen ölü bir adam” olarak nitelendirmiştir; bu da herkese meselenin birkaç saat içinde çözülebileceğini telkin etmek içindi. İşte o zamandan beri Siyonist ve Siyonistleşmiş borazanlar tarafından Sinvar’ın tünellerdeki varlığı hakkındaki bozuk plak kayıtları aktarılmıştır. 

Çatışma ve meydan okumanın tavanını Sinvar’ın kellesini bir savaş ganimeti olarak elde etme seviyesine yükseltmenin ve herkesi bu hedefe ulaşmak için seferber etmenin amacına gelince; bu bir yandan, onlar için uluslararası istihbarat çabaları birleştirilerek (Yahudilerin nazarında) gerçekleşebilecek bir hedef konulacak ve daha sonra da Usame bin Ladin öldürüldüğünde ABD’nin bahsettiği gibi sözde bir zaferden bahsetmesini sağlayacak, diğer yandan da Batı adına medeniyet ve varoluş savaşına girecektir. Çünkü bu varlık, Batı’nın İslam beldelerindeki gelişmiş bir askeri üssüdür ve İslam beldelerini bölme ve birlik olmalarını engelleme projesinin bir parçasıdır.Bu da direnişin başını ve 7 Ekim 2023 operasyonunu idare eden beyni ortadan kaldırmanın sembolizminden faydalanarak bu parçalanmış varlığa ve onun korkak ordusuna yüz suyunu ve prestijini geri kazandırmak ve tüm ümmetin kalbini dolduran zafer coşkusunu söndürmek yoluyla olacaktır.

Yahudi varlığının Birleşmiş Milletler temsilcisi Gilad Erdan birden fazla kez Sinvar’ın fotoğrafını yukarı kaldırarak ateşkes kararını ona bağlamıştı. Ancak bu münasebetlerin öncesinde ve sonrasında da öldürme, yakma, yıkma, aç bırakma ve kuşatma devam etti. Hatta bu medeniyet savaşına savaş gemileri, uçaklar, füzeler, tanklar, tonlarca bomba ve ateşli silahlar getirildi. Sakinlerinin konutları yıkıldı, tüm aileler yok edildi. Savaş makinesi vahşetinde Nazi suçlarını aşan bir Holokost ve soykırım üretmeyi başardı ve camiler, okullar, hastaneler ve evler sahiplerinin başlarına yıkıldı. Ancak uluslararası istihbaratın yoğun çabalarına rağmen, örneğin İranlı liderlerin başına gelenlerin aksine Sinvar’a ulaşmayı başaramadı!

Bu stratejik başarısızlık, paradoks ve uygarlık kopukluğu, bu mutant varlığın arkasında savaşmak için askere giden ve harekete geçen ve Mısır’ın uyarılarından Ürdün’ün ihanetlerine, bu ikisinden her birinin balistik füzelerin düşürülmesine katılmalarına, BAE, Bahreyn ve Türkiye’den kara ve deniz köprülerine, Suudi Arabistan’dan Mısır limanları üzerinden yakıt sevkiyatlarına, Arap ordusunun varlık liderleriyle yaptığı açık ve gizli toplantılara kadar bu varlığı korumaya ve desteklemeye çalışanların yanı sıra onun suçları ve zorbalığı karşısında sessiz kalanların tamamı dahil edildiğinde resim daha da netleşmektedir. Zira bu ülkelerin tamamı, kendilerini aşırıcılık, terörizm ve Netanyahu’nun şer ekseni (mevcut rejimlerin varlığını ortadan kaldıran birlik anlamında) olarak adlandırdığı tehditten korumak için bir vekalet savaşı yürüttüğüne ikna eden Yahudi anlatısına boyun eğdiler. Tüm bunlardan somut olarak anlıyoruz ki Arap rejimleri, ümmetin kalbine saplanan zehirli hançer tehlikesinin yanı sıra hayali “bağımsızlığı” elde ettiklerinden bu yana İslam ümmetinin halklarının bağrına çöreklenmiş bir tehlikedirler. Dolayısıyla Yahudi varlığının sert çekirdeğinin önündeki kabuklar olduklarına ikna olan ve kendilerini zorunlu olarak varlığın bir türü ya da onun bir tedarik hattı haline getiren bu rejimlerin tek bir sömürgeci hedefi vardır ki o da;Batı hegemonyası projesini sürdürmek ve Hilafet projesine karşı savaşını açıkça ilan eden Amerika ya da onun süngü başı Yahudi varlığı tarafından gizlenmeyen İslam Devleti'nin kurulmasını engellemektir.

Ancak kâfirlerin, onların askerlerinin ve işbirlikçilerinin bir araya gelmesine, kafirlerin, münafıkların ve İslam’dan nefret edenlerin bir yıldan fazla bir süredir bir devleti olmayan, aksine kuşatma altındaki silahlı gruplar tarafından savunulan bir ümmeti yenmek için ittifak kurmalarına ve kafir ülkeler ümmete, akidesine, kutsallarına ve Nebileri Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra’sına olan kinlerinden dolayı ümmeti yenmeye ve ezmeye çalışmalarına rağmen Gazze halkının ya da mücahitlerinin azmini ve kararlılığını zayıflatamadı.Aksine hepsi, Sinvar'ın sopasıyla yazdığı ve Allah Subhanehu’nun Yahudiler ve müttefikleri hakkındaki kavline olan inancımızı yenileyen insansız hava aracına karşı koyduğu başka bir kararlılık görüntüsü karşısında yenildi: لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعاً إِلَّا فِي قُرًى مُّحَصَّنَةٍ أَوْ مِن وَرَاءِ جُدُرٍ بَأْسُهُم بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَOnlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14]

Evet bu görüntü küfür halklarını hayrete düşürdü; ancak bu, istihbarat temelinde değil, tesadüfen gerçekleşen bir operasyonun kendi medyaları tarafından aktarılan bir görüntüdür. Zira komutan, silahı ve askeri kıyafeti ile kardeşleriyle birlikte düşmanla ilk temas hatlarında ortaya çıkmış olup bu görüntü aşağıdaki şekilde olmuştur:

Yer uçaklarla gözetilmiş, saatlerce süren çatışmanın ortasında birçok asker (altı bezli ordu) tarafından tanklarla top mermisi atılmış ve düşmanın kamerasına fedakârlık ve kararlılığın ilham verici bir resmini bırakmıştır ki bu tür bir komutanlık garip değildir; böylece sihir sihirbazın aleyhine dönmüş ve varlığın ve arkasındakilerin psikolojik yenilgisi, zaferi kucakladıklarını sandıkları bir yerden gelmiştir.Böylece savaşın hedefi Sinvar’ın başından sürekli öldürme ve kuşatmaya ve varlığı parçalanmaktan, kaybolmaktan ve diasporadan kurtarmaktan Nil’den Fırat’a, Gazze ve Lübnan’dan Bağdat ve Şam ülkeleri gibi İslam’ın tüm başkentlerine uzanan bir devlete intikal etmiştir. Böylece de varlığın hayalleri ve vehimleri genişlemiş, vahşi uygulamaları çoğalmış ve kan dökme eğilimi artmış olup bunların hepsi de Allah’ın izniyle onun yok oluşunu hızlandıran Tevrat'ın kehanetlerine dayanmaktadır.

Yahudi ordusu zaferiyle ve Allah rahmet eylesin Sinvar’ı öldürmedeki sözde başarısıyla övünürken küfrün başı Amerika bu konuda onu desteklemiştir. Bu arada ordularımız, tevhid sancağı altında gölgelenmek ve kindar ve kurnaz bir ajan yöneticiye değil de Allah ve Rasulü’ne itaat ederek Allah yolunda cihat etmek yerine, emanete ihanet eden ve kâfirlerle aynı safta yer alan facir yöneticilere itaat ederek, hâlâ her gün sömürgecinin dokumuş olduğu eskimiş paçavraları ihlal ettiği için askeri barış gücüne saldırmaya ve ülkenin düşmanlarının çizmiş olduğu hayali sınırları korumaya devam ediyor.

İslam akidesinin, çok az bir teçhizat ve sayıyla mübarek topraklardaki mücahitlerin kalplerinde ürettiği şey, geleneksel savaşlardaki normlardan çıkarak askeri bilimlere sıfır mesafe ve uygulamaları başta olmak üzere yeni teoriler ve fasıllar eklemek olmuştur; işte bunlar, cihat ümmetinin iman ve cihat okulu mübarek topraklardan ithal etme hakkına sahip olduğu askeri ürünlerdir. Zira stratejik, operasyonel ve taktiksel seviyelerdeki askeri teoriler, sahiplerinin nefislerinde İslam akidesinin gücü karşısında çökmüştür. Çünkü zafer hakkında Rabbani yasalar, yapay zekanın mekanizmalarına veya teknolojik gelişmenin denklemlerine boyun eğmemiş; aksine bir sopa, bir zafer imajı ve Aksa Tufanından korkan rejimlerin çatısı altına park etmiş savaş filolarının ortaya çıkarmaktan aciz kaldığı düşmanlar ve kindarlar için bir öfke hali ortaya çıkarmıştır.

Sonuç olarak artık saflar ayrılmış, Gazze sonrası aşama için boyunlar uzatılmış olup bir bütün olarak insanlığın, ABD'nin yıkım ve tahribat sponsorluğunu durduracak ve bu ölümcül siyasi boşluğu dolduracak birine ihtiyacı vardır; artık akıl ve basiret sahibi herkes için açığa çıkmıştır ki Allah Subhanehu, nehirden denize kadar Filistin’in kurtarılmasının mümkün olduğuna, bunun yolunun Allah yolunda cihat etmek ve anahtarının da kararlılık olduğuna, mümin için en güçlü silahın akide olduğuna, İslami projeye öncülük eden biri için halk tabanının düşmanlara karşı zaptedilemez bir kale olduğuna, iyi niyetin siyaset yapmak için yeterli olmadığına, siyasi irade olduğunda savaş endüstrisinin mümkün olduğuna, liderlik sanayisinin de ağır sanayilerden biri olduğuna, lideri Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem olan bir ümmet için liderler, fatihler ve büyük adamlar doğurmasının, halklara ve milletlere liderlik rolünü üstlenmesinin ve devletini ve hadaratını tarihin yönleriyle doldurmasının zor bir iş olmadığına dair halkları, orduları ve askeriyle ümmet için bir hüccet olsunlar diye Gazze’yi, halkını ve mücahitlerini seçmiştir.

Bazıları inkar etse de acı verici gerçek budur; bu yüzden özellikle orduların evlatları olmak üzere her kimde bir azim ve coşku varsa, hedefini yüksek tutsun, Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet için hazırlansın ve onun askerlerinden biri olsun ki böylece bu zorlu çalışmadan sonra kurtuluş şerefine nail olsun ve ümmet de ilk siretine geri dönsün. İşte o zaman askeri komutan ve Allah'ın kılıcı Halid bin Velid Radıyallahu Anh'ın Şam fethedildiğinde yaşadığı gibi Allah'ın günlerinden bir gün yaşayacaktır.

Müslümanların Halifesi Ebu Bekir Sıddık Radıyallahu Anh, Şam beldesini fethetmek ve Rum ordularıyla karşılaşmak için gönderdiği orduların savaş topraklarına ulaşmasının ardından Halid bin el-Velid, Ebu Ubeyde bin Cerrah'ın yerine komutayı almak için onları takip etmişti. Nitekim Filistin'in bir bölgesi olan Ecnadeyn’de Halid bin Velid Radıyallahu Anh Şam’daki murabıt İslam ordusunun savaş erkanı ile bir araya gelmiş, onları yeniden bir araya getirmek için askeri operasyon odasında onlarla acil bir oturum yapmış ve onlara etkili bir konuşma yapmıştır...

Halid bin Velid Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra komutan ve asker kardeşlerine şöyle demiştir: “Bu, Allah’ın günlerinden bir gün olup onda haddi aşmaya ve gurura gerek yoktur. Cihadınızda samimi olun ve amellerinizde Allah’ın rızasını isteyin; zira bugünün bir de sonrası vardır. Bugün onları siperlerine geri sürdük sürdük, yok eğer bugün bizi yenerlerse bir daha asla başarılı olamayız. O halde gelin içimizde iş birliği yapalım (sırayla komutanlık edelim); bugün içimizden biri komutan olsun, diğer gün de içimizden başka biri komutan olsun. Ta ki her birimiz ordu komutanı oluncaya kadar ama ilk günde komutanlığı bana bırakmanızı istiyorum.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Visam Atraş – Tunus

Devamını oku...

Çin ve Hindistan Arasında Gidip Gelen Maldivler, Daha Çok Mali Krizin İçinde Boğuluyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Çin ve Hindistan Arasında Gidip Gelen Maldivler, Daha Çok Mali Krizin İçinde Boğuluyor!

Haber:

26 Ekim 2024 tarihli Deccan Herald gazetesi, Maldivler'in Hindistan ile turizm sektöründeki beklentileri ele aldığını bildirdi. Bu gelişme, Maldivler Devlet Başkanı Muhammed Muizzu’nun Yeni Delhi’ye yaptığı ilk ikili ziyaret sırasında Hindistan'ı ülkesi için “turizm açısından en büyük kaynak pazarlardan biri” olarak nitelendirmesinden ve daha fazla Hintli turistin takımada ülkesini ziyaret etmesini umduğunu ifade etmesinden günler sonra gerçekleşti.

Yorum:

Muhammed Muizzu’nun Ulusal Halk Kongresi (PNC) ve ittifakı, “Hindistan’dan Dışarı” kampanyasının bir sonucu olarak parlamento seçimlerinde ezici bir zafere tanıklık etmişti. Muhammed Muizzu, rakibi İbrahim Muhammed Salih’e, Hindistan ile Uthuru Thila Falhu Adası Liman Projesi adı altında Hindistan'ın silahlı askeri varlığına izin veren ve altmış yıla kadar uzatılabilecek bir anlaşmaya vardığı için saldırmıştı.

Maldivler'de birbirini takip eden hükümetler “Önce Hindistan” ve “Hindistan’dan Dışarı” politikası arasında gidip gelmişti; zira 2009 ve 2018 hükümetleri dış politika olarak “Önce Hindistan” politikasını benimsemişti. Bu yüzden yöneticiler, Hindistan’ın askeri varlığına izin vermiş ve Hindistan’dan faizli krediler almayı kabul etmişlerdi. Buna karşılık 2012 hükümeti Çin'e yönelmiş ve Çin’den faizli krediler almıştı. Seleflerinin aksine Muhammed Muizzu'nun cumhurbaşkanı olarak ilk yurtdışı ziyareti Hindistan'a değil, aksine hükümetinin çeşitli anlaşmalar imzaladığı Çin’e olmuştur.

Muhammed Muizzu'nun Çin ziyareti öncesinde Modi, Hindistan'ın turizm açısından Maldivler'le rekabet halinde olan Lakşadvip Adaları’nda bir fotoğraf çekimi gerçekleştirdi.Sınırlı bir sanayiye sahip olan Maldivler’in zor durumdaki ekonomisi nedeniyle Hintli turistlere ihtiyacı vardır ve turizm ile balıkçılık onun en büyük iki gelir kaynağıdır; zira ülke gelirinin yaklaşık %90’ı turizmden alınan vergiler yoluyla elde edilmektedir.

Maldivler Hindistan ve Çin arasında gidip gelirken, daha çok faiz borcu içinde boğuluyor. Resmi veriler, dış borcun 2023 yılında 4 milyar Doları aşarak GSYH’nin yaklaşık %118’ini temsil ettiğini ve bunun da 2022 yılına göre yaklaşık 250 milyon Dolar arttığını göstermektedir. Maldiv Maliye Bakanlığı’na göre, Haziran 2023 itibariyle Çin İhracat-İthalat Bankası Maldivler’in dış borcunun %25,2’sine sahip olup ülkenin en büyük tek borç vereni konumundadır.

İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşan iki ülke arasında gidip gelmek yoluyla Maldivler’in ekonomik krizlerini çözmesi mümkün değildir. Mevcut dünya düzeni Müslümanlara ekonomik ve askeri açıdan zarar vermeyi garanti etmektedir;zira mevcut dünya düzeni, Müslüman ülkeleri sömürgeciler ve onların ajanları Hindistan ve Yahudi varlığı için bir sömürü alanı haline getirmektedir. Maldivler için çözüm, Müslüman bir ülke olması ve nüfusunun %99'nun da Müslüman olmasından dolayı geçmişte olduğu gibi Hilafetin bir parçası haline gelmesidir. Nitekim İslam, H. 548 M.1153 yılında buraya ulaşmış ve hüküm sürmüştür. Halife Muktefî-Liemrillâh ile güçlü bir temasın ardından Hükümdar Zafimi İslam'ı kabul ederek Sultan Muhammed Adil olmuş ve böylece Maldiv halkı kitleler halinde İslam'a girmiştir. Dolayısıyla Maldivler, Batılı sömürgecilerin gelişine ve kâfir bir bölgesel sistemin kurulmasına kadar Hilafetin bir parçasıyken gelişmişti.

Ey Güney Asya Müslümanları!Dinimiz sebebiyle bizimle savaşan ve bizimle olan savaşlarında başkalarına yardım eden ülkelerle ittifak kurmak caiz değildir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُواْ عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [Mümtehine 9]Nitekim Raşidi Hilafet, İslam ve Müslümanlarla savaşan ülkelerle tüm bağlarını koparacak, dünyanın en güçlü ve en zengin devleti olarak tüm Müslümanları birleştirecek ve geçmiş asırlarda yaptığı gibi uluslararası ticareti kontrol etmesine olanak tanıyacak şekilde dünyadaki tüm ana deniz yollarına ulaşacaktır.Allah'ın izniyle Hilafet, bir kez daha dünyanın en güçlü deniz gücü haline gelecek, bu da deniz kuvvetlerinin İslam için yeni topraklar fethetmesine izin verecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Melik – Pakistan

Devamını oku...

Trump’ı Desteklemek, İkiyüzlülük Ve Aldatmadır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump’ı Desteklemek, İkiyüzlülük Ve Aldatmadır!

Haber:

ABD başkan adayı Donald Trump, “İmam” Bilal ez-Zuhayri ve Michigan Müslüman toplumunun diğer önde gelen liderleri tarafından desteklenerek siyasi tarihin en geniş ve çeşitli koalisyonunu oluşturdu ve ez-Zuhayri, “Müslümanlar olarak Başkan Trump’ın yanındayız, çünkü o savaş değil barış vaat ediyor” dedi.

Yorum:

Bu menfaatçiler hâlâ küfrün kollarında debeleniyorlar, dinleri hakkında gevşeklik gösteriyorlar ve sabitelerinden taviz veriyorlar; aksine hatırlanması ve gözden geçirilmesi için yılların veya on yılların geçmesi gerekmeyen tartışılmaz gerçekleri inkar edip reddediyorlar.

Mesele Trump ya da diğer Batılı siyasetçilerin takip ettiği aynı ideolojiye dayanan çıkarları gerçekleştirmeye yönelik yalanın sürdürülmesinden öte bir şey değildir; bu ise kişisel çıkarları gerçekleştirme ve özel çıkarları koruma arzusudur. Zira onlara göre gaye vasıtayı meşru kılar; bu yüzden yalan onların yolu ve aldatma ise üsluplarıdır. Dolayısıyla kurbanların cesetleri üzerinde yürüyerek ve saptırma merdivenlerini tırmanarak hedeflerine ulaştıktan sonra yalanlarının dünyaya ifşa olması ya da aldatmalarının ortaya çıkması onların umurlarında değildir.    

Bunlar demokrasinin ilkeleri, üslupları ve metotları olup bugün bunların aklı başında olan bir kimseye gizli olduğunu sanmıyorum; zira ister basit ister büyük olsun günlük gerçeklikler ve olaylar, her sabahın şafağında ve her gün batımında bunları teyit edip kanıtlamaktadır. 

Amerika’daki Müslümanları temsil ettiklerini iddia eden ve Müslümanlar adına lider ve öncü olarak konuşmaya atlayan bu kişiler, bu utanç verici konumlarıyla kendilerini ümmetten ayırmakta ve kendi iradeleriyle küfrün kucağına atmaktadırlar. Sözde önde gelen liderler tarafından dile getirilen bu talepler, en iyi zanda bulunsak bile onların cehaletini yansıtmaktadır. Zira Donald Trump, Camilla Harris ve önceki ABD yöneticileri, Yahudilerle olan komploları ve doğrudan ya da vekilleri ve ajanları aracılığıyla Müslümanlara karşı işledikleri suçları ifşa olan kara bir geçmişe sahiptirler. Dolayısıyla onların sizlerden biriyle görüşmeleri ya da sizi platformlarında yükseltmeleri hiçbir şeyi değiştirmeyecektir; bu yüzden onların yalan vaatlerine aldanmanız doğru değildir. Yoksa sizleri daha fazla yanıltıp istismar etmeye devem etsin ve hedefine ulaşmak için size kullandıktan sonra sırtının arkasına atsın diye onunla tokalaşmayı bir onur nişanesi haline mi getirdiniz?!

Dikkat çekici olan şey ise, sosyal medya sitelerinde ve haber sayfalarında bu habere ilişkin takibat ve yorumların, ümmetin bu tutumları kabul etmediğini göstermesidir; zira ümmet artık düşmanının kim olduğunu öğrenmiştir. Bu yüzden bizler bu yoldan sapmış  insanlara, bu tavizlerden vazgeçmelerini, kendilerini ve çevrelerindekileri bu entrikalardan korumalarını, gözetmeleri için kendilerine emanet edilen bu ümmete güzel nasihatte bulunmalarını ve kâfirlerin destekçisi olmamalarını tavsiye ediyoruz! بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً *‏ الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعاً Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 138-139]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Yusuf Seleme

Devamını oku...

New York Times’ın Son Makalesi, Amerika’nın Afgan Mücahitlerini Bölme Stratejisine Dair Bir Diğer Örnektir

24 Ekim 2024’te New York Times gazetesi, Afganistan İçişleri Bakanı ile yapılan bir röportaja dayanarak bir dizi makale yayımladı. Bu makalelerden biri de ‘Afganistan’ın en çok aranan ismi şimdi değişim için en büyük umut olabilir mi?’ başlığını taşıyordu. Bu makalelerin amacı, mücahitleri bölmek ve bazı mücahitleri Amerikan çıkarlarına yönlendirmektir.

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti Medya Bürosu daha önce Amerika ve Batı’nın bu tür politikalar yürüttüğü konusunda uyarılarda bulunmuştu. 2023’ün başlarında Hizb-ut Tahrir, ‘Batının Mücahitlere Yönelik Yeni ve Tehlikeli Söylemi’ başlıklı bir kampanya başlatmıştı. Kampanyada Hizb, Amerika’nın mücahitleri ‘radikal Taliban’ ve ‘ılımlı Taliban’ diye ikiye bölmek için aldatıcı bir stratejisi yürüttüğüne dikkat çekmişti. Batı medyasının ve düşünce kuruluşlarının bu parçalama stratejisini nasıl takip ettiğini ayrıntılarıyla anlatan 11 sayfalık bir belge de kişisel olarak herkese dağıtılmıştı.

Amerika, Afgan mücahitlerinin birliğini siyasi, istihbarat ve düşünce nüfuzu önünde bir engel olarak görmektedir. Bu nedenle onları ‘kötü, radikal Taliban’ ve ‘iyi, ılımlı Taliban’ şeklinde bölmeye çalışmakta ve ‘iyi ve ılımlı’ kabul ettiği Taliban ile iletişime geçmektedir.  New York Times makalesi, belirli kişilerle daha fazla etkileşimi teşvik etmek için motive edici bir dil kullanmakta ve bu kişileri ‘pragmatist’ ve ‘ılımlı’ olarak tanımlamaktadır.

Batılı siyasetçilerin ve medyanın iktidardaki rejim yetkililerine karşı kullandıkları terimler hiçbir zaman basit veya anlamsız olmamıştır. Bu terimlerin arkasında büyük bir siyasi gündem yatmaktadır. Tarih boyunca sömürge güçleri, hakimiyetlerini güçlendirmek için farklı grupları yapay kimlikler oluşturarak sürekli olarak bölmüşlerdir. Asıl amaç, başlangıçta insanların zihinlerinde bir bölünme yaratmak ve uzun vadede iktidar mücadelesi ve çatışmalar için zemin hazırlamaktır. Bu yöntem, klasik ‘böl ve yönet’ stratejisinin güncel bir uygulamasıdır.

Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri, ‘ılımlı’ ve ‘radikal’ komünist fraksiyonları ayırt etmek için bu yöntemi kullanıyor, Sovyet etkisine karşı koymak amacıyla komünist ülkelerdeki ‘ılımlı liderlerle’ iletişim kurmaya çalışıyordu. Bu strateji, Sovyet döneminde Filistin, Suriye ve Afganistan’daki mücahitlere karşı da kullanıldı; onları ‘ılımlılar’ ve ‘radikaller’ diye kategorize ederek zayıflattılar, ılımlılarla işbirliği yaparak İslami gündemlerini saptırdılar.

Biz, mücahitlerin bölünme taraftarı olmadıklarını biliyoruz. Ancak Batılı ajandalara karşı uyanık olmak ve bunlardan kaçınmak çok önemlidir. Batı, mücahitlerin de benzer bir yaklaşım benimsemesi için onları pohpohlamakta, belirli bireyleri hedef almakta, onları Afganistan ve Batı arasında köprü olarak görmekte ve bu kişileri ‘değişim için en iyi umut’ olarak değerlendirmektedir. Ancak Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti, herhangi bir kişi veya grubu desteklemeden, temize çıkarmadan samimiyetleri sayesinde bazı mücahit liderlerinin köklü bir değişim yapabilecek potansiyelde olduğunu öngörmektedir; bu değişim, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafetin kurulmasına, İslam’ın tam olarak uygulanmasına, İslam’ın dünya çapında yayılmasına ve ümmetin birliğine yol açacaktır.

فَلَاتُطِعِالْمُكَذِّبِينَ* وَدُّوالَوْتُدْهِنُفَيُدْهِنُونَ* وَلَاتُطِعْكُلَّحَلَّافٍمَّهِينٍ* هَمَّازٍمَّشَّاءٍبِنَمِيمٍ* مَّنَّاعٍلِّلْخَيْرِمُعْتَدٍأَثِيمٍ“O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış kimselerden hiçbirine sakın boyun eğme.” [Kalem 8-12]

Devamını oku...

Seçim Yanılsaması: Laik Sistemde Oy Kullanmak Müslümanları Neden Hayal Kırıklığına Uğratıyor?

  • Kategori Amerika
  •   |  

Her dört yılda bir seçim zamanı geldiğinde, televizyonlarda, radyolarda, sosyal medyada ve çeşitli kuruluşlarda ‘Oy kullanın!’ çağrıları yükselir. Genellikle yerel örgütler, Müslümanları oy kullanmaya teşvik ederler. Yirmi yılı aşkın bir süredir Müslümanlar, bazı kazanımlar elde etmek veya zararı önlemek için belirli partilere veya adaylara oy vermeye teşvik ediliyorlar. 2000 yılında Müslümanlar George W. Bush’a oy vermeye teşvik edildiler. Ardından Bush’un başlattığı “terörle savaş”, İslam topraklarında geniş bir yıkıma ve yaklaşık bir milyon Müslümanın ölümüne yol açtı. 2008 yılında Müslümanlar olumlu bir değişim umuduyla Barack Obama’yı desteklediler; ancak Obama, FBI’ın gözetim programlarını genişleterek Amerika’daki Müslümanları hedef aldı ve Mısır’da Sisi gibi diktatörleri destekleyerek Ortadoğu’daki çatışmaları artırdı. 2020’de Müslümanlar, Gazze’deki katliamları destekleyen Joe Biden’a oy verdiler; oysa Biden, yerel düzeyde İslami değerlere aykırı gündemleri teşvik etti. Katliamlara karşı farklı geçmişlere sahip öğrencilerin düzenlediği barışçıl protestolar, Demokrat Parti’nin desteğiyle bastırıldı; Cumhuriyetçiler ise daha sert önlemler alınması çağrısında bulundular.

Gazze’de yaşananlar, bugünkü dünya düzeninin gerçek yüzünü gözler önüne seriyor. Küresel güçlerin desteğiyle gerçekleştirilen katliamlar, ‘demokratik’ olarak adlandırılan rejimlerin nasıl zulüm ve baskıyı desteklediklerini kanıtlıyor. Düşünce özgürlüğü sadece mevcut düzene hizmet ettiği sürece makbuldür. Tarihsel örüntüler, kararların halkın iradesinden bağımsız olarak genellikle yönetici elitin çıkarları doğrultusunda alındığını ve bu çıkarları tehdit eden seçim vaatlerinin hızla unutulduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlara sunulan şey, güçlülerin elinde olan ve gerçek değişime izin vermeyen bir sistemdir.

Seküler karar vericiler, Müslümanların oylarını önemsemeye başladılar. Ancak genellikle onları seküler sisteme entegre etmek ve entegrasyon adına İslami değerlerinden vazgeçmeye teşvik etmek amacıyla önemsenmektedirler. Bu stratejinin amacı, İslami topluluğun kendine has kimliğini yok etmek ve Müslümanları, sonunda İslami değerleri baltalayan seküler bir siyasi yapıya angaje etmektir.

Bazıları, iki partili sistemi zayıflatmak amacıyla küçük parti adaylarına oy vermeyi öneriyorlar; bunun Müslümanlara nüfuz kazandırabileceğine inanıyorlar. Ancak gerçek şu ki, sistemi kontrol edenler başlıca güç sahipleridir. Üçüncü bir partiye oy vermek, yalnızca iki ana partinin gücünü korumak üzere tasarlanmış bir sistemde nüfuz yanılsamasından başka bir şey değildir. Örneğin, Avrupa’daki çok partili sistemlere rağmen Müslümanlar giderek artan İslam karşıtı yasal düzenlemelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Partilerin sayısına bakılmaksızın aynı güç dinamikler devam etmektedir. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisini de bu durumu doğrulamaktadır:

لَا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ“Mümin bir delikten iki kez ısırılmaz” [Buhari ve Müslim]

Müslümanlar sık sık şu soruyu sorarlar: Eğer oy vermezsek, siyasi olarak pasif mi kalmış oluruz? Tam tersine, İslam, Müslümanları topluma aktif olarak katılmaya ve adalet çağrısında bulunmaya teşvik eder. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” [Nahl 125] Peygamber SallAllahu Aleyhi Sellem de şöyle buyurdu:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَراً فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ“Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” [Müslim] Müslümanların siyasi katılımı, seküler sistemlerde oy kullanmak ile sınırlı değildir, aksine iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak gibi yollarla da toplumda aktif olunabilir.

Katılım, İslam inancına dayanmalı ve hükümlerine uygun olmalıdır. Allah’ın indirdiklerine aykırı yasalar çıkaran sistemlerde oy kullanmak haramdır, çünkü bu, Allah’ın hükümleri yerine insan yasalarını kabul etmek anlamına gelir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” [Maide 50] İslam’a aykırı yasalar çıkarma yetkisi verilen adayların yarıştığı başkanlık ve milletvekili seçimleri, İslam ilkelerini ihlal eder ve şeri hükme bağlanmayan bir sistemi destekler. Oysa Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle uyarmaktadır:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” [Maide 44]

En doğru yol, Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi Sellem ve sahabelerinin izlediği yoldur. Onlar, geçici dünyalık çıkarlar uğruna İslam’ın değerlerinden asla ödün vermemişlerdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ“Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” [Ahzab 21] Bu ilahi yönlendirme, Müslümanları ilahi ilkelere uygun bir İslam siyasi kimliği inşa etmeye teşvik eder.

Amerikan Müslüman cemaatinin yerel ve küresel düzeyde büyük sorumlulukları vardır. Yerel düzeyde Müslümanlar, oy kullanmak için değil, İslam kimliklerini güçlendirmek, güçlü toplumsal bağlar kurmak ve davette bulunmak amacıyla siyasi platformlar kurmalıdırlar. Evsizlik, ekonomik eşitsizlik ve aile değerleri gibi konuları ele alarak Müslümanlar, toplum sorunlarına İslami çözümler sunabilir ve bu çözümleri çağın sorunlarına cevap veren bir alternatif olarak ortaya koyabilirler. Toplumda ve dijital ortamda Müslümanların etkili bir şekilde bulunması, insanların İslam dinini daha yakından tanımasına ve düşünmesine olanak tanır.

Küresel ölçekte İslam ümmeti, birliğini ve bağımsızlığını yeniden kazanmak, yozlaşmayı ortadan kaldırmak ve sömürgeci güçlerin etkisini yok etmek için hep birlikte çalışmalıdır. İslam inancına dayalı bu görüş, baskıcı rejimleri ortadan kaldırmayı ve Hilafet yoluyla adil bir İslam yönetimi kurmayı amaçlamaktadır. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi Sellem bu geri dönüşe müjdeleyerek şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır” [Ahmed] Hilafetin kurulmasıyla Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu buyruğu pratiğe dönüşecektir:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ“Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiya 107]

Allah’ın çağrısına icabet ederek, Müslümanları bu vizyon için çalışmaya, İslam bayrağı altında birleşerek toplumu İslam’ın rahmeti ve adaletiyle yönetmeye davet ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Kadın Kolları, ‘Eğitim Sistemindeki Yozlaşma Sistemin Yozlaşmasından Kaynaklanıyor, Sistemin Değişmesiyle Eğitim de Düzelecektir’ Sloganıyla Bir Kampanya Başlattı

Ülkenin eklemlerini kontrol eden sömürgeci nüfuzun bir sonucu olarak ülkenin tüm hayati sektörleri boğucu bir krizle karşı karşıya. Eğitim sektöründeki kötüleşme en büyük etkiye sahiptir. Eğitimin, birçok farklı alanla iç içe geçmiş karmaşık bir yapısı olduğu için ortaya çıkan bu olumsuz durum, Tunus’taki her bireyi, yani babaları, anneleri, öğretmenleri ve öğrencileri derinden etkilemiştir. Son eğitim döneminin başlaması, ülkenin anlamsızlık, hak ihlali ve tükenmişlikle dolu durumunu bir kez daha gözler önüne sererek, umutları daha da söndürdü... Veliler, öğrenciler ve öğretmenler bu durumdan olumsuz etkilendi.

Mevcut rejimin kırılgan istihdam politikalarını sürdürmesi ve eğitimcilere maddi ve manevi baskı yapması, ezilmişlik, haksızlık ve zulüm hissinin hâkim olduğu gergin bir ortam yaratmaktadır...

Uyuşturucu satıcıları ve serserilerin kol gezdiği güvensiz bir okul ortamı var. Yıpranmış ve kirli altyapı, illüzyon ve yanılsama üzerine kurulu bağımsız devlet idolünün çöküşünü haber vermektedir. Çarpık eğitim programları, İslam inancı karşıtı zehirli fikirlerle doludur. İşte tüm bunlar, cehalet ve yetersizliği daha da artırarak, devletin eğitimle okuma yazma öğretme ve doğru bir İslam inancını oluşturma hedefini gerçekleştiremediğini gözler önüne sermektedir.

Bütün bu şartlar altında, durumun netliği ve bütünlüğü konusunda şu yorumu yapabiliriz: Tunus’ta iktidarı kontrol eden kâfir sömürgeci, ülkede gerginlik, kaos ve yıpranmışlık atmosferini koruma çabasında ve eğitim, bu hedefe ulaşmak için kullandığı araçlardan biridir.

- Burgiba tarafından kurulan ulus devlet artık ne güvenlik ne eğitim sağlayabilmekte ne de insan onurunu koruyabilmektedir. Bu, düşünen ve akıl eden herkes için doğal ve beklenen bir durumdur.

- Batıl üzerine kurulan her şey batıldır. Dini hayattan ayırma esasına dayanan, inşa sürecine kâfir sömürgecinin katkı sağladığı, hatta doğrudan yönettiği bir devletin sizin devletiniz olmasını beklemeyin. Bu devlet, boynunuza saplanmış bir kılıç gibidir ve başkalarının dünyası uğruna sizi satmaktan zerre kadar çekinmez.

- O halde eşyayı isimleriyle adlandırmak zorundayız. Burgiba’nın ulusal devleti çökmüştür.

- Bu kargaşa ortamında bizi ilgilendiren asıl soru şu: Nasıl değiştirebiliriz? Ve bu krizden nasıl kurtulabiliriz?

Bu çerçevede, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Kadın Kolları, Allah’ın yardımıyla, ‘Eğitim Sistemindeki Yozlaşma Sistemin Yozlaşmasından Kaynaklanıyor, Sistemin Değişmesiyle Eğitim de Düzelecektir’ sloganıyla bir kampanya başlatmıştır. Allah’ın izniyle kampanya, şu üç ana başlık üzerinde duracaktır:

- Tunus’ta Burgiba’nın karanlık eğitim sisteminin kökleri ve tarihi.

- Laik ve Fransızca eğitim politikasının sonuçları ve bugünün gençliğini etkileyen ahlaki ve düşünsel kriz.

- Çözüm, İslam devletinin gözetim ve yönetimi altında olan İslami bir eğitim sisteminde yatmaktadır. Bu nasıl olacak?

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى * وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى“Eğer tarafımdan size bir yol gösterici gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker. Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” [Taha 123-124]

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 29/10/2024

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 29/10/2024
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- 29 Ekim Cumhuriyet Kutlamarı

 

H. 26 Rebiu's Sâni 1446 El-Muvafık M. 29 Ekim 2024

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER