Cumartesi, 18 Recep 1446 | 2025/01/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, İslam Dünyasındaki Zorbalığın, Fesadın ve Kaosun Sona Ermesi İçin İslami Ümmeti İslami Hilafet Devleti'ni Geri Getirmeye Davet Etmektedir

Bugün sömürgeci ajanı Mustafa Kemal'in Türkiye'de İslami Hilafet Devleti'ni yıkmasının üzerinden 86 yıl geçtiğini göstermektedir. İşte o zamandan beri ümmet, parçalanmışlığın, işgalin, ekonomik durgunluğun ve yabancı hakimiyetin sıkıntısını çekmektedir. Buna rağmen Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya şükürler olsun ki durdurulması imkansız değişime doğru bir eğilimin ve şeriat, İslam ve Hilafet'e yönelik muazzam bir davetin olduğuna işaret eden emareler vardır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bu önemli yıldönümüne ilişkin yaptığı değerlendirmesinde şöyle dedi: "1924 yılından beri yöneticilerinin asimetrik bir şekilde sömürgeci güçlerle birlikte kendi halklarına karşı komplo kurduğu hiçbir kıymeti olmayan elli küsur kıytırık devlete parçalandığımız, Filistin, Irak, Pakistan, Afganistan, Somali ve diğer bölgelerde bacılarımızın ve kardeşlerimizin boğazlandığı bir noktaya dayandık. Bizler Hilafetsiz ve kalkansız bir şekilde sömürgecilerin vahşi saldırılarına maruz kaldık."

"Her şeye rağmen dünyanın muhtelif yerlerinde bir değişimin ve İslami kalkınmaya dair emarelerin olduğu iki gözü olan herkes için ayan beyan ortadadır. Zira ümmet, insanlığı yıkıcı mali bir krizin içerisine sürükleyen küresel kapitalizmin parçalandığını görebildiği gibi Ebu Garip ve Guantanamo hapishanelerinde ortaya çıkan 'özgürlük ve demokrasi' hususundaki yalancı vaatlere de şahit olmuştur."

"Müslümanların beldelerinde İslami Hilafet'i yeniden kurmak ümmetin üzerine farz-ı kifaye olmasının yanı sıra pek çok kimse şu anda bu İslami müessesinin yokluğunun ne anlama geldiğini görebilmektedirler. Dünya nüfusunun yaklaşık %20'sini oluşturmasına, dünya petrol rezervinin %60'ından fazlasına, doğalgaz rezervinin %55'ine, dünyadaki altın rezervinin yaklaşık %37'sine ve dünyadaki savunma gücünün yaklaşık %25'ine sahip olmasına rağmen İslam dünyasının zayıf, parçalanmış ve işgal edilmiş olup bu muazzam kaynakları işletecek ne bir siyasi etkiye ne de siyasi bir liderliğe sahip olamaması gerçekten şaşılacak bir hakikattir."

"Hilafet, İslam dünyasındaki zorbalığın ve fesadın alternatifi olduğu gibi feodal ve zorba yöneticilerden sultayı söküp alacak, gerçek kanunu uygulayacak, refahı azınlık için değil çoğunluk için gerçekleştirecek, İslami alemin geleciğine ilişkin siyasi kararın Londra ve Washington'da değil Kahire, İstanbul ve İslamabad'da alınmasını sağlayacak olan da sadece odur. Artık Hilafet'i geri getirmenin ve geçen dokuz on senedeki bunalım halini ortadan kaldırmanın zamanı gelmiştir."

"Hizb-ut Tahrir, şu anda Hilafet'e yönelik küresel davetin liderliğini yapmaktadır. Ümmet, hizbe kucak açmış ve Filistin'den tutun İslamabad ve Cakarta'ya varıncaya kadar muhtelif İslami beldelerde onun davetine kulak verilmiştir. Artık yeni liderliğin ve İslami ümmetin ümidi karşısında tek engel olarak duran fasit nizamları ortadan kaldırmak üzere son darbeyi indirmek için ümmetin Hizb-ut Tahrir ile birlikte harekete geçmesinin zamanı gelmiştir." Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

ثم تكون خلافة راشدة على منهاج النبوة "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet olacaktır." [Ahmed]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "İslami Forum Avrupa'ya [IFE]" Yönelik Saldırı, İngiltere'deki Müslümanlara Karşı Yürütülen Kampanyanın İki Yüzlülüğüne Dair Başka Bir Örnektir

Dünkü Sunday Telegraph Gazetesi'ndeki Andrew Gilligan'ın "Radikal Müslümanlar İşçi Partisine Sızıyorlar" başlıklı makalesi, 01 Mart 2010 günü yani bugün yayınlanacak olan "Desptchez" programında tartışma konusu olmaya yol açtı.

 

Bu makaleye ilişkin olarak aşağıdaki noktalara dikkat çekmek isteriz:

1. Bu makale iddialarıyla İngiltere'deki Müslümanlara karşı ırkçılık fitilini tutuşturacaktır. Bu makale "İslami Forum Avrupa" [IFE] kuruluşunu İngiltere için şerir bir tehdit olarak tasvir etmekte, İşçi Partisine bu Müslüman kuruluş tarafından sızıldığını söyleyen milletvekili Fitzpatrick'in sözlerinden alıntı yapmakta, korku salan bir dil kullanmakta, bu kuruluşa "radikal" vasfını takmakta, onun "cihada ve şeriata iman edip İngiltere ile Avrupa'yı İslami Devlet'e dönüştürmek istediğini" ve "İslam'ın içtimai ve siyasi hükümlerini" desteklediğini ifade etmektedir. Kayda değerdir ki Fitzpatrick, Gilligan ve "Desptchez" programının bu meselelerdeki tarzları budur.

2. Bu tip saldırılar, İngiliz kurumlarının ne kadar iki yüzlü olduklarını göstermektedir. Zira onlar, bir taraftan Müslümanları daha fazla asimile etmeye sevk ederlerken diğer taraftan siyaseten aktifleştikleri zaman Müslümanları "sızmakla" itham etmektedirler! Bu da Jack Strow'un peçe takan Müslüman hanım vatandaşlara yönelik açıklamalarından pek de farklı değildir. Zira o, bu hanımlardan kendisine siyasi temsilcileri gözüyle bakmalarını beklemekle birlikte onlar bunu yaptıklarında ise onların giyimini toplumu parçalayan bir eylem şeklinde nitelendirip iki yüzlülük yaparak eleştiride bulunmaktadır!

3. Fitzpatrick'in düğünlerde erkek ve kadın ayrımının yaygınlaşmasına yönelik saldırısı Müslüman vatandaşların sırtından "İngiltere Ulusal Partisi'ne [BNP]" oy kazandırmaya dönük etik olmayan bir girişim sayılır. O halde geleneksel partilerden olan siyasiler bu tür açıklamalarda bulunduklarında Müslümanların neden "BNP'den" kaygı duymaları gerektiğini sormamız gerekir.

4. İngiltere'deki siyasi katılım çalışması hususunda Hizb-ut Tahrir, "İslami Forum Avrupa'ya" göre farklılık arz eder. Zira bizler, özellikle -Afganistan'daki işgal savaşı gibi- İslami değerlerle çelişen politikaları destekleyenler olmak üzere İslam'ın laik partilere katılımı caiz kılmadığı görüşündeyiz. Her halükarda bu olay, bu laik partilerin Müslümanları oyları için istismar ettiklerine dair görüşümüzü teyit etmesine rağmen bu laik partiler kesinlikle Müslümanların rejim yoluyla herhangi bir şekilde etki etmesine karşıdırlar.

5- Bunun yanı sıra yıllardır Müslümanların, siyasi partiler içerisinde dinleri, ilkeleri ve kuşakları hakkında taviz verdikleri miktarla orantılı bir şekilde ilerleyebildiklerini söyledik. Nitekim bu olay açık bir şekilde göstermektedir ki Müslümanların rejime geçiş kimliğini elde etmeleri için değerlerinden taviz vermelerinin beklenmekte olup bu husus Müslümanların dışındakilerden talep edilmeyen bir husustur.

6- İşte tüm bunlar, laik İngiltere'de Müslümanlar için bir kanunun, onların dışındakiler için başka bir kanunun olduğuna ve Müslümanlara, "uysallar" veya ikinci sınıf vatandaş vasfıyla bakılması gerektiğine dair egemen bir görüşün olduğunu göstermektedir. Şayet bunun böyle olmadığına dair bir şüpheleri varsa; iş adamları lobileri veya çevre lobisi veya siyonist lobisinin, siyasi nüfuz elde etmek için geleneksel partilerin adaylarını destekleyip onları finanse etmelerinin nasıl doğal bir durum haline geldiğine bir baksınlar. Oysa bunu Müslüman topluluklar yaptıklarında -ki bu şeri açıdan bizim kabul etmediğimiz bir durumdur- kabul edilemez bir durum sayılmaktadır.

7- "İslami Forum Avrupa" kuruluşu içerisindeki kardeşlerimize ve bacılarımıza nasihatimiz şudur ki; İslam saflarında yer alınız ve hedeflerinden biri sizleri makalede zikredilen "cihat ve şeriat, İslami Devlet" veya "içtimai ve siyasi İslam hükümleri" gibi İslami meselelerden uzaklaştırmayı amaçlayan bu sindirmeye karşı koyunuz.

8- Buna ilaveten geniş anlamda Müslümanlara nasihatimiz odur ki; laik, bozuk, komplocu ve çelişkili politikalardan bağımsız İslam'a dayalı siyasi bir faaliyet hususunda düşünmeye ihtiyaç olduğunun farkında olmalıdırlar. Müslümanlar "kendilerine tokat indiren elleri öpmeye" devam ettikleri sürece onların bir sesi olmayacak, uysal bölünmüşler olarak kalacaklar, İslam vasıtasıyla olmadıkça asla şerefin ve vahdetin tadını tadamayacaklardır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ مُؤمِنٍ بِغَيْرِ حَق "Allah katında dünyanın yok olması bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir." [İbn-u Mace]

21 şubat pazar günü NATO kuvvetleri, güneydeki Uruzgan ve Day Kundi sınırında hava saldırısı yoluyla üç kamyondan oluşan bir konvoya ateş açtı. Açılan ateş sonucu dördü kadın ve çocuk olmak üzere en az 27 sivil öldü ve 12 kişi de yaralandı. Afgan hükümeti, bu katliamı "haksız" bir eylem olarak niteleyip kınadı. NATO Komutanı Stanley McChrystal ise yaptığı açıklamada şöyle dedi: "Kuvvetlerimize bizlerin burada Afgan halkını korumak için bulunduğumuzu, kasıtsız öldürme ve yaralama olaylarının sivillerin bize ve misyonumuza olan güvenlerinin kaybolmasına neden olduğunu açıkladım." Yine "müşterek" operasyonun başlamasından bir gün sonra ise Helmand vilayetindeki Marcah bölgesinde güdümlü füze yoluyla gerçekleştirilen saldırı sonucunda en az 12 kişi katledildiği gibi son olarak NATO'nun başka bir saldırısında 25'in üzerinde sivil katledildi. Bu da son birkaç gün içerisinde katledilen kişilerin toplam sayısının 60'ın üzerinde sivili bulduğu anlamında gelmektedir.

İşgal generallerinin bu ikiyüzlü yorumları ve açıklamaları ne anlama gelmektedir? Zira bir taraftan sivilleri öldürmek istemediklerini söylerlerken diğer taraftan tamamen bunun aksini yapıyorlar. Bizi kör mü sanıyorlar! Yoksa bu siviller onların gözünde insan değil midir? Peki ajan yöneticiler bizlerin koruyucuları mıdır? Hayır hayır onlar, Müslümanların değil haçlıların hizmetçisi olan zorba ve diktatördürler. Arkasında savaşılacak ve kendisiyle korunulacak kalkan olan sadece İmam ve Hilafet'tir.

Bu savaş, Obama ile kapitalist Batı tarafından en hayırlı dine ve zengin kaynaklara sahip olan İslami ümmete karşı açılmış bir savaştır. Nebimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmamış mıdır?

إنَّ النَّاسَ إَذا رَأوُا الظَّالِمَ فَلمْ يَأْخُذُوا عَلى يَدَيْهِ أوْشَكَ أن يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بعِقَاب "İnsanlar zalimi görür de onu engellemezlerse Allah'ın onları katından bir azap ile kuşatması yakındır." [Ebu Davut, Tirmizi ve İbn-u Mace]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Afganistan
Medya Bürosu
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...

Hükümetin Karar Taslağı, Sözde Terörizmin Sebepleri Yerine Yansımalarına Odaklanmaktadır

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Başbakan -Kevin Rudd-, dün Avustralya hükümetinin sözde terörizmle mücadeleye dönük başka bir raporunu ifşa etti. Başbakan "Rudd", raporun ulaştığı sonuçları sunarken terörizm tehlikesinin azalmayıp Avustralya'da güvenlik durumunun kalıcı bir özelliği haline geldiğini hatta Avusturya'da doğup eğitim gören şahıslardan kaynaklanan artan bir tehdidin olduğunu ifade etti.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Osman Bedr bu bağlamda şunları söyledi:

"Hükümet, akıllı bir kimsenin on beş dakikada ulaşması mümkün olan birtakım sonuçlara ulaşmak için on beş aya gereksinim duymuştur. Buna rağmen bu sonuçların yüzeysel, aptalca ve irrasyonel olmakla birlikte politize edildiği görülmektedir. Yayınlanan karar taslağı, hükümetin bir taraftan sebeplerine sırt çevirirken öteki taraftan terörizmin yansımaları üzerine odaklanmaya yönelik tuhaf ısrarını göstermektedir! Bu da bir kez daha ortaya koymaktadır ki hükümet, vatandaşlarının hayatına ve güvenliğine önem vermekten daha çok kendisi ve müttefiklerinin istismara dayalı dış politikaları yoluyla elde edeceği geçici menfaatlerin peşinde koşmaktadır. Değilse kesinlikle Avustralya'nın ulusal güvenliğine hırs gösterir ve sözde terörizmin köklü ve gerçek sebeplerini ele alırdı."

"Bu da sorumluluktan kaçmaya ve suçu başkalarına yüklemeye dair tipik bir durumdur. Hükümet, İslam dünyasındaki emperyalist maceralarının yansımalarını kabullenmek yerine suçu yıkmaya çalışmaktadır ki böylece Müslümanlar suçlu olmuş ve kendisini de temize çıkmış olsun. Böylelikle de başkalarını istismar etmeyi sürdürebilmiş olsun. Bu gibi bir oyun, hiçbir gerekçesi olmayan çok ciddi bir oyundur."

"Sözde terörizmin ortaya çıkardığı tehdidin arttığının itiraf edilmesi, terörizme karşı savaşın başarısız olduğunun itiraf edilmesidir. Dolayısıyla Irak ve Afganistan'da bir takım 'zaferlerin' elde edildiği iddiaları sırf iftiradan başka bir şey değildir ve nerdeyse ağır bir başarısızlığa uğrayan bu savaşın vakıa zeminine üstün körü bir bakışla bunu görmekteyiz."

"Tıpkı geçen sene ancak sinema filmlerinde görebileceğimiz dramatik bir şekilde masum kardeşlerimizin evlerine düzenlenen baskın ve sindirme kampanyaları olayı sonrasında terörle mücadele kanununun değiştirilmesi olayında olduğu gibi böylesi bir tasarının geçen hafta beş Sidneyli Müslüman hakkında zalimane kararların verilmesi olayı sonrasında yayınlanması bakımından uygun bir zamana denk gelmiştir. Gayet açıktır ki bu yeni zalimane mahkumiyet kararları, terörizmin Avustralya'da temel bir mesele olduğunu ve hükümetin terörle mücadelede aktif bir çaba harcadığını göstermek için ortaya atılan bu çözümle eş zamana denk gelmiştir. Ancak uyanık bir gözlemci, Avustralya'nın güvenliği açısından son derece önemli olan bir meselenin bu denli aşağılık bir şekilde politize edilmesine aldanmaz."

"Bir kez daha teyit etmek isteriz ki sözde terörizm meselesinin etkin çözümü, ancak köklü ve gerçek sebebi olan Batılı hükümetlerin İslam dünyasında uyguladıkları devlet terörünü durdurmakla gerçekleşir. Aksi takdirde hükümetin sorumsuz karar taslakları ve politikaları yüzünden tehdidin daha da arttığını görmeye davam edeceğiz. Dolayısıyla daha tehlikeli bir tehdide maruz kalınacak dolayısıyla da herkes kaybedecektir."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İslam'a İftira Atarak Şerir Amellerinizi Gizlemeyiniz Ey Yöneticiler!

Ulusal uzlaşı belgesi, Medine-i Münevvera vesikasına benzetilmesi İslam'a yönelik iğrenç bir iftira olup Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gölge düşürmektir. Medine vesikasının onayladığı yolsuzluk nerede ey yöneticiler? Medine vesikası kaç sahabenin işlediği cürümü düşürmüştür? Medine vesikasını haram para kazanmak için kim onaylamıştır? Yöneticiler, şerir yolsuzlukları ile cürümlerini İslam'a ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atarak gizlememeli ve Medine vesikasının cahili diye ümmeti saptırmamalıdırlar. Medine vesikası, Medine Yahudilerini yeni doğmuş İslami Devleti tanımaya mecbur bırakmak için yazıldığı gibi Müslümanların Yahudiler ile olan ilişkilerini de düzenlemiştir. Mesela vesikanın bentlerinden birin de Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki husumetleri çözme yetkisi Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e verilmiştir. Yani Yahudilerin bu şartı kabul etmeleri, İslami Devlet'in sultasını tanıdıkları ve onun tabiiyetini deklare ettikleri anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra kendi yönlerinden İslami Devlet'e bir saldırının gelmesine izin vermemeleri şartı ile Yahudilerin himayesini garanti altına almıştır. Bu şart bile Yahudilerin Müslümanların sultanına boyun büktükleri hususunda yeterli değil midir? Nitekim Yahudiler, Hendek savaşı sırasında bu şartı bozup Kureyş'e destek verince Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Beni Kureyza'nın adamlarını öldürmüş ve kadınları ile çocuklarını esir almıştır. O halde uzlaşı vesikası olarak iddia ettikleri şey bunun neresinde!

Hakikatte Medine vesikası, İslami Devlet'in sultasının temellerini atan ve Medine Yahudilerini İslami Devlet'in sultanına boyun eğmeye mecbur bırakan şeri bir vesikadır. Bunun yanı sıra bu vesika, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şahsında tecelli eden siyasi tecrübeyi ve devlet adamı liderliğini göstermektedir. Tüm bunlardan sonra bu cahil yöneticiler nasıl olur da Medine vesikasını yolsuzluklarını gizlemek için kullanabilirler? Şüphesiz bu yöneticiler, şerir amellerini haklı çıkarmak için kendi enbiyalarına iftiralar atan Yahudiler gibidirler. Bugün de bu yöneticiler yolsuzluklarını gizlemek için Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atmaktadırlar. Bizler onları, hadlerini aşarak İslam'a ve kerim Resulüne eziyet etmeleri hususunda uyarıyoruz. Aksi taktirde ümmet, boğazlarına sarılarak onları bir yolun kenarına fırlatıp atacaktır. Artık yöneticilerin Hilafet fecrinin doğmasının çok ama çok yakın olduğunu anlamaları gerekir ve onlar bu şerir amellerinin bedelini çok ağır ödeyeceklerdir. Ahiretin azabı ise daha çetindir. هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ تَأْوِيلَهُ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبْلُ قَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَاء فَيَشْفَعُواْ لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ "(Fakat onlar), Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar gerçekten kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti." [el-Âraf 53]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletleri'nin Sudan'daki Seçimlerin Ertelenmesine Karşı Çıkması Hizb-ut Tahrir'in Bu Hususta Söylediklerini Onaylamaktadır

Birleşmiş Milletler Sudan heyeti, ocak 2011'de Güney Sudan'ın geleceğine yönelik referandum üzerinde olumsuz yansımalara yol açacak bir adım olacağı gerekçesiyle gelecek nisan ayında yapılması planlanan seçimlerin ertelenmesine karşı çıktı.

Bu karşı çıkış, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, H. 05. Rabî-ul Evvel 1432 el-Muvafık M. 19 Şubat 2010 tarihinde, gelecek nisan ayında yapılacak seçimlerden maksat Güney Sudan'ın ayrılmasına sözde meşruiyet kazandırmaktır şeklindeki neşriyatında görüşünü onaylamaktadır. Zira neşriyatta şöyle geçmiştir: "Geride şu soru kalmaktadır: Neden bu seçimler Güney Sudan'ın geleceği belirlenmeden önce şimdi yapılıyor?!"

"Nifaşa Anlaşması'nı hazırlayan kafir Batı, Güneyin ayrılmasına meşruiyet kazandırmak için çalışmaktadır. Bu ayrılmanın onaylanması ve imzalanması içinse tüm Sudan halkını temsil eden geniş tabanlı bir hükümetin olması kaçınılmazdır... Dolayısıyla bu seçimler, Güney Sudan'ı ayırma komplosunun sondan bir önceki halkasıdır. Ardından da Sudan'dan geriye kalanlar parçalanacaktır. Zira bu seçimlerden murat edilen Güney'in ayrılması için gerekli olan sözde meşruiyetin sağlanmasıdır. Bunun içindir ki kafir Batı, bu seçimlerin başarılı olması için insanları piyasada pazarlamaya çalışmaktadır."

Yine bu hususu teyit eden bazı gazeteler, cumhurbaşkanı adaylarından biri olan (Muhalefet) Sudan Komünist Partisi Lideri Üstaz/Muhammed İbrahim Nakada'nın açıklamasına yer vermişlerdir. Zira açıklamada şöyle geçmiştir: "Üstaz Nakada, seçimlerin yapılmasına teşvik edenin bizzat uluslararası toplum olduğunu göstermiş, bu eğilimin Ulusal Kongre Partisi ile muhalefetin arzularını yansıtmadığını vurgulamış ve Ulusal Kongre Partisi'nin seçimleri uluslararası ailenin desteklediği kapsamlı barış anlaşmasının onayladığı bir hak olarak kabul ettiğini açıklamıştır." Bu açıklamanın ciddiyetine rağmen hükümet veya muhalefetten hiç biri (Nakada'nın) söylediklerini yalanlamak için ona karşı çıkmamıştır! Bu da bu işin dahası hükmen ve siyaseten ülkenin tüm işinin (hükümet veya muhalefet olarak) ülkenin işini yürütenlerin elinde olmayıp onların sadece kafir Batının istediklerini uygulamanın birer aracı olduğunu, ardından da ümmete ve ülkeye yönelik planları ve komploları hayata geçirmenin gerekçelerini aramanın peşine düştüklerini teyit etmektedir.

Artık her şey ayan beyan ortaya çıkmışken bu ülkenin muhlis evlatlarına, özellikle de güç ve nüfuz sahiplerine düşen, sömürgeci kafirin içerdeki ve dışarıdaki maşaları yoluyla gerçekleştirdiği parçalama, bölme ve fitne planlarının uygulanmasına izin vermemeleri ve dizginleri ellerine alarak ülkenin sultanını sadık köklü İslami akide, yani azim İslam akidesi esası üzerine ikame etmelidirler. Bu ise Müslüman olsun gayrimüslim olsun toplumda adaleti, itminanı ve güveni tesis ederek ülkemizdeki tahripkar ve tamahkar elleri koparacak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmakla olur.يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudilerin Küstahlaşmasının ve Müslümanların Mescitlerine Karşı Cüretkarlaşmasının Sebebi Otoritenin Zavallılığı ve Mazarrat Yöneticilerdir

Mübarek Filistin arzını gasp eden Yahudi varlığının beklenen ve alışılmış küstahlığı sayesinde Başbakan Benyamin Netenyahu, dün 21.02.2010 Pazar günü el-Halil'deki Mescid-i İbarahim ile Beytlahim'deki Mescid-i Bilal İbn-u Rebah'ın Yahudi varlığının uzun zamandır dayattığı mevcut durumun ifadesi ve onayı adımı altında "İsrail'in" miras alanları kapsamında sayılması kararını aldı. 25 Şubat 1994'te işlenen ve Rablerine secde eden onlarca Müslümanın ölümüyle sonuçlanan Baruch Goldstein katliamından bu yana Yahudi devleti, biri Müslüman musallilere ve diğeri Yahudilere ait olmak üzere el-Halil'deki Mescid-i İbarahim'i iki parçaya böldükten sonra tamamen kontrolü altında almıştır. Mescit civarındaki arazileri kamulaştırmayı sürdürürken mescide ulaşmalarını engellemek için Müslümanların önüne barikatlar koymasının yanı sıra mescitten ezan seslerinin yükselmesini engellemekte ve önüne demir kapılar koymaktadır. Mescid-i Bilal ise Beytlahim şehrinde adeta Yahudilerin cipi mesabesindedir.

Yahudi varlığının attığı bu adım, İslami ümmete ihanette, otoritenin, Arap yöneticilerin ve Yahudilerin tekerrür eden küstahlığı ve kibri karşısında zillet ve dilenci tutumu takınan Müslümanların burnunu sürtmede haddi aşmaktır. Zira Filistin otoritesinin tutumu, barışa uzanan zelil eller karşısında eriyip tükenen kınama sınırının ötesine geçmemektedir. Mazarrat yöneticilere gelince; "onların en cesuru", ümmeti aldatmada ve Yahudilere yaraşır muamele yönteminden saptırmada haddi aşmak ve kabir ehli gibi sessiz sedasız kalmak üzere olayı kınayan ve bunu Yahudilerin barışta samimi olmadıklarına bir kanıt olarak gösteren kimsedir.

Her şeye rağmen Filistin ve halkının, Yahudilerin yerleşim birimlerini, ihlalleri ve Yahudileştirme eylemlerini durdurmaları amacıyla onlara tevessül etmeleri için yöneticilere ihtiyaçları yoktur. Bilakis kendilerini ve topraklarını Yahudilerin pisliğinden kurtaracak kimselere ihtiyaçları vardır. Bu da Müslümanların diplomatlarının değil ordularının harekete geçmesini gerektirmektedir. Zira Filistin'deki Müslümanların sorunu, meseleyi aslından uzaklaştıran sınırlar ve tali detaylarda değildir. Bilakis Müslümanların arzını gasp eden, hurumatlarını ve mukaddesatlarını çiğneyen bu kanserli Yahudi varlığıdır.

Yahudileri bizlere karşı cüretkarlaştıran şey otoritenin liderleri ile Müslümanların yöneticilerinin Yahudi varlığının ihlalleri ve meydan okumaları karşısında alışkanlık haline getirdikleri itaatkarlık tutumudur. Şayet Yahudi liderleri Müslümanların yöneticilerinden tek bir izzetli tutum görmüş olsalardı kesinlikle ayakları yerden kesilirdi. Ancak Allah'a, resulüne ve müminlere hıyanete aşina olan yöneticiler nerede, şerefli bir tutum takınmak nerede!

Şüphesiz bu olay, binlerce kereden sonra İslami ümmetin kendisini Allah'ın bizler için istediği dünyada nusret ve izzete ahirette ise cennete sürükleyecek olan gerçek yöneticilere muhtaç olduğunu bir kez daha göstermiştir. O halde haydi Müslümanların orduları, Filistin'e yardım etmek ve zalimlerin tahtlarını yok etmek için harekete geçiniz. Ve siz ey güç ve kuvvet ehli, sizleri dünyanın ve ahiretin hayrına götürmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER