Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti, Hilâfet'in Yıkılışının Hicrî 87. Yıldönümünde, Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder

  • Kategori Türkiye
  •   |  

İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.

Bunun için Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır.

Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir.

Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır.

Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler.

Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur.

Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir.

Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır.

Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız.

Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder?

Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

"Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?!

Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur.

Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır.

Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur!

Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri!

Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir.

Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Terörizme" Karşı Savaşın Siyasileştirilmesi Devam Etmektedir"

Geçen yılki Dr. Hanîf'in davasının ele alınmasına yönelik güvensizlik boyutu, daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Zîra bu hafta Avustralya İstihbarât Ajansı'nın, Dr. Hanîf'in güvenlik tehdidi oluşturmadığı noktasında Howard Hükümeti'ni bilgilendirdiği, onu sürekli şekilde uyardığı ve söz konusu kişinin İngiltere'de terörist komplo hazırlamakla ilişkilendirilmesine yönelik hiçbir delîle sahip olmadığını itiraf ettiği ifşâ olmuştur. Ne var ki Dr. Hanîf'in vizesini iptal eden dönemin Başsavcısı Kevin Andrews, İstihbarât Ajansı tarafından hiçbir uyarı almadığını ve sorma gereği de duymadığını ifâde etmiştir.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr, şöyle dedi:

 

İkinci kez seçimleri kazanmak amacıyla Howard Hükümeti'nden geçen sene ulusal güvenlik hakkında pek çok cafcaflı sözler işittik. Gerçekte ise Dr. Hanîf'in davasına yönelik ifşâ olan bu trajikomik yaklaşım, artık masum insanların politik kazanımlar uğruna kurban edildiği günlük bir mesele haline gelmiştir. Bu da Batılı hükümetlerin genel bir kavrama karşı açtığı savaşın hakîkatinin bir yansımasıdır. Sözde terörizme karşı savaş, minimum oranda güvenlikle ilişkili iken, maksimum oranda orantısız ve ahlâki olmayan siyâsetle ilişkilidir. Nitekim "terörizme" karşı savaş bağlamında Batılı hükümetler, kendi sınırları dışındaki İslâmî beldelere saldırarak sömürgeleştirmişler ve İslâmî toplumları tedirgin etmişlerdir.

 

Baş belâsı Rudd Hükümeti, geçmiş hükümetlerden pek de farklı olmayacaktır. Zîra Irak'taki ve Afganistan'daki kuvvetlerini çekmesine rağmen İslâm âlemine yönelik hârici siyâseti değişmeyecektir. Nitekim Rudd Hükümeti, dünya eksenindeki şiddetin köklü nedenlerini ve bunların en önemlisi olan Batının hârici politikasını ele almaktansa sorumluluğu, sanki sorun Müslüman gençlikteymişçesine onlara yönelik sempozyumlar ve konferanslar yoluyla imâlı şekilde İslâmî toplumlara yüklemeyi sürdürmektedir.

 

Usmân Bedr

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Avustralya

 

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Telefon: (+61) 438 000 465

 

www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.hizb-ut-tahrir.info/info/turkish.php

www.turkiyevilayeti.org| www.hizb-australia.org

Daha fazla bilgi için lütfen, Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr ile, e-mail (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) veya GSM (0438 000 465) yoluyla temas kurunuz. Ayrıca web sitemizden (www.hizb-australia.org) de ayrıntılı bilgiler edinebilirsiniz.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilâfet Devleti'nin Yıkılış Yıldönümünde, Filistin Otoritesi'nin Despot İcraatları, Hizb-ut Tahrir Şebâbı'nın Sebatı ve Azmi ile Karşılaşacaktır

  • Kategori Filistin
  •   |  

Nihâyet Filistin Otoritesi, Hizb-ut Tahrir / Filistin'in düzenlediği Annapolis yürüyüşlerini bastırdığı sırada gizlendiği kanunî kılıfı çıkartıp attı, Filistin halkı ve dünyadaki Müslümanlar karşısındaki konumunun hakîkati ifşâ oldu. Daha önceki neşriyatımızda Hizb'in, kanunda belirtilen adımlara göre hareket ettiğini, Hilâfet'in yıkılış yıldönümünde yapmaya niyetlendiği ameller hakkında Filistin Otoritesi'ndeki ilgili makamlara tebligatlar gönderdiğini ve azîm Hilâfet projesine saldırılarında İslâm'a karşı savaşan Kâfirlerin yanında yer almak üzere Otorite'nin girişimleri olduğunu ifâde etmiştik. İşte o girişimler, aşağıdaki şekilde somut vakıaya dönüşmüştür:

1.   Otorite'nin güvenlik birimleri, bugün 31.07.2008'de Cenîn'deki konferansın yapılmasını kuvvet zoruyla engelledi. Güvenlik mensuplarını konferans alanına çıkan yollara konuşlandırdı ve konferans alanın çevresini âdeta askerî abluka altına aldı. Ardından Hizb'in pek çok şebâbını tutuklamasının yanı sıra bu sabah Hizb'in şebâbından başkalarını da tutukladı.

2.   Otorite, bugün Beyt Lahim'de yapılması kararlaştırılan başka bir konferansı da engelledi. Yüzlerce güvenlik mensubu Beyt Lahim'e giriş yollar üzerine konuşlandırdı ve konferans alanın çevresini âdeta askerî abluka altına aldı. Ardından Hizb'in onlarca şebâbını tutukladı.

3.   Otorite'nin güvenlik birimleri, Hizb-ut Tahrir şebbâtının ve onları destekleyen hanımların el-Halîl'deki salonlardan birinde 29.07.2008 Salı günü düzenleyecekleri konferansı da engelledi. Yani mesele, sadece İslâm'ı taşıyan ve Hilâfet'e davet edenlere karşı siyâsî baskı sınırının ötesine geçerek çamuru balçığa çevirdi. Otorite, kendi kanunlarını  kendisi çiğnedi. Çünkü bu tür faaliyetler, tebligat gerektirmez. Genel toplantılar kanununun 1 sayılı maddesine göre tebligat, kanunen sadece açık alanlarda düzenlenecek amaller için gereklidir, kapalı alanlar için gerekmemektedir. Buna rağmen bacılarımız, mezkûr salonda faaliyetlerini düzenlemeyi başarmışlardır.

4.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinliklerini engelleme girişimlerinde Otorite, farklı bölgelerde onlarca kişiyi daha tutuklamıştır. Bazılarının tutuklanma biçimi, Otorite'nin haddini nasıl aştığını göstermiştir. Bedya'da güvenlik mensupları, şebâbtan birinin evinin arkasındaki balkona tırmanarak gizlice eve girdiler ve onu evde bulamayınca ev halkını bir odaya kapattılar ve etrafı kırıp dağıttılar. Beyt Lahim bölgesinde ise, Otorite'nin güvenlik birimleri şebâbtan bazılarını tutuklamak amacıyla Yahudi ordusu ile koordineli şekilde evlerinin bulunduğu mahallelere girdiler. Çünkü buralar, Yahudi muvâfakat etmedikçe ve giriş izni olmadıkça Otorite'nin girmesinin yasak olduğu bölgelerdir. el-Halîl'de ise güvenlik birimleri Hizb-ut Tahrir şebâbını takip etmek ve tutuklamak ile meşgul iken Yahudi ordusu da, aynı saate tutuklama mahalline yakın bir yerde bombalar ve füzeler ile bir şehidin evini bombardımana tutmakla meşgul idi.

Şu halde aşağıdaki noktaları vurguluyoruz:

1.   Otorite'nin baskı yapmak, darp etmek, yaralamak, engellemek ve taciz etmek şeklindeki saldırıları karşısında amellerimize devam etmekte kararlıyız. Otorite, şu iki hususu iyi anlamalıdır: Birincisi; Bizler, Âlemlerin Rabbi Allah'ın verdiği bir hakka sahibiz. Dahası bunu, bize ve tüm Müslümanlara vâcip kılmakta, Hilâfet'in kurulması için çalışmadan ölen bir kimseyi câhiliye ölümü ile ölmüş saymaktadır. Kezâ İslâm, bu davetin Müslümanlara ulaştırılması için her tür meşru üslubu kullanmayı câiz kılmıştır. Dolayısıyla kibir sizleri ne kadar günaha sevk ederse etsin, davetimizi taşımaktan asla taviz vermeyeceğiz. [فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ] "Size ne oluyor? Ne biçim hükmediyorsunuz?" [Yûnus 35] İkincisi; "Karton devletinizde" gözümüz yoktur. Aksine onu, üstenilmesi veya iştirak edilmesi caîz olmayan bir günah alarak addediyoruz. O halde akletmez misiniz?

2.   Otorite'nin, davetimizi taşıma ve şer'î olarak ifâde etme hakkımıza yönelik tasarrufları, bilhassa cebir ve şiddet kullanarak Cenîn ve Beyt Lahim'deki konferanslarımızı engellemesi karşısında Kuzeyde el-Celeme'den Güneyde ez-Zâhiriyye'ye kadar Batı Şeria'nın farklı mescidlerinde yarın Cuma salâhından sonra Hilâfet'i ve onun için çalışmanın farziyetini hatırlatan hitaplarda bulunmayı kararlaştırdık. Böylece sesimiz, Cenîn ve Beyt Lahim konferanslarına katılacak olanlardan daha çok insana ulaşmış olacaktır.

3.   Gerek el-Halîl, gerekse Kalkilya'da yapılacağı açıklanan yürüyüşlerin, sırf Hilâfet'e ve Hilâfet davasına adanması için iki yürüyüşte de Hilâfet râyelerinden ve livalarından başka hiçbir şey açmamaya karar verdik. Zîra bu iki yürüyüş, örgütlerin ve grupların bayraklarının, flamalarının ve simgelerinin açıldığı ayrılıkçı bir amel değildir. Bilakis bunlar, tüm Müslümanların meselesi olan Hilâfet yapılan yürüyüşlerdir. Hilâfet râyesi ise, Hizb-ut Tahrir'in râyesi değildir. Binaenaleyh, Hilâfet râyesi ve livası dışında herhangi bir bayrağın veya simgenin açılmasını, yürüyüşleri sabote etmeye ve belirtilen hedefinden saptırmaya yönelik bir girişim olarak addetmekteyiz. Nebevî hadislerin delâlet ettiği üzere Hilâfet râyesi, üzerinde beyaz hatlarla [لا إله إلاّ الله محمد رسول الله] yazılı siyah kumaş parçasıdır. Dolayısıyla herkesten buna riayet etmesini ricâ ediyoruz ve bu düzenlemeye muhâlefet edilmesi durumunda Yürüyüş Organizasyonu Komitesi'nin buna mani olacağınız bildiriyoruz.

Son olarak; Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'nin kuruluşunu en yakın zamanda kutlamayı nasip etmesini, İslâm'ı ve ehlini izzetlendirmesini, şirki, nifâkı ve ehlini de zelîl kılmasını Allah'tan temennî ediyoruz. Muhakkak ki O, Semî'dir ve Mucîb'dir.

بِنَصْرِ اللهِ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ المُؤْمِنُونَ، "İşte o gün mü'minler de Allah'ın nusreti, zaferi ile ferahlayacaktır." [er-Rûm 3-4]

Devamını oku...

28 Raceb – Hilâfet Devleti’nin Yıkılışı Hilâfet’i Yeniden Kurmak, İslâmî Ümmet’in En Önemli Farzıdır

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

İslâm, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’e inzâl ettiği dîndir. Bu dîn, yeryüzünde Müslüman olsun, gayri-Müslim olsun tüm insanlığın hayatını sahîh bir biçimde düzenler. İslâm’ın, insanın ruhî, toplumsal, iktisâdî ve siyâsî işlerine yön vermek üzere getirdiği fikirler ve hükümler, İslâmî Şeriatı oluşturur. Açıktır ki yönetim sistemi (yani devlet), herhangi bir ideolojinin hükümlerinin ve hayat tarzının uygulamaya konulmasında en önemli rolü oynar. Hayat işlerinde hükümlerin devletsiz uygulanması asla mümkün değildir. Bu nedenle görüyoruz ki Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve Sahâbe [Rıdvânullahi Aleyhim] Mekke’de 13 sene boyunca mücâdele verdiler, ardından ilk İslâmî Devlet’i kurmak üzere el-Medîne’ye hicret ettiler. el-Medîne’de devletin kurulmasından sonra, İslâmî fikirler ve hükümler, hayat işlerinde uygulanmaya başladı. Sonuç olarak, başlangıçta el-Medîne’deki bölünmüş kabileler, ardından tüm Arap Yarımadası, tek bir Ümmet dâhilinde, yani İslâmî Ümmet olarak bütünleştiler. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bizâtihi İslâmî Devlet’in ilk Devlet Başkanı idi ve O’nun irtihâlinden sonra, Ebu Bekr [RadiyAllahu Anh] Müslümanların Halîfesi seçildi. O zamandan sonra İslâmî Devlet, Hilâfet Devleti olarak tanındı.

Hilâfet Devleti, tüm Müslümanların siyâsî liderliğidir; Bu sayede İslâmî Şeriat toplum içerisinde uygulanabilir, korunabilir ve İslâmî Dâvet, tüm insanlığa bir Hidâyet ve Nûr olarak taşınabilir. Hilâfet Devleti’nde Müslümanlar, bir Halîfe seçip ona bey’at verirler. Şu şartla ki Allah’ın Kitâbı ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in Sünneti üzere Allah’ın kullarını yönetsin. Halîfenin sorumluluğu, İslâmî Şeriat’ı uygulamak ve İslâmî Dâvet’i âleme taşımaktır. Hilâfet Yönetim Sistemi, vahdet sistemidir ve yeryüzündeki diğer tüm yönetim sistemlerinden keskin bir farklılık arzeder. Meselâ teokratik bir devlet değildir, bilakis güvenliği sağlamakla, ırklarına, renklerine ve dînlerine bakmaksızın tüm tebâsının temel ihtiyaçlarını karşılamakla emrolunmuş, ideolojik temele dayalı bir devlettir.

Varlığı boyunca Hilâfet Devleti, yeryüzünde yükselen bir yıldızı, milletler arasında aydınlatan bir güneş, dünyanın mazlum halkları için ümit feneriydi. İnsanlık, Hilâfet liderliğinde muazzam bir ilerleme kaydetmiş, onun gölgesinde barış, güvenlik, istikrar ve gerçek kalkınma görmüştü. Hilâfet Devleti’nin 13 asır boyunca dünyaya siyâsî, askerî, iktisâdî, mânevî ve fikrî olarak liderlik ettiği inkâr edilemez bir târihî hakîkattir. İslâmî Ümmet, Hilâfet’in gölgesinde kaldığı müddet boyunca, başka hiçbir millet yahut ümmet onunla boy ölçüşememişti. İşte bu Hilâfet Devleti, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] tarafından el-Medîne’de kurulmasından 13 asır sonra H. 28 Raceb 1342 el-muvâfık M. 3 Mart 1924 günü Sömürgeci İngiltere ve ajanı Mustafa Kemâl [Lâ’netullahi Aleyh] tarafından kaldırıldı.

Hilâfet’in kaldırılması neticesinde, bugün Müslümanlar 50 küsur parçaya ayrıldılar ve canlarını, mallarını ve ırzlarını koruyan kalkanı kaybettiler. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır, onun ardında savaşılır ve onunla korunulur.[İmâm Muslim rivâyet etti.]

Hilâfet’in kaldırılmasıyla, işlerimizi yürüten ve sorunlarımızı çözen himâyeden mahrum kaldık. O kadar ki bugün başımıza küfür ideolojilerini tatbîk eden küfür devletleri altında yaşamaya mahkum olduk. Üstelik Sömürgeci Kâfir güçler, bizi yönetsinler diye Müşerref, Kerimov, Beşşar, Mübarek, Karzai, Erdoğan, Abbas ve Fahruddîn gibi ajanlarını başımıza musallat ettiler. Düşmanlarımız zayıflığımızı ve çobansız kalmış bir sürü gibi olduğumuzu görünce, vahşi hayvanlar misâli üzerimize saldırdılar. Filistin’de, Keşmir’de, Bosna’da, Kosova’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Irak’ta… sonu gelmez bir liste! Bugün tüm namlular Müslümanlara doğrultulmuştur. Bugün Müslümanlar bölünmüş, parçalanmış, yapay sınırlarla birbirlerinden koparılmış, zayıflatılmıştır. Bu da başta Amerika ve müttefikleri olmak üzere Sömürgeci Kâfir devletleri, “teröre karşı mücâdele” adı altında peş peşe Müslümanların beldelerine saldırmaya cüretlendirmiştir. Çünkü İslâm’ın ve Müslümanların emîn bekçisi olacak, onları koruyup savunacak tek bir liderleri yok! Aynı zamanda bugün özgürlük ve demokrasi sloganları ile Müslümanlara dayatılan Kapitalist İdeoloji, Ümmet’i ifsat etmeye devam etmekte, şerden öte hiçbir şey getirmemektedir. Gerçekte bu kokuşmuş Sömürgecilik ideolojisi, sadece İslâm Ümmeti’ni değil, tüm insanlığı sefâlete, rezâlete ve felâkete sürüklemiştir.

Ey Müslümanlar!

Hilâfet Devleti, Rabbinizin en azîm farzıdır. İzzetinizin kaynağıdır. Muhakkak ki Hilâfet, yeniden kurulduğu vakit düşmanlarınızı hezîmete uğratacak, topraklarınızı kurtarak, bir kez daha dünyada adâletin ve hayrın minâresi olacaktır. Zîra bu, Rabbinizin vaadi, Rasûlünüzün müjdesidir.

Hilâfet’in yıkılışının bu yıldönümünde, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş olarak sizleri, Hilâfet’in yeniden kurulması çalışmalarına elinizden gelen tüm çaba ve süratle katılmaya çağırıyoruz ki Küfür yönetimi ortadan kaldırılabilsin ve Allah’ın indirdikleri ile yönetim yeniden ikâme edilebilsin. Gerçek şu ki beşer mahsulü Küfür sistemleri altında yaşadığımız ve İslâmî yönetimi kurma farzımızı ihmâl ettiğimiz müddetçe, boyunlarımızdaki günah yükünden kurtulamayacağız. İslâm Akîdesi’ne îmândan sonra, bir Müslümanın boynundaki en önemli farziyetlerden biri Allah’ın indirdikleri ile yönetimin kurulması için çalışmaktır. Üstelik bu farz, sadece herhangi bir hizbe veya gruba da farz değildir, bilakis bu, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın tüm Müslümanlara farzdır. Allah [Tebârake ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet ve Sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tâbi olma![el-Mâide 48]

İmâm Muslim, Ebu Hâzim’den Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle dediğini rivâyet etmiştir: كَانَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأَنْبِيَاءُ، كُلّمَا هَلَكَ نَبِيّ خَلَفَهُ نَبِيّ، وَإنّهُ لاَ نَبِيّ بَعْدِي، وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ فَتَكْثُرُ، قَالُوا: فَمَا تَأْمُرُنَا؟ قَالَ: فُوا بِبَيْعَةِ الأَوّلِ فَالأَوّلِ، وَأَعْطُوهُمْ حَقّهُمْ، فَإنّ اللّهَ سَائِلُهُمْ عَمّا اسْتَرْعَاهُمْİsrâiloğulları, Nebîler tarafından siyâset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir Nebî vefât edince, bir diğer Nebî ona halef oluyordu. Artık Benden sonra Nebî yoktur. Halîfeler olacak da çoğalacaklardır.” Dediler ki: “Öyleyse bize ne emredersiniz? Buyurdu ki: Önceki ilk bey’atinize sadâkat gösterin ve onlara haklarını verin. Muhakkak ki Allah, yönettikleri hakkında (ne yaptıklarını) onlara soracaktır. [Muslim rivâyet etti]

Devamını oku...

AKP'nin Kapatılmaması, Laik (Dinsiz) Nizâmı Korumak ve Amerikan Nüfûzunu Dizginlemek İçindir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

14 Mart 2008 Cuma günü, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iktidar partisi AKP'nin kapatılması ve Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Meclis eski Başkanı dâhil 71 üyesine siyâsî yasak istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne açılan dava, 30 Temmuz 2008 Çarşamba günü, 6 üyenin kabul, 5 üyenin ret ve bunlardan 4 üyenin hazine yardımından mahrum bırakma lehinde kullandıkları oylar neticesinde, AKP'nin kapatılmaması, ½ oranında hazine yardımından mahrum bırakılması ve Mahkeme Başkanı'nın ifadesiyle "çok şiddetli bir uyarı" kararı ile sonuçlandı.

Davanın açıldığı yaklaşık dört ay önce de belirttiğimiz gibi, bu davanın AKP'yi kapatmakla sonuçlanmayacağı, aksine İngilizci Laiklerin Amerikancı Laiklere şiddetli bir uyarısı mahiyetinde olduğu mâlumdu. Kamuoyunda yaygın kanaat ise AKP'nin kapatılacağı yönündeydi. Ancak son zamanlarda meydana gelen bazı olaylar ve bilhassa Ergenekon soruşturması ile birlikte kapatmama eğilimi fark edilir bir durumu gelmişti. Zîra ordunun ifrâzâtını temizleyen, orduyu pek çok eski cürümden aklayan ve söz anlamaya yanaşmayan bazı şahinlerini tasfiye eden Ergenekon soruşturmasının işleyiş şeklinden Ordu ile Hükümet arasında bir mutâbakat olduğu ve dolayısıyla bu mutâbakatın mahkemenin kararına yansıyarak AKP'nin kapatılmayabileceği sonucu hissedilmişti ve bu his, medyada kimi söz sahiplerince de dile getirilmişti.

Fakat kimse, kimin ve neden AKP'ye kapatma davası açtırdığı, kimin ve neden Ordu ile Hükümet arasındaki mutâbakatları sağladığı soruları üzerinde fazla durmadı. Bu sorular üzerinde durulsaydı, Türkiye'deki siyâsî krizin gerçek mâhiyeti daha net anlaşılırdı. İşte açıklıyoruz:

1.   Türkiye'deki siyâsî kriz, İngiltere güdümündeki Laik-demokrat-kapitalist askerî otorite ile Amerika güdümündeki liberal-demokrat-kapitalist siyâsî otorite arasındaki nüfûz ve otorite çatışmasından kaynaklanmaktadır. Mevcut çatışmanın temel etkenleri ortadan kalkmadığı için, AKP'nin kapatılmamış olması bu krizi sona erdirmeyecektir.

2.   Amerika'nın AKP hükümetine verdiği çok yoğun destek, ülkeyi demokratikleşme, darbe karşıtlığı ve Avrupa Birliği üyeliği gibi düşüncelere boğmuş olması ve Irak'ı işgâl ederek Türkiye için yakın tehdit teşkil edecek şekilde komşu olması ve değişmekte olan konjonktürel koşullar neticesinde ordu, fiilî-doğrudan askerî darbe yapma yeteneğini önemli ölçüde yitirmiştir. Bunun için geçen seneki Cumhurbaşkanlığı krizi öncesine kadar bir süre klasik İngiliz siyâseti gereğince gerilimi yükseltme politikası izlemiş, ancak işe yaramaması üzerine tekrar yeni İngiliz siyâseti gereğince mutâbakat (esneklik) politikasına geçmiştir. Bunun ilk adımı, geçen yıl Erdoğan-Büyükanıt görüşmesiyle yapılan Dolmabahçe mutâbakatıdır.

3.   Ancak eski ordu ve terörist artıklarından müteşekkil çeteler ve arkalarındaki güç odakları, tekrar canlanan bu yeni İngiliz politikasından rahatsızlık duymuşlar, bunlar da aynı mutâbakat sonucu, Ergenekon soruşturması denilen bir süreç dahilinde -kısmen- tasfiye operasyonuna tâbi tutulmuşlardır. Yine ordu ile hükümet veya daha doğru bir ifadeyle Amerika ile İngiltere arasındaki bu mutâbakat sonucunda AKP'nin kapatılmaması kararı alınmıştır. Hatırlanmalıdır ki bu davanın açılması, Laiklerin damarına basan iki olaydan sonra olmuştur; AKP tarafından "yalnızca üniversitelerde" başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliği yapılması -ki Anayasa Mahkemesi bunu iptal etmiş, şu ana kadar da gerekçesini açıklamamıştır- ve ikincisi de ordunun çetin kış koşulları altında Irak'a sınır ötesi operasyona gönderilip Amerika'nın emriyle kısa bir süre içinde geri getirilmesidir.

4.   AKP'nin kapatılmaması, bununla beraber hazine yardımından kısmen mahrum bırakılması ve şiddetle uyarılması kararının en önemli sonucu; hiç kuşkusuz Laik (dinsiz) devlet düzeninin, kurumlarının ve bu cümleden Anayasa Mahkemesi'nin aklanmış ve korunmuş olmasıdır. Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde aldığı şâibeli 367 kararı ve bu yıl başörtüsü hakkında aldığı karar ile eleştirileri üzerine çeken mahkeme, bu son kararı ile güya âdil davrandığını, bağımsız olduğunu, güdüm altında olmadığını, şâibelerden uzak olduğunu göstermeye çalışmıştır ve Mahkeme Başkanı, kararı açıklamadan evvel bunlara vurgu yapma gereği duymuştur. Diğer bir önemli sonucu da, Mahkeme Başkanı'nın da vurgulayarak ifade ettiği gibi, siyâsî çekişmelere yol açan konuların mahkemeye taşınmaması talebi ve AKP'nin bundan sonra kendisine çekidüzen vererek Laikleri öfkelendirecek reformlardan ve düzenlemelerden kaçınması gerektiğidir. Hazine yardımının kısmen kesilmesinin pek bir önemi yoktur, çünkü Amerika'da AKP'yi finanse edecek kadar kaynak mevcuttur.

5.   Dolayısıyla çatışmanın sona ermesi, düşmanlığın yerini dostluğa bırakması, bundan sonra her şeyin güllük-gülistanlık olması söz konusu değildir. Bilakis dengeli bir tonda çatışma sürecek ve tarafların tutumlarına ve adımlarına göre şiddeti yükselip inecektir. İşte birkaç gün önceki Güngören vahşeti buna işârettir.

6.   Sonuçta, sahnede izlediğimiz gölge oyunu Karagöz ile Hacivat arasında geçiyor gibi görünse de, perde arkasındaki "hayâlîler" (görünmeden ipleri oynatanlar) Amerika ile İngiltere'dir.

Ey Müslümanlar!

Sizler, kimin kimi ısırmayacağını iyi bilirsiniz, birbirlerini ısırdıklarından neler olacağını da iyi bilirsiniz. O halde bunlara daha ne zamana kadar seyirci kalacaksınız? Oyuncuları sizden olmayan, antrenörleri sizden olmayan, hakemi sizden olmayan bu iğrenç maçı daha ne zamana kadar seyretmeyi sürdüreceksiniz? Daha ne zamana kadar bu iki takımdan birini desteklemeye, bayrağını sallamaya, gol atınca üzülmeye, gol yiyince sevinmeye devam edeceksiniz?

Muhakkak ki bu maç sizin maçınız değildir. Onlar sizin sahanız üzerinde, sizin servetleriniz sayesinde, sizin verdiğiniz güçle birbirleriyle çekişirlerken sizi seyirci koltuklarına oturtup tempo tutturmaktadırlar. Medyadaki amigoları ile sizleri yönlendirmektedirler. Siz tuttuğunuz takımı beğenmeyince sizin kaynaklarınızı kullanarak hemen yeni yabancı transferler yapmaktadırlar. Bilakis sürekli uzatma dakikaları ile sürdürülen bu maç, Sömürgeci Kâfirlerin maçıdır. Bu maçı ancak sizin çalacağınız düdük durdurabilir. Siz sahaya inip son düdüğü çalmadıkça, bu çirkef oyuncuları, antrenörleri, hakemleri soyunma odasına kapatmadıkça her faulde, her penaltıda, her taçta, her köşe atışında enerjiniz ve azminiz tükenip gidecek, böyle giderse Allah da sizin yerinize sizden daha hayırlı bir seyirci topluluğu getirecektir.

O hayırlı seyirciler topluluğu, böylesi çirkin maçları izlemeye tenezzül ve tahammül etmeyecektir. Bilakis onların izleyeceği maç, Allah'ın izniyle Râşidî Hilâfet ile Sömürgeci Kâfirler arasındaki çetin maç olacaktır ve o maç mutlaka ihlaslı mü'minlerin gâlibiyeti ile sonuçlanacaktır.

Ey Müslümanlar!

Türkiye'deki siyâsî krizin başlıca aktörleri olan askerî otorite ve siyâsî otorite, hiç kuşkunuz olmasın ki Sömürgeci Kâfirlerin güdümündedirler. Onlar sayesinde ayaktadırlar, onlardan aldıkları güçle birbirlerine karşı hamleler yapmaktadırlar. Üstelik onlar, İslâm'a ve Müslümanlara da alenen savaş açmışlardır. Bu ülkede İslâm'ın hâkim olduğunu kim iddia edebilir? Tüm kurumları, kuruluşları ve nizâmları ile bu devlet, tamamen İslâm dışıdır ve dahi İslâm'a düşmandır. Yöneticilerinizin ismen ve şeklen Müslüman olması sizleri aldatmasın. Tam aksine onlar, Sömürgeci Kâfirlerin yârânıdırlar.

İşte Hizb-ut Tahrir sizlere çağrıda bulunmaktadır, Ey Müslümanlar! Sömürgeci Kâfirlerin ve uşaklarının bu kirli çekişmelerine ortak olmayınız, hiçbirine destek vermeyiniz, onlara vereceğiniz destek, onlara duyacağınız sempati, onlara göstereceğiniz ilgi, biliniz ki ancak İslâm düşmanı, Müslüman katili Sömürgeci Kâfirler için olacaktır. Sizin kurtuluşunuz ancak İslâm'dadır, İslâm'ın yönetim sistemi olan Hilâfet'tedir, İslâm'ın devleti olan Râşidî Hilâfet Devleti'ndedir. Şüphesiz ki bu Allah'ın vaadidir, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir ve Sömürgeci Kâfirin kâbusudur.

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İstanbul'daki Katliamdan Bataklıktaki Yöneticiler Sorumludur

27.07.2008 Pazar günü akşamı İstanbul'da bir patlama meydana geldi, insanların olayı görmek için kalabalıklaşmasından sonra daha büyük ikinci bir patlama meydana geldi ve şu ana kadar 17 kişi vefât etti, yaklaşık 150 kişi yaralandı. Allah'tan vefat edenlere rahmet, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.

Masum insanlara yönelik bu vandalist vahşet, hiç kuşkusuz son dönemde Türkiye'de süregelen siyâsî gerilimin yansımasıdır. Bir yanda AKP'yi kapatma davası, öte yanda Ergenekon soruşturması sürerken meydana gelen bu korkunç vahşette kullanılan taşeronlar ve tetikçiler kim olursa olsun, gerçek sorumlular krizin tarafları ve temsil ettikleri sömürgeci kâfirlerdir.

Kendilerini devletin gerçek sahibi sananlar, kendi koltuklarını ve otoritelerini kaybetme endişesiyle ülkeyi uçurumun ağzına getirirlerken, Amerika'nın dürtmesiyle onların üzerine giden, ayaktakımlarını ve çeteleri toplayan Hükümet de göstermelik ve sınırlı operasyonlarla terör ve darbe şebekelerinin kökünü kazdığını iddia etmektedir.

Sistemi ve yöneticileriyle bu Laik-Demokratik Cumhuriyet'in habis kokusu, artık burunlarının direklerini kırar hale gelmiştir. Nitekim bu sistem içerisindeki tüm kesimler aynı bataklığın içerisindedir. Ne kapatma davası, ne de Ergenekon soruşturması bu bataklığı kurutmaya yetecektir. Bunlarla ne Amerikan uşaklarının, ne de İngiliz uşaklarının sonu gelecektir. Olan, her zaman olduğu gibi yine bu Müslüman halka olacaktır.

Nezih Müslüman kanı, Allah katında Kâbe'nin taş taş yıkılmasından daha ağır bir cürümdür ve katiller hangi terörist örgütten olursa olsun, asıl sorumlular bu ülkenin yöneticileridir. Korkarız ki devam eden mevcut siyâsî krize paralel olarak bu tür vahşi katliamlar sürecektir. Allah zâlimlere fırsat vermesin, bomba koyan ellerini kırsın, gözlerini kör etsin. Bu insafsız katliamların gerçek sorumluları olan yöneticileri bir an önce bu Ümmet'in başından def etsin ve Sömürgeci Kâfirlerin ve uşaklarının topraklarımız üzerindeki nüfûzlarını, hegemonyalarını ve her tür varlıklarını kökünden söküp atacak, bu bataklığı kurutacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni bir an önce bu mazlum ümmete lutfedip merhamet etsin.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER