Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Liberal Demokrasilerde Müslüman Kadınların Onuru Helaldir

3 Ekim’de CBS News, Philadelphia polisinin Müslüman bir kadını gözaltına aldığını ve başörtüsünü çıkardığını bildirdi. Yirmi saat süren gözaltı süresi boyunca polis tarafından çıplak bırakıldığı ve kıyafetlerini değiştirmesine imkân tanınmadığı kaydedildi. Mağdur, Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi (CAIR) aracılığıyla bir avukata başvurarak yaşanan haksızlığı yargıya taşıdı ve haklı olduğunu kanıtlamak için hukuki mücadele başlattı. Kız kardeşimiz, geçen Eylül ayında Temple Üniversitesi’nde Gazze’deki Müslümanlara yapılan zulmü protesto ettiği için gözaltına alındığı belirtildi. Kız kardeşimiz, bir polisin kendisinden başörtüsünü ve başındaki örtüyü çıkardığını söyledi. Philadelphia Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi Hukuk Müdürü Âdem Atiyye, yaşananları ‘inançlarına ve dini uygulamalarına ciddi bir saygısızlık’ olarak nitelendirdi. Âdem, “Biz, Müslüman kadınların gelecekte böyle bir haksızlığa uğramaması için bu politikaların değiştirilmesi için çalışmak istiyoruz. Dini inançlarımızı derinden yaralayan bu durum karşısında bizi dinlemeye hazır herhangi bir kurum, polis departmanı veya üniversite ile işbirliği yapmaya hazırız.” dedi.

Philadelphia Polis Departmanı şu açıklamayı yaptı: “Dini uygulamalara saygı göstermek ve daha iyi anlamak için politikalarımızın güncellenmesi gerektiğinin farkındayız. Philadelphia Polis Departmanı, güvenlik protokollerimizi veya güvenliğimizi tehlikeye atmamak koşuluyla, gözaltı ve tutukluluk sürecinde başörtüsü takılmasına izin vermek üzere politikalarımızı güncellemek için aktif olarak çalışmaktadır.”

Bu olay bize, Müslüman kadınlara yönelik taciz ve kötü muamelenin, kadınların güçlendirilmesi ve haklarının savunulması konusunda öncü olduğunu iddia eden kurumlarca bile hem dünya genelinde hem de yerel düzeyde yaygın ve kabul görmüş bir hale geldiğini gösteriyor. Bu bariz çelişki bundan daha net olamazdı. Ancak, bazı Müslüman temsilciler liberal demokrasinin kaybetmeye mahkûm olduğu gerçeğini tam olarak anlamıyorlar.

Gazze’deki savaşın diğer bölgelere yayılmasıyla birlikte, yangın bombaları kullanımı ve katliam daha geniş bir alana yayılmaktadır ve bu ümmetin kadın ve çocukları modern tarihte eşi benzeri görülmemiz bir zulme maruz kalmaktadır. Biz, bu ümmetin kadınlarının hayatı ve onurunun, kanımızı iktidar ve yolsuzluk pazarında en yüksek fiyatı verene satan İslam ülkelerinin yönetici ve sistemleri için hiçbir anlam ifade etmediğini düşünüyoruz. Müslümanların hiçbir yöneticisinin bu ümmetin menfaatlerine hizmet etme gibi bir niyeti yoktur ve tüm gayri İslami güçler bu gerçeği çok iyi biliyorlar. Böylece bu ümmetin kaynakları ve çocukları toplanıp dünya pazarında sergilenmek üzere açık bir av ve hedef haline gelmiştir.

Bu adaletsizliği düzeltmek için Nübüvvet metodu üzere Hilafet altında İslam’ın yeniden hâkim kılınması kaçınılmazdır. Mevcut örgütlerimiz, kadınlara Allah’ın emrettiği değeri verecek köklü değişimler yerine, sadece siyasi değişikliklerle ilgili yüzeysel taleplerde bulunmaktan öteye gidemezler. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ“Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim.” [Ali İmran 195]

Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Beni Nadir Yahudilerini sürgüne göndermesi, İslam’ın kadınların şerefini koruma konusundaki hassasiyetinin en güzel örneklerinden biridir. Bugünlerde, dünyanın dört bir yanında Müslüman kadınların onuru, onları koruyacak bir devlet olmadığı için ayaklar altına alınmaktadır. Müslüman kadının yaşam koşullarını ve haysiyetini düzenlemek için gereken doğru adımları atmakta çok geç kaldık. Kur’an ve Sünnetin doğru anlayışına göre liderlik, Hilafettir. Eksikliğimiz Hilafettir, yoksa sayısal üstünlük, ekonomik kaynaklar veya hayırseverlik faaliyetleri değildir. Biz Müslümanlar olarak bunu ne kadar çabuk anlar ve değişim kırıntılarıyla uğraşmazsak durumumuz o kadar hızlı değişir.

Devamını oku...

Eski Siyasi Tutukluların Temyiz Mahkemesi Hakkında

Daha önce de belirtildiği gibi, Taşkent’te 15 eski siyasi tutuklu hakkında temyiz duruşması yapılıyor. Hatırlanacağı üzere, görüş ve inançları nedeniyle 20 yıl hapis cezasına çarptırılan 23 gençten 15’i, bu yılın temmuz ayında 7 ila 14 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmış ve çoğunluğu özel rejimli bir cezaevine gönderilmişti. Mahkeme ayrıca, çoğunun ‘tehlikeli dönüş yapanlar’ kategorisinde değerlendirildiğini tespit etti. Kalan sekiz genç ise beş yıla kadar ev hapsine mahkûm edildi. Güvenilir kaynaklara göre, önceki yargılamalarda olduğu gibi, temyiz mahkemesi de gerçek bir yargılama yerine formalite icabı bir yargılamadır. Önemli bir nokta da, bu geniş çaplı yargılamaların kamuoyundan uzakta gizli bir şekilde yapılıyor olmasıdır. Özbekistan’daki gelişmeleri yakından takip eden yerel ve yabancı basın, bu kadar önemli bir olayı ‘görmezden gelirken’ yasa dışı bir şekilde kesilen tek bir ağacı bile haber yapmaktan geri durmamışlardır! Bu durum, onların yerel ve sömürge güçlerin çıkarlarına hizmet ettiklerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Unutulmamalıdır ki, yargılananlar cansız varlıklar değil, etten ve kemikten insanlardır.

Bir grup genç, temyiz mahkemesi kararlarına itiraz ederek, hakimlerin kendi yasalarına bile uymadıklarını belgelediler. Özellikle hâkimin gençlere ‘İlk derece mahkemesindeki ifadelerinizi doğruluyor musunuz?’ sorusuna çoğu genç olumsuz yanıtlar verdi. Muratcan Nizamov ise, mahkemenin kendisine hiçbir delil göstermeden 12 yıl hapis cezası verdiğini ve 50 yaşının üzerinde olması nedeniyle bu cezanın ömür boyu hapis cezasına eşdeğer olduğunu belirtti. Gençler sırayla söz alarak kendilerine yöneltilen suçlamaların tamamen uydurma olduğunu belirttiler. Özellikle Abdullah Yuf Dzhabihallah, mahkemenin kendisi aleyhinde hiçbir geçerli delil olmaksızın haksız bir karar verdiğini söyledi. Şemsiyev Alem Can, mahkemede, soruşturma sürecinde baskı altında tutulduğunu ve bu nedenle zorla ifade vermeye mecbur bırakıldığını kaydetti. Ancak, hızlı hareket eden memur ve dedektifler, kızı Amerika’da yaşayan Can’ı kızıyla tehdit ederek iğrenç bir şantaj yoluna gittiler. Can da kızının evliliğinin bozulmaması için zorla kendisinden talep edilen belgeyi imzalamak zorunda kaldı. Hâkime, bu işlemi gerçekleştiren operasyon memurunun isminin ve olayın gerçekleştiği saat ve tarihin, soruşturmanın yapıldığı odada bulunan güvenlik kamerası kayıtlarından öğrenilebileceğini bildirdi. Ayrıca, bu kişinin zorla imzalattığı belgeyi yırtacağına dair verdiği sözü tutmadığını ifade etti. Fazıl Bekov Davronbek de mahkemeye aynı şekilde kendisine de şantaj yapıldığını söyledi. Soruşturma görevlisi, istediğini yapmazsa oğlunu alıp telefonunda yasaklı bir şeyler olduğu gerekçesiyle hapse atacağını söyleyerek kendisini tehdit ettiğini kaydetti.

Gençler mahkemeye, kararın 4 Temmuz 2024’te okunacağını duyduklarında, bir hafta önce soruşturma görevlilerinin cezaevine gelip kimlerin hapse gireceğini söylediğini belirttiler. Bunun üzerine onlara ‘Mahkeme karar verecek’ denildiğinde, onlar büyük bir özgüvenle ‘Hayır, kararı biz vereceğiz’ şeklinde cevap verdiler. Ve gerçekten de mahkeme tam olarak onların söylediği gibi karar verdi. Daha sonra, mahkemeye yüz sayfayı aşan bir dosyada nasıl yarım saat gibi kısa bir sürede karar alındığı sorusunu yöneltildi. Gençler de istinaf mahkemesinde daha önce kendilerine kararların okunduğunu ifade ettiler. Hâkim gençlere bu görevlilerin kim olduğunu sorduğunda, gençler en başta bu kişilerin isimlerini bilmediklerini ve ancak karakolda bu kişilerle karşılaştıklarında kim olduklarını anlayabileceklerini söylediler. Konuşmalarının sonunda çoğu genç, mahkemeye dönerek ‘Sizden yardım istemiyoruz, sadece savunduğunuz yasanın doğrultusunda gerçeğin ortaya çıkmasını istiyoruz” dediler. Bunun yanı sıra mahkemeye getirilen gençlerin ailelerinden 20’den fazla kadın, hâkimlere bir dilekçe yazarak bu masum, temiz ve dindar gençlere yapılan zulme bilmeden olsa ortak olmamaları konusunda uyardılar ve Allah’tan korkarak bir hüküm vermeleri çağrısında bulundular... Tabii ki, bunlar istinaf mahkemesi kararları ve detayları hakkında genel ve kısa bilgilerdir.

Elbette, biz bu kardeşlerimizi ve ailelerini destekliyoruz ve bir kez daha Özbekistan yönetimini, yargı organlarını, istinaf mahkemesi hâkimlerini, savcıları ve kısacası ilgili tüm makamları zulümden vazgeçmeye çağırıyoruz. Çok geç değil, hataları düzeltmek için hala bir şans var. Önceden de belirttiğimiz gibi, zulüm ve şiddetin sonu hüsrandır. Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklarından bir karanlıktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim 42]

Devamını oku...

Rusya-Ukrayna Savaşı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Rusya-Ukrayna Savaşı!

Önsöz:

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali 24 Şubat 2022’de başladı. Zira Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerini tanımasının ve 21 Şubat 2022'de Rus birliklerinin Ukrayna'nın doğusundaki Donbas bölgesine girmesinin ardından büyük bir askeri yığınak yaparak Ukrayna'ya karşı savaş başlattı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Ukrayna’nın askerden arındırılmasını ve Nazizm’in kökünün kazınmasını amaçlayan özel bir askeri operasyon hakkında yaptığı konuşmasının ardından 24 Şubat’ta Rus güçleri Ukrayna’nın çeşitli yerlerini bombaladı.

Savaşın nedenleri:

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin nedenlerini incelediğimizde, aşağıdaki şekilde sıralayabileceğimiz bir dizi nedenlerin olduğunu görürüz:

Birincisi: Amerika ve NATO ülkeleri, ittifakın sayısını 16’dan 31’e çıkardı; yeni katılan bu ülkelerin çoğunun, Moskova yanlısı komünist ittifakın bir parçası olan Varşova Paktı’nın bir parçası olduğu bilinmektedir; örneğin Doğu Avrupa ülkelerinden olan Polonya, Bulgaristan ve Romanya gibi. Ayrıca Amerika’nın Kafkaslar bölgesindeki Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile Orta Asya’daki Özbekistan ve Kırgızistan gibi Rusya’nın nüfuzunda olan bir dizi ülkeyi kendi nüfuzuna çekmeye çalışması.

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında aniden dağılmasından sonra Varşova Paktı dağıldı ve buna mukabil NATO’nun da dağılması gerekiyordu ama bu gerçekleşmedi. O dönemde Rusya Devlet Başkanı Yeltsin, Amerikan başkanının kendisine NATO’nun Rusya’ya doğru genişlemeyeceğine dair güvence vermesiyle yetindi. Gerçek şu ki Yeltsin’in, NATO’nun Rusya’dan uzak duracağını düşünmesi bir saflıktı. Daha sonra NATO, 2008 yılındaki Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan'ın ittifaka katılacağını ve bu ilhakın Avrupa’da güvenlik ve istikrarı sağlamanın tek yolu olduğunu açıkladı.

İkincisi: Nitekim Amerika Birleşik Devletleri, bazı Avrupa ülkelerinin Amerika ve NATO'dan bağımsız eğilimleri olduğunu gözlemledi; örneğin Fransa’nın NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu kurma çalışmaları, Avrupa'nın enerji alanında Rusya'ya bağımlılığı, özellikle enerji alanında Rus-Alman yakınlaşması ve Rusya ile Almanya arasında Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2 (Nord Stream-1 ve Nord Stream-2) boru hatlarının inşası gibi. Dolayısıyla 21 Şubat 2014’te ABD ajanı Zelenski’nin Kiev'de iktidara gelmesiyle Ukrayna’yı ele geçirerek Rusya’yı kışkırttı. Rusya’nın bu kışkırtmaya yanıtı Mart 2014’te Kırım’ın işgali, ardından da Nisan 2014’te Ukrayna’nın Rusya yanlısı doğu bölgelerinde huzursuzluğun patlak vermesi oldu.

Rusya, Mart 2021’de kuvvetlerini Ukrayna çevresine seferber etmeye başladı; bunun ardından Ekim 2021’de Rusya, Amerika ve NATO’ya, Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmemesi ve aynı şekilde NATO kuvvetlerinin Doğu Avrupa’da azaltılmasını da içeren yazılı güvenlik garantilerine yönelik taleplerini yayınladı ve bu taleplerin karşılanmaması halinde yakın bir askeri müdahale tehdidinde bulundu.

Üçüncüsü: Rusya’yı bitirmek, onu başarısız bir devlete, ardından da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Hilafetinin başına geldiği gibi ajanlar aracılığıyla kontrol edilebilecek küçük devletçiklere dönüştürmek için çalışıldı. Amerikan ekonomisinin, 33 trilyon Dolarlık devasa bir borç ve çürüyen bir altyapı gibi pek çok zorluktan geçtiği bilinmektedir. Bu yüzden Rusya, 17 milyon km2’lik yüzölçümüyle doğal kaynaklar açısından dünyanın en zengin ülkesi olması nedeniyle, kapitalist canavarın sorunlarını çözmek için cazip bir av olarak değerlendirilmektedir.

Dördüncüsü: Rusya’daki derin devlet, Batı’nın kendisi için ne tezgahladığını anlayınca, işleri yeniden yoluna koymak ve Batı’nın yayılmasını durdurmak için istihbaratçı subayı Putin’i getirdi. Nitekim Putin, hemen Rus ordusunu modernize etmeye, bitkin ekonomiyi yeniden inşa etmeye ve NATO’ya karşı Çin ile ittifak kurmaya başladı. Doların, Amerika’nın dünya üzerinde ekonomik hegemonya kurmak için kullandığı temel bir araç olduğunu düşünerek dış ticaret işlemlerinde Doları yavaş yavaş terk etti ve ardından Çin de onu takip etti ancak daha düşük bir hızla.

Ukrayna’daki çatışmanın hedefi:

Rusya için bu savaştaki doğrudan hedefi Ukrayna’yı kendi nüfuzuna geri döndürmek veya en azından tarafsız bir hale getirmektir. Rusya uzun vadede uluslararası durumu değiştirmeyi ve Amerika’nın otuz yıldır sahip olduğu tek kutupluluğa karşın Çin ile ortaklaşa çok kutuplu bir dünya oluşturmayı amaçlamaktadır.

Amerika’nın hedefine gelince; Rusya’yı bitirmeyi, sömürgeleştirilmesi ve kontrol edilmesi kolay küçük devletçiklere bölünmesine yol açacak şekilde onu tarihi bir yenilgiye uğratmayı, Rusya'yı Orta Asya, Kafkaslar ve Doğu Avrupa'daki hayati nüfuz bölgesinden soyutlamayı ve Avrupa’yı zayıflatmayı içermektedir.

Avrupa ülkelerine gelince; kendilerini Rus ayısından korumayı hedefledikleri gibi Rusya’nın savaştaki zaferinin onun Avrupa üzerinde hegemonya kurmasına yol açacağını düşünerek Rusya’yı hezimete uğratmak için çalışıyor. Gerçek şu ki Avrupalı ​​yöneticiler, gerek halklarının önünde Amerikan politikasına karşı zayıf tutumlarını haklı çıkarmak gerekse Amerikan politikasına körü körüne bağımlılıklarını meşrulaştırmak için Rusya’nın tehlikesini abartıyorlar. Ayrıca Avrupa ülkeleri arasında savaşa yönelik siyasi tutumlarda bazı farklılıklar söz konusudur; örneğin Polonya ve Baltık devletlerinin tutumunun Amerikan politikasına oldukça bağlı olduğu kabul edilirken Macaristan ve Sırbistan’ın tutumu ise Rusya ile uzlaşmadan yana olma eğilimindedir.

Çin’e gelince; Ukrayna’daki NATO’ya karşı savaşında Rusya’nın ana destekçisidir; zira Çin’in desteği, Rusya’nın NATO karşısındaki konumunun güçlenmesini hedeflemektedir; çünkü Rusya’nın bu çatışmada düşmesi halinde ikinci hedef ülkenin kendisi olacağını biliyor.

Ukrayna’daki çatışmanın geleceği:

Rusya’nın çatışmayı kendi lehine çözmesi imkânsız gibi görünüyor. Bu yüzden Rusya kendisini, Putin’in savaşın başında, Ağustos 2008 yılında sadece beş gün süren ve Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’daki zaferiyle son bulan Rus-Gürcü savaşı işaret ederek söylediği gibi özel bir askeri operasyona değil, uzun vadeli bir savaşa hazırlıyor.

Aslında bu savaş, küresel nüfuz ve ekonomik kazanç için yoğun bir yarış ve rekabet zemininde dönen NATO ve Rusya arasındaki bir yıpratma savaşıdır. Ukrayna’da çatışmanın olasılıkları dört olasılıkla sınırlandırılabilir ki bunlar aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Rusya’nın savaşta yenilmesi ki bu büyük olasılıkla gerçekleşmeyecektir; şayet gerçekleşirse, büyük olasılıkla Rusya’nın üçüncü dünya benzeri devletçiklere parçalanmasına yol açacak ve bu devletçikler kısa süre içinde Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri tarafından hammadde tedarikçisi ve tüketici pazarı olarak kullanılacaktır.

İkincisi: Ukrayna’nın teslim olması ve yenilmesi; bu, dünyanın çok kutuplu bir sisteme dönüşmesinin, Rusya ve Çin’in uluslararası durumun şekillendirilmesinde daha etkili bir konuma yükselmesinin ve Amerika ve Batılı ülkelerin de küresel siyasetteki hakimiyet merkezinden gerilemesinin kolaylaşmasına yol açacaktır.

Üçüncüsü: Çatışmanın Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşmesi ve savaşa nükleer silahların dahil edilmesi. Bu, muhtemelen yüz milyonlarca insanın ölümüne ve Amerika, Rusya, Avrupa ve çevre ülkelerinin yıkımına yol açacaktır.

Dördüncüsü: Müzakereler yoluyla barışçıl bir çözüm üzerinde mutabık kalınması ve Ukrayna meselesi ile bir yandan ABD, diğer yandan Rusya ve Çin arasında bekleyen diğer meselelerin çözüme kavuşturulması.

Özellikle Trump’ın önümüzdeki başkanlık seçimlerini kazanması halinde son olasılık en gerçekçi olasılık olacaktır; ancak diğer olasılıkların hepsi de bir dereceye kadar mümkündür.

Rusya-Ukrayna savaşında dikkat çekici tutumlar:

Bu savaştan ders çıkarılabilecek birçok mesele ve tutumlar vardır ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Ukrayna’nın 1991 yılında Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından Ukrayna 3.000 nükleer bombaya sahip olmuş, dolayısıyla dünyanın üçüncü nükleer gücü haline gelmiştir. Ancak Rusya ve Amerika’nın herhangi bir dış saldırıya maruz kalması durumunda kendisini koruma taahhüdü karşılığında bu silahtan gönüllü olarak vazgeçmiştir.

İkincisi: ABD Genelkurmay Başkanı’na göre savaşın başlamasından sonraki iki hafta içinde Rus ordusunun Ukrayna’nın kontrolünü ele geçirmesi bekleniyordu. Ancak Ukraynalı askerlerin, RPG'ler, Javelin zırh savar füzeleri ve Stinger uçaksavar füzeleri gibi basit askeri araçlarla Rus güçlerine karşı gösterdiği cesaret bunun olmasını engelledi. Bu ise bize, Amerika’nın Afganistan’daki ve bunun öncesinde de Vietnam’daki yenilgisini hatırlatmaktadır.

Üçüncüsü: Savaş için zorunlu askerlik ilanının ardından, askerlik çağındaki yaklaşık bir milyon gencin bir gün içinde Rusya’dan komşu ülkelere kaçması; bu da bu gençlerin yaşamaya hırslı olduklarını ve savaşa olan inançlarının olmadığını göstermektedir.

Dördüncüsü: Rusya’nın siyasi zekasının eksik olması birçok tutumlarında açığa çıkmaktadır; örneğin savaşın başında Rus ordusu başkent Kiev’in 12 kilometre yakınına ulaştığında Ukrayna Devlet Başkanı ateşkes karşılığında müzakereleri kabul ettiğini açıklamıştı ama daha sonra Belarus’ta yapılan müzakerelerin hedefinin Ukrayna’ya silah tedarik etmek için zaman kazanmaya yönelik olduğu ortaya çıktı.

Beşincisi: Titrek ve tereddütlü eller, değişim yapamaz. Rusya ne zaman Ukrayna ve NATO ülkeleri için kırmızı çizgiler belirlese, bu ülkeler bu çizgileri ihlal ediyorlar. Örneğin Rusya Kırım’ı vurmanın kırmızı çizgi olduğunu ifade etti ama Ukrayna kırmızı çizgiyi ihlal etti ve Rusya hiçbir şey yapmadı. Sonra Putin, Rusya’nın iç kesimlerini vurmanın kırmızı çizgi olduğunu söyledi ama orası da vuruldu ve Rusya yine hiçbir şey yapmadı. Bu da Rusya Devlet Başkanı’nı halkının ve dünyanın önünde büyük bir utanç içine soktu ve Rus tehditlerinin artık ne bir değeri ne de bir saygısı kaldı.

Son söz:

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez dünyanın büyük güçleri Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilecek tehlikeli bir savaşa girmiş bulunuyor. Her ne kadar Müslümanlar bu savaşta önemli bir taraf olmasalar da bu savaş o kadar önemli ki; onu takip etmek, analiz etmek ve ona özel bir açıdan bakmak, siyasi çalışmanın gerekliliklerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu ülkelerin Rusya ve Ukrayna'daki savaşın yanı sıra Aksa Tufanı operasyonu sonrasında da savaşla meşgul olması, İslam ümmeti için Müslüman ülkelerdeki yozlaşmış rejimleri ortadan kaldırmak, Nübüvvet Minhacı üzerinde Hilafeti kurmak, tüm kapitalist sistemi devirmek, Yahudi varlığını ortadan kaldırmak ve ümmetin izzetini ve zaferlerini yeniden tesis etmek için gerçek bir fırsat mesabesindedir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamid (Ebu Hamid)

Devamını oku...

Zelenski Yenilgiyi Bir Zafer Planı Olarak Pazarlıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Zelenski Yenilgiyi Bir Zafer Planı Olarak Pazarlıyor!

Haber:

Ukrayna’nın Rusya ile savaşındaki ana destekçisi Amerika'da başkanlık seçimleri için geri sayım başlarken, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski Çarşamba günü, öncesinde ABD Başkanı Joe Biden da dahil olmak üzere müttefiklerin ilgisizliğine yönelik ima ve üstü kapalı eleştirilere yer verdiği zafer planını açıklamayı planlıyor.

Zelenski’nin zafer planını, Rusya’nın saldırısı karşısında Kiev'e verilen desteğin devam ettiğini teyit ettiğini amaçlayan Almanya'daki Ramstein üssünde Ukrayna'nın müttefiklerinin zirvesinde sunması planlanmıştı.Aslında zirvenin 12 ekimde yapılması planlanmıştı ancak Biden’ın Milton kasırgası ile meşgul olması nedeniyle Almanya ve Angola ziyaretini iptal etmesinin ardından ertelenmişti.

Zelenski Telegram üzerinden yaptığı paylaşımda “Zafer planını, savaşı adil bir şekilde sona erdirmek için net ve belirli adımları ortaya koyacağız” şeklinde yazdı; bunun öncesinde de son birkaç aydır Ukrayna’nın, büyük komşusu Rusya'ya karşı yaklaşık bin gündür sürdürdüğü savaşı sona erdirecek bir plandan söz edilmişti.

Planın detayları henüz açıklanmamış olsa da ABD'li kaynaklar, Zelenski’nin geçen ay Washington’a yaptığı ziyaretinde planı, Başkan Biden'ın yanı sıra ABD'nin önemli başkan adayları Kamala Harris ve Donald Trump’a sunduğunu söylüyor.

Ukraynalı yetkililer ne Trump’ın ne de Harris’in Kiev’in savaştaki konumunu iyileştirmeyeceğini söylemelerine rağmen Zelenski zafer planını, müstakbel ABD başkanı gelecek yılki anayasa yeminini etmeden önce açıklamak istiyor. (El Cezire Net, 16/10/2024)

Yorum:

Bu yılki ABD başkanlık seçimlerinin sadece Ukrayna’nın değil, aksine Avrupa, Rusya ve Orta ve Uzak Doğu'daki ülkelerin de bu seçimlerin nasıl sonuçlanacağına dair yoğun bir bekleyiş içerisinde oldukları açıkça görülmektedir; çünkü dünyanın birinci ülkesinde Cumhuriyetçi aday Trump’ın başkanlığı devralacağı korkularının ortasında bu durum bu ülkeleri de etkileyecektir.

Bu nedenle Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin sözkonusu zafer planını ortaya atması ve bunu başkan adaylarına, Başkan Biden’a ve G7 ülkelerine pazarlamaya çalışması şaşırtıcı değildir; dolayısıyla Zelenski, Ukrayna’nın büyük oyuncular arasındaki bir anlaşmanın kurbanı olmasın diye umutsuz bir girişimde bulunmaktadır. Nitekim Zelenski’nin on maddeden oluşan bir müzakere önerisi vardır ki bunlara bakan bir kimse, Ukrayna’nın uluslararası sisteme kendi şartlarını dikte eden ve onu istediği gibi yönlendiren bir süper güç olduğunu zanneder! Ancak onun ve politikacılarının gözden kaçırdığı gerçek, bu savaşın Amerika tarafından Rusya’nın arka bahçesinde ve Avrupa evinin merkezinde, çoğu gerçekleşmiş olan hedefler için körüklenmiş olmasıdır. Nitekim bugün bin günden fazla süren savaşın ardından Amerika, Ukrayna’nın muhalefetine rağmen bu savaşın sona ermesi gerektiğini düşünüyor; çünkü o, topraklarının yüzde yirmisinden fazlasını kaybetmiş olup on binlerce ölü, dünyanın dört bir yanında başıboş dolaşan milyonlarca insan ve aileleri paramparça olmuş ve boşalmış şehirler vardır. Tüm bunlar ise Ukrayna’daki rejimin Amerika’nın arkasından sürüklenmesi ve onun aldatıcı vaatlerine inanması nedeniyle olmuştur; bu nedenle Ukrayna’nın büyük bir bedel ödemesi doğaldır.

Avrupa’ya gelince; o da aynı şekilde yüksek bir bedel ödeyecek ama önce Ukrayna bu bedeli ödemiştir. Zira Avrupalılar savaşa tamamen karşı çıktılar ve başlangıçta bunun Avrupa için olduğunu bildiklerinden dolayı durdurmaya çalıştılar ama başarısız olmalarının ve geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmalarının ardından ise savaşın durdurulmasına karşı çıktılar. Çünkü sonuç onların lehine olmadığı gibi onları da işin içine karıştırmakta ve kaderlerini her düzeyde Amerika’nın ayakkabısına bağlamaktadır.

Ayrıca Avrupa’nın Rusya-Ukrayna savaşını durduracak güce sahip olmadığı da açıklığa kavuşması gerekir. Bu nedenle Zelenski’nin sözde zafer planını sunmasının bir yararı olmadığı gibi istenilen faydası da olmayacaktır. Zafer planının Ukrayna’nın kaderini müttefiklerine bağladığını söylemek de yanıltıcı bir sözdür; çünkü zafer planı, yenilginin nasıl zafer olarak pazarlanacağı, dahası savaşın kaderinin yanı sıra Ukrayna ve Rusya’nın şimdiki ve gelecekteki kaderinin sadece Amerika'ya bağlanacağı ve bu kadere Avrupa'nın da ekleneceği anlamına gelmektedir! Zira onların hepsi kaybetmiş olup sadece Amerika bunun meyvelerini toplamakta ve dünyadaki hegemonik projelerini uygulamaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...

Endonezya: Aynı Eski Yüzlere Sahip Yeni Bir Hükümet!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Endonezya: Aynı Eski Yüzlere Sahip Yeni Bir Hükümet!

Haber:

Endonezya'nın seçilmiş Devlet Başkanı Prabowo Subianto Pazar günü göreve başlamadan önce olası bakanlara ekonomik ve jeopolitik öncelikler hakkında bilgi verdi. Karşılıklı anlayışı teşvik etmeyi amaçlayan brifingde, yolsuzlukla mücadele çabaları ve ekonomik büyümeyi %8’e çıkarma planlarının yanı sıra yoksulluk ve yetersiz beslenmenin azaltılması konuları da ele alındı. Konuşmacılar arasında siyaset uzmanı John Mearsheimer ve Hedge Fon kurucusu Ray Dalio da vardı.Prabowo dış ilişkilerde bağlantısız bir politikaya vurgu yaptı ve adayları yolsuzluğa karşı uyardı.Ana temalar, gıdada kendi kendine yeterlilik, enerji güvenliği ve 20 milyon öğrenciye ücretsiz yemek sağlama programlarını da içermektedir. Yardımcısı ise mevcut Başkan Joko Widodo’nun oğlu Gibran Rakabuming Raka olacaktır. (Reuters)

Yorum:

Endonezya’da önümüzdeki beş yıl için yeni başkan ve başkan yardımcısının seçilmesi, halka somut bir değişiklik getirmeyecektir. Zira egemen seçkinler ve siyasi partiler, her zaman iktidarın ve oligarşinin çıkarlarını halkın ihtiyaçlarından üstün tutan aynı yüzlerin devamından başka bir şey değildir. Nitekim bu seçimler, çok sayıda hilebazlık iddiasıyla gölgelenmiş ve seçimin geçerliliği konusunda ciddi endişelere yol açmıştır. Suçlamalar arasında seçim kampanyası sırasında Prabowo’yu desteklemek için başkanlık yetkisinin kötüye kullanılması, insani yardımın siyasi bir araç olarak kullanılması ve bakanların kampanyaya uygunsuz bir şekilde dahil edilmesi yer almaktadır. Dolayısıyla bu ihlaller, seçim sürecinin şeffaflığı konusunda şüphe uyandırmıştır.

Daha da endişe verici olan ise ülkenin daha derin temel sorunlarının çözülmesinin tamamen göz ardı edilmesidir. Ayrıca ümmetin siyasi ve ekonomik sistemlerinin temelini oluşturan seküler liberalizm, şirketlerin ve iş dünyasının çıkarlarını halkın refahından üstün tutmaktadır. Zira bu sistem Çin, Amerika ve diğer kapitalist ülkeler gibi yabancı güçlerin Endonezya’nın hayati ekonomik sektörlerine hakim olmaya devam etmesine izin vererek ülkenin bağımsız bir şekilde büyümesi için çok zayıf bir alan bırakmaktadır. Sonuç olarak Endonezya ekonomisi bu küresel güçlere tabi olmaya devam etmekte ve bu da adil bir ulusal kalkınmayı gerçekleştirmeye yönelik herhangi bir gerçek olasılığı engellemektedir.

Dahası Endonezya çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olmasına rağmen İslami değerler yönetimin merkezine yerleştirilmemiştir. Dolayısıyla İslam’ı, siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerin temeli haline getirmeden Endonezya, Allah’ın bereketlerini güvence altına almakta başarısız olacaktır. Bu yüzden ulusal liderlikte gerçek İslami bir temelin yokluğu, sadece insanların acı çekmeye devam etmesine yol açacak ve onları, gerçek refah ve adalete ulaşmak için gereken İlahi rehberlikten mahrum bırakacaktır. Dolayısıyla ümmet bu ilkelere dönünceye kadar cevheri bir değişim ve bereket, elde edilmesi uzak bir şekilde kalmaya devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...

Hollanda: Amsterdam'da Yürüyüş: “Gazze'deki Soykırımın Üzerinden 75 Artı 1 Yıl Geçti”

  • Kategori Hollanda
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Hollanda:
Amsterdam'da Yürüyüş: “Gazze'deki Soykırımın Üzerinden 75 Artı 1 Yıl Geçti”

Mübarek Toprak Filistin'de kahraman mücahitlerin “El Aksa Tufanı” sloganı altında, mübarek Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırılarını ve Gazze Şeridi'ne yönelik kuşatma ve aralıksız bombardımanını 17 yıldır sürdüren gaspçı Yahudi varlığına karşı gösterdikleri kahramanlıkların ışığında, bu suç örgütü tarafından geçtiğimiz yıl Gazze Şeridi'nde silahsız Müslümanlara karşı işlenen ve kadın-erkek 150.000'den fazla Müslümanın şehit olmasına ve yaralanmasına yol açan vahşi katliamlar karşısında...

Hizb-ut Tahrir / Hollanda, Gazze'deki Müslümanlara yönelik savaşın birinci yıl dönümü münasebetiyle Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da “Gazze'deki Soykırımın Üzerinden 75 Artı 1 Yıl Geçti” sloganıyla bir yürüyüş düzenledi.

Pazar, 10 Rebiü'l-Ahir 1446 Hicri - 13 Ekim 2024 Miladi
  

hollanda

- Yürüyüşün Kısa Raporu -

Gazze'deki ve Mübarek Toprakların (Filistin) geri kalanındaki halkımızın cani Yahudi varlığı tarafından maruz bırakıldığı soykırım ve vahşi saldırının birinci yıldönümünde, Hollanda'daki Hizb-ut Tahrir geçleri, 13-10-2024 Pazar günü saat 14:30 sularında yürüyüşün başladığı Amsterdam şehrinde “Gazze'deki Soykırımın Üzerinden 75 Artı 1 Yıl Geçti” başlığı altında bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe katılan kardeşlerimiz, kışlalarında konuşlanmış ümmetin ordularına Gazze'ye destek için harekete geçmeleri yönünde sloganlar atarak Amsterdam sokaklarında dolaştı. Saat dört sularında yürüyüş, göstericilerin toplandığı son noktaya ulaştı. Kardeşlerden biri Kur'an-ı Kerim'den ayetler okudu, ardından Hizb-ut Tahrir Hollanda Medya Temsilcisi Okay Pala bir konuşma yaptı. Okay Pala, gösterilerin Gazze'deki halkımız için yapabileceğimiz en az şey olduğundan bahsetti. Yüce Allah Azze ve Celle'den af diliyoruz ve onları destekleme konusundaki eksikliklerimizden dolayı bizi affetsin. Kâfir Batı'ya, Müslümanların davalarını savunmak için seslerinin yüksek çıkmaya devam edeceğini teyit ediyoruz. Daha sonra acımasız Yahudi varlığının Gazze Şeridi'nde başlattığı bu soykırımın sonucunda netleşen bazı noktalara değindi; bunlardan en önemlisi, Batı'nın eşitlik, çocuk ve insan hakları, uluslararası hukuk ve onlarca yıldır kafamızı çatlatan diğer saçmalıklar açısından övündüğü şeylerin yankılanan çöküşü ve istisnasız tüm Müslüman yöneticilerin işlerinin açığa çıkması ve gençlerin ve yaşlıların bunların Yahudi varlığının koruyucuları ve ilk savunma hattı olduğunu fark etmeleridir. İslam ümmetine gelince, Batı'nın ve onun yöneticiler arasındaki uşaklarının Sykes-Picot sınırlarını oluşturma ve Müslümanları ulusal ve bölgesel temelde bölme planlarına rağmen Müslümanların acısı, yarası ve hissiyatı bir olan tek bir ümmet olduğu yakın ve uzak herkes için açık hale gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Avrupa Merkezi Medya Ofisi Delegesi
Pazar, 10 Rebiü'l-Ahir 1446 Hicri - 13 Ekim 2024 Miladi

hollanda

- Yürüyüşten Kareler -

hollanda

 2024 10 13 GAZA ACTV NL Pic 1

 

2024 10 13 GAZA ACTV NL Pic 2

hollanda

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

hollanda

İlgili Bağlantılar:

Hizb-ut Tahrir Hollanda Resmi Web Sayfası
Hizb-ut Tahrir Hollanda Facebok Sayfası
Hizb-ut Tahrir Hollanda Twitter Sayfası
Hizb-ut Tahrir Hollanda Instagram Sayfası
Hizb-ut Tahrir Hollanda YouTube Kanalı

 

 
Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi: Uluslararası Konferans, "Bir Yıl Geçti Ey Ordular!"

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi:
Uluslararası Konferans, "Bir Yıl Geçti Ey Ordular!"

2024 10 10 GAZA WAQIYAH CONF LOGO

Batı medeniyetinin temellerini sarsan ve yenilmez ordu efsanesini yerle bir eden El Aksa Tufanı'nın üzerinden bir yıl geçti.

Gazze halkına yönelik katliamların ve soykırımın, kindar Batı tarafından gaspçı varlığın maşasıyla uygulandığı ve halen uygulanmakta olduğu bir yıl.

Aşağılık Müslüman yöneticilerin utançlarını utançlarıyla arttırdıkları bir komplo ve kan yılı.

Müslümanların evlatlarından ordu ve subayların başlarının üzerinde, öldürme, yıkım ve yerinden edilmeyi seyrettikleri ama bunun için parmaklarını bile oynatmadıkları şüpheli bir sessizlik yılı

“Bir Yıl Geçti Ey Ordular!”, El Vakiye TV tarafından Davet Taşıyıcıları paneliyle düzenlenen konferansın başlığıdır

Perşembe, 07 Rebiü'l-Ahir 1446 Hicri - 10 Ekim 2024 Miladi

merkezi medya ofisi

[Konferans Programı]

00:00 Konferansın Tanıtımı
03:29 Filistin Meselesinin Satılma Süreci - Ahmad El-Kasas
16:21 Batı'nın Çıkarları ve Gazze Savaşına Etkileri - Dr. Muhammed El-Melkavi
27:00 El Aksa Tufanından Bir Yıl Sonra... Fedakarlıklarınızın hakkını verdik mi? - Muhammed El-Munis
30:15 Meşruiyet, gerçekçilik ve kaçınılmazlık üzerinden Nusret arayışı - Yusuf Ebu Zer
43:32 Şefkat ve Üretken Eylem Arasında İslam Ümmeti - Müh. Salah Eddine Adada
55:09 Sonuç

merkezi medya ofisi

- Konferansın Tüm Kaydı -

merkezi medya ofisi

- Uluslararası Konferanstaki Konuşmaların Kayıtları -

Filistin Meselesinin Satılma Süreci - Ahmad El-Kasas

Batı'nın Çıkarları ve Gazze Savaşına Etkileri - Dr. Muhammed El-Melkavi

Meşruiyet, gerçekçilik ve kaçınılmazlık üzerinden Nusret arayışı - Yusuf Ebu Zer

Şefkat ve Üretken Eylem Arasında İslam Ümmeti - Müh. Salah Eddine Adada

merkezi medya ofisi

2024 10 10 GAZA WAQIYAH CONF BANNER

merkezi medya ofisi

Etiketler

طوفان_الأقصى#

الجيوش_إلى_الأقصى#

الأقصى_يستصرخ_الجيوش#

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

merkezi medya ofisi

 

Devamını oku...

İran, Amerika ve Yahudi Varlığı İle İlişkileri Ve Onun Dahili Ve Bölgesel Olarak Geleceği!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

İran, Amerika ve Yahudi Varlığı İle İlişkileri Ve Onun Dahili Ve Bölgesel Olarak Geleceği!

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Şah’ın İran'ı 1950 yılında Yahudi varlığını tanımış, 1979 yılındaki Humeyni devriminin zaferinden sonra iki taraf arasındaki ilişkiler kopmuş ve Yahudi varlığının Tahran’daki büyükelçiliğinin merkezi Filistin büyükelçiliğine dönüştürülmüştü.Bu, söz konusu ilişkilere karşı çıkan Müslüman halkın taleplerine bir yanıttı.

Ancak 1980 yılında Irak’ın kendisine savaş açmasının ve Amerikalıları rehin olarak almasının ardından İran’ın Amerika ile olan diplomatik ilişkileri koptu; bunun üzerine İran, kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek Şah döneminden miras kalan Amerikan uçaklarının yedek parçalarını ve askeri teçhizatları Yahudi varlığından gizlice satın almaya başladı ve bu da ancak Amerika’nın izniyle olabilirdi. Dahası 1986 yılındaki “İran-Kontra” skandalı olarak bilinen olayda, Amerika ile silah, Phantom uçakları için yedek parça ve binlerce TOW zırh ve Hawk uçaksavar füzesinin satın alınması konusunda gizli bir anlaşma yapıldığı ortaya çıktı. Anlaşma Paris’te, Yahudi istihbarat temsilcisi Ari Ben Menashe’nin huzurunda İran Cumhurbaşkanı Beni Sadr ile ABD başkanı Reagan’ın yardımcısı baba Bush arasında imzalandı. Dolayısıyla İran, Cumhuriyetçilerin adayı Reagan ile yardımcısının kazanmaları ve Demokratların adayı Başkan Carter'ın kaybetmesi için rehinelerin seçimlerden sonrasına kadar serbest bırakılmaması konusunda Amerika ile gizlice anlaşma yaparak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı Reagan ile yardımcısının başarısında bir rol oynamıştır.

Amerika, Humeyni’nin Şah’ı devirmesine ve onu Paris’ten getirerek iktidarın dizginlerini teslim almasına yardım edip İran da Amerika’nın yörüngesinde hareket etme sözü verdiğinde böylece İran’ın bölgedeki rolü başlamış oldu. Zira 1980’lerde ilk Suriye devrimi patlak verdiğinde İran, Amerika’nın tabisi Esad rejimini destekledi ve Lübnan’daki Tevhid Hareketi gibi İslami grupları ona teslim olmaya zorladı. 2011 yılından bu yana devam eden ikinci Suriye devriminde ise askerlerini ve yandaşlarını, rejime karşı ayaklanan ve Hilafetin ve Allah’ın hükmünün ikame edilmesi çağrısında bulunan Suriye’deki Müslüman halkla savaşmaları için gönderdi.

İran, Afganistan ve Irak’ın işgalinde Amerika’yı desteklemiş, yandaşlarının bu işgale destek vermelerini sağlamış, 2014’ten bu yana ise Amerika ve ajanlarına karşı ayaklanan Müslümanlara karşı onun yanında savaşmalarını sağlamış ve Yemen’de iktidarı ele geçirmek için de ABD destekli Husileri desteklemiştir.

Bu nedenle Amerika, Körfez ülkeleri üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak ve İngiltere’nin etkisini ortadan kaldırmak amacıyla onlar için bir korkuluk olsun diye İran’ın askeri makine ve nükleer programlarını geliştirmesine izin vermiş ve Amerika ile ilişki kuran Bahreyn’deki yandaşlarını da desteklemiştir. Bu yüzden İran, Bahreyn’i kendisinin bir parçası ve Körfez’i de kendisi için bir kontrol bölgesi olarak görmekte, Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmekte, Bahreyn’de bulunan ABD Beşinci Filosu ile birlikte savaş gemileri bu ülkelerin açıklarında devriye gezmekte ve bu ülkelerin deniz kuvvetlerine saldırmamaktadır.

Bundan dolayı Suriye’de ve aynı şekilde ajanı Saddam’ın devrilmesinin ardından Irak’ta faaliyet göstermek için hareket noktası olarak kullandığı İngiltere’nin bölgedeki nüfuzunun önemli bir ayağı olan Ürdün’ü korku sarmıştır. Zira Ürdün, Humeyni rejiminin devrilmesi ve İngiliz ajanı Şah’ın tekrar iktidara gelmesi için İran’a savaş açmasında Saddam’ın en güçlü kışkırtıcılarından biri olmuştur. İran da bunun farkında ancak Ürdün’de faaliyet gösterememektedir.

İngiltere, Yahudi varlığına doğudan gelebilecek saldırıları önlemek için Ürdün’ü tampon bir bölge olarak belirlemiştir. Nitekim bu, Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi tarafından 30/09/2024 tarihinde teyit edilmiştir; zira o, İslam beldelerindeki 57 ülke arasından Yahudi varlığının güvenliğinin garantörü olmaya hazır olduğunu söylemiştir. Zira şöyle demiştir: “Biz kimsenin savaş alanı olmayacağız.” Dolayısıyla Filistin onu ilgilendirmiyor; zira o, tarafsız bir bölgedir! Onun rejimi, Yahudi varlığına doğru fırlatılan İran füzelerini püskürtmüştür.

Böylece bölge ülkeleri, bölgesel büyük bir güç olarak kabul edilen İran’dan korkmaya başlamış ve bu durum, bölgenin egemen gücü olmak isteyen Yahudi varlığının hoşuna gitmemiştir.Bölgenin egemen gücü olmaya çalışan Saddam rejimine karşı iki taraf arasında kurulan gizli ilişkilere rağmen Yahudi varlığı, 1981 yılında Amerika’nın onayıyla nükleer reaktörünü vurmuştur.

Bölgedeki İran’a tabi olan grupların, bölgede Amerikan nüfuzuna hizmet eden İran’ın bölgesel nüfuzunun araçları olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Yahudi varlığı Lübnan’da olduğu gibi bu araçları vurduğunda, İran’ın orduları bu grupları desteklemek için harekete geçmeyecektir. Zira İran, bu gruplar pahasına kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışmakta ve başta nükleer ve petrol tesisleri ile askeri ve füze fabrikaları olmak üzere hayati güçlerini ve bağlantılarını yok etmeye hazırlanan Yahudi varlığıyla savaşa girerek zarar görmek istememektedir. 2012 yılından beri Avrupa’nın desteğiyle İran’a bir saldırı planlanıyordu ancak Amerika bunu başarısızlığa uğrattı ve onu ve Avrupalıları susturmak için İran’a sert yaptırımlar uyguladı.

Yahudi varlığı, başta Amerika olmak üzere bu güçler tarafından desteklenmediği sürece İran’ı vuramaz. Zira bölge ülkeleri ona ciddi ve samimi bir şekilde karşı çıkarsa İran dahil hiç kimseyi vurmaya cesaret edemeyecektir. Çünkü Yahudi varlığı, kendi başına herhangi bir eylemde bulunamayacak kadar korkaktır.

İran, Yahudilerle işbirliği yapan ülkeleri vurma gücüne sahip değildir; bunun kanıtı İran’ın füzelerini iki kez püskürten Ürdün’dür.BAE ve Bahreyn Yahudi varlığıyla işbirliği yaparlarken aynı şekilde Azerbaycan da bu varlığın bir üssü haline gelmiştir. Ayrıca savaşın kapsamının genişletilmemesi konusunda Amerika’yı dinlemiştir. Şayet ilk günden itibaren savaşmış ve güçleri Suriye ve Lübnan’dan Kuzey Filistin’e girmiş olsaydı, onurlu bir konumda olurdu.

Demokratların liderliğindeki Amerika, İran’ın vurulmasına karşı çıkmaktadır; bu ise 9/10/2024 tarihinde Başkan Biden ile İran’ı vurmakta ısrar eden Başbakan Netanyahu arasında gerçekleşen telefon görüşmesiyle teyit edilmiştir. Zira resmi Yahudi kanalı Kan, “iki taraf arasında bir güven krizi olduğunu ve Amerika’nın “İsrail” politikası karşısında hayal kırıklığı yaşadığını” bildirmiştir.Siyonist olmakla övünen Biden, zayıf bir başkan olarak ortaya çıkmıştır; zira Netanyahu üzerinde sıkı bir baskı uygulayamamıştır. Hatta Yahudi varlığının ordu bakanı Galant’ın, İran’a yönelik saldırı konusunda kendisiyle koordinasyon kurması için Washington’a gelmesini talep etmiştir.

İran, ilk döneminde olduğu gibi Yahudi varlığını mutlak olarak destekleme ve kendisine yeni yaptırımlar uygulama tehdidinde bulunma konusunda Demokratları geride bırakan Trump’ın gelmesinden korkmaktadır. Zira Trump, Kudüs’ü ve Golan Tepeleri’ni Yahudi varlığının bir parçası olarak tanımış, bölgedeki ülkeleri kendisiyle normalleşmeye zorlamış ve yüzyılın hayali anlaşmasıyla iki devletli çözüm projesini dinamitlemiştir. Şayet yeniden iktidara gelirse, Suudi Arabistan ve diğer ülkeleri normalleşmeye zorlayacaktır.

Tüm bunlar İran’ı kuşatacak, bölgesel faaliyetlerini sınırlayacak ve rejimini, uyguladığı bazı şeriat hükümlerden feragat etmek ve Devrim Muhafızlarının gücünün sınırlandırılması da dahil olmak üzere kendi içinde bile daha fazla taviz vermeye zorlayacaktır. Bu ise Amerika ile uzlaşmaya hazır olduğunu açıklayan Pezeşkiyan ve Amerika’nın vaftiz babası olan yardımcısı Zarif’in liderliğindeki yeni yönetimde ortaya çıkmıştır.

İran’ın başına gelenlerin nedeni, mezhepsel ve milliyetçi farklılıklar olmaksızın tüm Müslümanları birleştirecek, Müslümanların tek bir İslam Devleti altında birleşmeleri için çalışacak, Amerikan yanlısı olmaktan ve onun bölgedeki ajanlarını desteklemekten uzak İslam’a dayalı ve İslam’ın egemenliğini hedefleyen bir anayasa oluşturmamış olmasıdır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 517. Sayı - 16/10/2024

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER