Perşembe, 16 Recep 1446 | 2025/01/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sel Taşkınları Felaketi, Ümmet İçerisindeki Hayrı ve Yöneticilerinin İçerisindeki Şerri Ortaya Çıkardı

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Temmuz ayının sona erip Pakistan'da yağmur sezonunun başlangıcı olan Ağustos ayı girer girmez ülke genelini şiddetli yağmurlar sarmıştır. Böylece nehirler ile denizler taşmış ve içerisindeki yükselen suların şiddetinden dolayı barajlar patlamıştır. Dolayısıyla sel taşkını sularının oluşturduğu uçurumlar sonucu evlerin yıkılmasının yanı sıra yollar yarılmış, Pakistan'ın birçok mıntıka ve bölgelerinde elektrik şebekeleri kesilmiştir. Bunun yanı sıra sel taşkınları sonucunda binlerce insan boğulmuş, açlık, susuzluk, epidemi, kolera ve tifo hastalıklarıyla karşı karşıya kalan yüz binlerce insan açıkta kalmıştır.

Boğulan ve şuan ishalden ölen Müslümanlar açısından olana gelince; bunlar ecir olarak şehitler makamındadırlar. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

ما تعدون الشهيد فيكم؟ قالوا: يا رسول الله من قتل في سبيل الله فهو شهيد، قال: إنّ شهداء أمتي إذاً لقليل، قالوا: فمن هم يا رسول الله؟ قال: من قتل في سبيل الله فهو شهيد، ومن مات في سبيل الله فهو شهيد، ومن مات في الطاعون فهو شهيد، ومن مات في البطن فهو شهيد, والغريق شهيد "Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?" Dediler ki: "Ya Resulullah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir." Dedi ki: "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır." Dediler ki: "O halde kimler (şehittir) ya Resulullah?" Dedi ki: "Allah yolunda öldürülen şehittir. Allah yolunda ölen şehittir. Bulaşıcı hastalıktan (taundan) ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir." Dolayısıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'in ölenleri şehit olarak kabul etmesi O'nun Müslümanlara bir lütfü ve fazlıdır.

Kardeşlerine su, yiyecek, ilaç ve giyecek ulaştırmak için çeşitli yolları takip ederek büyük çaba sarf eden Pakistan ve onun dışındaki kimselere gelince; işte bu ameller, ümmet-i Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in içerisindeki gizli hayrı ortaya çıkarmaktadır. Nitekim nebilerinin şu kavliyle vasfettiği ümmet işte bu ümmettir:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى "Birbirlerine karşı sevgide, birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerini korumakta müminlerin misali tek bir vücudun misali gibidir. (O vücudun) organlarından biri şikayetlendiği zaman, vücudun diğer (organları) birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (o acıya ortak olmaya) çağırırlar."

Milyonlarca ordulara liderlik eden ve ümmetin devasa servetlerine tahakküm eden Pakistan'daki Müslümanların yöneticileri ile Pakistan dışındaki ümmetin yöneticileriyle ilgili olana gelince; onların Pakistan'daki Müslümanların sıkıntısına tepkileri aşağıdaki şekilde olmuştur:

Bizzat Pakistan yöneticileri hakkında olanlara gelince: Sel taşkını felaketi ve kayıplarının akabinde Devlet Başkanı Ali Asıf Zerdari, ülkeyi terk ederek gülücükler dağıtmak, bağlılığını ve itaatini sunmak için Avrupa'ya gitti. Ülkede yaşanan olağanüstü halden birkaç gün sonra Başbakan Yusuf Rıza Gilani, hükümetinin acil bir toplantı yapması gerektiğini düşündü. Halbuki yöneticilerin görevi; sanki felaketler başka bir ülkede yaşanıyormuş gibi televizyon raporlarını izlemek yerine hızla felaket bölgelerine gitmeleri ve bizzat kurtarma ekiplerinin başında durmaları değil midir? Onların görevleri; felaketin olmadığı bölgelerde 2 rupiyi bile bulmayan ekmeğin fiyatının 25 rupiye yükselmesinde olduğu üzere az bulunmasından dolayı malların fiyatlarının yükselmesini önlemek amacıyla insanların su ve yiyecek gibi ihtiyacı olan şeyleri temin etmek değil midir? Onların görevleri; felaketin boyutunu örtmeye gücü yetmeyecek küçük bir gurup göndermek ve 150.000'den fazlasını da Kabileler Bölgesi'ndeki Amerikan fitne savaşı için harekete geçirmek yerine insanlara yardım etmeleri için on binlerce asker göndermek değil midir? Bu sırada ise zalim yöneticiler, Afganistan'daki haçlılara silah ve içki sağlayan ikmal hatlarının güvenliğini garantilemek için ülkeyi baştan sona değiştirirlerken Müslümanların uğradığı felaketi hafifletmek için parmaklarını dahi oynatmamaktadırlar!

Pakistan dışındaki Müslümanların yöneticilerine gelince: Onların hali, Pakistan'daki yöneticilerin halinden pekte farklı değildir. Zira bu ümmetin başına musallat olanlar bizzat onlardır ve ümmetin birliği hakkındaki sözleri gırtlaklarından öte geçmemektedir. İşte onlar, bir taraftan bu ümmetin devasa servetlerinin üzerine oturup ümmetin kendilerini takip etmesinden kaçma zamanları geldiğinde ondan faydalanmak amacıyla hesaplarındaki servetlerini Batılı bankalara yatırırlarken öteki taraftan Müslümanları sanki hayvanlarmış gibi ölüme terk etmektedirler. Çok küçük bir yardım göndermek zorunda kaldıklarında ise bunu da insanlara kendi halklarının karşısında gözleri boyamak için vermektedirler. Genel olarak onların felaket zamanlarındaki Müslümanlara olan muameleleri en temel ihtiyaçlarından yoksun bıraktıkları normal zamandaki muameleleri gibidir.

Hem Pakistan yöneticileri hem de tüm Müslümanların yöneticileri Müslümanların işini önemsememektedirler. Zira sadece iktidar zümresi ve zebanilerini önemseyen kapitalizm nizamı ile yönetenler bizzat onlardır. Dolayısıyla İslam dünyası ve toprakları üzerindeki bir avuç ayaktakımı, milyarlarca insanı beşeriyetin devasa servetlerinden faydalanmaktan mahrum etmekteler ve arkalarında evi barkı olmayan aç susuz bir insanlık bırakmaktalar. Bunun içindir ki kriz zamanlarında insanların durumunun daha da kötüye gitmesi hiç de garip değildir. Örneğin bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin güneyindeki Amerikalılar Katrina kasırgası yüzünden açlık, susuzluk ve şiddete maruz kaldıkları bir sıradaki kapitalist dünyasının lideri oğul Bush dönemi olan 2005 yılında açıkça görülmüştür. Bu nedeni ise insanların genelini en temel ihtiyaçlardan mahrum bıraktığı bir sırada lüks ve şaşalı bir yaşam sürmelerini sağlamak için bir avuç insanın ihtiyaçlarını garanti eden kafir kapitalizmdir. Artık kapitalizmin zamanının gelip geçtiği gibi yöneticilerinin miatlarının dolduğunda da hiçbir şüphe yoktur.

Ey Pakistan'daki Güç Sahipleri!

Ey Pakistan Ordusu İçerisindeki Subaylar!

Şu ana kadar gördükleriniz bu şerir yöneticilere karşı harekete geçmeniz için yeterli değil midir? Kendilerini korumaya ant içtiğiniz Pakistan'daki halkınızı yüzüstü mü bırakacaksınız? Bir zamanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamayan Kraliçe Victoria zamanında İrlanda'ya insanî yardım gemilerini gönderen bu ümmet değil midir? Hilafet ile yönetildiği sürece emniyeti ve güvenliği hissetmeyen mazlumları ve ezilmişleri koruyan bu azim ümmet değil midir? O halde bu ümmet; derdiyle dertlenecek, sevincini paylaşacak, kendisi uykudan mahrum kalsa bile insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun bir şekilde çalışacak ve insanların acılarını dindirmek için hiçbir çabadan geri durmayacak olan kendisi gibi kerim bir yöneticiyi hak etmiyor mu? Zira bunun bir benzeri, Şam valisi olan Ebu Ubeyde el-Cerrah, başı Medine'de sonu ise Şam'da olacak şekilde bir kafile gönderdiği vakit Ömer İbn-u el-Hattab [RadıyAllahu Anh] zamanında olmuştur. Nitekim Ebu Ubeyde el-Cerrah bizzat kendisi Medine'ye vardıktan sonra orada Ömer İbn-u el-Hattab [RadıyAllahu Anh] liderliğinde bir kriz yönetimi oluşturdu. Zira Medine'de bolca bulunan yardımlardan almak için çöl ve belde sakinlerinde on bin kişi toplanmıştı. Bunun üzerine Ömer [RadıyAllahu Anh], Irak, Filistin, Şam ve Mısır'daki valilerine ve yardımcılarına, kesin ölümden kurtarılan sakinlerin olduğu çölün en iç bölgelerine yardımlar göndermelerini emretti. Ayrıca Ömer [RadıyAllahu Anh], Medine'de her gece yemek ziyafeti veriyordu. Zira bazı siret kitaplarında bu ziyafetlere katılanların yüz binden daha fazla olduğu geçmektedir... Müslümanların yöneticileri bunu, deve ve at asrında yapmayı başardıklarına göre eski Hilafet döneminde yapılması mümkün olan şey uçak ve internet çağında mı mümkün olmayacak?

Ey Pakistan'daki Güç Sahipleri!

Ey Pakistan Ordusu İçerisindeki Subaylar!

İnsanlara, gücünüzün küçük bir kısmıyla yardım etmeniz yeterli değildir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] sizlere, bundan daha büyük bir güç vermiştir ve Subhânehu ve Te'alâ, Allah'a selim bir kalp ile gelen kimse dışında ne pişmanlığın ne malın ne de çocukların hiçbir fayda sağlamayacağı o günde sizleri bu güçten dolayı hesaba çekecektir. Sizin göreviniz, İslam ile hükmedecek Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla krizlerde ve onun dışında muhtaçların göğüslerine şifa veren adımlar atmanızdır. İşte Rabbiniz Subhânehu ve Te'alâ'nın razı olduğu şey budur. O halde Hilafeti kurmak için nusreti ne zaman vereceksiniz ey kerim kardeşler?

 

وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah, Kendisine [Dînine] yardım edenlere, mutlak surette yardım eder, zafer verir. Muhakkak ki Allah, Kaviyy'dir, Azîz'dir. [el-Hacc 40]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Pakistan Eski Başbakanı Benazir Butto'nun Partisi PPP'nin Resmi Sözcüsünün Açıklamalarını Reddeder Muhalefet Liderlerinin Dünyanın En Büyük İslami Siyasi Hizbi Karşısında Hiçbir Ağırlığı Yoktur

Hizb-ut Tahrir, Pakistan Eski Başbakanı Benazir Butto'nun partisi Pakistan Halk Partisi'nin Resmi Sözcüsü "İcaz Durrani'in" Hizb-ut Tahrir'in terörist bir hizb olduğu ve geçenlerde Londra'da düzenlediği gösterinin Nevaz Şerif'in partisinin liderlerinin direktifiyle yapıldığı iddiasına ilişkin açıklamalarını reddeder. Bu açıklama, Pakistan Halk Partisi'nin ve bu partinin mensubu olan resmi sözcüsünün cehaletini yansıtmaktadır. Zira onlar, Hizb-ut Tahrir'in dünyanın en büyük İslami siyasi hizbi olduğunu, kırkın üzerinde ülkede çalıştığını, herhangi silahlı bir cemaatle hiçbir şekilde bağlantısı olmadığını hatta silahlı mücadelenin Hilafetin ikamesi için bir metot olarak kullanılmasını şeran caiz görmediğini bilmemektedirler.

Hizb-ut Tahrir, dünyada büyük bir siyasi ağırlığa sahiptir. Hizbin bu gücünü binlerce Müslümanı Endonezya sokaklarına dökmesiyle Başkan Obama'nın bu seneki Endonezya ziyaretini iptal etmesinden görmek mümkün olduğu gibi Yahudi devletinin Gazze'ye giden özgürlük konvoyuna saldırmasının akabinde binlerce Müslümanı Londra'daki Mısır konsolosluğu önünde gösteri yapmaları için organize etmesinden de görmek mümkündür. Daha önce de hizb, Müşerref'in Londra ziyaretleri sırasında pek çok yürüyüş yapmış ve Müşerref dengesini kaybetmişti. Şimdi bu faaliyetlerde mi Pakistan Halk Partisi'nin direktifiyle olmuştur?! Laik bir parti olup Hizb-ut Tahrir'in takip ettiği çizgiyle çelişen Amerikan çizgisi çerçevesinde hareket eden Pakistan Halk Partisi'nin liderleri nasıl bir zihniyete sahiptirler? Zerdari ve kardeşi Şerif, otoritede kalmak için Amerika'yı hoşnut etmek için yanıp tutuşmaktadırlar. Bu durum ise İslam'a ve Müslümanlara karşı olan Zerdari hükümetinin karşısındaki sessizliklerini açıklamaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in gayesi, ümmeti emperyalistlerden kurtarmakken yöneticilerin gayesi onları güçlendirmektir. Bundan dolayı hizb, ajan yöneticileri ifşa etmek için çalışmakta ve Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyle kaim olmaları için İslami ümmet içerisindeki muhlis kuvvet sahiplerini Hilafet Devleti'ni kurması için kendisine nusret vermeye davet etmektedir. Bizler ajan emperyalistleri uyarır ve onlara kurtuluş saatinin yakın olduğunu ve Hilafetin kurulmasının çok ama çok yakın bir hale geldiğini söylemek isteriz.

Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Doğu Hindistan Şirketi, Yirmi Birinci Asırda Kuvvetlerini Pakistan'a İndiriyor Amerika! Ya Cehenneme Git Yada Askerlerin Tabutlar İçerisinde Dönecektir

Hizb-ut Tahrir, selzedelere yarım etme gerekçesi altında bin kişilik deniz piyade gücünün Pakistan'a inmesini kınar. Pakistan yöneticileri, daha önce Amerikan konsolosluğunu koruması amacıyla binlerce Amerikan deniz piyade askerini Pakistan'a yerleştirmeyi halkın Pakistan hükümetine yaptığı baskı nedeniyle başaramamıştı. Fakata şu anda selzedelere yardım etme kılıfı altında bu askerleri indirmeyi başardılar. Pakistan ordusu resmi sözcüsü, 140 bin Pakistan askerini selzedelere yardım etmesi için kabileler bölgesinden çekmeye gerek olmadığını iddia etti! Şayet bu iddia doğruysa nasıl oluyor da şimdi elleri kana bulanmış ve insanlığını yitirmiş binlerce Amerikan deniz piyadesine ihtiyaç duyuyoruz?

Geçen yedi sene boyunca Irak'ta sürekli olarak Müslümanları katleden bizzat bu deniz piyadeleriydi. O halde Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı katletmek için eğitilen bir kimse nasıl olurda onu ihya edebilir? Bilakis onların Pakistan'a gelmesi, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ticaret yapmak gerekçesi altında Hindistan'ı işgal etmek için gelmesi gibidir. Böylece Amerika, askerlerini aynı gaye için Pakistan'a indirmek amacıyla selzedelere yardım etme gerekçesini kullanmaktadır. Aslında Pakistan yöneticileri insanları, 170 milyonluk nüfusa ve dünyanın yedinci büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Pakistan'ın dünyanın en zayıf ülkelerinden biri olduğuna ve Amerikan yardımları olmadan kendi sorunlarını çözmeye muktedir olamadığına ikna etmek için fırsat kollamaktadırlar!

Pakistan halkı, Pakistan'ın depreme maruz kaldığı 2005 yılında zorluklara adapte olabildiğini ve zorlukların üstesinden gelebildiğini göstermiştir. Buna rağmen Pakistan yöneticileri, Pakistan halkının gücüne güvenmemektedirler. Bilakis her fırsata Amerikalılara imkan hazırlamaktadırlar. Sorarız: Pakistan, yarım milyondan fazla askere sahipken daha fazla askere ihtiyacı var mıdır?

Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki selzede Müslüman kardeşlerine yardım elini uzatması için ümmete çağrıda bulunduğu gibi ülkedeki tüm siyasi güçlerden de Amerikan askerlerinin Pakistan'a gelmesinin karşısında durmalarını talep ediyoruz. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki muhlis kuvvet sahiplerine şu soruyu yöneltir: Bu yöneticilerin birer zavallı ve ümmetin hainleri olduğuna dair hala şüpheniz mi var? Hilafetin ikame edilmesi farzdır ve Hilafeti ikamesi için acele etmek en önemli işlerdendir. Zira Hilafet, bu ümmettin kaynaklarını ve servetlerini doğal afetlerden zarar görenlere yardım etmek için kullanacak ve bu ülkeyi kafir güçlerin pisliğinden temizleyecektir.

Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Türkiye Yöneticileri Söylemlerinde Sadık İseler; Azgın Yahudi Varlığını Dış Tehdit Olarak Kabul Etmelidirler!

20-24 Ağustos 2010 tarihleri arasında çeşitli medya organlarında "kırmızı kitap" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin, AKP hükümeti tarafından yenilendiği, ilgili tarafların görüşü alınarak Başbakanlık tarafından düzenlenen taslağın 19 Ağustos 2010'daki MGK toplantısında üyelere dağıtıldığı, bu taslağa göre Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri alenen "İslam" denilemediği için "irtica" kelimesiyle ifade edilen iç tehdit algılamasının değiştirilerek, "dini istismar eden örgütler" tanımı getirileceği, belgenin ekler kısmında da söz konusu örgütlerin isminin belirtileceği gündeme gelmiştir. Öte yandan söz konusu haberlerde Yunanistan, Rusya, İran ve Irak'ın da dış tehdit olmaktan çıkarılacağı da ifade edildi.

MGSB'de yapılmak istenen değişikliğin kamuoyuna duyurulması, gerçekte Müslüman Türkiye halkını dinsiz demokratik laik rejimle barıştırma amacıyla topluma verilen bir mesajdır. Demokratik kimliğini her vesileyle vurgulamaktan geri durmadığı halde, yürüttüğü ikiyüzlü siyasette İslami kavramları sürekli malzeme olarak kullanan AKP'nin MGSB'deki değişiklik girişimi, akıllara RAND Corporation adlı Amerikan think-tank kuruluşunun 2003 yılında yayınladığı "Sivil Demokratik İslam" raporundaki şu ifadeleri getirmektedir: "Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal İslam'a ilişkin üç hedefi vardır. Birincisi, ABD, aşırılığın ve vahşetin yayılmasını önlemek istemektedir. İkincisi, bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri'nin "İslamiyet'e karşı" olduğuna dair bir izlenim vermekten de kaçınmak istemektedir. Ve üçüncüsü, uzun vadede, İslami radikalliği besleyen daha derindeki ekonomik, sosyal ve siyasi nedenleri ele almaya yardımcı olacak, kalkınma ve demokratikleşmeye yönelik hareketleri teşvik edecek yolları bulması gerekmektedir."

Dış tehdit algılamalarındaki değişikliklere gelince; ABD'nin yukarıda bahsettiğimiz hedeflerine ulaşabilmesi için, Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikası yürütmesi gerekmektedir. Zira Türkiye, İkinci Raşidi Hilafet'in kuruluşunu geciktirmek üzere ABD tarafından çıkarılan "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi"nin ılımlı İslam ülkesidir. Türkiye üzerinden İslami beldelere demokratik ve kapitalist fikirler pompalanmaktadır ki İslami beldelerdeki ABD nüfuzu pekişsin. Ayrıca İran'la yapılan uranyum takası anlaşmasının ABD tarafından talep edildiği daha önce kamuoyuna yansımıştı dolayısıyla İran'ın dış tehdit olmaktan çıkarılması ABD'ye rağmen değil, bizatihi kontrolünde gerçekleşmiştir. Yunanistan'ın dış tehdit olmaktan çıkarılması, Türkiye-AB müzakereleri nedeniyle Türkiye'den sürekli koparılan tavizlerle ilgilidir. Yine ABD'nin, Rusya'nın arka bahçesi olarak gördüğü Kafkaslar ve Orta Asya'daki hedefleri için Türkiye'yi bir truva atı olarak kullanmasından dolayı Rusya dış tehdit olmaktan çıkarılmıştır.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Başınızdaki yöneticiler söylemlerinde sadık olsalardı sürekli İslam ümmetine karşı sinsi planlar kuran, ellerinden Müslüman kanı damlayan başta ABD olmak üzere sömürgeci kafir Batı devletlerini dış tehdit olarak ilan ederlerdi. Kıbrıs'ı kendi toprağı ve Kıbrıs'ın kuzeyindeki Türk askeri varlığını işgalci sayan AB'yi, dış tehdit sayarlardı. Uluslararası karasularda Mavi Marmara gemisine saldıran azgın Yahudi varlığını devlet olarak tanımaktan vazgeçip dış tehdit sayarlardı.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Zalim Yöneticiler Artık Bir Tarafa Çekilin! Ey Güç Sahipleri Oturduğunuz Yeter Artık Hilafet Devleti'ni Kurmak İçin Kıyama Kalkınız!

Sel baskınları, Pakistan için yabancı doğal bir fenomen değil. Ancak geçen altmış yıl boyunca Pakistan yönetiminde birbirini takip eden diktatör ve demokratik farklı nizamlara rağmen hepsi de bu fenomene karşı koymak için bir sistem getirmeyi başaramadı. Zira yöneticiler, her defasında binlerce insan ölmesine rağmen görevlerinin sadece sel baskınlarından önce insanları uyarmakla sınırlı olduğuna inanmaktalar.

Bu defaki trajedi ise yöneticilerin, sel baskınları meydana gelmeden önce insanları uyarmamalarıdır. Bu da resmi istatistik verilerin göre 1200'den fazla kişinin ölümünün yanı sıra evlerin çatılarına, ağaçlara ve tepelere çıkan yüz binlerce kişinin de evsiz kalmasına yol açtı. Bazı medya raporlarına göre ise sadece Nuşira bölgesinde 10.000'in üzerinde kişi ilk sel baskınlarına karşı açıkta bırakılmıştır. İnsanların şu andaki mevcut durumu ise açlıktan ve susuzluktan ölürlerken bir şişe su 10 rupiye ve ekmek 25 rupiye satılmaktadır. Selzedeleri kurtarmak için Paşaver bölgesinde sadece iki botun bulunması Pakistan yöneticilerinin gerçekten duygusuz ve utanmaz olduğunu göstermektedir. Diğer bölgeler de daha iyi değildir.

Başbakana ve eyalet valisine bağlı helikopterler, binlerce kişiyi kurtarabilecek olmasına rağmen selzedelerin ellerini tutmaktan nefret edercesine Paşaver havalimanında yatmaktadır.

Yöneticiler, en hayırlı ümmeti yüz üstü bıraktılar, onu büsbütün terk ettiler, insanların temsilcisi denilen kimseler hiçbir yerde görünmemekteler, kazara onlardan birini görseniz bile kendi yakınlarına ve akrabalarına küçük yardım yaparken görürsünüz. Genellikle yardım yapanlar ise evlerini selzedelere açan bazı muhlis zenginlerdir.

Bu sel baskınları diktatörlüğün ve demokrasinin iktidar zümresinin kişisel çıkarlarını korumak için var olduğunu, mevcut rejimin, ümmeti rezil ettiğini, onu sefalet ve yıkım içinde yaşamaya terk ettiğini bir kez daha göstermiştir. Zira yöneticiler, siyasetin kendi çıkarlarına hizmet etmek olduğuna inanmaktalar ve bunu bu krizde uygulamak istediklerinde insanların trajedisini kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmekteler.

Yağmur, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'dandır. Ancak Halife, yeryüzünü imar etmek için halef kılınmıştır. Zira Hilafet, meydana gelmeden önce bu tür doğal fenomenleri hesaplar ve insanların işlerini güderken sorumluluğunu yüklenir.

Mevcut yöneticiler ve nizam, ümmetin hainleridir ve Müslümanlara yapılan eziyetin kaynağıdırlar. O halde ey zalim yöneticiler artık bir tarafa çekilin ve yerinizi ümmetin haklarını kendisine iade ederek insanların işlerini güdecek olan Hilafet'e terk edin. Ve siz ey kuvvet sahipleri kıyama kalkınız ki bu ajan yöneticileri alaşağı ediniz ve Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahir'e nusret veriniz.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya'daki Yahudi Cemaatlerinin İki Yüzlülüğü

Avustralya'daki birçok Yahudi kuruluşu, Hizb-ut Tahrir'in son zamanlarda Sidney ve Melbourne'da düzenlediği faaliyetlere karşı bir tepki olarak şiddetli rahatsızlıklarını dile getirdiler. Zira hizbi kin ve şiddeti tahrik etmek ve Siyonist "İsrail" düşmanlığı yapmakla suçladılar. Bu cemaatlerin geçmişini dikkate aldığımızda bu tür bir tepkinin verilmesi beklenmekteydi. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak bu cemaatlerin nasıl ikiyüzlü olduğunu ve gerçekleri görmezlikten geldiğini açıklamak için bazı hakikatleri vurgulamak isteriz:

Birincisi: Hizb-ut Tahrir olarak parçası olduğumuz bir milyar Müslümanın durumunda olduğu gibi "İsrail" devletine düşman bir hizb olduğumuzu kabul ediyoruz. Zira "İsrail" devleti; zulüm, katliam ve Filistin'deki halkımızı topraklarından kovma temeli üzerine kurulmuş meşru olmayan bir varlıktır. O halde "İsrail'e" yönelik bu düşmanca tutumda bir gariplik olmadığı gibi zamanla pek çok gayrimüslim hatta bazı Yahudiler tarafından bile bu tutum benimsenmiştir.

İkincisi: "İsrail'e" düşman olmak, Yahudilere düşman olmak demek değildir. Dolayısıyla bu kampanya, meseleleri karıştırmaya ve mağdur kurban görüntüsü vermeye dönük kampanyadan öte bir şey değildir. İslam, insanlığa tek bir nazarla ve şeriatın mizanında eşit olmaları nazarıyla bakar. Aynı şekilde İslam, adaleti ve eşitliği tahakkuk ettirmek için çalışanların çabalarını onaylar ve zalimler ile küstahlara karşı çıkanların tutumlarına değer verir. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir, yapanların ırkına veya rengine bakmaksızın her zaman her türlü zulmün, bir kesim tarafından insanlığa zulmedilmesinin, işgalin ve zorbalığın karşısındadır.

Üçüncüsü: "İsrail'i" destekleyen bu gurupların bize yönelttiği suçlamaların hiçbir inandırıcılığı yoktur. Çünkü sürekli şiddet yöntemini benimseyen bizzat "İsrail'dir". Zira geçen yarım asırdır Filistin'deki halkımıza zulmeden bizzat "İsrail" olduğu gibi tüm etik standartları hiç sayarak yerleşim birimlerini genişletme kampanyalarını meşrulaştırmak için sürekli masum Filistinlileri kovan, evlerini yıkan ve topraklarını gasp eden de bizzat "İsrail'dir". Bu da "İsrail'in" Yahudi olmayan kimselere karşı ne denli nefret beslediğini ortaya koymaktadır.

Dördüncüsü: Devletlerarası sahnedeki gelişmeler dikkate alındığında bu suçlamalar inandırıcılığını kaybetmektedir. Zira bu guruplar, hem Katar'daki el-Mebhuh suikastı olayında sahte pasaportlar kullandığında hem küstahça yardım konvoyuna saldırarak Gazze'deki savunmasız halkımıza yardım ulaştırmak için deniz üzerinden yola çıkan yardım çalışanlarını katlettiğinde hem de Güney Lübnan'a saldırarak yerle bir ettiğinde "İsrail'i" destekleyici bir tavır takınmışlardı. Şimdi ise Filistin'deki işgal eylemlerini ifşa etmeye çağrıda bulunan herkesin konumunu zayıflatmaya çalışarak mağdur ve kurban rolüne bürünmeye cüret ettiklerini görmekteyiz.

Beşincisi: Avustralya'daki Yahudi kuşağı bilmelidir ki "İsrail'in" maddi ve askeri gücü, zati bir güç olmayıp ancak ekonomik ve siyasi gücü zayıflayamaya, sallanmaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri gibi onun varlığından faydalanan Batı dünyasından beslenen bir güçtür. Zira tek kutuplu Amerikan düzeni, şu anda son nefeslerini aldığı gibi "İsrail" denilen varlık da şu anda yok oluş anını yaşamaktadır ve "İsrail'in" desteklenmesi siyasi olarak bir işe yaramadığında da Batılı müttefikleri onu bir çırpıda terk edecektir.

Altıncısı: İslam dünyasındaki yöneticilere gelince; istisnasız şekilde Batı dünyasının elinde birer kukladan başka bir şey değildirler. Dolayısıyla onlar, meşruiyetlerini yitirmişler ve hiçbir inandırıcılıkları kalmamıştır. "İsrail" devletini itiraf etmeleri ve onunla barış anlaşmaları yapmaya çalışmaları asla fayda vermeyecektir. Zira İslam dünyası, "İsrail" devletini asla ve kata tanımayacağı gibi Filistin'in bir bütün olarak Müslümanlara ve kovulan esas sahiplerine döndürülmesinden başka bir şeyi asla kabul etmeyecektir.

Yedincisi: Avustralya'daki Yahudiler istikbalin asla Amerika'nın ve İngiltere'nin olmayacağını ancak İslami Hilafetle temsil edilecek İslam'ın olacağını bilmelidirler. İstikbali ve asırlar boyunca İslami Hilafet'in gölgesinde kendilerine nasıl muamele edildiğini düşündüklerinde tarihe dönmeliler, İslami yönetim altında İspanya'daki durumlarına, Müslümanlar Endülüs'ü kaybettiklerinde kendilerine yapılan iğrenç muamele yöntemine, Engizisyon mahkemelerine, Osmanlı Hilafeti gölgesindeki durumlarına bir bakmalılar ve yirminci yüzyılda Avrupalıların kendilerine yaptıkları muamele ile karşılaştırmalıdırlar. Zira Müslümanlar, Nebileri [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadis-i şerifteki vasiyetini itibara almışlardır: من آذى ذمياً فأنا خصيمه يوم القيامة "Her kim bir zimmiye eziyet ederse kıyamet günü ben onun hasmıyım." Tüm bunlar ise Avrupa'nın Yahudilere yapılan muamele keyfiyetine egemen olan siyasi atmosferlere göre hareket ettiği bir zamanda olmuştur. Dolayısıyla arada engin bir fark vardır ve hakikati araştırmak isteyen her araştırmacı için nice olaylar vardır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Wikileaks: Birleşik Devletleri, Kuvvetleri ve Müttefik Kuvvetleri İçin Utanç Verici Vahşi Başka Bir Hikayedir

Geçenlerde Wikileaks internet sitesi, masum sivillerin vahşice katledilmesinin yanı sıra Afgan askerlerinin katledilmesini de ortaya koyan basına 91 bin belge sızdırdı. Ayrıca sızdırılan bu belgeler, Taliban ile Pakistan istihbarat birimlerinin arasında ilişki olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Aslında bu raporlarda yeni bir şey yoktur. Zira işgalcilerin işlediği vahşetler tüm dünya nezdinde bilinmektedir.

Bu tür belgelerin sızdırılması birtakım ciddi soruları ön plana çıkarmaktadır. Neden bu belgeler, Birleşik Devletleri'nin 2011 Temmuz ayından itibaren aşamalı olarak çekileceğini ilan ettiği bir sırada yayınlandı? Bu belgeler, Birleşik Devletleri'nin izni olmadan mı yayınlandı? Amerikan Başkanı Barack Obama, gizli belgelerin yayınlanmasından duyduğu kaygıyı ve olanlardan memnun olmadığını dile getirmesine rağmen basına sızdırılan belgelerde yeni bir şeyin olmadığını ifade etti.

Basına sızdırılan bu belgelerde "terörizme" yönelik meşru olmayan savaşta daha fazlasını yapması ve İslami duygulara sahip bu subayların hepsini tasfiye etmesi için Pakistan'a baskı yapılmasını sağlayacak şekilde Pakistan istihbarat teşkilatı ile Taliban arasında ilişki kuruldu. Benzer bir durumda Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, iki hafta önce yaptığı Pakistan ziyaretinde, Amerikan işgali karşısındaki direnişi zayıflatması ve Afganistan ile Pakistan arasındaki operasyonlarına hız kazandırması için Pakistan'a daha fazla baskı yapılması amacıyla Pakistan hükümetine 500 milyon dolar verildiğini ilan etti.

Birleşik Devletleri'nin, kendi vatandaşlarına ve Amerikan işgaline direnenlere karşı daha çok şey yapması için Pakistan'a yönelik baskısı, Birleşik Devletleri'nin Pakistan'ı zayıflatmak istediğini gösteren açık bir işarettir. Çünkü onlar, Pakistan'ın gelmekte olan Hilafet'in irtikaz noktası olmaya muktedir kılacak tüm dinamiklere sahip olduğunu bilmektedirler.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Haritadan Silinmesi Gereken "İsrail", Yani İşgaldir

Hizb-ut Tahrir / Avustralya, Melbourne şehrinde Filistin meselesi, oradaki çatışmanın tarihi ve ona ilişkin İslami çözüm çerçevesinde bir konferans düzenledi ve aşağıdaki noktalara değinildi:

Birincisi: "İsrail", Filistin halkını katletme ve zorla yerinden etme yoluyla İngiltere'nin gözetiminde inşa edilmiştir. Dolayısıyla özünde o, askeri işgalden öte bir şey değildir. Dolayısıyla da "İsrail" devleti, meşru olmayan bir devlettir.

İkincisi: Müslümanların topraklarının herhangi bir karışının herhangi zalimane askeri bir yolla işgalinin İslami çözümü ancak bu işgalin ortadan kaldırılmasıyla olur ve bu kurtarma görevi tüm Müslümanların üzerine farzdır.

Üçüncüsü: İslam'ı tatbik etmekten sorumlu olan şeri varlık bizzat İslami Hilafet'tir. Dolayısıyla ister Filistin'de ister Çeçenistan'da ister Keşmir'de isterse başka yerlerde olsun Müslümanların toprağının herhangi bir karışını gasbeden her gaspçının başını ezecek olan odur.

Dördüncüsü: Müslümanların beldelerindeki işgali kaldırmak için İslami âlemdeki tüm Müslümanların İslami Hilafeti yeniden kurmak için çalışması gerekir.

Beşincisi: İslam, renk ve ırk temelinde bir ayırım yapmaksızın tüm insanlığa yöneltilmiş bir mesajdır. Dolayısıyla antisemitizm diye bir şeyin olması veya ırkçılığın herhangi bir türünün bulunması söz konusu olamaz. Filistin'deki sözde "İsrail" devleti ile olan çatışma ise "İsraillilerle" Yahudi olmalarından dolayı olan bir çatışma olmayıp bilakis saldırgan işgalci olmalarından dolayı olan bir çatışmadır. Zira tarih şahittir ki; Yahudiler İslami Hilafette rahat bir konumda olmuşlar ve yaklaşık 13 asır boyunca Müslümanlar ve Nasraniler ile uyum ve barış içinde yaşamışlardır. Dolayısıyla antisemitizm ile "İsrail" düşmanlığını bir tutmak, aklı başında bir kimsenin aldanmaması gereken aldatmadan öte bir şey değildir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER