Pazar, 08 Recep 1447 | 2025/12/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Suriye İçişleri Bakanı Muhammed el-Şaar'ın Beyrut'ta Tedavi Olması Lübnan'ın Hala El-Esad Şebbihasının Kuluçkasında Olduğuna Dair Artı Bir Delildir

Dünkü haberlerde, el-Esad çetesinin İçişleri Bakanı'nın, Şam'daki İçişleri Bakanlığının bombalanmasının ardından tedavi için Lübnan'a nakledildiğine muttali olduk. Bu şebbihanın korkunç cürümler işlediğine dair Suriye halkından herhangi bir tanığa gerek olmadığı gibi onun tarihi de cürümlerle ve insanlara yaptığı en iğrenç işkence türleriyle doludur. Buna yönelik ilk tanık, Hafız Esad'ın güçlerinin Trablus'u tahrip etmelerinin ve 1985 yılında burasını işgal etmelerinin ardından cürümlerinin felaketlerin acısını çeken Trablus halkı olmuştur. Nitekim o sırada bu mücrim, Kuzeyde özellikle de Trablus'un el-Kubbe bölgesinde Suriye İstihbarat Merkezi'nde sorumlu adi bir subaydı. Zira orada, Trablus'un genç erkeklerinden binlercesini tutuklamış, onları dilin konuşamayacağı ve kalemin yazamayacağı şekilde işkence ve eziyet türleriyle aşağılamış, onlardan yüzlercesini yıllarca cürüm ve eziyet zindanlarında kalmaları için Suriye'ye göndermiştir. Nitekim onlardan öldürülenler öldürülmüş ve onlardan diğer kalanları da kronik hastalıklara yakalanmış, engelli ve kalıcı engelli olarak geri dönmüşlerdir.

Şu Çelişkiye Bakın Ey İnsanlar!

Zira geçen bahar Lübnan otoritesinin istihbaratları, Suriye'deki ayaklanmacılardan iki yaralının tedavi için Trablus'taki ez-Zehra Hastanesine geldiğini bildirince bu ikisini tutuklaması için askerî devriyeyi göndermeye yönelmiştir. Dolayısıyla şayet Şam-Trablus'un erkek evlatları, hastanedeki bu iki kişinin tutuklanmasının engellenmesiyle ilgili bir duruş sergilememiş olsalardı bu iki yaralı bilinmeyen bir yere gönderileceklerdi. Bugün ise kendisinin mesafeli ve Suriye'deki kasap ile kurbanlar arasında eşit olduğunu ilan eden bu hükümetin gölgesinde bu mücrim, güvenlik birimleri tarafından onurlu bir şekilde desteklenerek Lübnan'ın en önemli hastanelerine girmektedir.

Lübnan otoritesi, bu mücrim ile sürekli olarak takip ettiği ayaklanmacılar arasında eşit olacaksa o zaman onu tutuklamaları ve sonra da sorgulayıp mahkemeye sevketmeleri için istihbaratını göndersin. Ayrıca rejimiyle birlikte işlemiş olduğu katliamlardan dolayı olmasa da en azından onu, Kuzey Lübnan'da El-Esadiyye şebbihasının (İstihbarat) Başkanı olduğunda Lübnan uyruklu olan yüzlerce Lübnanlıya yapmış işkenceden dolayı suçlardı?!

Ancak bu nasıl olacak ki? Zira Lübnan otoritesi hala el-Esadî şebihhasının rejiminin Lübnan'daki işlerini gözetmekte, dahası otoritedeki bazı eksenler ona yardım etmesi ve Suriye'deki halkımızı katletmesi için savaşçılar göndermektedir!? Nitekim şöyle buyuran Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], ne kadar da doğru söylemiştir:

إن مما أدرك الناس من كلام النبوة الأولى إذا لم تستح فاصنع ما شئت "İnsanların Nübüvvet sözlerinden ilk öğrendiklerinden biri de: Eğer haya etmiyorsan dilediğini yap." [Buhari rivayet etti]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Dünyanın En Büyük Demokratik Devleti Olan" Hindistan, Kendi Kadınlarını Aşağılamaktadır

28 Aralık 2012 Cuma günü, 23 yaşındaki Hintli Tıp Öğrencisi, kendisine Delhi'deki bir otobüsün içerisinde tecavüz eden altı erkekten oluşan bir çete tarafından vahşî bir saldırıya maruz kalmasının ardından 16.12.2012'de isabet eden yaralanmanın etkisiyle ölmüştür. Nitekim onun davası, Hindistan polisinin performansına, hükümetin ihmaline ve kadınları koruma yönündeki aşağılık tutumuna karşı Hindistan'ın dört bir tarafında geniş protesto dalgası estirmiştir. Zira el-Cezira kanalına göre, Hindistan'da her yirmi dakikada bir kadına tecavüz edilmekte olup sadece geçen bir yıl içerisindeki tecavüz durumu 24.000'e ulaşmıştır. Aynı şekilde basın organları, Delhi'deki kadınların %80'nin tacize maruz kaldıklarından bahsederken Hindistan Times Gazetesi de Hindistan'daki tecavüzlerin korkunç bir şekilde arttığından ve son kırk yıl içerisinde %792'ye kadar ulaştığından bahsetmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:

"Batılı ülkeler, kadının onurunu ve haklarını garantileyen en iyi sistem olması itibarıyla İslam dünyasına "demokrasiyi" ihraç etmeye devam ederlerken dünyanın en büyük demokratik devletinin kadınları korumda berbat bir şekilde başarısızlığa uğradığını görmekteyiz. Zira kadınlara yönelik saldırıların oranı, korkunç bir boyutlara ulaşmış olup polis kadınların onurunu korumada ihmalkar davranır olmuş, hükümet kadınların güvenliklerini garantileme noktasında kayıtsız kalmış, kadınları erkeklerin isteklerini karşılayacak bir araç olarak muamele eden -ki buda toplumu ifsat etmektedir-, bireylerin fiziksel arzularının arkasında koşmasına izin veren ve evlilik dışı ilişkilerin propagandasını yapan liberal demokratik laik Hindistan rejiminin onayladığı Bollywood, eğlence sektörü, reklamlar ve pornografiyle somutlaşması kadınların değerlerinin azalmasını etkilemiştir. Bu da erkeklerin çoğunun kadınların onurunun çiğnenmesi yönünde hissettiği tiksintiyi azaltmıştır. Bundan dolayı halkın yarısının korku içerisinde yaşadığı liberal demokratik laiklik, İslam dünyası için uygun bir model değildir."

"İslam'ın Hilafet Sistemi tarafından kapsamlı bir şekilde tatbik edilmesi, kadının onurunun korunmasına dönük güçlü bir örneklik ve sahih bir metot sunacaktır. Zira İslam, liberal özgürlükleri reddetmekte ve toplum içerisinde takva mefhumunu güçlendirmekte olup Hilafet Devleti de kadın-erkek arasındaki ilişkileri şeri hükümlerle kayıtlı kalma temelinde düzenleyecek olan kapsamlı içtimai bir sistem tatbik edecektir. Ayrıca İslam, toplumda kötülüğün yayılmasını yasaklamakta, kadınların kadınlığının istismarının tüm şekillerini suç saymakta, iki cinsin arasının ayrılmasını vacip kılmakta, evlilik dışı ilişkileri haram saymakta ve buda kadını ve toplumu korumaktadır. İşte tüm bunların uygulanması, cürümlerle hiç gecikmeksizin muamelede bulunmaya muktedir bir yargı sistemini garantileyecek olmasının yanı sıra kadına müdahalede bulunan veya tek bir bakış yada kelimeyle bile olsa onun hakkını veya onurunu çiğneyen kimselere ağır cezalar uygulayacak olan Hilafet Sistemi'nin gölgesi altında olacaktır. İşte böylece kadınların yaşamı, eğitimi, işi ve seyahati için güvenli bir toplum oluşacaktır. Bunun içinidir ki bizler İslam dünyasındaki kadınları, sahih ilkeler, politikalar ve kanunlarla somutlaşan ve kadınların onurunu ve refahlarını koruyan bir sistem olarak Hilafet'i kucaklamaya davet ediyoruz."


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hak Sözü Söyleyen ve Hayrı Konuşan Mahkum Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Mühendis "Navit Butt'a" Destek Kampanyası

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Mühendis "Navit Butt'un", 11 Mayıs 2012 Cuma günü hükümetin  gizli servis personeli tarafından kaçırılmasının üzerinden yedi buçuk ay geçmiştir. Nitekim bu, üç masum evlatları ile bazı komşularının önünde gerçekleşmiştir. Zira Keyâni'nin emirlerine binaen onu sürükleyerek Pakistan İstihbaratına ait bir otomobilin içerisine koymuşlardır. Dolayısıyla bu, sadece NATO tedarik hatlarının açılmasına şiddetle karşı çıkmasından, binlerce Müslümanın kanlarının akıtılmasında Amerika'ya yardım ettikleri için Keyâni, Zerdâri ve Gilâni'yi suçlamasından, Amerika'nın Pakistan üzerindeki hegemonyasına karşı sağlam bir kaya olup kararlı ve sert bir duruş sergileyerek onların komplolarını ifşa etmesinden, tüm tagutlara "hayır" demesinden ve Batı'nın nüfuzunu İslam ülkelerinden silip süpürecek olan İslamî Hilafet Devleti'ni yeniden kurmak amacıyla sıkı bir şekilde çalışarak bu güzel ülke ile tüm İslam ülkelerinden onların nüfuzlarını kaldırıp atmak için uyanık ve şerefli bir çalışma yapmasından dolayı olmuştur.

Kardeş "Navit'in" kaçırıldığı günün üzerinden yedi küsur ay geçtiği gibi şu ana kadar da hiçbir kimse onun bulunduğu yeri bilmemektedir. Ayrıca bu ajan rejim tarafından gerçekleştirilen cürümler ve küstah baltacılıklar, sessiz olarak kalmaları için tehdit ve korkutma yoluyla ailesini takip etmeye kadar ulaşmıştır. Zira rejimin baltacıları, onun yeğenini kovalayarak üzerine silahlarıyla ateş açmışlar ve ardından da kadınlarının varlığının kutsallığını ve küçük çocukları gözetmeksizin başka bir yeğeninin evine de baskın düzenlemişlerdir.

Gerçekte bu rejim, cürümünü, yüzsüzlüğünü ve aldatmasını pekiştirmek için "Navit'in" ailesine içerisinde serbest bırakılması için fidye olarak para talep ettikleri bir mektup göndermiştir. Nitekim Navit, suç çetelerinin elinde olduğu halde onun Keyâni'nin baltacıları tarafından kaçırılmadığı intibası bırakma girişimde bulunmaktadırlar! Bu sırada gizli servis birimleri, 24 Mayısın akabinde "Navit'in" ailesine, içerisinde davet taşımayı bırakmaması halinde onu öldürmek ve cesedini de yok etmekle tehdit ettikleri bir mektup daha göndermişlerdir. Nitekim haktan zerre kadar sapmayacak olan mümin adamlarla karşı karşıya kaldıklarında Keyâni'nin kuyruklarının ödlekçe yöntemi işte budur. Zira onlar ancak kovarlar ve yok ederler. Allah onların tuzaklarını kursaklarında bıraksın.

Kardeş "Navit'in" kaçırılması, bu ajan Keyâni rejiminin yapmış olduğu yeni bir şey değildir. Bilakis onun, Hizb-ut Tahrir şebâbına dönük bir dizi aşağılık takibatlar ve kaçırılma eylemleri gibi uzun bir geçmişi vardır. Nitekim 12 Nisan 2012'de hükümetin birimleri polis kuvvetlerinin de yardımıyla Hizb-ut Tahrir üyesi Bilişim Mühendisliği Müdürü kardeş "Habibullah Selim'i" Karaçi'deki evinin önünden kaçırmıştır. Yine 15 Kasım'da kardeş "Dr. Zülfikar" kaçırılmış ve bunun ardından da 26 Kasımda Hizb-ut Tahrir / Pakistan Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstad "Saad Cagravî" kaçırılmış ve 07 Aralıkta en kötü zulmü ve muamelesiyle ün yapmış Lahor Merkez Cezaevine gönderilmiştir. Bundan önce de yaşlı ve diyabet hastası olmasına rağmen Keyâni'nin zindanlarında dokuz ay boyunca fizikî ve psikolojik işkence görmesinin ardından Dr. Abdulkayyum kaçırılmış ve onlarca Hizb-ut Tahrir şebâbı da kaçırılma ve hapis gibi benzer eylemlere maruz kalmışlardır.

General Keyâni'nin halka dönük hıyaneti ve Hilafet'e davetin, gerek halkın gerekse Silahlı Kuvvetlerinin  talep ettiği bir davet haline geldiği hiç kimseye gizli değildir. Nitekim bu, General Keyâni'yi kötüleştirmekte, Hizb-ut Tahrir'in faaliyetleri ve siyasî mücadelesi onu hüsrana uğratmakta ve tüm genişliğine rağmen dünya ona dar gelmektedir. Hatta bu durum onu, panik halindeki evlatlarının önünde şabâbımızın kaçırılmaları da dahil beşerî eylemlere başvurmaya mecbur bırakmıştır. Ancak bu iğrenç takibatlar ve Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcüsü kardeş "Navit Butt'un" kaçırılması onları, münkerin inkar edilmesi, zalim sultanlara karşı çıkılması ve yeryüzünde Allah'ın şeriatının tatbik edilmesi hususunda Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in onlar için çizmiş olduğu yoldan caydıramayacaktır.

Medya Organlarına ve Çalışanlarına Deriz ki:

Kardeş Navit, hayatını ümmetine ve ülkesine hizmet etmeye adamış ve bu ülke bağımlılıktan ve kindar Amerika'nın sömürüsünde çıkıp ümmetinin ve evlatlarının avucuna geri dönsün diye de tüm tehlikelere meydan okuduğu gibi zorluklara ve tehditlere de göğüs germiştir. Peki o halde onun davası, ona yardım etmenizi hak etmiyor mu?! Neden ona karşı kulaklarınızı tıkıyorsunuz?! Hakkın gerçekleşmesi için neden yüzlerinizi bu davaya döndürmüyorsunuz?! Zalime karşı mazluma desteklemek için neden konuşmuyorsunuz?! Profesyonel ve gerçek yükümlülük ve iddia ettiğiniz tarafsızlık bumu yani?! Nitekim  bizler, bu mücrim ve fasit rejime yardımcı olmanızı sizlere yakıştıramıyoruz. Zira kardeşlerinize yardım etmeyerek onları aşağılamak yoluyla rejime hizmet etmektesiniz. Dolayısıyla Allah, yapmış olduklarınızdan dolayı sizleri sorguya çekecek ve mazlumları desteklememek için kurmuş olduğunuz komplolardan dolayı da ümmet sizleri muhasebe edecektir!

Keyâni'nin Kuyruklarına Ve Zebanilerine de Deriz ki:

Zulüm devleti yok olmaya doğru gitmekte ve İslam Devleti de kapıda beklemektedir. O halde zalimin safında olmayınız. Yoksa çok kötü bir şekilde hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Dahası çok geçmeden ümmetinize geri dönünüz. Zira Arap ülkelerindeki tagutlar sizler için bir ibret olsun. Allah'ın lütfüyle tagutunuz Keyâni'nin akıbeti de işte böyle olacaktır.

İslamî Ümmete:

Hizb-ut Tahrir, bedeli ne olursa olsun tagutlara karşı koymada asla haktan vazgeçmeyeceğine dair kendi adına Allah'a söz vermiştir. Dolayısıyla kardeş "Navit'in" kaçırılması, sadece bizim azmimizi artıracağı gibi Hilafet Devleti kuruluncaya kadar onun başlattığı şeyleri tamamlamaya dönük ısrarımızı da artıracaktır. O halde hak sahipleriyle ve Hizb-ut Tahrir içerisindeki kardeşlerinizle birlikte olunuz ki böylece Pakistan'ı ve tüm İslam ülkelerini Amerikan hegemonyasının pisliğinden kurtaralım. Öyleyse "Navit" kardeşimiz serbest bırakılıncaya kadar Keyâni'nin ajanlarının önünde seslerini yükseltenlerden olunuz. Allahtan, onu ve tüm doğru mahkumları, gücü ve kudretiyle en kısa zamanda ailelerine kavuşturmasını temenni ediyoruz.

وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ "Hani o kafirlik edenler, sana tuzak kuruyorlardı da seni tutup bağlasınlar veya katletsinler veya seni (yurdundan) çıkarsınlar! Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Şüphesiz Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." [et-Enfâl 30]

 

Arapça kampanya sitesi:

http://www.hizb-ut-tahrir.info/info/index.php/contents/entry_22001

İngilizce kampanya sitesi:

http://www.hizb-ut-tahrir.info/info/english.php/contents_en/entry_22000


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Acil Çağrı El-Zaateri Kampının Utanç Lekesini Üzerinizden Kaldırıp Atınız

Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymazlar ve kendilerinin ihtiyacı olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Her kim de nefsinin hırsından (cimriliğinden) korunursa, işte kurtuluşa erenler onlardır.!" [Haşr 8]


Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Akide ve din kardeşliği sizlere, (ölüm kampı olan) el-Zaateri kampındaki Şam halkından olan kardeşlerinize yardım etmeniz için çağırıda bulunup çığlık atmaktadır. Zira onlar, İslam kardeşliğinin kucağındaki güveni ve bütün bağların ötesinde Allah'ın belirlediği akide bağının hararetinin sıcaklığını aramak için Esadilerin ölüm makinelerinden kendileri, ırzları ve çocuklarıyla birlikte bizlerin yanına kaçmışlardır. Nitekim Allah'a hakkıyla ibadet eden Müslümanların arasındaki bağ, çok güçlü ve çok kuvvetli olmuştur. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Muhakkak ki müminler kardeştirler." [Hucurat 9]

İşte (el-Zaateri) ölüm kampındaki Şam halkından olan bu kardeşleriniz, gıda, ilaç ve şiddetli soğuk gibi her şeyde çok şiddetli ve çok kötü acı çekmekteler ve akıl ve kalp hastası olan insan Şeytanları da onların etrafında dönüp durmaktadırlar. Nitekim onların bazı çocukları da şiddetli soğuk ve hastalıktan dolayı ölmüşlerdir.


Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Kerim Resulünüz Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

وَأَيُّمَا أَهْلُ عَرْصَةٍ أَصْبَحَ فِيهِمْ امْرُؤٌ جَائِعٌ فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُمْ ذِمَّةُ اللَّهِ تَعَالَى "Aralarında bir kişinin aç olarak sabahladığı herhangi bir hane halkının üzerinden Allahuteala'nın zimmeti / koruması kalkmıştır." O halde aramızda aç, hasta, korkan ve aşırı soğuktan dolayı tir titreyen el-Zaateri kampındaki Şam halkından olan kardeşlerimiz varken Allah'ın bizim üzerimizdeki zimmeti nerede kaldı ki.

Mültecilere yardım eden Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Kuruluşu [UNRWA], kafir bir kuruluş olup mümin hakkında ne bir zimmet nede bir ahit gözetmektedir. Zira Ürdün rejiminin ihmal cürümünü ve kardeşlerinize karşı olan görevini yerine getirmedeki ihmalini inkar etmeniz, sizleri Allah karşısındaki sorumluluktan muaf tutmayacağı gibi sizlerden, (el-Zaateri) ölüm kampındaki kardeşlerinize dönük yardım ve iane vacibini de düşürmeyecektir. O halde Allah katındaki zimmetinizin kalmasına hırs gösteriniz ve Şam halkından olan kardeşlerinize yardım etme yönünde hızlı hareket ediniz.

وَٱتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِى نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنْصَرُونَ "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz." [Bakara 48]

Ey Allah'ım biz tebliğ ettik! Ey Allah'ım Sen şahit ol! Zira şahit olanların en hayırlısı Sensin!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Araçlara Vergi Dayatmak ve İnsanların Mallarını Batıl Yolla Yemek, Şeran Haramdır

Ulusal Konsey (parlamento), ulaşım ve taşıma araçları da dahil istisnasız tüm araçlara vergi dayatılmasıyla ilgili yasayı büyük bir çoğunlukla onaylamıştır. Nitekim, her bir aracın motorunun boyutuna göre yıllık olarak (50-200-250) cüneyh ödenecektir. Bu da Konseyin, temsilcilerin sert alkışlarının ortasında 2013 yılına ait devlet bütçesini onayladığında olmuştur!!

İşte bu, halkı temsil ettiklerini iddia eden parlamento üyelerinin ikinci alkışlamaları olmuştur. Zira onlar, halkı yardıma muhtaç olan bu ülkedeki yeni vergilerin dayatılması aracılığıyla artan yükleri alkışlamışlardır. Nitekim birincisi, devletin birkaç ay önce yakıt fiyatlarını artırdığında olmuştu. Buda onların bu halkı temsil etmediklerini, ancak onları halkı temsil etmeleri için getiren rejimi temsil ettiklerini teyit etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, bu yeni vergilerin dayatılması bağlamında aşağıdaki gerçekleri vurgularız:

Birincisi: 2013 yılına ait bütçenin 2012 yılına ait bütçeden hiçbir farkı yoktur. Zira her ikisi de İslam esasına dayanmamakta, bilakis fakiri daha fakir zengini de daha zengin eden zalim kapitalizm esasına dayanmaktadır. Mesela bütçe, egemenlik sektörü maddesi altında yöneticilere 1.6 milyar cüneyh ayırırken tarıma sadece 6 milyon cüneyh harcamaktadır!!

İkincisi: Emtiaya, hizmetlere yönelik tüm vergiler ile aynı şekilde gümrüklerin alınması caiz olmayan haram mallardır. Zira Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır: لا يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ، إِلاَّ بِطِيبِ نَفْسٍ مِنْهُ "Gönül rızası olmadıkça, bir Müslümanın malı helal değildir." Dolayısıyla malı, şeri esas üzerine alınmadıkça onun gözlü razı olmaz demektir. Aynen Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, şöyle buyurduğu gibi: لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez." El-Meks: Gümrük demektir.

Üçüncüsü: Vergiler ve gümrükler, insanların, özellikle de fakirlerin yüklerini artırmakta ve emtia ile hizmetlerin fiyatlarını da yükseltmektedir. Buda hayatı dayanılmaz bir cehenneme dönüştürmektedir. Nitekim Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

مَنْ دَخَلَ فِي شَيْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْمُسْلِمِينَ لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ فَإِنَّ حَقًّا عَلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنَ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ "Kim Müslümanlara karşı fiyat arttırmak için onların fiyatlarından bir şeye müdahale ederse, o kimseyi kıyamet gününde bir ateş yığınına oturtmak Allah'ın üzerine hak olur."

Dördüncüsü: Araçlar üzerinden vergiler almak dolaylı vergiler sayılmakta olup bu, şeran haram olduğu gibi insanların mallarını batıl yolla yemekte caiz değildir. Bunun da ötesinde yükselen yakıt ve (yedek parça) fiyatlarının yanı sıra diğer vergiler ile yasal olmayan bir şekilde alınan rüşvetlerin acısını çeken araç sahiplerine başka bir yük daha eklemektedir. Dolayısıyla bu da insanlardan büyük bir çoğunluğunun kötü bir yaşam altında olan vatandaşlardan bu araçları kullananların geneline olumsuz yansımaktadır.

Beşincisi: İslamî Devlet (Hilafet)'in, fasit kapitalist demokratik rejimlerdeki gibi yıllık bütçeler belirlemesine gerek yoktur. Çünkü Beyt-ul Mâl'in gelirleri, şeri hükümlerin belirlediklerine göre elde edildiği gibi aynı şekilde şeri hükümlerin belirlediklerine göre de harcanmaktadır. Dolayısıyla bunların tamamı, daimi şeri hükümler olup bunlarda hiçbir görüşe mahal yoktur. Nitekim Hilafet Devleti, Allah'ın izniyle çok yakında geri döndüğünde Allahu Subhânehu'nun şu kavline icabet ederek buna bağlı kalacaktır:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, ne mümin bir erkek ne de mümine bir hanım için o işlerinde herhangi bir serbestlik olur. Her kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Peşaver Havalimanına ve Diğer Bölgelere Yönelik Saldırılar İhanet Saldırıları Olup Bizleri, Amerika'nın İslam'a Dönük Savaşını Bizim Savaşımız Gibi Kabul Etmeye Zorlama Girişimleridir

Cumartesi günü akşam saat sekiz otuz sularında, "teröristler" Peşaver Havalimanına saldırmış ve birkaç saat sonra da başta BBC istasyonu olmak üzere İngiliz medya organları, Taliban Hareketi'nin Sözcüsü İhsanullah İhsan'ın bilinmeyen gizemli bir şahsiyet olduğunu söyleyen bir haber yayınlamış ve saldırıdan hareketin sorumlu olduğunu ilan etmiştir. Bunun ardından medya kanalları, bu haberi yaymaya başladıkları gibi hükümetin - borazanlığını- yapan uzmanlar da, Amerika'nın İslam'a ve bölgedeki Müslümanlara yönelik savaşını kabul etmemiz gerektiği ve askerlerimizin bu fitne savaşında fedakarlık yapmaya devam etmesinin zaruri olduğu şeklinde görüş bildirmişlerdir.

Bu saldırının ardından hükümet, Peştkara bölgesi ile Bara yolunda kapsamlı bir askerî operasyonda bulunma kararı almıştır. Nitekim Enformasyon Bakanı "Mian İftihar Hüseyin'in" lisanı üzerinden tam bir operasyon talebi gelmiştir. Bundan önce de, yani 12 Aralık 2012'de, Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta Kabil'i ziyareti sırasında, Genelkurmay Başkanı Eşfak Pervez Keyâni'nin güvenli sığınaklara yönelik baskıların artırılması girişimde bulunmaya istekli göründüğünü açıklamıştır. Ayrıca Amerikan Savunma Bakanlığı bugün, Amerikan Kongresine, sanki bir hibe gibi koalisyona destek fonu çerçevesinde Pakistan için 700 milyon dolar verilmesini bildirmiştir!

İki Pakistan vatandaşının, Amerikan katili Raymond Davis'in eliyle gündüz vakti öldürülmesinin ardından, Pakistan Müslümanları "Raymond Davis" şebekesinin sivil ve askerî kurumlara yönelik saldırılarda ortak olduğunu bilir hale gelmişlerdir. Bu ise Amerika'nın fitne savaşını desteklemeye dönük bir korku atmosferi oluşturmak içindir. Ayrıca Müslümanlar, siyasî ve askerî liderlikteki hainlerin Amerika Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) ile casusluk yapan ve özellikle Kabileler Bölgesi'nde olmak üzere Pakistan'ın dört bir tarafından terörist faaliyetler yapan Blackwater gibi özel kuruluşlara izin verdiklerini de bilmektedirler. Dolayısıyla Silahlı Kuvvetlerin içerisindeki Müslümanlar, Kabileler Bölgesi'ndeki Müslüman kardeşlerine karşı savaşmayı istememektedirler. Bundan dolayı onların desteklerini kazanmak için onlara şöyle denilmektedir; bizler, Müslümanlara karşı değil Kabileler Bölgesindeki kafirlerle savaşıyoruz. Bunun içindir ki terör üstlerinde içki hikayelerinin yada teröristlerin sünnetsiz olduklarına dair raporların yayılması gibi yalanları, geniş noktalara yaygınlaştırmaktadırlar. Şimdi de üzerinde Şeytan dövmesi olan ceset sunulması şeklindeki başka hikayelerle gelmektedirler! Dolayısıyla dövme resimleri geniş noktalara dağıtılmaktadır. Dolayısıyla da siyasî ve askerî liderlikteki hainler insanları, bizler Kabileler Bölgesine kuvvetlerimizi Müslümanlara karşı savaşsınlar diye göndermek istemiyoruz, bilakis bizler kafirlerle savaşmaları için göndermek istiyoruz şeklinde ikna edeceklerini bilmektedirler. Halbuki insanlar, hain yöneticiler ile efendileri Amerikalıların ellerindeki aptallar olmayı reddetmektedirler.

Bu hain yöneticiler, geçen sekiz yıl boyunca Kabileler Bölgesi'ni tamamen savaş alanına çeviren Amerikalıların efendilerinin emirlerine binaen öldürmektedirler. Nitekim buda binlerce sivil ve askerin ölümüyle sonuçlanmış, kabilelerin milyonlarca evlatlarını kendi ülkelerine sığınmaya mecbur bırakmış ve tüm ülke kaos içerisinde yaşar hale gelmiştir. Nitekim medya organlarında; birçok eski diplomatlar ile ordu mensuplarının defalarca, Blackwater'ın büyük şehirlerde ve askerî bölgelerde "güvenli evlerinin" olduğunu, ancak şu ana kadar bu "teröristlerin güvenli sığınaklarının" sökülüp atılması için hiçbir icraatta bulunulmadığını söyledikleri geçmiştir. Ama Amerika'nın bölgedeki çıkarlarını gerçekleştirmek için bu hain yöneticiler, binlerce askerimizi bu fitne savaşının ateşine atmaktalar ancak onlar, Lahor'daki konut alanları gibi hassas yada yüksek nüfuz yoğunluğuna sahip olan askerî konutlarda bulunan Blackwater'in sığınağına karşı her hangi bir uygulamada bulunmamaktadırlar. İşte bu tutum, bu hainlerin pazarlarda ve askerî ve sivil kurumlardaki bombalı saldırıları durdurmak istemediklerini, bunun yerine İslam'a ve Müslümanlara yönelik Amerikan savaşı bahanesiyle bu saldırılara hizmet ettiklerini göstermektedirler. Halbuki şayet bu yöneticiler sadık bir şekilde bizimle birlikte olmuş olsalardı, bu Amerikan paralı askerlerinin Pakistan'a girmelerine izin vermezlerdi.

İnsanların musibeti, göğüslerimize çöreklenen bu hain yöneticiler ile sömürgeci rejimdir. Bundan dolayı bu yöneticiler kaldırılıp çöplüğe atılmadıkça ve İslam ile hükmedecek bir Halife'ye biat edilmedikçe Müslümanlar izzetlerini ve onurlarını elde edemeyeceklerdir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِmam [Halife], ancak arkasında savaşılan ve onunla korunulan bir kalkandır." [Müslim rivayet etti]

Bu nedenle Müslümanların bugün kalkanının olmamasından dolayı kendi topraklarında bile güvende değillerdir.


Ey Müslümanlar!

Sizleri, Hilafet'i kurmaya ve bu kalkanı geri getirmeye davet ettiğimiz gibi bu şeri vacibi yerine getirmek için Hizb-ut Tahrir'in yanında yer almaya davet ediyoruz.

Ey Silahlı Kuvvetleri'ndeki Muhlis Subaylar!

Sizin üzerinize düşense, şöyle buyuran Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in müjdesini gerçekleştirmek için Hizb-ut Tahrir'in yanında yer almaktır:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." [Ahmed rivayet etti]


Şeyh Şehzad
حزب التحرير   
Hizb-ut Tahrir   
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sidi Bouzid'de Hizb-ut Tahrir Kampanyası

16.12.2012 Pazar günü, çadırlardaki diyalog noktaları sayesinde Hizb-ut Tahrir'in Sidi Bouzid şehrinin dört bir tarafındaki şebâbı ve destekçilerinin dikkat çekici katılımı olmuştur; nitekim hizib burada, şehrin hassas beş noktası hususundaki fikrî ve siyasî yayınlarını ve kayıtlarını sunmuş ve buda 17.12 pazartesi gününe kadar devam etmiştir. Zira ayaklama, onun sonuçları, insanları beklentileri ve bu yeni tarihsel gidişata dönük hizbin vizyonu hakkında insanlarla diyalog kurmak için çadırlar uygun olmuştur. Nitekim muhtelif başarısız diyaloglar ve insanların genel acı durumları sayesinde hizbin şebâbı dikkat çekmişlerdir. Dolayısıyla hizbin şebâbının hırs gösterdiği dikkat çekici ve odak nokta, ayaklanmanın bir başlangıç olup İslam yoluyla derin köklü bir değişimin talep edilmesi olmuştur. Çünkü işlerin gözetiminin yanı sıra emanetin, doyumun ve yeterliliğin gözetimine muktedir olacak olan sadece İslam'dır. Dolayısıyla bu da, insanlar yamayla yetinmesin ve fesadının ömrünün uzamasına razı olmasın diyedir.

17.12 pazartesi sabahı, Medya Bürosu Başkanı Rıza Bil-Hâc katılmış ve katılımcıların huzurunda bir konuşma yaparak İslamî kökleri olmayan anayasanın konulması gibi ayaklanmanın tüm komplolara karşı korunmasının zaruretine dikkat çekmiş ve yabancılara ve ajanlara bağımlılık noktasında da uyarıda bulunmuştur...

Ayrıca ortada, ümmetin iradesinin tamamen geri dönmesi tahakkuk etmesin ve İslamî köklü bir değişim gerçekleşmesin diye bu ayaklanmayı kapıp kaçırmaya dönük bir niyetin olduğuna dikkat çekmiştir. Nitekim buda insanları, taksit ve erteleme ilgili günlük taleplerle meşgul etmek ve yapay olayları enjekte ederek onları istismar etmek içindir. Dolayısıyla hizib ve liderleri, halklardan tam bir karşılık bulmuş ve mesele, insanlardan ezici çoğunluğun reddiyle karşılaşan resmî geçidin bitmesinin sonrasına kadar devam etmiştir.

Onlardan birinin, podyuma taş ve mermi atanların arkasında Hizb-ut Tahrir'in olduğu şeklindeki suçlamasına gelince; bu, açık bir yalan ve yapmacık bir tuzaktır. Ayrıca bu yalan, sadece hizbe yönelik değil, bilakis Sidi Bouzid ve halkına yönelik de bir yalandır.

Ahmak biri konuştuğunda cevap verme .... Zira ona  verilecek en güzel cevap, susmaktır.


Hizb-ut Tahrir
Tunus Medya Bürosu Başkanı
Üstad Rıza Bil-Hâc

Devamını oku...

Ey İnsanlar! Hem Hindistan İle Amerika'nın Ajanları Olan Hasina ve Halide'yi Hem de Bu Tür Ajanları Doğuran Demokratik Rejimi Kaldırıp Atınız

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Bangladeş emperyalizminin vizyonları şuan herkes için açık bir hale gelmiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir olarak bizler de bu vizyonları insanlara birçok kez ifşa etmiştik. İşte söylemiş olduklarımızın özeti aşağıdaki şekildedir:

1-Haçlıların lideri Amerika, bu bölgede İslamî Hilafet'in geri dönmesini engellemek için plan yapmaktadır. Zira o, bu planı gerçekleştirmek için Çin'in, nüfuzu altındaki ülkelerin çevresinde kalmasını istemektedir. Nitekim Amerika, birçok kez yapmış olduğu askerî tatbikatlar da dahil çeşitli gerekçeler altında bölgedeki askerî varlığını güçlendirmektedir. Dolayısıyla bu eğitimler, Amerikan politikasının temel taşı olmuştur. Zira "Asya Ekseni" adlı bu politika ile Bangladeş ile yapılan stratejik ve güvenlik diyalogunun bu politikanın bir parçası olduğu da bilinmektedir.

2-Ayrıca Amerika, kendisiyle birlikte çalışması için Hindistan'ı kazanma politikasına itimat etmekte olup bu politikayı da "stratejik ortaklık" olarak adlandırmıştır. Zira Amerika, Hindistan'ı kendi yanına çekebilmesi için Hindistan'ı bir takım imtiyazlarla ayartması gerektiğinin farkındadır. Özellikle de Hindistan, şu anda iktidar olan Kongre Partisi altında İngiltere'ye boyun eğiyorken.

3-Bu Amerikan politikasının tercümesi, Pakistan ve Bangladeş'in olduğu Müslüman iki komşu ülkeyi kendisine boyun büktürmek yoluyla "Stratejik Ortaklık ve Hindistan'a İmtiyazlar Sağlamaktır." Mesela Pakistan'ın Hindistan'a boyun büktüğü hususlardan biri de onun Pakistan'a, Keşmir Müslümanlarını terk etmesi tavsiyesinde bulunmasıdır.

4-Nitekim İngiltere ve Hindistan ile olan ittifak ile Hasina'nın Bangladeş yönetimine getirilmesi, işte bu Amerikan politikasının sonuçlarıdır. Aynı şekilde Amerika, siyasî hedeflerine hizmet eden bir yolla ülkede egemen olan siyasî ve askerî bir kurum oluşturmak için de çalışmaktadır. Bu şekilde o, kendi ülkesinin zati çıkarlarını gerçekleştireceği gibi aynı zamanda stratejik ortaklıklarını güçlendirmek için bundan Hindistan'ın da faydalanmasına izin vermektedir.


Hasina, Amerika ve Hindistan ile İşbirliği Yapmaktadır:

Subhânehu ve Te'âla, doğru söylemiştir:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkar edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Allahu [Subhânehu ve Te'âla], gerçekten de doğru söylemiştir. Zira İslam'ın ve Müslümanların düşmanı Hasina'nın iktidarının pekişmesinin ardından Amerika ve Hindistan, şerir planlarını uygulamaya başlamışlar ve Hasina da bu planın uygulanması için tam bir işbirliği yapmış ve ülkeye yönelik ihanet ve hainlikte tüm sınırları aşmıştır. Bundan dolayı aşağıda, onun hıyanetlerini kanıtlamak için küçük örnekler hatırlatacağız:

-Sınır Muhafızları Subayları katliamında gizli anlaşma yapmış ve ta o zamandan bu yana da Hindistan ile Amerika'nın talebi üzerine Sınır Muhafızlarına karşı benzer planlar uygulamıştır. Zira İslam'ın, ülkenin ve insanların maslahatlarının yanında yer olan ordu subaylarını tasfiye etmiştir.

-Bangladeş'i, mücrim Amerikan ordusunun askerî üssüne dönüştürmüştür. Zira Amerika, sanki Bangladeş kendi bahçesiymiş gibi bu ülkede istediği gibi askeri tatbikatlar yapmaktadır. Ayrıca Müslüman Bangladeş ordusunu, benzer anlaşmalar gereği şu an Amerikan savaşlarında kendi evlatlarına karşı savaşan Müslüman Pakistan ordusu gibi Amerikan savaşlarında savaşması için Amerikan ordusunun bir bölüğüne dönüştürmeyi hedefleyen "ACSA" Antlaşması'nın imzalamak için Amerika ile gizli müzakereler düzenlemektedir.

-Hintli yedi kardeş eyaletlerindeki bağımsız hareketlerin liderlerini teslim etmiştir. Dolayısıyla bunda, kesinlikle Bangladeş için herhangi bir fayda bulunmazken Hindistan için yaşamsal güvenlik çıkarı bulunmaktadır.

-Hindistan, güvenliğini ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek için yedi kardeş geçiş güzergahına izin vermiştir.

-Hindistan'ın sınırlar üzerindeki Müslümanları katletmeyi sürdürmesine rağmen sınırlar üzerinde Hindistan ile savaşmayı yasaklayan bir politika benimsemiştir.

-Yaşamsal bir proje olarak derin deniz limanı inşa edilmesini onaylanmıştır. Halbuki bunun ülkeye hiçbir faydası olmadı gibi bilakis uluslar arası emperyalist güçlere faydası olmaktadır.

-Ülkenin petrol ve doğalgazını kolay bir şekilde yağmalaması için çokuluslu Amerikan şirketleriyle anlaşmalar imzalandığı gibi "TICFA" Anlaşması'nı da imzalamak için Amerika ile müzakere yürütmektedir. Halbuki bu anlaşma, Amerika'nın ülkenin ticaretine egemen olmasına imkan veren bir anlaşmadır.

-Siyasî bir akide olması itibarıyla İslam'a savaş açtığı gibi siyasi ve hadaratsal bir alternatif olarak İslamî Hilafet'e davet edenlere de savaş açmıştır. Nitekim Amerika, İngiltere ve Hindistan'ın gündemindeki öncelikli çalışma, işte bu çalışmadır.

Bundan dolayı hain Hasina, Amerika ve Hindistan ile sınırsız bir şekilde işbirliği yapmaktadır. Ancak bu neşriyatın başlarında zikrettiğimiz gibi iktidarda kimin olduğuna bakmaksızın kendi politikalarına hizmet edecek iktidar bir kurum oluşturanlar da bizzat bu emperyalistlerdir. Şöyle ki; herhangi bir yönetici, aynı yolla kendilerine tabi olacak başka bir yöneticiyle değiştirilmektedir.


Hindistan ile Amerika'ya kölelikte Halide Ziya ile Hasina eşittirler.

Halide Ziya'nın yıllar boyunca Amerika'nın güvenilir bir ajanı olduğu bir sır olmayıp buna tekrar vurgu yapmaya gerek yoktur. Nitekim "ülke aşkı" bahanesiyle Hindistan karşıtı çağrılarda bulunması, onun bir Amerikan yanlısı olduğunun ve onun çıkarlarına hizmet etmesinin bir sonucudur. Zira Hindistan'a yapmış olduğu en son ziyaretinde, Amerika ile Hindistan arasındaki stratejik ortaklığın gelişmesi amacıyla Hindistan'ın çıkarlarına hizmet etmeye hazır olduğunu açıklamıştır. Nitekim Halide Ziya, geçmişi unutmak istediğini söylemiştir! Gerçekten hangi geçmişten bahsediyor ve müşrik düşman bir devletin işlemiş olduğu hangi cürümleri unutmak istiyorsun acaba? Bangladeş ordusundaki subayların katledilmesini mi unutmak istiyorsun? Yoksa sınır duvarları üzerinde filanca bir kız çocuğunun yada diğerlerinin vücudunun parçalanmasını mı?...


Peki o halde iktidara getirilmesi halinde izleyeceği yol ne olacaktır?

-Sınır Muhafızları katliamını unutturacak, katilleri cezasız bırakacak ve Amerika ile Hindistan'ın çıkarlarına muhalefet eden ve İslam ile ülkenin maslahatının yanında yer alan ordu subaylarının orada hiçbir yeri olmayacaktır.

-İleride ülkedeki Amerikan askerî varlığını geliştirmek yoluyla Amerikan hegemonyasını geliştirmeye devam edecektir. Aynen geçmiş iktidarı döneminde yapmış olduğu gibi.

-Hintli yedi kardeş eyaletlerindeki bağımsız hareketlere karşı tutumu açısından olana gelince; nitekim Halide Ziya, Delhi'yi ziyareti sırasından bu yöndeki tutumunun Hasina'nın tutumuyla aynı olduğunu açıklamış ve şöyle demiştir: "Bangladeş topraklarının, Hindistan'a karşı kullanılmasına asla izin vermeyeceğim."

-Geçiş meselesiyle ilgili olana gelince; nitekim Halide, Hindistan başbakanı ile yapmış olduğu görüşmede güzel kelimeler kullanmış ve şöyle demiştir: "Bizler geçişleri, bölgesel bağlantının bir parçası olarak tercih ediyoruz."

-Sınır katliamları meselesiyle ilgili olana gelince; buna yönelik tutumu, Hasina'nın tutumuyla örtüşmektedir. Aynen yardımcısının şu şekilde dediği gibi: "(Halide Ziya), Hindin başbakanı ile birlikte bu sorunları canlı tutmaktadır."

-Deniz derinlikleri meselesiyle ilgili olana gelince; Halide Ziya'nın tutumu, onun istismar edilmesi üzerinde uluslar arası şirketleri onaylamaktır.

-Petrol, doğalgaz şirketleri ve "TICFA" anlaşmasıyla alakalı Amerika ile imzalanan anlaşmalar meselesiyle ilgili olana gelince; onun deklare edilen politikaları, Hasina'nın politikalarının aynısıdır.

-Siyasî bir alternatif olarak Hilafet'e davet edenlere meydan okuma konusu hakkında olana gelince; Halide Ziya ile Şeyha Hasina, efendilerini hoşnut etmek için aynı yöntemi takip etmektedirler.


Açıktır ki Halide Ziya'nın politikası, Şeyha Hasina'nın politikasının bizzat aynısıdır ki buda, emperyalizme köleliktir. Dolayısıyla bu ülkedeki insanlar, yıllardan beridir Hasina ile Halide'nin her ikisinin de ülkenin iç sorunlarını asla çözemeyeceklerinin farkındadırlar. Bununla birlikte bazıları, Halide'nin Hindistan karşıtı konuşmasından dolayı Hasina'nın politikasından farklı olduğuna inanmaktadırlar. Nitekim gerek Hasina gerekse Halide, birçok insanın acı çekmesine neden olan ve yabancı başkentlerde efendilerinin ajanları gibi davranan yöneticiler üreten demokratik rejimin ifrazatları noktasında başarısız olmuşlardır.


Demokratik rejim, bu ajanların fabrikasıdır.

Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ "Muhakkak ki Allah, emanetleri sahiplerine iade etmenizi ve İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder." [Nisa 58]

Evet, bu emirler, Allahu [Subhânehu ve Te'âla] katından yöneticiler içindir. Ancak demokratik rejim, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emirlerini çiğnemeye dayalıdır. Zira yöneticiler, insanları zulümle ve onlara hıyanet ederek yönetmektedirler. Nitekim Müslümanlar, sömürgecilik gelinceye kadar demokratik rejimi bilmiyorlardı. Dolayısıyla Hilafet ilga edildikten ve emperyalistlerin ümmeti parçalamasının ardından kafirler, doğrudan Müslümanların ülkelerine hakim olmuşlar, Müslümanları İslam ülkelerinden ayrılmaya yönelik şartlara zorlamışlar, kendi çıkarlarını garantilemeye devam etmek için ümmetin başına ajanları dikmişler, ülkelerin geneline Orta Doğu'daki krallar ve tagutlar gibi diktatör yöneticileri dikmişlerdir. Ardından ülke halkı, zulmün ve hıyanetin neticesinde değişimi talep ederek ayaklandığında da Batılı güçler, iktidardaki yeni ajanları pekiştirmenin bir aracı olan demokrasi sloganıyla gelmektedirler. Zaten bizler şu anda, Arap ülkelerinde meydana gelenlere ve bazı durumların, gerek gitmesinin ardında ülkenin sistemi olarak gerekse de otoritenin ajanlarının ellerinde kalmasını garantilemenin yolu olarak demokratik sömürgeci güçleri geride bıraktığına tanıklık etmekteyiz. Aynen Hindistan'da Nehru ile birlikte meydana gelenlerde, Pakistan kanadında ve diğer durumlarda olduğu gibi. Nitekim bunlar, emperyalist güçler arasıdaki rekabet nedeniyle olmuştur. Zira bu güçler, uluslar arası güçlerden ve diğer durumlarda kendisiyle rekabet eden ajanı değiştirerek kendi ajanını pekiştirmek için demokratik sloganlara hizmet etmektedirler. Nitekim emperyalist güçler, Irak ve Afganistan'daki durumda olduğu gibi "B52" bombardımanı yoluyla halklara demokrasiyi dayatmaktadırlar.

Bu nedenle (üçüncü dünya ülkeleri olan) İslam ülkelerine demokrasiyi eken tüm olgular, iktidardaki Batı ajanlarını pekiştirmek içindir. Nitekim yeni sömürgecilik tarafından yapılan en büyük aldatıcı üsluplardan biri de insanları, seçtikleri yöneticilerin kendilerinden olduğu şeklinde aldatmaktır. Halbuki bu yöneticiler, emperyalist yanlısı yöneticilerdir. Bangladeş'in durumu, buna dair bir örnektir. Nitekim İngiltere'nin ajanları olan Avami Birlik Partisi'nin liderleri, bağımsızlığın ardından ülkenin yöneticileri olmuşlardır. Bunun ardından ise Amerika'nın ajanı Ziya Rahman yönetici olmuş ve bunu da İngiltere ve Hindistan'ın desteğiyle Arşad izlemiştir. Amerika, İngiltere ve Hindistan'ın desteğiyle Arşad'ın düşmesinin ardından, Halide ile Hasina'nın arasında "demokratik seçimler" yapılmıştır. İşte bu zamandan bu yana iktidar, bu ikisi arasında dönmekte ve bu ikisine de ana muhalefet partileri eşlik etmektedirler.


Ey Müslümanlar!

Kaç defa aldatıldınız?Ayrıca Mucib, Arşad ve Ziya tarafından aldatılmanızı unutmaya çağrıldığımız gibi 1991, 1996, 2001 ve 2008 seçimlerinde sadece Hasina ile Halide'den bahsetmeye, yani 20 yıl boyunca dört dönem yapılan seçimlerde aynı yüzlerden bahsetmeye çağrıldık! Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

لاَ يُلْدَغُ المُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ "Mümin bir delikten iki defa sokulmaz." [Buhari]

O halde Hasina ile Halide'nin beşince kez geri dönmesine izin vermeyiniz ve demokrasiyi devirmek ve Hilafet'i geri getirmek için çalışınız. Zira Hilafet Devleti, analarınızı, bacılarınızı, eşlerinizi ve kızlarınızı, ölünceye kadar bir yangının içerisinde ölümle karşı karşıya kalsınlar diye tekstil fabrikalarının içerisine hapsetmeyeceği gibi Hilafet, çürük köprüler gibi ölüm tuzaklarının inşa edilmesine da asla izin vermeyecektir. Dolayısıyla Hilafet, işlerinizi gözeteceği gibi adaletle hükmedecek, isteklerinize karşılık verecek ve sonra da sizleri, Amerika, İngiltere ve Hindistan'ın hegemonyasından sonsuza dek kurtaracaktır. Yine Hilafet, ülkenin egemenliğinin ve güvenliğinin çiğnenmesine ve doğal ve askerî kaynaklarının sömürülmesine de asla izin vermeyecektir.


Ey Kuvvet Ehli!

Sizler, Hasina ile Halide'nin cürümlerinin farkındasınız. Zira o, sizlerin gözleri önünde konuşmaktadır. Ayrıca sizler çok iyi bilmektesiniz ki; sözde demokratik seçimler, bu ikisini sabitleştirmenin aracından öte bir şey değildirler. Dolayısıyla onlardan her kim ülkeyi yönetmesi için bu ikisinin eteklerine sarılırsa, bu sistem yoluyla muhlis siyasilerin yönetime ulaşması için bir yol bulamayacaklardır. Nitekim Müslümanlar olarak sizlerin, bu gerçekleri görmezden gelmek gibi bir özrünüz yoktur. Çünkü maddi güç, sizlerin elindedir. O halde sizin üzerinize düşen, rejimi ortadan kaldırması ve yeniden Hilafet Devleti'ni kurması için muhlis siyasilere nusret vermektir.

Hizb-ut Tahrir, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emirlerine bağlı muhlis bir hizib olup insanlara adaletle hükmetmek ve emaneti onlara vermek için çalışmaktadır. Dolayısıyla o, bir güvene sahip olduğu gibi halk da ona destek vermektedir. Zira insanlar, bizim samimiyetimizi bilmekteler ve bundan dolayı da söylediklerimize güvendikleri gibi bizlerin, ülkenin sorunlarını çözecek bir yol izlediğimizi de bilmektedirler. Dolayısıyla söylediklerimizin doğruluğunu araştırmak için insanlarla ve akrabalarınızda konuşmanız yeterli olacaktır

Hizb-ut Tahrir, bölgesel ve uluslar arası politikalara karşı uyanık bir hizib olup bölgesel ve dünyadaki güç dengelerinde belirleyici bir değişim gerçekleştirmeye de muktedirdir. Şöyle ki; İslamî Hilafet, dünyada birinci devlet olacak ve dolayısıyla da ümmetin onurunu geri iade edecektir.

Hizb-ut Tahrir, küresel boyutta çalışan bir hizib olup Doğu ve Batı'da bulunan İslam ülkelerinin muhtelif başkentlerinde bulunan Müslümanları Hilafet Devleti'ni desteklemeleri için seferber etmeye de muktedirdir. Yine o, ümmetin ordusuyla bağlantısı olan bir hizibtir. Bundan dolayı izolasyon korkusu yada diğer herhangi bir korku nedenlerinden dolayı kışlalarından çıkanların ilki olacağız diye tereddüt yaşamayın. Çünkü binlerce Müslüman ve onlarca tugay sizlerin ve Hilafet'in yanında yer alacaklardır. O halde Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emrine icabet ediniz ve Hizb-ut Tahrir' e nusret veriniz.

 

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ أُولَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ  فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ  ثُلَّةٌ مِنَ الْأَوَّلِينَ  وَقَلِيلٌ مِنَ الْآخِرِينَ "Önde olanlar, önde olanlar var ya! İşte onlar, (Allah'a) en yakın olanlardır. Naim cennetlerindedirler. (Onların) çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerdendir." [el-Vâkıa 10 -11-12-13-14]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER