Cumartesi, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Bazı Medya Organlarına Sesleniyoruz!

20-23 Temmuz 2010 tarihlerinde bazı basın yayın organlarında Diyarbakır'da geçtiği belirtilen medyanın deyimiyle bir "töre cinayeti" olayından söz edilmiştir. Olayın zanlısı olarak tutuklanan 15 yaşındaki şahsın "Hizb-ut Tahrir Üyesiymiş" başlığı altında daha önce "Hizb-ut Tahrir üyeliği iddiasıyla birkaç kez gözaltına alındığı" iddia edilmiştir.

كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَّقُولُونَ إِلاَّ كَذِبًا "Ağızlarından çıkan, ne büyük, (ne ağır) bir söz oldu! Onlar ki yalandan başkasını söylemezler." [el-Kehf 5]

Haberde bahsedilen şahsın Hizb-ut Tahrir'le bir ilişkisi olmadığı gibi Hizb-ut Tahrir şebabı hayatlarının her alanında şer'i hükümlere göre hareket ederler ki; Hizb-ut Tahrir'de üye olarak kalmanın şartı budur. Allah'ın haram kıldığı herhangi bir cinayet olayına iştirak etmeleri mümkün değildir. Zira Hizb-ut Tahrir ideolojisi İslam olan küresel siyasi bir parti olup, fikri ve siyasi mücadele yoluyla Nübüvvet Minhacı üzere, Allah Subhanehu ve Teala'nın vaat ettiği Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği İslam ümmetini geçmişteki izzetine kavuşturacak olan İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak için çalışmaktadır.

Türkiye'deki bir kısım medyanın tutumuna gelince; Hizb-ut Tahrir, Beyrut'ta dünyanın dört bir yanından ciddi medya mensuplarının katıldığı uluslararası bir medya konferansı düzenlemiştir. Türkiye'deki tüm medya organlarının genel yayın yönetmenleri başta olmak üzere, sırasıyla yazı işleri müdürleri, haber müdürleri, ekonomi müdürleri de bu konferansa davet edilmiştir. Ancak bu davetimize katılım, samimi medya mensuplarından olmuştur. Söz konusu çirkin ve seviyesiz haber ise tüm engellemelere rağmen gerçekleşen ve büyük yankı uyandıran medya konferansının hemen sonrasında yayınlanmıştır. Görünen o ki; Türkiye'deki bir kısım medya Hizb-ut Tahrir'in düzenlediği uluslararası medya konferansından tek bir satır bahsetmeyerek, Müslüman Türkiye halkından gizlemeye ve konferansın başarısını bu türden seviyesiz haberlerle gölgelemeye çalışmıştır. Demek ki söz konusu haberi yapan medya organları, Beyrut'taki konferans öncesi, AKP hükümeti başkanı Erdoğan'ın "Demokratik Açılım" bahanesiyle düzenlediği "medya ile buluşma" toplantılarından bu şekilde talimat almışlardır. Daha ağır karalama kampanyalarından umduğunu bulamayan başta mevcut hükümet olmak üzere, bu medya grupları üçüncü sayfa haberlerinden medet umar hale gelmişlerdir.

Çirkin haberler üretmek için mesailerini harcayan medya gruplarına tekrar sesleniyoruz; iftira temelli bu tür haberler, Allah'ın izniyle Hizb-ut Tahrir üzerinde hiçbir olumsuz etki bırakmaz, bilakis Hizb-ut Tahrir'e teveccühü artırır. Sonra hüsrana uğrayan sizler olursunuz.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

 

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Avustralya, Hilafet Konferansını Başarıyla Tamamladı

Gerek Avustralya'daki Müslümanların genelini kuşatan atmosferlere gerek bu konferansın hazırlanmasına denk gelen provaktif atmosferlere gerekse sağcı güçlerin çağrıda bulunarak binin üzerinde kişinin katıldığı konferans mekanın dışında düzenledikleri gösteri yoluyla konferansın gidişatına yönelik karışıklık çıkarma girişimlerine rağmen Hizb-ut Tahrir / Avustralya, 04.07.2010 pazar günü Sidney'de düzenlediği Hilafet Konferansı'nı başarıyla tamamladı.

Konferansta İslam ve Batıdaki Müslümanlarla ilgili birçok mesele ele alındı. Zira birinci bölümde Batının İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmancıl kampanyasının hedefleri ve maksatları ele alındı. İkinci bölümde Müslüman kadınının, kıyafetinin hedef alınması ve hadaratların çatışmasının tezahürlerinden bir tezahür olması bakımından kıyafetinin doğru bir çerçeveye oturtulması ele alındı. Üçüncü bölümde Batının genel politikasının bir parçası olarak İslam'ın hedef alınması hususunda Avustralya'nın birbirini takip eden politikaları ele alındı. Beşinci bölümde bir taraftan Müslümanları hedef alan entegrasyon, asimilasyon ve bütünleşme politikasına karşı koyma keyfiyeti ve diğer taraftan vakıaya yaklaşım keyfiyeti ele alındı. Beşinci bölümde İslami Hilafet, Hilafetin önemi ve Hilafeti Müslümanların beldelerinde geri getirmek için insanları çalışmaya sevk etmede Batıdaki Müslümanların rolü ele alındı. Konferans, Batıdaki Müslümanların önceliklerini ele alan altıncı bölüm ile sona erdi. Bu bölümlerin birçok kısa görüntülü sunumu yapıldı.

Özelde Avustralya'daki genelde Batıdaki Müslümanların özellikle de şebabın Hilafet projesine ve davetine ilgisi, yeryüzünün Doğusunda ve Batısında İslami ümmetin tek vücüt olduğunu ve sadece Müslümanları değil bilakis tüm insanlığı kurtarmak için İslam'ı hayat, devlet ve toplum vakıasına geri döndürmeye dönük dertlerinin ve özlemlerinin tek olduğunu göstermektedir.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Günah Sultası, Allah'ın Evlerine Saldırıyor, Allah'a, Resulüne ve Müminlere Açıkça Savaş İlan Ediyor

Yahudilerin mescitleri yakma ve ümmetin mukaddesatlarına saldırma eylemlerine benzeyen tehlikeli bir emsal ve menfur bir cürüm altında Filistin günah Sultası ve güvenlik birimleri, Hilafetin yıkılışının 89. yıldönümünü anmak için düzenlenecek olan konferansı engellemek için el-Halil'in kazası Beyt-i Kahil'deki Mescid-i Rahman'ı kapatma girişiminde bulundu. Mescitte ezanın okunmasını ve ikindi salâhının kılınmasını engelledi. Böylece farzı eda etmek ve konferansa katılmak için toplanan cemaate, salâhlarını ede etmek için gelen insanları Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya girmesine engel olması yüzünden akıllara Kudüs yollarındaki cemaatin görüntüsünü getiren bir görüntü altında ikindi salâhını mescidin önünde kılmaları çağrısında bulundu.

Sulta, bu menfur eylemi ile öncelikle güpegündüz Allah'a ve davetine, sonra da ümmete ve hadaratsal projesi "Hilafete" karşı savaş ilan etmiştir. Bundan dolayı Sulta, el-Hak Subhânehu'nun bu ve bu gibilerin hakkındaki vaadi tecelli etmek üzere dünyada rezillik ve ahirette büyük bir azaptan başka bir şey elde edemeyecektir.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَـئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik ve ahirette de büyük bir azap vardır." [el-Bakara 114]

Allah'ın izniyle yakında Hilafet kurulduğunda da ümmet tarafından çetin bir hesaba çekilecek. İşte o zaman hiçbir şefaatçi Sultaya şefaatçi olmayacağı gibi ümmet, Aksa'nın minberine veya Kabe'nin örtüsüne yapışsalar bile onu ve kuyruklarını asla affetmeyecektir. Sulta, Amerikan projelerine göre hareket etmiş, Filistin halkına komplo kurmuş, mübarek arz hakkında ifrata kaçmış ve kafirin yerine Hilafete davet çalışmasına karşı savaşmışken nasıl böyle olmasın ki.

Sultanın ve despotik birimlerinin saflarında yer almaları, çabalarını Allah, resulü ve müminlerle savaşmaya seferber etmeleri için şeytanın ayarttığı Müslümanların evlatlarına Allah'tan korkmaları için bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Zira onlar, büyük bir halt işlediler. Sakın İslam'a karşı savaşın yakıtları ve kendilerini doğuran ümmetlerinin karşısında köstek olmasınlar. Sonra en hayırlı ümmete karşı şer ittifakı olurlar. Sakın batılın dolaşıp durması onları aldatmasın. Zira o son nefeslerini vermektedir. Bilmelidirler ki ümmetlerinin dışında onların hiçbir kıymeti yoktur. Bilakis kafirlerin ellerinde rezil ve aşağılanmış birer araç olarak kalacaklardır. Onlar olsa da olmasa da ümmetlerinin şanı yükselecektir. O halde durdukları saffa bir bakmazlar mı?

Sultanın adamlarına deriz ki sizler, yayılan, büyüyen ve Allah'ın izniyle zafere yaklaşan bu davetin karşısında asla engel olamazsınız. Zira sizler, sizin gibiler hatta sizlerin daha üstü olan tağutlar ve zalimler, gelmekte olan güçlü Hilafetin ilerleyişini asla durduramazsınız. Zira o, desteğini ne donör ülkelerden ne de kafir güçlerden almaktadır. Bilakis Allah'ın gücünden, yardımından ve muvaffakiyetinden almaktadır. O, davetini taşımakta ve yeryüzünde sultânını ikame etmek için çalışmaktadır. Zira siz kim hak davetin karşısında durmak kim. Keşke akletmiş olsaydınız.

 

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir." [es-Saffât 171-173]

 

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]

 

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Trajik olaylarda akan kanlar daha kurumadan 27.06.2010'da Kırgızistan'da yeni anayasa hakkında referandum yapıldı! Geçici hükümet, durumlar normal haline ve yurtlarından edilenler yıkılan evlerine dönünceye kadar referandumun ertelenmesini kabul etmedi. Bilakis hükümet, tüm bu koşullara rağmen referandumun yapılmasında ısrar etti!

Peki hükümet, yıkılıp yakılan evlerin ve işyerlerin tekrar imar edilmesi ve Güneyde Özbekler ile Kırgızlar arasındaki etnik olaylarda akan kanların tedavi edilmesine hırs göstermek yerine neden referandumun yapılması üzerinde bu kadar çok hırs göstermektedir?

Cevap: Tafsilatlara girmeden önce son zamanlarda Rusya Federasyonu'nun davranışlarında ortaya çıkan dikkat çekici bir vakıaya dikkat çekmek istiyoruz ki o da şudur: Sovyetler Birliği'nin, parçalanması ve çökmesinden sonra bile kendi ambarında olan devletlerdeki muhaliflerine karşı demir yumrukla zulmetme üslubuna geri dönmesidir! Nitekim bu durum, Kuzey Gürcistan işgalinden Kırgızistan olaylarına kadar birçok olaylarda ortaya çıkmıştır. Gürcistan olaylarına gelince: Kuzeyinin işgal edilmesi apaçık bir durumdur. Kırgızistan olaylarına gelince: Tablonun netleşmesi için son olayları zikretmeden önce kısa olarak Bakiyev'e karşı yapılan darbe olaylarına geri dönmeliyiz:

 

1- Rusya, 23.07.2009'da Bakiyev'in seçimleri kazanmasını desteklemiş ve Rusya'nın bu desteği dikkat çekici bir şekilde olmuştur. Zira Rusya devlet başkanı Medvedev, bizzat Kırgızistan'a gelerek 02.08.2009'da Bakiyev için düzenlenen görevi devralma törenine katılmıştır!

 

2- Rusya, Bakiyev'in Amerika'ya yakınlaştığını mülahaza etmiştir ki bu da şu iki etkin olayda ortaya çıkmıştır:

Birincisi: Amerikan Başkanının Afganistan'dan Sorumlu Temsilcisi Richard Holbrooke, 19.02.2010'da Afganistan ve Kırgızistan'a bir ziyarette bulundu ve her iki ülkenin devlet başkanlarıyla bir araya geldi. Nitekim "Rusya Bugün" internet sitesinin "Rus İnterfax" haber ajansından aktardığı habere göre Holbrooke, Devlet Başkanı Kurbanbek Bakiyev ile, "İkili ilişkilerin geleceğini, Afganistan'ın durumunu, gözlerden ırak bir şekilde tarafların Afganistan'ın durumu hakkında görüş alışverişinde bulunulmasını, iki ülke arasında karşılıklı çıkar işbirliğini geliştirme yollarının görüşülmesini" ele almıştır. Yine Kırgızistan Devlet Başkanlığı Basın Bürosu, Bakiyev'in şu açıklamasını aktarmıştır: "Ülkem, Kırgızistan-Amerikan ilişkilerinin geliştirilmesi ve ikili ilişkilerin aktifleştirilmesi açısından önemli ve öncelikli bir konuma sahiptir." Keza Rus İnterfax Haber Ajansı ise bu haberi aktarırken açıklamaya, "taraflar gözden ırak bir şekilde" cümlesini eklemeyi uygun görmüştür. Yani bunun anlamı, Rusya'nın ajanı olan Bakiyev'in Amerikalılar ile üzerinde anlaştıkları şeyin ne olduğunu bilmemesi için onun dikkatinden ırak gizli bir şekilde demektir. Dolayısıyla bu, Kırgızistan devlet başkanı ile Amerikalılar arasında bir şeyler döndüğüne dair Rusya tarafından verilmiş olan bir sinyal ve işarettir.

İkincisi: "Rusya Bugün" internet sitesi, 17.03.2010'da, "Birleşik Devletleri, geçenlerde Batken şehrinde terörle mücadele amaçlı özel birlikler eğitim merkezi kurmak için Kırgızistan'a yardım amacıyla 5,5 milyon dolar tahsis ettiğini açıkladığı" şeklinde bir haber geçmiştir. Nitekim "Rusya Bugün", Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleri Enstitüsü Bişkek Şubesi Müdürü Alexander Kinazov'a, bu merkez konusu hakkında sorduğunda şöyle demiştir: "Washington, bu merkezi Orta Asya'daki ihtiyaçlarını gidermek için kullanmaktadır. Terörle mücadele sloganı, Irak ve Afganistan'da olduğu gibi Amerika'nın hedeflerini gerçekleştirmeye dönük gerekçeden öte bir şey değildir." Ve şöyle eklemiştir: "Washington, Orta Asya'daki bu projeler yoluyla bölgede Rusya'nın ve Çin'in rekabetine karşı koymaya çalışmaktadır."

 

3- Rusya, Holbrooke'in Kırgızistan'ı ziyaret etmesi, gözlerden ırak bir şekilde Devlet Başkanı Bakiyev ile bir araya gelmesi ve taraflar arasında gizli anlaşmaların yapılmasından dolayı korkuya kapıldı. Nitekim Amerika, Kırgızistan'daki nüfuzunu güçlendirmek ardından oradan diğer bölgelere sıçramak için bu anlaşmalar, sözde terörizmle mücadele gerekçesi altında özel kuvvetler eğitmek ve ajanlar yetiştirmek amacıyla Kırgızistan'da bir Amerikan merkezinin kurulmasıyla taçlandırılmıştır.

Özel kuvvetler eğitmek veya diğer bir ifadeyle Kırgızistan'da Amerika için ajanlar yetiştirmek için bir Amerikan merkezinin kurulması anlaşması, Rusya açısından tehlike çanlarının çalması ve kırmızı çizgileri aşmaya doğru harekete geçmek demektir. Bu nedenle Rusya, Bakiyev'in Amerika ile olan ilişkisini sürdürmesini engellemek için darbe yapmaya koştu ve Bakiyev'e karşı darbe yapıp 08.04.2010'da onu devirmedeki "zafer" sarhoşluğu Rusya üzerinde açıkça görülüyordu.

Rusya, eski ajanı Bakiyev'in kendisinden uzaklaştığını mülahaza edince işte onu bu şekilde cezalandırdı!

 

4- Artık Rusya için geriye, kendisi ile birlikte hareket ederken özellikle de Andican olaylarında askeri destek vermişken Rusya ile ipleri koparan ve Amerika ile birlikte hareket eden Özbekistan'daki Kerimov konusunu halletmek kalmıştır. Ancak Amerika'nın Kerimov'u ekonomik ve güvenlik olarak destekleyip ayartması onu, giderek artan bir şekilde Amerika'ya meyletmeye ve dikkat çekici bir şekilde Rusya'dan uzaklaşmaya itmiştir.

Bu durum ise Rusya'nın 04.02.2009 tarihinde Acil Müdahale Gücü veya diğer bir ifadeyle Acil Yayılım Gücünü kurma kararı aldığı zamanki geçen yılın başlarından bu yana ortaya çıkmıştır. Nitekim Özbekistan imzalamayı reddettiği halde bu anlaşmayı 14.06.2009 tarihinde Moskova'da imzalamışlardır. Ayrıca Özbekistan, geçen 26 ağustos 2009'da Kolektif Güvenlik Örgütü bölgesinde 2009 ekim ayının 15'ine kadar devam eden tatbikatlara da katılmamıştır. Dolayısıyla Özbekistan'ın bu hareketi, bu örgüte olan üyeliğini bir nevi yarı dondurmuş olarak görünse de bunu resmen ilan etmemiştir. Bunun da ötesinde Özbekistan, varlığını tehdit etmesinden dolayı Rusya'nın Kırgızistan'da ikinci bir üs inşa etmesine de karşı çıkmıştır. Zira bu üs, Özbek sınırları yakınında olan Fergana Vadisi bölgesine inşa edilecektir. Nitekim Novasti Haber Ajansı, 05.08.2009'da Özbekistan Dışişleri Bakanlığına bağlı "Jahon" haber ajansının 03.08.2009'da yayınladığı açıklamada geçtiği üzere Özbekistan'ın, Güney Kırgızistan Kant'taki Rus üssüne ek olarak başka bir Rus askeri üssünün konuşlandırılmasına ilişkin planın uygulanmasının zaruri veya faydalı olmadığını düşündüğünü ve yeni bir üssün konuşlandırılmasının bölgede istikrarsızlığa yol açacağını belirttiğini aktarmıştır.

Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, 18.08.2009'da başkent Taşkent'te General David Petraus ile yaptığı görüşmede şöyle demiştir: "Özbekistan, karşılıklı saygı ve eşit ortaklık ilkeleri temelinde Birleşik Devletler ile olan mevcut işbirliğini genişletmeye hazırdır." [Rus Novasti haber ajansı/18.08.2009]

Amerika, NATO'nun yüklerini Özbekistan üzerinden Afganistan'a taşımak için Özbekistan ile bir anlaşma imzaladı. [Ulusal Stratejik Araştırma Kurumu/04.04.2009] Ancak Özbek-Amerikan yönetimleri arasındaki ilişkiler bunun ötesine geçerek Amerikan yönetimi, Özbekistan'ın 18. bağımsızlık yılı münasebetiyle bir kutlama mesajı gönderdi ve ardından da Kerimov, Özbekistan'daki Amerikan Büyükelçisi "Richard Norrland'ın" ziyaretini kabul etti. Bundan önce de Kerimov, 18 ağustosta ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Howell Petraus'u kabul etmiş, iki ülke arasında askeri eğitim programları ve staj eğitimi değişimini içeren bir işbirliği anlaşması imzalanmıştı.

İşte bu şekilde Kerimov, Rusya'dan uzaklaşmakta ve Amerika'ya yakınlaşmaktadır.

 

5- Rusya'nın bu doğrultuda Kerimov'un Amerika'ya yakınlaşmasına bir son vermesi kaçınılmaz oldu. Nitekim öyle de oldu. Zira Rusya, Özbekistan'ın başına bir sorun örmeyi amaçladı. Böylece Kırgızistan'daki Özbek azınlığın büyük bir bölümünü Özbekistan'a sürdü. Böylelikle de Özbekistan'ın uzun zamandan beri üyeliğini dondurduğu Kolektif Güvenlik Örgütü yoluyla sorunu çözmek için bir müdahale gerekçesi oluşturdu... Çünkü sorun çok açık olacağı için Özbekistan, sorunun çözümü için Kolektif Güvenlik Örgütü'ne geri dönmek zorunda kalacaktır. Doğal olarak bu da Rusya liderliğinde olacaktır. Böylece Özbekistan, önce Rusya'nın emrine geri dönecek ardından da Amerika'dan uzaklaşacaktır.

 

6- Bunun içindir ki Rusya, Özbekistan sınırına doğru kovmaları için yakma, yıkma ve katliam yoluyla Özbeklere saldırmaları için Kırgızistan'daki geçici hükümeti ve şerefli Kırgızların olmadığı Kırgızistan'daki kuyruklarını harekete geçirdi. Şayet Özbekistan hükümetiyle bağlantı kurun Amerikan hükümetinin Taşkent'teki sözcüsü olan Amerikan Büyükelçisi müdahalede bulunup Özbekistan'ı Kolektif Güvenlik Örgütü kuvvetlerine katılmamaya ikna etmemiş olsaydı Özbekistan'ın Kolektif Güvenlik Örgütü'ne katılmayı ve sorunun çözümü için Rusya liderliğinde kuvvet göndermeyi kabul etmesiyle neredeyse plan başarıya ulaşacaktı. Zira Özbek hükümeti, başlangıçta sınırları açmasının ve Özbekistan'a ulaşan göçmenlerin sayısının yaklaşık 100.000'ne ulaşmasının ardından buna icabet etmiş ve sınır kapılarını Özbek göçmenlerin suratına kapatmıştır. Görünen o ki onların, yani Ruslar ile Kırgızistan'daki ajan hükümetin amacı, iki ülke arasında bir kriz oluşturmak amacıyla yüz binlerce Özbeklinin Özbekistan'a göç etmesi, ardından sorunun çözümü için Özbekistan'ın Rusya liderliğinde Kolektif Güvenlik Örgütü'ne geri dönmesinden sonra Kolektif Güvenlik Örgütü'nün müdahalede bulunması, ardından da onların geri dönmeleri için müzakerelerin başlamasıydı. Böylece Rusya devreye girerek göçmenlerin Kırgızistan'daki yurtlarına geri dönmeleri karşılığında Özbekistan'ın kendi yörüngesine döndürmek ve ona başka koşullar dayatmak için Özbekistan'a baskı yapmak için bu durumu istismar edecekti. Ancak dediğimiz gibi Özbekistan, Amerikan hükümetinin müdahalesini reddetmiştir. Bunun içindir ki Amerika Dışişleri Bakanı Sekreteri Robert Blake, Özbekistan'ın davranışlarını ve sınır kapılarını göçmelerin suratına kapatmasını övmüştür.

