Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Washington’daki Son NATO Zirvesi Ve Yetmiş Beş Yıllık Saldırganlık ve Kibir

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Washington’daki Son NATO Zirvesi Ve Yetmiş Beş Yıllık Saldırganlık ve Kibir

Üstad Ahmed El-Hutvâni’nin Kaleminden

ABD Başkanı Joe Biden Washington'da düzenlenen Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) zirvesinin açılışını yaptı ve bu zirve, Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinin liderlik ettiği saldırgan uluslararası askeri ittifakın kuruluşunun 75. yıldönümüne denk geldi; zira bitmek bilmeyen bölgesel ve yerel savaşları körükleyen, dünyada sürekli olarak tahribata ve yozlaşmaya yol açan ve beş kıtada sayısız çatışma ve gerilim noktaları oluşturan bu ittifaktır.

Biden zirvenin açılışında aldatıcı ballı sözler söyledi; zira ittifakı övdü, başarılarını abarttı ve kuruluşunun yetmiş beşinci yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada bunu, 75 yıl önce asıl anlaşmanın imzalandığı yerin önemiyle ilişkilendirdi. Ancak aslında o, NATO’nun yayılmacı ve sömürgeci bir karaktere sahip olduğu gerçeğini görmezden geldi ve yalan ve iftirayla onu, küresel barış ve istikrarın yayılmasına katkıda bulunduğu şeklinde nitelendirdi!

Mevcut zirve genel olarak ittifakın Ukrayna’ya verdiği kararlı desteğe odaklandı; özellikle bu, Rusya’nın geçen Pazartesi günü Ukrayna şehirlerini füzelerle bombalamasının ve bunun da Kiev'deki bir çocuk hastanesine isabet etmesine yol açmasının ardından geldi; bu da ittifak liderlerinin görüşmelerinde, zirvelerinin büyük bir bölümünü Ukrayna dosyasını ele almanın önemine çağrı yapmalarına neden oldu. Şöyle ki; diğer dosyaları gölgede bırakarak gelecek yıl Ukrayna’ya 43 milyar Dolar değerinde ek mali yardım sağlama sözü verdiler ve ona, F-16 savaş uçakları da dahil olmak üzere hava sahasını korumak için yeni silahlar tedarik etmeyi taahhüt ettiler.       

Avrupa’da yeni gelişmiş Amerikan silahlarının konuşlandırılmasına gelince; Biden yönetimi, 2026 yılında Almanya’da uzun menzilli füzelerin konuşlandırılmasına başlayacağını açıklarken Almanya ise başka yeni silahların konuşlandırılacağının da sinyalini verdi; nitekim Beyaz Saray ve Almanya hükümeti, Soğuk Savaş'tan bu yana -ilk kez NATO zirvesi sırasında-, 2026’dan itibaren Almanya’da, Rus topraklarına ulaşabilecek yüksek kapasiteli ABD silahlarının konuşlandırılacağını duyurdu ki bunlar arasında, Avrupa’daki NATO müttefiklerine daha iyi koruma sağlayan yeni geliştirilmiş hipersonik silahların konuşlandırılmasına ek olarak, 2.000 kilometreden fazla mesafeye ulaşan Tomahawk seyir füzelerinin ve SM-6 uçaksavar füzelerinin konuşlandırılması da yer almaktadır.

Zirvede ayrıca zirvenin kapanış gününde Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore liderleriyle yapılacak görüşmeler öncesinde Japonya ve Güney Kore ile ilişkilerin güçlendirilmesi çağrısında bulunulurken diğer taraftan Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol ve Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida NATO ile güvenlik işbirliğini güçlendirme sözü verdiler.

Rusya’ya gelince; NATO’nun Rusya'ya yönelik düşmanlığını tırmandırmasına karşı Amerika’yı ve Batı’yı uyardı ve her türlü tırmanışa karşılık vereceğini söyledi; zira Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov St. Petersburg'da şunları söyledi: “Bu tür silahlar nedeniyle Rusya’nın güvenliği tehlikeye maruz kalacak ve bu da Rusya’nın bir tepki vermesini gerektirecektir.”

Çin, Perşembe günü NATO zirvesi açıklamasını kınadığını ifade etmesinin yanı sıra Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Perşembe günü, NATO zirvesinde yayınlanan deklarasyonu Çin'in kınadığını ve güçlü bir şekilde karşı çıktığını dile getirerek NATO’nun açıklaması hakkında şunlara dikkat çekti: “Asya-Pasifik bölgesinde gerilimi körükleyen ve Soğuk Savaş zihniyetini taşıyan düşmanca açıklamalarla, önyargılarla, çarpıtmalarla ve provokasyonlarla doludur.” Ayrıca Çin bu konuda NATO’ya ciddi resmi protestolarda bulunmuştur.

İttifakın önde gelen Amerikalı ve Avrupalı ​​üyelerinin dünyaya bakışı, hegemonik ve kibirli bir bakıştır; özellikle Amerika’nın ittifaka bakışı, sömürgeci bir liderlik ve yönetim bakışı olup bu da maddi menfaate dayalıdır; zira Amerika ve onun büyük müttefikleri dünyayı kendileri için bir çiftlik ve sömürgeleştirilecek, faydalanılacak ve sömürülecek bir yer olarak görmektedirler.

Amerika, ittifakı, güç ve askeri üsler konuşlandırarak ve Çin ve Rusya’yı kuşatmak için bölgesel ve küçük ülkelerle askeri ittifaklar kurarak, Amerika ve ittifak tarafından kuşatılan Rusya ve Çin başta olmak üzere rakip büyük güçlerin yeteneklerini sınırlamak için kullanıyor ve aynı zamanda Amerika, Avrupalı ​​ortaklarına Amerikan şemsiyesi altında koruma, bağlılık ve disiplin dayatıyor.

Dünyanın geri kalan ülkelerine gelince; Amerika, ittifak yoluyla ya Libya ve Sırbistan'a yaptığı gibi onları dizginlemek ya da parçalamak için askeri müdahalede bulunuyor, ya da diğer ülkelere yaptığı gibi onları caydırmak ve itaat etmelerini sağlamak için onları korkutuyor, tehdit ediyor ve büyük sopa sallıyor.

NATO aslında Sovyetler Birliği Devleti’ni caydırmak ve Avrupa'daki nüfuzunun yayılmasını önlemek için kurulmuştu; bu yüzden Komünist Rusya liderliğindeki Varşova Paktı’nın kaldırılmasından, komünizmin çöküşünden ve komünist devletler kampının sona ermesinden ve Sovyetler Birliği’nin tamamen dağılmasından sonra feshedilmesi ve ortadan kaldırılması gerekiyordu. Ancak olan şu ki; Amerika ve Batılı ülkeler, geleneksel komünist düşmanının sona ermesine rağmen NATO’nun varlığını sürdürdüler, sonra şeytanlaştırdıkları İslam’ı aşırılık, terörizm ve köktencilik olarak nitelendirerek kendileri ve ittifak için yeni bir düşman icat ettiler.

NATO’nun genişlemesi, İsveç ve Finlandiya gibi daha fazla ülkeyi bünyesine katması ve Ukrayna’nın gelecekte NATO’ya katılma adaylığının desteklenmesi, evet tüm bunlar, sömürgeciliğin ve kibrin ömrünü uzatmak, zayıf ve yoksul ülkelere zorbalık yapmayı, onları sindirmeyi ve halklarını terörize etmeyi kalıcı bir uluslararası davranış ve küresel bir örf haline getirmek içindir.

Böylesine hegemonik ve zalim bir ittifakın varlığı nedeniyle ortaya çıkan bu anormal uluslararası durum, dünyanın kötülüklerden arındırılması için Müslümanlara değiştirilmesi, ortadan kaldırılması ve kendisinden kurtulunması gereken ağır bir gerçekliği dayatmaktadır; çünkü onun varlığının devam etmesi, uluslararası ilişkilerin olumsuz bir özelliği olarak, bu ilişkilerin yapısının çarpık bir doğası olarak ve büyük sömürgeci güçlerin hegemonyasının pekiştirilmesi olarak zulmün ve kibrin devam etmesi anlamına gelmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında insanlığa miras kalan, Müslümanların ve onunla birlikte dünyadaki tüm mazlum ve mağdurların sırtına yüklenen bu ağır mirastan insanlığı kurtarmak için gerekli olan bu değişim kaçınılmazdır.

Bu büyük misyonu ancak, İslami hayatı yeniden başlatmak ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için ciddi ve ısrarla çalışan inançlı Müslümanlar arasından davet taşıyıcıları ve risalet sahipleri gerçekleştirebilir; zira insanlığı kapitalist dünyanın zulmünden ve onun suçlu NATO ittifakının temsil ettiği yağmacı askeri makinesinden kurtulmak için tek umut Hilafet Devleti’dir.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 504. Sayı - 17/07/2024

Devamını oku...

Bin Selman, Harameyn Beldesini Satmak İçin Zemin Hazırlıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bin Selman, Harameyn Beldesini Satmak İçin Zemin Hazırlıyor!

Haber:

Resmi Suudi Basın Ajansı'na göre, Prens Muhammed bin Salman ve Sullivan görüşmeleri sırasında şu değerlendirmelerde bulundular: “İki ülke arasındaki stratejik ilişkileri ve bu ilişkilerin çeşitli alanlarda geliştirilmesinin yolları ele alındı. Ayrıca görüşmede, İngiltere ve ABD arasında neredeyse tamamlanmak üzere olan stratejik anlaşma projelerinin yarı final formülü de ele alındı.” (El Arabiya Net)

Yorum:

Suud Hanedanı’nın Amerikalılardan silah satın almak için petrol harcamasının üzerinden 52 yıl geçmesinin ardından raporlar, Suud rejiminin son elli yılda silah satın almak için yaklaşık üç trilyon Dolar harcamasının ve Suudi ordusunun ABD güçleri tarafından 34 yıl boyunca eğitilmesinin ardından, sahip olduğu tüm bu yeteneklere rağmen Amerikalılardan koruma istemesinin mantıksız olduğunu vurgulamaktadır!

Bin Selman, Kudüs’ü kâğıt ve kalemle Yahudilere teslim eden ve ondan vazgeçen dedesi Abdülaziz’in izinden gidiyor, torunu da şimdi Mekke’den ve Harameyn beldesinden vazgeçip bunları ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kabrini bu haçlılara satmaya hazırlanıyor! Bunun da ötesinde bu kafirlere sadık kalarak Azze ve Celle’nin, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنْ الْحَقِّEy iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.” [Mümtehine 1] kavlini sırtının arkasına atıyor.

Bütün bunları yapana ve Müslüman topraklarını ezeli düşmanlarına satana, itaat edilmesi gereken veliyyül emr veya yönetici demek doğru değildir; zira لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِYaratıcıya isyanda kula itaat yoktur.” Bilakis o ve onun gibilerle savaşmak, onları gözetleyip durmak, İslam ümmetinin bağrına çöreklenmiş yozlaşmış insan yapımı rejimleri kökünden söküp atmak ve Allah Subhanehu’nun bize fark kıldığı ve Müslümanların topraklarını ve ırzlarının koruyacak, onlara Allah ve Rasulü’nün razı olacağı bir yaşamı garanti edecek ve böylece Müslümanların Allah’ın izniyle dünyada ve ahirette kazananlardan olacakları sistemi hakim kılmak gerekir; bu ise uzak veya imkansız değildir; çünkü bu, Rabbimizin vaadi ve kendi hevasından konuşmayan Sallallahu Aleyh ve Sellem’in müjdesidir: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet Olacaktır.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Amine Arus

Devamını oku...

Malaysia Airports Holdings Hisselerinin Küresel Altyapı Şirketi BlackRock'a Satışı, Sadece ABD’nin Malezya’daki Jeopolitik Konumunu Güçlendirecektir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Malaysia Airports Holdings Hisselerinin Küresel Altyapı Şirketi BlackRock'a Satışı, Sadece ABD’nin Malezya’daki Jeopolitik Konumunu Güçlendirecektir

Haber:

Geçtiğimiz Haziran ayından bu yana, ülkedeki 39 havalimanını işleten ve devlete ait bir şirket olan Malaysia Airports Holdings’in %30 hissesini satın almakla ilgilendiğini ifade eden ABD merkezli BlackRock tarafından tamamen sahip olma sürecinde olan ABD merkezli altyapı şirketi Global Infrastructure Partners şirketi hakkında bu ülkede hararetli bir tartışma yaşanıyor.BlackRock’un gayrimeşru Yahudi varlığını desteklediği ve şirketten gelen fonların gayrimeşru Yahudi varlığına gönderilen silahları geliştirmek için kullanıldığı bilinmektedir. Yahudi varlığıyla ilişkilere ek olarak bu konuya, çok az bir şekilde vurgu yapılan Amerika’nın jeostratejik bakış açısıyla bakmamız gerekiyor.Bu jeostratejik yön önemlidir; çünkü bu, ülkenin ve İslam ümmetinin geleceğini etkilemektedir.

Yorum:

2022 yılında G7 konferansı sırasında ABD, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne meydan okumak amacıyla kendi ekonomik koridorunu oluşturmak için Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı’nı kurdu.Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı projesi, “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” sloganı altında, ABD ve müttefiklerinin, Çin nüfuzuna karşı özellikle Hint-Pasifik ülkelerindeki önemli altyapılara hakim olmalarını ve kontrol etmelerini sağlamayı amaçlıyor.

Küresel altyapı ve yatırımı hayata geçirmek için ABD ve diğer G7 ülkelerinin, proje hedeflerini gerçekleştirmek için 600 milyar Dolara ihtiyacı vardır.Bu projenin iki önemli oyuncusu olan BlackRock ve Microsoft, bu gündemi gerçekleştirmek için ABD yönetimiyle işbirliği yapıyor. Nitekim 13 Haziran’da İtalya'nın Fasano kentinde düzenlenen en son G7 konferansında alınan kararlar arasında, G7’nin gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı şirketlerine 30 milyar ABD Dolarına kadar yatırım yapmaya hazırlanması da vardı. Bu fondan 4 milyar ABD Doları, Global Altyapı Ortaklığı, BlackRock ve Brookfield gibi ABD’li özel yatırımcılar tarafından çeşitli altyapı projeleri için kullanılacaktır.

Dolayısıyla BlackRock’un aldığı yatırım uygulamalarının, sadece şirket ve kâr ifadelerine dayalı olmadığını, aksine bundan daha da önemlisi bunların, ABD'nin belirlediği jeostratejik uygulamalar olduğunu görmekteyiz. Ayrıca BlackRock, Malaysia Airports Company’deki %30’luk hissenin yanı sıra MMC Port gibi liman şirketlerinden de hisse satın almayı planlıyor. Yine Microsoft şirketi, yakın zamanda Malezya’daki bulut bilişim ve yapay zeka teknolojisi yatırımlarına 10,5 milyar Malezya ringgiti (RM) ekledi.Tüm bunlar küresel bir altyapı projesinin ve ABD yatırımının, Malezya’da uygulanmaya konulduğuna işaret ediyor.

ABD, bu ülkedeki stratejik altyapı üzerindeki kontrolü kolayca sağlanabilecek gibi görünüyor; çünkü açık kapitalizm politikaları, sermayeye sahip oldukları ve kar edebildikleri sürece herhangi bir tarafın şirket hisselerini satın almasına izin veriyor. Bu yüzden BlackRock'ın sermeyesi gibi büyük ve cazip bir sermayeye sahip olan Malezya, Malaysia Airports Corporation’ın hisselerini onlara satmayı kolaylıkla kabul edecektir.Malaysia Airports Corporation’ın (Malezya Havaalanları Şirketi) %30’luk hissesine sahip olmasıyla birlikte Amerika, şirketin yönünü belirlemede ya da en azından etkilemede kesinlikle söz sahibi olacaktır.

Bu tür şirket ortaklığı sistemine, İslam şeriatında izin verilmemektedir; çünkü bu, genel olarak Müslümanların çıkarları üzerinde yabancı hegemonyaya kapı aralamaktadır. Başka bir açıdan bakıldığında da, Müslümanların başındaki yöneticilerin “siyasi irade” bakımından zayıf oldukları ve açık ideolojik bir yönelimden yoksun oldukları görülmektedir. Zira onların siyasi hırsları ulusal çıkarları korumakla sınırlı olup sadece ülkenin GSYİH’sini yükseltmeye ve gelişmiş ülke statüsüne ulaşmaya odaklanıyorlar. Görünen o ki onlar, Amerika’nın planını fark edemeyecek kadar saf kimseler olup bu da onların bu plana teslim olmaya istekli olmalarına yol açıyor.

Buna ek olarak Malezya genel olarak kendisini, ister Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi olsun isterse ABD'nin Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı olsun ülkenin iki taraf arasındaki rekabetten faydalanabileceği ve Malezya'nın da kârdan yararlanabileceği düşüncesiyle herhangi bir tarafın projelerini kabul eden “tarafsız bir ülke” olarak görüyor. Aslında bu tarafsız politika, güçlü bir şekilde Malezya’nın süper güçlerin hegemonik oyununda bir piyon olarak oynadığı role ışık tutuyor ki böylece Müslümanlar, herhangi bir jeopolitik kargaşanın kurbanı olacaklardır. Müslümanların başındaki yöneticilerin “İslami işleri yönetme” konusundaki dar düşünceleri, İslam ümmetinin jeopolitik durumunun daha da kötüleşmesine yol açacaktır.

Ümmetin bu nüfuzdan kurtulmasının tek yolu, Müslümanların, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak ve İslam’ı kâmil bir şekilde uygulamak için ciddiyetle çalışmalarıdır. Çünkü Hilafet, tüm Müslüman ülkeleri birleştirecek, onların tüm doğal ve beşerî kaynaklarını bir araya getirecek ve onların dünya çapında jeopolitik konumlarını güçlendirecektir.Müslüman ülkelerin bugünkü gücü göz önüne alındığında, bu konuma ulaşmak imkânsız değildir. Nitekim Hilafet, dış ülkelere bağımlı olmayacak ve hiçbir küresel gücün hegemonyasına ve onların kendi jeostratejik planlarını Müslümanlara empoze etmesine asla izin vermeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Muhammed - Malezya

Devamını oku...

Kenya: Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!

  • Kategori Kenya
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Kenya:
Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!
 

Sadece “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için Özbekistan hapishanelerinde tutuklu bulunan kardeşlerimize destek için, Hizb-ut Tahrir/ Kenya'nın, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi tarafından başlatılan "Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!" başlıklı küresel kampanyanın faaliyetlerine katılımı.

Cuma, 21 Muharrem 1446 Hicri - 27 Temmuz 2024 Miladi

kenya

Şaban Muallim'in Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek Mesajı
Hizb-ut Tahrir / Kenya Medya Temsilcisi

Cuma, 21 Muharrem 1446 Hicri - 27 Temmuz 2024 Miladi

kenya

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

kenya

İlgili Bağlantılar:

Hizb-ut Tahrir Kenya Resmi Web Sayfası
Hizb-ut Tahrir Kenya Twitter Sayfası

Hizb-ut Tahrir Kenya Instagram Sayfası

 

Devamını oku...

Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki Konuşması Kabadayılığı ve Kibri Açığa Çıkaran Bir Korku ve Yardım Talebidir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki Konuşması Kabadayılığı ve Kibri Açığa Çıkaran Bir Korku ve Yardım Talebidir

Haber:
Netanyahu, 24 Temmuz’da, sıcak bir şekilde karşılandığı ABD Kongresi’nde bir konuşma yaptı ve kongre üyeleri onu, Amerikan başkanlarını en önemli konuşmalarında alkışladıkları gibi ayakta alkışladılar. Konuşması, Gazze’de devam eden savaşın Amerika ve Yahudi varlığının savaşı olduğu ve tüm Batı ve medeniyetinin terörizm ve vahşet olarak adlandırdığı İslam’a karşı bir savaşı olduğuna odaklandığı birçok noktayı içermiştir. Ayrıca o, Yahudi varlığının ABD’nin vazgeçilmez bir müttefiki olmaya devam edeceğini ve ABD’nin de Hamas ve terörizme karşı nihai ve mutlak zafer elde etmek için ihtiyaç duyduğu her şeyle kendisini desteklemeye devam etmesi gerektiğini söyledi.

Yorum:

Bu konuşma, ABD’de büyük bir ilgi gördü. Konuşmada Amerika Birleşik Devletleri ile Yahudi varlığı arasındaki bağlantı, onların bölgeye ve İslam’a yönelik düşmanlıkları ve buna her iki konseyin üyelerinin tekrarlanan alkışlarının eşlik etmesinin, önemli ve tarihi anlamları vardır. Netanyahu, İkinci Dünya Savaşı sırasında bu Kongre’de üç kez konuşma yapan İngiltere Başbakanı Churchill ile karşılaştırılırken, diğer Batılı ve Arap ülkelerinin yanı sıra Amerika ile Yahudi varlığının yaklaşık 10 aydır Gazze'ye yönelik yürüttüğü savaş sırasında Natenyahu’nun yaptığı konuşması, dördüncü konuşma oldu. Bu da bu savaşın sonuçlarının, küresel sistem için son derece tehlikeli olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla bu konuşma, ABD Başkanı’nın Senato ve Temsilciler Meclisi’nin Capitol binasındaki ortak oturumunun önünde yaptığı Amerika Birleşik Devletleri’nin durumuyla ilgili her yıl yapılan “Birliğin Durumu” hakkındaki konuşmalarına benzer bir şekilde gerçekleşmiştir.

Bu konuşmanın ve gerekçesinin önemli anlamlarından biri de, bu savaşın Yahudi varlığına, ardından Amerika’nın bölgedeki nüfuzuna yönelik tehlikesidir. Zira aradan neredeyse bir yıl geçmesine rağmen bunun dünyadaki manşeti, Amerika’nın her türlü siyasi ve askeri desteğine rağmen Yahudi varlığının Hamas’ı ortadan kaldırıp tam ve mutlak bir zafer elde edememesi olmuştur ki bu da Amerika için bir başarısızlık olarak değerlendirilmektedir; dolayısıyla bu da bölgede birtakım emelleri olanların veya etki kazanma ya da gerçekliği değiştirme arzuları olanların bunun için planlar yapma iştahını kabartmıştır. Bu tehlikeler ve düzeyleri böyle bir konuşmayı haklı çıkardığı gibi bu konuşma da bu tehlikelere ve düzeylerine işaret etmektedir.

Bazı Kongre üyelerinin ve Amerika’nın önde gelen siyasi isimlerinin bu konuşmaya karşı çıkmasıyla ilgili söylenenlere gelince;bu muhalefetin, konuşmayı destekleyenlere kıyasla nispeten küçük olduğunu belirtmek gerekir ki bu da ABD’de iç rekabetlerin yaşandığı dönemlerde, özellikle de böylesine ciddi bir konuda normal bir durumdur.Netanyahu hükümetine karşı böyle bir eğilimin olduğu açık olup -her ne kadar ona destek veren eğilimden daha az olsa da-, bu varlıktan vazgeçme eğiliminin olması veya bunun ortaya çıkması doğaldır; çünkü onun bu savaştaki başarısızlığı, Amerikan çıkarlarını olması gerektiği gibi koruma yeteneklerinin tükendiğine işaret ediyor. Sanki Natenyahu’nun kabul edilmesi ve sıcak bir şekilde karşılanması bu eğilime bir karşı çıkış olup dünyaya, bunun Amerika için düşünülemez bir konu olduğuna, Yahudi varlığına desteğinin devam edeceğine dair güvence verdiğine ve bunun dışında bir alternatifin olmadığına dair bir mesajdır. Aynı şekilde yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen varlığın Gazze’de başarısız olmasının, ondan vazgeçmek değil, ona olan desteğin artırılmasını gerektiren sebepleri vardır; zira varlık, Amerika’nın vazgeçilmez bir müttefikidir. Aslında varlık, bu savaşın Batı’yı ve medeniyetini ve bölge üzerindeki Batı ve Amerikan hegemonyasını tehdit edecek şekilde bölgede derinden kök saldığını teyit eden yükselen İslami siyasi eğilimle savaşmak için en büyük uçak gemisi ve en büyük askeri cephaneliğidir.

Bu nedenle Netanyahu’nun ifadelerinin merkezinde bu anlamları gördüğümüz gibi ABD’li temsilci ve senatörlerin ayağa kalkarak bunları coşkuyla alkışladığını gördük. Dolayısıyla gerekçeleriyle birlikte bu konuşma, Gazze ve mücahitlerinin kararlılığı nedeniyle Amerika ve Yahudi varlığının ortak çıkmazının bir kanıtı olup bu da Amerika’nın, Gazze’ye diz çöktürmek ve “ertesi gün” olarak adlandırdığı noktaya ulaşmak için Yahudi varlığını hâlâ desteklediğine delalet etmektedir. Yukarıda geçenleri belgelemek adına Netanyahu’nun övündüğü ve kongrenin alkışladığı, ortak çıkmazı, ortak hedefi ve güçlü bağların devamını vurgulayan bazı ifadeleri aşağıda alıntılıyorum.

Gazze’de devam eden savaşın, sonucunun mevcut dünya düzeninin pekiştirilmesini ya da yok olmasını belirleyecek hayati öneme sahip bir medeniyet çatışması olduğunu söyledi. Zira şöyle dedi: “Bizler tarihi bir kavşaktayız, Ortadoğu kaynıyor ve çatışma, medeniyetler arasında değil, barbarlıkla medeniyet arasındadır.” “Amerika ve “İsrail” birlikte durursa biz kazanırız, onlar kaybeder.”İran’ı ve ajanlarını bölgede, Batı’da ve Amerika’da terör ve tehlike kaynağı olarak nitelendirdi; bu da onun yok edilmesi ve ajanlarının ortadan kaldırılması gerektiği anlamına gelmektedir. Zira şöyle dedi: “İran, ABD’ye karşı koymak için önce Ortadoğu’yu kontrol etmesi gerektiğinin farkındadır.” “İsrail’in” eli kolu bağlanırsa bir sonraki hedef ABD olacaktır.” İran'a karşı bir Arap-Amerikan (İsrail) ittifakı oluşturulması gerektiğini vurgulayarak şöyle dedi: “İsrail” ve ABD, İran’ın tehditlerine karşı koymak için Ortadoğu’da ittifak oluşturabilir.” “Ortadoğu’daki dostlarıma İran'ın tüm terör ve kaosun kaynağı olduğunu ve radikal İslam'ı empoze etmeye çalıştığını söylüyorum.” “Orta Doğu'da İbrahim Anlaşmalarının bir uzantısı olacak yeni bir ittifakı arzuluyorum.” “İsrail”, İran’ın nükleer silah geliştirmesini engellemek için harekete geçtiğinde hem kendisini hem de Amerika’yı koruyacaktır.” Ve “İsrail’le” barış yapacak tüm ülkeler ittifakımıza davet edilmelidir.” Savaştaki başarısızlığına, çok sayıda savaş alanının olmasını ve büyük desteğe olan ihtiyacı gerekçe gösterdi. Zira şöyle dedi: “Hamas, Hizbullah ve Husilerle savaştığımızda, İran’la savaşmış oluyoruz”, “Zafer ufukta görülmekte olup Hamas’ın yenilgisi İran terör eksenine güçlü bir darbe olacaktır.” Bu hedef için geniş çaplı uluslararası eylemlere girişme ve kongrenin her iki kanadından da dahili destek alma konusunda ısrar etti.

Yukarıda geçenlere ek olarak konuşmanın bir açıklama olmaksızın ima ve işaret yoluyla işaret ettiği en önemli olan şey, varlığın mevcudiyeti ve Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını koruma görevini yerine getirme kapasitesi konusudur. Çünkü Amerika savaşın başında Netanyahu hükümetini Hamas’ı ortadan kaldırmaya zorlamıştı; zira Dışişleri Bakanı Blinken, Hamas’ı ortadan kaldırmanın, bu varlığın yerine getirmesi gereken bir yükümlülük olduğunu söylemişti. Bundan aciz kalınması, Yahudi varlığının liderlerini, tam zafer elde edilene kadar, yani ABD’nin emri yerine getirilene ve taahhütleri karşılanana kadar, asker ve kayıp açısından maliyeti ne olursa olsun ve hangi iç veya dış baskıya maruz kalırlarsa kalsınlar savaşı sürdüreceklerini yinelemeye sevk etti. Nitekim Netanyahu bu konuşmasında kararlılığını yeniden teyit etti ve hem varlığa hem de Amerika’ya yönelik desteğin artırılması talebinin karşılanamaması tehlikesini göstermek için ona yalvardı. Zira şöyle dedi: “İsrail” geri adım atmayacak ve zafere ulaşana kadar savaşacağız ve bu bizim taahhüdümüzdür”, “Kapsamlı ve tam bir zafer elde edinceye kadar savaşmaya devam edeceğiz”, “Hedeflerine ulaşılıncaya kadar Gazze savaşının bitmesine izin vermeyeceğim”, “Buraya size galip geleceğimizi teyit etmek için geldim.Bizim savaşımız sizin savaşınızdır, düşmanlarımız sizin düşmanlarınızdır ve bizim zaferimiz ABD'nin zaferidir”, “İsrail”, Amerika’nın onsuz yapamayacağı müttefiki olarak kalmaya devam edecektir”, “Amerika Birleşik Devletleri’ne, işi daha hızlı bitirmemizi sağlayacak araçları bize vermesi için çağrıda bulunuyorum.”

Bu konuşmaya yorum yaparken gözden kaçırılmaması gereken şey, içerdiği kabadayılığın miktarı ve bariz yalanların boyutudur. Dünya, dünyadaki en yalancı, en küstah ve en kibirli kişinin Amerikan Başkanı olduğuna ve bu konuda bir sonraki başkanın onu geçtiğine alışmışsa da, Netanyahu bu konuda tüm Amerikan başkanlarını geride bırakmıştır.

Bu konuşmada ne kadar güçle övünme ve zafer kibri olursa olsun, konuşmanın övünme ve kibirden kat be kat daha fazla korku ve panik içermesinin yanı sıra kat be kat daha fazla imdat çığlıkları ve yardım haykırışları içerdiği, metinleri ve durumları inceleyen biri için bir sır değildir ve zafere sadece bir saatlik bir sabır vardır.

وَلاَ تَهِنُواْ فِي ابْتِغَاء الْقَوْمِ إِن تَكُونُواْ تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللهُ عَلِيماً حَكِيماًO (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.” [Nisa 104]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi: 22 Yıllık Başarısızlık ve Gafletin Karışımıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi: 22 Yıllık Başarısızlık ve Gafletin Karışımıdır!

Bazı insanların, bu kadar renkten renge girmesi, yılan derisine bürünmesi, Müslümanları ve Türk halkını kandırmak için yalan söylemesi ve yalan söylemeye çalışması, ileri derecede saptırması ve hilebazlık yapması insanı hayrete düşürüyor. Belki de Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan'ın 22 yıllık iktidarının en dikkat çekici özellikleri, ekonomik ve siyasi başarısızlık, gaflet ve ihanettir.

Bunun birçok Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan taraftarları ve sevenlerinin öfkelenmesine neden olacağını bildiğim gibi bu insanların birçoğunun samimi olduğunu da biliyorum; ancak maalesef onlar, meselelere yüzeysel bir şekilde bakıyorlar, gerçekleri biraz daha derinlemesine incelemiyorlar, bunların acılarının bir kısmını yutuyorlar ve bunları olduğu gibi kabul edip inkâr etmiyorlar. Evet, hayranların ve sevenlerin, sevdiğinin hatalarını görmesi zor bir şeydir; zira şöyle denilir: “İtminan gözü, her kusura karşı kördür”, veya şöyle denilir: “aşkın gözü kördür!” Dolayısıyla gerçekleri inkâr etmek, özellikle halkların ve milletlerin gelecekleri ve kaderleriyle ilgili bir mesele olduğunda, adalet, hüküm ve karar dengesinin ihlal edilmesine ve bozulmasına neden olur; çünkü gerçekler ve onları idrak etmek, vakıaları anlamanın temeli olduğu gibi ona çözüm bulmak için doğru şerî hükümleri vakıanın üzerine indirmenin de temelidir; bu nedenle gerçeklerin göz ardı edilmesi, halkların ve milletlerin gerilemesinin ve onların aşağıların aşağısına inmesinin birincil nedenidir.

Konuşma, sırf laf atmak ve temelsiz bir iftira olmasın diye bu makalede, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan liderliğindeki Türkiye rejiminin 22 yıldır liderlik ettiği ekonomik ve siyasi başarısızlığın hakikatini ortaya koymak için öne çıkan iki hususu ele alacağız:

Birincisi: Ekonomik açıdan: Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 yıllık iktidarı boyunca Türkiye’nin zaman içinde büyüyen ekonomik ilerlemesini, yanıltıcı medya istatistikleri, karşılaştırmalar ve dinleyiciyi Türkiye’deki durumun en iyi durumda olduğu ve hızla iyiye gittiği konusunda yanıltan göstergeler yoluyla göstermeye çalışmıştır; bir de buna, büyük havaalanı, büyük camiler veya Türk elektrikli otomobilinin üretimi gibi bazı projelerin açılışını, halka ve sıradan insanlara hükümetin ekonomiyi iyileştirmek ve kişi başına düşen milli geliri artırmak için sürekli ve gayretli bir çalışma içinde olduğu yanılsamasını veren diğer şeyleri eklesek de gerçekler ve doğru rakamlar bunun tam tersini gösteriyor ki işte size bunlardan bazıları:

1- Bizzat hükümetin ifade ettiği ilk gerçek: Türkiye’nin borçları: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bu yıl 31 Mart’ta yaptığı açıklamaya göre, 13 Aralık 2024 itibariyle Türkiye’nin dış borcu 499,9 milyar Dolara, ana borç ise yaklaşık 260 milyar Dolara ulaşmıştır. Bu da borcun yarısının bileşik faiz (bir yatırımın veya kredinin üzerinden elde edilen faizin, zamanla ana para miktarına eklenerek yeni dönemlerdeki faiz hesaplamalarına da dahil edilmesi ilkesine dayanır) ve borç sigortaları olduğu anlamına gelmektedir.

2- İkinci gerçek: Türkiye’nin ekonomik sorunlarına daha fazla çözümler bulmak amacıyla Mehmet Şimşek, 10 Nisan 2024'te Dünya Bankası ile üç yıl içinde geri ödemek üzere 18 milyar Dolarlık yeni bir borç konusunda anlaşmaya vardı. Türkiye’nin bir yıl içinde geri ödemesi gereken acil borcunun yaklaşık 225 milyar Dolar olduğunu açıkladı. Tek başına bu bile, alacaklıların ödemeyi zamanında talep etmesi durumunda hükümetin düşmesi için yeterlidir.

3- Üçüncü gerçek: Türk Lirasının değerinin, hızla düşmeye devam etmesi: Türk Lirası, 2022 yılında Dolar karşısında ilk kez 18,75 seviyesini görmüş ve 2021 yılına kıyasla yüzde 30 oranında değer kaybetmiştir. Nitekim CNN Economics’e göre, 27 Aralık 2023’te Türk parasının fiyatı Dolar başına 29,39 civarına ulaşmıştır. Mayıs 2024’te fiyat, Dolar başına 32 civarına ulaşmış ve (Türk Lirası) hızla düşmeye devam etmiştir.

4- Günlük somut hale gelen dördüncü gerçek; bu, maaşlara ve bireysel gelirlere kıyasla mal ve hizmet fiyatlarının yükselmesi nedeniyle yoksulluğun, yokluğun ve açlığın Türk çalışanlarının büyük bir kesiminde benzeri görülmemiş bir şekilde yayılmasından dolayı Türk halkının ve Türkiye’de yaşayan diğer milletlerden herkesin çektiği acılardır. Zira resmi rakamlara göre, Türkiye’de 16.687.000 çalışanın yüzde 38’i, yani yaklaşık 6,3 milyonu asgari ücretle çalışıyor; bu da İşçi Sendikaları Federasyonu’nun bugünkü verilerine göre, artık onların açlık sınırının altında oldukları anlamına gelmektedir. (El-Arabi El-Cedid web sitesi, 7 Kasım 2023).

Tek başına bu dört gerçek, açık bir şekilde Türkiye ekonomisine ve yirmi yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten hükümete ilişkin iki gerçeği yansıtıyor:

Birinci gerçek: Erdoğan ve hükümeti, hem kendilerini hem de ülkeyi Amerika’nın eline ipotek ettiler ve onlar, Amerika’nın kararlarına ve kendilerine dikte ettiği şeylere uymak zorundadırlar; dolayısıyla Amerika, Türkiye’nin omuzuna yük olacak borçlar veriyor ve böylece hükümet, onun elindeki bir araç olarak kalmaya devam ediyor.

İkinci gerçek: Erdoğan ve partisinin, Türk ekonomisinin toparlanma durumu ve ülke genelinde yükseliş ve refah hakkında yayınlamayı ve propagandasını yapmayı amaçladığı astronomik rakamlara rağmen Türkiye’de yoksulluk, yokluk ve açlık artıyor.

1- Sky News’ten alıntı; 1 Mart 2024: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasının ilk kez bir trilyon 119 milyar Dolar olarak kaydedildiğini söyledi.

2- Anadolu Ajansı’na göre 29 Şubat 2024: Türkiye ekonomisi 2023 yılında yüzde 4,5 büyüdü.

Tüm bunlar bir yandan ekonomik çöküş, borçlar, yoksulluk ve yoksunluk gibi büyük gerçeklerin net bir resmini verirken diğer yandan da hükümet tarafından yayınlanan astronomik rakamlarla ve genellikle seçim kampanyalarından önce ya da Erdoğan’ın yirmi yıldan fazla bir süredir aldattığı ve kendisini ve ülkesini bir yandan yoksulluk ve yoksunluğa, diğer yandan da Amerika’ya siyasi bağımlılığa sürüklediği güzel Türk halkını yanıltmak için yayınlanan istatistiksel göstergelerle eşleşiyor.

Türkiye’nin, Gazze Şeridi halkına yönelik katliamı boyunca Yahudi varlığına, Gazze’deki Müslümanların, çocukların, kadınların ve yaşlıların öldürüldüğü silahların üretimiyle ilgili çelik ve demir de dahil olmak üzere yaklaşık 60 kalem mal ve hizmet tedarik ederek Amerika’nın diktalarına itaat etmesinin arkasında da yine bu ekonomik gerçekler vardır. Nitekim sızdırılan bilgiler, Yahudi varlığının Türkiye’den kendisine ihraç edilen bu malzemelerin değeri için en düşük fiyatları ödediğini ve Türkiye’nin bu malzemeleri Avrupa ya da Amerika’ya satması halinde beş ya da altı kat daha fazla fiyata satabileceğini ortaya çıkarmıştır.

Yukarıda belirtilen bu gerçekler, açıkça Türkiye’nin dış politikasında çok aşağılayıcı bir şekilde Amerika’ya bağımlı olduğunu ortaya koymaktadır; öyle ki Yahudi varlığı, Ürdün ve Mısır rejimlerine izin verdiği gibi Türkiye’nin de Gazze'ye havadan bazı yardımlar atmasına izin vermeyi reddetmiştir; bununla birlikte Erdoğan ve partisi bunu istemesine ve Türk seçmenleri Gazze’yi desteklemeye çalıştıkları konusunda tatmin etmek için bu talepte ısrar etmesine rağmen Yahudi varlığı kesin olarak reddetti ve savaş boyunca ve savaştan önceki yıllarda Yahudi varlığına tedarik ettiği yaklaşık 54 malı durdurarak karşılık vermek zorunda bırakarak Türkiye hükümetini utandırdı. Buna ise Yahudi varlığı, Erdoğan hükümetine Türkiye’yi ABD'ye şikayet edeceği ve Türkiye ile Yahudi varlığı arasındaki ticaret anlaşmalarına uyması için Erdoğan hükümetine baskı yaptıracağı şeklinde cevap verdi. Zira Yahudi varlığı, Türkiye’nin bunu kendi kararıyla değil, kibirli ve asi Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırmak için Amerika’nın onayıyla yaptığını biliyor. Böyle bir durumda bile Erdoğan hükümeti, üçüncü bir ülke üzerinden de olsa Yahudi varlığına malzeme ve mal göndermeye devam edecektir, çünkü Erdoğan ve partisi sadece Amerika’nın kararlarına uyabilirler.

İkincisi: Siyasi açıdan: Amerika’nın, Türkiye'nin coğrafi derinliği ve hayati bölgesi olan Irak ve Şam’ı işgal edip yok etmesi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan için kayıp ve pişmanlık olarak yeterlidir. Dahası Suriye devrimine diz çöktürme ve onu, Amerika’nın onlarca yıl önce Suriye’de kurduğu Alevi rejiminin kucağına geri döndürme çabalarında aslan payı Türkiye’ye aitti. Nitekim Erdoğan, uluslararası durumdan yararlanarak Amerika’nın 2003’te Irak'ı işgal etmesini engellemek ve Suriye devriminin başlamasından da yararlanarak Şam’daki Amerika’ya tabi olan Alevilerin varlığından kurtulmak yerine, Amerika’nın bekasını ve onun Türkiye sınırındaki büyük Arap başkentlerini işgal etmesini kolaylaştırdı; dolayısıyla Erdoğan rejimi ve partisi, bağına ve tarlasına ayı getirip bizzat kendi diken kişi gibidir! Şimdi sorulması gereken soru şudur: Erdoğan ve partisinin, Irak’a ve Şam’a yerleşen Amerika’dan beklentisi nedir? Amerika bundan sonra Türkiye’ye merhamet mi edecek?! Bu nasıl bir siyasi başarısızlık ve gaflettir Allah aşkına? Dahası bu nasıl bir ihanettir? Ne yazık ki bu yıkıcı karışımın, gören ve basiret sahibi olan herkes için büyük bölgesel sonuçları olduğunu görmekteyiz.

Erdoğan ve partisinin siyasi ve ekonomik olarak Türkiye'ye getirdiği şey işte budur; Erdoğan ve partisinin bölgeye ve Müslümanlara getirdiği şey de budur; Erdoğan ve partisinin Yahudi varlığını ve katliamını destekleyerek Filistin ve Gazze’nin başına getirdiği şey de budur. Dolayısıyla Müslümanlar, Erdoğan’dan ve partisinden, Türkiye gibi köklü bir İslam tarihi olan, Türk halkı gibi güzel ve İslam'ı seven bir halkı olan, büyük Osmanlı ordusunun torunlarından oluşan askerleri olan ve Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak sömürgecilerden gerçek bağımsızlığı için, Türkiye’nin genişleyebilmesi ve şanlı bir devlete geri dönebilmesi için yararlanıp kullanabileceği yeteneklere ve zenginliklere sahip olan bir devlette yöneticinin ve siyasetçinin gerçek işlevini ve rolünü anlamayan basit ve saf kişilerin önünde yaptığı konuşmalardan, siyasi ve ekonomik kötülüklerini İslami ve milliyetçi sloganlarla ve içi boş kabuklarla örtbas etmelerinden başka bir şey elde edemediler.

Türkiye’deki görev, İslam’ı seven ve bugün, bağımsızlığı, izzeti, Müslümanlara yardım etmeyi, hakkın sancağını yeniden taşımayı dört gözle bekleyen asil Türkiye halkının omuzlarındadır; nitekim Türk halkı, önce Allah’ın fazlı, sonra muhlis insanların çabaları sayesinde hükümetinin ve Erdoğan’ın sahteliği hakkındaki gerçeği anlamaya başladı; zira son seçimlerde, Gazze’ye ihaneti ve Yahudi varlığını destekleyen utanç verici tutumu nedeniyle Adalet Partisi’ni terk etti. Ayrıca Türk halkı, hükümetin ve Erdoğan’ın bu bağlamdaki politikalarına karşı ayaklanmış ve Türkiye’nin evlatlarından olan Hizb-ut Tahrir gençlerinden bilinçli bir grup, insanlara, hükümetlerinin sahteliğini, Türkiye’nin Amerika’dan ve diğerlerinden tamamen bağımsız bir ülke olması ve yeniden eski haline geri dönmesi, bir kez daha güçlü ve yenilmez bir ülke ve sömürgecilerin boğazında bir diken olması için kendi yolunu çizmesi gerektiğini açıklamak amacıyla harekete geçmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Memduh Ferec

Devamını oku...

Ayaklanmalar, Haklar İçindir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ayaklanmalar, Haklar İçindir!

Haber:

Bangladeş, yaklaşık 200 kişinin hayatını kaybettiği bir haftadan uzun süren şiddetli çatışmaların ardından normal hayatına geri döndü. Ülkenin büyük bir kısmı internet hizmetinden yoksun kalırken yetkililerin yedi saatlik sokağa çıkma yasağını hafifletmesinin ardından binlerce araç başkent Dakka sokaklarındaydı.

Yorum:

Bangladeş'teki son çatışmalar sona ermiş gibi görünse de ancak derinlere kök salmış hastalık hâlâ mevcut olup bu da er ya da geç mutlaka hastalığın nüksetmesine neden olacaktır. Kontenjan sistemi, İngilizler tarafından getirilmiş olup yoksulları ve muhtaçları şikâyet ettikleri şeyleri yapmaya cezbetmek, hatta toplumu belli bir yöne çekmek için bir araç olmuştur; örneğin kadınlara yönelik iş kontenjanları, kadınların evlerinden çıkıp kazançlarıyla ülkeye yardım etmeye çekme konusunda çok işe yaramıştır. Hindistan, Pakistan ve Bangladeş daha sonra hükümetin iradesine göre kendi kontenjan sistemlerini tasarlayıp uygulamaya koymuşlardır.

Bangladeş, kontenjandaki koltukların %56’lık oranının %30’nu özgürlük savaşçılarının çocukları ve torunları için tahsis etmiştir. Bu özgürlük savaşçıları ise Batı Pakistan güçlerine karşı savaşan kişilerdir. Dolayısıyla bunun Bangladeş’in mevcut durumuna olan sadakatin bir ödülü olduğu söylenebilir. İronilerden biri de bu özgürlük için savaşanların, o zaman doğu ve batı Pakistan’ın birleşik olduğu devlete karşı savaşan kişiler olmasıdır.

Başbakan Hasina Wajid, özgürlük için savaşanlara ayrılan kontenjanın iptal edilmesini talep eden öğrencilere kötü bir şekilde muamele etmiştir; zira onların taleplerinden bahsederken alaycı bir şekilde şöyle bir yorumda bulundu: “Bizim kontenjanı kimin için korumamız gerekiyor?” Nitekim onlar, 1971’de Doğu Pakistan halkına karşı gönüllü olarak savaşan kişilerdi ve bu da başlı başına utanç duyduğumuz bir trajediydi.

Meymun İbn-i Siyah Enes İbn-i Malik’e şöyle sordu: Ey Ebu Hamza! Müslümanın canını ve malını haram kılan şey nedir? O da şöyle cevap verdi: “Kim Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eder, kıblemize yönelir, bizim gibi namaz kılar ve bizim gibi hayvan boğazlarsa, o Müslümandır. Müslümanların kazandığı hakları elde eder ve onlarla aynı sorumlulukları paylaşır.” [Sünen-i Nesai.]

Yukarıdaki hadis, bir Müslümana haram olan şeyi ve hiç kimsenin bir Müslümanı diğerine tercih edemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Peki Allah ve Rasulü bize bir şeyi haram kıldığında, hükümetlerimiz nasıl olur da bunu birbirimize karşı kullanabilir. Dolayısıyla Müslümanların başındaki hiçbir yöneticinin, gençlerine öldürmeyi emretmeye, onları eğitmeye ve bunun karşılığında onlara para ödemeye hakkı yoktur. Bu yüzden gençlerin, mücadelelerinin, sömürgecilerin geride bıraktığı ve şu an iktidardaki ajanlarının takip ettiği iğrenç rejime karşı olması gerektiğini anlamaları gerekir. Zira Pakistan’ın kuruluşunun üzerinden 75 yıl geçti ve Hindistan yarımadasındaki Müslümanlar içlerindeki görünmez bir düşmanla savaşıyorlar.

Hindistan yarımadasındaki halkların aralarındaki uyumu ortadan kaldırmak yoluyla halkların birliğini yıkan ve onun yerine açgözlülük ve kişisel çıkarı yerleştiren Doğu Hindistan Şirketi’nin ortaya çıkışı olmuştur. Böylece önemli bir üretim merkezi olan Bengal, Doğu Hindistan Şirketi’nin tuzağına düşmüştür. Zira Siraj ud-Daulah gibi yöneticiler İngilizlere karşı korkusuzca savaşıp şehadete nail olmuşlar, daha sonra Mir Cafer gibi hainlerin yardımıyla onların yerine Hasina Wajid gibi yöneticiler geçmiştir.

Bangladeş halkı yeterince acı çekmiştir. Zira Bengal kıtlığı, Rohingya krizi, Batı Pakistan’dan kanlı ayrılık ve şu anda devam eden baskı altındadır. Nitekim ümmet, kendisini yöneten hainlerden kurtulup İslam ümmetinin işlerini gözetecek ve doğudaki verimli topraklardan ve aynı şekilde dünyanın geri kalanından Hasina gibi yabani otları ortadan kaldıracak Hilafet kurulduğunda, bu bozulma tamamen tersine dönecektir. Kontenjan sistemi onların suçlarının küçük bir kısmı olup bu da Bengal halkının yollara inmesine yol açmıştır.

Bir zamanlar şanlı olan bu ülke, İslam’ın nuruyla yeniden şanına kavuşacak ve gençler de sokaklarda savaşmak yerine cihat yoluyla dünyanın kapılarını İslam’a açacaktır. Bu şeref mertebesine ulaşabilmek için Müslüman gençlerin, zulmün karşısında birlik olmaları ve her iki cihanda da kurtarıcıları olacak Hilafeti kurmak için çalışmaları gerekmektedir.

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ

Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” [Al-i İmran 171]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Pakistan Vilayeti: IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan Doğan Sömürgeci bir Kurumdur!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan Doğan Sömürgeci bir Kurumdur!

IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan doğan sömürgeci bir kurumdur. Amerikan dolarının uluslararası ticaret üzerindeki tekeli için çalışır.

#خلافت_نیا_عالمی_آرڈر

#Khilafah_New_World_Order

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

26 Zilhicce 1445 Hicri 4 Temmuz 2024 Miladi

Basın açıklamasını okumak için Tıklayınız

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER