Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Suriye'deki Müslüman Kardeşlerine Destek Vermek İçin El-Ebyad Şehrindeki Hizb-ut Tahrir Şebâbından Dayanışma Gösterisi

Kuzey Kardufan'da bulunan el-Ebyad şehrindeki el-Artik mescidinde kılınan öğle namazının ardından şehirdeki Hizb-ut Tahrir şebâbı, İslam esası üzerine köklü bir değişim yapmak ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için nefislerini hiçe sayarak tagut Esedilere karşı sebat eden Suriye'deki Müslüman kardeşlerine destek vermek için yardımlaşma ve destek gösterisi yaptı.

Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad Hüseyin el-Hâdi, mescitte namaz kılan topluluğa bir konuşma yaparak katılımcılara, kerim Resulümüz [Efdalü's Salatu ve't Teslim]'in şu kavlini örnek alarak Suriye'de halkımız için meydana gelenleri hissetmemiz ve onların acılarının bizim acımız olması gerektiğini hatırlattı:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى "Birbirlerine karşı merhamette, birbirlerine karşı sevgide ve şefkatte müminlerin misali, bir vücudun misali gibidir. (O vücudun) organlarından biri şikayetlendiği zaman, vücudun diğer (organları) birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (o acıya ortak olmaya) çağırırlar."

İnsanlar, Üstad Hüseyin'in konuşmasıyla birlikte kaynaşmışlar, ondan etkilenmişler, hatta gözyaşları sakallarına kadar dökülmüş, Müslümanlara nusret ve iktidar vermesi için Allahu Subhânehu'ya yalvarmışlar ve şebâb ile birlikte şu sloganları atmışlardır: "Nusret Sendendir, Nusret Sendendir Ey Allah'ım", "Hilafet, Hilafet ve Ölmeyeceğiz" ve "La İlahe İlah, Hilafet Vaadullah."

El-Ebyad şehrindeki Hizb-ut Tahrir şebâbı, siyasî partilere, cemaatlere ve şehirdeki toplumun birçok sembollerine davette bulundukları gibi radyo ve televizyonlara da davette bulunmuşlardır.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ortak Kurulun Onayladığı Parlamento Seçimleri Yasa Tasarısı Projesi, Günahkar Azınlıklar İttifakı Liderleri Üretmeye ve Pazarlamaya Dayalı Düşmanca Bir Eylemdir

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Üstad Ahmed El-Kasas'ın, Ortodoks Birliktelik Adıyla Bilinen Parlamento Seçimleri Yasa Tasarısı Projesi Hakkında Hizbin Tutumunu Açıkladığı Basın Konferansında Yaptığı Konuşmanın Metni

 

Lübnan'daki parlamento seçimlerine dönük yeni bir yasanın geliştirilmesi hakkındaki tartışmanın sınırı, Ortak Kurul'un, Lübnan'da bulunan on sekiz (18) etnik guruba diğer guruplardan ayrı olarak kendi temsilcilerini seçme hakkı veren bir tasarı olan Ortodoks Birlikteliği olarak bilinen yasa tasarısını onaylamasıyla birlikte tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. İlan edilmesinden bu yana ve geçen Salı günü onaylanıncaya kadar bu önerinin ilan edilmesine iten amaç, kendilerinden bir çoğu Müslümanların oylarıyla parlamentoya ulaşan Nasranilere tüm milletvekillerini -ki onlar, parlamentonun yarısını oluşturmaktadırlar- kendilerinin seçmesine imkan vermesidir. Dolayısıyla bu yasanın, Taif Anlaşması'ndan bu yana olduğu gibi sözle değil de fiilen eşit bölünmeyi somutlaştırdığı görülmektedir.

Bizler kanaatimizi ifade edecek olursak, Lübnan varlığı anayasasında ne kadar değişiklik yaparsa yapsın ve yönetmelikleri ile yasalarını ne kadar değiştirirse değiştirsin istikrarlı bir yaşam sürdüremeyeceği gibi bağımsız bir devlet olmaya elverişli de olamayacaktır. Dolayısıyla onun için, tarih boyunca olduğu gibi yeniden çevresiyle bütünleşmesinden başka bir çözüm yoktur. İşte bu kanaatimize rağmen aşağıdaki mülahazaları kaydetmemiz bizim için kayda değerdir:

-Taif Anlaşması'ndan önce Müslümanlar ve Dürzilerle karşılaştırıldığında Nasrani Bakanları ile milletvekilleri beş, altı oranında olduğu zamanda bile Müslümanların sayısı Nasranilerin sayısından daha fazla olmasına rağmen on yıl boyunca ülke yöneticileri, bu denklemin sadece yeniden gözden geçirilmesi için tartışmayı bile kabul etmemişledir. Nitekim Nasranilerin galibiyetini ve onların temsil ve yönetimdeki hegemonyasını savunmak için 75 yılında iç savaş tutuştu. Dolayısıyla bu kara savaş ile uluslar arası ve bölgesel iradenin sonucunda güçler dengesi oluşmamış olsaydı, Nasraniler nüfuzun üçte birinden daha az olmasına rağmen Nasraniler ile Lübnan'ın diğer sakinleri arasındaki eşit paylaşıma karar veren 1990 yılındaki Taif Anlaşması imzalanmazdı. Bugün eşit paylaşıma karar veren Taif Anlaşması'na dayanan Mişal Avn, imza zamanında Taif Anlaşması'na en şiddetli muhalefet edenlerden, dahası bu bağlamda mevcut müttefiki (Esed rejimine) yıkıcı bir savaş açanlardan biri olmuştur. Çünkü bu anlaşma, hükümet ve parlamentodaki Nasranilerin (sayısal) üstünlüğünü iptal ediyordu. Nitekim bu tutumunun arkasında tek bir şey vardı ki o da; ırkçılık ve mezhepçilik.

-Her hangi bir ülkedeki insanların haklarından biri de kendi temsilcilerini seçmeleridir ve kendi dışındakilerin onların temsilcileri seçme hakları da yoktur. Çünkü milletvekili, insanların vekilidir. Bu yüzden onlar, kendi vekillerini seçmektedirler ve bu ülkedeki yönetim sisteminin doğası göz ardı edilerek hiçbir kimsenin onları temsil edenlerin dışındakileri vekil tayin etme hakkı yoktur. Bununla birlikte herhangi bir meclise yasa koyma hakkı verilmesini de reddediyoruz. Ancak mezkur yasa tasarısı, sadece bu yanıyla sınırlı değildir. Dahası o, parlamentodaki sandalyelerin yarısının Lübnan'daki seçmenlerin yaklaşık üçte birine verilmesi yoluyla halkın iradesinin aldatıldığı bir yasadır. Dolayısıyla şayet oy verme yaşı 18'e indirilirse belki de onların seçmenlerinin oranı dörtte birden daha aza düşecektir. Dolayısıyla da bunda, hiçbir şekilde hakkı olmayan bir gurubun saplantısı ve ülkedeki diğer insanların haklarının ihlal edilmesi vardır. Bu yüzden herhangi bir seçim yasasına karar veren hassas kuralın, herhangi bir gurubun milletvekili oranının, genel nüfus oranına eşit olması şeklinde olmasıdır. Dolayısıyla bu kurala göre, kesinlikle Nasraniler milletvekillerinin yarısına sahip olmayacaklardır.

-Nasranilerin liderlerini, egemenliği arzulamalarına ve başkalarının haklarına saldırmalarına sevkeden şey, tartışmalı bu iki gurup içerinde Müslümanlara liderlik edenlerin aşağılık tutumlardır.

Nitekim guruplardan biri, eşit paylaşıma dair ısrarında edepsizlik sınırına kadar ulaşmıştır. Hatta "ortada tek bir Hıristiyan olsa bile" onun sayımı durdurabileceğini açıklamıştır! İşte o bugün, elleriyle ektiğini biçmektedir. Zira içerisine siyasetteki yandaşlarını dahil eden bu serseri ittifak karşısında yetim gibi durmaktadır.

Diğer guruba gelince; siyasî rakiplerinin karşısındaki bozukluğu, sürekli olarak kendisine tutunduğunu açıkladığı elinde geriye kalan sevapları terk edecek ve siyasî kararda azınlığın çoğunluğa ağır basmasını reddeden tüm tarihsel sloganları unutacak dereceye kadar ulaşmış olup bu ayıbın kutsanması görüşü üzerinde yürümektedir. Peki ya niçin? Basitçe, yıllardır öncülüğünü yaptığı günahkar azınlıklar ittifakını güçlendirmek için! O halde bu yasa tasarısıyla devam etmeyi onaylamaları ve Şam ayaklanmasına ve Lübnan'daki destekçilerine savaş açmak için Lübnan Cephesini oluşturanlar bizzat kendileri olduğu halde diğerlerini de arkalarından sürüklemeleri sadece bir tesadüf müdür acaba?!

Fransa, 1920 yılında Lübnan devletini üretip onu da Marunilere teslim ettiğinde bu bağlamda yapacağını yapmıştır. Zira Hilafet Devleti'nin enkazı üzerine "böl ve yönet" kaidesine dayalı birçok mezhepçi varlıkları inşa etmiştir. Bunu da Müslümanları ve Müslümanlarla bir arada yaşayan gurupları bir araya getiren ve onlardan yüzyıllar boyunca güçlü ve heybetli bir ümmet oluşturan bu devletin geri dönmesini engellemek için yapmıştır. Bugünlerde, Fransa'nın daha birkaç gün önce korktuğunu açıkladığı bu devletin geri dönmesine dair işaretlerle birlikte, aynı şekilde karşısındaki mezhepçi ve ırkçı varlıkları güçlendirmek için ümmetin ayaklanmasına karşı küresel-bölgesel ittifaka ihtiyaç olduğunu vurgu yapılmaktadır. Nitekim bu komploda, İran yöneticileri anahtar bir rol oynamaktadırlar.

Binaenaleyh konuşmamızı, Lübnan ve diğer Şam ülkelerindeki mezheplerin evlatlarına yöneltiyoruz:

Ümmetimizin, Batı'nın dizginleri ellerinde tutmaları ve büyük bir çoğunluğa sahip olan Müslümanların onlara boyun eğmeleri için mezheplerin başlarından olan bazı açgözlülere otoriteye gelme imkanı verdiği ve bugün de bu yöntemin güçlendirilmesine geri dönüldüğü yaklaşık bir asırdır yaşamış olduğu durum, evet bu durum, kelimenin tam manasıyla istisnai bir durumdur. Nitekim tarihin mantığı ve mevcut durum, siz ve tüm dünya için bu ümmetin çok yakında kendi topraklarındaki sultanına ve egemenliğine geri döneceğini vurgulamaktadır. Ancak ümmetin düşmanlarının kini, onları kör etmekte, onları ümmete düşmanlığa ve işlerin normale geri dönmesini engellemeye sevketmektedir. O halde ufku gören akıl sahiplerinden olun ve Esed ailesinin, maiyetlerinin ve Suriye'deki kavimlerinin yaptığı gibi insanların kendilerine ve nesillerine düşmanlık beslediği kimselerden olmayın. Zira hiç kimse sizleri, yalancılığa ve aldatmaya ikna edemeyeceği gibi Lübnan'ın faydasına olan, Allahuteala'nın izniyle çok yakında gelmekte olan Suriye'nin geleceğini güçlendirmeniz gereken kalenizdir. Nitekim Lübnan, Şam ülkelerinin ayrılmaz bir parçası olup ne kadar kibirli olursa olsun ve ne kadar gururu gözlerini kör ederse etsin dünyadaki hiç mahlukun bizi, çağlar boyunca bizlerin ve sizlerin yuvası olan Şamımıza ilhak olmaktan vazgeçirmesine asla izin vermeyeceğiz.

Allahuteala, bizlere şöyle buyurmaktadır:

عَسَى اللَّهُ أَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذِينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةً وَاللَّهُ قَدِيرٌ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ  لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ  إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah Gafurdur ve Rahîm'dir. Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [Mumtehine 7-8-9]

Devamını oku...

Gazze Bayanlar kolundan ''Şam Devrimi Hak Üzeredir'' başlıklı seminer

  • Kategori Filistin
  •   |  

21 Rabiussani 1434 H.,  elmuvafık 3 Mart 2013 M. Pazar Günü  Hizb-ut Tahrir Gazze bayan kolları  ''Şam Devrimi Hak Üzeredir'' başlığı altında seminer düzenlemişler ve seminere yüzlerce bayan katılımda bulunmuşlar ve bayanlar seminerde gösterime sunulan ve Şam ehlinin ve direnişçilerin hallerini konu edinen belgeselden son derece etkilenmişlerdir. Zira belgeselde Şam ehli ve direnişçiler Ukab bayrağını dalgalandırarak Allah'ın şeriatını tatbik edecek Hilafetten başka hiçbir nizamı kabul etmeyeceklerini dile getirmektedirler. Ayrıca seminere İmani bir atmosfer hakimdi. Elhamdülillah

Fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

Hilafet'in Yıkılışını Anma Münasebetiyle Konferanslar Zinciri

  • Kategori Türkiye
  •   |  

21 Rabiussani 1434 H., elmuvafık 3 Mart 2013 M. Pazar Günü Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Hilafet'in yıkılışını anma münasebetiyle Miladi yıkılış yıl dönümü olması hasebiyle ''İslamda idare ve hüküm'' başlığı altında bir dizi konferans düzenlemiştir. Konferansa, Allah'a hamdu senalar olsun ki toplumun her kesiminden büyük katılım olmuştur.

Ayrıntılı bilgi ve görüntüler için tıklayınız

 

Devamını oku...

HİLAFET'İN KALDIRILIŞI MÜNASEBETİYLE DÜZENLENEN KONFERANSLAR (3 MART) (İSLAM'DA DEVLET VE YÖNETİM) 3 Mart 2013, Pazar

  • Kategori Türkiye
  •   |  

 

 

1) İSTANBUL - ANADOLU YAKASI - PENDİK

Köklü Değişim Dergisi'nin başlattığı ‘İslam'da Devlet ve Yönetim' konulu konferans Anadolu Kitap Cafe konferans  salonunda yoğun katılım ile  gerçekleşti.

Kuran-ı Kerim tilavetiyle başlayan konferans Ümit Aktaş ve Abdurrahim  Şen'in sunumlarıyla devam etti.

Özgün İrade Dergisi Gen. Yay. Koordinatörü Ümit Aktaş konuşmasına 28 Şubat sürecinde yaşananlara değinerek bu sürecin 1908 yılında başladığını, laikliğin Türkiye'de uygulanması için yoğun çabaların sarfedildiğini ve Türkiye'de Hilafet'in kaldırılması ve harf inkilabının en büyük hata olduğunu vurguladı.

Hilafet'in Raşid halifeler döneminde gerçek manada uygulandığını ancak daha sonra gerçek manada uygulanmadığını ifade eden Aktaş, ayrıca Hilafet'in ilga edilmediğini TBMM'de mündemiç olarak saklı tutulduğunu tekrar ilan edilebileceğini söyledi.

Aktaş, Hilafet'in kaldırılmasının siyasal İslam'ı tekrar sorgulama ve gündem yapma konusunda faydalı olduğunu ifade ederek çözüm noktasında okuma ve bilinçlenme gerekliliğini ve bu konuda varolan zaafiyetleri anlatarak sunumunu tamamladı.

İkinci konuşmacı olarak söz alan Timeturk haber sitesi ve Milat Gazetesi'nde yazıları yayınlanan İlahiyatçı-Yazar Abdurrahim Şen, cahiliye döneminden kurtulmak için ümmetin bir halifeye ihtiyacı olduğunu vurgulayarak sosyal, siyasi, ekonomik ve diğer toplumlarla ilişkiler noktasında İslami yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi açısından İslam Devleti'nin gerekliliğini ifade etti.

İslam'da yönetim sisteminin Hilafet olduğuna Kuran'dan ayetler ve Rasulullah'ın hadislerinden deliller getirerek değinen Şen ayrıca İmam Kurtubi, İbn-i Teymiye, Şehristani, Taberi, Hanefi İbni Cüveyni, Gazzali, İbni Haldun ve Şeyh Takıyyuddin En Nebhani vb İslam alimlerinin Hilafet'in farziyeti noktasında ittifak ettiklerini  görüşlerinden alıntılar yaparak ortaya koydu.

İslam'da yönetim sisteminin şer-i naslarla belirleneceğini, tarihin bu konuda esas alınmayacağını ifade eden Şen, Hilafet yönetiminin beşeri bir yönetim olduğunu ama iç ve dış siyasetinde Kur'an ve Sünneti esas aldığını belirtti.

İslam tarihinde halifelerle ilgili olumsuz örnekleri öne çıkartanların bugünün yöneticilerine söz söylemediğini ve bugünkü yöneticilerin halifelerin tırnağı dahi olamayacağını, halifeler döneminde bugün yaşanan zulmün asla yaşanmadığını anlatan Şen, tekrar Hilafet Devleti'nin kurulmasının mümkün olduğunu, Suriye'deki gelişmelere bağlayarak ve Batılı yöneticilerin, stratejistlerin  öngörülerine atıfda bulunarak ortaya koydu.

Şen, Ahmed İbn-i Hanbel'de geçen yeniden nübüvvet metodu üzere Raşid-i Hilafet'in kurulacağını müjdeleyen hadisi hatırlatarak, Hilafet'i engelleme çabasının nübüvvetle yapılan bir savaş olacağına ve tarihte de toplumların Nebilerle olan savaşlarda her zaman mağlup olduğuna değinerek sunumunu tamamlamasıyla konferans sona erdi.

 

Program: Kur'an Okunuşu

Konuşmacı - Ümit Aktaş (Özgün İrade Dergisi Gen. Yay. Koordinatörü)

Konuşmacı - Abdurrahim Şen (Timeturk haber sitesi ve Milat Gazetesi’nde yazıları yayınlanan İlahiyatçı-Yazar)

Yer: Anadolu Kitap&Cafe

Saat: 19:00

 

2) İSTANBUL - AVRUPA YAKASI - FATİH

Köklü Değişim Dergisi'nin düzenlemiş olduğu "İslam'da Devlet ve Yönetim" başlıklı konferans İstanbul-Fatih'te yoğun katılımla gerçekleştirildi.

Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başlayan konferans daha sonra Araştırmacı Yazar Ahmet Turgut Ulucak'ın "İslam'da Devlet ve Yönetim" başlıklı sunumu ile devam etti. Allah'ın yasalarının mutlak anlamda uygulanmasın farz olduğunu ifade eden Ulucak; "Müslümanların İslam'ı tanımlamasında onun bir hayat nizamı olduğu noktasında bir sorun olmazken, İslam'ın hayata yansıyan ya da yansıması gereken esaslarını seküler algılara kurban mı edeceğiz" şeklinde konuştu. Bugün Müslümanlarda hayata müdahale etmeyen bir din algısı meydana getirilmeye çalışıldığını ifade eden Ulucak, Al-i İmran Suresi'nde geçen emri bil ma'ruf ve nehyi anil münker farizasının tam yerine gelebilmesinin yolunun ancak devlet ile mümkün olduğunu ifade etti.

Özellikle İslam'ın bir devlet modeli olmadığını iddia eden zümrelerin, oryantalistlerin, müsteşriklerin ve küresel emperyalizmin yaymaya çalıştığı "ılımlı İslam" modelini yaymaya çalıştıklarını ifade eden Ulucak, yine aynı zihniyetin demokrasinin İslam'a en yakın bir sistem olduğunu ve geçmişte de Sosyalizm'in İslam'dan olduğunu dillendirdiklerini belirtti. Ayrıca İslam'ın uzlaşmacı bir din olmadığını ve peygamberlerin de asla uzlaşmacı bir tavır takınmadıklarını, bu anlamda Müslümanların kendi değerlerine güven duymaları gerektiğini ifade eden Ulucak; "Siz İslam tarihi boyunca özellikle son yirmi ve otuz yıla kadar İslam'ın bir devlet talebi olmadığı noktasında herhangi bir yazılı metne şahit oldunuz mu" diyerek oluşturulmak istenen bu algıya dikkat çekmek suretiyle sunumunu tamamladı.

Ardından KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Osman Yıldız "İslam'da Devlet ve Yönetim" başlıklı sunumunu yaptı. Yıldız konuşmasında; özellikle günün önem ve ehemmiyeti hakkında tarihte bugün Hilafet'in ilga edilişinin 89. yıl dönümü olduğunu hatırlattı. İslam ümmetinin Hilafet dönemi boyunca her alanda izzetli ve şerefli bir konumda iken Hilafet Devleti'nin yıkılması ile birlikte o ihtişamlı günlerini kaybettiğini ifade eden Yıldız, geçmişte Müslümanların bilimde, sanayide, erkek ve kadının hakkının korunmasında, yöneticinin seçilmesinde her alanda ileri bir durumda iken Hilafet Devleti'nin yıkılması ile birlikte ümmetin kalkanının kırıldığını ve sahipsiz kaldığını belirtti. Özellikle yeraltı ve yerüstü bir çok zenginliklere sahip olmasına rağmen, ümmetin servetlerinin daha çok kafir Batı'nın fabrikalarını çalıştırmak için onlara akıtıldığını ifade eden Yıldız, İslam ümmetinin devletlerinin olduğu o izzetli ve şerefli günlere tekrar susadığını ve bunun Allah Subhanehu ve Teala'nın vaadi olduğunu hatırlatarak, ayrıca bunun için çalışmanın azim bir farz olduğunu dile getirdi. Konferans daha sonra soru cevap bölümü ile sona erdi.

 

Proğram: Kur'an Okunuşu

Konuşmacı: Osman YILDIZ (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Konuşmacı: Ahmet Turgut ULUCAK (Yazar)

Yer: Köklü Değişim İst. Temsilciliği

Adres: Ali Kuşçu Mah. Kıztaşı Cad. No:43 Fatih

Saat: 19:00

 

3) İSTANBUL - AVRUPA YAKASI - BAĞCILAR

KöklüDeğişim Dergisi’nin düzenlemiş olduğu “İslam’da Devlet Ve Yönetim” başlıklı konferans İstanbul Bağcılar’da yoğun katılımla gerçekleştirildi.

Sunumunu Bülent Kurşun’un yaptığı konferans, Mustafa Patan hocanın okumuş olduğu Kur’an’ı Kerim tilaveti ile başladı. Ardından Hilafet’in kaldırılması ile alakalı hazırlanan bir sinevizyon filmi seyredildi. Daha sonra sözü KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Nihat Kurtaran hoca aldı ve “İslam’da Devlet ve Yönetim” başlıklı sunumunu yaptı.

Kurtaran; İslam ümmetinin içerisinde bulunduğu vakıadan kurtulmasının yolunun ancak Hilafet Devleti ile mümkün olacağını ifade etti. Hilafet’in farziyeti hususunda hiçbir şekilde ihtilafın olmadığını ifade eden, Hilafet Devleti dönemi ile günümüz arasında karşılaştırmalar yapan Kurtaran, aradaki farka dikkatleri çekti. İslam’ın tatbikinin, korunmasının ve yayılmasının yolunun ancak Hilafet olduğunu vurgulayarak konuşmasına son verdi.

Proğram: Sunum - Bülent Kurşun

Proğram: Kur'an Okunuşu

Hilafet hakkında sinevizyon gösterimi

Konuşmacı - Nihat Kurtaran (Köklü Değişim Dergisi yazarı)

Yer: Bağcılar

 

4) İSTANBUL - ANADOLU YAKASI - SULTANBEYLİ

3 Mart Hilafet'in ilgası münasebetiyle "İslam'da Devlet ve Yönetim'' adlı konferanslar dizisinin Sultanbeyli'deki programı müslümanların yoğun ilgisiyle gerçekleşti.  Mehmet GÜMÜŞ'ün sunumunu yaptığı program Ömer ÖZCAN tarafından okunan Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başladı.

Araştırmacı Yazar  Ahmet Kalkan tarafından yapılan sunumda "Müslümanlar İslam'a girmekle İslam'a şeref katmadılar bilakis İslam'la şereflendiler. Mesela araplarİslamdan önce herhangi bir devlet  geleneğinden yoksundu. İslamla beraber devletleşip o günün iki süper gücünü devirip adalet üzere bir sistem icra ettiler. Araplar gibi Türkler ve diğer kavimlerde İslama girmekle şereflendiler. Bu hal İslam üzere kaldıkları sürece devam etti. Bunların sonuncusu olan Osmanlı devleti en son ki kötü durumunda bile batılılar tarafından hasta adam diye tanımlamıyordu. Evet hastada  olsa adamdı. Ama bugün bir buçuk milyar nüfusa sahip olmalarına rağmen müslümanlar "adam" yerine bile konulmayan bir duruma düştü" dedi.

Kalkan; "Devlet dinden ayrılınca devlet dinsiz, din kuvvetsiz kaldı. Oysa bunlar etle kemik gibi olması gerekirdi"dedi.

Kalkan Son olarak 28 Şubatla beraber daha önce İslam devletini  olmazsa olmaz kabul edenler bu bugünden sonra büyük tavizler vermeye başladılar. Camilerden artık İslam Devleti , Hilafet, Tevhid ve Şirk gibi kelimeleri duymaz olduk. Medreseler tağut ve tuğyan gibi La denilmesi gereken meseleleri dile getiremez oldu. İslam tatbik edilmediğinden hırsız, zani vb. suçlular cezasız kalınca adeta bunlara gün doğdu. İslamın hiçbir kurumu tarihsel değildir, bilakis islam bir hayat nizamıdır şeklinde devam etti.

İkinci konuşmacı olan Köklü Dergisi yazarlarında  Haluk Özdoğan ise; bilindiği üzere sadece okunsun ve dillerde dolaşsın diye değil, bilakis yeryüzünde insanlara tatbik edilsin diye aziz İslam Rasul  (sav) ile gönderilmiştir. Böylece İslam bu hadlerini ikame edecek, hükümlerini tatbik edecek,onun uğrunda hakkıyla cihad edecek, dünyanın dört bir köşesinde adaleti tesis edecek ve hayrı yayacak bir devlete kavuşmuş olsun. Nitekim bu Rasulullah (s.a.v) in siretinde açık ve net olan bir durumdur. Zira Rasul Mekke-i Mükerreme'de Allah'a basiret üzere davet etmiş ve Allahu Subhanehunun kendisine Medine-tul Münevvera ensarıyla Nusret verinceye kadar kabileler ile güç ehlinden birçok kez Nusret talebinde bulunmuştur. Sonra hicret gerçekleşmiş, devlet kurulmuş, ardından da fetihler olmuş ve İslam davet ve cihat yoluyla yayılmıştır dedi.

Özdoğan "Müslümanlar hilafet devleti olduğu süre boyunca Rableriyle güçlü  ve dinleriyle izzetli idiler. Rabimiz şöyle buyuruyor Aralarında Allahın indirdikleriyle hükmet ve sana gelen haktan (sapıp da)  onların hevalarına uyma" ayeti ve konu ile ilgili hadis ve ayetleri okuyarak konuşmasını sonlandırdı.

Program Soru-Cevap bölümü ile son buldu.

 

Proğram: Sunum - Mehmet Gümüş

Kur'an Okunuşu - Ömer Özcan

Konuşmacı - Ahmet Kalkan (Araştırmacı Yazar)

Konuşmacı - Haluk Özdoğan (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Soru & Cevap

Yer: Genç Değişim Dergisi

Saat: 14:00

 

 

5) ANKARA

Radyo Değişim ve Değişim TV'den canlı olarak yayınlanan ‘İslam'da Devlet ve Yönetim' başlıklı panel iki oturum halinde KöklüDeğişim konferans salonunda yoğun katılımla gerçekleştirildi.

KöklüDeğişim Dergisi sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Süleyman Uğurlu'nun oturum başkanı olduğu birinci oturumun konu başlığı; "Tarihsel Açıdan İslam'da Devlet Olgusu" idi.

Birinci oturumun ilk konuşmacısı siyasal İslamcılık doktora tezi sahibi yazar Kürşat Atalar'dı.

Devlet, yönetim ve siyaset kavramlarının biçimi değişse de özü değişmeyen bir olgu olduğunu belirten Atalar, modern siyaset biliminde bu konunun devlet tanımından hareketle siyasi, toplumu ilgilendiren boyutundan hareketle ise sosyal olarak iki boyutta değerlendirildiğini belirtti. Bir topluluk varsa mutlaka iktidarı talep etme ve nimetlerinden faydalanmanın söz konusu olduğunu ve bu noktanın ise 4 boyutu ihtiva ettiğini belirten Atalar:

Birincisinin insanların siyasi davranışlarını, yönetimi açıklayan iktidar olgusu, ikincisinin; görev, mükâfat ve ceza tahsisini içeren ve İslam'da hüküm, hâkim kavramları ile de yaratıcıya atfen kullanılan karar alma süreci olduğunu, üçüncüsünün; toplumsal bir amacı gerçekleştirmek için yapılan ve böylelikle siyasi olan kaynakların tahsisi olduğunu ve dördüncüsünün ise; ihtilaf olgusu olduğunu ifade etti.

İslam'da siyaset var mı yok mu? İslam'ın devlet talebi var mıdır? şeklindeki tartışmalarda Müslümanların savunmacı bir tavır geliştirdiklerini bunun ise yenilgi psikolojisinin bir sonucu olduğunu belirten Atalar, modern algının ise bilime dayanıp ‘eski gelenekler geçmişte kaldı ve doğruyu ifade etmez' sonucuna ulaşarak tek doğru olduğunu iddia ettiğini söyledi.

Müslümanların ise aslında ‘hakikati biz temsil ederiz devleti de en iyi biz yönetiriz' şeklinde geçmişte bir iddiası bulunduğunu, Müslümanların güçlülüğünün ise iddialarını dine dayandırmaktan kaynaklandığını, adalet anlayışının da bu temele dayandırıldığını ifade eden Atalar, İslam'ın devlet talebinin temel ideolojik bir esasının bulunduğunu ve temeli İslami referanslar olan hüküm, yönetim gibi konuların İslam'da açık ve net hususlar olduğunu belirtti.

Atalar son olarak Müslümanların 21. yüzyılda dibi bulduğunu, genel ve siyaset ile ilgili hatalarımızın bilgisizliğimizden doğduğunu, bu durumu düzeltmek için çabalanıyorsa bu çabaların hata yapma oranının çok yüksek olduğunu ve ortaya atılan tezlerin üzerinde şartlar yani konjonktürün büyük etkisinin olduğunu belirterek sorgulamaya buradan başlanması gerektiğini ifade etti.

İkinci olarak söz alan KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Ercan Tekinbaş ise; insanoğlunun yaratıcıya takdisi gerçekleştirirken bir takım içgüdü ve uzvi ihtiyaçlara sahip olduğunu, tek başına bütün ihtiyaçlarını gideremediğini, birtakım insanlarla bu ihtiyacı gerçekleştirmek için bir araya gelmek zorunda kaldığını dolayısıyla her cemaatin olduğu yerde bu cemaatin işlerini güdecek bir mekanizmanın olmak zorunda olduğunu bunun ise devlet olduğunu belirtti.

Şer'i açıdan ise şer'i kaynaklarda hayatın işlerine ilişkin birtakım hükümler bulunduğunu, bu hükümlerin kişinin kendisiyle ilgili olanına ahlak, diğer insanlarla ilgili olanına ukubat ve yaratıcıyla ilgili hususları içerenine ise ibadet hükümleri dendiğini belirten Tekinbaş, bu nedenle İslam'ın bir hayat nizamı yani insanların işlerini düzenleyen bir sistem, modern bir tabirle ideoloji olduğunu ifade etti.

İslam'daki hayat nizamını icra eden kişiye halife bu sistemin, yönetim mekanizmasının adına da Hilafet denildiğini, bu sistemin hiçbir yönetim sistemine benzemediğini bunu ise sadece ‘egemenlik' kavramının dahi açıkladığını ifade eden Tekinbaş, demokraside egemenliğin halka İslam'da ise şeriata ait olduğunu, İslam'da ümmetin iradesinin bulunduğunu fakat bu iradeyi yönlendirenin şeriat olduğunu söyledi.

Vakıa olarak ve şeran Hilafet'in tarihte bir hakikat olduğunu hadislerle ifade eden Tekinbaş, Emevi ve Abbasi döneminde ve sonrasında halifeler olduğunu, 3 Mart 1924'te varolan bir Hilafet'in kaldırıldığını, sömürgecilerin Müslümanların gücünü Hilafet'ten aldıklarını anladıktan sonra Hilafet'in yok edilmesi için 3 yönlü bir çalışma başlatarak bunu gerçekleştirdiklerini, bu çalışmanın ise naslara, Arapçaya, İslam'ın hayata intibakına yönelik bir çalışma olduğunu belirtti.

Fakat bugün ümmetin tekrar dinine dönerek, İslam'a sarılarak Hilafet için harekete geçmekte olduğunu, 2005 yılında Bush ve Rumsfeld tarafından Endonezya'dan Fas'a kadar bir Hilafet projesinin varlığından bahsedildiğini, 2002 yılında Alman istihbaratının ve sonrasında da CIA'in hazırladığı raporlarda Ortadoğu'da Müslümanların Hilafeti istedikleri ve 2020 yılında bunun öngörüldüğü bilgisini aktaran Tekinbaş sonuçta Ümmet tarihte de şimdi de vardır ve Hilafet özlemi çekilen bir hakikat olarak karşımızdadır sözleriyle konuşmasında son verdi.

Yoğun soruların geldiği soru ve cevap bölümün ardından saat 16.00'da başlayacak ikinci bölüme kadar panele ara verildi

2. Oturum

"İslami Bir Yönetim Nasıl Olmalıdır?" başlığını taşıyan panelin 2. Oturum yöneticisi KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Mahmut Kar'dı.

İlk konuşmacı İstanbul vaizliği görevinde bulunmuş, hadis konusunda çalışmaları ve tercüme eserleri bulunan yazar Harun Ünal'dı.

Ünal; Halife ve Hilafet'in dinin bir gereği olduğunu Bakara Suresi 30. ayette Allah Teala'nın "...yeryüzünde benim emirlerimi icra edici bir halife yaratacağım" buyurduğunu ve halifeden kastın Allah'ın emirlerini yeryüzüne hâkim kılmak ve uygulama olduğunu belirtti.

Müminlerin başında Allah'ın hükümlerini uygulayacak bir halifenin olmamasının Müslümanların birleşememesi, bir ve beraber olamaması sonucunu doğurduğunu, şimdi Müslümanlar'ın Hristiyan ve Yahudileri adım adım, karış karış hadiste ifade edildiği gibi kertenkele çukuruna girseler dahi takip ettiklerini ifade eden Ünal, Kuran'da ibadet ve muamelat ayrımının bulunmadığını Kur'an'ın bir bütün olduğunu belirtti. Allah Rasulu'nün hem namaz kıldırdığını hem de insanların problemlerini çözdüğünü ifade eden Ünal, bizzat namazın bile siyasi bir ibadet olduğunu ve camilerin siyaset merkezi olduğunu söyledi.

Demokrasiyi bir kadermişçesine kabullenen bir anlayışın Müslümanlara sirayet ettiğini, hâlbuki "Yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur" şeklinde Rasulullah'ın hadisi bulunduğunu, mevcut sistemlerin ise Allah'a isyan eden sistemler olduğunu, yöneticilerin yapacakları işlerin iznini Kur'an yerine ABD'den aldıklarını ifade eden Ünal, hâlbuki Halife olmadan namazın kılınamayacağını, zekâtın toplanamayacağını anlattı ve bugün zekâtın dahi Müslümanların yaralarını sadece pansuman etmek amacıyla toplandığını söyledi.

Muhammed SAV ve onun getirdiği kitabı onların elinden ne zaman alırsak o zaman istediğimiz amaca ulaşmış oluruz şeklinde müsteşriklerin çalışma prensiplerini ifade eden Ünal şimdiki siyasetin de bu gayelerin bir uzantısı olduğunu belirterek konuşmasına son verdi.

İkinci olarak söz alan KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından M. Hanefi Yağmur; bundan sonra bir Hilafet Devleti kurulur mu? Yoksa bu imkânsız mıdır? sorularından hareketle; "...böylesi bir soru zamanında Sahabelere sorulsaydı büyük tepkiler verirlerdi. Fakat bugün bu sorular soruluyorsa bunun nedeni en önemli sıkıntının Allah'ın kitabı ve Rasulu'nun müjdelerine inanmamaktır" şeklinde konuştu.

Günümüz Müslümanlarının dinlerine olan güven kaybı neticesinde problemlerine Batılı kaynaklarda çözüm aradıklarını, hâlbuki İslam'ın hayata hâkim olduğu dönemlerde bu sistemden insanların çoğunun şikâyetçi dahi olmadığını fakat günümüz dünyasında insanların huzur aradığını belirten Yağmur sözlerini şöyle sürdürdü: "İslam hayata hâkim olduğunda ABD yok olacak kâfirler bunun farkında fakat Müslümanlar dinleriyle olan irtibatı kopardıkları için buna inanmıyorlar."

Bütün şer'i ölçülerin bunu ifade ettiğini belirten Yağmur, Nur Suresi 55. ayetle ilgili olarak bu ayetin tefsirinde birçok müfessirin Hilafeti vurguladığını, vadedenin Allah olduğunu ve O'nun vadine şüphe ile yaklaşılamayacağını, vadedilenin ise iman edip salih amel işlenildiğinde yeryüzünde halife olmak olduğunu ve öncekilerin Allah'tan gelen kanunlar, İslam şeriatı ile hükmederek böyle bir noktaya ulaştıklarını, sadece bu ayeti kerime bile alındığında İslam'ın yeryüzüne hâkim olacağının açık ve net olarak anlaşıldığını ifade etti.

Ayrıca Allah Rasulu'nün Müslümanlara Bizans ve Kisra'nın hazinelerini vadettiğini, ümmetinin hâkimiyetinin yeryüzünün doğusu ve batısına kadar ulaşacağını belirttiğini bunun Allah'ın beyanıyla söylediğini, bu husususun ise tahakkuk ettiğini ifade eden Yağmur, Rasulullah sav'in "...sonra da nübüvvet minhacı üzerine Hilafet olacaktır." hadisini hatırlatarak, Müslümanım diyenin bu konuda hiçbir tereddüdü olmaması gerektiğini ve bu devlet yeryüzünün neresinde kurulursa kurulsun bütün Müslümanların o halifenin emriyle yeryüzünü titreteceğini, kafirlerin hakimiyetinin ise bu vesileyle son bulacağını belirterek konuşmasına son verdi.

Daha sonra geçilen soru-cevap bölümünde konu daha da açılarak katılımcıların kafalarında oluşan sorular cevaplandırıldı.

Yoğun katılımın gerçekleştiği ve Cafe Değişim'de de canlı olarak izlenen panel soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

Program:

Birinci Oturum - Sunum - Süleyman Uğurlu (Köklü Değişim Dergisi Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü)

Konuşmacı - Dr. Kürşat Atalar (Siyasal İslamcılık Doktora Tezi Sahibi Yazar)

Konuşmacı - Ercan Tekinbaş (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

İkinci Oturum - Sunum - Mahmut Kar (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Konuşmacı - Harun Ünal (Muhaddis & Mütercim)

Konuşmacı - Muhammed Hanifi Yağmur (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Soru & Cevap

Yer: Köklü Değişim Dergisi Konferans Salonu & Kafe

Saat: Birinci Oturum (13:00-15:00) İkinci Oturum (16:00-18:00)

 

 

6) BURSA

"İslam'da Devlet ve Yönetim" konulu panel ve konferanslarımızın Bursa ayağı, Ördekli Kültür Merkezinde yoğun bir katılımla gerçekleştirildi.

İlk olarak Kur'an tilavetiyle başlayan program Doğu-Batı Platformu Sekreteri tarihçi Hasan ÜNAL'ın hilafetin tarihsel süreciyle ilgili sunumuyla devam etti.Hasan Ünal konuşmasında ,Raşid Halifelerden sonra yönetimdeki kırılmalardan bahsederek, sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar dönemlerindeki hilafetin geçirdiği sıkıntılı süreçleri kronolojik bir sıra ile değerlendirdi.

Suat ÇOBAN ümmetin bu gün hilafete olan ihtiyacından,Hilafetin İslami bir yönetim sistemi olduğundan, ancak hilafetin hakkettiği şekilde tartışılmadığından ve başta Suriye olmak üzere ümmetin yeniden hilafete büyük bir teveccüh ile yöneldiğinden bahsederek konuşmasını sürdürdü. Son olarak soru cevap bölümüyle program sonlandırıldı.

 

Proğram:

Kur'an Okunuşu

Konuşmacı - Hasan Ünal (Tarihçi & Doğu-Batı Platformu Sekreteri)

Konuşmacı - Suat Çoban (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Yer: Ördekli Kültür Merkezi - Konferans Salonu

Saat: 14:00

 

 

 

 

7) ŞANLIURFA

 

Proğram:

Konuşmacı - Sait ATAŞLAR (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Konuşmacı - Mustafa KÜÇÜK (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Yer: Hadarat Kitapevi

Adres: Atatürk Cad. Karakoyun İş Merkezi No: 8/9

Saat: 13.30

 

8) DİYARBAKIR

 

Proğram:

Konuşmacı - Aydın Usalp (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Konuşmacı - Süleyman Sorguç (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Yer: Ümmet Kitabevi (Köklü Değişim Dergisi Diyarbakır Şubesi)

Saat: 19:00

 

 

9) VAN

 

Proğram:

Konuşmacı - Zeynel Acar (Köklü Değişim Dergisi Yazarı)

Yer: Erkam Kitabevi

Saat: 15:00

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Gençlerine Verilen Cezalar Yalnızca Onların İmanlarını Ve Teslimiyetlerini Arttırır

Türkiye, Hizb-ut Tahrir'in muhlis şebabına ağır cezalar vermeye devam ediyor. Birbiri ardına verilen cezalara bir yenisi daha eklendi. Daha önce Hizb-ut Tahrir'e üyelikten haklarında ceza verilen dört kişiye, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi yine Hizb-ut Tahrir'e üye suçlamasıyla toplam 30 yıl ceza verdi. Türkiye yönetiminin bu kararları Özbekistan tağutunun Müslümanlara yönelik uygulamasını bizlere hatırlatmaktadır. Zira Özbekistan tağutu Kerimov cezası biten Hizb-ut Tahrir şebabını serbest bırakmayarak cezalarını uzatmaktadır. Böylece Türkiye'de 2000 yılından bugüne kadar Hizb-ut Tahrir şebabına toplamda 1621 yıl ceza verilmiş oldu.

Kokuşmuş yargı sistemi vermiş olduğu bu kararlarla Mekke müşriklerini hatırlatmaktadır. Onlar helvadan put yapar, acıktıklarında da onu yerlerdi. Türk yargısı, kanunlarda sürekli değişiklik yapılmasına ve çıkarılan tüm kanunlar Hizb-ut Tahrir'in lehine olmasına rağmen 1967 yılından bugüne her seferinde Hizb-ut Tahrir şebabının aleyhine kararlar veriyor. Verilen bu cezalar Hizb-ut Tahrir'in muhlis şebabını bu hayırlı davasından yıldırmaz, aksine azimlerini daha çok biler. وَتَسْلِيمًا إِيمَانًا إِلَّا زَادَهُمْ وَمَا وَرَسُولُهُ اللَّهُ وَصَدَقَ وَرَسُولُهُ اللَّهُ وَعَدَنَا مَا هَذَا قَالُوا Dediler ki; bu, Allah'ın ve Resul'ünün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir. Ve (bu) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. [Ahzab 22] Hizb-ut Tahrir, İdeolojisi İslâm olan siyasî bir partidir. Siyaset onun amelidir. Ümmet arasında ve ümmetle birlikte, İslâm'ı kendilerine dava edinmeleri ve Hilâfet'in yeryüzünde tekrar ikamesi için; Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyi gerçekleştirmek gayesiyle çalışmaktadır.

Hizb-ut Tahrir, Yüce Allah'ın; وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Sizden hayra davet eden, marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [Ali İmran 104]

Ayetine icabet ederek; İslâm ümmetini düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden kalkındırmak; küfür fikirlerinden, düzenlerinden, hükümlerinden, kâfir devletlerin egemenliğinden ve sömürgesinden kurtarmak gayesiyle kurulmuştur.

Hizb-ut Tahrir, bu hayırlı davet çalışmasını Allah Subhanehu Ve Teala'nın izni ile hedefine ulaştıracak ve Raşid-i Hilafet Devleti'nin gölgesinde tüm insanlık ferah bulacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ürdün Kralı Abdullah'ın Türkiye Ziyareti Suriye'ye Yönelik İhanet Çemberinin Bir Halkasıdır

  • Kategori Türkiye
  •   |  

2009 Aralık ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ürdün'e bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ürdün Kral'ı Abdullah ise 5-6 Mart 2013 tarihinde Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulundu. İade-i ziyaret mahiyeti taşıdığı belirtilen bu görüşmede, "Ortadoğu, Kuzey Afrika ve özelde ise Suriye'nin" ele alındığı dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kraliçe "onuruna" verilen yemek toplantısı konuşmasında; İngilizlerin seçip yerleştirdiği, Ürdün Emir'i 1. Abdullah ve 3 Mart 1924'te İngilizlerin yardımı ile Hilafet'i kaldıran Mustafa Kemal'e atıfta bulunarak "müstesna bir dostluk geliştirdiklerinden" bahsetti. Ardından "bu ilişkinin aynı şekilde devam ettiğini" söyledi. Kral Abdullah, geçmişteki ihanetlere yönelik duyguları depreşmiş olacak ki anıtkabir ziyaretinde ağladı.

Geçtiğimiz hafta Amman'da gasıp Yahudi varlığı İsrail'in de yalanlamadığı, Netanyahu ile gizli görüşmesinden sonra Kral Abdullah Türkiye'ye gelmiştir. Şu bir hakikat ki, Suriye'deki İslami kıyam hem kâfirleri hem de bölge devletlerini endişelendirmiştir. Şam düşerse sıranın Ürdün'e, gasıp Yahudi varlığına ve oradan da diğer atanmış tiranlara yayılacağını anlamışlardır. İşte bu yüzden ABD ve bölge devletleri tek bir plan dâhilinde hareket etmektedirler. Allah Subhanehu Ve Teâlâ'nın dinini yeryüzüne hâkim kılmak için kalbi Suriye ile atan Müslümanları gözetleme, onları terörize etme ve onlara baskı yapmaya çalışmaktadırlar.

Ürdün Kral'ı Abdullah'ın Türkiye ziyareti ve özellikle Abdullah Gül'ün kendisine olan ilgisi bir dönem Beşşar Esed'le birlikte verdikleri pozları hatırlattı. Ancak Şam'ın yiğitleri vahşi Beşşar ve tüm dünyanın maskesini yere indirdi ve gerçek yüzleri açığa çıktı. Tüm bunlardan ders çıkarmayan, hala ibret almayan Türkiye yöneticileri, Kral Abdullah'a ayaklanmaların başlaması ile birlikte yapmış olduğu bir takım reformlardan dolayı övgüler dizdiler. Şam kasabının maskesi düştüğü gibi ABD ve İngiliz askerlerini Ürdün'e konuşlanmasına izin veren Suriye'yi bir çember gibi kuşatan Kral Abdullah'ın da maskesi düşecek ve devrik liderlerin yanında hak ettiği yeri alacaktır.

Ey Müslümanlar!

Her fırsatta "Suriye halkının yanında olduğunu" söyleyen bu yöneticiler sizleri aldatmasın. İran yöneticileri gibi Ürdün ve Türkiye yöneticileri de Suriye İslam devrimini isteyen halkın karşısındadırlar. Bu yönetimler Filistin gaspçısı Yahudi varlığı ile aynı kaygıları taşımaktadırlar. Türkiye'deki yöneticiler bir taraftan Suriye halkı için yardım kampanyaları başlatıp devrimin yanında olduğunu söylerken, diğer taraftan da ABD'nin bizim topraklarımızdaki üssünü korumak için Patriot rampalarının Türkiye'ye konuşlanmasına izin vermiştir. Öyle ki Başbakan Erdoğan, bu toprakları NATO toprağı olarak ifade etme "cesaretinde" bulunmuştur. Şimdi ise Suriye'ye sınır olan Ürdün Kral'ı ile birlikte devrimin yönünü saptırmak, direnişi kırmak ve rejimle diyalog kurmak yolu ile yumuşak bir geçiş için ortak hareket etmektedirler. Zira onları bir araya getiren tek şey Şam kıyamının Raşid-i Hilafet Devleti ile taçlandırılma korkusu ve endişesidir.

Devamını oku...

Tagut Beşar'ın "Sunday Times" İle Olan Röportajı: Katil Sizlere Karşı Batı'yı Güçlendirmektedir, O halde Sizler de Ona Karşı Allah'ı Güçlendirin

  • Kategori Suriye
  •   |  

Çözüm için uluslar arası siyasî hareketliliğin yaşandığı bu ayaklanmada katil Beşar Esed, kendisinin hala şartlara güçlü bir şekilde hakim olduğunu göstermeye ve kendisine karşı olan ayaklanmada başarısız olan rejim ile diyalogu kabul eden el-Hatib'in girişimi gibi kadifeli dış muhalefetin açıkladığı hususları istismar etmeye çalışmaktadır. Nitekim 03.03.2013'de "Sunday Times" Gazetesi'nin kendisiyle yaptığı  röportajda, "İran'ın kendisi için "ciddi" destek tutumu olduğu, Ruslar "Suriye'ye savunma silahları tedarik" ettikleri ve uluslar arası tutumla uyumlu bir şekilde olduğu sürece katliamlar işleme politikasına devam edeceğini" açıklamıştır. Nitekim (vatanı) olmasından dolayı Suriye'yi asla terk etmeyeceğine ve Mısır, Libya ve Tunus'ta meydana gelenlere atıfta bulunarak istifanın sorunu çözmeyeceğinden dolayı da yönetimden istifa etmeyeceğine dair herkese güvence verdi. Ardından rejiminin İslamcıların eline geçmesinden korktuğu için Avrupa'nın kendisini destekleme yönündeki tutum pusulasını değiştirmesini istediğine atıfta bulunarak şöyle demiştir: "Ben, laikliğin bölgedeki son kalesiyim."

Bu katil, bekası için kendisine tüm nedenleri uzatan ve uzatmaya devam eden ve kendisine tüm cürümsel araçları tedarik eden fasit ulusları toplumun bir oğlu olduğunu bildiği gibi başta Amerika olmak üzere çıkar sahibi büyük devletler tarafından desteklenen zalim uluslar arası sistemin işlemiş olduğu tüm cürümlerine göz yumduğunu, dahası bu devletler çıkarlarının onun bekasında olduğuna kanaat getirmeleri halinde kendisi için bir çıkış yolu sağlayabileceklerini de bilmektedir. Bundan dolayı bu röportajda, Batı ile ilgili hassas bir noktaya değinmiştir ki bu da; yönetimde Hilafet projesi ile çihad çağrısının olduğuna dair gizli bir korkusunun olmasıdır. Bu yüzden onların dikkatlerini çıkarlarının kendi bekasında olduğu çekmektedir. Bu ise onun şu sözlerinde görülmektedir: Ben, İslam düşmanlığına, İslam'ı yönetimden uzaklaştırmaya ve onu hayattan ayırmaya dayalı "laikliğin son kalesiyim." Suriye'den ayrılmayacağına dair sözlerine gelince; bu, sanki onun Rusya himayesinde taifeci bir devletçik kurmayı ve bundan dolayı da dışarıya çıkmak zorunda kalmayacağını ümit ettiğini göstermektedir. Yönetimden istifa etmeyeceğine dair Mısır'a, Libya'ya ve Tunus'a atıfta bulunmasına gelince; bizler ona deriz ki; Şam ayaklanması diğer ayaklanmalardan daha farklı olup bu ayaklanma, İslamî yönetimi benimsemekte ve Libya, Tunus, Yemen ve İslam ülkelerini, dahası Allahuteala'nın fazlı ve keremi sayesinde diğer dünya devletlerini kurtaracak bir alternatif olarak İslamî Hilafet'i ortaya koymaktadır...

Ey Şam-Suriye'deki Sabırlı Mümin Müslümanlar!

Tüm şerler, bu katil için bir araya geldiler. Zira bu katil, İblis bir yaratık olup o, sizlerin aşağılanması, sizlerin çeşitli şekilde öldürülmesi, sizlere komplo kurulması, meselelerinizin düşmanlara teslim edilmesi, sizlerin sapması ve fesada uğraması, sizin ve dininiz için düşmanlara açıklama yapılması hususunda hiçbir çabadan kaçınmayacaktır... Gerçekten sizler için, düşmanınız olan Batı'da bile ondan daha büyük bir düşman bulunmayacaktır. O halde çok iyi biliniz ki; onunla bir araya gelmek, Allah'a, O'nun dinine ve Müslümanlara bir hıyanettir ve ortada içinizdeki herkesin bilmesi için ilan ettiğiniz ve her kim olursa olsun hiçbir kimsenin onu geçemeyeceği gerçek sahih bir tutum vardır ki o da; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya itaat edenlerin bir araya geleceği Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için tek bir elle çalışmak yoluyla sizlere yönelik uluslar arası komploya karşı koyma kararı almanızdır. İşte böylece Allahuteala'nın bizim hakkımızdaki şu kavli gerçekleşecektir:

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ "Allah ve resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir." [Enfal 46]

O halde Allah'a itaat ettiğiniz ve O'nun dinine nusret verdiğiniz sürece hiçbir kimsenin sizlere galip gelemeyeceğini bilin. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Allah size yardım ederse artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse ondan sonra, artık size kim yardım eder? O halde müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [Âl-i İmrân 160]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER