Cuma, 17 Recep 1446 | 2025/01/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Cürüm Referandumunu Reddeden Milyonlara Ulaşacak İmza Kampanyası Devam Ediyor

Önümüzdeki yılın başında yapılması planlanan ülkemizi parçalamaya kararlı cürüm referandumu öncesinde hükümet, ülkenin mukaddesatlarını mubah kılan ve egemenliğini çiğneyen sömürgecilerin payandalarına, her sabah referandumun zamanında yapılacağına ve günahı izzete yeğleyen sonucunu kabul edeceğine dair vaatlerde ve tavizlerde bulunarak gururu onu günaha sevk etmektedir.

Bu ülkedeki Müslümanlar, bu cürümü reddettiklerini, kendilerinin kurdun Yakup Aleyhi's Selam'ın kanından berî olduğu gibi insanların alemlerin Rabbi için kıyama kalkacağı o günde sevabını umdukları bir beraat ile bu cürümden berî olduklarını ifade etmeye ve bu cürüm referandumunun iptal edilmesini talep eden seslerini yükseltmeye akın etmektedirler.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak cürüm referandumunun yapılmasını reddeden belgeyi imzalamak isteyen halkımızın talebine icabeten, imza kampanyasının H. 03 Zilhicce 1431 el-muvafık 09 Kasım salı gününden itibaren Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Bürosu'nda her gün sabah saat 9:00'dan akşam salahına kadar devam ettiğini duyururuz. Büronun adresi aşağıdaki şekildedir:

Doğu Sudan / Melik Sokağı İle 21 Ekim Sokağı Kavşağının Batısı


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Avn, Müslümanların Kanıyla Beslenmek İsterken Basil, Hizb-ut Tahrir'e Yine İftira Atıyor

Mişel Avn, kendisine ve akımına halk desteği koparmak için yine fırkacılık telinden çalmaya başladı. İşte o, tek kelimeyle terbiye ve nezaketten nasibini almamış açıklamalarda bulunuyor. Fitneyi tahrik etmesi de cabası. Zira Müslümanlar arasında adaveti ve fitneyi tahrik etme girişimi altında şöyle diyor: "Sorunum olmadığı tek gurup Şiilerdir. 1943, 1957, 1958 ve 1975 yıllarında Sünnilerle sorun çıktı. Direnişin yanında yer aldığımda mirasımı, kültürümü ve tarihimi inkar ettim diye bana küfreden Sünnilerdir. Sünniler, içeride otorite için çatışıyorlar. Bizim ve Şiilerin sahip olduğu gibi onların hiçbir meselesi yok. Ben Şiilerle dayanışma içerisindeyim..." Kendisine ve öfkesine pirim vermeyen "İslamcıların" olduğu Trablus'a tahriklerde bulunmayı da unutmuyor.

Yandaşı Gibran Basil'e gelince; herhangi bir gerekçe ve münasebet olmadan Hizb-ut Tahrir'e tekrar saldırarak şöyle diyor: "Bu bölgede bulunmak ve kalmak Nasranilerin kaderidir. Kendilerini tehdit eden el-Kaide ve Hizb-ut Tahrir değildir..."

Avn'a gelince ona deriz ki: Artık Müslümanların arasına tefrika sokma cambazlığını bırak. Müslümanları kahramanlar ve hainler veya davasına sahip çıkanlar ve onda ifrata kaçanlar şeklinde tasnif etme hakkına sahip değilsin. Zira Müslümanlar tek bir ümmettir ve senin gibilerin aralarında adaveti tahrik edeceği iki Lübnanlı fırka olarak kalmayacaktır. Müslümanların sığınacağı bir çatının ve onları bir araya toplayacak bir devletin olmadığı süreçten geçtikleri bu istisnai dönem seni aldatmasın. Ayrıca Yahudi varlığına ve onu kuran, destekleyen ve arkasında duran kafir devletlere adavet beslenmesi hususunda Müslümanlar arasında hiç anlaşmazlık yoktur. Zira Müslümanların birbirlerine olan dostlukları, seni yalnız başına bırakan ve siyasette hasmını destekleyen şefkatli annen Fransa'nın çizdiği Lübnan'ın dar sınırlarını aşmaktadır. Yüzlerce sene hem sizi hem kiliselerinizi hem de onurunuzu koruyan kendilerine saldırdığın ve kendileriyle sorunun olduğunu söylediğin Müslümanlardır. İnancınız hususunda sizlere zulmeden kendi milletinizin evlatlarından kaçmak amacıyla Suriye'nin Kuzeyinden göç etmenizden sonra miladi yedinci asırdan beri sizleri Lübnan dağında barındıran da Müslümanlardır.

Bakanın Basile de deriz ki: Hizb-ut Tahrir, Nasranilerin bölgedeki varlığını ne zaman tehdit etti?! Hizbin metodunda, seyrinde ve tarihinde maddi eylem veya şiddet olmadığını bildiğin halde ne diye hizbe iftira atıyor ve yalanlar uyduruyorsun?!

Her ikisine de deriz ki: Hizb-ut Tahrir'in kurmak için çalıştığı Hilafet Devleti, insanın kutsallığını bilen, sizin yaptığınız gibi fırkacılık temeline binaen tebaasının arasında ayrım yapmayan, insanları dinlerinde fitneye düşürmeyen bir devlettir. Çünkü o, Allahuteala'nın şu kavlini fehmetmiş bir devlettir: لاَ إِكْرَاهَ فِى ٱلدِّينِ "Dinde zorlama yoktur." [el-Bakara 256]

Bu bahtsız ülkedeki Müslümanların liderlerine gelince onlara da deriz ki: Şüphesiz Avn'ı bu kabak tadı veren ifadelerle gevezelik yapmaya tahrik eden şey; ırkçılık ve fırkacılık yoluyla Müslümanların dostluğunu kazanmak için takip ettiğiniz çizgidir. Sonra da birbirinize karşı güç kazanmak üzere diğer taifelerin dostluğunu kazanmak için birbirinizle rekabet etmeye başladınız. Bu adamı Müslümanlarla alay etmeye ve onların kanlarıyla beslenme ümidiyle aralarında adaveti tahrik etmeye iten faktör; bölünmüşlüğünüz ve bunun sonucunda oluşan dostluklarınızı bölgesel örgütler ve büyük devletler arasında dağıtmanız ve Müslümanların iki Lübnanlı taifeye bölünmesini güçlendirmeniz değil midir?! Umulur ki Allahuteala'nın şu kavlini hatırlarsınız: وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider." [Enfal 46]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'deki İktidar Rejimi, İngiliz Efendilerinden Tavsiyeler ve Nasihatler Alıyor

Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programına bağlı Yemen Formu, Londra'daki İngiliz Kraliyet Araştırma Enstitüsü Chatham House'da 01-02 Kasım 2010 günlerinde "Yemen: Siyasi Dinamizm ve Uluslararası Politikanın Genel Çerçevesi" başlıklı bir konferans düzenledi. Birincisi ekonomi ve reformlar, ikincisi siyaset ve demokrasi, üçüncüsü kalkınma yardımı ve insani destek, dördüncüsü güvenlik ve diplomasi olmak üzere konferansta dört sunum yapıldı.

Katılımcıların farklılığına rağmen konferansta en önemli rolü ve güçlü sesi, 27 Haziran 2010'da Yemen'i ziyaret eden ve Ali Abdullah Salih ile görüşmek için Ramazanın başı olan 11 Ağustosta Londra'ya gelmesini emreden İngiltere Uluslararası Kalkınma Bakanı Alan Duncan yoluyla yaptığı açıklamalarıyla ev sahibi İngiltere oynadı.

Duncan konferansta, Yemen'de su ve petrolün tükenmekte olduğunu, Yemen'in başarısız bir devlet olmasının an meselesi olduğunu, dünyanın da sabrının tükendiğini, devrilmesinden sonra ona yardım etmekten daha kolay olacağından Yemen'e şimdi yardım edilmesi gerektiğini, "Amerika'yı kastederek" bağışçıların ayrı ayrı para yardımında bulunmasına gücendiğini, bunun Yemen'i bölünmeye götüreceğini ifade etti ve bağış yapan devletleri koordinasyon içerisinde çalışmaya ve hep birlikte para yardımı yapmaya çağırarak bu koordinasyonu, büyük bir meydan okuma, "yani Amerika'ya" büyük bir meydan okuma olarak gördü. Bu da İngiltere'nin, Yemen'i desteklemek için bir fon oluşturulması amacıyla yapılacak olan New York Konferansı öncesinde Yemenli dostlarını davet etmesine açıklık getirmektedir. Ayrıca Duncan bağış yapan devletleri, davranışlarını düzeltmeye çağrıda bulunarak Yemen'e sunulan seçenekler hakkında ise Yemen'in ya başarısız olacağını yada kendisine çeki düzen vereceğini ancak İngiltere'nin duracak ve bekleyecek mecali kalmadığını ifade etti!

Şura Meclisi Başkanı AbdulAziz Abd-ul Gani de İngiliz Milletler Topluluğu Bakanı Orister Bert ve Lordlar Kamerası Başkanı Barones Hayman ile görüştüğünde konferansta ne diyeceğini arz etmek için 26 Ekim salı günü erkenden Londra'ya geldi. Gerek 2006 Kasım ayında gerek 2010 Şubat ayında gerekse bu ayda düzenlenen Yemen için bağış konferansların hepsine Londra'dan çağrı yapılmış ve Londra'da düzenlenmiştir. İngiltere'yi tüm bunlara iten faktör ise Yemen'i bitirmek ve Amerika'ya teslim etmeleri için Dünya Bankası'nı ve IMF'yi Yemen'e göndermesinden beri Amerika'nın Yemen'deki tamahlarıdır. Kayda değerdir ki Chatham House, Yemen'deki iktidar rejiminin on öncelikli düzenlemelerinin arasında gelmektedir. Tüm bunlardan sonra Ali Abdullah Salih, kalkmış bir de hiçbir kimsenin iç işlerimize müdahale etmesine izin vermeyiz diyor!

Artık iki gözü olan herkesin İngiltere'nin kendi çıkarları için iktidar rejimine tavsiyelerde bulunduğunu, ona kendisine nasıl itaat edeceğini ve ajanlık yapacağını gösterdiğini görmemesi imkansızdır. Yemen'deki ajanlarını korumak için Amerika ile çatışması da cabasıdır. O halde ey Yemen halkı! Londra sizlerin, iman ve hikmet beldesi olan ülkenizin geleceğini belirleyene kadar ayakta çakılıp kalacak mısınız? Yoksa içerinizde hala kendilerinin ve ümmetlerinin durumunu fark edip İngiltere'nin ve Amerika'nın önünü keserek kapitalizm fikirleri ile Allah'ın hakkında bir sultan indirmediği Müslümanların sorunları için ithal edilen çözümlerin ilmiğinden kurtulacak, Allah'ın emrine icabet edecek, sadece Allah'ın dostları olacak kimseler var mıdır?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'deki Bomba Paketleri Olayı, Bir Amerikan Tezgahıdır

Bir Yemenli resmi kaynak, Yemen Haber Ajansı Saba'ya UPS Şirketine bağlı bir Amerikan kargo uçağında patlayıcı bulunmasına şaşırdığını açıklayarak Yemen havaalanlarında çok ciddi ve sıkı güvenlik tedbirleri alınmasının yanı sıra İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ne direkt veya aktarmalı uçak olmadığını ifade etti. Açıklamasının sonunda ise terörün herkesin güvenliğini ve barışı tehdit etmesinden dolayı Yemen'in terörle mücadelede çabalarını ve bu alanda devletlerarası toplumla işbirliğini sürdüreceğini ifade etti. Bu açıklamadan bir gün sonra ise Ali Abdullah Salih, bir basın toplantısı düzenleyerek paketler hakkında elde ettiği bilgilerin Amerikan kaynaklı olduğunu ifade etti.

Amerika Birleşik Devletleri, Amerika'nın Chicago kentindeki iki Yahudi sinagoguna gönderilen ve Yemen'den dönen bir Suudi yolcu tarafından ihbar edilen iki şüpheli paketin bulunmasında ve ihbar edilmesinde oynadıkları rolden dolayı Suudi istihbaratına teşekkür etti.

Bu olay Amerikalıları, "terörizmle" mücadeleye soyunan demokratları seçmeye sevk etmek ve Yemen'deki hava saldırısını sürdürmesi amacıyla iktidar rejimine şantaj yapmak için Amerikan kongresindeki ara seçimler öncesinde gerçekleşti. Bu şüpheli bomba paketleri olayı, bizlere 11 Eylül olayından sonra Amerika'da ortaya çıkan ve CIA ajanları gönderdiği halde el-Kaide'ye yaftalanan habis şarbonlu mektup paketleri olayını hatırlatmaktadır.

Şayet Ali Abdullah Salih ve rejimi, bu tezgaha bulaşmamışlarsa niçin açık bir şekilde Amerika'ya, "Yemen'in bir yıkıma dönüşmesinde asla size ortak olmayacağız" demiyor ve kendi muvafakatiyle insanların akan kanlarından dolayı pişmanlık duymuyor. Yoksa yarısı güvenlik ve askeri, diğer yarısı da Amerika'nın istediği gibi harcayacağı yardımlar adı altında Amerika'dan gelen 300 milyon dolar, kurbanı üniversitedeki bir masum kız öğrenci olsa da Amerika Birleşik Devletleri tarafından sadır olan her türlü davranışlara göz yummak için yeterli midir?

Bu tezgah, bu tür cürümlerde deneyimli olan Pakistan'dan gelen yeni Amerikan Büyükelçisi Firestein'in, paketlerin sorumluluğunun iktidar rejimine yüklenmemesine ilişkin olarak 01 Kasım günü yaptığı açıklamadan ve Obama'nın 02 Kasım günü Salih ile yaptığı telefon görüşmesinin ve el-Kaide'ye karşı iktidar rejiminin yanında olma söz vermesinden sonra ortaya çıktı.

İslam ümmetinin tamamı, yöneticilerinin Amerika karşısında zelilleşmesine ve aşağılanmasına son verecek, azgınlaşan Amerika'nın eziyetlerine cevap verecek, Amerika'nın Müslümanların beldeleri ve dünya üzerindeki hakimiyetini uzaklaştıracak, İslami ümmeti yeniden insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet seviyesine geri kavuşturacak, onu tek bir devlet altında birleştirecek, ona İslam ile hükmedecek ve geçmişinde olduğu gibi onu, ümmetleri Allah'a hidayete erdirecek yeryüzünün kandili haline dönüştürecek bir kimseye iştiyak duymaktadır. Bu ise ancak zamanı uzayan ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bizleri, ....ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacak" kavli ile müjdelediği İkinci Raşidi Hilafet ile mümkündür.

أَلاۤ إِنَّ نَصْرَ ٱللَّهِ قَرِيبٌ "Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın nusreti yakındır." [el-Bakara 214]

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Ancak İslami Hilafetle Gerçekleşecek Gerçek Değişim Noktasında İnsanları Özellikle de Kuvvet Sahiplerini Bilinçlendirmek Amacıyla Ülkenin Dört Bir Yanında Binlerce Kişinin Katıldığı ve Otoritelerin Yedi Şebabı Tutuk

Daha önce duyurulduğu gibi hizb, Kasım ayında Paşaver, İslamabad, Lahor, Rahimeyerkhan ve Mutlan gibi Pakistan'ın çeşitli büyük şehirlerinde binlerce insanın katıldığı 43'ün üzerinde Hilafet yürüyüşleri düzenledi.

Hükümetin aldığı sıkı güvenlik tedbirlerine rağmen hizbin cesur şebabı, Lahor şehrinin göbeğindeki Şehitler Mescidi'nin önünde, İslamabad şehrinin merkezindeki ez-Zerkâ bölgesinde, Paşaver'deki Basın Kulübü ve Karaçi'deki Genel Park'ın önünde kalabalık bir yürüyüş düzenlemeyi başardı.

Hükümet, dün hizbin şebabından üç kişiyi bugün de Revalpindi şehrinde dört kişiyi tutukladı. Kayda değerdir ki hizbin şebabı, cuma salahından sonra yürüyüşler düzenlerken Paşaver yakınındaki Dâr Dâm-ul Hayl bölgesindeki mescitte büyük bir patlama meydana geldi. Bu da medyanın patlama eylemine odaklanmasına yol açtı. Hükümetin ve Amerikan katliam şirketlerinin insanların ve medyanın dikkatini çekmek için yaptığı bu tür eylemler bir ilk değildir. Ancak hizb, şunu vurgulamak ister ki hükümet ve Amerika, ne yaparsa yapsınlar Hilafet daveti gün be gün giderek büyümekte olup Hilafet güneşinin doğması ve dünyanın dört bir tarafını aydınlatması çok yaklaştı.

Bugünkü yürüyüşler, ümmetin gerçek değişime meyil etmeye kilitlenmesi hakkında dönüp dolaşanları ifade etmede önemli bir rol oynadı. Artık ümmet, gerçek değişimin yüzlerin değişiminde olmadığını ve kapitalizm nizamının alaşağı edilip yerine Hilafet ikame edilinceye kadar gerçek bir değişimin meydana gelmeyeceğini anladı.

Hizb-ut Tahrir Pakistan ordusunu, Pakistan'ın karşı karşıya kaldığı şu kritik zamanda şeri vecibesini yerine getirmeye ve İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması için nusret vermeye davet eder.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Yeni Patlamalar, Irak Otoritesinin Tamamen Aciz Olduğunu Teyit Etmektedir

  • Kategori Irak
  •   |  

Her günümüzün kanlı bir hale geldiği- Irak'ta kanlı günlerden yeni bir felaket günü daha. Burası başkent Bağdat... Dâr-us Selam. Bağdat halkı, 02.11.2010 salı günü dört ana noktasını vuran yirmi küsur bölgede meydana gelen yıkıcı patlamalarla sarsıldı. Patlamaların sonucunda onlarca masum insan şehit oldu, yüzlercesi yaralandı, binalar ve işyerleri tamamen tahrip oldu. Tüm bunlar ise vakıa zeminindeki varlık amacı, yıkmak ve katletmek ile servetleri ve kamu mallarını yağmalamaktan başka bir işi yapmak olmayan zalim Amerikan işgalinin dayattığı kıytırık bir hükümetin gölgesinde meydana gelmektedir.

Bu olaylara şahit olan bir kimse bu denli silahlarla ve araçlarla donanımlı asker ve polis yoğunluğuna bir o kadar da diğer güvenlik güçleri olmasına rağmen bu felaketlerin meydana gelmesi karşısında şaşkına dönmektedir... Ancak eğitim zayıflığını, deneyimsizliği ve farklı yandaşlıkları göz önüne aldığımızda bu şaşkınlık boşadır. Tüm bunlar ise istenen güvenlik derecesini engellemektedir. Nitekim ellinin (50) üzerinde kişinin ölümü ve yetmiş (70) kişinin yaralanması ile sonuçlanan bir kilisedeki rehinleri "kurtarma" operasyonu bunun kanıtıdır. Bu kişilerin hepsi veya çoğu dua için gelmişlerdi. Dolayısıyla bu tamamen başarısız bir operasyondur.

Burada ön plana çıkan kritik soru şudur: Sözde seçimlerin üzerinden yedi küsur ay geçmesine rağmen bu masa öteki masa, bu "şeffaf" görüşme daha "şeffaf" olan başka bir görüşme derken sürüp giden hükümet kurma görüşmeleri ne zamana kadar devam edecek? Bu kişilerin kana susamışlığı giderilinceye kadar daha ne kadar kan akacak?

 

Ey Irak Halkı!

Şüphesiz bu, eşine ender rastlanan bir saçmalık olup bu yöneticilerin Allah [Azze ve Celle] katındaki hesabı oldukça çetin olacaktır:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrahim 42-43]

Ümmetin, bu kişilerden ve onların arkasındaki azgın küfür devletlerinden kurtulması ancak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in bizleri, ثمَّ تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacak" kavliyle müjdelediği Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmakla mümkündür.

Devamını oku...

Obama'nın Zehrinden Sakınınız Ey Müslümanlar!

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Haberler, daha önce yapmayı planladığı iki ziyaretini iptal eden Amerikan Başkanı Barack Obama'nın 09 Kasım 2010'da Endonezya'yı ziyaret edeceğini aktardılar. Beyaz Saray da başkanın Hindistan ziyaretinin ardından Endonezya'yı ziyaret edeceğine dair yaptığı açıklamalarla bu haberleri doğruladı. Obama, Endonezya'da bulunduğu sırada Güney Doğu Asya'daki en büyük mescit olan İstiklal Mescidi'ni ziyaret ederek oradaki açık bir alanda konuşma yapacak. Obama, Amerika Birleşik Devletleri'nin İslam dünyasına ulaşma çabalarında önemli bir yere sahip olduğunu, hızla ve dinamik bir şekilde gelişen Güney Doğu Asya ekonomileriyle bağlantısı olduğunu ifade etti. ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Ben Rhodes ise 29.10.2010'da şöyle dedi: "Orada Endonezya ile yaptığımız kapsamlı ortaklığı ele alma fırsatını yakalayacağız." Obama, konuşmasında demokrasi, kalkınma, bunların dünyanın dört bir tarafındaki Müslüman nesillere aktarılması konularının yanı sıra Endonezya'da çoğulculuğa ve hoşgörü konularına da değinecek.

Özellikle Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Endonezya Dışişleri Bakanı Marty Natalegawa arasında 18.09.2010'da Amerika Birleşik Devletleri'nde Kapsamlı Ortaklık denilen Ortaklık Anlaşması'nın ilan edilmesinin ardından Obama'nın ziyaretindeki kritik nokta; (12) maddesi siyaset ve güvenlik, (27) maddesi ekonomi ve kalkınma, (15) maddesi kültür, toplum, eğitim, teknoloji ve benzeri konular olmak üzere tüm alanları kapsayan bu anlaşmanın maddelerinin uygulanmasıdır. Bu anlaşmanın uygulanması ise Obama'nın ziyareti sırasında anlaşmayı imzalamasından sonra başlayacak. Böylece siyaset, güvenlik, ekonomi, kültür, toplum, eğitim, teknoloji ve benzeri alanlar olsun Amerika'nın ülkedeki nüfuzu güçlenecektir.

Ey Müslümanlar!

Sömürgeciliğini dünyanın büyük bir alanına yayan sömürgeci bir devlet olan Amerika'nın başkanlığı bakımından Obama ile oğul Bush arasında hiçbir fark olmayıp Amerika, ülkeyi ve insanları ifsat eden bir devlettir. Dünyanın dört bir yanındaki krizlerin ve karışıklıkların arkasında duran bizzat bu devlettir. İslam'a ve Müslümanlara olan adaveti ayan beyan ortaya çıkmıştır. Amerika, şu anda İslam ve Müslümanlar ile fiili bir savaş hali içerisindedir. Binaenaleyh Kapsamlı Ortaklık denilen anlaşma cicili bicili ifadelerle örtbas edilmesine rağmen hayatın tüm alanlarını kapsayan bir sömürü olması bakımından gerçekte özellikle Müslümanlar için öldürücü bir zehirdir.

Ey Müslümanlar!

Bildiğiniz üzere ülkedeki suni terör meselesinin arkasında duran bizzat Amerika'dır. Zira 11 Eylül saldırılarından sonra Amerika, hemen istihbarat birimlerini Endonezya istihbarat birimlerine bağladı ve bu bağlantı, Ömer Faruk ile Hanbelî'nin tutuklanmasında olduğu gibi aranan iki kişinin Amerika'ya teslim edilmesini kapsamaktadır. Ayrıca Amerika, dünyanın altın servetinde en büyük kapasiteye sahip olması bakımından elli küsur yıldan beri hakim olduğu ve mevcut devlet başkanı döneminde yenilemişken Papua'daki altınlar üzerindeki hakimiyetini sürdürmek için oradaki ayrılıkçı hareketleri desteklediği gibi askeri ilişkiler de yeniden normalize edildi. Zira Endonezya ordusuna bağlı özel kuvvetler ile Amerika arasında ortak askeri eğitimlere başlanıldı.

Düşünce, demokrasi, çoğulculuk ve liberalizm merkezlerini seferber eden bizzat Amerika'dır. Zira Endonezya'daki büyük üniversitelerde "Amerikan Corner" denilen bürolar açtı ve bunları finanse etti. Amerika, bu bürolar yoluyla liberal Amerikan kültürünü ülkedeki Müslümanlar arasında yaymaktadır.

Ayrıca Amerika, kadın ve kadını İslami değerlerden uzaklaştırma üzerine de odaklanarak bu amaçla fon oluşturdu. Zira kadın konferansları düzenlemesi ve kadının %30 nisbî temsil etme yasası kılıfı altında kadını hükümete ve parlamentoya sokması için hükümete baskı yaptı. "Cinsiyet" ve yeni veriler adı altında kadın özgürlü fikrini tekrar yaydı ve "eş cinsellik" hareketlerini destekledi. Nitekim Sarabaya'da bir kadın konferansının düzenlenmesine teşvik edilmesinin arkasında Amerika olmasına rağmen ümmetin evlatları bunu boşa çıkardılar. Çünkü bu konferans, kadını kalkındırmak ve onurunu korumak için değil onu aşağılama amaçlı olan bir konferanstı. Amerika bunun da ötesine geçerek medyanın Müslümanlar arasında kendisinin propagandasını yapması için milyonlarca dolar ayırdı. Zira bu zehirleri, "Amerikan İdeali" ve "Hollywood Filmleri" gibi iğrenç filmleri ve televizyon programlarını her eve enjekte eden bir radyo istasyonu kurdu. Amerika'nın ajanları, insan haklarını ve dinî mirası savunma gerekçesi altında pornografik fotoğraflara ve işlere karşı bir kanun çıkarmayı reddettiler.

Eğitime gelince; özellikle de İslami üniversitelerdeki eğitim müfredatının değiştirilmesinde Amerika'nın rolü açıkça ortaya çıktı. Zira buna, geçen yetmişli yıllardan beri başladı ve şu ana kadar da devam etmektedir. Eğitimde dini hayattan ayırma, çoğulculuk, inanç özgürlüğü, dinlerarası diyalog, kadın özgürlüğü, Hilafeti ve şeriatla yönetimi reddetme fikrini yaydı. Özellikle "terörizme karşı savaş" denilen şeyi ilan etmesinden sonra özel İslami enstitülerde de müfredatı değiştirmeye kalkıştı.

Ey Müslümanlar!

Artık genelde Amerika'nın özelde ise Obama'nın zehri ülke ve insanlar için açığa çıkmıştır. Obama'nın Endonezya ziyareti, sadece bu zehirli planları uygulamak, sizleri zayıflatmak hatta kalkınmayasınız diye sizleri öldürmek içindir. Amerika, sizleri nüfuzu altında tutmayı istemektedir. Geçmişte sizleri içerisine boğduğu bu fesat ve ifsat yetmez mi? Bunlardan ibret alıp aynı şeyi tekerrür ettirmeyiniz. Zir Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لاَ يُلْدَغُ المُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ "Mümin bir delikten iki defa sokulmaz." [et-Taberani]

O halde sizlere düşen bu İslam beldesindeki Amerikan nüfuzunu reddetmeniz ve sömürgecilerin planlarını bertaraf etmenizdir ki böylece hem ülkenizi hem de kendinizi kurtarasınız. Aksi takdirde Amerika'nın hain nüfuzu nedeniyle daha kötü bir hale gelir ve daha çok fesada boğulursunuz. Sakın ha sömürgecilerin nüfuzuna veya komplolarının tuzağına düşmeyiniz ey Müslümanlar! Sonra hüsrana uğrayanlardan olusunuz.

 

هَذَا بَلاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الألْبَابِ "İşte bu, kendisi ile uyarılsınlar, (Allah'ın) ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir." [İbrâhîm 52]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Zorunlu Evliliğin Entegrasyonla Ne Alakası Var?!

Alman politikacılarının, entegrasyon politikasını etkinleştirmek amacıyla kararlı adımlar atmaya niyetli olduklarını ifade ettikleri aylarca süren tartışmanın ardından Alman hükümeti, dün zorunlu evliliği engellemeyi amaçlayan kanun taslağını onayladı. Bu yeni kanuna göre zorla evlilik, beş seneye varan hapis cezasını gerektiren bir suçu işlemek sayılacaktır. Bu kanunda "insani" eğilim de göz ardı edilmemiştir; zira zorla evlilik mağdurları düşünülmüş, onlara birtakım haklar, daha doğrusu Almanya'ya dönme hakkı verilmiştir.

Şimdi bu kanunun ne değeri ve ne faydası var?

Bu sorunun cevabını Adalet Bakanı "Sabine Leutheusser-Schnarrenberger" verdi. Zira o, bu kanunun büyük bir caydırıcı etkisinin olmayacağını ve zorla evlilik yaptıran faillerin cezai kovuşturmasının zor bir iş olacağını itiraf etti.

Dolayısıyla bu kanun, zorla evliliği suç saymasına rağmen bu ispat edilemeyecektir. Alman devlet personellerinin, kız çocuklarının zorla evlendirildiğini ispatlamak için örneğin Türkiye veya Fas veya Ürdün veya benzeri bir ülkedeki herhangi bir köye gideceklerini de sanmıyoruz. Dolayısıyla bu kanun, yüzlerce Alman kanununa eklenecek faydasız bir kanundur.

Bu kanun, entegrasyon karşıtlığını engellemeye dönük kararlı adımlar atma bağlamında onaylanmıştır. Bilindiği üzere entegrasyon karşıtlığını engellemek, Alman hükümetinin iddia ettiği üzere kendisinin temel meselesidir. Yine bilindiği üzere entegrasyon karşıtlığını engellemek, İslam mefhumlarını taşıyan ve onlarla amel eden kimseleri engellemek ve bu kimseleri -Merkel'in isimlendirmesini sevdiği üzere- Almanya'nın Nasranilik-Yahudilik kültürü denilen şeyle asimilasyona sevk etmektir. Burada varit olan soru şudur: Bu kanunun entegrasyonu reddetmekle ne alakası vardır?

Eğer İslam, zorla evliliği mubah kılmış olsaydı derdik ki: Bu İslami hüküm, Alman kanunu ile çelişmektedir. Bundan dolayı Alman hükümeti bunu, Batı kültürü mefhumu ile çelişen bir İslam kültürü mefhumu olarak engellemektedir. Ancak herkes bilmektedir ki "zorla evlilik", İslam'da batıldır. Yani bir evlilik değildir. Yine herkes bilmektedir ki Almanya'daki Müslümanların geneli Türk'tür. Türkler ise kadının kendi başına evlenmesini mubah gören Hanefi mezhebine göre amel etmektedir. Yani veli, evlilik hususunda kadın üzerinde velayet sahibi değildir. O halde "zorla evlilik" mefhumu nereden gelmektedir? İslam'la hiçbir alakası olmayan bir fikirden gelmektedir. Dolayısıyla bu, hem İslam'a hem de Alman kanuna aykırı olan bir iştir.

Şimdi Alman hükümeti, İslam'a muhalefet edilmemesini önemsemekte midir? Tabii ki hayır! Zira Alman hükümetinin alkol kullanan ve domuz eti yiyenleri hapse mahkum eden bir kanun çıkarması düşünülemez. Bunun aksi düşünülmüş olsa bile.

O halde Alman hükümetinin derdi, Alman kanununa muhalefet edilmemesidir. Ancak Alman kanununa muhalefet edilmemesi, Müslümanlarla sınırlı değildir. Bilakis gayrimüslimleri hatta Alman politikacılarını da kapsamaktadır (Helmut Kohl ve İsviçre'deki gizli hesapları hatırlayınız).

Burada varit olan soru şudur: Mademki gerçekte "zorunlu evliliğin" değerler çatışması, yani İslam mefhumu ile Nasranilik-Yahudilik Alman mefhumunun çatışmasıyla bir alakası olmayıp sadece Alman kanununa muhalefet etmektir o halde ne diye entegrasyon içerisine sıkıştırılmaktadır? Şimdi Müslüman bir kimsenin yaptığı her muhalefet, entegrasyonu reddetmesi olarak mı yansıtılacaktır?

Mantıken bu sorunun cevabı hayırken pratik vakıadaki cevabı evettir. Çünkü Müslümanlardan zorla talep edilen ve tüm politikacıların hatta tüm insanların bahsettiği bu entegrasyonun hakikatini ve tanımını hiçbir kimse bilmemektedir. Hiçbir kimsenin de tanımını yapacağını sanmıyoruz. Çünkü tanım, politikacıları ve politikayı disiplinize edecektir ki bu da Batılı politikacıların ve Batılı politikanın istemediği bir şeydir. Bundan dolayı entegrasyon mefhumu, Müslümanları Nasranilik-Yahudilik kültürü potasında eritme maksadını gerçekleştirmesi için hükümete onlara baskı yapma yetkisi veren elastiki soyut bir mefhum olarak kalacaktır. Bunun gerçekleşmesi ise imkansızdır. Çünkü hükümet, teşvik ile gerçekleştirmediği bir şeyi gözdağı vererek asla gerçekleştiremez.

Mühendis Şâkir Âsım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER