Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Demokrasi, -Aynen Diktatörlük Gibi- Pakistan'ın Ekonomik Sorunlarını Çözmekten Âcizdir, Fakir Kitlelerin Haline Yalnızca İslâm'ın İktisâd Nizâmı Çözüm Olabilir

Mevcut bütçe; yalnızca Sömürgecilerin ve bir avuç Kapitalistin menfaatlerini koruyan Kapitalist ekonomi ilkelerinin mahsulüdür. Bu bütçe, fakir insanlara günlük bir öğün yemeği bile çok görmektedir. Bu bütçe açık bir gerçeği bir kez daha kanıtlamıştır ki ister Demokrasi ister Diktatörlük rejimi olsun, her iki yönetim şekli de aynı hortumcu kapitalist ekonomi sistemini uygulamaktadır. Kapitalist ekonomi ilkeleri, zengini daha da zenginleştiren, fakiri daha da fakirleştiren bir temele dayanmaktadır. Bunun içindir ki Pakistan'ın son altmış yılında, tıpkı bir köşe-kapmaca oyunu gibi, Demokrasi ile Diktatörlük arasındaki gidip gelerek zavallı halk yığınlarını senelerce oyalayıp hiçbir köklü değişim gerçekleştirmemiştir. Üstelik her iki yönetim şekli de aynı sömürücü kapitalist sistemi uygulamışlardır. İşte bu nedenle ister Demokrasi, ister Diktatörlük olsun, kendi çıkarlarını gerçekleştirdiği sürece, aslında her ikisi de Amerika'ya uyar.

Söz konusu bütçede; IMF ve Dünya Bankası'nın tâlimatlarına bağlı kalınarak elektrik, doğalgaz, buğday, gî [Hint Yarımadası'nda manda sütü yağını eritip kaynatarak yapılan katı yağ, tereyağı] gibi ürünlere verilen milyarca rupilik destekler kaldırılmakta, fakir kitleler ölüme terk edilmektedir. Üstelik varlıklı ve zengin insanlardan Harâc, Öşür ve Zekât toplamak yerine, KDV adı altında sıradan insanlardan haram vergiler alınmaktadır ki geçen sene toplanan bu vergi, 75 milyar rupiyi [takriben 1 milyar ABD doları] aşmıştır. Mevcut demokratik dağılımda, hiçbir büyük sermaye sahibinden ve toprak ağasından Harâc ve Öşür alınamaz, çünkü yasama meclislerinin üyeleri, bu sermayedârların ve ağaların ta kendileridir! Bu halleriyle kendi kendilerinden nasıl vergi aldıracaklar? Yine aynı elit grup, yakınlarının ve yandaşlarının borçlarını silerek 54 milyar rupilik peşkeş çekmiştir. Ancak onlar sıradan bir insanın bin rupilik borcunu bile asla silmeye yanaşmazlar. Sözde Ulusal Uzlaşma Kararnamesi çarpıcı bir gerçeğin apaçık kanıtı olmuştur; demokratik sistemlerde bir avuç elit tabaka, ellerindeki yasama yetkileriyle siyahı beyaza, beyaza siyaha rahatlıkla çevirebilmektedirler. Böylesi bir sistemde fakir insanların yaşamında iyileşme ancak hiç gerçekleşmeyecek bir serap olabilir. Bunun en net örneği bizâtihi Amerika'dır; trilyon dolarlık ekonomisi vardır, ama hâlâ nüfusunun kayda değer bir çoğunluğunun yiyecek, giyecek, barınak ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktan âcizdir. Amerika ve Çin gibi büyük ekonomilerde bile ekonomik trickle-down teorisi [tırikıl-davn: zenginlerin servetlerindeki artışın aşama aşama fakirlere de yansıması] gerçekleşemiyorsa, aynı Kapitalist ekonomi bataklığında debelenen Pakistan'da fakirliğin azalma ihtimâli ne olur acep? Pakistan'ınki de dâhil tüm insanlığın ekonomik probleminin çözümü; para ve kur politikası, mülkiyet, ticaret, gelir kaynakları, harcama kalemleri ve ekonominin diğer tüm yönlerine ilişkin tafsîlî hükümler barındıran İslâmî İktisâd Nizâmı'ndadır. Dahası ne Ümmet Meclisi'nin, ne de Halîfe'nin bu hükümleri değiştirmeye hakkı vardır. İşte böylelikle ne bir avuç Kapitalist, ne de Sömürgeciler, asla kitleleri ekonomik olarak köleleştirme imkânı ve fırsatı bulamazlar.

Devamını oku...

Küfür Rejimi Çatırdıyor, Nihâî Darbeyi Vuracak Olanlar Nerede?

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin, önceki hafta aldığı, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan ve üniversitelerde başörtüsü düzenlemesi olarak bilinen değişiklikleri iptal kararının ardından 10 Haziran 2008 Salı günü, kamuoyuna bir hitapta bulunarak çeşitli değerlendirmelerde bulundu.

Yaklaşık 40 dakika süren konuşmasında Başbakan, daha önce pek çok kez tekrarladığı gibi, Laik (Dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yasama organı olan Meclis'i "ulvî çatı" olarak tanımlayıp Meclis duvarında asılı bulunan "egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir" ifadesini yineleyerek Meclis'te yapılan yasamanın halk adına yapıldığını, kendilerinin halktan yetki aldığını, rotalarını halkın belirlediğini, siyâsetlerinin milletin siyâseti olduğunu, millet ile birlikte olduklarını ve millet ile beraber yürüdüklerini iddia etti. Biraz daha ileri giderek ülkenin ve halkın huzuru için, istikrarı için, (araya sıkıştırdığı) demokrasi için, refah için çalıştıklarını öne sürdü. Ardından Anayasa Mahkemesi'nin kararının, Meclis'in bu yasama hakkına müdâhale olduğunu, Mahkeme'nin kararın gerekçesini yayınlamamasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ve mevcut durumun siyâsî bir kriz olduğunu ifade etti. Ardından bu krizin ve çatışmanın sorumlusu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) gösterdi. CHP'nin kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı davrandığını, devletin kurumlarını karşı karşıya getirmeye çalıştığını, bir yetki çatışması meydana getirmeye uğraştığını ve böylelikle CHP'nin demokrasiye, millete ve "evrensel hukuka" karşı çatıştığını söyledi. Bu kriz sonucu meydana gelecek "sistem yetmezliği" ve "yetki çatışması"na bu ülkenin tahammülü olmadığını itiraf etti. Ardından bir kez daha Anayasa Mahkemesi'nin işlevine atıfta bulunarak "Kanun koyma yetkisi münhasıran, yani sadece ve sadece seçilmiş meclislere aittir. Anayasa tarafından verilen bu yetkiyi kimse yüce Meclisimizden alamaz, kimse kendini yasa koyucu yerine koyamaz." ifadelerini kullandı.

Bu konuşmanın siyâsî ağırlığı olduğu muhakkaktır ve siyâsî bir değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Bununla birlikte yöneticiler, kendi politikalarını yürütürken, kendilerini savunurken, karşıtlarına saldırırken veya kendilerini haklı gösterirken, Müslüman oldukları için kendilerini destekleyen insanların da inancı olan İslâm Akîdesi ile taban tabana zıt fikirler ortaya koymaktan sakınmamaktadırlar. Bir diğer ifadeyle, kaş yapayım derken göz çıkarmakta, ya kalplerinden yukarı çıkmayan inançları ile çelişen ya da kalplerinde gizledikleri gerçek inançlarını ifşa eden durumlara düşmektedirler.

Şüphesiz İslâm yegâne hak dîndir ve bu dîn, Batı'daki dîn konseptinin veya Amerika'nın "Ilımlı İslâm" teorisinin aksine sırf mânevî bir dîn değildir. Bilakis İslâm; hayatın tüm işlerine ve sorunlarına yönelik fikirler, hükümler ve çözümler içeren kapsamlı bir ideolojidir. Bu ideolojinin esâsı, İslâm Akîdesi'dir. İslâm Akîdesi, yeryüzünde yasamayı yalnızca Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya has kılar. Oysa bugünkü Kapitalist Küfür sistemi, bu hakkı beşere vermiş, İslâm'a göre küfür hükmünde olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine dayalı olarak halkın yönetimi vehmedilen demokrasiyi esas almıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir. O size Kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru dîn budur, velâkin insanların çoğu bilmezler." [Yûsuf 40] Dolayısıyla halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlandığı halde, gerçekte halka dayatılan bir avuç insanın ve efendilerinin keyfî yönetimine ve yasamasına dayanan Demokrasi'yi ve bunun palavra sloganı olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesini devlet yönetimine esas haline getirmek, İslâm'a göre küfürdür ve hiçbir Müslüman, bu küfrün tezâhürüne rızâ gösteremez.

Ulvî çatı denilen hâlihazırdaki Meclis, İslâm'ın yönetim nizâmı olan Hilâfet'i ilgâ etmiş olan meclistir ve bu meclis, Osmanlı Hilâfet Devleti'nin henüz yıkılmadığı 1920 yılında kurulmakla, devlet içinde devlet mesâbesindeki isyâncı bir hareketin karargâhı halinde inşâ edilmiştir. O zamandan beri de İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlık, Kâfirlere ve sömürülerine hizmet eksenli küfür yasalarının çıkarıldığı bir Dırâr Meclisi işlevi görmüştür. Evet orada demokrasi, laiklik ve diğer Küfür fikirleri için yasalar çıkarılmıştır, ancak halkın huzuru, istikrarı ve refahı doğrultusunda kayda değer hiçbir ilerleme olmamıştır. Orada hiçbir zaman halkın arzusu ve irâdesi tecelli etmemiş, aksine oraya seçilmiş görünen "atanmışların", kendilerini oraya atayan efendilerinin irâdelerini tecelli ettirdikleri bir mekân olmuştur. Dolayısıyla bu mecliste bulunan temsilcilerin hepsi olmasa da azami çoğunluğunun rotasını belirleyen, oylarını aldıkları Müslüman halk değil, aksine doğrudan yada dolaylı hizmetinde oldukları Sömürgeci Kâfirler olmuştur ki bunlar, hükümetin arkasındaki Amerika ve muhâlefetin arkasındaki İngiltere'dir. Varsayalım ki bu meclis, tamamen halkın arzusunu ve irâdesini temsil ediyor, tamamen bağımsız ve özgür, bütünüyle halkın çıkarları, huzuru, refahı ve istikrarı için çalışıyor, ülkeyi dünyanın en büyük devleti seviyesine yükseltiyor... aklınıza gelebilecek bütün başarıları sağlıyor... bütün bunları yapsa bile, İslâm nazarında bu Meclis küfrün karargâhı olmaya devam edecek, çıkardığı yasalar küfür yasaları olarak kalmayı sürdürecek ve asla Allah'ın, Rasulü'nün ve mü'minlerin lânetine ve öfkesine mâruz kalmaktan kurtulamayacaktır.

Söz konusu evrensel hukuk, Kâfirlerin Müslümanlar ve diğer dünya hakları üzerindeki tahakkümünün hukukî safsatasıdır. Bu hukuk, Irak'ta ve Afganistan'da gâyet bârizdir(!) Bu evrensel hukuka saygı bekleyenler, aslında Sömürgeci Kâfirlerin bu ülke ve halkı üzerindeki tahakkümüne boyun bükülmesini istemektedirler ki bu durum, "milletin irâdesi" söyleminin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu teyit etmektedir. Ayrıca Başbakan CHP'ye çatmakla, Sömürgecilik nüfûzu sebebiyle süregelen siyâsî çatışmanın ve krizin gerçek yönünü gizlemekte, meydana gelenin Amerika ile İngiltere arasındaki bir çatışma değil de hükümet ile muhâlefet arasındaki yerel bir çekişmeden ibâret olduğu izlenimi vermektedir. AKP'ye açılan kapatma dâvâsının, Amerika'nın başkanlık seçimlerine kilitlendiği ve Amerikan Başkanı'nın "topal ördek" olarak görüldüğü bir döneme denk gelmesi tesâdüf müdür? İngiltere Kraliçesinin Türkiye ziyâreti tesâdüf müdür? Çatışmanın Amerikan-İngiliz çatışması olmadığı görüntüsü vermek, bu halkı aldatmaktan ve mevcut despot nizâmı korumaktan başkasına hizmet etmemektedir. Duyarlı kesimler artık bu gerçeği görmeliler ve ona göre tavır koymalıdırlar. Fakat dikkat çekici olan husus şu ki çatışan her iki taraf da, aralarındaki çatışmanın şiddetine ve keskinliğine rağmen, devlet kurumlarını ve mevcut nizâmını korumaya özen göstermektedir. Başbakan'ın konuşmasındaki dikkatli kelimeler ve îmâlı çağrı, bu özenin bir yansımasıdır. Bunu teyit eden bir diğer husus, bu konuşmadan birkaç gün önce Başbakan'ın bir televizyon kanalında verdiği röportajda söylediği şu cümlelerdir: "Ama ben bir Müslüman olarak, bir dindar olarak laikliği ne yaparım? Laikliği savunurum. Laik devleti savunurum. Şu anda da laik devletin Başbakanıyım ve bunu da savunuyorum, inanarak savunuyorum...Ve bu anlamda dört dörtlük bir laikim." Hükümet yanlısı kesimler de, verdiği "sadece üniversitelerde başörtüsü serbestisi" aleyhindeki kararının ardından saldırdıkları Anayasa Mahkemesi'nin kurumsal yapısına saldırmamaya özen göstermekte, meseleyi 11 yargıçtan 9'una mâl ederek şahsîleştirmektedirler. Mahkemenin bu üyeleri yargılandıkları yahut görevden alındıkları takdirde, Laik devletin bu askerî darbe mahsulü kurumu paklanmış mı olacak? AKP hakkında gelecek ay verilmesi beklenen kararda AKP'yi kapatmama kararı alırsa "ak"lanmış mı olacak?

Muhakkak ki bu bâtıl rejim çöküş yolundadır, çünkü;  إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا  "Şüphesiz bâtıl yok olmaya mahkumdur." [el-İsrâ' 81] Başbakan da bu gerçeği teyit etmekte ve bunu "sistem yetmezliği" olarak tanımlamaktadır. İşte aralarındaki keskin çatışmaya rağmen hem Hükümet hem de Muhâlefet kesimlerinin, bu Laik (Dinsiz) devletin kurumlarına ve nizâmına karşı bu kadar harîs olmaları, buradan ileri gelmektedir. Kendilerine yön veren küresel Sömürgeci Kâfirlerin, üzerinde yaşadığımız coğrafya ve bu cümleden Türkiye hakkındaki en büyük korkusu İslâm'dır, İslâm'ın devleti Râşidî Hilâfet'tir. Hükümet'in efendisi Bush da, Muhâlefet'in efendisi Blair ve Brown da, İslâm'dan ve Hilâfet'ten duydukları korkuyu pek çok kez izhâr etmişlerdir. Dolayısıyla Türkiye'de kurumların çökmesi, nizâmın iflâs etmesi ve devlet-millet köprülerinin koparak halkın siyâsî açıdan İslâm'a yönelmesi durumunda, bu Kâfirlerin, nüfûzlarının, çıkarlarının ve dolayısıyla uşaklarının sonu anlamına gelecektir.

İşte o gün, yasa koyucunun böyle bir Dırar Meclisi olmayacağı, yegâne yasa koyucunun Allah [Subhânehu ve Te'alâ] ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] olacağı, Allah ve Rasulü'nden başka hiç kimsenin bu hakka asla sahip olamayacağı, egemenliğin halka değil İslâm Şeriatı'na ait kılınacağı, İslâm'ı ve Müslümanları yükselten, Küfrü, Kâfirleri ve uşaklarını da alçaltan Râşidî Hilâfet Devleti, Allah'ın izni ve yardımı ile kurulacaktır. İşte o gün muhakkak Allah'ın kelimesi en yüce, Küfrün kelimesi en alçak olacak, hiçbir beşer kendi hevâsından küfür yasaları çıkaramayacak, Sömürgeci Kâfirlerin nüfûzu ve tahakkümü asla dönmemecesine ortadan kaldırılacaktır. Bu ne bir vehim, ne de sırf bir temennidir, bilakis bu, Allah'ın vazgeçmeyeceği vaadidir, Rasulü'nün boş çıkmayacak müjdesidir, Kerîm İslâm Ümmeti'nin gönülden arzusudur ve siyâsî geleceğin kaçınılmaz ufkudur. O halde Ey Müslümanlar ve Ey Güç Sahipleri! Can çekişmekte olan bu kokuşmuş zâlim rejimin ve birbirlerini boğazlayan Sömürgeci uzantılarının sonunu getirmek üzere ayağa kalkınız. Biliniz ki eğer bütün bu anlattıklarımız yanlışsa, şu an olduğu gibi hep birlikte zillet içinde yaşamaya devam ederiz, ama eğer doğruysa -ki Allah'ın izniyle doğrudur- o zaman icâbet etmemeniz halinde hüsrâna uğrayanlar sizler olursunuz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Amerika Gibi Bir Yılanı Sütle Beslemenin Mükâfâtı İşte Bu! Pakistan, Amerika'nın Savaşından Derhal Vazgeçmeli ve Taşa Kayayla Karşılık Vermelidir

Salıyı Çarşambaya bağlayan gece ödlek Amerikalılar, kabileler kuşağındaki Muhmend bölgesini bombalayarak 12 ordu personeli dâhil 47 Müslümanı şehit ettiler. Aşağılayıcı gerçek şu ki Pakistan helikopterleri, bu saldırgan hareketin intikâmını almak şöyle dursun, sırf cesetleri getirmek için ertesi sabaha kadar izin bile alamazken Amerikan savaş uçakları, tam bir dokunulmazlık içinde semâlarımızda devriye gezmeye devam etmektedirler. Medyada geçen haberlere göre Pakistan-Afganistan sınırında konuşlu 100 bin Pakistan askeri, bu saldırıya karşı herhangi bir askerî eyleme girişme gereği görmediler. Pakistan hükümetinin Amerikalılara keskin bir darbe vurmak yerine çekingen ve ürkek bir tepki göstermesi, her Pakistanlı Müslümanın utanç içinde başını öne eğmesine yol açtı. Yetersiz silahlanmış Mücâhitler bile Amerikan kuvvetlerine kan kusturabiliyorsa, tam donanımlı yüz binlerce askerlik Pakistan kuvvetleri kendilerini nasıl savunamazlar?

Bugün insanlar, Amerika'yı sanki -hâşâ- Allah Subhânehu kadar güçlü göre bu beceriksiz ve çolpa yönetimler yüzünden zilleti ve hayati kayıpları sineye çekmeye mecbur tutulmaktadırlar. "Önce Pakistan" sloganını istismar edenler, Amerikalılara Allah'ın hükümleri ihmâl edilerek verilen geniş çaplı desteğin ve arkamızdaki kuyu kazmasına izin verilmesinin sonuçlarını şimdiden kestirmelidirler. Amerikan yılanını beslemenin neticesi, şu anda ordumuzu ısırıyor olmasıdır.

Pakistan ordusunun hedef alınması, kabileler kuşağındaki askerî operasyonları yeniden başlatması için baskı yapmak ve kısa bir süre önce imzalanan barış anlaşmasından vazgeçirmektir. Pakistan ordusu, kendi halkına karşı savaşmasına yönelik Amerikan baskısını reddetmeli, Amerika'nın saldırgan eylemlerine karşı Pakistan'ı korumak için pratik adımlar atmalıdır. Bu durumda muazzam halk kitlelerinin gönülden kendi tarafında yer aldığını görür. Dahası her Pakistan askeri, kendi Müslüman kardeşine karşı savaşırken öldürülmektense Amerikalılara karşı savaşırken şehit düşmeyi bin kat daha fazla tercih eder. Ümmet, başındaki yöneticilerden, Amerikan saldırısı karşısında hiçbir şey yapmadan embesil gibi oturmak yerine Bagram'daki Amerikan askerî üssünü cruise füzeleriyle hedef almasını talep etmektedir. Üstelik Amerika'nın İslâm'a karşı bu savaşından, mutlaka vazgeçirilmesi gerekir, Bu da Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine yakıt, gıda ve askerî donanım tedârikinin kesilmesiyle mümkün olur. Amerika'ya bir ders vermenin yolu, yalvarmalar ve alttan almalar değildir, bilakis attığı her bir taşa koca kayalarla karşılık vermektir. İşte Hilâfet, böylesi küstah saldırılara böyle karşılık verecektir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'in Kuveyt'te İdamla Yargılanan Üyeleri Beraat Etti

Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir, gayesi ise Râşidî Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmaktır. Metodu, siyâsî ve fikrî çalışmadır. Üslubu ise, Ümmet'in meselesini açıklamak üzere lisan ve kalem kullanarak İslâm'ın tedriçten uzak, kapsamlı ve tastamam tatbîkine dâvet etmektir.

Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, ne maddî eylemde bulunur, ne maddî eylemi benimser, ne de maddî eyleme teşvîk eder. Bu tür eylemleri de kendisine haram kılar; çünkü o, Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in İslâmî Devlet'i kurmadaki metodunu anlayışı ışığında Râşidî Hilâfet'in kurulması metodunun, maddî eylemlerden uzak olmasını benimser. İşte bu anlayış, 1952'de Hizb-ut Tahrir'in doğuşu ile birlikte doğmuştur ve yeni bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir şebâbının yargılanmasına gelince; H. 28 Receb 1342 el-muvâfık M. 3 Mart 1924'de Hilâfet'in yıkılışının yıldönümü münâsebetiyle ücreti ödenen ilânın 09.08.2007 tarihli günlük yerel gazetelerde yayınlanması talebinin akabinde olmuştur. Bu ilân ile o tarihten bu yana İslâm'ın tatbikinin ilgâ edildiğini, İslâmî hayatın durdurulduğunu, Müslümanların diyârının Hilâfet'ten yoksun kaldığını, Müslümanları ve beldelerini Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet ile gölgelendirmedikçe bu yıldönümünü tekrar yaşatmamasını Azîz-ul Kadîr olan Mevlâ'dan temennî ettiğimizi hatırlattık. Dolayısıyla yayınlanmayan ilânın bu içeriği, Hizb-ut Tahrir'in şiddet, tahribat ve tahrik eylemlerinden uzak olan fikrî ve siyâsî çalışmasını teyit etmektedir. Zaten yargı da bu husustaki sözünü söylemiştir.

Bu münâsebetle bize lütufta bulunup hapishaneden çıkaran Allah Sübuhânehû'ya binlerce şükürler ve hamdüsenâlar olsun.

Ayrıca Hizb'in konumunu, fikrî ve siyâsî çalışmaya yönelik bağlılığını açıklamada gösterdikleri yoğun uğraşlarından dolayı savunma makamına da müteşekkir ve minnettarız.

قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ  "Allah bize lütufta bulundu; doğrusu her kim ittikâ eder ve sabrederse, muhakkak Allah muhsinlerin ecrini zâyi etmez." [Yûsuf 90]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Son Ebiyi Anlaşmasının İmzalanması, Bölgenin Sessiz-Sedâsız Kâfir Batı'ya Teslimine Yönelik Bir Adımdır

Sudan Devlet Başkanı ve Birinci Yardımcısı, mültecilerin geri dönüşüne ve Ebiyi Protokolü'nün uygulanmasına ilişkin yol haritası denilen belgeyi imzaladı. Bu belgede geçen maddeler arasında en tehlikeli olanlar şunlardır:

Birincisi: Barış Anlaşması'nda geçtiği gibi, müzâkerelerini yürütebilmesi için Ebiyi'deki Birleşmiş Milletler heyetinin gücüne, gerek Kuzeyinde, gerekse Güneyinde hareket etme serbestisi veren 3. maddesidir.

İkincisi: İki tarafın, bir ay içerisinde tahkîm heyeti yada tahkîm şartları yada tahkîmin diğer referansları yada yürütme ilkeleri hakkında bir anlaşmaya varamamaları halinde Lahey'deki Daimî Tahkîm Mahkemesi Genel Sekreteri, Devletlerarası Tahkîm Mahkemesi kurallarına ve devletlerarasında geçerli örflere göre tahkîm görevi üstlenecek, yürütme ilkelerini ve referanslarını belirleyecek bir heyet oluşturulacaktır şeklindeki 5. maddesidir.

Hizb-ut tahrir / Sudan Vilâyeti, Kasım 2007'de yayınladığı, "Natsios Önerileri, Servetlerini Yağmalamak İçin Ebiyi'den Hükümetin Otoritesini Çıkarmaktır" başlıklı neşriyatında Ebiyi'yi, Hükümetin otoritesinin olmadığı silahtan arındırılmış bir bölge haline getirmeyi hedefleyen Amerikan planlarından sakındırmıştı. Dolayısıyla otoritesi, Birleşmiş Milletler heyeti yoluyla Amerika'nın eline geçecektir ki böylece 2011'de sona erecek geçiş döneminden geriye kalan zaman içerisinde ve sonrasında sessiz-sedasız servetlerini hortumlayacaktır.

Hükümet atmış olduğu bu imza ile bir defa daha tuzağa düşmüş, oltaya takılmış, Sömürgeci Kâfire istediğini vermiş ve iki Amerikan delegesi -ki bunların sonuncusu Williamson'dur- yoluyla bölgeye getirdiği cürüm planlarını infâz etmiştir.

Kâfir Sömürgeci Amerika lehine Ebiyi'den sessiz-sedasız taviz vermek ve ümmetin mülkü olduğu halde servetleri ve kaynakları üzerinde ifrâta kaçmak büyük bir cürümdür ve Allahu Te'alâ'nın kavlinden ötürü şer'an câiz değildir:  وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُواْ لِلّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا "Ey imân edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Yoksa Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delîl mi vermek istiyorsunuz?" [en-Nisâ 144]

Ayrıca Amerikan küfür güçlerinden veya diğer kâfir devletlerden yardım istemek, mutlak olarak haram bir ameldir. Çünkü Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bundan nehyetmiş ve şöyle buyurmuştur:  لا تستضيئوا بنار المشركين "Müşriklerin ateşi ile aydınlanmayın." Ve şöyle buyurmuştur:  إنا لانستعين بمشرك "Biz müşrikten yardım almayız."

Tüm bunlardan daha tehlikeli olan ise devletlerarası küfür heyetlerine muhakeme olmaktır ve Allahu Te'alâ'nın kavlinden ötürü ağır bir haramdır:  أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا 60 وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا "Sana ve Senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kitâb'a) ve Rasul'e gelin" denildiği zaman, münâfıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün."[en-Nisâ' 60-61]

Ey Müslümanlar! Amerika'nın ve diğer kâfir devletlerin planlarını boşa çıkaracak, Ümmet'i izzetine ve mecdine kavuşturacak ve Rabbini râzı edecek olan faktör; hayatı İslâmî Akîde esâsı üzerine ikâme edecek İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâm esâsı üzerine samimiyetle amel etmektir ki Allah, bu sayede üzerimizden zilleti kaldırsın ve düşmanlarımıza karşı bize nusret versin.  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a [Dînine ] nusret verir, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret verir, zafer ulaştırır ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7]

Devamını oku...

Irak'ın İşgâlci Kâfire Teslîm Antlaşması Büyük Bir Hıyânettir

  • Kategori Irak
  •   |  

Geçen senenin sonunda [26 Kasım 2006'da] Amerikan Başkanı Bush ile Irak Başbakanı el-Mâlikî arasında "İlkeler Deklarasyonu" adında bir belgenin imzalanmasından beri, işgâl hükümetinin kuyrukları Allah'ın her günü insanların karşısına çıkarak, işinin sahibi olmayan Irak ile Amerika arasında imzalanan "uzun vadeli" bu antlaşma hakkında kulisler arkasında dönen olayların hakîkatini açığa çıkarmayan muğlak ve imâlı açıklamalarda bulunmaktadırlar. Amerika ise el-Râfideyn [Mezopotamya] beldesinin siyâsî, iktisâdî ve kültürel sahalarına dek uzanan kollara sahip olmak için yoğun uğraş vermektedir. Tâ ki Irak, ne toprakları, ne hava sahası, ne de karasuları üzerinde egemenliği ve bağımsızlığı olan Amerika'ya bağlı bir vesâyet haline gelsin!

Ey Müslümanlar! Güneş balçıkla sıvanmaz ve hakikatler ilelebet silinmez. Irak yöneticilerinin, "olmayan" egemenlik için çırpınmaları, ülkenin "yağmalanmış" servetleri için ağlayıp sızlamaları ve kırmızı çizgilerinin olduğunu iddia etmeleri; işte tüm bunlar ve benzerleri, işgâlciye, Allah'a, Rasulü'ne, mü'minlere hıyânet eden, az bir geçimlik dünya metaı karşılığında, hatta karşılıksız olarak ülkeyi ve halkını satan kuyruklarına karşı insanların kabaran öfkesini dindirmeye yönelik birer saptırmadan ve manevradan öte bir şey değildir! Halbuki antlaşma taslağına yönelik medya yasağına rağmen kokusu burunların direklerini kırmıştır. Basına sızan antlaşma maddelerinden bazıları, işgâlciden başka hiç kimseye hizmet etmemektedir ki bunlardan bazıları şunlardır: 1) Çok sayıda askerî üs ve kışla kurulması, 2) İşgâl askerlerine ve güvenlik şirketleri çalışanlarına dokunulmazlık zırhı verilmesi ve Irak mahkemelerinde yargılanamamaları, 3) Irak Hükümeti'nin izni olmaksızın askerî kuvvetlerin serbest giriş-çıkış imkânına kavuşması, Irak içindeki ve dışındaki operasyonlarda kullanılması, 4) 30,000 fit altındaki hava sahasının kontrolünün teslim edilmesi, 5) Yeniden imâr kampanyasında Amerikan şirketlerine öncelik tanınması, 6) Yeni petrol kaynaklarında Amerikan şirketleri lehine tasarruf hakkı verilmesi, 7) Demokratik nizâmın her tür iç ve dış tehdide karşı korunması. Daha bunların haricinde, [لا إله إلا الله محمد رسول الله] şehâdet kelimesi getiren Müslüman Irak halkını aşağılayan pek çok madde vardır.

Ey Müslümanlar! İşgâlcinin, Allahu Te'alâ'nın şu kavlini unutmuş yada unutmuş görünen ajanlarının ve müttefiklerinin cafcaflı sözleri sakın ha sakın sizleri aldatmasın!  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Ey îman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin! Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden hem kim onları dost edinirse o da onlardandır. Muhakkak ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." [el-Mâide 51-52] Zîra Ümmetin başını belâlara sokan ve milletler arasındaki konumunu kaybettiren unsur, Kâfirlerin metoduna sarılmak, hayata ilişkin fikirlerini benimsemek, onları dost ve yardımcı edinmek, onlarla anlaşmalar ve deklarasyonlar imzalamaktır.

Binâenaleyh; Hizb-ut Tahrîr / Irak Vilâyeti, Iraklı Müslümanları, işgâl şartları ile Irak'ın elini kolunu bağlayacak, topraklarını işgâlcinin fikirlerine ve dîni hayattan ayırmaya dayanan Küfür akîdesine çiğnettirecek, ülkenin maslahatlarını işgâlci Amerika'nın çıkarlarına raptedecek, topraklarını, karasularını ve hava sahasını diğer beldelerdeki Müslümanlara karşı kullandıracak bu antlaşmayı reddetmeye davet etmektedir. Şer'î hüküm ise sizleri, İşgâlci Kâfirin tüm projelerini reddetmeye, planlarını boşa çıkarmak için Şeriat'ın gösterdiği tüm meşru vesîleleri kullanmaya ve yandaşları ile birlikte onları kovmaya dâvet etmektedir. Bu ise; Kâfirleri ve âvânelerini hüsrana uğratacak, yalnızca Müslümanlar arasında değil, tüm dünya sathında adâleti ve hayrı yayacak Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için samîmi bir şekilde çalışmakla olur. O gün hiç de uzak değildir, bi-İznillah.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Birleşik Devletler, Ortadoğu'da Askerî Hegemonyasını Pekiştirme Peşinde

Amerikan liderliğindeki askerî işgâli güçlendirmek üzere Irak'ta bir güvenlik "anlaşması" yapmaya zorlama girişimleri hakkındaki detaylar ortaya çıkmaktadır. Söz konusu anlaşma, bu yılın sonunda sona erecek olan mevcut Birleşmiş Milletler mandasının yerini alacak ve Irak'ı, etkin bir şekilde, Birleşik Devletler'in devasa bir askerî üssü halinde inşâ edecektir. Bush yönetimi, 31 Temmuz 2008 itibariyle bu manda rejimi ile bir anlaşmanın sağlanacağını ummaktadır, ancak son zamanlarda Irak'ta, on binlerce kişilik gösterilerle açığa vurulan dikkat çekici bir muhâlefet vardır.

İngiliz gazetesi Independent'taki sızdırmalar, Amerikalıların uzun bir süre boyunca Irak'ta 50'den fazla üssü elinde tutacağını ifade etmektedir; Amerikan birlikleri ve taşeronları Irak hukukundan muaf tutulacaktır, Amerika 29,000 fit altı Irak hava sahasını kontrol edecektir ve Irak'ta "teröre karşı savaşını" sürdürme hakkını elinde bulunduracak, böylece dilediği herhangi bir kimseyi tutuklama ve Bağdat Hükümeti'ne danışmaksızın askerî operasyonlar yapma yetkisine sahip olacaktır.

Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafa şöyle dedi: "Bush yönetiminin, Kasım 2008'de döneminin sona ermesinden evvel bu anlaşmayı hızla ve zorla kabul ettirme girişimleri, bölgedeki askerî tutunma noktasını güvence altına almaya, dolayısıyla nüfûzunu sürdürmeye yönelik hâyâsız Sömürgecilik örneğidir. Bu anlaşma, 1930'larda Irak'taki sömürge mandası rejim ile İngiltere arasında imzalanan anlaşmaya benzerlikler arzetmektedir. Kuveyt ve Katar'daki Amerikan üslerinde ele alınan bu anlaşma, Suudi Arabistan'daki Amerikan üslerinin boşaltılmasından beri ne kadar cüz'î bir değişim yaşandığını göstermektedir."

"Batı anlamalıdır ki bölgenin petrollerinde aslan payının kime ait olacağı konusunda birbirleriyle yıllarca rekabet ederek kendi benzin istasyonları gibi kullanabilmek maksadıyla, siyâsî geleceğine tahakküm ederek ve kendince tedavi etmeye çalışarak İslâm Âlemi'nin önüne ket vurma girişimlerine artık devam edemezler."

"Dünya çapında Müslümanlar, bu mevcut hegemonyayı bitirmek üzere İslâmî topraklar üzerinde Hilâfet Devleti'nin kurulmasına yönelik günden güne büyümekte olan çağrıya icâbet etmelidirler. Muhakkak ki İslâmî Nizâm; yabancı işgâlden kurtuluş getirecek, ekonomik sömürüye son verecek, siyâsî hegemonyanın kökünü kazıyacaktır ki yapılan son araştırmalar böylesi bir değişime verilen desteğin artmakta olduğunu göstermektedir. Böylelikle bölgede Laik (dinsiz) değerleri yerleştirme ve kapitalist sistemi oturtma arayışındaki Batı'nın, bilhassa Amerika'nın yahut İngiltere'nin tüm menfaatlerine hizmet eden despotlar ve diktatörler dönemi bitecek ve yerine Allah'ın izniyle, İslâmî kıymetler ve nizâmlar gereğince tüm tebâsını adâlet ve ihsân ile yönetecek muhâsebe edilebilir bir yönetim kurulacaktır."

 

Tâci Mustafa

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

Devamını oku...

İslâm'ı Yasaklayan ve Müslümanları Tutuklayan Laik Devletin Kökünü Ancak Hilâfet Kazır

Bugün Anayasa Mahkemesi, başörtüsünün -sadece üniversitelerde- serbest bırakılması hakkında yapılan anayasa değişikliklerine CHP'nin itirazı ile açılan dâvâyı karara bağlayarak yapılan değişiklikleri iptal etti ve başörtüsü yasağının, anayasanın "değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" (!) ilk maddelerinin ihlâli anlamına geldiğini belirterek içtihat niteliğinde bir karar aldı. Buna göre artık Türkiye'de -diğer öğretim kurumlarında ve kamuda değil- sırf üniversitelerde bile, Allah'ın kesin emri olan başörtüsü üzerindeki yasağın kaldırılmasına yönelik herhangi bir girişimin dahi önüne geçmiş oldu.

Allah'ın emrinin hiçbir zamanda ve mekânda Müslüman hanımlara yasaklanması asla kabul edilemez. Bunu yalnızca üniversitelerde serbest bırakıp diğer öğretim kurumlarında ve kamu kuruluşlarında sürdürmeye yönelik cüzi bir çabanın da hiçbir samimiyeti ve ciddiyeti yoktur. Üstelik Allah'ın emrini, şer'î dayanağını bırakıp özgürlüklere dayandırmanın da İslâm ile hiçbir alâkası yoktur. Mesele İslâm olduğundan, bunu yalnızca başörtüsü ile sınırlı tutmanın da İslâm ile hiçbir alâkası yoktur. Bilakis olması gereken, İslâm'ın bir bütün olarak hayatın her anında ve alanında tatbik edilir hale getirilmesidir. Bu da mevcut Demokratik Kapitalist Küfür sistemi dâhilinde olmaz, bu sistem içindeki mevcut siyâsî partilerin çıkaracağı Küfür kanunları ile hiç olmaz. Bilakis bu, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şiddetten uzak yalnızca fikrî-siyâsî çalışmalar ile sınırlı metodunu adım adım takip ederek Allah'ın indirdikleri ile yönetecek bir İslâmî Devlet kurmakla olur.

Ne tevâfuktur ki Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü kararının açıklandığı gün, bu demokratik diktatörlüğün kökünü kazımak ve yerine Allah ve Rasulü'nün râzı olduğu şiddetten uzak şer'î metot dâhilinde Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere takva ve ihlasla çalışan sekiz genç Erzurum'da tutuklandı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 2003 yılında Yargıtay'a sunduğu raporun hilâfına, Hizb-ut Tahrir'i "terör örgütü" olarak tanımlama gafletinde ve Allah'ın rızâsı, İslâm'ın izzeti ve Müslümanların kurtuluşundan başkası için çalışmayan mü'minleri tutuklama hıyânetinde bulunan Erzurum Emniyeti, yayınladığı açıklamada Hizb'e "büyük darbe" vurulduğu iddiasında bulunmuştur. Daha Hizb'in kimliğinden ve hacminden bî-haber olanlar, görülüyor ki işledikleri cürümü yalnız işlemekle kalmamaktalar, bir de hâyâsızca bununla övünmektedirler. Tutuklanan kardeşlerimize gelince; umulur ki Allah, sabretmelerinden ötürü onlara mükâfatlarını iki kat verecektir.

Muhakkak ki ne Hükümet'in değiştirdiği yasaların, ne de Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararın, İslâm ve Müslümanlar nezdinde hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Güvenlik ve istihbârat birimlerinin cürümlerinin de, İslâmî Dâvet üzerinde hiçbir zararı yoktur. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vaat ettiği ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti Allah'ın izniyle mutlaka kurulacak, İslâm'a ve Müslümanlara alenen düşmanlık eden bu Laik devletin, siyâsî mahkemelerinin, ikiyüzlü hükümetlerinin, kokuşmuş partilerinin ve şerir birimlerinin varlığını kökünden kazıyacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER