26. Anayasa Değişikliği Tasarısı: Hilafet Sisteminde Yetkiler ve Otorite Kur’an ve Sünnet Tarafından Belirlenir, Demokraside ise Bitmek Bilmeyen Bir Güç Mücadelesi Söz Konusu
- Kategori Pakistan
- İlk yorumlayan ol!
- |
Nihayet uzun süren bir güç mücadelesinin ardından hükümet, 21 Ekim 2024 Pazartesi günü 26. Anayasa Değişikliği Tasarısı’nı meclisten geçirmeyi başardı. Artık anayasaya göre, hükümet kendi tercihine göre bir baş yargıç atayabilecek. Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme’nin kendiliğinden işlem başlatma (suo motu) yetkisi de kaldırılıyor. Ayrıca, hükümete anayasal konular için bir anayasa kurulu oluşturma yetkisi de veriyor. Şu an için, siyasi ve askeri liderlik ile yargı arasındaki bu güç mücadelesinde yargı zayıflatılmış durumda. Ancak bu güç mücadelesinin devam edeceği açık. Yargı, fırsatını bulduğu anda bu değişikliği “yargı bağımsızlığına müdahale” gerekçesiyle iptal edecektir. Parlamento ise, güç dengesini sağlamak amacıyla üçte iki çoğunlukla yeni bir denge kurma çabalarını sürdürecektir. Halk ise, demokrasinin yükü altında inlemeye devam edecek. Zira halk, bu güç mücadelesinin sadece bir seyircisidir. Bu güç mücadelesinde, halkın refahı, iyi yönetişim ve adalet gibi ‘önemsiz’ konulara yer yoktur.
Demokratik yönetim sisteminde yolsuzluğun gerçek kaynağı, seçilmiş çoğunluğun her yasayı, her anayasa maddesini, her kural ve düzenlemeyi değiştirebilme gücüne sahip olmasıdır. Yasama yetkisi, iktidar sahiplerine kanunları kendi çıkarlarına uygun olarak, sadece perde arkasında değil, açıktan da değiştirme olanağı sağlar. Yasama yetkisi, parlamentonun Ulusal Uzlaşma Kararnamesi yoluyla yağmacıların ve talancıların hırsızlıklarını yasallaştırmasına, diktatörlerin zorla iktidarı ele geçirmesini meşru kabul etmesine, iktidar grupları için birçok af düzenlemesi çıkarmasına ve ülkenin en kritik konularından sorumlu olanlara anayasal dokunulmazlık sağlamasına olanak tanır. Demokratik sistemde önemli askeri ve yargı yetkililerine yönelik eleştiriyi suç sayan, anayasa ve yasaların kendisidir. Yasama yetkisi hesap verebilirliklerine kapıyı kapatıyor. Parlamento üyeleri de dahil olmak üzere güçlüler için sürekli artan ayrıcalıklara izin verir.
Bu yasama yetkisi, ülkenin sömürgecilerin çıkarlarına teslim olmasını sağlar. Ülkeyi faizli borç sarmalına sürükleyen Uluslararası Para Fonu’na boyun eğmesine izin verir. Amerika’nın Terörle Savaş’ını meşru kabul eden, cihadı terörizme destek olarak suç sayan ve yozlaştırıcı Batı liberal değerlerini yerleştiren Mali Eylem Görev Gücü’nün taleplerine boyun eğilmesine olanak tanıdı. İnsanlar yasama gücünü ellerinde tuttukça, yasalar iktidardaki grupların hizmetkârı olmaya devam edecek ve güç mücadelesi alanında iktidar gruplarının çıkarına göre şekillenecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فَٱحْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَآءَهُمْ عَمَّا جَآءَكَ مِنَ ٱلْحَقِّ “Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.” [Maide 48]
Hilafet sisteminde, yönetici, halk ve diğer görevlilerin yetki ve sorumlulukları, Kur’an’ı Kerim ve Peygamber’in Sünneti tarafından belirlenmiştir. En güçlü yönetici bile Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın yasalarına boyun eğmek zorundadır, çünkü bunlar Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarıdır. Müslümanların dördüncü Raşidi Halifesi İmam Ali, Hilafet mahkemesinde, çalınan zırh davasında geçerli tanık olmadığı için bir gayrimüslime karşı davayı kaybetmiştir. Zira Raşidi Halife İmam Ali’nin şahitlikle ilgili şer’i hükümleri değiştirme yetkisi yoktu. Bu, İslam hukukunun bir gereğiydi ve Halife de bu hukuka bağlı kalmak zorundadır. İbn Kesir, El-Bidaye ve’n Nihaye adlı eserinde, kadı Şurayh’ın halifeye ‘Ya Emirul Müminin, herhangi bir delilin var mı?’ diye sorduğunu, İmam Ali’nin de “Şurayh haklı, elimde bir delilim yok.” cevabını verdiğini, bunun üzerine kadı Şurayh’ın Halife’nin aleyhine, gayrimüslimin lehine karar verdiğini, gayrimüslimin ise, İslam’ı kabul edip suçunu itiraf etmeden önce “Ben, bunun Peygamberin hükmü olduğuna tanıklık ederim. Müminlerin lideri beni kendi kadısına götürüyor ama kadı onun aleyhine karar veriyor!” ifadelerini kullandığını nakleder.
Nübüvvet metodu üzere Hilafet dengeli ve istikrarlıdır, çünkü yasama yetkisi yalnızca Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya aittir. İçsel karışıklıklardan ve siyasi kargaşadan tamamen uzaktır; yasaları değiştiren güç mücadeleleri olmayacaktır. Demokrasinin Müslüman coğrafyasına zorla dayatılmasının ardından ümmet sürekli bir istikrarsızlık ve sömürgeci ajanların baskısı altında acı çekmektedir. Elitlerin hâkimiyetindeki bu sistemden, Allah’ın vahyettiği düzeni uygulayarak kurtulmanın vakti gelmiştir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
اَلَا یَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِیْفُ الْخَبِیْرُ “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” [Mülk 14]