 

7- Rusya'nın Özbekistan'ı Kolektif Güvenlik Örgütü'ne geri döndürmek için Özbekistan'a giden göçmenleri istismar etmek istediğini teyit eden bir diğer husus ise Rus Novasti haber ajansının 12.06.2010'da aktardığı habere göre Kırgızistan'ın Geçici Başbakanı Otunbayeva'nın, Rus Devlet Başkanı Medvedev'den durumları yatıştırmada yardımcı olmaları amacıyla kuvvet göndermesini talep etmesidir. Lakin Rusya Devlet Başkanı Sözcüsü Natalia Timokova'nın ifade ettiği üzere Rusya, "Bunun bir iç çatışma olduğu ve koşulların etkin olarak Rusya'nın katılımını gerektirmediği gerekçesiyle kabul etmemiştir." Yani Rusya'nın tek başına katılımını gerektirmemektedir. Nitekim Rus gazetesi Vedomosti'nin Rusya Savunma Bakanlığındaki bir yetkiliden aktardığı şu sözü de bunu teyit etmektedir: "Özbekistan'ın yardımı olmadan Kırgızistan'a kuvvet konuşlandırılması ve finanse edilmesi zor bir durumdur." Bu da önce Kolektif Güvenlik Örgütü içerisindeki etkinliğine geri dönmeye ve üyeliğini etkinleştirmeye ardından da Rusya'nın komutasında Acil Müdahale Gücüne katılmaya zorlamak için bu olaylarla hedeflenenin Özbekistan olduğunu göstermektedir. Ancak Özbekistan, bunlara yanıt vermeyince Rusya, 14.06.2010'da Kırgızistan'a Kolektif Güvenlik Örgütü adı altında askeri ve hava teçhizatı gönderme kararı almıştır.

 

8- Rusya, Özbekistan'ı Kolektif Güvenlik Örgütü'ne ve Acil Müdahale Gücüne çekmeyi başaramayınca yaşananları etnik bir savaş ve Özbek azınlığın Kırgızlar gibi (vatansever) olmadığını göstermek amacıyla olayları istismar etmek istedi... ve Kırgızların maslahatlarının yanında olup (vatansever olmayan) Özbeklere karşı olduğu gerekçesiyle geçici hükümetin lehine bir popülerlik oluşturmak için referandumun ertelenmeksizin zamanında yapılmasında ısrar etti. Bunun içindir ki Geçici Kırgız Hükümetinin Başkan Yardımcısı Azimbek Beknazarov şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Oş'daki durum istikrara kavuşmuştur. Yeterli kuvvete sahibiz. Bize düşen referandumu organize etmektir. Kendisinin Kırgızistan vatandaşı olduğunu iddia eden herkes referandumda oy kullanmaldır." [17.06.2010 / el-Cezira] Böylece 27.06.2010'da yapılan anayasaya referandumu sonuçlarında bir nebze de olsa geçici hükümet ile etnik Kırgızlar arasında etnik yakınlaşma ortaya çıktı.

 

9- Velhasıl Kırgızistan olayları; Özbekistan'ın başına bir sorun örmek için Özbek azınlığın Özbekistan'a göç etmesi amacıyla onlara saldırmak ve böylece sorunu bitirmek için Özbekistan'ı Kolektif Güvenlik Örgütü ile Acil Müdahale Gücü Örgütüne geri dönmeye mecbur etmek amacıyla Rusya ile geçici hükümet tarafından planlanmış yapay olaylardır etnik bir savaş değildir. Çünkü yaşanan şey şu ki Rusya'nın kuyrukları ile Kırgızistan'daki geçici hükümet, Özbeklerin üzerine korkunç ve vahşi bir şekilde saldırmışlardır dolayısıyla iki taraf arasında bir savaş olmamıştır ki yaşanan olaylar etnik bir savaş olarak isimlendirilsin.

Nitekim tanık oldukları eylemler hakkında değerlendirmede bulunan bazı haber ajansları, bunların spontane eylemler olmayıp planlı olduğunu ifade etmişlerdir. Mesela AFP haber ajansı, 17.06.2010'da şunları yazmıştır: "Muhabirlerinin son günlerde Güney Kırgızistan'da tanık oldukları şeyler ve gözlemledikleri zararlar, Özbeklerin yüzlerce ölümle sonuçlanan koordineli bir tasfiye sürecine kurban edildiklerini göstermektedir." Ve şöyle ekledi: "Bir hafta önce olayların patlak verdiği Oş'ta, Celalabad'da ve Özbekistan'daki mülteci kamplarında birbirini doğrulayan görgü tanıkları, tankların koordineli saldırılarla Özbek mahallelerini kasıp kavuran silahlı milislere zemin hazırladığını ifade ettiler. Oysa çoğunlukla etnik Kırgızların oturduğu mahallelere hemen hemen hiçbir şey olmamıştır. Özbek azınlıkların mahallelerindeki evler ise çok iyi organize edilmiş operasyonlarla yağmalanmasının ardından temellerine varıncaya kadar yerle bir edilmiştir. Bir taraftan tanklar, evlerde yangına yol açan yangın mermileri sıkarken diğer taraftan silahlı guruplar, yangını söndürmeye çalışan sakinlerin üzerine kalaşnikof tüfeklerle kurşun sıktılar."

Bazı şebabımız, yakım ve yıkımı engellemek için müdahalede bulunmaları amacıyla devletin bölgedeki yetkililerine gitmişler ancak bu yetkililer, bu şebebımıza hiçbir yanıt vermemişler bilakis onlardan bazılarını da tutuklamışlardır!

New York Times gazetesi, 16.06.2010'da Birleşmiş Milletleri Ofisi Sözcüsü ve İnsan Hakları Yüksek Komiseri Robert Colville'nin şu açıklamasını aktarmıştır: "En az yüz kişinin ölümüyle ve yüz bin veya daha fazla Özbeklinin evlerinden edilmesiyle sonuçlanan saldırılar, koordineli, hedefli ve iyi planlanarak yapılmış olup etnik şiddet kaynaklı spontane patlak vermiş bir saldırı değildir."

Rusya, Özbekistan'ı tekrar kendi ambarına döndürmeyi başaramayınca yaşanan olayları vatansever olmayan Özbek azınlıklar ile geçici hükümetin maslahatlarını benimsediği vatansever Kırgızlar arasındaki etnik bir çatışma şeklinde göstermek amacıyla Kırgızların anayasa referandumunda geçici hükümetin etrafında toplanması için olayları istismar etmiştir.

 

10- Ancak üzücü olan konu şu ki Orta Asya'ya nüfuz etmeye yönelik Rusya ile Amerika arasındaki bu çatışmanın yerli araçlar yoluyla gerçekleşmesi ve kurbanlarının da Müslümanlar olmasıdır. Tüm bunların sebebi ise sömürgeci kafirler ile ajanlarının Müslümanları bir araya getiren bağı -ki İslam'dır- yok etmeye ve onun yerine asabiyetçi bağları getirmeye çalışmaktadırlar ki böylece Müslümanların kanları Müslümanların elleriyle aktılmaktadır.

Bizler bu cevabın sonunda yüzyıllardır İslam'ın bir araya getirdiği Özbek ve Kırgız kardeşleri, dünyanın ve ahiretin izzetinin kendilerini bir araya getiren İslam olduğunu, Rusya, Amerika ve bu ikisinin ajanlarının yaptıkları şeyin kafirlerin çıkarları için kendi kanlarını kendi elleriyle akıtsınlar diye Müslümanların arasında şiddetli bir çekişme çıkarmak olduğunu idrak etmeye davet ediyoruz..

 

Allahu Subhânehu'dan, Hilafetin kurulması, Müslümanları hayır üzerine bir araya getirmesi, birbirlerini seven kardeşler ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapması için nusretini ve çıkış yolu vermesini talep ediyoruz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Afganistan, NATO'ya Mezar Olacaktır

Afganistan'daki ABD ve NATO Güçlerinin Komutanı General Stanley McChrystal'in istifası, dünyaya Afganistan'daki Amerikan hakimiyetinin çöktüğünü ve Afganistan'ın lanetini göstermiştir. Zira dokuzuncu yılına giren ve bu ay Vietnam savaşının süresini geçen Afganistan'daki savaş bu gidişle Vietnam'ın lanetini unutturacaktır. Görünen o ki Afganistan'daki Kanada Kuvvetlerinin eski Komutanı Kanadalı General Rick Helih'in uyarıları çıktı çıkmak üzere. Zira o, 2009 Ocak ayında Afganistan'ın NATO'ya mezar olacağını açıklamış ve NATO ile generalleri, bir türlü acısını unutamadıkları ağır hezimetlerinin hala acılı yaralarını saramayan Rus subayların alay ve şamata konusu olmuştu.

Doğrusu ajan Karzai'nin, kendisine Amerikan savaş mızraklarının gölgesinde Müslümanların cesetleri ve kanları üzerinden "güvenlik ve barış" vadinde bulunan dayanağı McChrystal'i kaybettiği için ağlaması dikkat çekicidir.

Aslında Taliban'ın, NATO kuvvetlerine topyekun karşı koyması, bu güçlerin aralarında Ürdün ve Türkiye'nin de bulunduğu 42 devletten oluşan devletlerarası bir ittifakı içermesi, 140 bin askerden oluşan devası bir ordu hazırlaması, siyasi ve askeri olmak üzere Batılı liderlerin acı hezimeti önlemeye yönelik karamsarlıkları; işte tüm bunlar, açık bir şekilde İslami ümmet Allahuteala'nın, وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine [dinine] sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz." [Âl-i İmrân 103] kavlinde olduğu gibi O'nun ipine (dinine) sımsıkı sarıldıklarında Afganistan'daki, Irak'taki Amerikan işgalini ve Filistin'deki Yahudi pisliğini kökünden söküp atmaya muktedir olacağını göstermektedir.

Önümüzdeki günlerde 18.07.2010'da Beyrut'ta yapılacak olan küresel konferansımızda Allahuteala'nın yardımıyla bunu gerçekleştirmenin keyfiyetine dönük pratik metodu ümmete açıklayacağız.

Osman Bahâş
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Müdürü

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Sizler, Sürdürülebilir Bir Gelişmeyi Asla Gerçekleştiremezsiniz Aksine Sizler, Sürekli Engelsiniz!!

Güvenlik ve Savunma İşlerinden Sorumlu Başbakan Yardımcısı, Dünya Turizm Örgütü'nün Ortadoğu'ya yönelik 34. Genel Kurulu Toplantısı'nda şöyle dedi: "Yemen, nesillerin kaynaklardaki haklarını koruyacak, iş imkanı oluşturmaya ve fakirliği azaltmaya yardımcı olacak sürdürülebilir turizm gelişimi gerçekleştirmeyi arzulamaktadır." [es-Sevre Gazetesi/Sayı 16660 /23.06.2010]

Kırılgan nizamın rüveybidaları, sık sık "sürdürülebilir bir gelişme, gelişme çarkını döndürmek, iyi bir yönetişim..." içi boş benzeri isimlendirmeler ve tanımları gerçekleştirmeyi arzuladıklarını dile getirmekteler. Ancak sürdürülebilir turizm gelişmesi kavramı, bu ruveybidaların nereden getirdiklerini bilmediğimiz bir kavramdır!!

Peki şimdi ahlak bozucu oteller, Müslümanların ırzlarını pazarlayan gece kulüpleri ile diskoların yayılması, sıkı bir güvenlik koruması ve saltanat alimlerinin kutlamaları altında günahın ve ahlaki yozlaşmanın yaygınlaşması sürdürülebilir bir gelişme midir?!

İktidar Nizamının turizm adı altında ticaretini yaptığı atalarımızın maddi şekilleri ve mirası, atalarımızın kendi zatlarına güvenerek büyüklükte azimlerinin gücünü gösteren bu muazzam simgeleri bina etmeleri bakımından nizamın kendisine lanet okumaktadır. Onlar ki mütevazi imkanlarına rağmen yüksek yüksek kaleler inşa etmişler, kayaları oymuşlar ve setler kurmuşlardır. Onların yaptıkları bu işler ile bu kör çapulcu nizamın politikası, sorumluluk almaktan kaçmaya yönelik ahmakça açıklamaları kıyaslandığında gerçekten bu kişilerin ümmettin tarihinde süregelen bir engel ve büyük bir zarar oldukları görünmektedir.

Bu konferansların ve açıklamaların arkasındaki asıl maksat, nizamın alışageldiğimiz kazanım ve nemalanma politikasıdır. Dahası "terörizmle savaş, fakirliği bitirmek, kalkınma ve işsizlik..." gibi inandırıcı olamayan gerekçelerle ülkenin ve insanların sırtından nemalanmaktır. Oysa terör, fakirlik ve işsizlik bunların hepsi nizamın icadıdır. Ardından bunları; cürümlerine, uşaklığına ve ülkeyi sarmalayan sorunlar ve krizler karşısındaki çaresizliğine kılıf yapmaktadır.

Bundan dolayı onlar, yanlış bir nizamın içinde yer aldıklarını ve yanlış yerde durduklarının farkında olmalarına rağmen ayak diretiyorlar ve inat ediyorlar. Keşke şu iki husustan dolayı azgınlıklarının ve dalaletlerinin akıbetlerini bilmiş olsalardı:

1. Onlar, tarihin çöplüğüne atılacaklar ve ölünceye kadar nesillerin laneti peşlerinden gelecektir.

2. Eninde sonunda Allah'a selim bir kalp ile gelen kimse dışında ne malın ne de evladın insanlara hiçbir faydası dokunmayacağı o gün Allah'ın onlara olan gazabı, öfkesi ve intikamı yetecektir.

Bundan dolayı Müslüman Yemen halkı şunu bilmelidir ki Hizb-ut Tahrir'in çalıştığı İslami hayatı yeniden başlatarak doğru ideolojik bir kalkınmanın gölgesi dışında kalkınmanın ve şerefli bir yaşamın gerçekleşmesi imkansızdır.

Allahuteala şöyle buyurmuştur: لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ "Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar!" [es-Saffât 61]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru-1: İktisat Nizamı kitabının 96. sayfasında şu ibare geçmektedir; Ebu Yusuf, Harac kitabında Saîd İbn-u el-Museyyeb'den Ömer İbn-u el-Hattab'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

... وليس لمحتجر حق بعد ثلاث سنين "Muhtecirin (araziye sınır çeken kimsenin) üç seneden sonra(arazi üzerinde) bir hakkı yoktur."

Müşrif halakada, Ömer'in bu sözünün üzerinde sahabenin icmâsının gerçekleşmiş olmasından dolayı şeri delil olduğu, dolayısıyla ister satın alma ister miras ister hibe isterse de herhangi başka meşru bir sebep yoluyla olsun bir araziyi mülk edinen kimsenin bu araziyi kullanabileceğini ve üç yıl işletmediği taktirde ise arazinin bu kişiden alınacağı değerlendirmesinde bulundu.

Burada şebabın biri şunları sordu:

1- Delalet bakımından Ömer'in sözüne, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisine muamele edildiği gibi muamele edilir mi?

2- Sahabenin hiç birisinin karşı çıkmamasından dolayı Ömer'in sözüne şeri delil olarak itibar edilir mi? Yani bu, Ömer'in sözü üzerinde sahabenin icmâsı hasıl olduğu anlamına mı gelmektedir?

Burada konu hakkında kesin bir cevap yoktur. Dolayısıyla bunun hakkındaki cevabı rica ediyor size şükran ve taktirlerimizi sunuyoruz.

Cevap-1:

-Ömer'in sözünün delil olmasına gelince; bu doğru değildir. Bilakis delil, Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın sözünden çıkarılan hüküm üzerindeki sahabenin icmâsıdır.

-Delalet bakımından Ömer'in sözüne hadise muamele edildiği gibi muamele edilmesine gelince; bu doğrudur.

Birincisine, yani Ömer'in sözünün delil olmayıp bilakis icmânın delil olmasına gelince; bu, karışık olmayan açık bir husustur. Zira icmâ-us sahabe, rivayet etmedikleri bir delili açığa çıkarmış olup dahası hükmü delil olmaksızın zikretmeleridir. Çünkü bu delil onlar nezdin meşhur ve çok açık olan bir husustu. Yani sanki delil onlar tarafından besbelli ve malum olan bir husustu. Dolayısıyla hükmü zikretmekle yetinmişlerdir.

İkincisine, yani delalet bakımından Ömer'in sözüne hadise muamele edildiği gibi muamele edilmesine gelince; bu doğrudur, gereklidir de. Çünkü Ömer, hükmü metinsel olarak zikretmiş olup kendisi lügat ehlinden biridir. Hatta Ömer'in sözünden çıkarılan hükmün anlaşılması için lafızların hadisin lügatteki delaletlerine göre incelendiği gibi onun sözünün de incelenmesi kaçınılmazdır. Aksi takdirde lügatsal bir incelemeyle hadis gibi bu söz de incelenmez ise özellikle de Ömer lügat ehlinden iken Ömer'in sözünden çıkarılan hüküm nasıl anlaşılır?

Meselenin daha çok açıklığa kavuşması için Ömer'in aşağıdaki sözüne daha iyi bakmalısınız:

Ömer şöyle demiştir:

من أحيا أرضاً ميتة فهي له، وليس لمحتجر حق بعد ثلاث سنين "Kim bir ölü araziyi ihya ederse o arazi onundur. Muhtecirin (araziyi taşla çeviren kimsenin) üç seneden sonra (arazi üzerinde) bir hakkı yoktur. "

Böylece o, ihya edene ait olan mülkiyeti zikrederken muhtecire ait olan mülkiyeti zikretmemiştir. Dolayısıyla o şöyle demiştir: من أحيا أرضاً فهي له "Kim bir ölü araziyi ihya ederse o arazi onundur." Şöyle dememiştir:من احتجر أرضاً فهي له "Kim bir araziyi ihticar ederse (taşla çevirirse) o arazi onundur." O halde ölü arazi, sadece ihya ederek, yani ekerek ve benzerleri ile imar ederek mülk edinilirken etrafını taşla çevirmekle mülk edinilmez mi? Yani ihya eden için mülkiyet olurken muhtecir için mülkiyet yok mudur? Ardından arazi ihya edilip (üç yıl boş bırakıldığında) mülkiyetin alınması muhtecir için olup ihya eden için değildir demek; her kim bir araziyi ihticar eder sonra da onu üç yıl boş bırakırsa bu arazinin ondan alınacağı ve bunun, Ömer, "muhtecirin üç seneden sonra bir hakkı yoktur" deyip "ihya edenin üç seneden sonra bir hakkı yoktur" dememiş olmasından dolayı araziyi ihya eden kimseye intibak etmeyeceği anlamına mı gelmektedir?

Yani mülkiyet, "kim ihya ederse" sözündeki ihya eden kimse için olup "Muhtecirin bir hakkı yoktur" sözündeki muhtecirin elinden alınır demek olup şimdi mesele bu şekilde midir? Şayet hüküm, mülkiyet ve onun alınması hususunda hem ihya edeni hem de muhteciri kapsıyorsa bu nasıl olacak? Hatta her hangi bir hadisi lügatteki lafızların delaletleri bakımından incelediğimiz gibi lügatsal olarak Ömer'in sözünün delaletini de incelemedikçe bunun anlaşılması mümkün değildir.

Bunun incelenmesi sonucunda deriz ki; Ömer'in bu sözü, icaz-ı hazf [İcaz-ı Hazf: Manaya zarar gelmemesi şartı ile lafzi veya akli karine delaleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır] babına girer. İcaz-ı hazf ise fıkh-ul lügada bilinen bir husustur. Sanki Ömer şöyle demiştir: "Kim ölü bir araziyi ihya ederse o arazi onundur. Üç seneden sonra onun bir hakkı yoktur. Kim ölü bir araziyi ihticar ederse o arazi onundur. Üç seneden sonra muhtecirin bir hakkı yoktur." Böylece Ömer; [من أحيا... kim ihya ederse] ifadesini, yani birinci hükmün yarısını ispat etmiş ve aczi, yani [وليس له حق بعد ثلاث سنين... Üç seneden sonra onun bir hakkı yoktur] ifadesini hazfetmiştir. Yine Ömer, ikinci hükmün yarısını, yani [ومن احتجر أرضاً... Kim bir araziyi ihticar ederse...] ifadesini hazfetmiş ve aczi, yani [وليس لمحتجر حق... Muhtecirin bir hakkı yoktur] ifadesini ispat etmiştir. Hakeza mülkiyet hakkı hususunda arazinin ihya ve ihticar edilmesine ilişkin hükmün aynı olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde arazinin boş bırakılması üzerine mülkiyetin alınmasının hükmü de her ikisi için aynıdır. İster bu ihya edenin hakkı isterse muhtecirin hakkı hususunda olsun fark etmez.

Birinci açıdan böyledir.

İkinci açıdan ise şöyledir: Şayet Ömer'in sözünün delaleti, lügatsal delalet olarak incelenmez ise delalet olarak ihya etmenin arazi mülkiyetinin illeti olduğunu nasıl anlayacağız? Ömer'in sözü lügatsal olarak incelendiğinde hükmün vasıf üzerine takip ve sebep fe'si ile tertip edilmesi, ister fe hükme dahil edilsin isterse vasfa dahil edilsin delalet olarak illeti ifade ettiği ortaya çıkar. Bu ise fe'nin delalet şartlarının, yani fe'yi delalet olarak illeti ifade etmesini sağlayan üç şartın bu doğrultuda gerçekleşmesi durumunda geçerlidir. Bu ise Ömer'in [من أحيا... Kim ihya ederse] sözünde gerçekleşmiştir [Tefsir-ul Vusûl İlâ'l Usûl'e bakınız]. Hakeza ihya etmek, mülkiyetin illeti olmaktadır. Dolayısıyla kim (araziyi) ihya ederse, yani nasıl ihya ederse etsin araziye sahip olmuş olur...

Ve hakeza.

Velhasıl:

Ömer'in sözü delil değildir. Bilakis delil, Ömer'in sözünden çıkarılan hüküm üzerinde sahabenin icmâ etmesidir.

Çünkü Ömer, lügat ehlinden biri olmasından dolayı çıkarılan hükmü Arapça metin ile ifade etmiştir. Dolayısıyla Ömer'in sözündeki lafızların delaleti mantuk, mefhum ve lügat üslupları bakımından hadisin lafızlarının lügatsal olarak incelendiği gibi lügatsal olarak incelenmedikçe Ömer'in sözünden çıkarılan hükmün bilinmesi imkansızdır.

Soru-2: Şahsiye kitabının üçüncü cüzünün:

- 471. sayfasının aşağıdan 9. satırında: "...İllet mesabesinde bir manayı içermektedir."

- 476. sayfasının 8. satırında: "...Sanki onun ondaki sübutu illet mesabesi manasındadır."

- 482. sayfasının 6. satırında:  "...Sanki o bir illettir."

- 483. sayfasının 13. satırında: "...Sanki o bir illettir. Dolayısıyla o, bir illet mesabesindedir."

ifadeleri geçmiştir.

Bizler biliyoruz ki illetin delilleri şu dördüdür: "Sarih, delalet, istinbat ve kıyas." O halde illet mesabesinde olan şey bu dördünün dışında mıdır? Yoksa illet, sadece sarih illet olup bunun dışındakiler illet mesabesinde midir? Şu halde "illet mesabesindedir" ifadesini açıklamanızı rica ediyorum. Allah sizi ve sizinle birlikte olanları mübarek kılsın.

Cevap-2: İllet, teşriinin sebebidir. Dolayısıyla illet kıyasın mahallidir. Zira "sarahaten, delaleten, istinbaten ve kıyasen" illet bulunduğunda illeti içeren başka fer'î bir hüküm asıl hükme kıyas edilir.

Mesela:

Allahuteala şöyle buyurmuştur:  إِذَا نُودِيَ للصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ "Cuma günü salâh için çağrıldığı zaman alış-verişi bırakıp Allah'ın zikrine koşunuz." [Cuma 9] Burada salâh için çağrı anında alış-veriş yapılmamasının illetinin salâhtan alıkoyma olduğu istinbat edilir. Böylece nassta geçen "alış-verişin terk edilmesi" hükmü, illeti içeren başka bir hükme ilişkin kıyasın mahalli olur. Bu da mesela salâha çağrı anında icâra akdinin yapılmasının terk edilmesidir... Alıkoyma illetini içeren diğer hükümler de böyledir.

Ve hakeza.

Delillere göre illet çeşitleri araştırılmış olup illet çeşitleri, "sarahaten, delaleten, istinbaten ve kıyasen" olmak üzere dörttür. Bunların dışındakiler ise teşriinin sebebi olan illet ve bu illeti içermesinden ötürü kıyasın bulunması anlamında olan illet değildir.

İlletin varlığını ifade eden nasslardaki lügat kullanımları açıklanmış olup bu, Şahsiye kitabının üçüncü cüzünde kendi babında açıklanmıştır.

Ancak lügatte nassta geçen hüküm ile bu hükme ilişkin başka bir husus arasındaki ilişkinin istinbat edildiği bir takım kullanımlar vardır. Fakat bu ilişkiye kıyas yapılmaz ve bu, illet çeşitlerinden de değildir. İşte bu lügatsal kullanıma, illet mesabesinde veya sanki bir illettir denilir. Yani bu kullanımda hüküm ile nasstaki diğer bir şey arasında ilişki manası vardır. Ancak bu ne sarahaten ne delaleten ne istinbaten ne de kıyasen bir illettir.

Bu açıklamaya ek olarak derim ki:

[إذا زالت الشمس فصلوا] "Güneş zail olduğunda salâhı kılın" cümlesindeki fe harfi, salâhın sebebidir. Ancak güneşin zevali ile sâlah arasında bir ilişki yoktur. Zira burada sadece bir sebep vardır.

Ancak Allahuteala'nın, وَلا تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ "Allah'tan başka tapanlara sövmeyin. Sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler." [el-Enam 108]" kavlindeki fe harfi, fe-i sebebiyye olmasına rağmen [ولا تسبوا] "sövmeyin" hükmü ile [فيسبوا] "Sonra onlar da söverler" arasında bir ilişki vardır. Zira kafirlerin ilahlarına sövmekten nehyedilmesi onların Allahu Subhânehu'ya sövmelerinden korkulmasından dolayıdır. Ancak buna kıyas edilmez. Dolayısıyla mesela, "Seni tutuklamasından korkarak yöneticinin zulmüne karşı çıkma" denilmez... Bilakis bu, sadece nassta belirtilen durum için geçerlidir. Lakin hüküm ile hükmün sebebi arasındaki ilişki müçtehidin, kendi kapsamına giren durumları kapsayan külli bir hüküm çıkarmasına imkan verir. Dolayısıyla kafirlerin ilahlarına sövmek mubahtır denilir. Harama götürmesinden -ki o, Allahu Subhânehu'ya sövülmesidir- dolayı ise bu mubah yasaklanmıştır. Bunun içindir ki şu küllî hüküm çıkarılmıştır: [الوسيلة إلى الحرام حرام] "Harama götüren vesile de haramdır."

Yani bu ilişki, cüzlerin kendi kapsamına girdiği külli bir hükmün çıkarılmasına imkan verir... Böylece bu külli hüküm gereği harama götüren her vesile yasaklanır.

Buradaki farkı mülahaza ediniz ki ben, sebep ilişkisinden cüzlerin kendi kapsamına girdiği külli şeri bir hüküm istinbat ettim. Lakin ben, fer'î hükmü asıl hükme kıyas etmedim.

Mesela: [سافِرْ إلى الخرطوم] "Hartum'a git" ifadesindeki "İlâ" harfinin kullanılması bir gaye içindir. Ancak gitmek ile gaye, yani Hartum arasında bir ilişki yoktur.

Lakin Allahuteala'nın, ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ "Sonra da geceye kadar orucu tamamlayın." [el-Bakara 187] kavlindeki "İlâ" harfinin kullanılması gaye için olmasına rağmen oruç ile gecenin girmesi arasında bir ilişki vardır. Yani geceden bir parça girmediği müddetçe oruç kabul olmaz. Bundan da "Vacip olan oruç, muayyen bir gayeye uzayıncaya kadar sahih olmaz ve ayetin nassında geçen vacip hüküm kendisi ile sahih olduğu sürece bu gayeye uzanması vacip hale dönüşür" şeklinde bir külli hüküm istinbat edebilirim. Böylece şu külli hükme ulaşırız: [ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب] "Kendisi olmadıkça vacibin tamamlanmayacağı husus da vaciptir." Dolayısıyla bir Halifenin çıkarılması vacip olur. Çünkü vacip olan hadlerin ikamesi ancak Halife ile mümkündür. Farkı mülahaza ediniz ki Halifeye biat edilmesini oruca kıyas etmedik. Çünkü oruç ile Halifeye biat edilmesini bir araya getiren bir illet bulunmamaktadır... Ancak vacip olan hadlerin ikamesinin sıhhati için Halifeye biat edilmesi vacibiyitinin kapsamına girdiği külli bir hüküm bulunmaktadır.

İstishabın istinbatında da bunun bir benzerini söylemek mümkündür. Zira usul alimleri istishabı, "bir hususun birinci zamandaki sübutuna binaen onun ikinci zamandaki sübutuna hükmetmekten ibarettir" şeklinde tarif ettiler. Yani bir hususun geçmişteki sübutuna binaen onun mevcut zamanda sübut bulmasıdır. Dolayısıyla varlığı sabit olan her hususun daha sonra yokluğu hakkında şüphe oluşması halinde aslolan onun baki olmasıdır. Onun yokluğunu gösteren husus, daha sonra varlığı hakkında şüphenin oluşmasıdır. Dolayısıyla yokluğu halinde de aslolan onun devamlılığıdır. Yani asıldaki hükmün sübutu ile daha sonra onun devamlılığı arasında bir ilişki vardır. Dolayısıyla sanki hükmün geçmişteki sübutu, mevcut zamandaki sübutu hususunda bir illet mesabesindedir. Bu da külli bir hüküm olan "istishabın" çıkarılmasına götürür. Yani bir hususun geçmişteki sübutuna binaen mevcut zamandaki sübutuna götürmesi demektir.

Mesela şöyle rivayet edilmiştir: أَنَّ رسولَ اللَّهِ أقامَ بِتَبُوك بِضْعَ عَشْرَةَ ليلةً لَمْ يُجاوِزْها، ثـُمَّ انصرَفَ قافِلاً إلى المدينة، وكانَ في الطريق ماءٌ يَخْرُجُ من وَشَلٍ، ما يُروي الراكبَ والراكبين والثلاثة، بِوادٍ يُقالُ له وادي الْمُشَقَّقِ، فقالَ رسولُ اللَّهِ: مَنْ سَبَقَنا إلى ذلكَ الوادي فلا يَسْتَقِيَنَّ منه شيئاً حتى نَأْتِيَهُ، قالَ: فَسَبَقَهُ إليه نَفَرٌ من المنافقين، فَاسْتَقَوْا ما فيه، فلمّا أتاهُ رسولُ اللَّهِ وَقَفَ عليه، فَلَمْ يَرَ فيه شيئاً، فقالَ: مَنْ سَبَقَنا إلى هذا الماء؟ فَقِيلَ له: يا رسولَ اللَّهِ، فُلانٌ وفُلان، فقالَ: أَوَلَمْ أَنْهَهُمْ أنْ يَسْتَقُوا منه شيئاً حتى آتِيَهُ، ثـُمَّ لَعَنَهُمْ رسولُ اللَّهِ ودَعا عليهم "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Tebuk'ta on küsur gece ikame ettikten sonra kafileyi Medine'ye doğru hareket ettirdi. Yolda Vadi Muşakkak denilen vadide kayalardan damlayan bir su sızıntısı vardı ki bu su, bir, iki veya üç süvarinin susuzluğunu ancak giderirdi. Bunun üzerine Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi: "Bu vadiye bizden önce kim varırsa biz oraya gelinceye kadar ondan bir damla dahi almasın." Birisi dedi ki: "Oraya daha önce münafıklardan bir gurup gelerek ondaki suyun hepsini aldılar." Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], oraya gelip yanında durduğunda onda hiç su kalmadığını gördü. Bunun üzerine dedi ki: "Bu suya bizden önce kim geldi?" Ona denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Falan ve filan kişiler geldiler." Dedi ki: "Ben ona gelinceye kadar onların bu sudan bir damla dahi almalarını yasaklamamış mıydım?" Ardından Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onlara lanet edip bedduada bulundu." [İbn-u Hişam sîretinde rivayet etti] Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bu hadiste az miktarda olan bu suyun içilmesini haram kılmıştır. Çünkü bu, ordunun susuz kalmasına yol açmaktadır. Zira o, şöyle demiştir: مَنْ سَبَقَنا إلى ذلكَ الوادي فلا يَسْتَقِيَنَّ منه شيئاً حتى نَأْتِيَهُ "Bu vadiye bizden önce kim varırsa biz oraya gelinceye kadar ondan bir damla dahi almasın." Ondan su alanları da lanetlemiştir... Oysa başka hallerde bu vadideki o sudan almak caizdir. Ancak Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] gelmeden önce ondan almak ve ordunun arasında paylaştırılması ordunun mahrum edilmesine, yani bir zarara yol açmaktadır. Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] gelinceye kadar bu vadiden su alınması haram kılınmıştır. Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] gelmeden önce su alınması ile ordunun susuz kalması -ki bu onu zarara maruz bırakacaktır- arasında bir ilişki vardır. Dolayısıyla da sanki bu ilişki, zarara yol açacak olması halinde bu vadiden su alınmamasının illeti veya illeti mesabesinde olmaktadır. Ancak bu halin dışında su almak mubah olarak devam eder. Bu da "Mubahın kollarından her hangi bir kol zarara yol açarsa bu kol haram kılınır ve şey ise mubah olarak kalmaya devam eder" şeklindeki külli hükmün çıkarılmasına götürmektedir.

Hakeza nasstaki hüküm ile ondaki diğer bir şey arasındaki lügatsal kullanımdaki bu ilişki, külli hükümlerin çıkarılmasına imkan vermiştir. Çünkü külli hüküm, ister bir delilden isterse birçok delilden olsun herhangi bir şeri hükmün istinbat edildiği gibi tamamen şeri nasstan istinbat edilmektedir. Ancak kendisinden külli hüküm istinbat edilen delilin, nasstaki hüküm ile onunla ilgili diğer bir şey arasındaki ilişkiyi kapsaması gerekir. İşte kendisine illet mesabesinde veya illeti kapsayan dediğimiz şey budur. Onu tüm cüzlerinin üzerine uygulanabilir kılan da bizzat budur.

Külli hüküm, kıyas gibi şeri delil olmadığı gibi şeriatın asılarından bir asıl da değildir. Ancak o, diğer şeri hükümler gibi istinbat edilen bir şeri hükümdür. Dolayısıyla bir delil olmaz; mesele sadece nasstaki hüküm ile diğer bir şey arasında illete benzer bir ilişkinin bulunduğu delillerden istinbatın yapılmasıdır.

Velhasıl; nasstaki lügatsal kullanım, şayet illeti ifade eden lügatsal kullanımların, yani illetin dört halinin dışında hüküm ile diğer bir şey arasındaki ilişkiyi ifade ediyorsa bu ilişki hakkında sanki o, bir illet veya illet mesabesinde denilir.

Yani şayet lügatsal kullanım bir ilişkiyi ifade ediyorsa,

Bu ilişki, illete ait lügatsal kullanımların dışındaysa,

Bu ilişki, asıl hükmün üzerine yeni bir hükmün bina edildiği kıyas mahalli değilse,

Bu ilişkinden ancak cüzlerin kendi kapsamına girdiği külli bir hüküm çıkarılıyorsa...

İşte bu haller, "sanki illet" veya "illet mesabesinde" olarak isimlendirilir.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden Bir Heyet, Hartum Valisi İle Görüştü

2011 Ocak ayında yapılaması planlanan referandum yoluyla Güney Sudan'ın ayrılmasının tehlikelerini ve bu referandumun şeri yönden haramlılığını anlatma, ülkenin birliği karşısında siyasi güçlerin tamamına düşen sorumluluklarını hatırlatma, Amerika ile kafir Batının Sudan'ı parçalamaya dönük planlarını hayata geçirmelerine izin verilmemesine yönelik çaba çerçevesinde Temas Lecnesi üyeleri Mühendis Hasbullah en-Nûr, Üstaz Abdullah Hüseyin ve Üstaz Isâm Etîm eşliğinde Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstaz Nâsır Rıza önderliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, Hartum Vilayeti Valisi D. Abdurrahman el-Hadar ile görüşerek birkaç ay sonra yapılacak olan referandum yoluyla Sudan'ı parçalamayı hedefleyen Batının planının tehlikesi anlatıldı.

Heyet, bu tehlikeli durum karşısında hükümeti sorumlu olmaya davet etti.

Diğer yönden Vali, Hizb-ut Tahrir'in Sudan'ın birliği ve İslami ümmetin vahdeti için gösterdiği çaba ve gayreti takdir ederek hizbin çalışmasını Müslümanların özlemlerine tercüman olmakla nitelendirdi ve kendilerinin de ülkenin birliği için çalıştıklarını ifade etti.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER