Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Zirve Düzenlenmiş-Düzenlenmemiş, Lübnan Boykot Etmiş-Etmemiş, Ne Fark Eder?

Lübnan halkı haftalarca siyâsî çevrelerde ve medya organlarında yaşanan, Lübnan zirveye katılacak mı yoksa boykot mu edecek(?), Katılırsa kim temsil edecek(?) ve hangi düzeyde katılacak(?) tartışması ile meşgul edildi... Her grup, gerek katılıma, gerekse boykota ilişkin görüşünü teyit edecek gerekçeler ve argümanlar derleyip toplamaya başladı. Bu manzarada dikkat çekici şey şu ki hem muhalefet, hem de hükümet yanlıları zirvenin birkaç gün öncesine kadar bu hususta ortak bir görüş üzerinde istikrar bulmamış iken dışarıdan gelen sinyal ile her grup tavrını netleştirir netleştirmez son çeyrek saatte her biri diğer grubun tavrını şiddetle eleştirmeye başladı. Böylece her iki taraf ta tavırlar çekişmesinin ve tartışmasının, ideolojik veya siyâsî arka plandan hâli olsa da haddizatında bir talep haline geldiğini bir kez daha kanıtladılar.

Artık zirve düzenlenmiş veya düzenlenmemiş, Lübnan boykot etmiş veya etmemiş ne fark eder? Her sene düzenlenen bu zirveler silsilesinin ne zaman bir faydası ve etkisi oldu ki? Bunaltıcı protokoller haline dönüşen bu zirveler, Lübnan ve diğer Arap beldelerinin halklarına ne kazandırdı ki?! Hükümetin ileri sürdüğü boykot gerekçelerine gelince:

  • "Lübnan Cumhurbaşkanı seçiminin ertelenmesi"; peki, öteki devletin iradesi ile Cumhurbaşkanı seçiminin ertelendiği, sunî sınırlar dışında pazarlıklar ve anlaşmalar yapılmadıkça atanamadığı bu devlet kimdir?!
  • "Lübnanlıların mevcut vakıaya adaptasyona ısrarla karşı çıkması"; sözü edilen hangi Lübnanlıdır? Bir kişinin "Lübnan irâdesinden" bahsedebilmesi için hiç değilse çoğunlunun aynı yönde hareket ettiği parmakla gösterilecek tek bir "Lübnan halkı" diye bir varlık mı var?! Yoksa Fransa'nın türettiği, fırkacı çıkarların, yakın bölgesel veya uzak devletlerarası esintilerin değişkenliğine göre bukalemun gibi günübirlik didişen, birleşen ve ayrışan göçebe topluluklardan müteşekkil bir varlık mı?!
  • "Lübnan'ın, Nasranî bir Cumhurbaşkanı ile temsil edileceği vurgusu"; bu ise öteki "Müslüman" Cumhurbaşkanlarının kimliğini imâ etmek ve Cumhurbaşkanlığını korumayı kendileri için bir güvence olarak gören Nasrânileri tatmin etmektir. Diyoruz ki Lübnan'ı temsil edecek Cumhurbaşkanının Mârunî olmasındaki sunî ısrara rağmen, bıktırıcı Arap zirvelerinde bir araya gelen liderlerin hareket noktası asla İslâm olmamıştır. Zîra bu kimseler, onlarca yıldan beri dîni, siyâsetten, toplumdan ve yasamadan koparmışlar ve iki noktadan hareket edegelmişlerdir: tahtların sağlamlaştırmak ve ikincisi, ülkelerinde büyük devletlerin çıkarlarını gözetmek! Halklarının yaşamını İslâm nizâmlarına göre gözetmek bir an olsun akıllarına gelmemiştir. Oysa onlar insanların işlerini gözetmede İslâm'a dayanmış olsalar, Müslüman olsun, gayr-i Müslim olsun ülke halkının sorunları Allah'ın izniyle halloluverirdi. Cumhurbaşkanlığı makamını koruyarak Lübnan'daki Nasranîlerin tatmin olmasına gelince; diyoruz ki Nasranîlerin ve diğer Lübnan halkının tatmin edilmesi, onlara herhangi bir makamı garanti etmekle olmaz. Bilakis insanların hayattaki işlerini, sahih çözüme muhtaç birer insanî sorun olmaları itibarıyla çözecek yegâne sağlıklı yöntem, kat'î îtikâdımıza göre kuşkusuz, Allahu Te'alâ'nın âlemlere rahmet olarak indirdiği İslâm Nizâmı'nın tatbik edilmesidir.
  • "Boykot, Lübnan'ın egemenliğine ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerekliliğini vurgulamak ve içişlerine yönelik hârici müdahaleleri reddetmek için bir fırsattır"; Hükümet böyle bir açıklama yapmasına karşın, hem hükümet, hem de muhalefet liderleri sabah-akşam çözümün ancak dışarıdan geleceğini tekrarlayıp durmaktadırlar.

Son bir soru: Hükümetin boykot etmeyi kararlaştırdığı zirve, (Suriye'nin başkenti Şam'da düzenlenen Arap Birliği Zirvesi) başka bir başkentte düzenlenmiş olsaydı, muhalefet, "Kaybeden, zirveyi boykot eden devletin kendisi olacaktır" şeklinde bir açıklama da yapmışken hükümete bu denli saldıracak mıydı?!

Dolayısıyla zirveye katılmak yada boykot etmek ekseninde, bu veya şu grubun sergileyeceği tavırlar, kendilerinin entrikalar yumağında ve çelişkiler mantığından hareketinden ötürü falanca yahut filanca safta alıp almamanın ötesinde, bizleri ilgilendiren konu, kamuoyuna aşağıdaki gerçekleri ve ideolojik ilkeleri hatırlatmaktır:

1.   "Birlik" şeklinde tanımlanmasına karşın, Arap Birliği, hiçbir zaman bünyesindeki devletleri birleştirmek için var olmamıştır, bilakis amacı dâima, onların tek bir ümmet olarak tek bir devlet halinde olmalarını engellemek üzere alternatif teşkil etmek olmuştur. Dolayısıyla bu Arap Birliği denilen yapı, I. Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte sömürgecilik ile birlikte ortaya çıkan parçalanmışlığı perçinlemek için kurulmuştur.

2.   Arap Birliği denilen bu yapılanma, Lübnan sorunu için hiçbir çözüm sunmamıştır, sunmayacaktır da. Zîra Lübnan sorununun kökeninde, bu İslâmî bölgenin bağrında bir sıcak nokta olarak kalsın diye Fransa'nın parçalanmış bir varlık olarak icat etmesi vardır.

3.   Lübnan sorunu, Osmanlılar döneminde Hilâfet Devleti'ne karşı komplo bağlamında Avrupa devletlerinin Lübnan dağına nüfuz etmeleri ile başlayıp ardından Fransa'nın devlet dinamiklerinden mahrum "Lübnan" adında yeni bir varlığın kurulduğunu açıklamasıyla kötüleştiğine göre bu sorun, yüzyıllar boyunca parçası olduğu tabiî dokusuna ve kültürel yapısına dönmedikçe çözülmeyecektir. Bu varlık sorunu çözülünceye dek, hem ülkedeki tüm yetkililere, hem de insanların geleceklerine tahakküm edenlere, insanlar hakkında Allah'tan ittikâ etmeleri ve onları yerel, bölgesel ve devletlerarası güçlerin planları uğrunda kurban etmekten vazgeçmeleri çağrımızı yineleyeceğiz.

Falanca veya filanca bir gruptan herhangi bir liderin, etkilediği insanları peşinden sürükleyen bir nutuk atması, o anda sıkılan maganda kurşunlara hedef olan insanların ölmesi ve yaralanması, mülklerinin tahrip edilmesi, rasgele her tarafa ateş açılması, bombalar patlatılması... bütün bu vâkıaları eleştirmenin ötesinde nefretle kınadığımızı ifade etmeden de geçemeyiz. O halde hasımlarına kurşun sıkmaktan ve bombalarla karşılık vermekten başka bir şey bilmeyen bu adamlara hadlerini bildirecek aklı başında hiç kimse yok mu?!

Devamını oku...

Avrupa, İslâm'a Karşı Savaşta Batı'nın Yeni Cephesini Oluşturuyor

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Avrupa'dan çıkan son provokasyonlar, İslâm'a ve Müslümanlara yönelik uzun erimli düşmanlıklar silsilesinin parçası olmaktan başka bir şey değildir. Batı'nın İslâm'a karşı kampanyası, ne Afganistan ve Irak işgâli ile, ne Geert Wilders'in tartışmalı "Fitne"sini yayımlaması ile, ne küfür içerikli karikatürlerin basılması ile, ne "Avrupa'da İslâmlaşmayı Durdurun" koalisyonunun kurulması ile, ne Hicâbın yasaklanması ile, ne Müslümanların dışlanması ile, ne Müslüman kökenlilerin gizlice sorgulanması ile, ne Papa'nın provokasyonları ile, ne zorla asimilasyonist politikaların dayatılması ile, ne devlet başkanlarının, başbakanların ve politikacıların ağızlarından dökülen kin ve nefret dolu propagandalar ile başlamış değildir. Bilakis sözde "özgür dünya"nın lideri George W. Bush da "Haçlı Savaşları"na peş peşe göndermeler yaparken bu mücâdelenin tarihsel doğasını tüm dünyaya hatırlatmaktan utanç duymuyordu.

Fakat Batı'nın İslâm'a karşı tarihsel mücâdelesini yoğunlaştırmasını sağlayan faktör ne idi? Cevabın iki ayağı var:

İslâmî yönetimin ilk günlerinden beri Hristiyan Âlemi, Filistin'in mukaddes toprakları ve çevresindeki topraklar üzerinde yeniden otorite tesis etmenin peşine düştü. Yine de asırlar boyunca ardı ardına zelîl hezîmetlere uğraması, Avrupa'nın tarihî ve dînî vecîbe addettiği arzularını dizginlemesine yol açtı.

Haçlı kampanyasının başarısı; ilk kampanyanın başlamasının üzerinden yedi asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, I. Dünya Savaşı ardından gerçekleşti. O zaman genelde İngiltere ve Fransa liderliğinde olan Avrupalılar, yalnızca Filistin'i değil, tüm İslâmî toprakları işgâl etmeye muvaffak oldular. Batı Dünyası, muazzam zaferinin konforunu yaşıyordu: Osmanlı Devleti yıkılmış, Müslümanların toprakları parçalanmış, liderleri ortadan kaldırılmış, Şeriatları ilgâ edilmiş, kültürleri ifsât edilmiş, düşünüşleri kirletilmiş ve Müslümanların uçsuz bucaksız servetleri talan edilmişti. Ne var ki Avrupalıların sevinci kursaklarında kaldı.

İşgâllerinin, sömürülerinin ve dayatmalarının üzerinden bir asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, şimdi Amerika liderliğindeki Batı Dünyası, kendilerine zorla verilen zehri içmeyi reddeden Müslümanların varlığı ile dehşete kapıldı. Fark etti ki İslâm Âlemi, İslâmî kökenlerine yeniden sarılma, İslâmî kimliğini yeniden oluşturma ve İslâmî siyâsî kurumlarını yeniden inşâ etme arayışı içinde! İslâm Âlemi, yalnızca toprakları üzerinde Batılı tasarımları tümüyle reddetmekle kalmamakta, şimdi de bu topraklar üzerinde Batı'nın otoritesine meydan okuma ve dünya çapında boğazından yakalama peşinde! Bu tatsız durumla baş etmek için Batı Dünyası, derhal Müslümanların ilham kaynağını araştırmaya başladı. Cevap; ne nüfuslarının sayısındaydı, ne ele geçirdikleri stratejik topraklardaydı, ne de sahip oldukları muazzam servetlerdeydi. Cevap; ne kışlalarında bekleyen milyonlarca askerlerinin bulunmasında, ne ellerinde tuttukları nükleer silahlardaydı. Müslümanlarının gücünün kaynağı, Batı Dünyası'nın asla yok etmeyi başaramayacağını şeydeydi; İslâmî Akîde'de!

İşte bundan dolayı Batı, yeni bir kampanya başlatıp Müslümanların Akîdesini sarsmanın peşine düştü. Müslümanların uyanışının belkemiği ve Ümmet varlığının aslî sütunu işlevi gören bu Akîde, kendi devletlerarası varlığını hiç şüphesiz yeniden ortaya çıkaracak ve kendisine aykırı her şeye şiddetle ve keskinlikle meydan okuyacaktır.

İşte bunun içindir ki bugün İslâm'a, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, Kur'ân-il Kerîm'e saldırıların şiddetlendirildiğini görüyoruz: İslâm'ın aklîliğini, akîdevi konularını ve insanlığa yönelik risâletini hedefleyen saldırılar! Batı, Müslümanların İslâmlarına olan güvenlerini ve inançlarını sarsmaya yönelik her yolu denemekte, elinden geleni ardına koymamaktadır. Onları, Batı hegemonyasının prangalarından kendilerini kurtarma yeteneğinden ve insanlığa alternatif bir ideolojik bakış açısının varlığını kanıtlama yeteneğinden mahrum etmek için çırpınmaktadır. Heyhat! Zilletten ve rezâletten başkasıyla sonuçlanmayacak ne de hazin bir çırpınış! Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ "Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklardır. Sonra bu onlar için hasret (yürek acısı) olacak ve sonra (nihâyetinde) mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrâr edenler ise Cehenneme toplanacaklardır." [el-Enfâl 36]

İkinci açıdan; Batı'nın yüzleştiği bu ideolojik meydan okuma, yalnızca dışarısı olan İslâm Âlemi'nden kaynaklanmaz, bilakis Batılı toplumlarda yaşayan Müslümanlardan da kaynaklanır. Batı'da İslâm-karşıtı gündemin yoğunlaştırılması ancak, Batı'da Müslüman topluluklara karşı korku, düşmanlık ve güvensizlik yönünde potansiyel bir atmosfer üretmeye hizmet eder. O halde soru şudur: Batılı yönetimler, Müslüman toplulukların öcüleştirilmesine ve böylesi bir kampanyanın kaçınılmaz sonucunun sorumluluğunu gönülden üstlenmeye ne kadar hazırlıklıdırlar acaba? Yoksa Batılı yönetimler, Müslüman topluluklarının -gerekirse zorla- kovulmasına hazırlık mahiyetinde ileride izlenecek radikal politikaların tohumlarını mı atmaktadırlar? Batılı liderlerin suskunluğu boğulmaktadır.

Bizim mücâdelemiz, muhakkak ki insanlık için bir mücâdeledir. Tüm insanlık; modern çağ sömürgeciliğinin dehşetinden, askerî maceraperestliğin vahşetinden, sömürgeci elitizmin ırkçılığından ve ekonomik liberalizmin sefâletinden çekmektedir. Yine de korkular ve endişeler sırf politik ve ekonomik olmakla kalmamakta, aksine ferdi, aileyi ve toplumu ifsat eden bireysel boyuta da derinden kök salmaktadır.

Ey Müslümanlar! Sizler, İslâmınızın fazîleti sayesinde, Batılı Küfür ideolojisi zehrinin panzehirine sahipsiniz. İşte Hizb-ut Tahrir sizleri çağırmaktadır; gelin el ele verelim, Batılı hegemonyanın şerrinden önce İslâm Ümmeti'ni, ardından tüm insanlığı kurtaralım. Gelin, ele ele verelim, Râşidî Hilâfet Devleti'ni birlikte kuralım. Muhakkak ki Hilâfet, Müslümanları ve tüm insanlığı kurtarmaya muktedirdir. Zîra Hilâfet; İslâmî Akîde esâsı üzerine kurulur, Şeriat'ı tatbik eder, Dîni muhâfaza eder, izzeti savunur ve ağızların içinde şer için dönen her dili kıpırdatmadan susturur!

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Âdi Film; Fitne

Bir tarafta el-Hâlık Subhânehû'ya ve inzâl edilmiş âyetlerine iman edip dünya hayatını sâlih ameller ve Emr-i bi'l Ma'rûf ve'n Nehy-i ani'l Munker ile îmar etmek için hareket eden âkil insanlar var iken, öteki tarafta kendilerini insanlığın üstünde görerek azgınlıklarında bocalayıp duran hastalıklı nefislere sahip insanlar vardır ki onlar, kibirden başka bir duyguya ve nefretten başka bir dürtüye sahip değildirler. Bunun içindir ki ellerinden geldikçe alay etmek ve yalan söylemek yoluyla insanları hak yoldan, yani Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ve daha önceki İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ [Aleyhim-us Selâm] gibi Nebîlerin yolundan saptırmaya çalışırlar.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ "Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü akibeti) yakında bilecekler." [el-Hicr 3]

İşte onlar hesaba çekilecekleri o gün, akıbetlerini görecekler de o an, gururları yerini zillete bırakacak ve kibirleri, büründükleri zillet elbisesine dönüşecektir.

Onlardan biri de bugün İblis'in çalıştığı gibi çalışarak insanlara şer vesvesinde bulunan, fitne fesat çıkarmak için kindar zehrini kusan Wilders'dir. İşte o, aylarca beklemenin ve atmosferlerin zehirlenmesinin ardından Kur'ân nasslarını, mecrasından çıkararak şiddet dâvetçisi şeklinde yansıttığı "Fitne" isimli bayağı bir film ile karşımıza çıktı. Şüphesiz bu adam, hem konuştuğunda ahlâksızlaşıyor, hem de düşündüğünde çocuk aklı ile düşünüyor; bunun içindir ki tiyatroculuğunda kendisine yardım eden Siyonist kardeşlerinin dâveti dışındaki ciddî tartışma davetlerini reddederek kabul etmedi.

Doğrusu dünya, barbarlığın hakikatini öğrenmek için böylesi âdi bir filme muhtaç değildir. Zîra bugünün barbarları, yalan söylemekten ve ahlaksızlıktan başka bir şey bilmeyen, etrafa fitne fesat saçan ve odalarına kapanarak etkilerini gözlemleyen kimselerdir.

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ "Bilakis biz hakkı bâtılın üzerine atarız da o, bâtılın işini bitirir, bırakır! Böylece bâtıl yok olur, gider. Yakıştırdıklarınızdan ötürü veyl olsun sizlere!" [el-Enbiyâ' 18]

Wilders'e diyoruz ki: Asla hedefine ulaşamayacağını ve İslâm'ın, senin bâtıl işini bitirecek olan hak olduğunu iyi bil, Bre Mendebur! Müslümanlara da diyoruz ki: Bu mendebur, hem Nebîmiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile alay etti, hem -iddiasına göre- sembolik bir eylem olarak Kuran'ımızı parçaladı, hem bizleri parçalamaya davet etti, hem de İslâm'ı terörizm ile eşdeğer kıldı. O halde bu hakaretlere sessiz mi kalacağız?

Bu meseleye karşı sessiz kalmanın akıbeti hakkında Müslümanları uyarıyor ve bu hakârete tepki vermek ve mümkün olan tüm meşruu araçlarla dînlerini ve mukaddeslerini savunmak için herkesi tek saf olmaya çağırıyoruz.

إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a [Dînine] nusret verir, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret verir, zafere ulaştırır ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7]

 

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Hollanda

Devamını oku...

Ey İnsanlar, Gerçekten Yöneticileriniz Çok Arsız! Amerika Annapolis'e Saflar Halinde Çağırıyor, Ne Riyad Ne de Şam Bundan Geri Kalıyor, Amerika Dımeşk Zirvesi'nde İki Saf Olmalarını İstiyor, Riyad ve Şam Didişmeye Başlıyor

  • Kategori Hizb
  •   |  

Yirmi Arap devletinin 29-30 Mart 2008 Cumartesi ve Pazar günleri, Suriye'nin başkenti Dımeşk'te [Şam] bir araya geldiği zirve bugün sona erdi... Konferansçılar Şam'a vardıklarında birbirleriyle tokalaştılar, kendilerine kırmızı halılar serildi, pozlar verdiler, yediler, içtiler, konuştular, yazdılar, kararlar yayınladılar... sonra ne bir yarar, ne de bir fayda olmaksızın dönmeye başlayıp ganimetsiz, aksine kendileri ve zirveleri için harcadıkları Ümmet'in servetlerini heder ederek dönmekle yetindiler! Sonra tıpkı eğriye doğru, köre görüyor dercesine, bir de bu konferanslarına dayanışma etiketi yapıştırdılar. Aldıkları kararları inceleyenler, bunlarda ne bir yenilik, hatta ne de yenimsi bir şeyler görür. Zîra onlar, girişimlerini geveleyip durmuşlar, aynı terminolojileri tekrarlamışlar, söylemlerini "yaldızlamışlar", ülkeleri ve halkları helâk ettikleri halde insanları, kararlı sâbiteleri üzerinde oldukları vehmine sürüklemişlerdir... Kaldı ki aşağılayıcı Arap Girişimi'ne yapışmaya, Yahudi ile müzâkereler yoluyla çözüme çağırmaya, hatta Yahudileri müzâkerelere zorlamaya (!) devam etmektedirler. Oysa onlar, herkesten önce farkındadırlar ki kabul salonlarında dolaşan müzâkere heyetleri işgâl altındaki topraklarımızı asla geri getiremez, bilakis onları getirecek olan, orduları savaş meydanlarına doğru harekete geçirmektir.

Ey Müslümanlar! Muhakkak ki boyunduruğu, zilleti ve aşağılanmayı sürdürenler, işte bu yöneticilerdir, ister bu zirveye katılanlar olsun, ister katılmayanlar! Öyle ki onlar, kendilerini çekip çeviren efendilere sahip olmasalardı dahi, girişleri çıkışlardan ayıramaz bir halde mutlaka kendi çevrelerinde dönüp dururlardı. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bunun için artık geri dönmezler. Şâyet Amerika'nın onlara sunacağı bir proje olsaydı, imzalamaları için onları mutlaka çağırır, onlar da hemen koşarak giderlerdi. İşte, Arap yöneticilerin kutlamaları altında, 1948 Filistini'ni Yahudi'ye satış girişimine imza atmak üzere Beyrut Zirvesi'nde onları bir araya getirdiğinde böyle yapmış, onlar da hemen Beyrut'a koşmuşlar, bir araya gelip imzaları atmışlar, böylece 1948 Filistini, onlar nezdinde unutulmuş bir yitik oluvermiş, buna karşın kırık ümitler 1967 Filistini'ne bağlanır olmuştu. İşte, onları Annapolis'te bir araya getirdiğinde de böyle yapmış, onlar da yine hemen oraya koşmuşlar, ne sözde ılımlı denilenlerden, ne de sözde katı ve muhalif denilenlerden hiçbiri geri kalmamış, bilakis hepsi de Annapolis'e doğru yol almışlardı. Fakat bugün Amerika kendi seçimleri ile meşguldür, dolayısıyla onlara, imzalamalarını isteyeceği acil bir proje yükleyecek durumda değildir ki onları çağırsın, onlar da hemen koşuversinler! İşte bunun için Amerika, vakit öldürmek üzere onların iki safa ayrışmalarını ve birbirlerine düşman kesilmelerini arzuladı ki Amerika boşa çıkıp projelerini sunmaya başlama vaktine erişsin, onlar da toplantı üstüne toplantı yapsınlar!

Ey Müslümanlar! Hâlâ, bu yöneticilerden yüz çevirmenizin ve onlara karşı koyup değiştirerek kendisiyle korunulan ve ardında savaşılan Râşid bir Halîfe ortaya çıkarmakla Allah'a yönelmenizin, böylece hem yeryüzü ehlinin, hem de gökyüzü ehlinin size gıpta etmelerinin vakti gelmedi mi? Muhakkak ki başınızdaki yöneticiler, nifak üzerinde ısrarcı ve gerçekleri saptırmada uzman olmuşlardır. Böylelikle görürsünüz ki onlar, Yahudiler ile aşağılayıcı müzâkereleri "mücâdele" olarak, işgâl altındaki cepheleri uysallaştırmayı "direniş" olarak, hıyânet anlaşmaları ile ülkeleri satışlarını da "güvenli ve iyi yönetişim" olarak yansıtırlar. O sâbiteleri ile ne sarsıntılar yaşattıkları halde, yine de hâlâ o sâbiteleri korumanın gürültüsünü koparırlar! Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onlar hakkında ne de doğru buyurmuştur:  سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihânetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruveybida konuşacaktır." Denildi ki: "Ruveybida da nedir?" Buyurdu ki: "Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) müptezel adamdır!" [İbnu Mâce rivâyet etti] Artık bütün bunlardan sonra, Ey Müslümanlar, bu yöneticilerden yüz çevirip onlara karşı çıkmamanız, hatta onlara sükut edip boyun bükmeniz halinde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavline müstahak olmaktan korkmaz mısınız?

فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ 54 فَلَمَّا آسَفُونَا اِنْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ  "O kavmini aldattı da onlar da ona itaat ettiler. Muhakkak ki onlar fâsık bir kavim idiler. (54) Nihayet bizi öfkelendirince, onlardan intikâm aldık, böylece hepsini boğduk." [ez-Zuhruf 53-54] Hâlâ korkmaz mısınız, Ey Müslümanlar!

 

Devamını oku...

İslâm'a Saldıranları Ancak Hilâfet'in Dönüşü Susturur

  • Kategori Britanya
  •   |  

Bu hafta yeni cehâlet irtifâları görüldü, Hollandalı milletvekili Geert Wilders, İslâm'a, bilhassa Kur'ân-il Kerîm'e saldıran bir film yayınladı. Wilders, "özgürlüğü" savunmak adına Kur'ân'ın yasaklanmasına çağrıda bulundu. İslâm'a ve Müslümanlara saldırmak, onları tahrik edip öfkelendirmek üzere tasarlanmış iğrenç Danimarka karikatürleri gibi bu filmin de yayınlanmasında kendisine ve başkalarına imkân ve ortam hazırlayan zaten bu özgürlüktür. İslâm'ın yüce değerlerinden büsbütün uzak, kendi değer yargılarını her halkı Müslüman ülkeye dayatma arzularını kızıştıran da yine bu özgürlüktür. Başkalarını ve inançlarını açıkça kötülemeye ve istismar etmeye izin veren bu Batılı düşünce nedeniyle, hiçbir toplumda uyum ve ahenk gerçekleştiremez. Oysa İslâm bunu asırlar boyunca başarıyla gerçekleştirmiştir.

Bunlar o kadar ikiyüzlüler ki hicâbı, nikâbı, Batılı Sömürgecilik aleyhinde konuşan siyâsî partileri ve şimdi de doğrudan Kur'ân-il Kerîm'i yasaklamaya çağırmaları, kendilerine ait bu "özgürlük" düşüncesine terstir. Sözde "özgürlüğün" böylesine ayrımcı bir biçimde uygulanması bile, bunun aslında yalnızca teröre karşı değil, bilakis İslâm'a karşı bir savaş olduğuna tek başına yeterli bir kanıttır.

Seküler Avrupa'nın hoşgörünün sağlam bir kalesi olduğu iddiası, milyonlarca Müslümanın Laik aşırılar tarafından saldırılara uğratılması karşısında artık maskaralık olarak görülmektedir. Fakat gerçekte Avrupa halen azınlıklara yönelik tarihsel alerjisinin ıstırabını çekmektedir. Müslümanlara sıklıkla bizim tepkilerimiz duygusal, ama onların İslâm'a saldırılarının azgın nefretten daha ehven olduğu söylenmektedir. İş İslâm'a gelince duygusal terapiler başlamakta, yalanlar ardı ardına sıralanmaktadır. Oysa bizâtihi Kur'ân, insanın yaratılışı ve yaratılışı gâyesi üzerinde düşünüp tartışsınlar diye akıllara hitap etmekte, kendi delilini, Kıyâmete kadar âleme meydan okuyarak bizâtihi göstermektedir.

Bu arada İslâm'a karşı savaşı, Irak'ın, Afganistan'ın ve Filistin'in işgâlini destekleyen ve Müslümanların toprakları üzerindeki zorbalara arka çıkan Avrupa'daki yönetimler, hiç kuşkusuz Sömürgeci serüvenlerini körükleyecek daha fazla propagandayı memnuniyetle karşılayacaklardır. Nitekim bu iş sadece, bu propagandalara karışan medyanın işi değildir. Geçenlerde 17 Danimarka gazetesi, o iğrenç ve azgın karikatürleri yeniden yayınlayınca, Almanya'nın İçişleri Bakanı, tüm Avrupa gazetelerini benzer şekilde bunları yayınlamaya çağırmıştı.

İslâm Âlemi, bu düşmanca saldırılar karşısında kan ağlamaktadır. Oysa Batılı politikacılar ve medya, hiçbir siyâsî, ekonomik veya hatta askerî tepki endişesi taşımaksızın bu saldırıları pohpohlamaktadır. Gazeteler bu şerir karikatürleri yayınlarlarken, Batılı politikacılar bu nefret dolu propaganda karşısında ya suskun kalmışlardır, yada fiilen ortak olmuşlardır. Yine de halkı Müslüman hiçbir ülke bu tür devletler ile diplomatik ilişkilerine halel getirmemiştir! Müslümanların topraklarındaki elçileri, en üst düzeyde ağırlanmışlar, saygı görmüşler, herhangi bir büyükelçileri azarlanmamıştır. Müslümanların topraklarındaki petrol, bu iğrençlikleri basan makinelere enerji sağlamak üzere akmaya devam etmiştir. Müslümanların toprakları üzerindeki hiçbir rejim, bu ülkelerin ekonomilerini sarsıntıya uğratmaya yetebilen bankalarındaki mevduatlarını geri çekmemiştir.

Bütün bunlar olurken, Batı İslâm'a saldırdığında, İslâm'ın Nebîsine ve Kur'ânına hakâret ettiğinde, kimden ne diye korksun ki? İslâm'dan yüz çevirmiş, Müslümanları kahretmiş, topraklarını ve kaynaklarını teslim etmiş omurgasız yöneticilerden mi korksun? Hilâfet'in dönüşüne ve dönüşü uğrunda çalışanlara karşı mücâdele edenler, bu rejimlerin ta kendileridir! Onları hapsedenler, onlara işkence edenler ve hatta katledenler bunlardır! Bu yöneticilerin tek derdi, kendi tahtlarını, koltuklarını, iktidarlarını ve servetlerini korumaktan başka bir şey değildir. İslâm'ı ve topraklarını korumak umurlarında değildir, bu dîn aşağılansa da, Müslümanlara saldırılsa da, toprakları işgâl edilse de!

Kerîm Kardeşler ve Bacılar!

İslâm'a böylesine acımasızca yapılan saldırıların önünü, ancak ve sadece Hilâfet kesebilir. Zîra Hilâfet'in İslâm'dan başka, herhangi bir makam, mevki, koltuk, iktidar yahut kişisel çıkar derdi yoktur. İslâm'ın mukaddeslerine en ufak tecâvüz, uğrunda Hilâfet'in tüm gücünü seferber edeceği, doğrudan İslâm'a yapılmış bir saldırı addedilir. Öyle ki İslâm düşmanları, İslâm'a biraz olsun dil uzatmaya akıllarının ucundan bile geçiremez. Geçmişte Sömürgeci devletler, Hilâfet'in sert tepkisinden korkarlar, İslâm'a dil uzatmaya asla cüret edemezlerdi. Yalnızca tepki verir düşüncesi bile onları titretmeye yeter, nadiren görülen nispeten küçük görülecek saygısızlık hallerinde bile geri adım atarlardı. Hele Kur'ân'a yahut Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e saldırı asla akıllarına gelmezdi.

George Bernard Shaw, 1913'te yazdığı hâtırâtında -ki o zaman Hilâfet en zayıf dönemini yaşıyordu- Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] hakkında herhangi bir incitici ifade yazmaktan Lord Chamberlain yazmaktan men edildiğini, çünkü onun Londra'daki Osmanlı Hilâfeti Büyükelçisi'nin tepkisinden çekindiğini kaydetmiştir.

Ey Kardeşler ve Bacılar!

Her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i ve Kur'ân-il Kerîm'i gerçekten seviyorsa ayağa kalkıp Hilâfet'in yeniden kurulması için bütün samimiyeti ile çalışsın. Her kim Kur'ân-il Kerîm'i yasaklama çağrılarından ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakâret eden karikatürlerden acı duyuyorsa, Hilâfet'i yeniden kurmak için çalışsın. Her kim Allah'ın Kelâmı olan Kur'ân'ı tâzim ediyorsa, Hilâfet'i yeniden kurmak için çalışsın. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ], aynı Kur'ân'da şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ  "Aralarında Allah'ın inzâl ettikleri ile yönet! Sana gelen haktan (yüz çevirip de) sakın onların hevâlarına tâbi olma!" [el-Mâide 48]

Ey Kardeşler ve Bacılar!

Burada, Avrupa'da Hilâfet'in yeniden kurulmasına yönelik çalışma, İslâm için ayağa kalkacak İslâm Âlemi'nde İslâmî bir liderliğe çağrıda bulunarak güçlü İslâmî topluluklar oluşturmayı gerektirir. Yine geniş çapta gayri-müslim toplumu, İslâm aleyhindeki efsanelerden ve propagandaların etkilerinden kurtarmaya ve onlara İslâm'ın bugün dünyaya egemen olan kaosa ve düzensizliğe nasıl çözüm olduğunu göstermeye yönelik çalışmalar yapmayı gerektirir.

O halde Hizb-ut Tahrir'e katılınız ve Ümmet'i Allah'ın Kitâbı Kur'ân-il Kerîm ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti ile yönetip liderlik edecek Hilâfet'i yeniden kurmak üzere bu küresel hareketin parçası olunuz.

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاَغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ "Şüphesiz bunda, [Allah'a] kulluk edenler topluluğu için bir bildiri vardır." [el-Enbiyâ' 106]

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Hindistan Düşman Bir Devlettir ve Onun Saldırganlığına Ancak Hilâfet Karşı Koyabilir

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Hindistan, Bangladeş halkına karşı ekonomik bir savaş başlattı. Nitekim pirinci silah olarak kullanmaya başladı. Son birkaç aydır, başımızdaki yönetimin pirinç kıtlığı sorununu çözmede beceriksiz kalmasının avantajını kullanarak bu şerir savaşını yürürlüğe koydu. İlk olarak Bangladeş'e yönelik pirinç ihracına yasaklama getirdi, ardından ağır şartlar dayattı. Sonra fiyatlara neredeyse her gün zam yaparak pirinç ihracını durma noktasına getirmeye başladı. Şimdi görüyoruz ki daha dün tonuna 400$ dediği pirince, başka bir gün 500$, ertesi gün 600$ ister oldu. Meselenin hakîkati şu ki bunlar, Hindistan'ın savaş oyunlarının bir parçasıdır, tâ ki Bangladeş halkına baskı uygulasın da başlarındaki hükümetin her tür hıyânetini kabul etmeye mecbur olsunlar!

Hindistan'ın böylesine çirkin bir tavır alması hiçbirimize şaşırtıcı gelmedi. Bu Müşrik Kâfir devlet, elli yıldan fazladır hem Bangladeş halkına, hem de sınır bölgelerindeki Müslümanlara karşı acımasız savaşlar vermektedir, aynen kardeşi olan Yahudi varlığı "İsrail"in yaptığı gibi! Sınır bölgelerinde, Ferraha ve Tipaymuh barajlarında, gayri-meşru işgâl altındaki Keşmir'de ve Talpotti'de yaşanan BSF [Sınır Koruma Gücü] katliamları ile Gucarat'ta yapılan kıyım, Hindistan'ın Bangladeş Müslümanları dâhil İslâm Ümmeti'ne karşı izlediği politikaların ve yürüttüğü savaşların sayısız örneklerinden birkaçıdır.

Ey İnsanlar! Hindistan'ın böylesine iğrenç bir tavır takınmasına imkân tanıyan sebep, başımızdaki yöneticilerin on yıllardır sürdürdükleri kölevâri dış politikadır. Sırf Fahruddîn Ahmed Hükümeti'nin eylemlerine bakmak bile yeter. Aylardır bu hükümet, alternatif seçenekler aramak yerine pirinç için Hindistan kapılarında yalvarmaktadır. Sonra da Hindistan'ın hava taşımacılığına yönelik dayatmalarına boyun eğmektedir. Zaten sözde "iyi niyet ziyâreti" adı altında Hindistan donanma gemilerinin Çittagong limanına girmesine de izin vermişlerdir. Üstelik onlarla Hindu isyancılara karşı mücâdelesinde ortak askerî operasyonlar düzenlemek üzere bizim silahlı kuvvetlerimizi kullanmaya yönelik anlaşmalar da yapmışlardır. Şimdi de Yahudi Korgeneral JFR Jacop liderliğindeki Hindu generallere sıcak karşılama törenleri hazırlamaktadırlar. Ve bu hükümetin Genelkurmay Başkanı'nı, kendisini ‘hediye' atlar vererek alay edercesine uğurlayan Hindistan'ın ayağına göndererek Bangladeş Silahlı Kuvvetleri'ni nasıl bir zillete düştüğünü de unutmayalım.

Ey Müslümanlar! Maslahatlarımızı Hindistan'a ve sömürgecilere teslim eden ve mukadderâtımızı Hindistan'a bağımlı hale getiren bu yönetim nizâmından kurtulmak zorundayız. Hâlid ibn-u Velîd'in ve Salâhuddîn el-Eyyûbî'nin torunlarına yakışır konumda olmaları gereken silahlı kuvvetlerimizin aşağılanmasına sessiz kalmayınız. Bahtiyar Halci [Melik Gâzi'nin torunudur, 12 yy.da Bengal'i fetheden, ilk kez İslâm ile yöneten ve Bengâl Fâtihi diye anılan Peştun kökenli muzaffer komutan] ile Evrengzeb'in [Asıl adı, Ebu Muzaffer Evrengzeb Âlemgir'dir, Âlemgir Şah olarak da bilinir. Şer'î hükümleri tatbike aşırı hassasiyet ve özen gösteren hayırlı ve ihlaslı bir Bâbür şâhı idi.] cesur torunları olmaları gereken silahlı kuvvetlerimizin Hindistan'ın kendi isyancı kuvvetlerine karşı savaşında savaşmalarına râzı olmayınız. Hindistan'ın baskılarına boyun eğmeyiniz. Artık onların kapılarında dilenmekten vazgeçmeliyiz. Zîra Hindistan düşman bir devlettir ve ona öyle muâmele etmeliyiz. O asla bize dost ve yardımcı olmayacaktır. Hiç kimse bu gerçeği unutturmamalıdır. O halde bu ülkede de yeni bir Müşerref'in çıkmasına izin vermeyiniz ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavline dikkat buyurunuz:  لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ  "Îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisinin, Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu görürsün." [el-Mâide 82] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ  "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Ey Müslümanlar! Hindistan ile başa çıkmanın yegâne etkin yolu, Hilâfet Devleti'ni kurmaktır. Muhakkak ki Hilâfet Devleti; kendi kendine yeterli bir ekonomi ve Hindistan'ın küstahlığına ve saldırganlığına meydan okuyucu güçlü bir ordu kurmaya yönelik fevkalâde mükemmel bir dış politika izleyecektir. O halde sizlere izzet, kuvvet ve kudret kazandıracak böylesi bir Hilâfet Devleti kurmak için çalışmaya koşunuz.  يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ   "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

Wilders'in Kur'ân'ı Yasaklama Çağrısı Yalnızca İslâm Risâleti'ni Güçlendirecektir

  • Kategori Britanya
  •   |  

Hollandalı politikacı Geert Wilders'in İslâm'a, özelde bizâtihi Kur'ân'a saldıran bir film yayınlaması, "özgür konuşma" lafları geveleyen Avrupa'nın ikiyüzlülüğüne delildir. Nitekim Wilders'in Kur'ân'ı ‘yasaklama' çağrısı, kendisinin ve diğerlerinin yapıştıkları ifade özgürlüğü palavrası ile çelişmektedir. Yalnızca onun bu filmini yayınlaması değil, aynı zamanda şimdilerde kepaze Danimarka karikatürleri de İslâm'a ve Müslümanlara yönelik saldırı, nefret ve tahrik maksadıyla tasarlanmış cürümlerdir. İslâm'a nefret dolu propagandalar yapanlara imkân tanıyan bu "ifade özgürlüğü" lisansı, Batılı Sömürgecilik aleyhine konuşanlara verilmemektedir. Sözde bu çiğnenmez ilkenin böylesine önyargılı istismarı, kendi çaplarında düzenli propagandalar yürüten birçok Batılı yönetimin politikaları ile de zaten çelişmemektedir.

Yine bu, Avrupa'nın her inançtan ve renkten azınlıklara karşı ırkçılık ve yabancı düşmanlığı dolu ortak târihi ile de uyumludur. Öteden beri seküler liberalizm savunucuları, dînin hayat işlerinden uzaklaştırılmasıyla, dînin yapamadığı bir şeyin yapıldığını iddia ederler: toplumu uyumlulaştırmak, öyle ki farklı inançlara ve uygulamalara sahip tüm insanlar bir arada yaşabilirler! Oysa Seküler Avrupa'yı sağlam bir hoşgörü kalesi olarak yansıtan bu illüzyonun maskaralık olduğu artık gün yüzüne çıkmıştır! Avrupa'da yaşayan milyonlarca Müslümana yönelik Laik aşırılar tarafından düzenli olarak yapılan hoşgörüsüz gösteriler, geçmişte Kilise güdümündeki Avrupa'nın itiraf edilen hoşgörüsüzlüğü ile pekâlâ karşılaştırılır. Mescitleri denetim altına alarak, siyâsî tepkileri susturarak ve ne idüğü belirsiz birtakım değerler dizisine körü körüne bağlanılmasını talep ederek yürütülen asimilasyon, şu anda pek çok Batılı başkentte norm haline gelmiştir.

Wilders'in Kur'ân-il Kerîm'i yasaklama çağrısı ayrıca, İslâm düşmanlarının asırlar boyunca İslâm'ı fikrî ve aklî yönden hezîmete uğratmaktan kesin bir acziyet içerisinde kaldıklarını göstermektedir. Hem de Müslümanlar (ve başkaları) onların inançlarına yönelik tüm bu saldırılarına duygusal tepkiler verdikleri, öfkelerini boşaltan argümanlara uğratıldıkları ve hicâb (başörtüsü), nikâb (peçe), siyâsî partiler ve şimdi de Kur'ân-il Kerîm gibi bazı hususlarda peş peşe yasaklama çağrılarına mâruz kaldıkları halde! Bilakis bizâtihi Kur'ân, insanın yaratılışı ve yaratılış gâyesi üzerinde düşünüp tartışsınlar diye akıllara hitap etmekte, kendi delilini, Kıyâmete kadar âleme meydan okuyarak bizâtihi göstermektedir.

İslâm'a karşı savaşı, Irak'ın, Afganistan'ın ve Filistin'in işgâlini destekleyen ve Müslümanların toprakları üzerindeki zorbalara arka çıkan Avrupa'daki yönetimler, hiç kuşkusuz Sömürgeci serüvenlerini körükleyecek daha fazla propagandayı memnuniyetle karşılayacaklardır. Fakat hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki bu politikalar Müslüman dünyasında yalnızca; İslâm'a karşı tekrarlanan bu saldırılar hakkında bile zar zor birkaç söz edebilen, öte yandan Batılı çıkarlar söz konusu olunca yerlerinden zıplayan omurgasız diktatörlerin koltuklarını devirmek üzere Sömürgecilik prangalarından âzâde, güçlü bir İslâmî yönetim görme arzusunu daha da körükleyecektir.

Hizb-ut Tahrir'in Müslümanlara mesajı, böylesi saldırılara tepki göstermeleridir; Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de kendisiyle alay edildiği ve risâleti yasaklandığı vakit böyle yapmıştı. Yine de onlarla en güzel bir şekilde cedelleşmiş, hikmet ve güzel öğüt ile tartışmıştı. Bu tür saldırılar yalnızca onun Dâvâyı taşıma azmini ve kararlılığını güçlendirmişti.

Önümüzdeki haftalarda Hizb-ut Tahrir - Britanya; ifade özgürlüğü, Şeriat hukuku, kadına yönelik zulümler ve Avrupa'da ırkçılığın ve faşizmin doğuşu gibi konularda halka açık konuşmalar ve tartışmalar serisi düzenleyecektir. Bu vesileyle, Müslümanları, İslâm Ümmeti'nin karşılaştığı süregelen sorunların yegâne köklü çözümü olan Hilâfet Devleti'ni yeniden kurmak üzere çabalarını ikiye katlamaya çağırıyoruz. Hilâfet Devleti, yalnızca İslâm Ümmeti'ni Sömürgecilikten ve işgâlden kurtarmakla kalmayacak, İslâm Dîni'ne saldıran herkesin de kâbusu olacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ey Başbakan! Egemenlik Allah'ın Şeriatı'nındır, Meclisin Değil! Allah'ın Hükmünden Sonra, Meclisin Teröre Karşı Savaşın Parçası Olmak yada Olmamak Seçimi Yoktur!

Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı John Negroponte ile yaptığı toplantıdan sonra Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî, egemenlik kapsamında olduğu için Meclis'in Teröre Karşı Savaş'a ilişkin stratejisini duyuracağını açıkladı. Şimdi soru şu: eğer Meclis Müslümanları katletmede Amerika ile işbirliği kararı alırsa bu, benzer katliamları da câiz kılar mı? Gerçekte Müslümanları katletmek üzere Küffâr ile işbirliği yapmak kesinlikle harâmdır. Allah ve Rasulü bunu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek netlikte beyân etmiştir. Başbakan'ın, her Müslüman için egemenliğin, ne Meclis'e ne de bir başkasına değil, Şeriat'a ait olduğuna inandığı iddiası ile çelişen bu tavrını kınıyoruz. Zîra bu, İslâm'ın yönetim nizâmı olan Hilâfet ile küfrün nizâmı olan demokrasi arasındaki temel ayrılık noktasıdır. Üstelik Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcı ile arasında geçen bu görüşme, yeni hükümetin Amerikan dayatmalarına ne kadar direnebileceğini de göstermektedir.

İnsanların artık bu politikacılardan murâdı; Amerikalı yetkililer ile kapalı kapılar ardında hiçbir görüşme yapmamaları ve en net söylemler ve eylemler ile Amerika'nın Pakistan'ın işleri hakkında hiçbir söz söylemeyeceğini göstermeleridir.

Artık mevcut demokratik sistemlerden kurtulmamızın vakti gelmiştir. Bu sistem, Allah'ın hükümlerini bir yana bırakıp yasamada Sömürgeci çıkarları dayatmak suretiyle bizi onlara köleleştirerek beşerin hevâsına ve arzularına göre hükmetmesini esas almaktadır.

Bizi böylesi bir kölelikten yalnızca Hilâfet kurtarabilir. Zîra Hilâfet Devleti'nde, ne Halîfe'nin, ne de seçilmiş/atanmış hiç kimsenin egemenliği olamaz, egemenlik yalnızca Allah'ın Şeriatı'na ait kılınır. Halîfe, ne kadar yetkisi olursa olsun, Allah'ın hükümlerini uygulamaya mecburdur. İşte böylelikle, işlerimiz üzerindeki Sömürgeci hâkimiyete açılan tüm kapılar otomatikman kapanmış olur.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER