Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Böyle Devlet Olmaz Olsun!

Başbakan Erdoğan, evvelki gün yaptığı bir konuşmada, Yahudi varlığının Gazze'de işlediği katliamlar sonucu yaşlı, kadın ve çocuklar çoğunlukta olmak üzere yüzden fazla Müslümanın katledilmesini sert ifadeler ile kınadı. Bakanlar Kurulu toplantısında öncelikli olarak bu konunun ele alınacağını açıkladı. Bakanlar Kurulu sonrasında açıklama yapan Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de Gazze'deki insanlık dramının ele alındığını, Yahudi varlığının katliamlarına son vermesi gerektiğini, Türkiye olarak Gazze'ye sekiz kamyonluk bir yardım göndererek Filistin halkı ile dayanışma içerisinde olduklarını, Filistin-"İsrail" barış görüşmelerini desteklediklerini söyledi. Ayrıca Erdoğan'ın, Yahudi ve Filistin yetkilileri ile telefonda görüşerek konu hakkında bilgi aldığı bildirildi.

İsterdik ki Erdoğan'a ve Türk Ordusu'na sert ifadeler ile kızalım, neden Filistinli Müslüman kardeşlerimize askerî, siyâsî, ekonomik ve diplomatik tüm imkânlarla harekete geçerek yardım etmiyorsunuz, diye soralım. Fakat yazıktır ki Türk Ordusu daha birkaç gün önce Kuzey Irak'tan hor ve hakir bir biçimde Amerika'nın emriyle çıkarılmış, Genelkurmay Başkanı kendi koltuğunun derdine düşmüş, Hükümet Amerika'nın, Avrupa'nın ve bilhassa Yahudi varlığının stratejik dostluğuna nâil olmuş, kendi halkının derdine bile derman olamayan bir yönetici topluluğu ile yönetiliyoruz. Ege kıyılarındaki irili-ufaklı adalarımızı bile almaktan on yıllardır âciz kalmış, Kıbrıs'ta bir avuç Rum'un esiri olmuş, kendi Boğazlarını bile kontrol edemeyen, ekonomisi haciz altında, öz iradeden mahrum, her sorunda Kâfire ve Sömürgeci kurumlarına koşan Laik (Dinsiz) bir devlet tarafından yönetiliyoruz.

Böyle devlet olmaz olsun! Ne kendine hayrı var, ne halkına hayrı var, ne de Filistin'de vücutları paramparça edilmiş zavallı yavrucaklara hayrı var! Bu yöneticiler, Bakanlar Kurullarında konuyu ele alarak Filistin ile dayanışma içerisinde olduklarını mı sanıyorlar? Kamyonlarla yardım göndererek yardım ettiklerini mi sanıyorlar? Barış görüşmelerini destekleyerek iyi bir iş yaptıklarını mı sanıyorlar? Onların durumu, Allahu Te'alâ'nın buyurduğu gibidir:  قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالأَخْسَرِينَ أَعْمَالاً 103 الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا  "De ki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları bildirelim mi? Onlar iyi işler yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatında çabaları boşa gidenlerdir." [el-Kehf 103-104]

Gerçekte Filistin'e ve mazlum halkına yardım, ancak ve sadece Yahudi varlığına karşı cepheler açmak ve orduları harekete geçirmek ile olur. Bu ise yürek ister, adam gibi adamlar ister, âdil bir Halîfe liderliğinde Râşidî Hilâfet ister. Kâfirler karşısında el-pençe divan duranlar, halkın karşısına geçince köpürdüğü halde Yahudi kâtillerin yanına gidince yılışıp duranlar, her Kasımpaşalılığın ardından taviz üstüne tavize koşanlar, on bin askeri sekiz günlüğüne kar kış içinde dağ başlarına gönderenler, bir tane F-16'yı Yahudi varlığının üzerinden uçurabilirler mi hiç?

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Pakistan, Terörizm Kışkırtıcısı Amerika'dan Vazgeçmelidir

Pakistan İçişleri Bakanı'nın, Amerika'yı terörist eylemlere karışmakla suçlayan son açıklaması, vâkıanın gerçekliğini ve halkın anlayışını yansıtmaktadır. Bu yorum, bir yandan insanların öfkesini ve nefretini körüklerken, öte yandan Hükümet'in iki yüzlü politikalarını ifşa etmektedir. Birleşik Devletler'in terörizmi fiilen desteklediğinden ve Müslümanları zâlimce katlettiğinden kesinlikle emin olduğu halde Hükümet'in Amerika'nın yanına yanaşması, ne büyük bir hıyânet timsâlidir. Bush yönetimince de varlığı teyit edilen 44 FBI bürosu, Pakistan'daki terörizmin ve gündelik saldırıların asıl müsebbibidir. İnsanlar Hükümet'ten, akıllıca bir tavır takınarak Amerika ile olan tüm birlikteliklere son vermesini talep etmelidir. Bu yalnızca İslâm'ın bir gereği değil, halkın ve devletin de güvencesidir. "Önce Pakistan" sloganını bağıra çağıra seslendiren Hükümet'in çirkin yüzündeki maske işte böylece düşmüştür. Dolayısıyla Müslümanlar, Hilâfet Devleti'ni kurarak bu yöneticilerin tarihin çöplüğüne atmak için çalışmalıdırlar.

Devamını oku...

Artık Ordunun ve Hükümetin Hesap Verme Vaktidir

Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'a yönelik askerî operasyonu sona erdirildi. Operasyonun maksadına, mahiyetine ve sona erme biçimine bakıldığında; Amerika ve uşakları için bir zafer, AKP Hükümeti için bir başarı, Türk Ordusu için bir hezîmet ve Türkiye halkı için bir utanç tablosu olduğu görülür.

Amerika ve uşakları için zaferdir, çünkü operasyon Amerika'nın bilgisi, izni ve gözetimi dahilinde gerçekleştirilmiş, yine Amerika'nın aşağılayıcı talimatı ile sona erdirilmiştir. Irak'taki Amerikan uşakları da operasyonun zaman ve mekân açısından sınırlı kalmasından büyük bir memnuniyet duymuşlar, Türkiye yetkililerine sıcak mesajlar göndermişlerdir. AKP Hükümeti için bir başarıdır, çünkü Türk Ordusu, PKK bahanesiyle AKP Hükümeti'ni sıkıştırmayı alışkanlık haline getirmişti. Nitekim geçen yıl kendi lehine Meclis'ten geçirdiği sınır ötesi operasyon tezkeresini ustalıkla kullanan AKP Hükümeti, başörtüsü tartışmalarının yoğun olduğu ve çetin kış koşullarının yaşandığı bir sırada, muhtemelen Milli Güvenlik Kurulu'nda orduyu her nasılsa Kuzey Irak'a sokmayı başarmıştır. Geçen ay Türkiye'ye gelen Yahudi Savunma Bakanının peşinde olduğu mazarrat bu olsa gerek! Ayrıca bu sürpriz son ile Türkiye ile Iraklı Kürt liderler arasındaki diyalogun önü de açılmıştır.

Türk Ordusu için hezîmettir, çünkü onlarca askerin canına ve bir helikopterin düşürülmesine, bir de milyonlarca dolar masrafa neden olan bu operasyon neticesinde hiçbir somut başarı sağlanamamıştır. Amerikan Savunma Bakanı Ankara'ya geldiğinde operasyonun "kısa sürede" bitirilmesini söylediğinde Genelkurmay Başkanı şöyle diyordu: "Kısa süre izafidir. Bazen bir gün olabilir, bazen bir yıl olabilir... Terörle mücâdelemiz sürecek... Amerika Birleşik Devletleri de terörle mücadele ediyor, altı yıldır Afganistan'dalar." Bu sözlerin ardından, okyanus ötesinden somurtarak köpüren Bush'un, operasyonun bitirilmesini istemesinin üzerinden 24 saat geçmemişken öğrendik ki operasyon bitivermiş!

Operasyonun başladığını ve bittiğini yabancı medyadan öğrenen, evlatlarını karın kışın içinde dağlara "vatan hizmeti" diye gönderen zavallı Türk halkı ise gerek evlatlarını teslim ettiği ordunun ileri gelenleri, gerekse oy verdiği hükümet tarafından acılara ve hayâl kırıklığına uğratılmıştır. Artık Türkiye'de birilerinin çıkıp bu orduyu, bu hükümeti ve sorumlu herkesi hesaba çekmesinin vakti gelmiştir. Daha ne zamana kadar, evlatlarımızın kanlarını, politik hesapları ve efendilerine hizmet karşılığında heder eden, bu mazlum halkın paralarını çarçur eden bu despotlara karşı susacağız?

Sürekli söylüyoruz; terör denilen şey, Sömürgeci kâfirlerin siyâsî bir aracıdır ve ancak Sömürgeci kâfirin üzerine gitmekle çözülür. Bunun için yapılacak en öncelikli şey, devlet yetkililerinin, yaklaşık -20 derece soğukta askerleri dağ başlarına kovuk aramaya göndermeleri değil, Ankara'da Amerikan, İngiliz, "İsrail" büyükelçiliklerini abluka altına alıp şerir faaliyetlerini açığa çıkarmaları ve bütün sorumluları âdil bir hesaba çekmeleridir. Yazıktır ki meydan ajanlara, uşaklara, hâinlere kalmış!  أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ  "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78] Umulur ki vardır; bu Ümmet'in Allah'tan korkan, Rasulü'ne sadâkat gösteren, İslâm'ına düşkün ve Ümmeti'ne vefâkâr evlatları, kendilerine nusret verecek güç sahipleri ile birlikte Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurdukları vakit, âdil hesap nasıl sorulurmuş göstereceklerdir, İnşâAllah.

Devamını oku...

3 Mart'tan Yine, Yeni, Yeniden Hilâfet'e

  • Kategori Türkiye
  •   |  

3 Mart 1924'te Büyük Millet Meclisi'nde cebren ve hile ile alınan Hilâfet'in kaldırılması ve Hânedân-ı Âl-i Osman'ın sürgünü kararı, yalnızca Osmanlı Hilafeti'nin merkez vilâyeti olan Türkiye üzerinde değil, dahası devletlerarası boyutta sarsıntı oluşturan korkunç bir gelişme idi. Bu karar sonucu yalnızca, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Medîne-i Münevvere'de M. 622 yılında kurduğu 14 asırlık İslâmî Devlet yıkılmış olmuyor, aksine bütün dünyanın, milyonlarca insanın ve gelecek nesillerin mukadderatına ağır bir darbe vurulmuş oluyordu.

Genel olarak İslâm ile Küfür, özel olarak İslâm Âlemi ile Batı Dünyası arasındaki ideolojik çatışmanın bir aşaması olarak Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılması ile birlikte, Müslümanlar ölümcül bir yenilgiye ve on yıllar boyunca sürecek elîm bir ıstıraba uğratılmakla kalmıyor, dahası Batılı Kapitalist ideoloji tüm çirkefliği ve iğrençliği ile Sömürgeci küresel hâkimiyetini îlân etmiş oluyordu.

Müslümanlar devletlerini ve birlikteliklerini yitirip onlarca kıytırık devletçiğe parçalandığı, başlarına Batılı Sömürgeci Kâfirlerin ajanları dikildiği, üzerlerine Kapitalist Küfür sistemleri uygulandığı, servetleri haramzadelerce yağmalandığı, mukaddesleri, inançları ve değerleri ayaklar altına alındığı sıralarda... Sömürgeci Kâfir güçler de, devletlerarası siyâsetin dengeleyici bir unsuru ve küresel zorbalığa karşı caydırıcı bir güç olarak Hilâfet Devleti'nin devletlerarası sahadan uzaklaştırılmasının rahatlığıyla egemenlik ve nüfûz paylaşımında birbirlerine karşı savaşıyorlardı. II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen iki kutuplu yeni devletlerarası sistemde, Kapitalist Batı Bloku'nun liderliğini Amerika alırken, Komünist Doğu Bloku'nun liderliğini Sovyetler Birliği alıyordu. Bu iki küresel tâğut, başlattıkları "Detant Süreci" sonrasında dünyayı aralarında ikiye bölüyor, her biri kendi çiftliğinde dilediğince at koşturuyor, mazlum halkları ve toplumları pervasızca sömürüyorlardı. İlkel sömürgeciliğin öncüleri olan İngiltere liderliğindeki Avrupalı devletler de ellerinde kalan güçleri, araçları ve imkânları ile varlıklarını korumaya ve yeniden ayağa kalkmaya uğraşıyorlardı. Bu arada Soğuk Savaş denilen bir biçimde birbirlerinin kuyusunu kazmaya, birbirlerini zayıflatmaya ve birbirlerine egemen olmaya çabalamaktan da vazgeçmiyorlardı. Müslümanların topraklarındaki yönetimler ve yöneticiler ise İslâm'ı, Müslümanları ve topraklarını korumak ve birleştirmek şöyle dursun, bu küstah Sömürgeci devletlere var güçleriyle hizmet ediyorlar, politikalarını onların arzularına göre şekillendiriyorlar, bu uğurda milyonlarca Müslümanın kanını heder etmekten, kaynaklarını har vurup harman savurmaktan, her tür zilleti, hezîmeti ve rezâleti bu Ümmet'in evlatlarına revâ görmekten çekinmiyorlardı.

Soğuk Savaş'ın sona erip Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletleri küresel egemenliğini îlân ediyor, Batı Bloku kapsamındaki liderliğini dünya çapına genişletiyor, Soğuk Savaş koşullarına paralel askerî yerleşkelerini yeniden konuşlandırıyor, güçlerini rakiplerine ve yeni düşmanlarına karşı topluyor, yeni düşman olarak da İslâm'ı ve Müslümanları seçiyordu. Bu minvâlde II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş devletlerarası düzeni ve kurumları da hiçe sayıyor, kendi kurduğunu, yenisini kurabilme projesi uğrunda kendi eliyle yıkıyordu. İşte 11 Eylül sonrası barizleşen bu süreç, yalnızca kurulu devletlerarası sistemi yıkmak ve toparlanan güçler olarak Avrupa Birliği, Rusya ve Çin'i öne çıkarmakla kalmıyor, bilhassa Irak'ta ve Afganistan'da uğradığı hezîmetler ve şimdilerde patlak veren küresel ekonomik sarsıntı sonucu Amerikan liderliğinin sonunu da işâret ediyordu.

Şu anda artık, gerçek anlamda ne bir devletlerarası düzen vardır, ne de böyle bir düzenin mevcut güçler tarafından kurulabileceğine dair bir emare vardır. Şimdiki durum, tek kelimeyle kaostur! Sayıca ve teçhizatça az bir direniş karşısında başarı kazanmaktan âciz kalan bir Amerika, parçalanmışlık ve ulus-devlet belâsından kurtulamamışlığın sonucu olarak bir türlü siyâsî-askerî bir birlik vasfı kazanamamış bir Avrupa ve bünyesindeki İngiltere ve Fransa, eski imparatorluk günlerinin özlemiyle kıvranan, Ümmetin aslanlarından bir avuç Çeçen ile bile baş edemeyen bir Rusya, Batılı şirketlerin istilası altında balon gibi şişen bir Çin... ne de bir başka güç, artık dünyayı düzene getiremez. Hepsi de Sömürgeci Kâfir olan bu devletlerden zaten zulümleri ve eziyetleri kaldırmaları beklenemez. Birleşmiş Milletler'inden NATO'suna Arap Birliği'nden İslâm Konferansı Teşkilatı'na kadar... Sömürgeciliğin hizmetinde oldukları, mazluma karşı zâlimin tarafında bulundukları âşikâr olan tüm devletlerarası ve bölgesel kurumlara da hiçbir ümit bağlanamaz. İşgâlciden işgâli, sömürgeciden sömürüyü, talancıdan talanı kaldırmasını beklemek abesle iştigâl değil de nedir?

Dünyanın en kritik jeostratejik coğrafyasının kadîm sâkinleri ve sahipleri olan Müslümanlar, mahrum oldukları siyâsî liderliğe yine kavuştukları, yeniden ayağa kalktıkları, yeni bir çığır açtıkları an, hiç kuşkusuz insanlık Küfrün karanlıklardan İslâm'ın aydınlığa çıkacak, yepyeni bir dünya düzeninin temelleri atılacaktır.

Ey Müslümanlar! İşte bunun için diyoruz ki yine, yeni, yeniden Hilâfet! Yine Hilâfet diyoruz, çünkü Hilâfet daha bir asır öncesine kadar sizin devletinizdi, Allah'ın izniyle yine sizin devletiniz olacaktır. Yeni Hilâfet diyoruz, çünkü Hilâfet, Kâfirlerin Allah'ın izniyle bir daha yıkamayacakları yepyeni ve taptaze Râşidî bir kuvvet olarak yükselecek, Allah'ın izniyle karşısında hiçbir Sömürgeci Kâfir duramayacaktır. Yeniden Hilâfet diyoruz, çünkü Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanların başına bugün musallat olmuş bulunan zorba diktatörlük döneminden sonra Hilâfet'in yeniden kurulacağını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur:  ...ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّة "...Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Allah'ın olmasını dilediği kadar kalacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır."

Dost-düşman herkes bilsin ki 3 Mart 1924 günü yürekler parçalayıcı, hileler ve desiselerle dolu alçak bir Sömürgecilik plânı dâhilinde kaldırılan Hilâfet, hiç kuşkusuz yeniden kurulacaktır. Zîra bu, Allah'ın vaadidir;  فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ "Cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten mü'minlere Nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak (borç) olmuştur." [er-Rûm 47] Zîra bu, Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir:  بَشِّرْ هَذِهِ الأُمَّةِ بِالسَّنَاءِ وَالرَّفْعَةِ فِي الدِّينِ وَالنَّصْرِ وَالتَّمْكِينِ فِي الأَرْضِ، فَمَنْ عَمِلَ مِنْهُمْ عَمَلَ اْلآخِرَةِ لِلدُّنْيَا لَمْ يَكُنْ لَهُ فِي اْلآخِرَةِ نَصِيبٌ "Bu Ümmet'i, (dünya hayatında) dîni ile üstünlük ve egemenlik, yeryüzünde zafer ve temkîn (istikrarlı iktidar) ile müjdele! Artık içlerinden her kim uhrevî bir ameli dünya için işlerse, onun Âhiret'te hiçbir nasîbi olmaz."

Zîra bu, aydınlık geleceğin habercisidir. Nisan 2007'de Maryland Üniversitesi'nin World Public Opinion (Dünya Kamuoyu) projesi kapsamında dört İslâmî beldede yaptığı araştırmanın sonuçlarını, bilhassa güç sahiplerinin dikkatlerine sunuyoruz. İslâmî coğrafyanın bir ucundan diğer ucuna uzanan çizgisinin dört kritik ülkesi olarak Fas, Mısır, Pakistan ve Endonezya'nın seçildiği araştırmadan aşağıdaki sonuçlar anlaşılmaktadır;

-     Her İslâmî beldede Şeriat hukuku uygulanmalı mı?

Mısır: (%78) / Endonezya: (%60) / Fas: (%82) / Pakistan: (%93)

-     Tüm İslâmî beldeler tek bir İslâmî Devlet'te yada Hilâfet'te birleştirilmeli mi?

Mısır: (%72) / Endonezya: (%60) / Fas: (%79) / Pakistan: (%89)

-     Üsleri ve askerî güçleri ile Amerika tüm İslâmî topraklardan çıkarılmalı mı?

Mısır: (%97) / Endonezya: (%84) / Fas: (%84) / Pakistan: (%93)

-     İslâmî Ümmet'in izzetini izhâr etmek uğrunda Amerika'ya karşı çıkılmalı mı?

Mısır: (%95) / Endonezya: (%85) / Fas: (%91) / Pakistan: (%89)

-     Batılı değerler İslâmî topraklardan çıkarılmalı mı?

Mısır: (%96) / Endonezya: (%88) / Fas: (%80) / Pakistan: (%89)

Eminiz, böyle bir araştırma, hiçbir yönlendirme olmaksızın, korkusuz bir ortamda doğru sorular sorularak Türkiye'de de yapılmış olsaydı, en az bunlar kadar yüksek sonuçlar alınırdı.

Ey Müslümanlar ve Ey Güç Sahipleri, yine, yeni, yeniden Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız, çağrısına icâbet ediniz. O halde içinizden, Allah'ın vaadine icâbet edecek, Dînine nusret verecek, böylece dünyanın ve Âhiretin izzetine ve başarısına nâil olacaklar kimlerdir?

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, kendisine (Dînine) Nusret verenlere, Nusret, Zafer verecektir. Şüphesiz Allah, kesinlikle Kaviyy'dir, ‘Azîz'dir." [el-Hacc 40]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Gazze'de Kardeşleriniz Katledilirken Suskun Kalmadığınız Görmek Ardır, Ey Müslümanlar!

Erkek-kadın hepsi de [لا إله إلا الله وأن محمداً رسول الله] şehâdetini getiren bir ümmetin, yıllık milyarlar harcayan elli küsûr düzenli orduya sahip bir ümmetin, nüfusu bir milyarı aşkın bir ümmetini gözü-kulağı önünde bir avuç Yahudi, düşmanlarından önce kardeşlerince muhâsara altına alınmış Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslüman kardeşlerimize karşı katliamlarını sürdürmektedir. Yahudi varlığının, Güney Lübnan topraklarında burnunun sürtüldüğünü ve hâin araçların dillendirdiği "Yahudi ordusu yenilmez" efsanesinin çöktüğünü teyit eden Vinograd Raporu'nun yayınlanmasından sonra iade-i itibar çabasına girmesinin sonucu olarak işlediği bu katliamlar sonucu yalnızca bir günlük bilanço, Yahudi savaş makinesinin yerle bir ettiği binaların enkazları altında kalan çoğu çocuk altmış şehiddir!

Hem kardeşleri, maymunların ve hınzırların kardeşleri eliyle katledilirken sessiz kalması Allah yolunda ve mustazaflara yardım etmek yolunda Cihâd ve şehâdet ümmeti olan İslâmî Ümmet için bir utançtır, hem zâlimlere itaat edip, tahtlarını korumaya devam etmeleri ve saldırganlara karşı savaşmak için harekete geçmemeleri İslâmî Ümmet'in orduları için bir utançtır, hem de bu kuşku verici sessizlik, zararlı devletçiklerin yöneticileri için bir utançtır! Oysa Kerîm Rasûlümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Yahudilerden birisi Müslüman bir kadının avretini açınca ona yardım etmiş ve Benî Kaynuka Yahudilerini Medîne'den sürgün etmiştir. Kezâ Halîfe Mu'tasım kendisine, "Ey İslâm! Ey Mu'tasım!" diye imdat eden bir tek kadın için bile orduyu seferber etmiştir. Bugünkü yöneticilerimizin haline gelince; şâir şöyle tasvir eder;

Belki "Ey Mu'tasım" nice nice dillendi de,         Yetim kızların dillerinde dolaştı,

Onları işiten çok oldu amma,                 Mu'tasım'ın kahramanlığını gösteren hiç olmadı.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti olarak vurgularız ki Gazze'deki Müslüman kardeşlerimize yardım edilmesi vecîbesi, Allah Subhânehu'nun emrine icâbeten orduların harekete geçirilmesi ve Ümmet'in tüm potansiyellerinin Yahudilerle Cihâd etmek üzere seferber edilmesi ile gerçekleşecek fiili bir yardımdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.[el-Enfâl 72] İşte bu emir, hiç hâya etmeksizin, Müslümanları güpegündüz düşmanlarına teslim eden Yahudi varlığının ön savunma cephesi rolü üstlenmiş Müslümanların başındaki yöneticiler başta olmak üzere, bu yardımın ulaştırılmasına ket vuran tüm engellerin kaldırılmasını ve Müslümanların da ötesinde, dünyanın dört bir köşesindeki tüm mustazaflara yardım edecek Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde Müslümanların varlığını kurmayı gerektirir. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

Tek Kelime! Filistin'e Yardım, Cepheler Açmak ve Orduları Harekete Geçirmek ile Olur, Aksi Takdirde Allah'a, Rasulü'ne ve Mü'minlere Hıyânet Olur

  • Kategori Hizb
  •   |  

Yahudilerin azgın lavları Gazze üzerine yağdırılıyor, insanlar, ağaçlar ve taşlar yakılıyor, yaşlıların, kadınların ve çocukların kanları sel olup akıyor, hatta süt çocuklarının cesetleri paramparça etrafa saçılıyor... Yahudinin işlediği bu korkunç katliamın dehşetini anlatmaya kelimeler yetmiyor... Bütün bunlara rağmen başımızdaki yöneticiler, ne bir cephe açıyorlar, ne bir ordu gönderiyorlar, hatta soyut bir savaş açma tehdidinde bile bulunmuyorlar! Aksine şehitlerin ve yaralıların sayısını sayıyorlar, âdeta şahit olduklarından haz alırcasına! Yürüyüşler ve gösteriler ile insanların öfkelerini "boşaltmalarına" yol verenler yada eleştirip kınayanlar, Güvenlik Konseyi'nin bir açıklama veya karar yayınlaması için toplanmasını isteyenler de onlar gibidir! Bilmezler mi ki o öncelikle Yahudinin cürümleri karşısında nefs-i müdâfaa edenlere kinini kusmadıkça hiçbir şey yayınlamayacaktır?!

Filistin'de katledilenlere, cesetleri paramparça edilenlere yardım; eleştiriyle, kınamayla, açıklamayla, hatta yürüyüşlere ve gösterilere izin vermekle mi olur? Hiç şüphesiz yardım, cepheler açarak, orduları harekete geçirerek olur. Aksi takdirde bu ordular ne için vardır? Allah'a ve Rasulü'ne hıyânet edip mü'minleri yüzüstü bırakanların tahtlarını, taçlarını ve koltuklarını korumak için mi vardır? Yoksa masum yavrucakların akan nezih kanlarını "izleyenler" için mi vardır? Sanki bunlar, başımızdaki yöneticilerin hiç umurunda olmayan bambaşka bir âlemde meydana geliyormuşçasına! Onlar ki kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler, hiç mi hiç akletmezler?!

Heyhat, ne hazin, ne acıdır... Bir yandan insanın tüylerini ürperten vahşi katliamları görecekleri kadar gördükleri, öte yandan modern silahlarla donatılmış, saldırganlığa bürünmüş düşman karşısında hafif silahlarla gösterilen yüce kahramanlıkları gördükleri halde, nasıl olur da kışlalarına kapatılmış bu orduların kanları kaynamaz?! Bütün bunları gördükleri halde nasıl olur da kardeşlerinin imdadına koşmadan yerlerine çakılır kalırlar, önlerine dikilen her yöneticiyi ezip geçmezler?! İşlenen bunca katliam, bu orduların zafere yahut şehâdete... böylece kendilerine dünyada ve Âhirette konumlarını yükseltecek pırıl pırıl ak sayfaların açılması için koşmalarına yetmez mi?! Şâirin dediği gibi: "Kedâe'de tozu dumana katar halde bulmuyorsak şu atlarımızı, olmaz olsunlar!"

Bu ordular, Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere nusret vermiyorlarsa, olmaz olsunlar! Uçaklarımız, Nebîlerin ve mü'minlerin katillerini vurmuyorlarsa, olmaz olsunlar! Tanklarımız, mustazafların kanlarını yerde bırakmamak için bombalar yağdırmıyorlarsa, olmaz olsunlar! Füzelerimiz, bir mü'min hakkında ne bir ahit ne de bir zimmet gözeten Yahudi varlığının kalbine çarpmıyorlarsa, olmaz olsunlar!

Ey Müslümanların Beldelerindeki Ordular! Doğrusu bu yöneticiler, {قَدْ يَئِسُوا مِنَ الآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ } "Onlar, Kâfirlerin kabir ehlinden (dirilmelerinden) ümit kestikleri gibi, Âhiret'ten ümit kesmişlerdir." [el-Mumtehine 13] Ancak sizler, Yahudi varlığını bilezik gibi saran devletler olan Mısır'dan, Ürdün'den, Suriye'den ve Lübnan'dan bir cephe açmaya nasıl güç yetiremezsiniz? Sonra uzun menzilli füzeler ve savaş uçakları sahibi o İran, Türkiye ve Pakistan'dakilere ne demeli? Nasıl olur da bunları Filistin halkının yardımına âmâde kılmazlar? Savaşmadan kuru laf kalabalığı yapmak, riyâkârlık değil de nedir? Çığlık atmak, silah çekmeyi tutar mı hiç?

Ey Müslümanlar! Filistin halkına yardım etmek ve Filistin halkını mihnetlerinden kurtarmak, muhakkak ki cepheler açmak ve orduları harekete geçirmek ile olur... Üstelik Yahudi varlığının işini bitirmek ve Filistin'i bir bütün olarak Diyâr-ul İslâm'a katmak da ancak ve sadece böyle olur. Gerçek şu ki bu yöneticiler; yürüyüşler ve gösteriler yoluyla öfkelerinizi "dindirmek" ve meseleyi kapatmak isterler. Her ne kadar bunlar, öfkenizi lisân-ı sıdk ile dile getirmenizin vesîlesi olsalar da, asıl olan bu öfkenizi doğru ve etkin istikâmete yönlendirmenizdir.

İşte Hizb-ut Tahrir sizleri çağırıyor; öfkenizi yöneticilere yöneltiniz ki savaşmaları için orduları harekete geçirsinler. Onlar bunu yapmazlarsa, öfkenizi ordulara yöneltiniz ki harekete geçip Yahudi'ye karşı savaşsınlar ve kendilerini engelleyen yöneticileri ezip geçsinler. Onlar da bunu yapmazlarsa, köklü değişim yoluyla adâletli ve mücâhit Hilâfet'i kurmak için azimlerinizi keskince bileyiniz. Artık sizler de bunu yapmazsanız, Ey İnsanlar, Allah emrini getirinceye kadar bekleyedurun!

وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ "Eğer yüz çevirirseniz, (Allah) sizi, sizden başka bir toplum ile değiştirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." [Muhammed 38]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Gazze'ye Saldırı, İslâm Ümmeti'ne Saldırıdır Gazze'nin Kanının İntikamı Ancak Yahudi Varlığını Kökünden Kazımak ile Alınır

  • Kategori Filistin
  •   |  

Günlerdir gaspçı Yahudi varlığı, organize katliam ve rastgele bombardıman ile Gazze-i Hâşim'i çiğnemekte, hiçbir insânî değeri umursamadan erkeklerini, kadınlarını ve çocuklarını öldürmektedir. Öyle ki yabani hayvanlar dahi, bu mücrimlerin Filistin halkına ettiklerini yapmaktan hayâ eder. Katliam ve yıkım dün, 01.03.2008 Cumartesi günü öyle bir hadde vardı ki her bakımdan gerçek bir kıyım ve savaş halini aldı.

Muhakkak ki metamorfoz Yahudi varlığının tarihi, Gazze'de, Kânâ'da, Diyr Yâsîn'de ve daha pek çok yerde işlediği kıyımlar ve katliamlar ile doludur. Her defasında da Müslüman topluluklar tarafından avazların çıktığı kadar öfke ve nefret ile karşılanmıştır. Müslümanların başındaki yöneticiler ise { الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ } "Onlar koyu bir cehâlet içerisinde kalmış gâfillerdir." [ez-Zâriyât 11] Bu katliamların tekrarlanmasının iki sebebi vardır: Birincisi; Müslümanların başındaki yöneticilerin, kendi nefislerine gösterdikleri hırs kadar, Yahudi varlığının bekâsına hırs göstermeleri ve bu varlığın himâyesi için var güçleri ile çalışmalarıdır. İkincisi de; Ümmet'in bu katliamları durdurabilecek kararlı ve keskin adımlar atmaması ve ajan yöneticilerin, medya organlarının ve devlet destekli âlimlerin, insanları bu katliamları durduracak hakîkî çözümden uzaklaştırarak Ümmet'in böylesi kararlı ve keskin adımlar atmamasına katkıda bulunmalarıdır. Günden güne meydana gelen olaylar ve yaşanan katliam üstüne katliamlar kanıtlamıştır ki tek bir çözümden başka hiçbir çözüm yoktur.

Gerçekten de ancak ve sadece tek bir çözüm vardır; Dikkat ediniz, bu şüphesiz Yahudi varlığını kökünden kazımaktır. Filistin meselesinin çözümünde bu hedefe götürmeyen her çaba boşadır. İnsanları bu istikâmetten başkasına yönlendiren her eğilim, maksatlı bir saptırmadır. Filistin meselesinin ve tekrarlanaduran bu katliamların tek çözümü mücrim failin işini bitirmektir, onunla müzâkere değil!

Bu bağlamda diyoruz ki:

1.   Onlar, Nebîlerin kâtilleri ve Ümmet'in en azılı düşmanları olan Yahudilerdir.  لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ "Muhakkak ki îman edenlere karşı düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak, Yahudileri ve (Allah'a) şirk koşanları bulacaksın." [el-Mâide 82]

2.   Gazze halkını kurtarmak, bilakis Hayfa ile Nablus, Tel Aviv ile Kudüs arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün Filistin'i kurtarmak, en yakınından en uzağına kadar tüm İslâm Ümmeti üzerine farzdır.  وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur." [el-Enfâl 72]

3.   Artık hâlihazırdaki zâlim yöneticilerin kendi öz arzu ve irâdeleri ile Filistin halkına yardım etmelerine dâir hiçbir ümit yoktur. Dolayısıyla ümmet onları, Yahudi varlığını ortadan kaldırmak üzere orduları harekete geçirmeye zorlamalıdır. Eğer icâbet etmezlerse -şu an olduğu gibi- ordular, Filistin'in kurtuluşu yolunda önlerinde aşılmaz engeller gibi duran bu yöneticileri izâle etmelidir.

4.   İslâmî Ümmet nice muazzam varlıklara sahiptir: yüce bir Akîdeye, başkalarının hayatı sevdiği kadar şehâdete seven nice erlere, yığın yığın silahlara ve uçsuz bucaksız servetlere... Bütün bunlar, Yahudi varlığı gibi yüzlerce varlığa karşı Müslümanların ezici zaferini gerçekleştirmek için elbette yeterlidir.

5.   Çift başlı Filistin Otoritesi, Müslümanların başındaki yöneticileri, Filistin'i kurtarma sorumluluğundan muaf tutmuştur. Dahası orduları Filistin'de doğru harekete geçirmek ve o doğrultuda cepheler açmak, onlar için hiç mevzu bahis değildir. Daha da ötesi, mücrim yöneticilere bahaneler üretip onlardan siyâsî destek talep ile yetindiriyorlar. Böylece onlar, Filistin halkını yüzüstü bırakmada ve düşmanlarına teslim etmede yöneticiler ile birlikte gizli bir ittifak kuruyorlar. Oysa gerçekte talep ettikleri siyâsi destek, Müslümanların diyârının ortasındaki Yahudi varlığını sağlamlaştırmayı hedefleyen siyâsî çözümden öte bir şey değildir. Korkarız ki -hatta daha vahimi- bu akıtılan nezîh kanların daha fazla müzakereler ve tavizler uğruna istismar edilir. Zaten Filistin Otoritesi, doğduğu günden beri bunu huy edinmiştir.

6.   İslâmî âlemdeki ve özellikle Filistin'in çevresindeki yöneticilere diyoruz ki sizlere lanet okuyan Gazze'de akıtılan her kan damlası ve verilen her şehit, çetin bir hesap ile hem Kıyâmet Günü, hem de Ümmet'in işini eline aldığı gün bu dünya hayatında, hakkında hesâba çekileceğiniz kara sayfanıza eklenecek başka bir günahtır.

7.   İki parçalı Filistin Otoritesine diyoruz ki Otorite, kâfirlerin icâdıdır ve varlık gayesinin en büyük hedefi, "İsrail'in" varlığını yok etmeye yönelik bakışı başka bir yöne kaydırmaktır ve İslâm şiarını dillendirse bile, işgâlin gölgesinde yönetimi kabul eden herkes, insanları saptırır ve meseleleri bulandırır. Çünkü işgâl altındaki otorite bütünüyle şerdir. İşgâl gölgesindeki her tür otorite, insanların Yahudi varlığına bir düşman olarak bakışlarını, müzakereyi kabul eden bir taraf ve onunla uzlaşmaya ulaşmak olarak bakmalarına yönelten bir unsurdur. Bu ise, Allah, Rasulü ve mü'minler katında bir cürümdür. Dolayısıyla Filistin Otoritesi, İslâm'a, Müslümanlara ve beldelerine yönelik bir zarardır, çünkü dost edindiği ve müzakere yaptığı işgâlin gölgesinde durmaktadır.

Yine Filistin Otoritesi'ne diyoruz ki Filistin meselesine yönelik ilk deneyim pratiklerini bırakmalı, Yahudiler ile imzaladığı tüm hıyânet anlaşmalarını reddetmeli, meseleyi aslına döndürmeli ve gerçek sahibi olan tüm İslâmî Ümmet'e teslim ettiğini ilan etmeli, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü, Filistin halının tek meşru temsilcisi yaptıkları zaman Rabat'ta hain Arapların giydirdiği üzerindeki sahte ve yalan elbiseyi çıkartmalıdır. İşte Filistin'i yok pahasına sattıkları o günden beri hain yöneticiler, Filistin meselesinden ellerini çektiler, FKÖ ve ardından Filistin Otoritesi, Filistin meselesini bir çukurdan ötekine savurup düşürdükçe düşürdüler.

8.   Gazze halkına diyoruz ki sebât üstüne sebât ediniz, Ey Gazze halkı! Ey ecirlerini Allah'tan umarak sabreden sizler, muhakkak ki Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ "Yalnızca sabredenlere ecirleri hesapsız olarak ödenecektir." [ez-Zumer 10] Allah şehitlerinize rahmet eylesin, sıkıntılarınızı gidersin ve çabalarınızı kabul buyursun. Biliniz ki Hilâfet'in muzaffer ordusunun tekbir seslerini, pek yakında Allahu Te'alâ'nın vaadini ve Rasûl-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesini gerçekleştirmek üzere işiteceksiniz, bi-İznillah.

9.   İslâmî Ümmet içerisindeki yetki ve kuvvet sahiplerine diyoruz ki Gazze'ye saldırı, hem kardeşlerinizin kanlarına, hem mukaddesâtınıza, hem de Ümmetinizin kerâmetine yönelik bir saldırıdır Ey mü'min ordular! Daha bunun intikamını almıyor ve harekete geçmiyorsanız, artık sizleri harekete geçirecek şey nedir? Kadınların çığlıkları, çocukların hıçkırık dolu gözyaşları, sevdiklerini yitirenlerin ağıtları ve şehitlerin kanları sizleri harekete geçirmeli değil mi? Muttakiler için hazırlanmış genişliği gökler ve yer kadar olan Rabbinizin vaadini hiç mi arzulamazsınız?

10.          Son olarak İslâmî Ümmet'e de diyoruz ki Hilâfet'i kurmak ve Müslümanların Halîfesi'ne bey'at etmek; her beldesinde Ümmet'e izzetini ve üstünlüğünü kazandıracak, mukaddesâtını koruyacak, düşmanlarını zelîl kılacak ve şehitlerinin kanının intikamını alacak yegâne çözümdür. SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  الإمام جنة يقاتل من ورائه ويُتقى به "İmâm [Halîfe] bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." O halde bu uğurda çalışınız ki işte o zaman Allah, sizlere vaat ettiğini yerine getirecektir:  يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ "Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mü'min toplumun gönüllerine şifâ versin. [et-Tevbe 14]

Devamını oku...

Yalnızca Hilâfet, Fiyat Artışı Problemini Çözebilir

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Temel tüketim ürünlerine yapılan zamlar nedeniyle, orta halli ve düşük gelirli insanların yaşamı katlanılmaz hale gelmiştir. Nitekim temel malların ve hizmetlerin fiyatları, sıradan insanların satın alma gücünün ötesine ulaşmıştır. Sözde ekonomistler, politikacılar ve düşünürler gazete köşelerinde ve televizyon programlarında gerçeklikten uzak çözümler ileri sürerlerken, sıradan halkın ıstırâbı günden güne artmaktadır. Şimdiki Fahruddîn Ahmed Hükümeti de dâhil, peşi sıra gelen hükümetler bu sorunu çözme becerisi gösterememişler ve halka karşı sorumluluklarını yerine getirmede büyük ihmâlkârlıklar sergilemişlerdir. Artık insanlar için bu hükümetlerden, politikacılardan ve ekonomistlerden medet ummayı bırakıp yeni bir ekonomik alternatife yönelme vakti gelmiştir.

Fiyat artışları meselesine dönük tartışmalarda pek çok neden öne sürülmektedir. Bunlar arasında, küresel piyasadaki fiyat artışları, doğal âfetlerden ötürü meydana gelen üretim eksikliği ve iş dünyası tarafından yapılan fiyat ayarlamaları ve tekelcilik gibi faktörler vardır. Bunlara göre sorunun giderilmesine yönelik birtakım çözümler ortaya atılmaktadır ki bunlar arasında, pazarlardaki fiyatları izlemek üzere bir yasal yaptırım ajansı görevlendirmek, peşin parayla ithâlat yapmak, BDR tarafından işletilecek ucuzluk mağazaları açmak gibi şeyler vardır. Fakat hiç kimse fiyat artışlarına yol açan gerçek nedenler hakkında sorular sormamaktadır; Ekonomisi tarım ağırlıklı bir ülkede niçin böyle bir yiyecek krizi vardır? Ülkedeki tarım sektörünün sistematik olarak yıkıma uğramasının sorumlusu kimdir? Yiyeceğimizi neden Hindistan'dan ithâl etmek zorundayız? Bangladeş ekonomisini, yabancı ülkelere böylesine ağır bir biçimde bağımlı hale getiren kimdir? Tüm bu soruların tek bir cevabı vardır: ülkede uygulanan küfür nizâmı ve başındaki kapitalist yöneticiler!

Bangladeş'teki mevcut yönetim nizâmının gerçeği; yönetici elitin çıkarlarını ve arzularını temel alan beşer mahsulü bir küfür sistemi olmasıdır. Bu sistem sayesinde başımızdaki yöneticiler, ekonomiyi bütünüyle kapitalist ekonomik prensiplere dayandırmışlardır. Bu ise Gayri-Sâfi Millî Hâsılayı (GSMH) dikkate almaktadır ki gerçekte bu ölçü, kendi servetlerini ve zengin kapitalist hâmilerinin servetlerini artırdıklarını ifade eden bir diğer ıstılahtır. Aynı zamanda bu yöneticiler, kendi ceplerini doldurdukları kadar IMF, Dünya Bankası ve Kalkınma Ajansı gibi sömürgeci kurumlara da serbest bir dizgin vermektedirler. Halkın maslahatlarını hiçe sayarak bu kurumların talimatlarını ve buyruklarını harfiyen uygulamaktadırlar. Yazıktır ki otuz yıldan fazladır, başımızdaki bu yöneticiler, sömürgeci finans kurumları ile birlikte ülkenin ekonomisini târumâr etmişlerdir.

IMF ve Dünya Bankası'nın talimatlarını uygulayarak ülkenin ekonomisi çökme noktasına gelmiştir. Bu müfsit yöneticiler, gıda maddelerinde ve temel tüketim ürünlerinde kendi kendine yeterliliği başarmaya hiçbir önem vermemişler, tarım sektörüne yönelik herhangi bir etkisi olacak uzun vâdeli plânlamalar yapmaktan aciz kalmışlardır. Dünya Bankası'nın dayatmalarına boyun büken bu yöneticiler, bu sektöre oldukça dar kapsamlı destekler ve teşvikler sağlamakla yetinmişlerdir. Tarımın GSMH'ya etkisi %20 dolaylarında iken, bu sektöre bütçeden %5 gibi cüzi bir pay ayırmışlardır. Üstelik modern tarımın ve sulama yöntemlerinin geliştirilmesi veya çiftçilere tarım teknolojisinin sağlanması doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Hatta bu hükümetler, ekim döneminde dahi onlara gübre desteği vermekten âciz kalmışlardır.

Tarım sektörüne yönelik böyle bir ihmâlkârlık ve kötü yönetim sonucu Bangladeş, temel tüketim maddelerinde bile ithâlâtlara bağımlı hale gelmiştir. İşte bunun için küresel piyasadaki fiyat artışlarının doğrudan bizim fiyatlarımıza yansıdığına şahit oluyoruz. Üstelik yerli gıda ürünlerinin üretimindeki eksiklik nedeniyle, neredeyse tüm temel tüketim kalemlerinde Hindistan'a daha fazla bağımlı hale geliyoruz. Hindistan da bunu, Bangladeş halkı için korkunç sonuçları olan kendi çıkarlarına göre istismâr etmektedir. İşte Bangladeş halkının en çok ihtiyaç duyduğu pirincin fiyatını artırmaya yönelik Hindistan'ın aldığı karar tam da bunun sonucudur.

Ey İnsanlar! Fiyat artışlarının nedenleri ve kapitalist ekonominin korkunç sonuçları işte bunlardır. Pejmürde bir bencilliğin esiri olmuş bu yöneticilerin, yaşamlarımızı nasıl katlanılmaz hale getirdiklerini görüyorsunuz. Mevcut iktidarın herhangi bir ilerleme kaydettiğini, kendi yaşamınızda somut olarak hissedebilir misiniz? Heyhat, Nerede! Muhakkak ki bu hükümet, önceki hükümetler gibi, iktidara geldiğinden beri, göstermelik ve aldatıcı istatistikler dışında, halkın geçimini kolaylaştıracak hiçbir adım atmış değildir. Dahası her defasında insanların hayatını mahvetmeyi bir meslek haline getirmişlerdir. Piyasaları altüst etmişler, fakirleri kanun zoruyla evlerinden etmişler ve insanları işlerinden çıkartmışlardır. İşte böylelerinin fiyat artışı sorununa önerebildikleri tek çözüm, Hindistan'ın kapılarında dilenmek olmuştur! Aynı zamanda maliye müsteşarı olan, kapitalist teknokrat ve Dünya Bankası kölesi Mirza A. B. M. Aziz, kapitalist ekonomi politikalarını sürdüregelmektedir. Ekonomimiz kapitalist ilkelere ve yabancı kurumların dayatmalarına göre işletilmeye devam ettiği sürece, fiyatlar da artmaya devam edecek ve ıstırâbımız sürecektir. Dolayısıyla bu hayatın zorluklarından kurtulup kendimizi bütünüyle yaratılış gâyemize verebilmemiz için Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın inzâl ettiği Hidâyet'in tatbîkine dönmemiz kaçınılmazdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] Kur'ân-il Kerîm'de şöyle buyurmaktadır:  وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا  "Her kim Zikrimden [Şeriatımdan] yüz çevirirse, onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır." [Tâ-Hê 124]

Muhakkak ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ] daha iyi bir hayat yaşasınlar ve detaylı bir iktisat nizâmı da dâhil hayatın tüm işlerine yönelik kapsamlı bir nizâma sahip olsunlar diye insanlara hidâyet etmek üzere Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i göndermiştir. İslâm'ın iktisat nizâmı, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına dayalıdır ve beşer mahsulü kapitalist sistemin yanlışlarına, bozukluklarına ve gediklerine kapalıdır. İslâmî Hilâfet tarafından tatbîk edilmiş olan İslâmî iktisat nizâmı, gerek fiyat artışları sorununu hızlı ve etkin bir biçimde çözebilecek, gerekse ekonomik refâhı sağlayabilecek yegâne iktisat nizâmıdır.

Bangladeş'in mevcut vâkıası ve İslâmî şer'î hükümler ışığında, fiyat artışı sorununu çözmek ve insanlara yeterli bir geçim sağlamak üzere Hilâfet Devleti'nin atacağı adımlardan bazılarını aşağıda sunuyoruz:

1.   IMF ve Dünya Bankası gibi sömürgeci finans kurumları derhal ülkeden kovulacaktır. Nitekim bu kurumlar ekonomimizi mahvetmiş ve ekonomimiz üzerinde yabancı kapitalistin kontrolünü dayatmıştır. Başımızdaki yöneticilerin iddialarına rağmen Bangladeş, yabancı yardıma ihtiyaç duymayacak kadar servetler ve kaynaklar bakımından zengin, oldukça verimli bir ülkedir. Üstelik İslâmî Şeriat, Müslüman Ümmet'in ekonomisi üzerinde sömürgeci tahakkümün bulunmasını haram kılar.

2.   Temel ihtiyaç kalemlerinde kendi kendine yeterlilik kazanmak üzere Hilâfet Devleti, aşağıdaki şekilde tarım sektörüne öncelik vererek yeniden düzenleyecektir:

o    Hilâfet Devleti, ülkedeki tüm ekilebilir arazileri işletmeye açacaktır. Bangladeş'in mevcut vâkıasında ise muazzam miktarda arazi, bunu işletmeyen toprak ağaları tarafından sahiplenilmiştir. İslâm, böyle arazi genişletilmesini haram kılar. İslâmî Devlet, arazisini üç yıl ekmeyenin bu arazisini elinden alır ve ondan faydalanabilecek başka birine verir. Bu hüküm, muhaddislerin toplayıp üzerinde ittifâk ettikleri, Umer [RadiyAllahu Anh]'e isnâd edilen birçok rivâyete dayanmaktadır:  فَإِنْ تَرَكَهَا حَتَّى تَمْضِي ثَلاَثَ سِنِينَ فَأَحْيَاهَا غَيْرَهُ فَهُوَ أَحَقٌّ بِهَا "Her kim üç sene geçinceye kadar (araziyi) ihmâl eder de başkası gelip onu ihyâ ederse, o (ihya eden o arazi üzerinde) daha hak sahibidir." [Kenz-ul Ummâl]

o    Hilâfet Devleti, toprağın verimliliğini ve üretkenliğini artırmaya yönelik en gelişmiş ve en modern tarım yöntemlerini ve teknolojilerini geliştirip sağlayacaktır. Bu da yerli gübre sanayi inşâ ederek ve çiftçilere ekim dönemlerinde gübre desteği sağlayarak kronik gübre krizi sorununu çözecektir.

o    Fakir çiftçilere bağışlarda bulunarak ve faizsiz teşvikler vererek topraklarını daha verimli işletebilmelerine imkân tanıyacaktır.

3.   Hilâfet Devleti, temel gıda maddelerini sağlayacaktır. İslâmî iktisat nizâmının temel ilkelerinden biri de yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçlarının herkes için sağlanmasıdır ve bu, Hilâfet Devleti'nin, devletin tüm tebâsının bu temel ihtiyaçlarını güvence altına alan politikalar benimsemesini gerektirir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: حسب ابن آدم بيت يؤيه وقطعة قماش تستر عورته وكسرة خبز وشربة ماء "Oturacağı bir ev, avretini örteceği bir parça kumaş ve bir lokma ekmek ile bir içim su Âdemoğluna yeter." İşte bu sorumluluk şuuru ile Halîfe Umer [RadiyAllahu Anh] Medîne'de baş gösteren kıtlık [Ramâde] sırasında Beyt-ul Mâl'in [devlet hazinesinin] kapılarını halka açmıştı.

4.   Hilâfet Devleti, tüccarlar, esnaflar ve diğer meslek erbapları arasında İslâmî değerleri kökleştirecek, hileli malları ve satışları, fiyat manipülasyonlarını ve tekelcilikleri durduran önlemler alacaktır. Nitekim İslâm, ticâret ehlini böylesi fasit uygulamalardan men etmiştir. Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا "Her kim bizi aldatırsa, bizden değildir." [Muslim rivâyet etti] Ve şöyle buyurmuştur:  مَنْ اِحْتَكَرَ فَهُوَ خَاطِئٌ "İhtikâr yapan (stokçu) hata eder. (haddini aşar)" [Muslim rivâyet etti]

5.   Hilâfet Devleti, âdil bir biçimde servetin dağıtımını sağlayacak, böylelikle insanlar yeterli bir gelire ve temel giderlerini karşılayabilme imkânına kavuşacaktır. Mevcut kapitalist sistem ise serveti, bir grup mutlu azınlığın elinde tutmakta, bu da sistemin meydan verdiği faizci bankacılık, özelleştirme, yolsuzluk, stokçuluk ve tekelcilik yoluyla olmaktadır. Oysa İslâmî iktisat nizâmı, servetin toplum içerisindeki küçük bir kesim arasında tedâvülünü haram kılar. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] Kur'ân-il Kerîm'de şöyle buyurmuştur:  كَيْ لا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْلأَغْنِيَاء مِنكُمْ  "İçinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın diye." [el-Haşr 9]

Ey Müslümanlar! Şimdiki hükümet de dâhil, peş peşe gelen nice hükümetler gördünüz ki hepsi de halkın işlerini gözetme sorumluluklarını yerine getirmede başarısız olmuşlardır. Oysa Hilâfet yönetiminin aslî vazîfesi, insanların işlerini gözetmektir. Âişe [RadiyAllahu Anhâ]'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Şu evimde Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittim: اَللَّهُمَّ مَنْ وُلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَشَقَّ عَلَيْهِمْ فَشُقَّ عَلَيْهِ، وَمَنْ وُلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَرَفَقَ بِهِمْ فَأَرْفِقْ بِهِ "Allahım, her kim Ümmetimin işlerinden bir şeye (yönetime) vekil kılınır da onlara sert davranırsa, Sen de ona sert davran. Her kim de Ümmetimin işlerinden bir şeye (yönetime) vekil kılınır da onlara yumuşak davranırsa, Sen de ona yumuşak davran." [Muslim rivâyet etti.] İşte bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirdiğinden ötürüdür ki Mü'minlerin Emîri Halîfe Umer [RadiyAllahu Anh] şöyle demiştir:  والله لو أن شاة عثرت بأرض العراق لكنت مسؤولا عنها ولخشيت أن يحاسبني الله عليها يوم القيامة  "Vallahi, bir koyun Irak arazisinde (suya) düşecek olsa, mutlaka ondan mesul olurum ve ben muhakkak Allah'ın Kıyâmet Günü beni bunun için hesâba çekeceğinden korkarım."

Şimdi üzerinizde âcilen yerine getirmeniz gereken bir farz vardır, Ey Müslümanlar, bu da on yıllardır sizleri ezmekte olan bu zâlim yöneticileri başınızdan atıp yerine sizleri adâlet ve ihsân ile gözetmek için bütün gücünü harcayacak bir Halîfe seçmektir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ   "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER