Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Şu Çektiğiniz Zulmün ve Fesâdın Müsebbibi Amerika'dan Kurtulun, Ey Müslümanlar!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurdu:  قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ "Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." [Âl-i İmrân 118]

Hiç kuşkusuz Batılı sömürgecilerin İslâm'a nefretlerinin düzeyi, tüm sınırları zorlamaktadır. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e saldıran karikatürlerin yeniden yayınlanması, Yahudi varlığının Filistin Müslümanlarına yönelik katliamlarına sessiz kalınması ve Kur'ân-il Kerîm'i suçlayan filmler yapılması, Allah [Subhânehu ve Te'alâ] ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yönelik bu Haçlı nefretin yalnızca birkaç örneğidir.

Batılı güçleri, halkı Müslüman devletlerin en güçlüsü olan Pakistan'ın işlerine faal olarak karışmaya, gerek büyük şehirlerde bombalar patlatmak şeklinde, gerekse Belucistan ve kabile bölgeleri gibi yerlerde sanal iç savaşlar şeklinde, ülke içerisinde benzersiz bir kaos ve katliam ortamı şekillendirmeye zorlayan da İslâm'a yönelik bu düşmanlıktır.

Bunun içindir ki Amerika, son yedi senedir, bu bölgede İslâm'a ve Müslümanlara karşı bir savaş başlatmıştır. Ne hazindir ki içler acısı durum, Amerika'nın sürekli bizâtihi Müslümanlara karşı Müslümanların kuvvetini kullanmayı alışkanlık haline getirme raddesine varmıştır. Kabile bölgelerinde, Svat ve Belucistan'da da böyledir, Lâl Mescid katliamında da böyledir, Afganistan istilâsına verilen lojistik destekte de böyledir.

Pakistan'da istikrarsızlık ve kan gölü ortamı oluşturan muhakkak Amerika'dır. Öyle ki aynen geçmişte Ortadoğu'da, Orta ve Güney Amerika'da ve Afrika'da yaptığı gibi, müdâhalesini haklı çıkarabilmektedir. Amerikalı yetkilileri sevinçten ayağa kaldıracak derecede, sözde İslâm'ı isteme suçundan ötürü Müşerref'in Lâl Mescid'e saldırması, mâsum erkeklerin ve kızların kanlarını akıtması işte bundandır. Nitekim İçişleri Bakanı Hamid Navaz bu açık gerçeği, Amerika'nın bugün ülkedeki kaos ve çatışmada eli olduğunu söyleyerek ifşa ediyor, Amerikan Büyükelçisi Bayan Anne Patterson, suçüstü yakalanmışçasına köpürerek tepki gösteriyordu.

Çıkarlarının güvencede olduğundan ve Pakistan'ın anayasal olarak Amerika'nın tahakkümü altında kaldığından emin olmak maksadıyla siyâsî yapıda meydana gelen değişimlere doğrudan işrâf eden Amerika'dır. Bunun içindir ki seçimlerden aylar önce Amerikalı yetkililer, politikacılar arasında mekik diplomasisi yürütüyorlar, Amerikan politikalarını uygulamaya hırsından dolayı bir nefret figürü haline gelen ajanları Müşerref'i korumak için otorite paylaşım pazarlıklarına tutuşuyorlardı. Sonra, seçimlerin ardından Amerikan Büyükelçisi, her cinsten ve renkten politikacı ile tek tek görüşmeye özen gösteriyordu. Seçimlerden başarıyla çıkan siyâsî partilerin liderleri ise Amerika'yı hoşnut etmeye öylesine hevesliydiler ki olur da bayan büyükelçinin desteğini kaybederler endişesiyle, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yapılan korkunç saldırılar hakkında tek kelime etmeye yanaşmıyorlardı. Sanki Amerika'yı râzı etmek, -hâşâ- Allah [Subhânehu ve Te'alâ] ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i râzı etmekten daha önemliymiş gibi! Bu nedenle her ne kadar seçim sonuçları Müşerref'ten ve Amerika'dan nefretin bir yansıması olsa da, bu suretle meydana gelecek bir siyâsî değişim, Amerika'nın Pakistan üzerindeki elini zayıflatmayacaktır.

Sanki Amerika'nın hâlihazırdaki şeytanlıkları yetmiyormuş gibi, şimdi de Amerika, Müşerref'in zaafının daha belirgin hale gelmesinden ötürü, doğrudan nüfûzunu genişletmenin peşindedir. Amerika zaten Pakistan'da, zulüm ve fesat üsleri gibi hareket eden kırkın üzerine FBI bürosu kurmuş durumdadır. Sonra Amerika Pakistan toprakları üzerinde, insansız uçaklar kullanarak kabile bölgelerini hedef alan füzeler fırlatıp çatışmayı iç savaşa dönüştürmeye çalışmaktadır. Yine kısa bir süre önce Amerika, Pakistan Ordusu'ndaki Müslümanlara doğrudan komuta etmek üzere yüz subayının gelmesine izin verilmesini talep etmiştir.

Ey Pakistan Müslümanları!

Pakistan'ı Amerika'ya bağımlı kılmanın sonuçları işte karşınızda! Yöneticiler sizleri, Pakistan'ın Amerika'ya muhtaç olduğu palavrasıyla aldatmaya uğraşarak Amerika ile dostluğun millî menfaat için olduğu iddiasına inandırmak için sesleri kısılıncaya kadar bağırmaktadırlar. Fakat gerçekte Amerika'ya muhtaç olan yalnızca Müşerref'tir, âvâneleridir ve utanma duygularını yitirmiş fırsatçı politikacılardır. Onlar ki iktidara ulaşmak uğrunda Amerika karşısında el pençe divan dururlar, bütün halkın çıkarını Amerikan çıkarları uğruna fedâ ederler. Hem bizler nasıl Sömürgeci Kâfirlere muhtaç oluruz, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini okuduğumuz halde:  كَيْفَ وَإِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لاَ يَرْقُبُواْ فِيكُمْ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً يُرْضُونَكُم بِأَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبَى قُلُوبُهُمْ وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ  "Nasıl olabilir ki? Onlar size gâlip gelselerdi, sizin hakkınızda ne bir ahit, ne de bir antlaşma gözetirlerdi. Onlar sizi ağızlarıyla râzı ediyorlar, oysa kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu fâsıktır." [et-Tevbe 8]

Amerika'ya egemenlik vermek bir yana, sırf ona sarılmak bile, sizi sokmak için usul usul yanaşan bir yılana sarılmak gibidir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ  "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar!

Ey Salâhuddîn'in ve Muhammed ibn-u Kâsım'ın Torunları!

Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanları şöyle uyarmıştır: لاَ يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ "Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz."

Birilerinin sizlere aynı delikten iki kez sokulmayacağınıza yemin edip de İslâm'ın ve Müslümanların apaçık düşmanı Amerika ile ittifak kurarak sayısız kez sokulmanıza neden olmaları esef kaynağı değil midir? Îlâ-i Kelimetullah uğrunda çalışacaklarına Müslüman öz kardeşlerinize karşı savaşarak Afganistan'daki Amerikan işgâlini güvencede tutmak için mâsum kanlarınızın akıtılması utanç kaynağı değil midir? Mevcut vâkıa, Sömürgeci askerî ve siyâsî yetkililerle herhangi işbirliği içinde olmayı ve istihbarat bürolarına yanaşmayı reddedip hepsini ve tüm ajanlarını ülkeden asla dönmemecesine kovmanızı gerektirir ki siz buna kesinlikle muktedirsiniz.

Gerçek şu ki Müslümanlar üzerindeki Amerikan hâkimiyetine kalıcı olarak son vermenin, bir devlet ve yönetim olarak İslâm'ı ikâmet etmekten başka hiçbir yolu yoktur. Rivâyet edildi ki Sâ'd ibn-u Mu'âz [RadiyAllahu Anh] vefât ettiğinde Allah'ın arşı sarsıldı. Zîra RadiyAllahu Anh, İslâm'ın ikâmesi için nusret veren bir zât idi. İşte böylesine muhteşem bir fırsat, bugün sizleri beklemektedir. Şu an, İkinci Râşidî Hilâfet'in kurulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermenizin tam zamanıdır! Ancak ve sadece bundan sonra, Ümmetimizi düşmanlarımız Amerika, İngiltere ve müttefiklerine karşı tek yumruk olarak birleştirebiliriz, ancak ve sadece bundan sonra, dünyaya liderlik edebilir, İslâm'ı bir hidâyet ve nûr risâleti olarak tüm âleme taşıyabiliriz. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ  "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Endonezya Ülke Genelinde Taziye Merasimleri Düzenleyecek

Ülkemizdeki geçim krizi seneden seneye ağırlaşmakta, keskinliği tırmanmakta ve Endonezya halkı, altmış yıl önceki bağımsızlıktan beri bir türlü refahın, onurun ve mutluluğun tadını alamamaktadır. Süregelen baskıcı siyâsî koşullar, susturmalar, görüşleri açıklamayı ve İslâmî Şeriat'ın yeniden hâkim kılınması için çalışmayı engellemeler gibi olumsuzlukları yüzünden yönetim ve idâre giderek ifsat oldu ve iktidar sahiplerinin desteği ile ülkenin kaynaklarına ve mukadderatlarına tahakküm eden küçük bir azınlık dışında tüm insanların acısını çektiği ekonomik darboğaz, geçim baskısını iyice ağırlaştırdı.

Böylece insanlara, açlık ve yetersiz beslenme musallat oldu. Bilindiği gibi burada insanların temel gıda maddesi pirinçtir ve ülkenin yıllık pirinç üretimi, 54 milyon tonun üzerinde olmasının yanı sıra milyonlarca ton da Vietnam'dan ve Tayland'dan ithal edilmektedir. Bu temel gıda maddesi adâletli bir şekilde dağıtılmış olsa, kişi başına günlük yarım kilogramın üzerinde pirinç düşmektedir. Ancak tatbik edilen Kapitalist sistem adâletli dağıtıma önem vermemektedir. Bunun için de Hükümet'in kilogram fiyatını 1000 Rupiyadan 1500 Rupiyaya çıkardığı pirinci pek çok kişi alamamaktadır. İleri gelenler de fakirlerin protesto etmek amacıyla alınmasına karşı çıkacaklarını bildiklerinden dolayı fakirlerin pirinç hisselerini almaya cüret edememektedirler. Bunun sonucunda da birçok bölgede yetersiz beslenme nedeni ile ölüm ve hastalık vakaları yaşandı, Orta Kuzey Timur'da bazı insanlar pirinci bırakıp domuz yiyeceği olan yulafa/burçağa yöneldi. Yine Orta Java eyâletindeki Temanggung bölgesinde 229 çocuk yetersiz beslenme nedeni ile hastalığa yakalandı. Fakirlere yönelik yetersiz sağlık hizmetlerine bağlı olarak da Doğu Nusatenggara eyâletinin Rote Ndao bölgesinde olduğu gibi, yetkililerin binalarına hiç de uzak olmayan Doğu Java eyâletinin Magetan bölgesinde çocuk ölüm vakıaları yaşandı ve Sağlık Bakanı'na göre Endonezya'da yetersiz beslenme nedeniyle hastalığa yakalananların sayısı 4,1 milyon kişiye ulaştı.

Fakirlik ve işsizlik, ülkenin her tarafında yaygın bir fenomen haline geldi. Merkezî İstatistik Kurumu verilerine göre işsizlerin sayısı giderek artmakta, sürekli işsizler %10,28 ve yarı işsizler ise %29,1 oranına varmaktadır. Bu da iş gücünün yaklaşık %40'ı ve 100 milyon civarında kişinin sürekli işsiz kalması demektir. Yani yaklaşık 40 milyon kişi sürekli çalışma imkânından ve dolayısıyla geçim masraflarını karşılayabilmekten mahrumdur.

Fakirliğe gelince; fakirlerin sayısı oldukça yüksektir ve sürekli artmaktadır. Yine Merkezî İstatistik Kurumu verilerine göre, 2005 yılında fakirlerin sayısı 35 milyon iken bu sayı, 2006 yılında 39.05 milyon kişiyi bulmuştur. Dünya Bankası, 2007 yılında Endonezya'daki fakirlerin sayısını, 100 milyonun üzerinde olduğunu veya 232,9 milyonu bulan nüfusun %42,6'sını oluşturduğunu açıkladı. Fakirlerin ve işsizlerin sayısının 2008 yılında artmasını bekleyen Ekonomiden Sorumlu Koordinasyon eski Bakanı Rizal Ramli şöyle dedi: "Fakirliğin çözümüne yönelik bütçe payı son üç yılda 2,8 kat artmasına rağmen fakirlerin sayısı azalma yok."

Geçim krizini ağırlaştıran ve maliyetlerini arttıran faktör, devletin fiyatları %100'e varan hayalî oranda yükseltmesidir. Öyle ki yakıt, yağ, un fiyatları zamlandı ve pirincin kilogram fiyatı 5000 Rupiyaya çıktı. Kezâ Hükümet ve Parlamento, devletin verdiği sübvansiyonun bütçe üzerindeki ağırlığı bahanesiyle gazyağı kullanımına kota uygulanması üzerinde anlaştı; buna göre her vatandaşa günlük 3,04 litre gazyağı, özel otomobillere sadece 5 litre kullanma hakkı verildi. Bu karar henüz uygulanmamasına rağmen petrol, bazı bölgelerde ender şekilde bulunur hale gelmiştir. Zîra Güney Sulavesi eyaletinin Tana Toraca bölgesinde 1 litre petrolün fiyatı 50 bin Rupiya oldu ve Doğu Java eyâletinin Surabaya şehrinde ise gazyağı kuyrukları oluştu ve kuyrukta bekleyen bir kişi uzun süre beklemeye dayanamayıp hayatını kaybetti.

Ne ilginçtir ki Endonezya, yıllık 17 milyon tonu geçen üretimi ile en çok palmiye yağı üreten devletler arasında yer almasına rağmen fiyatının pahalı olması nedeniyle yağ alamayan milyonlarca insan vardır. Yemeklik 1 kg yağın fiyatı 8,000 Rupiyadan 15,000 Rupiyaya çıktı ve bu da fastfood firmalarının iflas etmesine yol açtı. Bangten'in Serang bölgesindeki firma sahiplerinden biri, günlük uğradığı 15,000 Rupiyayı bulan zararların altından kalkamayınca intihar etti.

İnsanların gündemi haline gelen mâlî yolsuzluk, hem yargı organlarına, hem de gözetim ve denetim kurumlarına kadar sıçradı. Devleti 431,6 trilyon rupiya zarara uğratan Endonezya Merkez Bankası'nda bir yardımcının likitide açığı vermesi olayında Başsavcılık Bürosu soruşturmayı sürdüremedi. Son olarak 02.03.2008'de Hortumculukla Mücadele Özel Komisyonu, Soruşturma Grubu Başkanı Urip Tri Gunawan'ı, önde gelen sermaye sahiplerinden birinden 660,000 Amerikan doları tutarında rüşvet aldığı sırada suçüstü yakaladı.

Bunların yanı sıra çevre kirliliği, altyapı yetersizliği, ulaşım keşmekeşi, toprak kaymaları, sel baskınları, depremler, tufanlar, geneli fakir ve perişan olan mağdurların yaralarını sarmak ve zararlarını tazmin etmek amacıyla devletin yeterince ivedilikle ve ciddiyetle hareket etmemesi de cabası! Oysa devlet, iş adamları ve sermaye sahipleri mâlî sorunlarla karşı karşıya kaldıklarında Hızır gibi imdatlarına yetişmektedir. İnsanların katlandığı sıkıntılı yaşama duyarlık göstermek, mağdurları ve afetzedeleri tesellî etmek, fakirlerin ve yoksulların yaralarını sarmak, sağlık hizmetlerinden faydalanamayan ve çocuklarını okutamayan işsizlerin sıkıntılarını gidermek ve devlet yetkililerin ihmalkarlığını eleştirmek amacıyla Hizb-ut Tahrir / Endonezya, 11 Mart ilâ 19 Mart tarihleri arasında Cakarta'da, Medan'da, Surubaya'da, Malang'da, Banjarmasin'de, Samarinda'da, Balikpapan'da, Makassar'da, Kendari'de taziye merasimleri düzenleyecektir ve şu anda insanları katılmaya davet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Endonezya, temel gıda maddelerinin fiyatlarını düşürmesi, hortumcuları cezalandırması, hortumladıkları malları devlet bütçesine geri ödemeye zorlaması, altyapı ıslah çalışmalarına başlaması için insanları yöneticilere baskı yapmaya çağırdığı gibi, Müslümanları da şer'î hükümleri tatbik etmek, Batılı küfür kanunlarını kaldırıp atmak ve tüm insanların ekonomik ve geçim sorunlarının başlıca nedeni olan Kapitalist sistem ile mücadele etmek yoluyla İslâmî hayatı yeniden başlatmak için kendisi ile birlikte çalışmaya çağırmaktadır. Zîra tüm insanların doyurulması, haklarından bir hak olması itibarıyla devletin bunu, Hanîf Şeriat hükümleri çerçevesinde her fert için temîn etmesi gerekir.

Yine Hizb-ut Tahrir / Endonezya, vaat olunmuş tek bir Râşidî Hilâfet Devleti'ni ortaya çıkarmak yoluyla yeniden hayatın tüm alanlarında İslâm hükümlerinin tamamının tatbikine dönmeye çalışan ve talep eden toplumsal bir yöneliş oluşturmaya çağırmaktadır.

Son olarak Hizb-ut Tahrir / Endonezya, yöneticilere Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu duâsını hatırlatır:  اَللَّهُمَّ مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئاً فَشُقَّ عَلَيْهِمْ فَاشْقُقْ عَلْيَهِ "Allahım, her kim Ümmetimin işinden bir şeyi üstlenir de onlara sıkıntı verirse Sen de ona sıkıntı ver!" [Muslim rivâyet etti] Ve şu hadisini:  اَلإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ "İmâm [Halîfe] çobandır ve o, güttüklerinden sorumludur." Yöneticilere düşen Ümmetin haklarını tastamam bir şekilde vermeleridir ve bunların başında da dinîn hükümlerini tek bir devlet altında Ümmete uygulanması hakkı gelir ki o, Râşidî Hilâfet Devleti'dir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Pakistan'ı Korumak İçin Halk Hükümet'i, Amerika'nın Savaşı'na Bulaşmaktan Alıkoymalıdır

Daha birkaç sene öncesine kadar bu bölgede güvenli bir ülke olan Pakistan, Müşerref sayesinde fevkalâde güvensiz, istikrarsız ve şiddetli iç çatışmaya maruz bir hale geldi. Bunlar, 11 Eylül sonrası "Önce Pakistan" adı altında yapılan U-dönüşlerinin meyveleridir. Müşerref, Ordu'yu ve savaş uçaklarını kendi topraklarını bombalamak için kullanmış bir yönetici olarak diğer tüm yöneticilerden ayrılan özel bir şaibesi vardır.

Lahor'da meydana güçlü patlamalar, Amerika'nın savaşına ortak olmanın, kendi evini ateşe vermekle eşanlamlı olduğunu göstermiştir. Bu yangını söndürmek için halk bu hükümeti, Amerika'nın savaşına bulaşmaktan alıkoymalıdır. Kırkı aşkın Amerikan FBI bürosu derhâl kapatılmalıdır. İslâm Âlemi'nin yegâne nükleer gücünü korumak için harekete geçin, Ey Müslümanlar ve İslâm nâmına kurulacağı devleti kurmak için çalışarak İkinci Râşidî Hilâfet dönemini başlatın. Amerikan köleliğini sona erdirmenin ve nihâî kurtuluşu gerçekleştirmenin tek yolu budur!

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yalnızca İslâm Nizâmı Hilâfet, Süregelen Kötüleşmeyi Durdurmaya Muktedirdir

Cumhurbaşkanı Alî Abdullah Sâlih, 08.03.2008 günü el-Hudeyde kentinde düzenlenen el-Huseyniyye Festivali'nde şöyle dedi: "Tarihin çarkını, örneğin 1985 yılına döndürmek, yani fiyatları veya dolar kurunu, o yıldaki seviyelere geri döndürmek mümkün mü? Buğday ve diğer emtia fiyatlarını 85 veya 90 dolara yada 2001 veya 2002 yılı öncesine döndürmek mümkün mü? Tabii ki mümkün değil ve bunun mümkün olduğunu iddia edenlerin sloganları, kamuoyunu aldatmaya ve saptırıcı bir şekilde kendilerini alternatif göstermeye yönelik sırf kamuoyunu aldatmaya ve kendilerinin alternatif olduğuna dâir yanıltmaya yönelik uydurma spekülasyonlardır." Ve şöyle ekledi: "Alternatif, mevcut olandan daha beter olacaktır. Zîra bugün bir torba un 7 bin Riyâl ise, onları alternatif olarak getirirseniz ve otoriteye ulaşırlarsa, torba başına fiyatı 20 bin Riyâle yükseltirler; çünkü onlar, ne devlet idâresinde bilgi ve deneyime sahipler, ne de siyâsî idâreyi biliyorlar..."

Yemen halkının fakirlik, pahalılık ve yolsuzluk musîbetlerini inceleyen ve araştıran görür ki bu sorunlar, Yemen'e tahakküm eden Kapitalist nizâmdan ileri gelmiştir. Zîra akîdesi, dinî hayattan ayırma ve amellerinin ölçüsü, çıkar ve menfaat olan bu nizâm belâların başıdır; ister enflasyona, isterse mal ve hizmet ücretlerinin artmasına ilişkin hususlarda olsun, Kapitalist iktisât nizâmının temeli ve iskeleti, Yemen halkının kötü yaşam koşullarına neden olan başlıca sorundur.

Yemen Riyâli, altına konvertibl olmayan banknot paradır, nakdî esâsı altın olmayıp devlet tarafından kanun gücüne dayandırılan zorunlu kağıt paradır; dolayısıyla basılması, emisyonu ve emisyon hacminin kontrolü devletin elindedir. Dolayısıyla güçlü paralar karşısında değer kaybına uğraması doğal bir durumdur, çünkü karşılığı altın değildir. Buna bir de gerek planlamada, gerek uygulamada, gerek hibelerde, gerekse kredilerde Yemen ekonomisinin yabancı ekonomiye bağımlı olması eklendiğinde bu durum, üretim zaafiyeti, doğru ekonomik politika mahrumiyeti ve ve Allah'ın farklı iklimler, müteaddit dağlar, muazzam servetler, ucuz işgücü ve 2.600 km. uzunluğunda bir vadi bahşettiği böylesi bir bir ülkede egemen nizâmın, kendi kendine yeterlilik teşebbüsüne muktedir olamaması gölgesinde enflasyondan ve zamlardan daha doğal bir şey olmaz.

Ayrıca Yemen, her şeyi ithal eden bir ülkedir ve bu da dışarıdan ithal ettiği emtia ile birlikte pahalılığı ve enflasyonu da ithal etmesine neden olmaktadır. Bir de nizâmın dış hibelere ve yabancı kredilere güven duyması eklendiğinde bu durum ülkeyi, borç veren devletlerin ve kurumların dayattığı siyâsî maksatların rehini haline getirmektedir. Bu da dolayısıyla para basılmasına, temel emtia ile petrol türevleri üzerindeki sübvansiyonların kaldırılmasına ve ek vergiler konulmasına yol açmaktadır. Böylece işlevsel olarak fiyatlar zamlanır ve toplumun dar gelirli ve orta direk kesimi onulmaz sıkıntılara maruz kalır.

Bütün bunlara içeride konulan vergiler, gümrükler, harçlar ve daha pek çok masraflar eklendiğinde, kaçınılmaz olarak ekmek sektörünü vurarak fiyatları ikiye katlayacak ve zaten yüklenen vergiler yüzünden sırtı kamburlaşan vatandaşlara yeni yükümlülükler bindirip insanın soluduğu hava dışında harç alınmayan bir şey kalmaz haline getirilecektir. Daha da beteri, bu harçların, vergilerin... vs.nin en azından vatandaşlara geri dönüşümü sağlanmadan zorunlu olarak gasp ediliyor olmasıdır. Oysa asıl olan, halkın işlerinin vergi toplanmadan kamu servetlerinden karşılanmasıdır.

Dedik ki Yemen, her şeyi ithal eden bir ülkedir ve ithalat, egemen iktidara yakın olanlarla ilişkili birtakım kuruluşların ve şirketlerin tekelindedir. Onlar da sorgusuz-sualsiz güçlendikçe güçlenmektedir. İslâm, insanlara dönük tehlikelerinden ötürü ihtikârı, stokçuluğu haram kılmıştır. SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  لاَ يَحْتَكِرُ إِلاَّ خَاطِئٌ "Hatâen olmadıkça ihtikâr yapılmaz." [Muslim rivâyet etti.] Yine ibn-ul Museyyeb yoluyla SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir:  المُحْتَكِرُ مَلْعُون، وَالجَالِبُ مَرْزُوق "Muhtekir melundur, câlib (ihtikâr yapmayan) merzuktur." [el-Hâkim rivâyet etti.]

Buna bir de harcamalarının çoğunda, genellikle devlet başkanlığı koltuğunu, iktidar yakınlarını, etrafında dolaşanları korumak ve dizginleri ele geçirmek amacıyla güvenlik ve savunmayı üstlenen yetkililerin ceplerine giden devletin savurgan ve hayâlî harcaması eklendiğinde nizâmın her kurumundaki çetelerin ve hortumcuların varlığı ile zenginler daha da zenginleşmekte ve fakirler daha da fakirleşmektedir! İşte böylelikle açığa çıkıyor ki ister başkanlık sistemi, ister parlamenter sistem olsun Cumhuriyet nizâmının gölgesinde Cumhurbaşkanının süregelen kötüleşme ve hiçbir engelle karşılaşmaksızın yuvarlandıkça günden güne büyüyen kartopu konularında söyledikleri doğrudur. O halde kesin çözüm nedir?

Diyoruz ki hem iktidar, hem muhalefet -müşterek olarak- Kapitalist nizâmı terk edip İslâm nizâmını benimsemedikleri sürece hiçbir sorun sona ermeyecektir. İslâm nizâmı, vergi nizâmı değil riâyet nizâmıdır, servetleri sömürme, kaynakları yağmalama ve halkları açlaştırma nizâmı değil, hak ve adâlet nizâmıdır, paranın esâsını altına ve gümüşe dayandırıp ihtikârı, stokçuluğu, vurgunculuğu, halkı perişan edip dolandırmayı, hileyi ve aldatmayı haram kılar, serveti ve kaynakları insanlar arasında hakça ve adâletle paylaştırır... O insanlığı geçmişte huzurlu, mutlu ve zengin yapmıştır, yine yapmaya kâdirdir. O hayat için yegâne sahih nizâmdır. Her kim dünyada felah ve Âhirette kurtuluş arzuluyorsa, hayat nizâmı olarak İslâm'ı benimsemeli, kokuşmuş Kapitalist nizâmı tekfir etmeli ve hayatın her alanında İslâm Nizâmı'nı tatbik edecek Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmalıdır. İzzetin Rabbi şu kavlinde ne de sâdıktır:  فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلاَ يَضِلُّ وَلاَ يَشْقَى وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Artık benden size hidayet geldiğinde, her kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve Biz onu Kıyâmet Günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124-125]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Korkak Amerikalılar! Bu Ne Cüret?

yönetiminin apaçık hıyânetinin sonuçlarıdır. Bu talepler ve tavizler, genel olarak Amerika'nın kendi askerlerine genel af verilmesi maksadıyla Afganistan ve Irak gibi işgâl altındaki ülkelerden istediği taleplere benzemektedir. Durumlar o kadar mı vahimdir ki dünyanın en güçlü halkı Müslüman devletine karşı Amerika, zayıf ve köle bir devlet gibisine bir tutum takınabilmektedir? Bu yalnızca Müşerref'in Pakistan'ı Amerikalılara tek kurşun atmaksızın teslim etmesiyle birlikte mümkün olabilmiştir, bunun için sadece "Birleşik Devletler Pakistan'ı bombalayıp taş devrine götürebilir" tehdidi yetmiştir. Siyâsî uyanıklığa sahip herkes farkındadır ki Amerika açık bir savaşa girmeye ne önceden hazırdı, ne de şimdi hazırdır. Amerika, nükleer bir Pakistan'ın, ne Amerikan yönetiminin, ne de Amerikan kamuoyunun şokunu atlatamayacağı bir darbe vurmaya muktedir olduğunu iyi bilmektedir. Amerika, Afganistan ve Irak gibi zayıf devletleri bile bastıramamışken çok daha güçlü bir Pakistan'ı ele geçirmek hiç söz konusu olamaz. İçerisinde bulunduğumuz durum ve meydana gelen gelişmeler bir kez daha kanıtlamıştır ki Amerika asla Müslümanların dostu olamaz; "Yılana ne kadar süt verirsen ver, ilk fırsatta seni ısırır."

Pakistan halkı Hükümet'ten; Amerikan savaşına yardım etmekten vazgeçmesini ve lojistik destek bahanesiyle Amerikan güçlerine yiyecek ve yakıt sağlanmasına son vermesini talep etmektedir. Yine Amerikan buyruklarından hareketle Müslüman kardeşlerine karşı düzenlendiği askerî operasyonlara derhâl bir son vermesini talep etmektedir. Muhakkak ki Sömürgeci plânların uygulanmasına son vermek, bu devletlerin büyükelçiliklerinin kapatılmasını gerektirir. Sömürgecilikten nihâî kurtuluş ise, mevcut kapitalist sistemin derhal ortadan kaldırılması ve yerine Hilâfet Devleti yoluyla İslâm Nizâmı'nın tatbik edilmesini gerektirir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nin İrşâd ve Evkâf Bakanlığı Ziyâreti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyet Meclisi Üyesi Üstâz Muhammed Câmi liderliğinde bir Hizb-ut Tahrir heyeti, İrşâd ve Evkâf Bakanı ve bazı yardımcıları ile ofisinde görüştü. Tanışmanın ardından İrşâd ve Evkâf Bakanı Dr. Ezherî et-Tîcânî, heyeti sıcak bir şekilde karşıladı ve İslâmî cemaatlerin hepsini dinlemeyi çok arzuladığını ifâde ederek Hizb-ut Tahrir'in neşriyatına, kültürüne vâkıf olduğunu iddia edemeyeceğini ifade edip bilgilenmek amacıyla Hizb'in yayınlarından derlenmiş bir mecmuanın ofisine bırakılması talep etti. [Bu şekilde söz verildi.]

Ardından heyetin lideri Muhammed Câmi, akîdeden yönetimsel, iktisâdi, içtimai ve diğer hususlara dek Hizb-ut Tahrir'in metodunu tamamıyla kitapçıklarında ve neşriyatlarında serdettiğini, ancak pek çok insanın Hizb hakkında kulaktan duyma bilgiler ile bilgilendiğine değindi. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstâz Nâsır Rıdâ ise, dinîn ancak Sultân [Halîfe] ile ikâme edileceğini ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı şeyin de bu olduğunu; çünkü O'nun İslâm'ın Sultânı'nı ortaya çıkartmaya çalıştığını, ardından da İslâm'ın hükümlerini fiilî vakıada uyguladığını beyân etti. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Resmî Sözcüsü İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl] ise Hizb-ut Tahrir'in, kendisini vakıaya uyarlamaya değil, doğrudan vakıayı değiştirmeye çalışan ideolojik bir parti olduğu, vakıanın rengi ile şekillenmeyeceği veya vakıanın rengini almayacağı ve meselenin, İslâm ile ve İslâm için yaşamamız farzı olduğu, aksi takdirde yerin altının bizim için üstünden daha hayırlı olduğu hususlarına değindi. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyet Meclisi Üyesi Üstâz Ahmed AbdulFadil, Hizb'in uğrunda kurulduğu gayesinin; İslâm'ın tatbiki edilmesi ve Davet ve Cihâd yoluyla dünyaya taşımak üzere Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak, toplumun fikrini ve hissini gözetip denetlemek olduğunu vurguladı. Ardından İrşâd ve Evkâf Bakanı yardımcıları birer konuşma yaptılar:

1.   Şeyh Ömer Hadra', siyâsetteki varlığı hasebiyle Hizb-ut Tahrir hakkında pek çok şey bildiğini ve "Sudân'da İslâmî Dâvet'in Meseleleri" konulu uluslararası bilimsel sempozyuma katılmasından dolayı Hizb'e müteşekkir olduğunu ifâde etti.

2.   Dr. Sa'd Ahmed Sa'd, tüm İslâmcıların Hilâfet fikrine sahip olduğunu ve -kendisinin de İslâmî hareketten birisi olarak- ismen ve cismen Hilâfet fikrine inandığını ve Selefî hareketlerin hepsinin de buna inandığı hususunda Hizb-ut Tahrir'li kardeşlerini temin etmekten memnuniyet duyacağını ifâde etti.

3.   Üstâz Celâleddîn Murâd, görüşmenin ve fikir teatisinde bulunmanın önemine değindi.

4.   Üstâz AbdurRahîm Muhammed Sâlih, derdimiz İslâm olduğu ve arzumuz, İslâm'ın yalnızca Müslümanların ve İslâmî Ümmet'in değil, bilakis tüm âlemin hâkimi olması olduğu sürece önemli olanın insanların görüşmesi olduğunu ifâde etti.

Devamını oku...

Sudan Gazetesi'ne Reddiye

Kerîm Kardeş Kayr Tûr,

es-Selâmu ‘Aleykum ve Rahmetullah...

Öncelikle sizi İslâm'a hidâyet eden ve onunla nîmetlendiren Allah'a hamdeder, -belirttiğiniz gibi- araştırmadan sonra ulaştığınız hak üzere sebât etmenizi Allah'tan temennî ederiz ve Sudan Gazetesi'nin 10 Mart 2008 tarihli, 836 sayılı baskısındaki "Hizb-ut Tahrir'i Kim Kurtaracak" başlıklı makâleniz hakkında bir kusurumuz varsa özür dileriz. Ey kardeşim! Makâlenize konu olan sempozyuma katılmanızı temennî ederdik; çünkü bizler, tüm gazetelere davetiye gönderdik ancak siz katılmadınız ve şifâhen başkalarından bilgi alarak bizim hakkımızda karar verdiniz. Ömrüm hakkı için böyle bir tutum, sizin gibi dürüst bir gazeteciye yaraşmaz. Bunun bazı hakikatleri size açıklama gereği gördük:

Birincisi: Makalenizde ifade ettiğiniz gibi el-Mesîriyye Kabîlesi'ne ırkçı bir yaklaşımla sempati duyuyor değiliz, bilakis onlara, devletin görevi onları korumak iken düzenli ordu saldırısına mâruz kalmış devlet tebâsı olmaları itibariyle yaklaşıyoruz. Ayrıca çatışma, iki kabile arasında olmadığı halde amaçlanan bu idi ve biz de zaten bundan sakındırmışızdır. İkincisi: Sempozyum, sırf el-Mesîriyye liderlerini çağırmadık, aksine herkese açıktı. Bunun için günlük gazetelerde, billboardlarda ve bir uydu kanalında reklam da verilmişti. Aslında bu, Hizb'in medya yönünü temsil eden Resmî Sözcülük Bürosu tarafından medya kesimlerine yönelik olarak düzenlenmişti. Üçüncüsü: Üstâz AbdulKerîm Muneyl, et-Tûme Nakûr Hanım ve diğerlerinin katılmaları bizim için sürpriz olmadı, aksine katılmalarından memnun da olduk. Nitekim kendilerine yorumda bulunmaları için özel fırsat da verildi.

Kerîm Kardeşim, Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir ve herkese, ne Arabın Aceme, ne de beyazın siyaha üstünlüğünün olduğu İslâm nazarı ile bakar. Kezâ tüm sorunların çözümüne, Müslüman olsun, gayr-i Müslim olsun hükümlerinin gölgesinde hiçbir kimseye zulmedilmediği İslâmî Akîde penceresinden bakar. İslâmî Devletin târihi söylediklerimize şâhittir. Müslümanların Halîfesi ve Râşidî Halîfelerin dördüncüsü İmâm Alî ibn-u Ebî Tâlib [KerramAllahu Vechehu], devletin tebaasından Yahudi biri ile hâkimin huzuruna çıktı ve hâkim Yahudi lehine hükmetti. Yine eş-Şâm Nasrânîleri, Haçlı Savaşları sırasında kendi Batılı dindaşlarının tarafında değil, İslâm'ın adâletine duydukları güçlü kanaatten ötürü Müslümanların tarafında savaştılar. Yine Kerîm Kardeşim, Hizb-ut Tahrir, hiçbir renk-ırk ayrımı olmaksızın tüm insanları aynı potada eritecek tek bir İslâmî Devlet uğrunda çalışmaktadır. Eminiz ki sempozyuma katılmış yahut Hizb-ut Tahrir'in Sudan Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü'nün orada takdîm ettiği belgeyi bile okumuş olsaydınız, kesinlikle Hizb-ut Tahrir'e bakışınız değişirdi.

Bu mektup ile birlikte size, Hizb-ut Tahrir Târifi kitapçığı ile Resmî Sözcü'nün 08.03.2008 Cumartesi günü düzenlenen sempozyumda Ebiyi hakkında takdîm ettiği belgeyi gönderiyoruz ve size, en içten dileklerimizi ve İslâm Ümmeti'ne katılmanızdan duyduğumuz mutluluğu bildiriyoruz.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Müşerref, Hindu Ajanları Affedebilir, Ama Lâl Mescid'deki Mâsum Yavrucakları Asla!

Müşerref, ölüme mahkum edilen bir Hindu ajanı affedebilir, peki Lâl Mescid'deki mâsum yavrucakların suçu neydi ki diri diri gömülünceye kadar istirahata çekilmedi? Amerika'ya ve Müşerref'e göre İslâm'ın tatbîkini istemek, ölüme veya müebbet hapse mahkum edilmeye müstahak, affedilmez bir suçtur. Hindu ajanın serbest bırakılmasındaki maksat, Hindu egemenliğini kurmak ve dünyaya, Pakistan öyle zayıftır ki dostlar kazanmak için her umarsız önleme başvurabilir, izlenimi vermektir. Üstelik bu tür sözde güven artırıcı önlemler, Keşmir meselesini nihâî olarak gömmek ve Pakistan'ı Büyük Hindistan'ın [Akund Baharat] bir parçası yapmaya yönelik bir başka adım atmak içindir. Bu da Svat'ta ve Vana'da Müslümanları katlederken boynunu küstahça uzatan Müşerref'in kronik aşırılık kompleksi ile, Amerika önünde arz-ı endâm ederek başını nasıl eğmeye hazır olduğunun bir diğer örneğidir. İnsan Hakları Bakanı Ensar Berni'ye soruyoruz: Mahkûm olmuş bir Hindu ajanı insan haklarına bu denli müstahak olabiliyorsa, Müşerref'in işkence hücrelerinde inim inim inletilen yüzlerce Müslümandan tek bir tanesini bile niçin kurtaramıyor? Hizb-ut Tahrir, daha önce Müşerref'in Amerika nâmına halka karşı hilekârlığı hakkında uyarıda bulunmuştu ve İnşâAllah, bu sorumluluğunu yerine getirmeye devam edecektir. Halkın ve bilhassa güç sahiplerinin sorumluluğu ise, Hizb'e katılmak ve Hilâfet'i kurmaktır, öyle ki Müslümanlar zelîl ve zayıf bir konumdan, azîz ve güçlü bir konuma yükselsinler.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER