Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Savaş ve Müslümanların Akan Kanının Durdurulması İçin Kadarif Kentinde Bir Gösteri Düzenledi

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, 02 Ağustos 2024 Cuma günü Kadarif kentinde Kadarif pazarındaki El Atik camiinin yanında Cuma namazı sonrası gösteri düzenledi. Gösteride, savaş ve Müslümanların akan kanının durdurulması için çağrıda bulunuldu. Ümmet, iktidar üzerindeki kontrollerini genişletmek amacıyla Amerika ve Avrupa önderliğinde Batının ülkemize kurduğu komplonun gerçekliği hakkında aydınlatıldı. Samimi insanlar, kafir Batı’nın kaprislerine değil, Yüce Allah’ın emrine icabet etmeye çağrıldı.

Gösteride gençler şu yazılı pankartlar taşıdılar:

1- Hizb-ut Tahrir savaşı durdurma ve Sudan’da halkımıza karşı komplo kuranlardan hesap sorma çağrısında bulunuyor.

2- İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir.

3- Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak Amerika’nın Müslüman ülkelere müdahalesini durdurun.

4- Hilafet toprağı ve onuru korur, öyleyse onu ikame edin ey Müslümanlar!

5- Amerikalıların kaprislerine değil, Rahmana itaat etmek için savaşı durdurun.

6- Müslümanların bir halifesi olsaydı, İslam düşmanları Müslümanlar arasında savaş çıkaramazdı.

7- Kabe’nin taş taş yıkılması Allah katında bir Müslümanın kanından daha ehvendir.

8- Eğer yöneticilerin işbirliği olmasaydı, haram kan dökülmezdi. Müslümanların akan kanını sadece Hilafet durdurabilir.

9- Sudan savaşı, Amerika ve Avrupa arasında bir nüfuz mücadelesidir, kurbanı Sudan halkıdır.

Kadarif halkı da gösteriye katıldı, parti gençlerinin çabalarına övgüde bulundu, parti için zafer ve kararlılık duasında bulundu.

Devamını oku...

Açlık, Amerika’nın Saçma İnsanlık Tiyatrolarından Uzak Kapitalizmin Köklü Bir Silahıdır

ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) Direktörü Samantha Power, Sudan’daki Zemzem kampında kötüleşen insani durum hakkında bir açıklama yaptı. Umudun tükendiğini, yerini dehşetin aldığını anlattı. Entegre Gıda Güvenliği Sınıflandırma Sistemi uzmanları, kampta bir aydan uzun süredir kıtlık yaşandığını vurguladı.

Halkın çektiği acılar sadece Zemzem kampıyla sınırlı değil. Sudan genelinde milyonlar insan acı çekiyor. Raporlar, Orta Darfur’da muayene edilen çocukların yüzde 90’ından fazlasının akut yetersiz beslenmeden muzdarip olduğunu ortaya koydu. Sağlık çalışanları, bu koşullar nedeniyle El-Rudum gibi bölgelerde her gün 4 ila 5 çocuğun hayatını kaybettiğini vurguladı.

Sudan’da devam eden savaşın, halk üzerinde yarattığı feci sonuçları gün geçtikçe artıyor. Uluslararası kuruluşlara göre savaş, en büyük insani felakete, yerinden edilmeye, ilticaya ve açlıktan ölüm derecesine varan kuşatmaya neden oldu. Savaşçıların silahlarından ölmezseniz açlıktan ölüyorsunuz.

Açlık, dünya savaşlarından bu yana Batı kapitalizminin geliştirdiği bir savaş silahıdır. Düşmanın, sivil halkı ortadan kaldırmak, yok etmek veya boyunduruk altına almak amacıyla sivilleri aç bırakmak için askeri bir taktik olarak kasten kullandığı en ucuz silahtır. Günümüzdeki savaşların çoğu su, gıda ve enerji kaynaklarından kaynaklanıyor. Top mermisi veya keskin nişancı kurşunuyla ölmeyenler, kuşatma sonucunda öleceklerdir. Kuşatma, bir somun ekmeğin veya bir damla suyun girişine bile izin vermiyor. Öyle ki sivil halkı hayalete dönüştürüyor, etrafta hayalet gibi dolaşıp yiyecek kırıntıları aramasını sağlıyor! Burada sorulması gereken soru şu: Bu savaşlar kimin çıkarına yapılıyor ve yürütülüyor? Tabii ki açgözlü kapitalizmin. Bugün dünyaya kapitalizm hakimdir, insanlarla alay etmekte, katletmekte, aç bırakmakta ve kutsallarımızı ihlal etmektedir.

Ey Müslümanlar! Bugünlerde iç seçimler güdüsüyle hareket eden ABD yönetimi, bu açıklamalarıyla dünya kamuoyuna bu saçma savaşın yarattığı kıtlıktan çocukları, kadınları ve sivilleri kurtarmak için “çabalayanların” olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Oysa İngiliz ajanlarını ortadan kaldırmak için ajan El Burhan ve Hamideti aracılığıyla bu savaşı başlatan ABD’nin ta kendisidir. Savaş, gerçek sinema yaptıklarını sanan Hollywood yönetmen ve senaristlerinin saçma bir oyunudur. Daha önce Amerika’nın yerli halkı Kızıl Derililere yaptıkları gibi gerçek insan acılarının portresini çiziyorlar ve halkları şeytanlaştırıyorlar.

Yaşanan tüm bu ölüm, açlık ve yetersiz beslenmeden Amerika ve bu lanet savaşlarda onunla işbirliği yapanlar sorumludur.

Ey Müslümanlar! Amerika, insanlık pelerini altında, daha fazla kontrol ve nüfuz uğruna ezilenleri katlettiği zehirli bir hançer saklamaktadır. Çünkü kapitalist ideoloji ve akidesinde zerre kadar insani ya da etik değer yoktur.

İslam ile açgözlü kapitalizm arasında yaşanan çatışma, Müslümanlardaki ideolojik akide bağını parçalayan, yerine Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisinin anlamının tecelli ettiği ulusal bağı koyan kapitalizm döngüsünden kurtulmadan sona eremez.

إِنَّمَايَأْكُلُالذِّئْبُمِنَالْغَنَمِالْقَاصِيَةِ“Sahipsiz koyunu kurt kapar” Kurtuluş ancak İslam Devleti Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet yönetimine geri dönmekle mümkündür. Hilafet daha önce olduğu gibi mazlumların hamiliğini yapacak, nankörlerin kökünü kazıyacaktır.

Devamını oku...

Siyonist Yahudi Varlığı, Kutsallarımızı İstediği Gibi İhlal Ederken, Müslümanların Yöneticileri Silahlı Kuvvetlerimizi Kışlalarında Tutuyorlar

Yahudi varlığı, 31 Temmuz 2024 sabahı İran’ın başkenti Tahran’da düzenlediği füze saldırısında Hamas lideri İsmail Haniye’yi şehit etti. Yahudi varlığı bir gün önce Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bir konuta saldırarak bir Hizbullah komutanını şehit etmişti. Daha önce de Yahudi varlığı Yemen’in El Hudeyde limanında çeşitli tesislere savaş uçaklarıyla saldırı düzenlemişti. Son on aydır viraneye dönen Mübarek Toprak Filistin’de can kaybının yaklaşık iki yüz bine ulaştığı tahmin ediliyor. Peki ulusal sınırların Yahudi varlığı için bir şey ifade etmemesinin nedeni nedir? Bu varlık istediği gibi istediği yerde cirit atıyor, Müslümanları şehit ediyor, kanlarını döküyor ve kutsal yerleri kirletiyor. Müslümanların silahlı kuvvetlerine seferberlik çağrısı yapıldığında ise, Müslümanların yöneticileri ulusal sınırların ötesine geçemiyorlar. Son derece yetenekli silahlı kuvvetlerimizi kışlalarına hapsediyorlar.

Allah Subhânehu ve Teâlâ, İsmail Haniye’nin şehadetini kabul etsin. O ne bu savaşın ilk şehidi ne de son şehidi olacaktır. Şehitlik her Müslümanın arzusudur ve Allah Subhânehu ve Teâlâ katında büyük bir mükafat sayılmaktadır. Ancak hain yöneticilerin ihmal ve günahkarlığı sınır filan tanımıyor. Askeri ve siyasi liderlik, yetenekli silahlı kuvvetlerimizi hiçbir koşulda Müslümanları desteklemek için ulusal sınırların ötesine göndermeyi kabul etmiyorlar. Allah korusun, Mescid-i Aksa yıkılsa, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere saldırıya uğrasa, milyonlarca Müslüman şehit edilse ve diğer kutsallar ihlal edilse bile asker göndermeyeceklerdir. Yöneticiler, açıkça günahkâr olduklarını gösterdiler.

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri! Artık mesele tamamen sizin elinizde. Bu yöneticilerden onurlu bir davranış beklemek safdillik olur. Tüm kırmızı çizgileri aştılar. Şimdi karar vermek zorundasınız. Ya yöneticilerin ya da ümmetin yanında yer alacaksınız. Eğer ümmetin yanında yer alırsanız, sizin dışınızda Araplar ve Arap olmayan Müslümanlar da kanlarını Allah yolunda feda edeceklerdir. Sizler bu yöneticilerin saraylarını yıkarken tüm Müslümanlar sizinle birlikte olacaklardır. Kaçmalarına izin verilmeyecek, işledikleri tüm suçların hesabı sorulacaktır. Her şeyden önce Allah Subhânehu ve Teâlâ sizinle birlikte olacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ Kuran’da şöyle buyuruyor:

إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرَّعْبَ فَاضْرِبُواْ فَوْقَ الأَعْنَاقِ وَاضْرِبُواْ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ“Hani Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına” diye vahyediyordu.[Enfal 12] Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya isyan etmenizi emrettikleri halde yöneticilere itaatte ederseniz, kıyamet günü cehennemde onlarla birlikte olacaksınız.

وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا - رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا  “Yine şöyle diyecekler: Ey Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.[Ahzab -68]

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri! Eylemsizliğiniz Müslümanları kafirlerin hedefi haline getirdi. Eylemsizliğiniz kuşkusuz Allah’ın gazabını davetiye çıkarıyor. Batı, ajan yöneticilerle işbirliği yaparak sizi ulusal sınırlar içine hapsetti. Orduları, Müslümanların topraklarındaki sömürgeci ajanları için birer güvenlik görevlisi haline getirdi. Müslümanların ordularını Müslümanlar arasındaki savaşlarla oyaladı. Sömürgeci ajanlar, ordularımızı Müslümanlar arasındaki fitne savaşlarıyla meşgul ederken, insanların en korkağı olan Yahudiler, kardeşlerimizin kanını akıtıyor, onurunu çiğniyor. Derhal harekete geçmelisiniz. Bu suçlu yöneticileri ortadan kaldırın. Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelisiniz. Allah’ın izniyle Hizb-ut Tahrir Emiri Şeyh Ata Bin Halil Ebu Raşta, sizi Allah yolunda cihat için seferber edecektir. Raşidi Halife, Yahudilerden Suriye, Lübnan, Yemen, İran ve Mübarek Toprak Filistin’de işledikleri tüm kötülüklerin hesabını soracaktır. Raşidi Hilafet, tüm İslam ümmetini yeniden tek bir güçlü devlet altında birleştirecektir. Haydi ey Pakistan silahlı kuvvetleri! Hemen harekete geçin.

Devamını oku...

Cani Yahudi Varlığının Ümmetin Sahasını İhlal Etmesi ve Başkentlerinde Ümmetin Evlatlarına Suikast Düzenlemesi, Yahudi Varlığından Önce Korkak Rejimlerin Suçudur

Cani Yahudi varlığı, Hamas’ın siyasi büro başkanına Tahran’da haince ve küstahça bir suikast düzenledi. Allah, Rasûlü ve ümmet düşmanının düzenlediği bu hain saldırıda İsmail Haniye kardeşimiz bu sabah şafak vakti hayatını kaybetti. Allah’tan kendisine rahmet ve mağfiret diliyoruz. Onu şehitlerle haşretmesini niyaz ediyoruz. Biz Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz.

Gazaba uğrayan Yahudi varlığının günahkâr eli, topraklarımıza kadar uzandı. Bozgunculuğu her tarafa yayıldı. Suçları, halkının cinayete, azaba ve katliama maruz kaldığı Mübarek Toprağın ötesine geçerek dünyanın her yerine yayıldı. Uçakları Müslüman ülkelerin başkentlerinin ve şehirlerinin semalarında dolaşmakta, istediği gibi öldürmekte, yakıp yıkmakta, istediği zaman suikast düzenlemektedir. Gazze ile Yemen ya da Lübnan’ın güney banliyöleri ile Tahran arasında hiçbir fark yoktur. Lisan-ı hali ile daha doğrusu söylemleriyle, ey Müslümanlar! Kanlarınızın, canlarınızın, topraklarınızın ve semalarınızın hiçbir saygınlığı yoktur ve sizi koruyacak hiçbir sınır, caydıracak hiçbir devlet ve hiçbir kırmızı çizgi yoktur demektedir! Durum gerçekten de dediği gibi oldu. Hain, komplocu ve ihmalkâr yöneticilerin iktidarı altında, bu varlığın saygınlığını ihlal etmediği hiçbir Müslüman ülke kalmadı. Yöneticiler o kadar çirkefleştiler ki, artık kirletilen hiçbir toprağı, çiğnenen hiçbir onuru ya da İslam topraklarında düşmanları tarafından istismar edilen kardeşlerini umursamaz hale gelmişlerdir. Kendilerine iltica eden bir misafirin ya da Yahudilerin zulmünden kaçarak ülkelerine sığınan bir Müslümanın kanı bile olsa akıtılan kanlardan artık etkilenmez olmuşlardır.

Bizi insanların en korkağı ve en alçağı Yahudilere teslim eden tüm yöneticilerin durumu maalesef budur. İhanet ve normalleşme ilan edenler ile direniş iddiasında bulunanlar arasında hiçbir fark yoktur. Onlar ya hoşnut ve sessiz kalan komploculardır ya da saldırıya maruz kalsa bile karşılık vermeye cesaret edemeyen aşağılık korkaklardır. Ya cevap verme hakkını saklı tutmaktalar ya da Amerikan çatısı altında cevap vermekten korkup titremektedirler. Oysa saldırılarında, katliamlarında ve soykırımında amansız düşman, sınır filan tanımamakta, dur durak bilmemektedir!

Yahudi varlığının bugün yaptıkları, onun sadece hükmen değil, fiilen tüm ümmetin düşmanı olduğunu kanıtlıyor. Artık herkes saldırganlığına maruz kalmakta, kötülüğü ve şerri artık sadece Filistin ve Filistin halkıyla sınırlı kalmamaktadır. Kökü kazınmadığı sürece kötülüğünün gittikçe fazlalaşması muhtemeldir. Hayatta kaldığı sürece saldırganlığı devam edecektir. Bu aynı zamanda ister ülke halkından olsun ister kendilerine sığınan kardeşlerinden olsun, bu korkak yöneticiler altında Müslüman ülkelerde barınacakları bir toprak ve altında gölgelenecekleri bir gökyüzü olmadığını da kanıtlıyor. Bu yöneticiler tahtlarında kaldıkları sürece toprakları ihlal edilmeye, onurları ve haysiyetleri çiğnenmeye, kanları dökülmeye ve canları eksilmeye devam edecektir. Çokluğuna ve büyüklüğüne rağmen ümmetin gücü ve yeteneği, sayısı ve zenginliği, orduları ve enerjileri, bu hain rejimlerce engellendiği ve kısıtlandığı sürece hiçbir fayda etmeyecektir. Bunlar ne ümmet için bir zaferdir ne de bir destektir!

Ümmeti, dinini ve kanını peşkeş çeken, Allah’a ve Rasûlüne ihanet eden bu korkak yöneticilerden kurtuluş meselesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu yöneticiler, Müslüman ülkelerde meydana gelen tüm felaketlerin merkezinde yer almaktadır. Bir kalkan ve zırh olan, dini ikame eden, cihadı canlandıran, ülkeyi ve ümmeti koruyan bir imamın varlığı meselesi artık Müslümanlar için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu zorunluluk aynı zamanda bir yükümlülük ve bir görevdir. O zaman Yahudi varlığı ve saldırganlığı, Allah’ın izniyle ortadan kaldırılacak bir zarardan ve silinecek bir izden başka bir şey olmayacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كُلَّمَا أَوْقَدُوا نَاراً لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَاداً وَاللهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ “Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.” [Maide 64]

Devamını oku...

Ürdün’deki Rejimin Amman’da Bir NATO Ofisi Açması Filistin ve Gazze’ye Karşı İşlenmiş Bir Suç ve İslam Ümmetine İhanettir

NATO’nun Washington’daki son zirvesi sırasında Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesindeki ilk irtibat bürosunu Ürdün’ün başkenti Amman’da açma kararını duyurmasının ardından Ürdün Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamada “Washington’da düzenlenen 2024 NATO Zirvesi’nde Müttefikler, değişen bölgesel ve küresel güvenlik ortamında Güney’deki ortaklarla daha güçlü, stratejik ve sonuç odaklı yaklaşım kurulması için hazırlanan eylem planını kabul ettikleri” belirtildi. Ayrıca açıklamada “Planın NATO’nun Doğu ve Kuzey Afrika’daki ortaklarıyla angajman ve işbirliğini güçlendirmeyi amaçladığı belirtilerek, bu kapsamda Ürdün’ün başkenti Amman’da irtibat ofisi kurulacağı” ifadelerine yer verildi.

Bu çerçevede biz, aşağıdaki hususlara dikkat çekmek istiyoruz:

Birincisi: 7 Ekim 2023 olayları ve ardından Yahudi varlığının varlığına meydana gelen gerçek tehdit, Amerikalı ve Batılı liderlerin kalplerini dehşet ve korku saçtı. Onlara yenilmez Müslüman ordularının Avrupa başkentlerinin kapılarına dayandığı günleri hatırlattı. Bu korku, bocalamalarını sağladı, onları kalplerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı besledikleri kara nefreti gün yüzüne çıkaran davranış ve eylemlerde bulunmaya yöneltti. Bu bağlamda deniz ve uçak filolarını Müslüman denizlerine konuşlandırdılar, askeri tatbikatlar yaptılar, askeri üslerini çeşitli gelişmiş silahlarla takviye ettiler ve Yahudi varlığına tonlarca gelişmiş silah ve yıkıcı mühimmat sağladılar. Söz konusu eylemlerin en önemlisi Ürdün’de bir NATO irtibat bürosunun açılmasıdır. Yaptıkları bu eylemlerin kendilerini Müslümanlardan koruyacağını ya da Müslümanları Hilafetlerini kurmalarından, Yahudi varlığını ortadan kaldırmalarından ve Filistin’i kurtarmalarından engelleyeceğini sanıyorlar.

İkincisi: Ürdün’de Yahudi varlığını korumak ve Müslümanları, Filistin’i kurtarmaktan alıkoymak için kurulan işlevsel rejim, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığını sürdürüyor. Dahası bu düşmanlığı kamuoyuna açıklamaktan utanmıyor. Bu suç rejimi, Filistin’de Yahudi varlığını perçinlemekle, bu mutant varlığı korumakla, İslam ümmetini Filistin’i kurtarma görevinden alıkoymakla, bu mutant varlığın Gazze’de yürüttüğü yıkıcı savaşa sessiz kalmakla ve Yahudi varlığına sebze, meyve, su ve yaşam gereksinimleri sağlamakla kalmadı, İslam ve Müslüman düşmanı Batılı askeri ittifakın (NATO) Ürdün topraklarında irtibat bürosu açmasını sağladı. Böylece Ürdün ve diğer Müslüman ülkelerdeki Müslümanların Gazze ve Filistin’deki halkları için yanıp tutuşan ateşli duygularına meydan okudu. Utanmadan veya arlanmadan ümmetin düşmanlarıyla aynı safta yer aldığını ilan etti.

Üçüncüsü: Ürdün’de bu ofisin açılması amacı artık bir sır değil. “Ürdün Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı’nın açıklamasında yer alan “güvenlik, bölgesel ve küresel ortamdaki gelişmelere ayak uydurmak” ifadeler bu amacı açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu güvenlik ortamının Gazze ve orada yaşanan yıkım, katliam, yerinden edilme ve açlık olduğuna dair herhangi bir şüphesi olan var mı? Gazze’de elinden gelen her şeyi yapmasına rağmen Yahudi varlığı, Gazze’deki hedeflerine ulaşmada fena halde başarısız oldu, Yahudi varlığının liderlerinin de itiraf ettiği gibi en ufak bir zafer bile elde edemedi. Genel olarak dünyada ve özel olarak Müslüman ülkelerde Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği saldırganlığa karşı kitlesel protestolar düzenlendi. Batı, İslam ümmetinin düzenlediği bu kitlesel hareketlerden korktu. Müslüman ülkelerdeki kukla rejimlerin durumu ve vaziyeti kontrol altına alabileceklerine dair umudunu yitirdi. Ümmetin bu rejimleri süpürmeye, ortadan kaldırmaya ve böylece ülkemizdeki varlıklarını yok etmeye doğru ilerlediğini gördü. İşte tüm bunlarda dolayı NATO, planlarının uygulanmasını bizzat denetlemek, ülkemizdeki çıkarlarını korumak ve Yahudi varlığını korumak için böyle bir adım attı.

Dördüncüsü: İslam, Müslümanların diğer ülkelerle askeri ittifaklar kurmasını ve askeri anlaşmalar yapmasını yasaklar. Peki Allah, Rasûlü ve ümmet düşmanlarıyla anlaşmalar yapmak acaba nasıl olur? Üstelik yaşananlar, NATO ile Ürdün arasında bir askeri ittifak değil. Bu askeri ittifak, Batı’nın hedeflerine ulaşması ve ülkemizdeki planlarını uygulaması için sömürgeci bir araçtır. Bu yüzden Müslümanlar onlara fırsat vermemelidir. Ama gel gör ki ülkemizdeki Ruveybida yöneticiler Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya isyanda ve ümmete ihanette ısrar ediyorlar.

Beşincisi: Sömürgeci kâfirlere hizmet etmek için çarpık koltuklarına sımsıkı yapışan ahmak yöneticilerinin bu tür beceriksiz davranışlarına son vermek ve münkeri inkar etmek Müslümanlar için vazgeçilmez bir görevdir. Gözler, doğrudan bu kötülüğü değiştirebilecek güç sahipleri, yani Müslüman ülkelerdeki ordular üzerindedir. Bu yüzden ey subaylar ve askerler! Sizler ümmetin umudusunuz. Bu yöneticileri güç kullanarak değiştirebilir, işgal altındaki Müslüman ülkeleri özgürleştirebilir, mutant Yahudi varlığını ortadan kaldırabilir, Filistin ve Gazze’deki halkınıza karşı işlenen zulmü ve saldırganlığı giderebilir, Batı ve NATO’nun planlarını başarısızlığa uğratabilirsiniz. Allah’ın yardımıyla bunu yapabilirsiniz. Yeter ki kararlı olun, Allah’a tevekkül edin ve plan ve tedbiri iyi yapın. Ümmet sizinle birliktedir ve arkanızdadır. Allah da sizin yardımcınızdır.

وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ“Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

Devamını oku...

Yüksek Elektrik Fiyatları Kapasite Ödemelerinde İndirim Yapılması ve Sözleşmelerin Yeniden Gözden Geçirilmesi ile Çözülemez Aksine Enerji Sektöründe Yapılan Özelleştirmelerin İptal Edilmesiyle Ancak Çözülebilir

Eski Ticaret Bakanı Gohar Ejaz’ın elektrik santralleri ile ilgili kapasite ödemeleri verilerini açıklaması halkta şok etkisi yarattı. 2 trilyon değerindeki kapasite ödemeleri ile ilgili sözleşmelerin çerçevesini düzenleyen uluslararası sömürgeci kuruluşlar, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’dur. Kapasite ödemelerinin büyük bir kısmını fabrikalara verilen krediler oluşturuyor. Bu fabrikalar tek bir kw elektrik üretmese bile halk ve işletmeler bu fabrikalara para ödüyorlar. İşte bazı fabrikaların gerçekliği budur. Böylece, bu birkaç yatırımcı ve banka, evlerinde oturdukları halde bile halkın parasını yağmalamaktadır. Mevcut enerji santrallerinin çoğu, ekonomimizi ve halkımızı harap eden Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) girişiminden gelen yatırımlara dayanıyor. CPEC ekonomimizi ve insanlarımızı mahvetti. Oysa CPEC, yöneticilerin hakkında övgüler düzdüğü gibi bir “oyun değiştirici” değil miydi?

Yöneticiler ilk günden itibaren “al ya da öde” türünden yapılan enerji sözleşmelerinin farkındaydılar. Hal böyleyken bile bu sözleşmeler yanı sıra sürekli yeni sözleşmeler yapıyorlar. Sözleşmelerinin süresi dolanların lisansları uzatılarak halkı yağmalamaya hala olanak tanınıyor. Mevcut ayrıntıların sızdırılmasının tek amacı, bu anlaşmaların yeniden müzakere edilmesi için Çin üzerinde bir miktar baskı oluşturmaktır. Enerji sektörü topyekûn çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Bu anlaşmalarda herhangi bir değişiklik yapılmadığı takdirde yoğun bir kamuoyu baskısı oluşacaktır. Domino etkisinden korkuluyor, topyekûn bir çöküşten önce yağmacılığın ortadan kaldırılması için baskılar artıyor. Dolayısıyla bazı reformlarla enerji sektörünün sömürgeci neoliberal kapitalist özelleştirmeden kurtarılmaya çalışılıyor ki böylece bu acımasız sistem devam edebilsin. Mevcut sözleşmelerde yapılacak bazı reformlar, bu sorun için çözüm değildir. Çözüm, Allah’ın emrine uygun olarak enerji sektörünün “kamu malı” haline getirilmesi ve devlet denetimi altına alınmasıdır. Bu sayede bu sektörden elde edilen gelir kamu hazinesine aktarılacak ve insanlar ucuz enerjiye erişebilecektir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

الْمُسْلِمُونَشُرَکَاءُفِيثَلاثٍالْمَاءِوَالْكَلَأِوَالنَّارِ  “Müslümanlar üç şeyde ortaktır, su, mera ve ateş.” [Ebu Davud ve Ahmed] Enerji sektörünün özelleştirilmesi İslam’a göre yasaktır.

Bu enerji sözleşmeleri nedeniyle Müslümanların maaşları elektrik faturalarına giderken, çocukları açlıktan ölüyor. O halde dünya düzeninin egemenliği için yapılan ve halkımızı baskı altına alan bu acımasız sözleşmelere neden hala sessiz kalıyoruz? Sessiz kalmamalıyız. İslam’a göre haklarımızı talep etmeli ve halkımızı korumalıyız. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

المسلمونَعلىشروطِهمإلَّاشرطًاحرَّمحلالًاأوأحلَّحرامًا  “Ancak helali haram, haramı helal kılan müstesna Müslümanlar şartlarına bağlıdırlar.” [Tirmizi] Bu tür sözleşmeler kamu mülkiyetini özel mülkiyete dönüştürdüğü için açıkça yasaklanmıştır. Dünyada hiç kimse Allah’ın emrini bozamaz. Dahası, kâfirlerin ve onların kâfir otoritelerinin Müslümanların işlerini kontrol etmesi caiz değildir. Bu sözleşmeler, uluslararası sömürgeci kurumların bize para cezası vermesine ve ceza uygulamalarına olanak tanımaktadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا  “Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” [Nisa 141]

Bu, Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) gerçeğidir. Mevcut yöneticiler bunun için Özel Yatırım Kolaylaştırma Konseyi’ni (SIFC) kurdular ve ülkenin kalkınması için yeni bir yol haritası açıkladılar. Bu yol haritası, sonuçları önümüzde duran yol haritasının aynısı değil mi? Elektrik santrallerine yapılan yatırımların dolar cinsinden getirisi döviz rezervlerimizi tüketti. Bunun da ötesinde, elektrik fiyatlarındaki sürekli artışın ana nedeni, dolar cinsinden yapılan ödemelerden kaynaklanmaktadır. Zira rupinin değer kaybetmesi fiyat artışlarını kaçınılmaz kılıyor. Çinli ve Batılı yatırımlar, kamuya ait kaynakları özelleştirerek ülkenin değerli kaynaklarını tekelleştirmek üzerine odaklanmaktadır. Bu da insanlar, böbreklerini satmak zorunda kalsa ve yerel endüstri çökse bile yabancı yatırımcılara dolar cinsinden garantili getiri sağlıyor.

Bu, yöneticilerimizin gece gündüz halka aşıladığı uluslararası sistemin sömürge modelidir. Müslümanlar için tek kalkınma ve refah modeli, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafettir. Hilafet Raşidi, dünyanın en büyük ekonomisini oluşturmak için tüm Müslüman dünyasının kaynaklarını birleştirecektir. İslam’ın ekonomik modeli, ümmetin kaynaklarının birkaç kapitalist ve sömürgeci tarafından sömürülmesine izin vermeyecektir.

Raşidi Halife kamu mallarının gelirlerini kamu işlerine harcamak üzere Beyt’ül Mal hesabına yatıracak, bu kaynakların ucuz fiyatlarla halka ulaşmasını sağlayacaktır. Raşidi Hilafet “al ya da öde” sözleşmelerine son verecektir, çünkü Hilafet bu sömürgeci dünya düzeninin zulmünü reddetmeye dayalıdır. Raşidi Hilafet, uluslararası işlemlerini dolar yerine altın ve gümüş para birimi ile gerçekleştirecek ve böylece hiçbir dünya gücü, işlerimizi etkileme gücüne sahip olmayacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ “Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!” [Saf 61]

Devamını oku...

Gazze Savaşı, İslam Ümmetindeki Liderlik Krizini Masaya Yatırıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Vai Dergisi

Gazze Savaşı, İslam Ümmetindeki Liderlik Krizini Masaya Yatırıyor!

İsam Şeyh Ğânim’in Kaleminden

Ekim 2023’te Gazze’ye yönelik Yahudi savaşının patlak vermesinden önce, İslam ümmetinin evlatlarının geneli, İslam ümmetindeki liderliğin bu denli çöküşüne tanık olmamıştı ve birçok insan, mevcut uluslararası sistemin çerçevesi dışında İslam ümmeti için bir liderlik tasavvur edemiyordu; zira bazıları, halkı veya ümmeti savunma konusunda bazı yöneticilerde kendileri için bir umut görürken, bazıları da medya aracılığıyla ortaya çıkan “ılımlı” İslami örgütlerin bazı liderlerinde bir umut görüyordu. Ancak Yahudilerin Gazze’ye yönelik savaşı ve işledikleri suçların şiddeti, İslami bölgede derin bir liderlik krizini ortaya çıkarmış ve bu kriz Gazze savaşı sonrasında net bir şekilde ortaya çıkan şu iki tezahürle kendini göstermiştir:

Birinci tezahür; yöneticilerin hiçbir güç ve kuvvetlerinin olmaması; zira Türkiye, Mısır, Pakistan ve diğerleri gibi ülkelerin büyük nüfuslarına rağmen, Gazze’deki savaşı etkileme konusunda uluslararası sahnedeki etkileri sıfırdır; çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye hakkında Gazze için garantör bir devlet olarak, yani Gazze halkının Yahudi varlığına ateş açmasını engellemeye hazır olduğundan bahsederken, Pakistan Genelkurmay Başkanı Asım Münir de “iki devletli çözümden”, yani çözümü Yahudi varlığını istikrara kavuşturmak için “Amerikan” formülünde gördüğünden bahsetmektedir. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’ye gelince; Yahudilerin açlığa mahkûm ettiği Gazze’ye Yahudilerin izni olmadan herhangi bir yardım kamyonunu girdirmekten aciz kalarak hepsini geride bırakmıştır. İşte bu yöneticilerin tutumları, Müslümanların zihninde bir şimşek gibi çaktı; zira onlar, savaşı durdurmak için Yahudilere ya da Amerika’ya tek bir söz söylemekten tamamen aciz kalmalarının yanı sıra ümmet onların, Amerika’ya olan ajanlıklarını bizzat kendi gözleriyle gördü. Ayrıca bu yöneticiler, ABD ile istişare ettikten sonra hareket edip pozisyonlarını ifade ediyorlar ve ABD’nin kapsamı dışına çıkamıyorlar, Amerika ise Gazze’ye yönelik savaştaki en önemli meselenin Gazze’deki “Yahudi tutuklular” olduğunu ifade ediyor; bu nedenle Mısır ve Katar’ın çabaları, Amerika’nın bu tutukluların serbest bırakılmasına ve Yahudilerin geçici de olsa savaşı durdurma konusunda anlaşacağı ümidiyle Hamas'a bu yönde baskı yapılmasına yönelik çabalarıyla paralel olup Amerika da savaşın ertesi günü hakkında araştırma yapmak istiyor; bu nedenle bu yöneticiler, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) dahil olması ve Gazze’deki yönetimi terk etmesi ve Hamas’ı, herhangi bir siyasi geleceğinin Yahudilere teslim olduğunu ilan eden, otoritenin güvenlik cihazlarını Yahudilerin hizmetine sunan ve Yahudilerin on yıllar sonra bile olsa kabul edeceğini umarak Filistin'in bir kısmı için onlarla pazarlık yapan Filistin Kurtuluş Örgütü çerçevesinde olduğuna ikna etmek için Hamas’a baskı yapıyorlar.

Böylece insanlar, bu yöneticilerin ümmeti siyasi ve uluslararası değer açısından bu derece düşük bir seviyeye sürüklediklerini ve sanki bu ülkelerin hiç yokmuş gibi olduklarını ilk kez bu kadar net bir şekilde keşfettiler; Batı’nın ajanları ve tabiileri olduklarından ve doğrudan kendi halklarının çıkarlarına karşı çalışan hainler olduklarından bahsetmiyorum bile. Dolayısıyla Gazze savaşının, iktidar partileri, destekçileri, çıkar sahipleri ve ordu subayları içinden bir hayır ümit eden insanların son kesimi arasında da yöneticilerin düşmesiyle sonuçlandığı söylenebilir. Zira Gazze savaşı, bu kesimin bu yöneticilerin yanında durmanın ve onları desteklemenin bir anlamı olmadığına dair inançlarını derinleştirdi; çünkü bu yöneticiler, sıfır bir konuma sahip oldukları gibi bağımlılıklarına ve ajanlıklarına rağmen Yahudiler ve Amerika üzerinde hiçbir etkileri de yoktur. Ayrıca bu insanlar, hayal bile edilmeyecek derecede siyasi zafiyet içindedirler.

Gazze savaşının ortaya çıkardığı bu yeni gerçeklikle birlikte, liderlik aurası ve bu yöneticilerin liderliğini kabul etme düşüncesi, subaylardan, askerlerden, bakanlıklardaki müdürler ve çalışanlar ile iktidar partilerinin takipçilerinden onları destekleyen kesim arasında da düşmüş oldu ve onlar, bu yozlaşmış, zayıf ve sefil liderlikten kurtulmayı bekliyorlar. Bir kişi, bu insanlardan çoğunun bundan yararlandığını, dolayısıyla bu yöneticilere olan sadakatlerini koruyacaklarını söyleyebilir;ancak Gazze savaşının, tüm bu kişilerin, tıpkı Gazze Şeridi'ndeki diğer insanlar gibi Gazze’de Abbas'ın otoritesini destekleyenlerin de öldürüldüklerine ve evlerinin başlarına yıkıldığına şahit oldukları bir modeli temsil ettiğini söylemek daha doğru olur; işte bu da Arap ve Müslüman yöneticilerin takipçilerinin zihinlerine, dairenin kolaylıkla kendileri aleyhine dönebileceği ve bu yöneticilerin kesinlikle kendilerini kurtarmaktan aciz oldukları düşüncesini aşılamış olup bu da faydayı, en düşük düzeyde itibar edilir hale getiren tehlikeli bir duygudur.

Yöneticilerin tabiileri olan kesim de dahil olmak üzere ümmette, Gazze savaşından sonra onurunun her gün ayaklar altına alındığına, bu yöneticilerin siyasi ihsaslarını kaybettiklerine, onların bir hiç olmalarının yanı sıra Amerika’nın kontrol ettiği küresel sisteme tam bir şekilde boyun eğdiklerine dair genel bir duygu oluşturmuştur. Nitekim Amerika ve onunla birlikte Yahudiler, yöneticilerden kendileri için aşağılık bir hizmetkâr olmalarını istiyorlar; bu yüzden bugün kışlalarındaki subaylar ve bakanlıklarındaki idareciler, Gazze savaşının liderlikle ilgili hiçbir şeye sahip olmadıklarını kanıtladığı bu liderlerin yönetimi altındaki akıl almaz zayıflık durumundan, 7 Ekim 2023'ten sonra uluslararası pozisyonun tamamen Yahudi varlığının yanında yer aldığından, etkili ülkelerin onu desteklemek ve ona silah sağlamak için yarıştıklarından ve Gazze mücahitlerinin 7 Ekim günü yaptıklarını karaladıklarından bahsediyorlar. Yahudilerin Gazze’yi yerle bir etmesi ve on binlerce masum sivili öldürmesine gelince; iki milyar Müslümanın yöneticilerinin tamamı, bunu uluslararası bir mesele haline getiremediler; aksine Amerikan ve Avrupa üniversiteleri halk olarak bu suçlara karşı ayağa kalkarken bizim yöneticilerimiz ise, devasa ordulara, petrollere, gazlara, uluslararası ticareti kontrol eden boğazlara ve diğer birçok uluslararası etki araçlarına sahip olmalarına rağmen sessiz kaldılar ve kendileri kayda değer hiçbir şey yapmaksızın Amerika’nın Yahudilere baskı yapmasını bekliyorlar.

İkinci tezahüre gelince; Gazze'de olup bitenlere karşı güçlü bir duruş sergilemesi gereken İslami örgütleri temsil etmektedir. Çözümün İslam olduğuna inanan kesim, kesinlikle İslam coğrafyasındaki en büyük kesim olduğuna göre o zaman bu kesim, bu örgütlerin liderlerinden güçlü bir duruş bekliyorlardı; ancak bu örgütlerin liderlerinin sanki yokmuş gibi davranması, dahası birtakım vehimler pazarlamaları bu kesimi şaşkına çevirdi; oysa bu liderler seçmenlerine, İslam'ın çözüm olması temelinde seçimlerde kendilerine oy vermeleri çağrısında bulundular; sonra onları seçtiklerinde İslami olarak bir şey görmediler. Bugün ise Gazze’deki savaşın gölgesinde insanlar, onların, Ürdün, Tunus, Cezayir, Pakistan ve diğer pek çok ülkede olduğu gibi yöneticiler olmak için parlamentoya ve bazı bakanlıklara katıldıklarını, bu liderlerin yöneticilerin kanatları altında, yöneticilerin de Amerika’nın ve Batı’nın kanatları altında olduklarını gördüler. Diğer bir ifadeyle bu yönetime katılmanın sonucunda İslam’dan herhangi bir şey olmadığını gördüler; zira Yahudiler Gazze Şeridi’ni bombalarken, Ürdün’deki Müslüman Kardeşler, parlamentoya ya da bakanlıklara girmeyen ve yöneticilere ortak olmayan diğer halk kesimi gibi sadece gösteri ve protesto yapabiliyorlar. Ayrıca Pakistan parlamentosundaki İslamcı partiler, Pakistan’dan Gazze halkına fiili bir destek sağlayamadılar, hatta ordu komutanı “iki devletli çözüm” sözünü tekrarlayıp durarak, Amerika’nın ajanı olarak kalmaya, yani Yahudi varlığını pekiştirmek için çalışmaya devam etti. Cezayir parlamentosundaki İslamcı parti ve hareketler de aynı şekildedir. Aksine en büyük İslami bir parti olarak görülen Erdoğan’ın partisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara ulaştı; nitekim onun Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce Gazze halkına ve Filistinlilere desteğini haykırmasının ardından saklanmaya ve Türkiye’nin Suriye’de silahlı grupların Beşar rejimini devirmesini engellemedeki başarısına benzer bir şekilde Gazze’de “garantör devlet” olmayı talep etmeye başladı; zira Erdoğan, Gazze'deki silahlı Filistinli grupların Yahudi devletini tehdit etmesini engellemek istiyor. Böylece yöneticilerin parlamentoya, bakanlıklara ve seçimlere katılımının “çözüm İslam’dır” şeklinde insanları kandıranlardan birçoğunun düştüğü gibi Erdoğan ve onun liderliği de düşmüştür. İşte Gazze savaşı, Gazzelileri öğütüp eziyor ancak biz henüz bu “ılımlı” hareketler tarafından temsil edilen ve Gazze halkı için bu sorunu çözen bir İslam görmüyoruz; diğer bir ifadeyle bu sloganlar, hiçbir kıymeti olmayan boş sözlerdir. Kesinlikle bu, İslam’ın bir çözüm olmadığı anlamına gelmiyor; aksine liderlerin, bu liderlerin insanlara, yöneticilere ortak olmanın İslam’ı ülkenin siyasi hayatında var edeceği vehimlerini pazarladıkları anlamına geliyor.

İnsanlar bu savaş sırasında çok acayip şeylere tanık oldular; zira “ılımlı” İslami örgütlerin tüm liderleri, sanki yoklarmış gibi kaybolup gitti ve onlar ve onlarla birlikte insanlar, yöneticilere ortak olma teorisinin başarısızlığını ve ülkelerindeki işlerin tamamının yöneticilere ait olduğunu gördüler; Yahudi devleti gibi demokratik ülkelerdeki Ben Gvir ve Smotrich’in partileri gibi küçük partiler, parlamento yetkilerine göre devleti büyük bir güçle etkileyip liderlerine istedikleri gibi baskı yaptıkları halde yöneticilere ortak olan “ılımlı” İslami örgütler, bu yöneticilerin gölgesi altında İslami bölgenin sıfırlarından başka bir sıfır oldukları ortaya çıktı. Bu da bu liderleri düşürdü; çünkü onlar tabiilerine yalan söylediler ve onlara, bu yöneticilerin altındaki seçimlerin “çözümün İslam” olacağı vehmini pazarladılar. İşte yöneticilerin kanatları altındaki bu “ılımlı” örgütler, Gazze’deki musibetin şiddetine rağmen izin verilen çerçevede konuşuyorlar ve herhangi bir yöneticiyi tehdit etmiyorlar.

Bunun ayrıntısına gelince; İslam’ı isteyen ümmet olup bunun tüm açıklığı ile söylenmesi gerekir; ayrıca bu "ılımlı" İslami örgütler ve bunların içindeki liderler yağmur gibi paraya boğuldular ve insanların bu liderleri izlemesi ve onlara bir lider ve liderlik gözüyle bakmaları için el-Cezire gibi medyanın kapıları onlara açıldı. Bu ise gerek Katar ile bağlantılı gerekse Katar dışındaki tüm İslami örgütlerde gözlenmektedir. Zira bu örgütler, Katar’ın paralarıyla kuruluyorlar ve el-Cezire kanalı gibi Katar medyası tarafından bir güç ve liderler olarak öne çıkarılıyorlar. Şayet bu mali musluk, bu medya platformu ve yöneticilerin siyasi koruması olmasaydı, bu örgütler bu gördüğümüz kadar büyük boyutta olamazlardı. Bu nedenle bu liderlerin tamamı Katar’ın kanatları altında, Katar ise İngiltere ve Amerika’nın kanatları altındadır. Dolayısıyla Katar’a bu yolda rehberlik edenler bu ülkelerdir. Dahası Yahudi varlığının Katar'ı Hamas’ın ve terörizmin destekçisi olarak eleştirmesinin şiddeti Katar’ı, Doha'daki Hamas ofisinin, hareketle görüşme kapılarının açık olması için ABD istihbaratının emriyle açıldığı gerçeğini söylemeye sevk etti. Tüm bunlara rağmen Gazze’deki mücahitlerin kararlılığı ve güzel bir iş çıkarmalarının Yahudileri öfkelendirdiğini görüyorsunuz. Nitekim Halil el Hayya gibi yurtdışındaki bazı liderler, hedefin “iki devletli çözüm” olduğunu ve Filistin meselesinin Amerikan çözümüne göre çözülmesi halinde Hamas'ın askeri kanadının ortadan kalkabileceğini söylüyor ve Usame Hamdan’ın da buna yakın bir şey olduğunu görüyorsunuz; bunun da ötesinde Hamas liderliği, sanki Gazze’deki cihat Filistin’in küçük bir parçasını ele geçirmeyi ve Amerika’nın istediği gibi Yahudileri de daha büyük parçaya (1948 sınırları) yerleştirmeyi hedefliyormuş gibi Katar yöneticisi ve diğer yöneticilerin isteklerine uyacak şekilde 2019’da tüzüğünü değiştirmiştir.Bu nedenle kendilerini yöneticilerin gölgesinde gören liderlerin yüzüne, Gazze’deki cihadın ve insanların şehitler, yıkılan evler ve paramparça olan altyapı açısından kaybettiklerinin Filistin’in kurtuluşu için olduğunu haykırmak gerekiyor; zira cihat, savaşan, kayıplar veren ve en kıymetli şeylerini feda eden ümmetin cihadı olup sonuç, Amerika’nın “iki devletli çözüm” planlarına göre değil, İslam’ın hükümlerine göre olmalıdır.

Müslümanlar, Katar’ın açtığı para musluğunun “çözüm İslam’dır” mantığına göre değil, aksine ABD’nin uluslararası sistemine göre işlemesi şartına bağlı olduğu konusunda şiddetle uyarılmalıdır; nitekim Müslümanlar Taliban’ın Afganistan’daki cihadına ve yirmi yıl boyunca nasıl başarılı olduklarına tanık oldular ve Amerika onları askeri olarak yenmekten aciz kalınca Afganistan’ın başına Katar ve benzeri hükümetleri musallat etti; bunun üzerine Katar,Taliban için Doha’da bir ofis açtı, 2018’de Amerika ile müzakere etmeye ikna edene kadar onlara para yağdırdı, ardından Amerika, Katar'ın Taliban ile yaptığı anlaşma uyarınca 2021’de Afganistan’dan çekildi ve bugün de Taliban Hareketi içindeki Katar’a sadık ve tabi olan kişiler Afganistan’da yönetim için mücadele ediyorlar ve samimi davet taşıyıcıları, İslam’ın hakim olmasına davet ettiklerinden dolayı Taliban Hareketi’nin hapishanelerine atılıyor. Tüm bunlardan dolayı insanların, yöneticilerin paralarının “Müslümanlara destek” gerekçesi altında yenilmemesi gereken öldürücü bir zehir olduğunun farkına varmaları gerekiyor. Zira bu yöneticiler, Amerika ve Avrupa’nın politikasına göre destek veriyorlar; işte bu yöneticilerin, elleri boş ve Gazze halkına yönelik hiçbir etkileri olmadığı gibi Amerikalı bir yetkilinin gelip belki Yahudileri Gazze’deki suçlarını durdurmaya ikna eder diye bekliyorlar. Oysa kışlalarında konuşlanan orduların Gazze’deki katliamı durmaya ve tüm Filistin’i kurtarmaya muktedir olmasına rağmen ancak yöneticiler ordunun bunu yapmasını engelliyorlar.

Tüm bunlardan dolayı “ılımlı” İslami örgütlerin liderlerinin de düşüşe geçtikleri söylenebilir; zira onlar, ne kadar yöneticilere ve onların Filistin’de iki devletli çözüm gibi projelerine bağlı kalsalar o kadar çöküşe geçtiler ve ümmet de, Gazze’de yaşadığı şokun ardından bu örgütlerin, insanların kendilerini seçmeleri ve yöneticilere ortak olmak için “çözüm İslam’dır” vehimlerini pazarladıklarını, sonra gerek parlamentoda gerek bakanlıklarda gerekse siyasi hayatta herhangi bir İslam’ın olmadığını, aksine orada yöneticilerin küfürle yönetmelerine ortak olan ve ne besleyen ne de aç bırak muhalefet adına onların üstünü örten “sakallı bir şeyhin” olduğunu idrak etti; bu yüzden bugün ümmet, gerçek liderliğini bekliyor.

Suriye’de insanlar, cihat ve cihadın ardından kendisini Türkiye’nin kanatları altına sokan Heyet Tahrir eş-Şam’a ve onun lideri Colani’ye karşı ayaklanıyor ve insanlar, devrimin başından beri hedefi olan Beşar'ı devirmek için kendilerine liderlik edecek bir liderlik istedikleri gibi bu liderliğin de İslami ve bilinçli olmasını ve kendileri için kurulan tuzaklara düşmemesini istiyorlar.Libya’da, tiran Kaddafi’yi deviren büyük savaşın ardından insanlar, Hafter’in iğrenç liderliği ile el-Cezire’nin insanların arkalarından gitmesi gereken adamlar olarak öne çıkarmasının ardından Katar'ın paralarının sağa sola uçuştuğu ülkenin batısındaki “ılımlı” İslamcı örgütlerin liderleri arasında bir ayrım yapamadılar; sonra insanlar kendilerini, Hafter’i destekleyen Amerika ile Trablusgarp’ı ve onun içindeki Katar’ın desteğine boyun eğen İslamcı örgütleri destekleyen Avrupa arasındaki iğrenç bir güç çatışmasında Avrupa’nın yanında yer alan Katar’ın tuzaklarının içinde buldular.

İnsanların gözlemlediği şeylerden biri de "ılımlı İslam" adına kendilerini yöneticilerin kanatları altına yerleştiren bu liderlerin ve önderlerin arasında siyasette haramın olmaması ve her eylemin helal olmasıdır; zira yüz binlerce Müslümanı öldürdüğü halde Suriye kasabı ile uzlaşıyorlar, dolayısıyla bu helaldir; aynı şekilde 1980'lerde Müslüman Kardeşlerden binlerce kişiyi öldürdüğü halde onunla ilişkinin haram olduğunu söylemiyorlar. İslam’ın hükümleri Müslümanların kanının akıtılması şiddetle haram kıldığı halde İran, Suriye, Irak ve Yemen’de sabah akşam Müslümanları öldürmesine rağmen bu, bu örgütlerin liderlerinin İran'a dostluk ve sadakat duymasına engel değildir. Yani bu liderlerin elinde, siyasi hükümler için “şerî referans” diye adlandırdıkları bir şey yoktur; zira onlar için her türlü siyasi eylem caizdir.Son olarak sanki İslam siyasi meseleler hakkında hiçbir hüküm vermemiş ve bunları kalplerini Katar’ın parasıyla kirletmeye bırakmış gibi, bazıları çıkmış Filistin meselesinin çözümü için Yahudilerle müzakere etmenin caiz olduğunu söylüyor. Genel olarak ümmet, bu liderlerin İslam’ın siyasi hükümlerinin cahili olduklarını gözlemlemektedir;sanki İslam sadece “sakallı bir şeyhin” iktidara gelmesini ve laiklerin yerine insan yapımı hükümlerle, yani küfürle yönetmesini hedefliyormuş gibi onlar, şeriattaki ayetlerin tedriciliği ile Peygamber Efendimizin Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının herhangi bir tedricilik olmaksızın vahyedilen herhangi bir hükmü uygulama konusundaki aceleciliği arasında bir ayrım yapmaksızın “tedricilik” gerekçesi altında bunu pazarlıyorlar. Burada şerî delile girmek için bir alan yoktur; zira buradaki konu, birçoğu uykuda olan Müslümanları uyandıran Gazze savaşı, “ılımlı” İslamcı örgütlerin bu liderlerinin, insanların onları yöneticilerin kanatları altında ve onların iradelerinin dışına çıkmaya güç yetiremeyecek şekilde bulmalarının ardından düşüşe geçmesiyle sonuçlanmasıdır.

Bu büyük liderlik boşluğunda ümmet, yolunu bulmaya ve yeni bir liderlik hakkında araştırma yapmaya başlamıştır; zira İdlib’deki insanların canlılığına ve bunda Hizb-ut Tahrir’in etkisine tanık olduğumuz gibi Filistin’deki destek yürüyüşlerine ve partiye yönelik yoğun ilgiye de tanık olduk; çünkü Hizb-ut Tahrir’in adamları, ümmeti, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmanın dışında Yahudilerin Gazze’ye yönelik saldırılarını püskürtme ve katliamları durdurma vehimleriyle tatmin etmedikleri gibi ümmete, İran’ın Lübnan’daki partisinin ya da bizzat İran’ın yaptığı çatışmalarla ümit vermiyorlar. Çünkü İran’ın partisi, sadece İran’ın istediği kadar çatışıyor ve kuzey Filistin’i Yahudilerden kurtarma gücü olmasına rağmen bunun ötesine geçemiyor ki zaten İran da Filistin’in kurtuluşu için çalışmıyor; nitekim ümmet artık onun boş sözlerini keşfetti, dahası Yahudiler ona ölümcül darbeler indirdikleri halde tüm Filistin'i kurtarma gücüne sahip olmalarına rağmen ne besleyen ne de açlığı gideren bir tepkiyle karşılık verdi. Yani İran, mevcut uluslararası sistem kapsamında başta Amerika olmak üzere uluslararası güçlerle birlikte çalışmaktadır.

Gazze savaşı Hizb-ut Tahrir’in söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu göstermiştir; zira Gazze halkı açlık, ölüm ve yıkım altında olduğu halde Katar’ın parası onlara yardım edemediği gibi Müslümanların sağladığı insani yardımların da onlara bir faydası olmadı; çünkü Yahudi ordusu onların bunu yapmasını engelliyor… Yahudilere karşı onlara yardım edecek olan sadece Mısır ordusudur; ancak Amerika’nın ajanı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi bunu engelliyor. Mısır ordusu harekete geçip Sisi’yi devirerek birkaç saat içinde Müslümanlar için bir Halife atanıp bunun ardından Gazze’yi ve tüm Filistin’i kurtarmak amacıyla cihat için yola çıkmadıkça Gazze halkına yardım etmek mümkün olmayacaktır. Yahudiler Gazze’ye ateş açmayı bıraksa bile Hizb-ut Tahrir’in sunduğu bu çözüm dışında önerilen tüm çözümlerin zayıf çözümler olduğuna ümmet tanık olmuştur. Zira savaş yeniden hatta birkaç kez patlak verebilir; nitekim Gazze'de (2008, 2012, 2014) ve diğer yıllarda patlak vermiş, hatta her yıl patlak vermiştir; Filistin kurtarılmadıkça da durmayacaktır. Bu da İslam’ın nasıl uygulanacağını bilen, bu azim İslam’ın her türlü zararlı yöneticilerin kanatları altında olmasını kabul etmeyen, aksine zararlı yöneticilerin hepsini silip süpürmek, İslam’ı tatbik etmek ve İslam ümmetini milletler arasında yeniden büyük bir konuma geri getirecek sadık adamlar tarafından yönetilen bir devleti gerektirir ki bu da uluslararası sisteme boyun eğerek olmaz; zira ümmet, Batı kurum ve mahkemeleri olan Birleşmiş Milletlerin kısırlığına, Güvenlik Konseyinin kısırlığına, Uluslararası Ceza Mahkemesinin kısırlığına, Uluslararası Adalet Divanının kısırlığına tanık olmuştur. Nitekim tüm bu uluslararası sistem, onun mahkemeleri ve ülke sınırlarının düşürülmesi gerekir ki bunu yapabilecek tek millet ise İslam ümmetidir.

Bugün ümmet, içindeki İslam’ı patlatabilecek bir liderlik aramaktadır ki böylece Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in döneminden İslami Hilafetin yıkılışına kadar olduğu gibi güçlü bir enerji olabilsin. Nitekim ümmet, yöneticilerin kendisini içine soktuğu konumun sıfır olduğunu gördüğü gibi “ılımlı” İslamcı örgütlerin liderlerinin yönetici liderlerin, yani mevcut rejimin bir parçası olduğunu, ona bir alternatif olmadığını da görmektedir; dahası ümmet, daha önce camilerde İslam’ı anlatan bu liderlerin, seçimlerden sonra hızla Amerika’nın “iki devletli çözümünü” anlatan vatancı ve milliyetçi liderlere dönüştüklerini, Katar'ın parası ve medya platformlarıyla halkı temsil eden resmi figürler haline geldiklerini, ümmetin başına bela olduklarını, içlerindeki İslam’ı patlatmaya muktedir olamadıklarını ve onların uluslararası sistem tarafından terörizmle suçlanmaktan korktukları için İslam'ı telaffuz etmekten bile utanç duyduklarını da görmüştür. Hatta Tunus’taki Nahda partisi gibi bazıları, Batı tarafından kabul görmek için “dava” ile “siyasi olanın” ayrılması çağrısında bulunarak İslam'ı resmen siyasetten bile uzaklaştırmıştır. Dolayısıyla bu liderler, kesinlikle ümmete İslam ile liderlik etmekten aciz kalmışlardır; bu yüzden ümmetin, ümmeti içine düştüğü derin karanlıktan çıkarmak için Hizb-ut Tahrir’in liderliğine bakmaktan başka seçeneği kalmamıştır.

Ümmet, bu yeni liderlerin samimi olduklarını, İslam’ı konuştuklarını, İslami kültürlerinde şerî delilden başka bir şey olmadığını, on yıllardır yöneticilere ortak olmayı reddettiklerini, dün ne konuştularsa bugün de aynı şeyi konuştuklarını görmüştür. Dolayısıyla bu liderlik, ordu subaylarından da uzak değildir; zira onları, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurmak için partiye nusret vermeye teşvik etmektedir. Nitekim bu subaylar, Gazze savaşının yaptıklarını gördükten, özellikle Amerika ve Avrupa olmak üzere kâfirlerin Müslümanlara yönelik düşmanlıklarının şiddetini keşfettikten, Yahudi ordusunun zayıflığını ve Filistin’in kurtuluşunun Müslüman askerler için sadece saatler ya da günler meselesi olduğunu keşfettikten sonra Allah’ın izniyle er ya da geç bu davete icabet edeceklerdir. Zira onlar, Hizb-ut Tahrir’in liderliğinin, ümmetin sahip olduğu enerji ve potansiyelin derinden farkında olduğunu görmektedirler. Zira ümmet, askeri, ekonomik ve kontrol etme konumu gibi maddi enerjilerinin yanı sıra milletlerin güçlü enerjilerinden daha güçlü bir enerji olan İslam’a sahiptir ve ümmetin, bu güçlü enerjiyi içinde patlatacak birine ihtiyacı vardır. Çünkü ümmet, Gazze’nin İslam ve akide enerjisiyle nasıl direndiğine, Gazze'deki mücahitlerin son silahlarla donatılmış Yahudi ordusuna karşı nasıl savaştığına, Gazze halkının açlığa, karanlığa ve susuzluğa nasıl tahammül ettiğine ve tüm bunların onların içlerinde patlayan İslam enerjisi sayesinde olduğuna tanık olmuştur. Dolayısıyla ümmet sahip olduğu İslam’dan dolayı kaynamakta olup kendisini bu dinin hükümlerine göre yönetecek, uluslararası sisteme karşı çıkacak, onun sınırlarını tanımayacak, Yahudileri bir varlık olarak kabul etmeyecek, ancak kafir ülkelere hidayet götürmek için cihat edecek bir liderliğe ihtiyacı vardır. İşte o zaman Müslümanlar, Allah’ın tuzağı ve güç ehlinin nusret vermesi tamamlanıp Allah’ın izniyle ümmeti Allah’ın dinine göre yönetecek, onun tüm enerjisini açığa çıkaracak, İslam ümmetinin, birkaç yıl içerisinde devlet içinde ve uluslararası arenada hayra davet eden, içeride ve dışarıda münkeri nehyeden, ordusunu, parasını ve evlatlarını, insanları Amerika’ya ibadet etmekten Amerika’nın rabbine ibadet etmeye ulaştırmak için kendi dinlerine hizmet eden yeryüzünün en büyük ümmeti haline getirmek için bir Halife atadıklarında bunun gerçekleşebilir ve başarılabilir olduğuna şaşıracaklardır.

Kaynak: El-Vai Dergisi - 456. Sayı - 30/07/2024

Devamını oku...

İslam Ümmetinin, Artık Esirleri ve İsra’yı Kurtarmak İçin Harekete Geçmesinin Zamanı Gelmiştir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İslam Ümmetinin, Artık Esirleri ve İsra’yı Kurtarmak İçin Harekete Geçmesinin Zamanı Gelmiştir!

Haber:

1/8/2024 Perşembe akşamı Filistinli iki kurum, Gazze’nin Şucaiyye mahallesinden (42) yaşındaki esir İslam Sarsavi’nin Yahudi ordusunun Güney Komutanlığı’na bağlı Sde Teyman kampında gördüğü işkence sonucu şehit olduğunu duyurdu.Esir İşleri Kurumu ve Filistin Esirler Kulübü tarafından yapılan ortak açıklamada, Gazze’nin Şucaiyye mahallesinden olan ve geçtiğimiz günlerde Şifa Hastanesi’ne yapılan baskın sırasında tutuklanan İslam Sarsavi adlı mahkumun Sde Teyman kampında gördüğü işkence sonucu hayatını kaybettiği bildirildi.Açıklamada Sarsavi’nin, işgal hapishanelerinde ve kamplarında şehit edilen ve işgal makamlarının kimliklerini gizlemeye devam ettiği onlarca tutukludan biri olduğu belirtildi.İşgal hapishanelerindeki tutuklu sayısının 9.900’ü aştığı belirtilen ilgili iki kurum açıklamasında, bu sayıya Gazze’deki tüm tutukluların dahil olmadığını söyledi. (El Cezire)

Yorum:

Haberler ve insan hakları raporları; cezaevlerinden içler acısı bir durumda çıkan, kilolarının büyük bir kısmını kaybeden ve yüz hatları değişene ve aileleri neredeyse onları zorlukla tanıyana kadar maruz kaldıkları işkence ve kötü muamelenin izlerini gösteren mahkumların tanıklıkları, özellikle de kötü şöhretli Sde Teyman kampındaki Gazze mahkumları olmak üzere 7 Ekim 2023'ten sonra Yahudilerin cezaevlerindeki mahkumların maruz kaldığı acıların ve işkencenin bölümlerini aktarıyorlar. Zira mahkumlar, işkence altında çok sayıda mahkumun ölümüne yol açan intikamcı uygulamalara ve vahşi suçlara maruz kalmıştır.

Raporlara ve tanıklıklara göre mahkumlar, Yahudi askerler tarafından elbiselerin soyulması, sürekli dayak, elektrik şoku, cinsel istismar, aç bırakılma, tıbbi ihmal, kişisel hijyen malzemelerinin tamamen yokluğu ve aşırı soğuğun acısını çekmek de dahil olmak üzere çeşitli işkence, istismar ve aşağılanma biçimlerine maruz kalmışlardır... Gizlenenler ise Yahudi hapishanelerinde mahkumların maruz kaldıklarından daha büyüktür.

Yahudi varlığı, hapishanelerin içinde ve dışında Filistin halkına karşı işlediği suçlara devam etmektedir; çünkü kendilerini korumak ve efendilerinin planlarını uygulamak için can atan ajan yöneticilerin gölgesinde Yahudi varlığını caydıracak hiç kimse yoktur. Bu yüzden İslam ümmetinin, artık bu yöneticileri kaldırıp atarak onların yerine arkasında savaşılacak ve onunla korunulacak kalkan olan bir İmamı getirmesinin zamanı gelmiştir ki böylece; Mansur ve Mutasım’ın yaptığı gibi esirleri kurtarmak ve Ömer ve Sehaddin’in (r.anhum’un) yaptığı gibi de İsra’yı kurtarmak için harekete geçsinler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Mûnasıra

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER