Pazar, 22 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Blinken’in Ortadoğu’ya On Birinci Ziyareti Ve Ziyaretin Amacı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Blinken’in Ortadoğu’ya On Birinci Ziyareti Ve Ziyaretin Amacı!

Haber:

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Cuma günü, Ortadoğu bölgesine on birinci ve belki de son turunu tamamlıyor. Bu turun hedefi, bir önceki turunun bir benzeridir; yani Hamas tarafından kaçırılan “İsrailli” esirlerin serbest bırakılmasını da içeren bir ateşkes anlaşmasına varmak amacıyla “İsrail” ve Hamas arasında durmuş olan müzakereleri Katarlı ve Mısırlı arabulucular aracılığıyla yeniden canlandırmak.

Çarşamba günü "İsrail'e" giden ABD Dışişleri Bakanı, Başbakan Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmelerin ardından Washington'un "İsrail'in" Gazze Şeridi'ni yeniden işgal etmesini veya orada yerleşim birimleri inşa etmesini reddetme yönündeki tutumunu yineledi. Ve şöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumu budur… Başbakandan duyduğum şey de budur… Emekli generaller ya da hükümetin bazı üyeleri ne derse desin, biz bunu reddediyoruz...Şu andaki odak noktası rehinelerin geri getirilmesi, savaşın sona erdirilmesi ve bundan sonra ne olacağına ilişkin net bir plan oluşturulması olmalıdır.”

Blinken “İsrail’den” sonra Suudi Arabistan ve ardından Katar'a gitti. Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Âl Sani, Doha’da düzenlenen basın toplantısında, ABD ve “İsrail’den” müzakere ekiplerinin Gazze’deki ateşkes müzakerelerini hareketlendirmenin yollarını görüşmek üzere hafta sonunda Doha’ya geleceğini açıkladı. (BBC Arabic, 25/10/2024)

Yorum:

Blinken'in Ortadoğu’ya yaptığı son ziyaretin neredeyse tek bir amacı vardır ki o da şudur; Arap devletlerine baskı yapmak, onları Yahudi devletiyle olan sınırlarında sürekli tetikte tutmak, onları çatışmanın tamamen dışında bırakmak, dahası onların halklarını geçim meseleleriyle oyalamaları gibi, festivaller ve eğlencelerle meşgul etmeleri, Yahudi varlığına karşı herhangi bir intikam eyleminde bulunmalarını engellemeleri, Arap ülkelerini tüm imkanlarıyla çalışmaya ve halklarını dizginlemeye yol açacak her türlü vesileye başvurmaya devam etmeye zorlamak,Filistin davasına hizmet etmek amacıyla herhangi bir şeyi yapmak için yanıp tutuşan aktivistlerin engellenmesi, onların sadece dua etmekle yetinmesi ve onların Yahudi varlığının vahşi saldırganlığına karşı barışçıl halkçı ifadelerden mahrum bırakılması, onların sahip oldukları imkanlarla kendilerini savunmalarını engellemek, ardından komşu ülkelerin askeri, siyasi, ekonomik ve hatta medya açısından ona karşı harekete geçmemesini sağlayarak Yahudi varlığına güven vermek, sonra kaybedilen prestiji geri kazanması, 7 ekim 2023’teki yenilginin kötü imajının insanların zihninden silinmesi ve varlığın o tarihte lekelenen imajını parlatmak için Gazze Şeridi’ndeki askeri ve sivil hedefleri durmadan ve merhametsizce bombalamasına izin vermek.

Blinken'in on birinci ziyareti farklı bir bağlamda da gerçekleşmiş olabilir. Zira Yahudi ordusunun askeri hedef kredi tükenmek üzeredir; çünkü artık bombalanması gereken ve bombalanmayı hak eden hiçbir şey kalmadı. Gazze Şeridi’nde yıkım tamamlandı ve Amerika açısından siyasi yol, en önemli bir yol haline geldi. Başka bir ifadeyle Amerika’nın öncelikle istediği şey, sahada elde edilen askeri sonuçları istismar etmek ve bunları siyasi eylemlere dönüştürmektir.

Bu yatırımlardan ilki, Yahudi varlığının cevabını sınırlı hale getirecek ve İran'ın cevap vermesini gerektirmeyecek şekilde İran ve Yahudi varlığı arasındaki karşılıklı cevap verme senaryosunu sonlandırmaktır. Zira geçtiğimiz ay ABD Başkanı Biden, Netanyahu’ya, ordusunun İran'a vereceği tepkiyi, kapsamlı bir bölgesel savaşı önleyecek ölçüde ılımlı hale getirmesi için yoğun bir baskı uygulamış veBlinken de gelip bu sözü teyit ederek şöyle demiştir: “İsrail’in” İran’ın kendisine yönelik saldırısına, gerilimin daha da tırmanmasına yol açmayacak şekilde karşılık vermesi önemlidir”

Gerçekten de Yahudi varlığının İran’a yönelik son tepkisi zayıf ve cılız olduğu gibi ordusunun gurur, kibir ve küstahlıkla dolu tehditleriyle orantısız olmuştur.

Blinken ayrıca konuşmasında, Yahudi varlığına, özellikle ABD seçim döneminde, öldürme, daha fazla katliam yapma ve nüfusun bir kısmını kuzey Gazze'den orta ve güney bölgelere sürme girişiminde bulunma konusunda sürekli izin verildiği bir zamanda Gazze’nin işgalinin reddedilmesini, savaşın durmasının ardından ertesi gün için planın belirlenmesini ve çözüm için net bir siyasi vizyona duyulan ihtiyacı vurguladı.

Blinken, Washington’un her fırsatta tekrarladığı geleneksel tutumlarını hatırlatarak şöyle dedi: “İsrail”, Gazze'ye insani yardımın getirilmesi konusunda ilerleme kaydediyor ancak daha fazlasının yapılması gerekiyor ve bunun sürdürülebilir olması gerekiyor.” Ayrıca “Washington’un Gazze'de yönetim ve güvenlik konularında açık anlayışlara ulaşmak için çalıştığını” açıkladı ve "savaştan sonra Gazze'de ilerleme kaydedilmesi için somut planlar olması gerektiğini" de vurguladı.

Blinken’in on birinci turunun bölgeye bir veda niteliği taşıdığını da unutmamak gerekir; zira ayda ortalama bir kez düzenlenen bu mekik turları, kendisi ve yönetimi için bir veda turu niteliği taşımayı hak ediyor.

Özellikle ABD Dışişleri Bakanı ve diğer Amerikan elçilerinin yaptıkları turlarında önemli olan, Amerika’nın bölgedeki boşluğu doldurması ve bölge halkına ve dünyadaki siyasetçilere, Amerika’nın vazgeçilmez olduğunu ve çözüme ulaşsa da ulaşmasa da ortada bir sorun ve müşküle yer olmadığını hissettirmesidir; çünkü diplomatların hareket halinde olması ve ister uygulama ister çatışma yönetimi için olsun ABD projelerinin masada olması bile ABD’nin hedefini gerçekleştirdiği anlamına gelmektedir.

ABD'nin Ortadoğu’daki bu hummalı siyasi ve diplomatik faaliyetleri, Amerika'nın bölgedeki tek etkili ülke olduğunu ve diğer ülkelerin ancak onun dayattıklarını yapabileceğini göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Aklı Başında Olan Biri, Uluslararası Adalet Divanı’ndan İyi Bir Şey Umar Mı?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Aklı Başında Olan Biri, Uluslararası Adalet Divanı’ndan İyi Bir Şey Umar Mı?!

Haber:

Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa’nın ofisinden Pazartesi günü yapılan açıklamada, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) Gazze Şeridi'nde işgalciler tarafından soykırım yapıldığına dair yeni kanıtlar sunduğu belirtildi.Cumhurbaşkanlığı, belgenin “işgal hükümetinin soykırımı engelleyen sözleşmeyi nasıl ihlal ettiğini gösteren kanıtlar içerdiğini” kaydetti.

Güney Afrikalı diplomatik bir kaynak Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada ülkesinin “İsrail’in” Filistin’de soykırım yaptığı iddiasını kanıtlamak için ek olgular, kanıtlar ve argümanlar içeren ayrıntılı bir muhtıra sunacağını” belirtti.Aynı kaynağa göre, muhtıra verildikten sonra davalı tarafın gelecek yıl 28 temmuza kadar karşı bir muhtıra sunması gerekiyor (El-Arabi El-Cedid, 28/10/2024)

Yorum:

Aklı başında olan biri, Uluslararası Adalet Divanı’ndan iyi bir şey umar mı?!

Gazze’deki vahşi savaşın üzerinden bir yıl geçti ve her geçen gün şehit ve yaralıların sayısı artıyor, ara sıra sayıları hesaplayan ve trajedinin boyutunu yansıtan raporlar yayınlanıyor!

Yahudilerin baskınları sonucunda sadece son iki günde 96’dan fazla kişi şehit oldu ve 277’den fazla kişi de yaralandı; peki Uluslararası Mahkeme’nin üyeleri başka bir gezegende mi yaşıyorlar acaba?! Yoksa gerçeklere gözlerini kapamışlar da davaya karar verebilmek için işgalin aylar sonra sunacağı karşı muhtırayı mı bekliyorlar?!

Güney Afrika muhtırasını ilk sunduğunda, Uluslararası Adalet Divanı’nın Gazze’deki savaşın durdurulması emrini vermek dışında işgale karşı acil önlemler aldığı iddia edilmişti!

Daha sonra aralarında Türkiye, Nikaragua, Filistin, İspanya, Meksika, Libya ve Kolombiya’nın da bulunduğu çok sayıda ülke davaya katıldı. Geçen 26 mayısta Uluslararası Adalet Divanı, Yahudi varlığının Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah şehrine yönelik saldırısını durdurmasını emretmişti; bu ise mahkeme heyetinin kuşatma altındaki bölgede şehit sayısını azaltmak ve insanların çektiği acıyı hafifletmek amacıyla üçüncü kez verdiği ön emirdi.

Peki işgalci bu emirlere uydu mu yoksa bunları sırtının arkasına atarak bu uluslararası anlaşmaları ve yasaları kan, vücut parçaları ve patlayıcı tozlarla çiğnedi mi?!

Mahkeme işgalci Yahudi varlığını kınayan başka kararlar alsa bile ne değişecek ki?!Aksine Gazze’deki kardeşlerimizin yaşamış oldukları felaket durum,aylarca süren öldürme, bombalama ve yakma olaylarından sonra mahkemenin ne karar vereceği konusunda bir beklenti içine girmeye izin veriyor mu?!

Uluslararası Adalet Divanı hiçbir zaman ismiyle müsemma olmadı; zira o, başlangıcından bu yana ne adaleti sağladı ne de adaletsizliği caydırdı. Çünkü onun Suriye’ye ilişkin kararları bize hiç de uzak değildir ve liste bu şekilde uzayıp gidiyor; peki savaşı durdurma emri vermeyi bile reddetmişken Gazze’de yaşananlara bir son vermesi için ona başvurmak mantıklı mı?!

Artık herkesin uluslararası kuruluşların rolünü, onların suç ortaklıklarını ve hakları iade etmek bir yana mazlumları desteklemekteki acziyetlerini fark etmesinin ve çabalarını bu kuruluşlara yalvarmakla harcamamasının zamanı gelmiştir;şayet canlıya seslenmiş olsaydın seni işitirdi, ama senin seslendiğin kişi de hayat yok!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnet Tahir – Tunus

Devamını oku...

İslam Ümmeti, Akidesinin Birleştirdiği Tek Bir Ümmet Olup Ajan Rejimler İse Onu Bölmektedir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Ümmeti, Akidesinin Birleştirdiği Tek Bir Ümmet Olup Ajan Rejimler İse Onu Bölmektedir!

İran hakkında insanlar arasında, şiddetli bir saldırı, fiili bir bölünme ve açık bir ayrışma olduğu şeklinde iki grup ortaya çıkmıştır:

Birinci grup: İran’ı Yahudi varlığının bir başka yüzü olarak görmekte, onu "Doğu “İsrail" olarak nitelendirmekte ve sloganı da şöyledir: (Şiiler Yahudilerden daha tehlikelidir); şimdi bu grup aşağıdaki şekilde çalışmaktadır:

- İranlı milislerin suçlarını tüm iletişim araçlarında ve internet sitelerinde yaymak.

- İran’ı ve takipçilerini Şiilik, reddetme, şirk ve benzeri şekilde ifşa etmek, aşağılamak ve suçlamak.

- İran ve onun milisleriyle savaşmaya teşvik etmek.

- Onların açığa çıkan alametleri şöyledir: İran’ın Lübnan’daki partisinin genel sekreterinin öldürülmesinden dolayı sevinçli bir tutum sergilemek ve onun şehit olmadığı ve öldürülmeyi hak ettiği yönünde fetvalar ve sözler yayınlamak.

İkinci grup: İran’ın Müslümanlara daha yakın olduğunu, Yahudilere olan düşmanlığı ve Gazze’ye verdiği destek nedeniyle kendi tarafını seçtiğini söylemek olup bu grup da aşağıdaki şekilde çalışmaktadır:

- İran’ın ve milislerinin suç sicilini silmek ve hoşgörü çağrısında bulunmak.

- İster birinci taraf isterse diğerleri olsun, İran’a karşı duranları ifşa etmek, aşağılamak ve onları Siyonistlikle, Yahudi yanlısı olmakla ve kanlarının mubah olmasıyla suçlamak.

- “Siyonizm” bahanesiyle Yahudilere ve İran’a karşı duranlara karşı savaş açmak için İran ve milislerinin liderlik ettiği direniş eksenine katılma çağrısında bulunmak.

- Onların açığa çıkan alametleri ise şöyledir: İran’ın Lübnan’daki partisinin genel sekreterini Kudüs şehidi, şehitlerin efendisi ve diğer isimler adına şehit olarak benimsemek ve İran’ın diğer önde gelen takipçileriyle birlikte onu yüceltmek ve kutsallaştırmak.

Her bir grup kendi görüşünün mutaassıbı olup ateşe körükle gitmekte ve bu “fitneyi” ilk ve en önemli eylemleri olarak kabul etmektedir ki bunu açıklamak adına diyoruz ki:

Bu bölüme, Müslümanların birincil düşmanı Amerika ve onun üvey evladı Yahudi varlığının liderliğindeki kâfir Batı için “bulunmaz Hint kumaşıdır.” Bu bölünme, sadece ümmetin düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektir; zira bu savaş, Yahudilerin içinde bulundukları çıkmazdan kurtulmak ve Müslümanlarla olan savaşlarında başlarına gelen felaketten kurtulmak için körükledikleri bir savaştır. وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ... “Size karşı savaşa devam ederler…” [Bakara 217] Bu nedenle ister “Sünniler ve Şiiler”, ister “Araplar ve Farslar”, ister “direnişçiler ve sessiz kalanlar” olsun, herhangi bir kılıf altında Müslümanların saflarında herhangi bir fitneyi kışkırtmak, Yahudilere ve ümmetin düşmanlarına hizmet eden ve Müslümanlara fayda sağlamaktan ziyade zarar veren şeytani ve habis bir eylemdir. Yöneticiler ve politikacılar da dahil olmak üzere bu suça öncülük eden kişiler, saptıran ve saptırılan cehennemin kapılarındaki davetçiler olup kim onlara icabet ederse onu cehenneme atarlar ve her kim de onları takip ederse de ister bilerek isterse bilmeyerek ümmete ihanet etmiş olur.

Zaman, ümmeti düştüğü yerden kaldırma ve ümmeti, kendisi için çalışmanın azim bir farz olduğu, dahası farzların tacı olarak kabul edilen Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesinde “لا إله إلا الله محمد رسول الله” sancağı altında birleştirme ve halkları ve onlarla birlikte orduları harekete geçirme zamanıdır; bu da sömürgeci kâfirin hegemonyasını ve yöneticilerden onun hizmetkârı olanlardan başlayarak onun sistemlerine ve çözülmüş olan kâfir medeniyetine kadar yıkmak ve onun Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerin düşmanlarından olan imamlarına ve başkanlarına son vermek içindir. O halde ey Müslümanlar; ayağa kalkın ve Allah’ın kelimesini yüceltmek ve halkına asla yalan söylemeyen Hizb-ut Tahrir gibi samimi ve bilinçli bir liderliğin etrafında toplanmak için harekete geçin ve sizlerin izzetli olacağı ve insanlığın da bu kainatın Rabbi, yaratıcısı ve Meliki olan Allah Celle ve Celaluhu’nun razı olduğu İslami bir hayatla mutlu olacağı Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir’le birlikte çalışın. Nitekim Subhanehu şöyle buyurmuştur: هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَO (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 33]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Bekir El-Varafi – Yemen

Devamını oku...

Amerika, Onun Ortadoğu’daki Kuvvetlerini Güçlendirmesi ve Blinken’ın Okluğunda Taşıdıkları!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika, Onun Ortadoğu’daki Kuvvetlerini Güçlendirmesi ve Blinken’ın Okluğunda Taşıdıkları!

Haber:

ABD Başkanı Biden, 16/10/2024 tarihinde Kongre’ye yönelik bir mesajında şunları söyledi: “Güçlerimizi daha iyi korumak ve “İsrail‘in” savunmasına verilen desteği artırmak için askeri duruşumuzu ayarladık.” “Bu ise uçak gemisi grubunun... ve destroyer eskortların genişletilmesini ve F-35C Lightning 2 beşinci nesil savaş uçaklarıyla donatılmış uçak gemisi hava kanadını… Balistik füzelere karşı savunma yapabilen muhripler ve bir füze denizaltısı da dahil olmak üzere ek muhriplerin konuşlandırılmasını… F-22, F-15, F-16 ve A-10 saldırı uçakları ve diğer kuvvetlerden oluşan çok sayıda dördüncü ve beşinci nesil avcı ve saldırı filosunu içermektedir...Amerikan kuvvetleri, Amerikalıları ve mallarını İran‘ın ve onun sadık milislerinin saldırılarından korumak ve kararlılığımızı sürdürdüğümüz “İsrail’in” savunmasını desteklemeye devam etmek de dahil olmak üzere önemli ulusal çıkarlara hizmet etmek üzere konuşlanmaya devam edecektir…” Ve şöyle dedi: “İsrail’de” bir balistik füze savunma sisteminin konuşlandırılmasına ve bu tür bir savunma tutumu haklı olduğu sürece daha fazla balistik füze saldırısına karşı savunmak için onu çalıştırabilecek ABD hizmet personeline yöneldim.” Pentagon sözcüsü Pat Ryder de, “Önümüzdeki günlerde daha fazla ABD askeri personeli ve THAAD bataryasının parçaları “İsrail’e” ulaşmaya devam edecektir” dedi.

Yorum:

THAAD sisteminin (kısa ve orta menzilli tehdit unsurlarına karşı geliştirilmiş, ABD kara kuvvetlerine ait bir balistik füze savunma sistemidir), atmosferin içindeki ve dışındaki balistik füzeleri hedeflerine doğru giderken vurmak üzere tasarlandığı, savaş başlıkları içermediği, aksine kinetik silah olarak kabul edildiği, kamyonlara monte edilmiş platformlardan fırlatıldıktan sonra yüksek hızlarda çarparak hedeflerini yok ettiği söyleniyor.

İbrani Kanal 12’nin 12/10/2024 tarihli haberinde şöyle geçti: “Amerikan askerleri, bu sistemin bataryalarını ilk kez “İsrail’de” çalıştıracaklardır.”

Yahudilerin savunmaları, uzun menzilli Arrow sistemine, orta menzilli David’s Sling’e ve kısa menzilli Demir Kubbeye dayanıyor ve bunlar, hedeflerini vuran İran füzelerinin çoğunu önlemede başarısız oldular ve bunun sonucunda da hava üslerinde insani ve maddi kayıplar meydana geldi. Yahudi varlığı, içerideki maneviyatlarının etkilenmemesi, karşı tarafın sevinmemesi ve popülaritesini artırmaya yönelik ivme kazandırmak için kayıplarını açıklamadı.

Yahudi liderler güçlü ve kesin bir saldırı başlatarak karşılık vermeye karar verdiler ama Amerika onlardan nükleer ve petrol tesislerinden uzak durmalarını istedi ve tepkinin Devrim Muhafızları’ndaki İranlı liderleri, istihbaratı ve orduyu etkileyeceğine dair haberler sızdırıldı.

Görünen o ki Amerikalılar, Yahudi varlığının yanıt verme planlarını engellemek için bunu kasıtlı olarak sızdırdılar; çünkü Amerika kendi yörüngesinde dönen İran rejiminin düşmesini istemiyor ve bunu kendisi için büyük bir kayıp olarak değerlendiriyor. Nitekim Amerika, 1979’da devrim patlak verene kadar sürekli olarak İran’a girmek ve orada koyun rejimi tarafından temsil edilen İngiliz nüfuzunu devirmek için çalıştı; dolayısıyla İran’ın iç işlerine karışmaması şartıyla kendi yörüngesinde hareket edeceğine söz veren lideri Humeyni aracılığıyla yeni rejimin kazanması için İran’ı destekledi.

İran’ın yüz suyunu korumak için daha önce iki kez yaptığı gibi karşılık vermesi gerekiyordu ama o Yahudi varlığına karşı savaş açma konusunda ciddi değildir. İran’ın fırsatı ve gerekçeleri olduğu ancak samimi bir iradeden yoksun olduğunu bilinmektedir. Ayrıca İran, Yahudi varlığının konumunun, kendisinin yok edilmesine veya ciddi şekilde zarar görmesine izin vermeyecek olan Amerika’nın elinde olduğunu da biliyor; çünkü Yahudi varlığı, Amerika’nın bölgedeki ana üssü olup onun güvenliğini kendi güvenliğine bağlamıştır. Bu yüzden Biden‘ın Kongre‘ye yönelik mesajı, Yahudi varlığına, Amerika’nın kendilerini terk etmeyeceği, ne kadar silahlanırlarsa silahlansınlar kendilerini güvende hissetmeyenlerin onlar olduğu, dolayısıyla İran’a saldırmaya gerek olmadığı konusunda güvence vermek için bölgedeki Amerikan varlığını güçlendirmek ve aynı şekilde itaat evine girip isyan etmeyi terk edinceye kadar varlığın üzerindeki baskıyı artırmak için gelmiştir. Bölgenin Amerikan üsleriyle dolu olduğu, Aksa Tufanından bu yana Amerika’dan Yahudi varlığına silah taşımak için 500’den fazla uçuş yapıldığı ve Doğu Akdeniz‘de onu korumak için aralarında uçak gemileri ve muhriplerin de bulunduğu 20’den fazla savaş gemisinin konuşlandırıldığı ve orada varlığın çıkarlarını korumak için onlarca Batı uydularının olduğu bilinmektedir! Bu arada küçük ve kuşatılmış olan Gazze tek başına direniyor ve hiç kimse ona bir kurşun dahi vermiyor!

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Aksa Tufanından bu yana 11’inci kez ziyaret turu için bölgeye gelerek anlaşmaya varılmasının önünde engel olarak gördüğü Sinvar’ın şehit edilmesinin ardından 24/10/2024 tarihinde Katar’da şunları söyledi: “Çözüm için bir fırsat var; çünkü engel, artık var olmayan Sinvar’dı.” Yalan söylemek ona bir zarar vermiyor; zira Sinvar, siyasi büro başkanlığını üstlenmeden önce Hamas, Biden’ın planını kabul etmişti ancak bunu engelleyen Yahudi varlığı olmuştu. Yahudiliğiyle övünen ve yalanlar uydurup diğer tarafları aldatan Blinken, amacı Amerikan projesi dahilinde Yahudi varlığını savunmak olduğu için şöyle dedi: “Çatışmanın yayılmasını önlemek için yoğun bir şekilde çalışıyoruz.” Onun ilk turdan itibaren hedefi buydu; yani Yahudi varlığı Gazze halkının kanlarını akıtıp her şeylerini yok ederken ve Amerika ile Batı ülkeleri ona her türlü ölümcül silahları temin ederken Gazze halkını korumak veya onlara yardım etmek için herhangi bir tarafın müdahale etmesini engellemekti.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...

“Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi daha hayırlı yoksa sonu mu bilinmez.”

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

مَثَلُ أُمَّتِي مَثَلُ الْمَطَرِ لَا يُدْرَى أَوَّلُهُ خَيْرٌ أَمْ آخِرُهُ

Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi daha hayırlı yoksa sonu mu bilinmez.”

Haber:

Medya organları, Tel Aviv’in kuzeyinde, Mossad'ın merkezini de içeren işgal ordusunun askeri istihbarat biriminin karargahının yakınında bulunan bir otobüs durağında bir kamyonun çok sayıda İsrail askeri ve yerleşimciyi ezmesinin ardından bir kişinin öldüğünü ve çoğu asker olmak üzere yaklaşık 49 kişinin de çeşitli derecelerde yaralandığını bildirdi.1948’de işgal edilen Filistin’in üçgen bölgesindeki Kalansuva şehrinden olan kamyon şoförü şehid edildi.Yaralıların çoğunun askeri üslerine gitmekte olan askerler olması nedeniyle operasyon son zamanların en zor ve en büyük operasyonlarından biri olarak nitelendirildi.

Yorum:

Gazze’ye yönelik soykırım savaşından önce işgal hükümeti, 2021 yılında Kudüs’ün Kılıcı savaşına paralel olarak başlatılan Hibat el-Karama’ya katılmalarının akabinde Kudüs ve 48 topraklarındaki çok sayıda Filistinliyi takip eden Acil Durum Yasasını yürürlüğe koymuş ve işgal mahkemeleri ağır para cezalarının yanı sıra uzun hapis cezaları vermişti; bu da gerek içeride gerekse Gazze’nin çevresi Kudüs’te yaşanan soykırıma karşı kitlelerin harekete geçmesini neredeyse tamamen sınırlandırmıştı.

İster soykırım savaşına karşı protesto gösterileri olsun, ister elektronik medya organları olsun, isterse işgal ordusunun suçlarını ifşa eden herhangi bir içeriğin yayınlanması olsun her türlü ifade özgürlüğünü bastırmak yoluyla Kudüs şehrini ve iç bölgeleri soykırım savaşının gidişatlarından ve onunla etkileşime geçilmesinden izole etmeye yönelik kısıtlamalara, kovuşturmaya ve bu girişimlere, Gazze'ye destek olarak yorumlanan neşriyatların akabinde benzeri görülmemiş bir tutuklama kampanyasının yanı sıra başta üniversiteler olmak üzere kişi veya kurumların takibe alınmasına ve direnişi kışkırtma ve destekleme olarak yorumlanabilecek her türlü eylemin izlenmesine rağmen; evet tüm bunlara rağmen bu araçlı olay da dahil olmak üzere, Kudüs ve işgal altındaki topraklarda yaşayan gençler tarafından gerçekleştirilen ve eldeki mütevazı imkanlara rağmen insanları öldüren ve yaralayan etkileyici bireysel operasyonlar meydana gelmiştir.

Ürdün, Türkiye ve başka yerlerden olan kişiler tarafından Filistin’de gerçekleşen şehadet operasyonlarını ve aynı şekilde yürüyüşleri, gösterileri, protestoları ve sınırların açılması taleplerini hepimiz gördük. Her ne kadar bunlar münferit vakalar olsalar da bu, ümmetin ve evlatlarının hayırseverliğini, akidelerinin güçlü olduğunu ve yöneticiler gibi yüzüstü bırakmadıklarını ve onların sadece gerçek bir destekte bulunmak ve bu nefret dolu işgali ortadan kaldırmak için kendilerine liderlik edecek ve onları doğru yöne yönlendirecek birine ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Ayrıca onların, Yahudileri kökünden söküp atacak ve dünyayı onların şerlerinden kurtaracak güçlü bir ordunun ortasında kendilerine liderlik edecek bir komutana ve kalkan olacak bir İmama ihtiyaçları da vardır. Dolayısıyla umut vardır ve yaşanan her şey, tüm çirkinliğine rağmen Allah’ın izniyle yaklaşan zaferin işaretleridir; bu yüzden bizim, Allah murdarı temizden ayırıncaya kadar sabra, imana ve tahammüle ihtiyacımız vardır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

مَّا كَانَ اللهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّى يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاءُ فَآمِنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌAllah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.” [Al-i İmran 179]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Şayet Allah Yolunda Kurban Olmayı Reddederseniz O Zaman Tağutların Kurbanları Olacaksınız!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Şayet Allah Yolunda Kurban Olmayı Reddederseniz O Zaman Tağutların Kurbanları Olacaksınız!

İran ve diğer rejimler, Amerika’nın kendilerinden hoşnut olmasını sağlamak için sahip oldukları tüm adamlarını ve askeri liderlerini ilahları Amerika’ya kurban olarak sunmaya hazırdırlar. Nitekim bu hakikat, özellikle Lübnan’daki suikastlar ve İran’ın Lübnan’daki partisinin liderinin tasfiyesi edilmesinin ardından giderek daha açık ve aleni bir hale gelmiştir. Yahudi varlığı, bu liderlerin nerede olduklarını ya da hareketlerini bu kadar doğru bir şekilde hesaplayacak kadar gayb ilmine sahip değildir. Dolayısıyla Yahudi varlığı, şayet Hasan Nasrallah’ın nerede olduğundan emin olmasaydı, ona, her biri 5000 kilo ağırlığında ve 85 milyon Dolar değerinde olan bu kadar çok sayıdaki füzeleri fırlatmazdı. Allahu Teala bizi,     bu kişilere başvurmamamız konusunda şu kavliyle uyarmıştır: وَلَا تَرْكَنُوٓاْ إِلَى ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ ٱلنَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ مِنْ أَوْلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَZalimlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” [Hud 113] 

Hak yolunda fedakârlık yapmayı ve Allah’ın kelimesini yüceltmeyi reddeden biri, bu kurnaz kişilerin oyunlarının kurbanı olacaktır. Zira bu İran ve diğer hain rejimler, kendilerini Amerika’ya sattılar, onu kutsallaştırdılar, Amerika’yı kendilerini zarardan kurtaracak ve güvenliklerini sağlayacak biri olarak kabul ettiler. Bu yüzden bu rejimlere ve efendilerine başvurmak bir intihar ve amellerin boşa gitmesidir. Zira bu rejimlerin tamamı tek bir hedef üzerinde ittifak etmişlerdir ki bu da kendi tahtlarını korumaktır. Bunun için efendilerine itaat ederek Yahudi varlığını bileği saran bir bilezik gibi sardılar ve Yahudi varlığını hoşnut etmek Amerika’yı hoşnut etmek olduğu için Yahudi varlığını hoşnut etmek için yarıştılar. Bakın işte İran bugün bu lanetli insanlara bedava bir zafer veriyor. Ayrıca İran’ın savaş makineleri bir yıldır Gazze’nin gösterdiği kararlılığın onda birini bile göstermekten aciz kaldığı gibi Yahudilerin angajman kuralları dedikleri kırmızı çizgileri aşmalarına izin verdiği halde hâlâ ona tutunuyor ve aşağılık ve utanç verici sessizliğini ve eylemsizliğini “stratejik sabır” olarak adlandırıyor!

Vallahi bizleri daha önce kendisiyle aldattığınız tüm parlak maskeleriniz düştü, hak geldi ve batıl yok olup gitti. Artık bu hainlerin hiçbir çıkış ve kaçış yolları yoktur. Bakın işte onların ve koltuklarının yok oluşuna işaret eden durumlar şiddetlenmiştir. Nitekim bizler, kardeşlerinin kanının intikamını alan ve zulüm ve zillet içinde yaşamayı reddeden bir ümmetiz. Bakın işte Allah’ın izniyle sizlerin kaldırılıp atılarak kökünüzün kazınacağı ve sizin yerinize, Allah’ın ve dinin düşmanlarına hizmet etmek için değil, Müslümanlara yardım etmek için orduları harekete geçirecek yiğit ve cesur bir Halifenin atanacağı gün yaklaşmaktadır. İşte o zaman Halife ve onun arkasındaki muhlis mücahitler yola çıkacaklar ve onların boğazlarından yankılanan zafer tekbirlerini işiteceğiz. Böylece mümin toplumun kalpleri ferahlayacak, Ukab bayrağı göklerde dalgalanacak ve zorba yönetimin ortadan kalktığı ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin başladığı ilan edilecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatice Salih

Devamını oku...

Toplumsal Çöküntü ve Ekonomik Krizden Başka Bir Marifeti Olmayan Cumhuriyet Müflis Bir Sistemdir

Basın Açıklaması

Toplumsal Çöküntü ve Ekonomik Krizden Başka Bir Marifeti Olmayan Cumhuriyet Müflis Bir Sistemdir

Yıllardır çözülemeyen ekonomik krizlerin, yürekleri sızlatan insani krizlerin, her geçen gün artan kaos ortamının, bir türlü bitirilemeyen terör sorununun ve karşı karşıya kalınan toplumsal çöküntünün gölgesinde bu sene de 29 Ekim kutlamaları yapıldı. Dini devletten ayırma ve hayattan uzaklaştırma esasına dayalı laikliğin tatbik edildiği Türkiye Cumhuriyeti, sağlıktan eğitime, güvenlikten üretime, adaletten ahlaka hiçbir alanda bu halka refah, huzur ve yüksek hayat standartları verememiştir. Durum her geçen gün dünü aratacak kadar kötüye gittiği halde, devlet erkânı ve sistem içi aktörler, şatafatlı tören ve konserlerle laik Cumhuriyetin kuruluşunu kutluyorlar, köhne rejimi diri tutmak için yeni Türkiye Yüzyılı ideallerinden söz ediyorlar.

Sömürgeci Batı’dan ithal edilmiş beşer mahsulü küfür nizamlarıyla donatılmış bu devlet mekanizması, devletlerarası düzeniyle, kurumlarıyla, bağlayıcı anlaşmaları ve şantajlarıyla Batı’nın boyunduruğundan bir türlü kurtulamıyor. Temiz toplum ve dindar nesil sloganları atılırken ailelerimiz yok oluyor, gençlerimiz sapkınlık, bağımlılık, ahlaksızlık çukuruna sürükleniyor, kadınlarımız katlediliyor, çocuklarımız kendilerini güvende hissedemiyor. İstatistikler, rakamlar ve öngörüler üzerinden pembe tablolar çizilirken, ekonomik ve finansal krizlerle halkımız gün geçtikçe yoksullaşıyor, insanca yaşam imkânlarından mahrum bırakılıyor. Muazzam faiz ve borç yükü, acımasız vergi uygulamalarıyla dar gelirli kesimlere yükleniyor. Yolsuzluk, hırsızlık, kolay yoldan para kazanma hevesleri toplumun her köşesinde kol geziyor. Hastaneler, okullar, kamu kurumları, yerel yönetimler, sosyal tesisler yetersiz ve kalitesiz hizmetlerden ötürü adeta can çekişiyor. Sanayi sektörleri ithalata bağımlı, tarım ülkenin kendi kendine yeterliliğini sağlamaktan çok uzak, işgücü ve istihdam imkânları dibe vurmuş, beyinlerimiz Batılı ülkelere göç ediyor, kritik seviyenin altına inen doğurganlık oranları sonucu giderek yaşlanıyoruz. Deizm, ateizm, satanizm, LGBT gibi sapkın düşünce ve inançlar özgürlük adı altında giderek yayılırken toplum inancından, dininden, tarihinden ve değerlerinden hızla uzaklaşıyor. Geçmişte nice coğrafyada yüz binlerce Müslüman katledilirken izlemek zorunda bırakıldığımız gibi, bugün de Gazze’de ve Lübnan’da süregelen soykırım ve katliamları naçar bir halde seyrediyoruz. İçerisinde yaşadığımız toplumun ve maruz kaldığımız vahim durumun sadece birkaç örneği bunlar ve bütün bunlar, bugün törenlerle ve güya “coşkuyla” kutlanan Cumhuriyet rejiminin ifrazatları!

101 yıllık geçmişimize bakıldığında geldiğimiz noktanın ileri ve üstün bir seviye olduğunu, gelişmiş ve müreffeh bir ülke haline geldiğimizi, huzurlu, mutlu ve istikrarlı bir toplum olduğumuzu, dirayetli, azametli ve mazlumun sığınağı olan lider bir devlete kavuştuğumuzu kim iddia edebilir? Bu bir devlet ve sistem meselesi değil, hükümetler ve liderler meselesi diyenler, bugüne kadar iktidara gelenlerin ülkeyi nihayetinde getirdikleri durumu neyle izah edebilir?

Cumhuriyet, Osmanlı Hilafet Devleti’nin enkazı üzerine kurulmuş bir ulus devlet niteliğiyle, Batılı sömürgecilik sisteminin İslam’ın geri dönüşünü engellemek ve Müslümanlara gün yüzü göstermemek için başımıza diktikleri sistemin adıdır. Kaygan zemine inşa edilmiş, kolonları kesilmiş, ağır hasar almış bu köhne binaya zorla oturtulmuş bu milletin huzur, güven ve refah bulması beklenemez. Fakat ümidimiz kırılmasın. Allah’ın vaadi ve Rasûlü’nün müjdesi haktır. Zulüm asla ilelebet payidar olamaz. Her gecenin bir sabahı, her batan güneşin bir şafağı vardır. İşte o şafak İslam’dır, İslam’ın devleti olan Hilafet’tir. اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍOnlara vâdolunan zaman, sabah vaktidir. Sabah da yakın değil midir?[Hûd 81]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsünün “Entebbe Anlaşması, Rönesans Barajı ve Yöneticilerin Ümmetin Hayati Çıkarlarını Peşkeş Çekmesi” Başlıklı Basın Toplantısında Yaptığı Konuşma

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun; âlemlere rahmet olarak gönderilen, muttakilerin önderi, efendimiz ve sevgilimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e salât ve selam olsun. Bundan sonra

es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

Su ve baraj anlaşmalarından bahsetmek oldukça önemli ve kritik bir meseledir. Çünkü su, hayati bir meseledir, insanların yaşamı, hatta bütün yaşam susuz olamaz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ  “Ayrıca her canlıyı da sudan yarattık.” [Enbiya 30]

Nil Nehri’nin çeşitli kollarından akan suları düzenlemek için imzalanan bir dizi anlaşma, Nil Havzası ülkeleri arasında uzun yıllar boyunca istikrar yaratmıştır. Ancak Mayıs 2010’da Uganda’nın Entebbe şehrinde imzalanan Entebbe Anlaşması gibi yeni anlaşmalar, bu anlaşmaları iptal etmişlerdir. Etiyopya, Uganda, Ruanda, Tanzanya ve Burundi gibi ülkeler, Nil Nehri’nin kaynaklarını kullanma konusunda Nil Havzası olarak adlandırılan yeni bir anlaşma imzaladılar. Ancak Mısır ve Sudan bu anlaşmaya karşı çıksalar da, anlaşmayı geçersiz kılmak için önemli bir adım atmadılar.

Entebbe Anlaşması’nın en tehlikeli maddeleri şunlardır:

1- Nil Havzası sularının adil kullanımı. Bu maddenin amacı, Mısır ve Sudan’ın tarihi kotalarını, yani Mısır için 55,5 milyar metreküp ve Sudan için 18,5 milyar metreküp kotalarını sona erdirmektir. Çünkü “Adil kullanım” ifadesi muğlak ve belirsizdir; peki kararların daha önce olduğu gibi oybirliğiyle değil, çoğunlukla alındığı bir ortamda bu adaletin ölçüsünü kim belirleyecek?

2- Anlaşma, en az 6 ülkenin parlamentolarında onaylanmasının ardından bir komisyon kurulmasını öngörüyor. Bu komisyonun kalıcı merkezi Uganda olacak. Şu ana kadar Etiyopya ve Ruanda 2013’te, Tanzanya 2015’te, Uganda 2019’da ve Burundi 2023’te anlaşmayı onaylamışken Kenya henüz anlaşmayı onaylamamıştır.

Güney Sudan, 15 Temmuz 2024’te anlaşmayı onayladı ve bu onay ile Nil Havzası Komisyonu’nun kurulması için gerekli yasal çoğunluk sağlanmış oldu. Güney Sudan’ın onayını sunmasından 60 gün sonra komisyon kurulacaktır.

Mısır ve Sudan, daha önce de belirttiğimiz gibi, konuyu ciddiyetle ele almadıklarından, anlaşmanın yürürlüğe girmesinden yalnızca bir gün önce ortak bir bildiri yayımladılar. 12 Ekim 2024 Cumartesi günü yaptıkları açıklamada, Nil Havzası Çerçeve Anlaşması’nın sadece anlaşmaya katılmamış olmalarından değil, aynı zamanda uluslararası hukuk ilkelerine—teamül ve sözleşme hukukuna—aykırı olması nedeniyle kendileri için bağlayıcı olmadığını belirttiler. Mısır ve Sudan’ın pek bir etkisi olmayan bu bildirgesinin ertesi günü, 13 Ekim 2024 Pazar günü, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, X platformunda yaptığı paylaşımda Nil Havzası Ülkeleri Çerçeve Anlaşması’nın yürürlüğe girmesini tarihi bir an olarak değerlendirdi.

Entebbe Anlaşması’na gelince, bu anlaşmada Mısır ve Sudan’ın su haklarına karşı bir komplo kurulduğu açıkça görülmektedir. Ayrıca Mısır ve Sudan yöneticilerinin bu haklardan ne denli taviz verdikleri ve komplolar karşısında ne kadar zayıf bir duruş sergiledikleri de ortadadır.

Mısır ve Sudan’ın Nil suları üzerindeki haklarını koruyan önceki anlaşmaları geçersiz kılan yeni anlaşmalardan biri de, Mısır, Sudan ve Etiyopya liderlerinin 23 Ekim 2015 tarihinde Sudan’ın başkenti Hartum’da imzaladıkları İlkeler Bildirgesi Anlaşması’dır. Bu anlaşma, 2010 tarihli Entebbe Anlaşması’ndan çok daha kötüdür; çünkü baraj Etiyopya topraklarında yer aldığından Etiyopya’ya baraj inşa etme ve suyu tutma hakkı tanımaktadır. Egemenlik eşit olmalıdır; Sudan’ın da Mısır ve Etiyopya gibi egemenlik hakları vardır.

Bu ihanet niteliğindeki anlaşma ile tüm önceki anlaşmalar iptal edildi ve Etiyopya’ya Mavi Nil üzerinde istediği kadar baraj inşa etme hakkı tanındı. Bu durum, Mısır ve Sudan yöneticilerinin ümmetin su güvenliği haklarını peşkeş çekmesi anlamına gelir. Şu an sorulması gereken soru şudur: Entebbe Anlaşması’nı imzalayan bu ülkeler kendi iradeleri ve su gereksinimlerine göre mi hareket ediyorlar, yoksa bu konuda karmaşa yaratmak isteyen bir dış müdahale mi söz konusudur?

Amerika, Nil Havzası suları meselesine erken müdahale etti; ABD Arazi Islah Bürosu’ndan uzmanlar, Etiyopya ile koordinasyon içerisinde Beni Şangul bölgesinde ve Etiyopya genelinde su projeleri üzerinde geniş çaplı araştırmalar gerçekleştirdiler. Dört baraj da dahil olmak üzere 33 proje için çalışmalar hazırlandı. Yürütülen bu çalışmalar, Mısır’da Asvan Barajı’nın inşası fikriyle aynı zamana denk geldi ve ve 1964 yılında tamamlandı, ancak Etiyopya o dönemde bu projeleri hayata geçiremedi.

Etiyopya Nil’i kontrol etme planları yaparken, Yahudi varlığı da boru hatlarıyla Nil suyundan bir payı alma projeleri gündeme geldi. Fakat Mısır kamuoyu buna kesin olarak karşı çıktı. Eski Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, bu konuda kamuoyunun desteğini almak için yoğun çaba gösterdi. Şark El-Avsat gazetesinin 8 Ağustos 2009 tarihli 11211. sayısında Anis Mansur’un kaleme aldığı yazıda bu konuya yer verildi. Yazar yazısında, “Cumhurbaşkanı Sedat, benden nabız yoklamak için bir haber yapmamı istedi; Haberin içeriği, “Cumhurbaşkanı Sedat’ın, Nil sularının bir gün Kudüs’e ulaşacağı, Müslümanların bu suyla abdest alıp Mescid-i Aksa’da namaz kılacakları günün hayalini kurduğu” ile ilgiliydi.

Lübnan gazetesi El-Mustakbel’in 20 Ekim 2010 tarihli sayısında yer alan bir makalede, “İsrail”in, Tanzanya ve Ruanda’da Nil sularını depolamak için beş baraj inşasını finanse ettiği, bu adımın, “İsrail” Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Nil Havzası ülkelerine yaptığı son ziyaretin ardından geldiği ifadelerine yer verilmiştir. Amerikalı siyasi analist ve “Servet Kaynakları Savaşları” kitabının yazarı Michael Kilo, Yahudilerin Nil Havzası sularını kontrol etme planını ifşa ederek şöyle demiştir: “İsrail”, Nil sularının dağıtımını düzenleyen uluslararası anlaşmaların iptali için Nil Havzası ülkeleriyle birlikte önemli bir rol oynamıştır. Gizlenenler ise çok daya büyüktür. Bu durum, Havza ülkeleri olarak adlandırılan devletlerin, Nil Havzası konusunda Mısır ve Sudan’a baskı yapmak için kullanılan birer araç olduklarını doğrulamaktadır.

Önemli bir bilgi de şudur ki, Mısır ve Sudan’a karşı komplo kuran bu ülkelerin aslında suya ihtiyaçları yoktur. Zira bu ülkeler, bol yağış alan tropikal bölgede yer almaktadırlar. Su uzmanları, havza ülkelerinin yıllık su miktarının 1000 milyar metreküpten fazla olduğunu tahmin ediyorlar. Oysa Sudan ve Mısır’ın aldığı yıllık su miktarı ise 75 milyar metreküp civarındadır.

Değerli kardeşlerim, su hayati bir meseledir ve insanların onsuz yaşaması mümkün değildir. Su, ikamesi olmayan temel ihtiyaçlardan biridir. Mısır ve Sudan yönetimlerinin sergilediği bu utanç verici tavır, bu ülkeleri, özellikle de Etiyopya’yı cesaretlendirmiştir. Mısır Dışişleri Bakanı, Ekim 2024’te El Arabiya Net’te yayımlanan son açıklamasında, Etiyopya ile 13 yıl boyunca yapılan müzakerelerin sonuçsuz kaldığını doğruladı. Bu açıklama, bu kukla rejimlerin ne kadar zayıf ve güçsüz olduğunu gözler önüne sermektedir. Bakanın bahsettiği sonuçsuz müzakereler aslında felaket niteliğindeki Nahda Barajı’nın inşasıyla sonuçlanmıştır. Şu anda 60 milyar metreküp su depolayan bu baraj, Mısır ve Sudan rejimlerinin sadece boş açıklamalar yapabildiği bir saatli bomba ve çözülmez bir sorun haline gelmiştir.

Mısır ve Sudan liderlerinin Nahda Barajı’nın inşasına izin vermiş olmaları, ümmetin çıkarlarını peşkeş çekmek anlamına gelir ve aşağıdaki nedenlerden ötürü şer’i hükme aykırıdır:

1- Bu, insanları sudan mahrum bırakmak anlamına gelir ki bu haramdır. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

ثَلَاثٌ لَا يُمْنَعْنَ: الْمَاءُ، وَالْكَلَأُ، وَالنَّارُ   Üç şey (kullanım hakkı itibariyle ortak olup) engellenemez: Su, ot ve ateş.” [Sünen-i İbn Mâce] Yine Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

النَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ: فِي الْمَاءِ، وَالْكَلَأِ، وَالنَّارِ İnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.” Nil suları ne ABD yönetiminin ne de Yahudi varlığının veya Etiyopya’nın sahip olduğu bir mülk olup insanlardan esirgeyecekleri bir şey değildir; Ayrıca, Mısır ve Sudan hükümetlerinin de ödün verebileceği bir mülk değildir, kamunun ortak malıdır ve insanların erişimi engellenemez.

2- Bu, kâfirlerin üzerimizde daha da fazla hakimiyet kurmasına yol açar ve mevcut baskılarını daha da arttırmalarına imkân tanır; bu ise, haramdır ve engellenmelidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” [Nisa 141] Bu barajın, bölge halklarını daha da boyun eğmeye zorlamak, onları çatışma ve savaşa sürüklemek ve bu çatışmayı sömürgeci kâfirin yönetmesi için inşa edildiği tartışmasızdır. Öte yandan Yahudi devletçiğine Nil’den su sağlama imkânı tanımaktadır! Bu, ümmet üzerinde daha fazla yol bulunması anlamına gelir ki bu, şer’an haramdır.

3- Bunda o kadar çok zarar var ki, saymakla bitmez. Bu zararların pek çoğu dile getirilmiştir. Zarar vermek haramdır ve ortadan kaldırılmalıdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ Zarar vermek ve zararla mukabele etmek yoktur.”

Sudan ve Mısır, Raşidi Hilafet Devleti’nin bir parçası olsaydı, sömürgeci ülkelerin güdümündeki ülkeler, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek amacıyla Hilafetin hayati çıkarlarını tehdit etme cesareti gösteremezlerdi. Hilafet Devleti, ideolojik bir devlettir, uluslararası sahnede liderlik merkezine oturmak için çalışacaktır. Bu yüzden Raşidi Hilafetin hayati çıkarlarının listesi kısalmaz, aksine uzar ve hiçbir ülke bu çıkarları tehdit etmeye cesaret edemeyecektir.

Hilafetin tarihi, izzetini ve Müslümanların çıkarlarını nasıl koruduğunu gösteren derslerle doludur. Güçlü siyasi hamleleri, gururlu diplomat ve müzakerecileri, özgüvenleri ve gerektiğinde askeri güç kullanımı ile bilinir. Allah yolunda ölümü arzulayan milyonlarca yiğit ve askeri var. Hilafet Devleti izzet ve onur devletidir; her Müslüman, Allah’a itaatle huzur içinde yaşamak için Hilafetin kurulması yolunda çalışanlarla birlikte çalışmalıdır ki göktekiler ve yerdekiler ondan razı olsunlar.

ve’s Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER