Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - İstanbul'daki Katliamdan Bataklıktaki Yöneticiler Sorumludur

27.07.2008 Pazar günü akşamı İstanbul'da bir patlama meydana geldi, insanların olayı görmek için kalabalıklaşmasından sonra daha büyük ikinci bir patlama meydana geldi ve şu ana kadar 17 kişi vefât etti, yaklaşık 150 kişi yaralandı. Allah'tan vefat edenlere rahmet, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.

Masum insanlara yönelik bu vandalist vahşet, hiç kuşkusuz son dönemde Türkiye'de süregelen siyâsî gerilimin yansımasıdır. Bir yanda AKP'yi kapatma davası, öte yanda Ergenekon soruşturması sürerken meydana gelen bu korkunç vahşette kullanılan taşeronlar ve tetikçiler kim olursa olsun, gerçek sorumlular krizin tarafları ve temsil ettikleri sömürgeci kâfirlerdir.

Kendilerini devletin gerçek sahibi sananlar, kendi koltuklarını ve otoritelerini kaybetme endişesiyle ülkeyi uçurumun ağzına getirirlerken, Amerika'nın dürtmesiyle onların üzerine giden, ayaktakımlarını ve çeteleri toplayan Hükümet de göstermelik ve sınırlı operasyonlarla terör ve darbe şebekelerinin kökünü kazdığını iddia etmektedir.

Sistemi ve yöneticileriyle bu Laik-Demokratik Cumhuriyet'in habis kokusu, artık burunlarının direklerini kırar hale gelmiştir. Nitekim bu sistem içerisindeki tüm kesimler aynı bataklığın içerisindedir. Ne kapatma davası, ne de Ergenekon soruşturması bu bataklığı kurutmaya yetecektir. Bunlarla ne Amerikan uşaklarının, ne de İngiliz uşaklarının sonu gelecektir. Olan, her zaman olduğu gibi yine bu Müslüman halka olacaktır.

Nezih Müslüman kanı, Allah katında Kâbe'nin taş taş yıkılmasından daha ağır bir cürümdür ve katiller hangi terörist örgütten olursa olsun, asıl sorumlular bu ülkenin yöneticileridir. Korkarız ki devam eden mevcut siyâsî krize paralel olarak bu tür vahşi katliamlar sürecektir. Allah zâlimlere fırsat vermesin, bomba koyan ellerini kırsın, gözlerini kör etsin. Bu insafsız katliamların gerçek sorumluları olan yöneticileri bir an önce bu Ümmet'in başından def etsin ve Sömürgeci Kâfirlerin ve uşaklarının topraklarımız üzerindeki nüfûzlarını, hegemonyalarını ve her tür varlıklarını kökünden söküp atacak, bu bataklığı kurutacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni bir an önce bu mazlum ümmete lutfedip merhamet etsin.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Elîm Raceb Yıldönümünde Filistin Otoritesi, Azîm Hilâfet Projesine Saldırıda, İslâm'a Karşı Savaşan Kâfirlerin Yanında Yer Almasına Rağmen, Bu Kâfile Rabbinin İzniyle Gayesine Ulaşıncaya Dek İlerleyişini Sürdürecektir

  • Kategori Filistin
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Filistin, 28 Raceb'de kaldırılan Hilâfet Devleti'nin yıkılışının yıldönümünü anmak üzere genel konferanslar ve yürüyüşler düzenleyeceğini yaklaşık iki hafta önce ilân etti. Bu da Müslümanlara Hilâfet'i, onun için çalışmanın farziyetini, bu azîm farzdan geri kalmanın haramlığını hatırlatmak, Müslümanların azimlerini bilemek ve kuvvet ehlinden nusret istemek içindi.

Bu defa Hizb, daha önce barışçıl yürüyüşlere saldırarak iler gelen insanları ve şeyhleri tartakladığı, kemikleri kırdığı ve Hişâm el-Beradâî'yi şehît ettiği sırada Otorite'nin ileri sürdüğü sudan gerekçelerin önünü kesmeyi hedefledi. Hizb, insanlar karşısında Otorite'nin gerçek konumunu ifşâ etmek için bu yola başvurdu. Zîra Hizb, 09.07.2008 Çarşamba günü eşzamanlı olarak bu faaliyetlere ilişkin şehirlere tebligat gönderdi. Bunu da genel toplantılar hakkında 1998 yılı, 12 sayılı kanun metnine göre yaptı. Söz konusu kanunun 2 sayılı maddesinin metni şöyledir: "Serbestçe genel toplantılar, sempozyumlar ve yürüyüşler düzenlemek vatandaşların hakkıdır. Bu kânunda belirtilmiş ilkelere aykırılık dışında, bunlara karışılamaz ve haklarında kayıtlar konulamaz." Söz konusu kanunun 4 sayılı maddesinin metni ise şöyledir: "Toplantıya müdahale hakkı olmaksızın Vâli veya polis müdürü, tebligat teslim tarihinin üzerinden en fazla 24 saat geçtikten sonra yazılı olarak organizasyonu yapanlara tebliğ etmek üzere trafik akışını düzenlemek amacıyla 3. maddede belirtilen toplantı süresine ve seyrine kurallar koyabilir. Organizasyonu yapan tarafın, yukarıdaki fıkrada belirtilenlere göre herhangi yazılı bir cevap almaması halinde, organizasyonu yapan taraf, tebligata geçenler uyarınca belirtilen tarihte genel toplantıyı yapma hakkına sahiptir."

Şer'î hükme göre ise, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinden dolayı bir bütün olarak beşerî kanuna tâbi olmak gerekmez:  فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da Senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Allahu Te'alâ'nın, [يُحَكِّمُوكَ] kavli, "Senden başkasını hakem kılmasınlar, yani vahyin getirdiklerinden başkasını hakem kılmasınlar" demektir. Dolayısıyla hakem kılınması ve boyun bükülmesi gereken, Allahu Te'alâ'nın hükmüdür, başkası değildir. Bununla birlikte, şeriata muhalif değilse beşerî kanuna tabii olmak caizdir, vaciptir demiyoruz. Yani kararlaştırılan faaliyetleri resmî makamlara bildirmek caizdir. Ancak resmî makamların iznine göre faaliyetin askıya alınması şer'an câiz değildir. Bu esâsa binâen, Annapolis olaylarında başta Hizb'in şebâbı olmak üzere Filistin halkına karşı despotluk uyguladığı sırada Otorite'nin ileri sürdüğü sudan gerekçelerin önünü kesmeyi amaçladık. Dolayısıyla Cenîn, Tulkerim, Kalkilya, Ramallah ve Beyt Lahim ve el-Halîl şehirlerinden her birine 07.09.2008 tarihinde mezkûr tebligatları gönderdik.

Yukarıda kısmen geçen kanuna göre:

1.   Kanunen Otoriteye tebligat göndermek dışında bir yükümlülüğümüz yoktur ve işbu tebligat gönderilmiştir.

2.   Otorite, kesinlikle bu faaliyetleri engelleme hakkına sahip değildir.

3.   Tebligatın gönderilmesinden itibaren 24 saat içerisinde Otorite'nin başka herhangi bir neden dışında sadece trafik akışını düzenlemek amacıyla faaliyete kurallar koyabilir. Faaliyetleri yasaklaması ise kanuna göre mümkün değildir.

4.   Bir cevap alınmaması ve 24 saat geçmesi halinde, Otorite'nin tebligatta geçen tüm detaylara muvafık olduğu anlaşılır ve trafik akışını düzenlemekle alâkalı olsa bile artık faaliyete yönelik herhangi bir kural koyamaz.

Faaliyetlerimiz hakkında gazetelere, radyolara vb. yayın organlarına ilânlar vermemizin ve iki bölgeye gönderilen tebligatların üzerinden bir haftadan fazla bir zaman geçmesinin ardından mezkûr tebligatlara yönelik muamelesinde Otorite'nin çelişkili tutumu karşısında hayrete düştük, Otorite makamları ile birimlerinin maksatlı-maksatsız çelişkili tutumlarına ve haberlerine maruz kaldık.

Çelişkili tutumlara gelince; örneğin Kalkilya Vâlisi, aynı gün tebligatı ulaştıranları çağırttı ve memnuniyetini bildirdi. Ardından Vâlilik Ofisi, telefon açarak bu faaliyetin yasal olmadığını bildirdi. Ramallah'ta ise tebligatın üzerinden bir haftadan fazla bir zaman geçmesinden sonra Vâlilik Ofisi, tebligatı ulaştıranı telefonla arayarak talebin reddedildiğini bildirdi. Bunun üzerine tebligatı ulaştıran, bu tavrın yasallığını tartışınca Vâlilik Ofisi bir cevap veremedi ve "görüldüğü kadarıyla bu konu, bizim nezdimizde tamamen açık ve net değil" dedi. Çelişkili haberlere gelince; Otorite kulislerinden ve bazı güvenlik birimi mensuplarından bize ulaşan çelişkili ve tutarsız haberlerin bazıları hikmet ve akla işâret ederken, bazıları ise kibirli bir şekilde baskıyla, despotlukla ve kuvvet yoluyla engellemekle tehdit etmekteydi.

Bu bağlamda aşağıdaki hakîkatleri hatırlatmak istiyoruz:

1.   Hizb-ut Tahrir'in dünyadaki çalışması, Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için Kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i örnek almak üzere siyâsî ve fikrî boyutta ciddiyetle çalışmaktır. O devlet ki yeryüzünde Allah'ın dînini tatbik edecek, işgâl altındaki Müslümanların beldelerini kurtaracak ve tüm dünyada adalet ve nûru yayacaktır. Böylece hem Müslümanlar, hem de onlarla birlikte tüm insanlık kurtulacaktır.

2.   Otorite sahipleri olarak sizler bilmektesiniz ki işgâle hizmet etmek veya yok olmaktan başka seçeneği olmayan işgâle boyun bükmüş bir otorite için sizlerle rekabet etmeyiz. Hizb, sözde devlet olan bir belediyenin ötesinde süper bir devleti idare etmeye muktedir olmasına rağmen bu Otorite, altın tepside bize sunulmuş olsa dahi kesinlikle onu kabul etmeyiz. Çünkü bunu bir günah olarak sayarız. Zîra hem onun varlığı, hem de ona katılmak haramdır.

3.   Daha önce ileri sürdüğünüz sudan gerekçelerin önünü kesmiş bulunuyoruz. Zîra bu tebligatları bizzat sizin kanununuza göre size gönderdiğimiz halde bizzat sizler, kanununuzu çiğnediniz ve kanuna karşı gelenler gibi davrandınız.

4.   Sizler biliyorsunuz ki bizler ne zayıflıktan dolayı sizlere tebligatlar gönderdik, ne de mevcut nizâmlar ile Otorite hakkındaki şer'î ve siyâsî görüşümüzü değiştirdik ve değiştirmeyeceğiz de! Bilakis bunu, şer'î hüküm çerçevesinde ve belirlediğimiz açık bir amaçla yaptık.

Bunlara binâen kamuoyu karşısında sizlere aşağıdaki hususları açıklıyoruz:

1.   İslâm dâvetini taşımak için elbette sizden izin alacak değiliz. Zîra bu, Melik-ul Mulûk, el-Muntakim ve el-Cebbâr olan Allah'ın bir farzdır. Bu davetin taşınmasındaki örneğimiz, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'dir ki Aleyhi's Salâtu ve's Selâm şöyle buyurmuştur:  والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

2.   Bizler, ilân ettiğimiz üzere faaliyetlerimizi yapmaya kararlıyız ve -kanuna göre- bizim nezdimizde sizler, kanunun belirdiğinin dışında hiçbir şeye sahip değilsiniz. Yürüyüş ve konferans gibi faaliyetlerimize karşı koyduğunuz takdirde kanuna karşı çıkmış olursunuz ve bundan daha ötesini zikretmeye gerek duymuyoruz. Böyle yapmakla da saldırgan olmuş ve bundan da mesûl olursunuz.

3.   Hilâfet'in yıkılışının yıldönümünde faaliyetlerimize saldırarak karşı koyarsanız tüm sorumluluk size aittir ve hatırlatırız ki senelerdir süregelen faaliyetlerimiz, hiçbir sıkıntı veya olay çıkmaksızın silsileler halinde devam etmiştir. Düzenlediğimiz on binlerce kişilik yürüyüşte ne trafiğin akışı, ne de genel düzenin seyri aksamıştır. Bilakis nizamda ve intizamda örnek ve model olmuştur, güvenlik görevlileriniz buna şahittir. Faaliyetlerimizin duruluğu ve berraklığı ancak sizlerin müdahalelerinizden sonra bulanmıştır. Sizler ki günlük olarak Yahudinin en küçük askerî devriye cipleri tarafından çiğnenen, gasp edilmiş bir otoritenin peşindesiniz.

4.   Faaliyetlerimize karşı koyduğunuz takdirde, ezmeye ve katletmeye yönelik önceki gerekçeniz olan tebligat gönderilmemesinin sahte bir gerekçe olduğunu kendiniz de bilmektesiniz. Şüphesiz bu, her neye mâl olursa olsun siyâsî tavırlarınızı, İslâm'a, Hilâfet'e ve onun için çalışanlara saldırılarınızı ifşâ etmek üzere yükselen muhlis sesleri bastırmaya yönelik gerçek tavırlarınızı örtmeye çalıştığınız bir gerekçeden ve kılıftan öte bir şey değildir. Oysa sizler bilmektesiniz ki bizim çağrımız, İslâm'a, davetin taşınmasına ve Hilâfet Devleti'nin kurulmasına yönelik barışçıl siyâsî bir çağrıdır. Faaliyetlerimize karşı çıkmanız durumunda, gece-gündüz Hilâfet'e, ona dâvet edenlere, onun için çalışanlara karşı savaşmayı sürdüren, araştırma merkezlerinde tüm dikkatlerini ve zihinlerini Allah'ın izniyle çok yakında kıyama kalkmaya hazırlanan muazzam devletimize nasıl karşı koyacaklarına yoğunlaştıran Kâfirlerin safında yer almış olursunuz.

Son olarak diyoruz ki; aranızda hiç dosdoğru bir adam yok mu? Hilâfet'e ve onun için çalışanlara nasıl karşı koyarsınız? Ümmet'in ümidi ve emeli olduğu halde böyle bir fikre, dâvete ve çalışmaya nasıl karşı koyarsınız? Sizleri ve Müslümanları, altında inim inim inlediğiniz zilletten kurtaracak olan Hilâfet için çalışmaya nasıl karşı koyarsınız? Hilâfet'in azîm tufanı karşısında nasıl durursunuz? Âhiretin hesabını hesaba katmamış, [بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ] "(Erimiş maden gibi) yüzleri haşlayan bir su ile" [el-Kehf 29] verilecek cevaptan korkmamış olsanız da şunu iyi biliniz ki Hilâfet, kendisine saldıranları ve karşı çıkanları dünyada hesaba çekecek ve kendisi ile Hilâfet arasında Doğu ile Batı arası kadar mesafe olsa, sığınacak bir barınak bulamayacaktır. Hâlâ akletmez misiniz?

Ey Müslümanlar, Ey Filistin Halkı! Sizleri Hilâfet fikri ve Ümmetin evlatlarından onun için çalışan muhlîslerin etrafında toplanmaya, bu fikre ve onun için çalışanlara saldıran herkese engel olmaya çağırıyoruz. Çünkü Hilâfet ve onun için çalışanlar ile savaşmak, İslâm ve Müslümanlar ile savaşmaktır, Kâfirlerin safında yer almaktır.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ "Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir."[Şuarâ 227]

Biz tebliğ ettik, Sen şâhit ol Ey Allahım!

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir'den, Doğu'da Endonezya'nın Bulunduğu Pasifik Okyanusu'ndan Batı'da Fas'ın Bulunduğu Atlas Okyanusu Kıyılarına Kadar, Müslümanların Beldelerindeki Tüm Yöneticilere, Krallara, Başkanlar

  • Kategori Hizb
  •   |  

Allah'a hamd olsun, Salât ve Selâm da Rasûlullah'ın, Ehlinin, Ashâbının ve ona tabi olanların üzerine olsun ve ba'd:

Bildiğiniz gibi, bir süredir, Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması için sizden nusret talep etmek üzere sizlere ne bir heyet gönderiyoruz, ne de bir mektup yazıyoruz. Çünkü can kulağı ile işitiyor ve çıplak gözle görüyoruz ki sizler Hilâfet'i arkanıza atmaktasınız ve Allah'ın Kitâbı ile Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden, Hilâfet'in kurulması için çalışmayı farz kılan, daha da ötesi Müslümanların boyunlarında bey'ata müstahak bir Halîfenin çıkarılması için çalışmaktan geri kalanın ölümünü câhiliye ölümü haline getiren sahîh şer'î delîllere isyân etmektesiniz. Nitekim İmâm Muslim'in, Abdullah ibn-u Ömer'den tahriç ettiği hadîs-i şerîfte Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda bey'at olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölür." Bu ise böylesi bir çalışmadan geri kalanlara duçar olacak günahın büyüklüğüne delâlet etmektedir.

Bu durum, halkın fertlerinden bir fert olarak Müslüman hakkındadır.

Yöneticilere gelince; elbette onların azâbı daha şiddetli, günahları daha büyüktür. Allah Subhânehu onlara vaatte bulunmuştur; Allah'ın indirdikleri ile de yönetmeyen, Hilâfet'i de îlân etmeyen yöneticilere, Allah'ın yasakladıklarını yapan, Kâfirlerle dostluk kuran, onlara sevgiyle yaklaşan, onlar yanında izzet arayan yöneticilere, işte bütün bu yöneticilere Allah, oldukça şiddetli bir vaatte bulunmuştur:

Allah'ın indirdikleri ile yönetmeyen ve İslâm'ı da inkâr eden yöneticiyi, Allah'ın âyetleri küfür ile vasfetmiştir. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:  وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâ'ide 44]

Allah'ın indirdikleri ile yönetmeyen, ancak İslâm'ı da inkâr etmeyen yöneticiyi ise âyetler fısk ve zulüm ile vasfetmiştir. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:  وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." [el-Mâide 45] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [el-Mâ'ide 47]

Allah'ın yasakladıklarını yapan, İslâm ve Müslüman düşmanı Kâfirlerle dostluk kuran, onlara sevgiyle yaklaşan, onlar yanında izzet arayan yöneticiler, muhakkak ki kendileri için elîm bir azap bulunan münâfıklar zümresi hakkındaki apaçık âyetlerin kapsamındadırlar. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ  "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1] Ve şöyle buyurmuştur:  بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا  "Münâfıklara kendileri için çok elîm bir azap olduğunu müjdele! (138) Onları ki Mü'minleri bırakıp da Kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) onların yanında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izzetin tamamı Allah'a aittir." [en-Nisâ 138-139]

İşte bütün bunlar ve söz konusu vâkıanız sebebiyle size karşı böyle bir tutum takınıyor, bildiğiniz gibi, bir süredir, Hilâfet'in kurulması için sizden nusret talep etmek üzere sizlere ne bir heyet gönderiyor, ne de bir mektup yazıyoruz.

Fakat son zamanlarda iki hususun vâkıası şiddetlendi, hacmi büyüdü ve bu da bizi başka bir tutum takınmaya yöneltti. Bu iki husus şunlardır:

Birincisi: Müslümanların Hilâfet meselesine dikkat çekici bir yöneliş ile yönelmeleridir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in Hilâfet konusunda geçmişte düzenlediği konferanslara, seminerlere ve oturumlara onlarca yahut yüzlerce kişilik katılımlar görülürken, şu anda binlerce, hatta yüz binlerce ve daha fazla sayıda katılım göstermektedirler. Bu da Hilâfet'in, yalnızca fikrî yönden değil, aynı zamanda amelî yönden de Müslümanların meselesi haline gelmeye başladığına işaret etmektedir.

Dolayısıyla bu hususu dikkate alan ve üzerinde tefekkür eden yöneticiler, Müslümanların Hilâfet'e, kurulması için çalışmaya ve onu desteklemeye dönük bu kalabalık yönelişinin aksine hareket edemezler.

İkincisi: Batı'nın, bilhassa Amerika'nın bu İslâmî bölgeye yönelik yeni stratejisidir. Zîra onlar, kargaşa tohumları ekmekte, ayrılık ateşleri körüklemekte, sonra saldırganlık ve düşmanlık fitilleri ateşlemektedirler. Sonra çeşitli yeni yönetim planları çizmektedirler; federalizm, konfederalizm, özerklik... Buna terettüp eden ise, rollerini tüketen yöneticilerin atılacak, böylelikle Allah'ın indirdikleri ile yönetmemelerinden ve Allah düşmanlarını dost edinmelerinden ötürü evvelemirde dînlerini kaybetmelerinden sonra dünyalarını da kaybedecek olmalarıdır.

Dolayısıyla bu hususu dikkate alan ve üzerinde tefekkür eden yöneticiler, bunda bir ibret, hem de nasıl bir ibret göreceklerdir.

İşte bu iki husus üzerinde çok durduk, sonra size gönderdiğimiz bu mektup ortaya çıktı. Bilginiz olsun, mektup gönderilme açısından sizleri üç kesim olarak görüyoruz:

Birinci kesim: Devlet dinamiklerine sahip İslâmî beldeleri yöneten, heyetimiz yoluyla zor da olsa ulaşabildiğimiz kesimdir. Bu kesime mektubumuzu heyetimizle taşıyarak ulaştırıyoruz.

İkinci kesim: Devlet dinamiklerine sahip İslâmî beldeleri yöneten, fakat emniyet birimleri ve şerîr zebânileri ile kendini çevreleyip, heyet veya ferd vasıtasıyla hak sözün kendisine ulaşmasını engelleyen kesimdir. Bu kesime mektubumuzu heyet dışında başka bir vesileyle ileteceğiz.

Üçüncü kesim: Devlet dinamiklerine sahip olmayan İslâmî beldeleri yönetenler ile kendilerine ulaşılmasının bir yararı olmayan kesimdir. Bu kesime ise mektubu göndermekte acelemiz yoktur.

Bu şekilde sizleri üç kesim halinde görüyoruz ve bu mektubu ona göre ulaştırıyoruz.

Ey Müslümanların Beldelerindeki Yöneticiler!

Diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'i böylesine cüretkâr kılan nedir ki gelip kapılarımızı zorluyor, bize sıfatsız hitap ediyor? Yakaladığımızda nasıl yakaladığımızı bilmez mi hiç? Sonra gönderdiği heyetin kendisine sâlimen dönüp dönmeyeceğinden endişe etmez hiç?

Deriz ki size sıfatsız hitap ediyoruz, çünkü konuşmada tekellüften ve hitapta gösterişten hoşlanmıyoruz. Yakaladığınızda nasıl yakaladığınızı da elbette biliyoruz ve bunu, Kaviyy-ul Azîz-ul Cebbâr olan Allah da bizlere haber vermiştir:  وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ  "Yakaladığınız zaman zorbalar gibi yakalıyorsunuz" [eş-Şu'arâ 130] Lâkin şunu da biliyoruz ki Allah'ın yakalaması daha ağır, daha şiddetlidir:  إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ  "Şüphesiz Rabbinin yakalaması mutlaka çok şiddetlidir." [el-Burûc 12] Heyetimiz için endişe edip etmediğimize gelince; bizler kesinlikle îmân ediyoruz ki Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isâbet etmeyecektir:  قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ  "De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isâbet etmeyecektir. O bizim Mevlâmızdır, o halde mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [et-Tevbe 51]

Yine diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'in derdi yönetimi ele geçirmektir...

Deriz ki bizim derdimiz, Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak yeryüzünde İslâmî hayatı yeniden başlatmaktır ve Allah Subhânehu'nun ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in emrine icâbeten kendimizi buna adamışızdır. Bizim derdimiz, yönetime, herhangi bir yönetime ulaşmak değildir, bilakis azîm Hilâfet farzının edâsına ulaşmaktır. Bu ise yalnızca bize emredilmiş azîm bir farz değildir, bilakis her Müslümana farzdır, hele yöneticilere daha şiddetlice ve daha azîmce farzdır.

Yine diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'in Hilâfet'i kurmaya yönelik çabası, hayaldir, boşa kürek çekmektir. Devamla da diyebilirsiniz ki varsayalım Hilâfet kuruldu, o zaman büyük devletler başına üşüşecek, onu darmadağın edecektir!

Deriz ki tam aksine Hilâfet'in kurulması için çalışmamak boşa kürek çekmektir. Hilâfet'in kurulması ise Allah'ın izniyle fiilî bir hakîkattir; şu dört hakîkat bunu teyit eder:

Birincisi: Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın îmân edip sâlih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağına dair vaadidir. Allah Subhânehu şöyle buyurmaktadır: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الفَاسِقُونْ "Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra her kim küfrederse, işte asıl fasık onlardır." [en-Nûr 55]

İkincisi: Şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra yeniden Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in geri döneceğine dair Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir. Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh, İmâm Ahmed'in Huzeyfe ibn-ul Yemân'dan tahriç ettiği sahîh hadîste şöyle buyurmaktadır:  تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

Üçüncüsü: Allah'ın vaadi tahakkuk edinceye değin Hilâfet'in kurulması için çalışmaya, bu çalışmayı desteklemeye, ardından Hilâfet'in korunması için gözünü kırpmaksızın nöbet tutmaya ve onu bağrına basmaya hazır, capcanlı, faal bir ümmetin varlığıdır. Zîra İslâm Ümmeti, Allah'ın kendisini uğrunda ortaya çıkardığı aslî mecrasına hızla yönelmektedir. Allah Subhânehu şöyle buyurmaktadır:  كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Dördüncüsü: Allah Subhânehu'ya karşı muhlis, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sâdık, Allah'ın vaadi ve Rasulü'nün müjdesi kendi eliyle tahakkuk edinceye değin gecesini gündüzüne katarak ilerleyişini hızlandıran, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, Allah'ın izniyle hiçbir mihrakça gevşetilemeyen, hiçbir zorbaca zayıflatılamayan ve Allah'ın emri, vaadi gelinceye kadar böyle kalacak olan ve âdeta Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh'in kavlini doğrulayan bir Hizbin varlığıdır. Nitekim İmâm Muslim'in Sevbân'dan tahriç ettiği hadîs şöyle buyurmaktadır:  لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتَّى يَأْتِي أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ "Ümmetimden hak üzere zâhir olan bir tâife dâima var olacaktır. Kendilerini yardımsız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Tâ ki onlar bu haldeyken Allah'ın emri gelinceye kadar."

İşte bu dört hakîkatin her biri, Hilâfet uğrunda çalışmanın bir hayâl ve boşa kürek çekmek olmadığını haykırırken, bu dördünün toplamı nasıl olur öyleyse?!

Hilâfet kurulduğunda büyük devletler başına üşüşüp darmadağın ederler sözüne gelince; süregelen vâkıaları kavrayış, bu sözü yerin dibine geçirir! Zîra bu büyük devletlerin başı olan Amerika Birleşik Devletleri ve bu büyük devletlerden olan müttefikleri, düşmanlardakinin onda biri kadar bile maddî kuvvet araçlarına sahip olmayan Müslüman fertlerin direnişi karşısında Irak'ta ve Afganistan'da istikrar bulmaya güç yetirememişlerdir. Hem de bu fertler, sayıca ve teçhizatça kayda değer dinamiklere sahip bir devlet olmadıkları halde böyle olmuştur.

O devletler, elebaşları ile birlikte Irak'ta ve Afganistan'da o Müslüman fertlerin karşısında istikrar bulmaya güç yetirememişlerse, nasıl olacak da Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?! Böyle bir sözü ancak bakma ve görme yetisini yitirmiş, İslâm'ın azametini ve İslâm Devleti'nin azametini idrâk edememiş ve Zikr-ul Hakîm'in; إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ  "Eğer siz Allah'a [Dînine] nusret verir, Allah da size nusret verir, ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7] anlayışını ve Allah Subhânehu'nun kavlini;  إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki Rasullerimize ve îmân edenlere hem bu dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz." [Ğâfir/Mu'min 51] ve İmâm el-Buhârî ile İmâm Muslim'in tahriç ettiği ve lafzı el-Buhârî'ye ait hadîste Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in;  نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَة شَهْرٍ "Bir aylık mesafeden (düşmanlarıma) korku salmakla muzaffer kılındım." kavlini hiç kavrayamamış ve kezâ târihî hakîkatleri, bilhassa İslâmî Ordu'nun Allah'ın izniyle asla kahredilmeyeceği hakîkatini kavrayamamış olanlar söyler.

Ayrıca Irak'ta ve Afganistan'da kendilerine direnen Müslüman fertler karşısında istikrar bulamayan bu büyük devletlerin acziyetine ekleyeceğimiz bir diğer husus daha var; gerçek şu ki Müslümanların beldelerindeki ajan yöneticiler, ülkelerini karadan, havadan ve denizden açmasaydı, Müslümanların beldelerine saldırmak üzere bombardıman uçaklarının hareket ettikleri üsler açmasaydı, bu devletler Afganistan ve Irak topraklarını çiğnemeye asla güç yetiremezlerdi. Dolayısıyla Müslümanların beldelerindeki bu yöneticilerin vâkıası, bu büyük devletlerin düşmanlıkları için bir destek ve dayanak olmalarıdır. Yapabildiklerinin en iyisi; Amerika ve müttefiklerinin uçakları ve gemileri Müslümanların beldelerine bombalar yağdırdığı sırada, bir yandan Amerika ile müttefikleri arasında, öte yandan Irak ve Afganistan halkı arasında kendisini tarafsız gösterenlerin yaptığıydı.

Hilâfet'in kurulması halinde ise, bu ajan yöneticilerin bu durumu söz konusu olmayacaktır. Onlardan hangisi, Azîz İslâm Ümmeti'nin koruyup kollayacağı Hilâfet karşısında dikilmeye cüret edebilir ki? Bilakis bu ajanlar, gönüllü yada gönülsüz mutlaka gözden kaybolacaklardır. İşte o takdirde düşmanlar kendilerine, ellerini kollarını sallayarak girdikleri İslâmî beldelerin kapılarını ardına kadar açan hiçbir hâin bulamayacaklardır.

İşte böylece açıklığa kavuşmaktadır ki Hilâfet'in kurulması, Allah'ın izniyle çok da uzak olmayan bir vakitte vukuu bulacak fiilî bir hakîkattir. Kurulmasından sonra da dayanıklılığı ve istikrârı muhakkak olacaktır, İnşâAllah. Bugün "büyük" olan bu devletlerin binası da, bu devletler ile birlikte derin bir çukura düşecektir.

Son olarak diyebilir ve emin de olabilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir kesin olmasa da muhtemelen bizim kendisine icâbet etmeyeceğimizin farkındadır, o halde niçin bize bir heyet gönderiyor yahut bir mektup yazıyor?

Deriz ki evet, bunu söyleyebilirsiniz, emin de olabilirsiniz. Yine de size bir heyet gönderiyor yahut bir mektup yazıyoruz, çünkü Azîz-ul Hakîm olan Rabbimizin kavlinden hareket ediyoruz:  مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ "Rabbimize mazeret beyan edelim diye, bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)." [el-A'râf 164]

Belki sakınırsınız da Âhiret'i, Hesap Günü'nü hatırlarsınız. O gün adâletli hâkim; Kaviyy, Azîz ve Cebbâr olan Allah'tır. O gün hiç kimseye zulmedilmez ve karşılık da Cennet yahut Cehennem olur:  فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ  "Her kim ateşten uzaklaştırılır da Cennet'e sokulursa o kazanmıştır." [Âl-i İmrân 185]

Belki sakınırsınız da, ömrünüz ne kadar uzun olursa olsun, bir gün toprağın altına gömüleceğinizi, tahtlarınızı, taçlarınızı, servetlerinizi, zenginliklerinizi, görkemli bahçelerinizi, saraylarınızı terk etmek zorunda kalacağınızı, o gün halinizin nasıl olacağını hatırlarsınız:  كَمْ تَرَكُوا مِن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ 25 وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ 26 وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ 27 كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ 28 فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ  "Geriye nice şeyler bıraktılar; bahçeler ve pınarlar, (25) ekinler ve seçkin konaklar, (26) zevkini sürdükleri nice nîmetler, (27) İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık. (28) Semâ ve arz onlara ağlamadı, onlar mühlet verilenlerden de değildi." [ed-Duhân 25-29]

Belki sakınırsınız da, yüklendiğiniz günahların ağırlığını görürsünüz: Sizler, Allah'ın indirdikleri ile yönetimi engellediniz, sizler Allah yolunda Cihâd'ı terk ettiniz, sizler Allah düşmanları ile dostluk kurdunuz, Müslümanların pek çok beldesi helâk edilirken sizler bakakaldınız, işte Filistin, işte Keşmir, işte Kıbrıs, işte Doğu Timor, işte Irak ve Afganistan'ın parçalanması, işte Güney Sudan'ın koparılması, işte Somali'de ve Çeçenistan'da yaşanan katliamlar... Bütün bunlarda iki konumdan birindeydiniz: ya kayıplara ortak oluyordunuz, yahut kabirlerin sessizliği gibi susuyordunuz. Bu da zillet, hezimet ve aşağılanma getirdi, musibet üstüne musibet getirdi... Yine de ne tevbe ediyorsunuz, ne de ibret alıyorsunuz!  أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ  "Onlar her sene bir kez yahut iki kez imtihân edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar!" [et-Tevbe 126]

Belki sakınırsınız da, bizi üzerinde çok durduran, sonra size bu mektubu gönderten iki hususu tedebbür edersiniz. O halde bunlar, sizi de icâbet etmeye yöneltsin de bu günahlarınızı biraz olsun hafifletsin, Allah'a selîm bir kalp ile gelenden başka, hiçbir malın ve evladın fayda vermeyeceği gün sâhifeleriniz ak olsun.

Mektubumuzun konusu olan, "Hilâfet'in kurulması için bize nusret verme" konusunda bize icâbet ederseniz, heyetimiz bunu sizden işitmeye hazırdır. Ardından bu icâbetinizin gerektirdiği hususlar konusunda size geri dönülecektir. İcâbet edeceğiniz halde size heyet göndermemiş isek, bu mektubun sonunda medya büromuzun yazılı adresleri ile temas kurunuz. İcâbetiniz bize ulaştığı anda, bu icâbetinizin gerektirdiği hususları size bildireceğimizden kuşkunuz olmasın.

Îcâbet etmemiş iseniz, o takdirde sizler Allah'a hiçbir şey ile zarar veremezsiniz, Hilâfet'in kurulmasını da asla engelleyemezsiniz. Onun kurulacağı, Allah Subhânehu'nun vaadi ile, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi ile muhakkaktır. İcâbet etmeyen sizler ise her iki yurtta, dünyada ve Âhiret'te mutlaka horluğa ve hüsrana uğrayanlardan olacaksınız.  وَذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ  "İşte bu, gerçekten apaçık hüsrândır!" [el-Hacc 11]

İşte biz tebliğ etmiş, uyarmış olduk... Sonra Rabbimize göstereceğimiz bir mâzerete sahip olduk.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Hilâfet Farzların Tâcıdır

  • Kategori Kuveyt
  •   |  

Bugünlerde Receb ayı idrâk ediyoruz ki bu ay, H. 28 Raceb-il Ferd 1342 tarihinde Hilâfet'in yıkıldığı aydır. O günden beri, Müslümanların diyârı Halîfe'den, boyunları bey'attan ve beldeleri İslâm hükümlerinden yoksun kaldı. Hilâfet farzların tâcıdır diyoruz, çünkü;

1.   İslâm Risâleti'nin tüm insanlara gelmiş bakımından, diğer risâletlerden farklılığı hususunda hiçbir mü'min ihtilafa düşmez. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا "Biz Seni, müjdeci ve uyarıcı olarak bütün insanlardan başkası için göndermedik." [Sebe 28] O, her zamana ve mekana uygundur ve sorunlar ne kadar değişirse değişsin, ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin Kıyâmet Günü'ne kadar insanın tüm sorunlarına yönelik çözümler ihtivâ eder. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينً "İşte bugün, Size Dîninizi kemâle erdirdim. Üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a râzı oldum." [el-Mâ'ide 3]

Kezâ İslâm, bir din ve hadârat olmasıyla da diğer ideolojilerden üstündür, insan vakıasına mutabık pratik vakıasıyla seçkindir ve teorik bir din olmayıp gereğince amel edilmek üzere indirilmiştir. Bu nedenle İslâm, sadece Akîdeyi ve çözümleri açıklayıcı fikirlerle sınırlandırılmaz. Bilakis, bu çözümleri uygulama keyfiyetini, Akîdeyi koruma keyfiyetini ve bu Akîdeyi âleme taşıma keyfiyetini de açıklamıştır. İşte onun metodu budur.

Metot, emîrler ve nehîyler gibi şer'î hükümlerdir. Her ne kadar imânın farziyeti ve irtidadın (dinden dönmenin) nehyi fikirden olsa da mürtede yönelik muamele ve üzerine hükümlerin tatbik edilmesi metottandır. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ], iffetli olmayı emrettiği, zinâdan nehyettiği, ferdî mülkiyetin korunmasını emrettiği, hırsızlıktan nehyettiği gibi namusu koruma keyfiyetini, zinâ edenin cezâsını, yağmanın ve ihtilâsın hükümlerini ve hırsızlık haddini de açıklamıştır. İşte tüm bunlar, hiç sapmaksızın kendileriyle mukayyet olmanın farz olduğu şer'î hükümlerdir. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmuştur:  فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine and olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece imân etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا  "Allah ve Rasûlü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'mine bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

Hâşâ Allah, infâz keyfiyetini beyân etmeksizin insanın sorunlarını çözmeye yönelik şer'î hükümler inzâl etmekten münezzehtir. Örneğin bize, zinâ etmeyiniz, hırsızlık yapmayınız ve içki içmeyiniz deyip de öylece bırakmaktan münezzehtir. Çünkü bu şekilde çözümler, vakıaya tatbik edilmesi imkansız teorik bir felsefeye dönüşür ki bu, küçük-büyük hiçbir şeyi bırakmaksızın insana her şeyi açıklayan ve beşere hevâdan ve akıldan çıkan hükümlerin hükmetmesine asla yer bırakmayan İslâm'ın tabiatına muhaliftir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِّكُلِّ شَيْءٍ "Kitâbı da Sana her şey için bir açıklama olarak indirdik." [en-Nahl 89] Kezâ Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  لاَ يُؤْمِن أَحَدكُمْ حَتَّى يَكُون هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْت بِهِ "Sizden biri îmân etmiş olmaz, tâ ki hevâsı getirdiklerime tâbi oluncaya kadar." [el-Buhârî rivayet etti] Bizlere İslâm ile hükmetmeyi emretmesi Allah'ın emirlerindendir ve İslâm'dan başkası ile hükmetmeyi nehyetmesi de Allah'ın nehiylerindendir. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:  وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُصِيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve onların hevâlarına uyma! Allah'ın Sana indirdiklerinin bir kısmından Seni saptırmalarından sakın! Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah bununla ancak, günâhlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. Muhakkak ki insanların bir çoğu da zâten fâsıklardır." [el-Mâide 49] Bizlere bu hükmetmenin, uygulama keyfiyetini de açıklamıştır. Zîra yönetime ilişkin olarak Hilâfet cihazlarının, Halîfe'ye bey'at şartlarının ve devletin cihâzlarının detaylarının açıklandığı tafsilî bir nizâmı şeriat kılmıştır ki o, Hilâfet Nizâmı'dır. [Bunu tafsîli olarak, Hizb-ut Tahrir neşriyatlarından olan İslâm'da Yönetim Nizâmı ve Hilâfet Devleti'nin Cihâzları [Yönetimde ve İdârede] kitaplarında açıkladık] İşte bu, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e inzâl ettikleriyle hükmetme emrinin infâzına ilişkin İslâm'ın metodudur ve bu metot insanların, bir devlet dâhilinde Allah'ın Şeriatı'nı uygulamada kendilerine Allah'ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünneti üzere vekil olacak Halîfe'ye bey'at ettikleri Hilâfet Nizâmı'dır. Böylelikle Ümmet'in Akîdesini muhâfaza edecek, açık küfrün izhârını engelleyecek, farzları infâz edecek, haramları yasaklayacak, zekâtı alacak, müstahak olanlara verecek, hadleri ikâme edecek, husumetleri fasledecek, insanların işlerini gözetecek, İslâm'ı bir risâlet olarak Dâvet ve Cihâd yoluyla tüm dünyaya taşıyacaktır. Böylece İslâm, insanlara tatbik edilmekle ve dünyaya taşınmakla yeryüzünde capcanlı ilerleyecektir. Bu ise, Hilâfet olmadan kesinlikle mümkün değildir. İşte bu nedenle Hilâfet, farzların tâcı olmuştur.

2.   İnsan tabiatı gereği, içgüdülerinin ve uzvî ihtiyaçlarının doyurulmasına muhtaçtır. Bu doyurulma da muayyen bir tanzîme muhtaçtır. Aksi takdirde insan, mutsuzluk içerisinde mustarip bir halde yaşar. Oysa insan, bizzat kendisi için nizâm koyamaz. Çünkü eksiktir, acizdir ve başkasına muhtaçtır. Dolayısıyla bu nizâm, insanı ve insanla birlikte o içgüdüleri ve uzvî ihtiyaçları yaratan Yaratıcı'dan gelmelidir ki O, bu doyumun tanzîm keyfiyetini en iyi bilen Allah Subhânehu'dur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ  "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14] Binaenaleyh Efendimiz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in risâleti, insanın içgüdülerinin ve uzvî ihtiyaçlarının doyumunun düzenlemesi amacıyla Yaratıcı tarafından inzâl edilmiş nizâmdır. Zîra ibâdetlere mahsus bir nizâm kılınarak bu nizâm çerçevesinde tedeyyün içgüdüsünün doyumu düzenlenmiş, içtimâî bir nizâm kılınarak bu nizâm çerçevesinde nevî içgüdüsünün doyumu düzenlenmiş, iktisâdî ve siyâsî bir nizâm kılınarak bu nizâm çerçevesinde bekâ içgüdüsünün doyumu düzenlenmiş, yiyeceklere ve içeceklere ilişkin bir nizâm kılınarak bu nizâm çerçevesinde uzvî ihtiyaçların doyumu düzenlenmiştir. Ancak bu nizâmlar ve hükümler, özet ve genel olarak okuduğumuz kitapların derinliklerinde kaldığı sürece insanın hayatını tanzîm etmekten uzak kalır. Tam aksine mutluluğa ve mutmainliğe götürecek doyumun gerçekleşmesi için bunların hayatta fiilen tatbik edilmesi kaçınılmazdır. Zîra Allahu Te'alâ'nın şu kavli:  وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ  "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvetten ve (Cihâd için beslenen) savaş atlarından hazırlayın ki hem Allah'ın düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı korkutasınız." [el-Enfâl 60] Ve şu kavli:  وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا  "Allah, alış verişi helal, fâizi haram kıldı." [el-Bakara 275] Ve şu kavli:   وَلاَ تَنكِحُواْ الْمُشْرِكَاتِ حَتَّى يُؤْمِنَّ وَلأَمَةٌ مُّؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِّن مُّشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ  "İmân edinceye kadar müşrike kadınlarla evlenmeyin. Mü'mine bir câriye, velev hoşunuza gitse de müşrike bir kadından kesinlikle daha hayırlıdır." [el-Bakara 221] Ve Allah'ın diğer hükümlerinin sonuçları, İslâm yönetime getirilmedikçe asla tezâhür edemez. İslâm ise, insanları bu hükümlerle mükellef kılacak ve bunlara muhâlefet eden herkesi cezalandıracak Hilâfet kurulmadıkça asla yönetime gelemez. Hilâfet'in kurulması ise Ümmet, Allah'ın hükümlerini infâz edecek ve içgüdülerin ve uzvî ihtiyaçların Allah'ın şeriatına göre doyurulması için insanların ilişkilerini bu hükümler esâsına göre tanzîm edecek Halîfe'ye -gönüllü ve muhayyer olarak- otoritesini bey'at yoluyla vermedikçe asla gerçekleşemez. Yine buradan da Hilâfet'in farzların tâcı olduğu ortaya çıkmaktadır.

3.   Toplum açısından baktığımızda görürüz ki, toplumun yükselişi ve insanların huzuru, insanların maslahat olarak değerlendirdikleri şeylere, ilişkilerini düzenleyen nizâmlara ve insanlar nezdinde kanaatleri ve duyguları şekillendiren fikirlere dayanır. Dolayısıyla hem maslahatların yüksek olması, hem de nizâmların sahîh olması gerekir. Pratik vakıa ortaya koymuştur ki insan, kendisi için sahîh bir nizâm koymaya veya yüksek maslahatlar belirlemeye muktedir değildir. İnsan, hidâyetsiz bir şekilde bırakıldığında da kızları diri diri toprağa gömer, yol keser, taşa tapar, zîna eder ve nesebi helâk eder. Dolayısıyla Allah [Subhânehû ve Te'alâ] insana, yüksek maslahatları, aydın fikirleri ve yüce duyguları açıklayan Rabbânî bir nizâm göndermedikçe kerîm bir hayat yaşayamaz. Böylece insanı, kendisine faydalı olanlara irşâd eder, hayrı ve şerri, haseni ve kabihi belirler. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  فَلاَ تَضْرِبُواْ لِلّهِ الأَمْثَالَ إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ "Allah'a asla emsâller (benzerler) göstermeyin. Şüphesiz Allah bilir, ama siz bilmezsiniz." [en-Nahl 74] İşte şer'î nizâmın, insanların ilişkilerinde somutlaşmasına yönelik kendisine özgü bir metodu vardır ki o, Hilâfet'tir. Çünkü İslâm esâsına göre ilişkilerin tanzîm edilmesi, husumetlerin fasledilmesi ve maslahatların gözetilmesi, Allah'ın inzâl ettikleriyle hükmedilmedikçe mümkün olmaz. Bu da Hilâfet Nizâmı olmadıkça mümkün olmaz. el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sîretini araştırdığımızda, Aleyhi's Salâtu ve's Selâm'ın, Mekke'de iken ne insanların maslahatlarını gözettiğini, ne husumetleri faslettiğini, ne orduyu teçhiz ettiğini, ne de envâ-i türde işkenceye maruz kaldıkları halde Ashâbı için bir şey yaptığını görürüz. Çünkü o zaman ne İslâm Mekke toplumunun nizâmı, ne de Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] yöneticisi idi. Ancak O, el-Medîne'de iktidarı teslim alır almaz insanlar arasında hükmetti, husumetleri fasletti, zekatı toplayıp dağıttı, hadleri ikâme etti, valîler atadı, elçileri karşıladı, muahedeler yaptı, insanları Allah'ın indirdikleri siyâset etti ve maslahatlarını İslâm ile gözetti. Ebu Bekr, Umer, Usmân ve Alî [RadiyAllahu Anhum Ecmaîn] bu şekilde O'na halef olarak Nübüvvet Metodu hattı üzerinde yürüdüler. Ümmet'in Akîdesini korudular, Kur'an'ı topladılar ve insanların gözetilmesinde en seçkin örnekler sergilediler. Toplumları, İslâm esâsına göre siyâset ettiler, yüksek maslahatlara, fikirlere ve duygulara sahip oldular ve insanlar, Allah'ın Dîni'nin tatbikinin saadeti sayesinde mesut ve mutmain bir şekilde yaşadılar. Gerçekten farzların tâcı olan Hilâfet olmasaydı bunlar nasıl olurdu?

4.   Hilâfet'in farzların tâcı olduğunu teyit eden hususlardan biri de Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın İslâm'ın tebliğini ve dünyaya taşınmasını emretmesidir. Bu da Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sîretinde gayet açıktır, nitekim şöyle buyurmuştur:  يا عم، إنما أردتهم على كلمة واحدة تدين لهم بها العرب وتؤدي إليهم بها العجم الجزية... "Ey Amca! Ben onlardan ancak öyle bir tek söz istiyorum ki sayesinde Araplar kendilerine boyun bükerler ve sayesinde Acemler (Arap olmayanlar) kendilerine cizye öderler." Buna en keskin delîl, İkinci Akabe Bey'atı'nın metninde geçer. Orada el-Abbâs ibn-u Nadlet-el Evsî şöyle diyordu: { يا معشر الأوس والخزرج، تعلمون على ما تقدمون عليه؟ إنّما تقدمون على حرب الأحمر والأبيض وعلى حرب ملوك الدنيا } "Ey el-Evs ve el-Hazrec topluluğu! Sizler ne yapmak üzere olduğunuzun farkında mısınız? Sizin yapmak üzere olduğunuz şey ancak, hem kızıla ve beyaza savaş açmaktır, hem dünyanın krallarına savaş açmaktır." O kadar ki bu, Harb Bey'ati diye adlandırılmıştır. İşte Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], el-Medîne'de İslâmî yönetimin ikâmesinden sonra ve İslâmî Devlet'in yöneticisi olmasıyla birlikte, Rabbinin risâletini, el-Medîne sınırlarını aşarak Dâvet ve Cihâd yoluyla diğer milletlere ve ümmetlere taşımış, taşıdığı bu dâvet şöyle olmuştur:  فَادْعُهُمْ إِلَى ثَلاَثِ خِصَالٍ أو خِلاَلٍ فَأَيَّتُهُنَّ مَا أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ، ثَمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلاَمِ فَإِنْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ، ثَمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ وَأخْبِرْهُمْ اِنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ، فَإِنْ أَبَوْا أَنْ يَتَحَوَّلُوا مِنْهَا فَأخْبِرْهُمْ اَنَّهُمْ يَكُونُونَ كَأَعْرَابِ الْمُسْلِمِينَ يَجْرِي عَلَيْهِمْ حُكْمُ اللهِ الَّذِي يَجْرِي عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَكُونَ لَهُمْ فِي الْغَنِيمَةِ وَالْفَيْءِ شَيْءٌ إِلاَّ أَنْ يَجَاهِدُوا مَعَ الْمُسْلِمِينَ، فَإِنْ هُمْ أَبَوْا فَسَلْهُمُ الْجِزْيَةَ، فَإِنْ هُمْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ، فَإِنْ هُمْ أَبَوْا فَاسْتَعِنْ بِاللهِ عَلَيْهِمْ وَقَاتِلُهُمْ "Onları üç haslete yahut sıfata dâvet et. Bunlardan hangisinde sana icâbet ederlerse, onlardan kabul et ve artık onlardan elini çek! Sonra onları İslâm'a dâvet et, eğer sana icâbet ederlerse, onlardan kabul et ve artık onlardan elini çek! Sonra kendi dârlarından (beldelerinden) Dâr-ul Muhâcîrûn'a (Dâr-ul İslâm'a) ayrılmaya (hicrete) dâvet et ve onlara haber ver ki bunu yapmaları halinde muhâcirlerin lehine olan onların da lehine olur, muhâcirlerin aleyhine olan onların da aleyhine olur. Eğer oralardan (beldelerinden) ayrılmayı reddederlerse, onlara haber ver ki Müslüman A'râbîler (bedevîler) gibi olurlar; Mü'minler üzerine icrâ edilen Allah'ın hükmü onların da üzerine icrâ edilir, ama onların ğanîmette [savaş yoluyla düşmandan alınan mal] ve feyde [savaş olmadan düşmandan alınan mal] hiçbir hakkı olmaz, Müslümanlar ile birlikte Cihâd etmeleri müstesnâ. Eğer (böyle Müslüman olmayı) reddederlerse, onlardan cizye iste. Eğer sana icâbet ederlerse, onlardan kabul et ve artık onlardan elini çek! (Bunu da) reddederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım iste ve onlarla savaş!" [Sahîh-i Muslim] İslâm'ın Dâvet ve Cihâd yoluyla taşınması, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerinde seyrettiği metot ile Müslümanlara farzdır. Ancak bu, öncelikle İslâm'ın Müslümanların üzerine tatbîk edilmesine ve İslâm'a yönelen insanların yönlerini çevireceği bir Dâr-ul İslâm'ın ikâmesine muhtaçtır. Bu da Hilâfet ikâme edilmedikçe mümkün olmaz. Ayrıca Ümmet'in enerjisinin ve azminin tek bir liderlik altında organize edilmesine muhtaçtır. Bu da İslâm'ı tatbîk edecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla Ümmet ile birlikte dünyaya taşıyacak bir Halîfe'ye bey'at edilmedikçe gerçekleşmez. Dolayısıyla buradan da Hilâfet, farzların tâcı olmaktadır. Üstelik bu ifâde, Müslümanlara hiç de yabancı bir ifâde değildir. Bilakis Ümmet'in muteber alîmleri, Hilâfet'in farzların tâcı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Örneklerden sadece biri İmâm el-Mâverdî, "Edeb-ud Dunyâ ve'd Dîn" isimli kitâbındaki ifadesidir: "Sultân'ı zâil olup da hükümleri değiştirilmemiş ve alâmetleri silinmeye yüz tutmamış bir dîn yoktur... Zîra sultânda, dîni korumak, onu savunmak ve onda arzuları uzaklaştırmak vardır... Bu iki açıdan, sultân'ı ile dînin korunması için zamanının sultân'ı olacak bir imâmın (halîfenin) ikâmesi ve bu sultân'ın dînin sünnetleri (metotları) ve hükümleri üzere yürürlükte olması farzdır." İmâm İbn-u Hazm ise "el-Mahallâ" kitabında şöyle der: "İmâmın (halîfenin) ölümünden sonra yeni imâm seçiminde üç günden fazla tereddüt etmek câiz değildir." Yine "el-Fasl fî'l Milel ve'n Nihal" kitabında da şöyle der: "Aklî bir zaruret ve aksiyom olarak öğrendik ki Allah'ın insanlara, farz kıldığı hükümleri, bu cümleden mâlîye, cezalar, kan (hükümleri), nikah (hükümleri), mazluma insaf ve kısas almaya ilişkin hükümleri ikâme etmeleri... bütün bunlar imâm (halîfe) olmadıkça asla mümkün olmaz." Yine İmâm Ahmed ibn-u Hanbel, fitneyi şöyle tanımlar: "Fitne, insanların işlerini yürütecek bir imâmın (halîfenin) bulunmadığı zamandır." İmâm el-Ğazâlî de şöyle der: "Dîn ve Sultân ikiz kardeştir. Onun için denilmiştir ki dîn esâstır ve sultân muhâfızdır. (Sultânın) esâsı olmazsa yıkılır, gider. (Dînin) muhâfızı olmazsa, kaybolur, gider." İmâm İbn-u Teymiyye ise "es-Siyâset-uş Şer'îyye" kitabında şöyle der: "Bilinmelidir ki insanların velâyet-i emr'i (yöneticiliği) dînin en azîm farzlarındandır, hatta onsuz dîn kâim olmaz."

Böylelikle Hilâfet'in niçin farzların tâcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hilâfet kurulmadıkça Allah'ın hükümlerinin yeryüzünde bulunması imkânsızdır. O halde Hilâfet, Ümmet'in en öncelikli meselesi, hayat-memat meselesi olmalıdır. Zîra Hilâfet olmaksızın insanların hayatını, namusunu, malını, aklını ve şerefini koruyan farzların hiçbiri icra edilemez. Hilâfet'ten başka kısâsı tatbîk edecek, malı güvence altına alacak, hırsızlığa mâni olacak ve namusları koruyacak kim vardır?! Kezâ Hilâfet'ten başka, Cihâd için hazırlık yapacak, orduyu harekete geçirecek, düşmanları korkutacak, Müslümanların izzetini koruyacak, kadınların, yaşlıların ve çocukların himâyesi için genel seferberlik ilân edecek olan kim vardır?! Bütün bunlar ölüm-kalım meselesi olduğuna göre Hilâfet, en üst önceliğe sahip başlıca hayatî mesele olarak algılanmaya müstahaktır. Hilâfet'in hayatî mesele addedilmesi gerektiğine dair delîller, Allah'ın Kerîm Kitâbı'ndan, Kerîm Rasûlü'nün Sünneti'nden ve Kerîm Sahâbenin icmâından derlenmiştir. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] zikrettiğimiz pek çok âyette İslâm ile hükmetmemizi emrederken Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de pek çok kez Halîfe'ye bey'at etmemizi emretmiştir. İmâm Muslim, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:  مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim itaatten elini çekerse, Kıyâmet Günü'nde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Te'alâ'nın karşısına çıkar. Her kim de boynunda bey'at olmadan ölürse câhiliye ölümü ile ölmüş olur." Sahâbe [Rıdvânullahi Aleyhim] ise Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in irtihâli ardından bir Halîfe çıkarılması farîzası üzerinde icmâ etmişlerdir. O kadar ki Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in pak naaşını defnetmemişler, iki gece kefenlenmiş halde yatağında bırakıp Halîfe seçimi ile meşgul olmuşlardır.

Ey Müslümanlar! Müslümanlar için bir Halîfe'nin ikâmesini ihmâl etmek, en büyük mâsiyetlerden bir mâsiyettir. Çünkü bu, dînin hükümlerinin ikâmesinin, dahası İslâm'ın hayat sahasındaki varlığının kendisine bağlı olduğu İslâm'ın farzlarından en önemli bir farzın ikâmesini ihmâl etmektir. O takdirde Müslümanlar, kendileri için bir Halîfe'nin ikâmesini ihmal etmekle hep birlikte büyük bir günah işlemiş olurlar. Eğer bu ihmâlkârlık üzerinde ittifak ederlerse, günah dünyanın her yerindeki her bir ferdin üzerine terettüp eder.

Eğer bazı Müslümanlar, bir Halîfe'nin çıkarılması için çalışırlarken diğer bir kısmı çalışmazlarsa günah, Halîfe'nin ikâmesi için çalışanlardan düşer ve Halîfe'yi ikâme edinceye kadar diğerleri üzerinde farz olarak kalır. Çünkü bir farzın yerine getirilmesiyle meşgul olmak; yerine getirmek için uğraşıldığından ve yerine getirilmesini sağlamaya karşı duran engellerin kerih görülmesinden dolayı, vaktinde yerine getirilmemesinden ve hiç yerine getirilmemesinden kaynaklanan günahı düşürür. Bu farzı yerine getirmeye yönelik çalışma içinde çaba harcamayanlar ise, Halîfenin gitmesinin üzerinden üç gün geçtiği andan Halîfe yeniden seçilinceye kadar bu günahı boyunlarında taşırlar. Çünkü Allah onlara bir farzı emrettiği halde onlar bunu yerine getirmemişler, yerine getirilmesine yönelik çalışma içinde çaba da harcamamışlar, işte bunun için günaha müstahak olmuşlar, dolayısıyla dünyada ve Âhirette Allah'ın azâbına ve aşağılamasına müstahak olmuşlardır. Halîfenin ikâmesi yahut ikâmesine yönelik çalışmalar konusunda yerlerinde oturmalarından dolayı günaha müstahak olmaları, Müslümanın onu, yani Allah'ın emrettiği farzlardan herhangi bir farzı, hele ki sayesinde farzların uygulanabildiği ve dînin hükümlerinin ikâme edilebildiği, İslâm'ın konumunun yükseltilebildiği ve Allah'ın kelimesinin hem İslâm beldelerinde hem de dünyanın dört bir yanında en yüce haline getirilebildiği bir farzı terk etmesi halinde azâba müstahak olacağı hususunda açıkça görülmektedir.

Binâenaleyh Allah'ın, dînin ikâmesi için kendisine farz kıldığını yerine getirmede, yeryüzündeki hiçbir Müslümanın yerine oturmak hususunda özrü, mazereti yoktur. Dikkat ediniz o, yeryüzünün Hilâfet'ten mahrum olduğu ve ne Allah'ın hurumâtının muhâfazası için Allah'ın hadlerini yerine getirildiği, ne dînin hükümlerinin yerine getirildiği, ne de Müslümanlar topluluğunun [لا إله إلا الله محمد رسول الله] râyesi altında toplanabildiği bir sırada Müslümanlar için bir Halîfenin ikâmesi için çalışmaktır. Muhakkak ki bu farz yerine getirilinceye kadar, yerine getirmekten geri kalmak hususunda İslâm'da hiçbir ruhsat yoktur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (24) وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız. (24) İçinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmayacak bir fitneden sakının. Muhakkak ki Allah, İkâbı Şedîd olandır." [el-Enfâl 24-25]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümet'in Müslümanları Kontrol ve Güdüm Altına Alma Girişimleri Fiyaskoya Mahkûmdur

Londra, Birleşik Krallık, 18 Temmuz 2008 - Bayan Hazel Blears'ın bugünkü açıklamaları yalnızca, bakanlığının yayınladığı belgenin, İslâmî inanç sistemine yönelik olarak toplumsal ilişkileri göz ardı ederek hazırlanmış İngiliz dış politikasının ayıplarını ve kusurlarını yansıttığını teyit etmektedir. Hükümet, yeni bir "uysal İngiliz İslâm'ı" biçimlendirme girişimiyle Müslümanların eleştirel ağızlarını susturabileceğine inanmış görünmektedir. BBC'nin Today programına konuşan Topluluklar Bakanı, Müslüman âlimlere finansman sağlayan yeni hükümetin, "teolojiye bakış" yapacağını ve İslâm'ın "gerçek yorumu"nu sağlayacağını söyledi.

Onun bu açıklamasını yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafa şöyle dedi: "Gerek medreselerdeki çocukların vatandaşlık bilinciyle beyinlerinin yıkanması önerisinde, gerekse yeni İmâmlar Kurulu önerisinde, İngiliz Hükümeti'nin Müslüman topluma ve İslâm'ın meselelerine müdâhalesi, diğer herhangi bir dîn yahut toplum ile karşılaştırıldığında benzersizdir."

"Toplumda yaygınlaşan saygısızlık ve ferdiyetçilik kültürü ile birlikte bölgesel ve ulusal kimlik arasındaki mevcut çatışmalar, nedense Bayan Blears Hükümeti'nin herhangi bir kimseye kimlik ve vatandaşlık öğretmesi için gündemine gelmemektedir."

"Üstelik, İngiliz dış politikasının eleştirel yansıması, sürekli ‘İslâmî aşırılık' hedefini seçmektedir. Aslında hükümet kendisini ve başkalarını kandırmakta, sebebi teolojide aramaktadır. Kendi dış politikalarına muhâlefet edenlerin, ilkel aşırılıkla eşdeğer olduğunu savunan sözde güvenilir şahsiyetler öne çıkarmaktan başka bir şey de bulamamaktadır. Şu anda problemleri, işlerini yapacak böylesi sözde güvenilir şahsiyetler bulmak haline gelmiştir."

"Bayan Blears'ın, bu yeni kurulun bağımsız olacağı, Oxford ve Cambridge Üniversiteleri tarafından oluşturulacağı iddiaları ise hiç de inandırıcı değildir. Uysal ve ılımlı görüşlere sahip olanların bu kurula üye yapılması için ya bizzat kendisi incelemede bulunacak, yada kaçınılmaz olarak Hükümet, kurulun gündemine doğrudan veya dolaylı müdâhalelerde ve dayatmalarda bulunacaktır, aynen Suudi Arabistan ve Mısır'da Batı'ya ‘dost rejimlerin' alışılageldik uygulamaları gibi!"

"Toplum ve dîn mühendisliği kapsamındaki böylesi girişimler feci halde fiyaskoya uğramakla kalmayacak, muhtemelen Müslüman topluma yönelik daha fazla nefret de körüklemiş olacaktır. Nitekim Müslümanların bu şekilde devlet müdâhalesine mâruz bırakılmaları, onlara yönelik ötekileştirmeyi daha da yükseltecektir."

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ocampo ve Benzerlerine Ancak Râşidî Hilâfet ile Cevap Verilir

Devletlerarası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Luis Moreno-Ocampo, Darfûr'da soykırım yapmak, savaş suçları ve insanlığa karşı cürümler işlemek suçlamasıyla Sudan Devlet Başkanı Umer el-Beşîr hakkında tutuklama kararı çıkardı. Bu tür olaylarda her zaman olduğu gibi öfke ve eleştiri yürüyüşleri düzenlemek için insanlar toplandılar, gazetelere ve benzeri yayın organlarına beyânatlar vermek için birbirleriyle yarıştılar.

Bu vakıa karşısında aşağıdaki hakîkatleri açıklamak kaçınılmazdır:

1.   Darfûr'da dönen çatışma, Amerika ve Avrupa [İngiltere ve Fransa] arasında devletlerarası bir çatışmadır. Amerika Güney Sudan'da tek başına kalınca, İngiltere ve Fransa, Darfûr'da kendilerinin de bir payı olmasını istediler. Hükümet ve isyancı hareketler, işte bu çatışmanın birer aracı olmaktan öte bir şey değildirler.

2.   Devletlerarası Ceza Mahkemesi, bu çatışmada Avrupa'nın araçlarından bir araçtır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nâfi Alî Nâfi'nin mahkemeyi tanımlayan şu sözü bunu teyit etmektedir: "Ben diyorum ki bu, Avrupa zulüm mahkemesidir, devletlerarası zulüm (suç) mahkemesi değildir..." Buna ilâveten Hartum'daki Amerikan Sefâreti Maslahatgüzarı Alberto Fernandez şöyle diyordu: "Amerika, ‘Roma Antlaşması'nı' imzalayan ve onaylayan devletlerden biri değildir... Dolayısıyla Devletlerarası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Luis Moreno-Ocampo'nun Cumhurbaşkanı Mareşal Umer el-Beşîr'e karşı attığı adımlarla hiçbir alakamız yoktur." Açıktır ki Ocampo'nun yaptıkları, Darfûr'da isyancılar lehine daha fazla tavizler verilmesi ve dolayısıyla Güney Sudan'da kaybettiği nüfuzun daha büyüğüne Darfûr'da sahip olması için Avrupa baskısının dairesi kapsamına girmektedir.

3.   Bu mahkeme, Darfûr'daki suçlara bakma meşruiyetini, Güvenlik Konseyi'nin, yani Sudan'ın üyesi olduğu Birleşmiş Milletler'in verdiği yetki ile elde etmiştir. Oysa herkes bilmektedir ki Birleşmiş Milletler, İslâm Akîdesi esâsına dayanmayan bir örgüttür. Hem o, hem onun organları ve görevlendirdiği kurumlar, ele aldıkları meseleleri, Allah'ın indirdiklerini dışlayıp büyük Sömürgeci Kâfir devletlerin çıkarlarını gerçekleştirecek hükümler ile çözmekte veya hükmetmektedirler.

Bize düşen, kendimizi Sömürgeci Kâfirin ilmiğinden kurtarmamızdır. Bu da azîm İslâm ideolojisi ve onun devleti olan Râşidî Hilâfet dışında hiçbir şey ile mümkün değildir. Çünkü;

  • Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya vb. gibi, beldelerimize tamah eden Sömürgeci Kâfir devletlerin nüfuzunu sökmeye muktedir olan ancak Hilâfet'tir. Üstelik Hilâfet, Müslümanların beldelerine komplo kuran ve casusluk yapan sefâretlerini kapattıktan sonra onlarla hiçbir diplomatik ilişki kurmayacaktır.
  • Hilâfet, ideolojik bir devlet olması itibarıyla, Birleşmiş Milletler, Devletlerarası Ceza Mahkemesi ve büyük devletlerin çıkarlarından başkasına hizmet etmeyen diğer tüm zâlim Küfür kurumları gibi, İslâm esâsından başka bir esâsa dayanan herhangi bir örgüte üye olmayacaktır.
  • Hilâfet, ayıpları ayân olmuş ve fesâtları gün yüzüne çıkmış bu tür kurumları ifşâ etmeye çalışır ve de çalışacaktır.
  • Hilâfet, Darfûr ve diğer yerlerde insanları adalet ve ihsân ile gözetecek, Müslümanların dokunulmazlarında, kanlarında, ırzlarında ve mallarında ifrâta kaçmayacaktır. Dahası bu dokunulmazları çiğnemeye tevessül eden herkesi İslâm'ın hükümleri ve hadleri ile cezalandıracaktır.

O halde Hilâfet... Hilâfet... Ey Müslümanlar...! Zîra o, Rabbinizin farzıdır, izzetinizin kaynağıdır, düşmanınızın kahrıdır, topraklarınızın kurtarıcısıdır, dünyanın dört bir tarafında hayrın ve adaletin minâresidir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Esirlere, Dostlarına ve Kardeşlerine Mübârek Olsun, Ancak Sevinç Sarhoşluğunda Uyanıklık Kaçınılmaz

Direnişçi esirlerin sağ salim düşman hapishanelerinden ailelerine kavuşması, şehitlerin ve diğer katledilenlerin cesetlerinin iade edilmesi, elbette doğudan ve batıdan peş peşe Ümmet'in başına gelen elîm trajediler deryasında sevindirici bir olaydır. Bu vesileyle esirlerin serbest bırakılmalarını tebrik ediyor, Allah Subhânehu'dan işgâl hapishanelerindeki Ümmet'in diğer esirlerini, halkı Müslüman beldelerdeki hapishanelerde tutulan evlatlarını, Ümmet'i de Batı hadâratının ve dayattığı nizamların hegemonyasından, insanları demir pençe politikası ile yöneten zâlim yöneticilerden bir an önce kurtarma imkânı vermesini niyâz ediyoruz.

Bununla birlikte aşağıdaki noktaları hatırlatma gereği duyuyoruz:

  • Esirlerin bu şerefli dönüşü, toprakları kuvvet zoruyla işgâl eden düşmanın anlayacağı dilin kuvvet zor olduğunu bir kez daha teyit etmiştir. Dolayısıyla Filistin topraklarından gaspçı Yahudileri ve de Müslümanların beldelerindeki diğer işgâlcileri çıkaracak olan da ancak İslâmî Akîde esâsına dayalı kuvvet olacaktır.
  • "İsrail" işgaline karşı savaşan esirlerin iade edilmesini kutlayan resmî ve gayri-resmî liderleri ve çatışan her iki gurubu gören de sanır ki onlar, işgalci ile cihâd eden her mücâhidin yanındadır, kutlamaktadırlar. Peki, Irak'taki Amerikan işgâli ile savaşmayı "düşünmesinin" ardından yaklaşık bir buçuk senedir tutuklu bulunan onlarca gencin ve başka dosyalar hakkında şüphe üzerine tutuklanarak hiçbir yargı kararı olmaksızın halen Lübnan hapishanelerinde tutulan diğer yüzlercesinin durumu ne olacak?! Şimdi bu, Amerika ve diğer büyük devletler için herkesi cezalandıran bir çifte standart değil midir?!
  • Direnişçiler, bir taraftan fâtihler gibi dönen esirlerini sevinçle karşılarlarken diğer taraftan hıyânet ve ajanlığı sürdüren nizâmlar ile Yahudi varlığı arasındaki meşûm müzakereler üzerinde yürümektedirler. Bunu ise başkanlık seçimi kampanyasının kızışmasıyla birlikte Bush ve Cumhuriyetçi Parti adına başarılar gerçekleştirmek üzere Yahudi varlığını tanımak ve onunla "normal ilişkiler" kurmak amacıyla yapmaktadırlar. Dolayısıyla Ğazze ateşkesinden tutun, Irak'ta sükunetin sağlanması, Suriye-"İsrail" müzakerelerinin başlaması ve Şeb'a Çiftlikleri'nden çekilmenin gündeme gelmesine kadar pek çok sıcak dosyanın peş peşe soğutulması tesadüf değildir. Bu müzakereler, yakın ya da ileriki bir zamanda sonuca ulaşsın ya da ulaşmasın sırf bu müzakerelere girişmek, Allah'a, Rasulü'ne, mü'minlere yalan dolanla entrikalarını ve hilelerini gizleyerek direndiklerini ve karşı çıktıklarını gösteren nizâmlara kendilerini adayan gerçek direnişçilere hıyânet sayılır.
Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Pakistan Rejimi, Pakistan'a Olası Bir Saldırı Pahasına Amerika'ya Desteğini Artırmaktadır

Amerikan Genelkurmay Başkanı General Michael Mullen, 12 Temmuz günü Pakistan'a acil bir ziyâret düzenledi. Birkaç saat içinde Devlet Başkanı Perviz Müşerref, Başbakan Gilânî, Genelkurmay Başkanı, İçişleri Danışmanı, Esfendiyar Vâli, Mahmud Açakzay ve Efrasyab Hattak ile görüştü. Bu hızlı trafik, esen kasırganın şiddetini göstermesi açısından yeterliydi. Pakistan Genelkurmay Başkanı General Eşfak Kiyânî ile görüşmesi ardından kıdemli bir köşe yazarı ile görüştü ve Pakistan'ın oldukça zayıf olduğu ve Amerika'nın muhtemel bir saldırısına aynen karşılık verebilecek bir durumda olmadığı izlenimi verdi. Diğer taraftan Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî de, boğaya kızıl paçavra sallarcasına şöyle dedi: "Kabileler bölgesinde, 11 Eylül benzeri bir saldırıya yol açabilecek derecede çok yabancı (direnişçi) var."

Tüm bunlar, Amerika'nın Pakistan'a saldırması halinde hükümetin de ordunun da direniş gösterme irâdesinden mahrum olduğunu açıkça işaret etmektedir. Gerçekte onlar, Amerika'nın FATA'daki [Federal Yönetimli Kabileler Bölgesi] yabancılara karşı harekete geçmesine haklılık kazandıracak ve halkın silahlı kuvvetlerden intikam beklentisi içinde olmamasını sağlayacak şekilde saldırı lehine bir kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Oysa hâkim hakîkat şudur; Irak'ta ve Afganistan'da silahça ve teçhizatça yetersiz mücâhitleri hezîmete uğratmaktan âciz kalan Amerikan ordusu, Pakistan ordusuyla nasıl savaşabilir? Dahası Amerikalılara göre de bu ordu "inceldiği yerden kopmak üzere" olacak kadar gergin iken Amerika ne cüretle Pakistan'a savaş açabilir? Cumhuriyetçiler, hem de seçim yılında, Pakistan'la savaş halinde birkaç bin ceset torbası görmeyi hazmedebilirler mi? Kesinlikle hayır! Aslında General Mullen Pakistan'ı, Amerika'nın Pakistan içlerine sınırlı bir sınır-ötesi operasyon düzenlemesi halinde Pakistan ordusunun buna karşı koymayacağı garantisini almak için ziyâret etmiştir. Ancak General "Sâhib"in [Başkomutana, Genelkurmay Başkanına kinâyedir] ülkeyi ve halkını korumaya ciğeri ve cesâreti yoksa, bu milletten bir elveda hediyesi yahut madalyası kabul edip bu önemli konumu, Pakistan halkını korumaya muktedir bir generale bırakması daha hayırlı olur.

Ey Müslümanlar! Bu yöneticiler Amerika'ya sâdıktır, size değil! Artık bu yöneticileri başınızdan savıp Hilâfet'i kurmanızın tam zamanıdır. Ey ordu saflarındaki samimi ve dürüst komutanlar! Hâlâ Amerikan menfaatleri için kullanılmaya devam mı edeceksiniz, yoksa sorumluluğunuzun gereğini yerine getirip Hilâfet'in yeniden kurulması için Hizb-ut Tahrir'e destek ve nusret mi vereceksiniz?

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER