Pazartesi, 26 Muharrem 1447 | 2025/07/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Lizbon'daki NATO Zirvesi, Müslümanlara Baskı Yapma ve Raşidi Hilafet Devleti'nin Geri Dönüşünü Engelleme Hususunda Doğu-Batı Koalisyonunu Güçlendirmektedir

Zirvenin akabinde düzenlenen kısa basın toplantısında NATO Genel Sekreteri Rasmusen ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai, Afganistan'daki Batılı işgali görünür gelecekte pekiştiren yeni bir stratejik anlaşma ve uzun erimli bir ortaklık anlaşması imzaladılar. Nitekim Rasmusen, bunu şu sözleriyle açıkladı: "Afgan halkının kendi vatanın efendisi olacağı bir süreç başlattık ve muharip misyonumuz bittikten sonra bile devam edecek uzun erimli bir ortaklık üzerinde (Karzai) ile anlaştık."

Bilindiği üzere Lizbon zirvesi, savaş ekipmanlarının demir yolları aracılığı ile Rus toprakları üzerinden Afganistan'daki NATO güçlerine transfer edilmesi sürecinin genişletilmesi üzerinde Rusya ile yapılan bir anlaşma ile sonuçlanmıştır. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Banki Moon, zirvede yaptığı konuşmasında Birleşmiş Milletlerinin Afganistan'daki sözde barışın gerçekleşmesi çabalarına dönük desteğinin süreceğini vurgulayarak NATO'nun Rusya ile koalisyonunu tebrik etmede gecikmedi.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak aşağıdaki hakikatleri açıklamak isteriz:

1. Bu açıklamalar, sadece İslam'a ve Müslümanlara düşmanlıkta birleşen Birleşmiş Milletler Örgütü de dahil Batı-Rus koalisyonunun gerçeğini açıkça ifşa etmektedir. Zira bu koalisyon, İslam'ın yönetime geri gelmesini, Müslümanların dinlerinin hükümlerine ve Rablerinin şeriatına göre yaşamasını engellemek için çalışmaktadır.

2. Karzai, kamuoyunun öfkesini çeken uluslararası güçlerin askeri taktiklerine açık eleştiriler yöneltmesine rağmen bu açıklamalarını yutuvererek Müslümanların kanlarını heder edecek ve onların saflarındaki artı katliamları meşrulaştıracak anlaşmayı imzalayarak efendilerinin talimatlarını yerine getirdi.

3. Bizlere bu, Kerim Nebimiz Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu söyleyen Sevban'ın şu hadisini hatırlatmaktadır:

يُوشِكُ أَنْ تَدَاعَى عَليكُم الأُمَمُ كما تَدَاعَى الأَكَلَةُ عَلَى قَصْعَتِها، فَقَالَ قَائِل: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غثاء كَغِثَاءُ السَّيْلِ، وَلَيَنْـزَعَنَّ الله مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُم المَهَابَة مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ الله فِي قُلُوبِكُمُ الوَهْن، فَقَالَ قَائِل يَا رَسُولَ الله وَمَا الوَهْن قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيةُ المَوْت "Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi ümmetlerin (diğer milletlerin) sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır." Birisi dedi ki: "Yâ Rasûl Allah! Bu, bizim o zaman (sayıca) az olmamızdan mıdır?" Dedi ki: "Bilakis siz o zaman çok olursunuz, velâkin selin köpüğü gibi bir köpük (ağırlığında) olursunuz. Allah mutlaka düşmanlarınızın göğüslerinden sizin heybetinizi çıkaracak ve sizin kalplerinize de Vehn atacaktır." Birisi dedi ki: "Yâ Rasûl Allah, Vehn de nedir?" Dedi ki: "Dünyayı sevmek ve ölümü kerih görmektir."

4. Allahu Subhânehu, Müslümanlara bizlerle topyekun savaşan müşriklerle topyekun savaşmalarını emretmiştir. Afganistan, Irak ve Filistin'de yaşananları gözlemleyen bir kimse, şayet mücrim nizamların gizli ittifakları olmasaydı İslam ümmetinin düşmanlarının İslam diyarını kirletemeyeceğini ve diledikleri gibi katliam ve yıkıp yapamayacaklarını bütün çıplaklığıyla görürdü. Zira bu nizamlar, ya doğrudan saldırgan devletlerin savaş çabalarına ortak olmaktalar ya işgalcinin oluşturduğu ortamlara ayak uydurmaya koşuşmaktalar ya işgal altındaki beldelerde bulunan kardeşlerine yardım etmeyi düşünen herkese zulmetmeye koyulmaktalar yada en azından yaşananlarla hiçbir ilgilerinin olmayıp kendilerini ilgilendiren tek şeyin fani dünyanın enkazları peşinde koşmak olduğunu düşünmekteler.

5. Allahu Subhânehu, dinini koruyacağını ve onu diğer dinlere üstün kılacağını vaat etmiştir:

يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Velev kafirler kerih görseler de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır." [es-Saff 8]

6. Son olarak Müslümanların şeri vecibesinin, ülkeleri ve insanları düşmanlarına mubah kılan zalim yöneticilere engel olmaları ve Kerim Nebimiz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Hilafeti kurmak için çalışanlarla birlikte çalışmaları olduğunu vurgularız. Zira izzetin, şerefin ve her iki darda da kurtuluşu ermenin yolu Hilafettir.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiliz Savunma Başkanı: Afganistan'daki Savaşın Hedefinin Hilafet Devleti'nin Kurulmasını Engellemek Olduğunu Vurguladı

İngiliz "Sunday Telegraph" gazetesi, 14.11.2010'da İngiliz Savunma Başkanı General David Richards ile yaptığı basın diyalogunda Richard'ın "Aslında Afganistan'daki savaşın İslam karşıtı bir savaş olduğunu" vurguladığını ve "Batılı kuvvetlerinin Afganistan'da "30" yıl daha kalabileceğini açıkladığını" yayınladı.

General, "-Kanımca- İngiltere'nin ve müttefiklerimizin ulusal güvenliği tehlikededir. Bu nedenle İslami radikalizmin sahte ideolojik şekillerinden habis bir türüne karşı küresel bir savaşın içerisine girdik. Afganistan'daki erkeklerimiz ve bayanlarımız, bu ideolojinin yayılmasını engellemek için savaşmaktadırlar" diyerek bayatlamış gerekçeleri tekrarlayıp durmaktadır. Bu açıklamalar bağlamında aşağıdaki hususları ifade ederiz:

General Richards, Batının Afganistan'daki başarısız vahşi işgalini haklı çıkarmak için geçen yılda aynı sahte iddiaları tekrarlamıştı. Generalin, İngiltere'nin sokaklarında güvenliği sağlamak için işgalin gerekli olduğu şeklindeki iddiası İngiltere'deki birçok kişi tarafından bile kabul görmemiştir.

Afganistan'daki işgalin sürmesinin gerçek sebebi, Afganistan'ın muazzam miktarda doğal servetlere sahip stratejik öneme haiz olan bölgenin bir parçası olması ve bu bölgedeki insanların İslami yönetimin gölgesinde yaşamayı talep etmeleridir.

Afganistan, Pakistan, Orta Asya ve İran, Avrasya bölgesinin merkezi bir parçasıdır. Bu nedenle Amerika'daki geçmiş hükümetlerin Amerikan kuvvetlerini güçlendirmek ve bölgedeki Amerikan hegemonyasını pekiştirmek amacıyla Afganistan ve Pakistan'ı kullanmaya odaklanması hiç şaşırtıcı değildir. İngiltere de kapitalist bir devlet olduğunu göre pastadan pay almak için Amerika ile birlikte hareket etmektedir.

Amerika, 2001 yılında Afganistan'ı işgal ederek aşağıdaki stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştı:

1. Rusya ve Çin'in Asya ve Avrupa üzerindeki hegemonyasını engellemek

2. Hilafet Devleti'nin ortaya çıkmasını engellemek

3. Hazar Denizi ve Ortadoğu'daki petrol ve doğalgaz kaynaklarına hakim olmak

4. Hazar Denizi ve Ortadoğu'nun hidrokarbon kaynaklarına hakim olmak ve hayati çıkarlarına transfer etmeyi güvence altına almak.

General Richards bu açıklamaları, Tony Blair, George Bush, David Cameron ve Donald Rumsfeld gibi savaş çığırtkanlarının yankılarını temsil etmek için Lizbon'daki NATO zirvesinin hemen öncesinde yapmıştır. Bu kişilerin hepsi, İslam dünyasında büyük bir destek gören Müslümanların İslami Hilafet'in kurulması taleplerini çarpıtarak terörizme karşı savaşı haklı çıkarmaktadırlar.

Generalin, işgalin "30 yıl" daha kalabileceğini ifade etmesi, İngiliz hükümetinin İslam ümmetinin siyasi özlemlerine karşı ebediyen sürebilecek bir savaşın atmosferlerini hazırlama düşüncesinin bir yansımasıdır. Bu özlemlerin başında ise İslam'ın Hilafetin kurulması yoluyla yönetime ulaşması ve Müslümanların beldelerindeki Batının sömürgeci nüfuzunu söküp atması gelmektedir. General Richards'ın Afgan direnişini hezimete uğratmanın imkansız olduğunu kabul etmesi, Amerikan yönetimin başlattığı "uzun soluklu bir savaşa" dönük sırf bir gerekçeden ibarettir. Nitekim Sovyetler Birliği'nin yok olmasından sonra Batıdaki askeri-endüstriyel komplekslerin, üzerinden geçindiği ölüm makinesinin bekası için gerekçe olarak bir düşmana ihtiyacı olduklarını fark etmeleri bir sır değildir. Bu açıklamalar, Batı kamuoyunu daha fazla İslami korkuyla beslemeyi hedefleyen mükemmel birer demagojik propagandadır.

Devamını oku...

Obama'nın Amerika Kültürüyle Haşır-Neşir Olanlara Enjekte Ettiği Yalanları ve Zehirleri

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Alimlerden, üniversite profesörlerinden ve aydınlardan oluşan farklı kalabalıkların temsil ettiği ümmetin ülkenin dört bir yanındaki evlatlarının geneli, ülkenin doğusundan batısına uzanan şehirler boyunca düzenledikleri kitlesel protestolarla Obama'nın ziyaretine karşı çıktılar. Fakat başta cumhurbaşkanı, otoriteye bağlı ve otorite yandaşı olan televizyon kanalları olmak üzere Amerika'nın bir gurup ajanı, Obama'nın ziyaretini memnuniyetle karşıladılar. Zira bu kanallar, yoğun bir şekilde Obama'nın ziyareti ile ilgili haberlere yer verirlerken ziyaret karşıtı gösterilere yer vermediler ve Endonezya'daki ümmetin muhlis evlatlarının düzenlediği protesto gösterilerini sansürlediler! Ayrıca bu kanallar, sık sık Obama'nın 10.11.2010 tarihinde Endonezya Üniversite'sinde Amerikan kültürü ile haşır-neşir olanların önünde yaptığı konuşmasını yayınladılar.

Amerika, medyadaki ajanları yoluyla Obama'nın enjekte ettiği yalanların ve zehirlerin insanlar arasında propagandasını yapmaya çalıştı.

Her konuşmasında olduğu gibi Amerikan başkanı, masumane, müessir, çekici ve aldatıcı üsluplarla paketleyerek yine demokrasiden, insan haklarından, çoğulculuktan, serbest piyasadan, Endonezya'daki çocukluktan ve Endonezya'nın gelişmesine olan övgüsünden dem vurdu! Böylece ara ara da olsa dinleyicilerin dikkatini ziyareti vesilesiyle Endonezya'ya taşıdığı öldürücü zehirlerinin üzerinden başka bir tarafa çekti!

Obama'nın dillendirdiği demokrasiye gelince; demokrasi, insanlara gösterdikleri gibi ümmetin yöneticisini seçmesi değildir. Zira İslam, seçim olgusunu demokrasiden önce getirmiştir. Dahası demokrasi aslında yönetim ve yasamayı insanın Rabbine değil insana vermektedir. Bu nedenle demokrasi, bu anlamda bir küfür fikridir. Zira Allahu Subhânehu, yönetimi ve yasamayı kendine ait kılmıştır. Zira şöyle buyurmuştur:

إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Liberalizme dayalı insan hakları fikrine gelince; öldürücü zehirlerinden bir tanesidir! Zira bu haklar, sadece İslam'ın kutsiyetini çiğneyen, Kur'an-il Kerim'e ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret ederek İslam'dan irtad eden, günahkar ve eşcinsel kimselerin haklarıdır... Fakat mesele Müslümanların dinlerine sarılması, Müslüman kadınların başörtüsü veya peçe giymesi veya minareler inşa edilmesi ile ilgili olunca hak hukuk diye bir şey kalmamakta ve bunlara savaş açılmakta!

Çoğulculuğa gelince; çoğulculuk fikri, dini veya etnik azınlıkların İslam beldesi Endonezya'da İslam'ın gölgesinde yaşaması için değildir. Bilakis bu dini azınlıkların, Obama'nın ifade ettiği üzere dinlerin özgürlüğü ve (ilah) fikrine inandıkları sürece hak din olmaları bakımından bütün dinler eşittir bahanesiyle İslam'ın Endonezya'da tatbik edilmesi farziyetinin karşısında durmalarını sağlamak içindir! Onların çoğulculuktan maksadı, şeri hükümlerin Hilafet Devleti'nin gölgesinde bir defada uygulanması vacip olmasına rağmen bu dini azınlığın şeri hükümlerin uygulanmasını engellemesine dönük "siyasi bir amacı" gerçekleştirmektir. Zira Müslümanların sahih kalkınması, sömürgecilikten kurtulması, izzetlerine kavuşması, dini azınlıkların ibadetlerini eda etmelerinin güvence altına alınması ve zulme maruz kalmadan yaşamlarının sağlanması şeri hükümlerin tatbik edilmesi ile mümkündür.

Ey Müslümanlar! Ey Akıl Sahipleri!

İşte bunlar Obama'nın zehirleridir. Yalanları ise konuşmasında açıkça görülmektedir: Zira o, şöyle dedi: "Amerika Birleşik Devletleri, insanlığın ilerlemesi için çalışma sözü verdi." Herkes bilmektedir ki Amerika, kapitalist sermaye sahipleri için çalışmakta olup insanlığın maslahatları için çalışmamaktadır! Zira Amerika, katliamlar işleyerek ve insanların servetlerini yağmalayarak insanlığı yok etmektedir. Obama ile diğer Amerikan başkanları arasında hiçbir fark yoktur. Zira Obama, önceki başkanların takip ettiği aynı sisteme göre hareket etmektedir. Bu sömürgeci devlet, hala Irak, Afganistan ve Pakistan'da Müslümanları katletmekte, Endonezya da dahil dünyadaki ülkelerin servetlerini yağmalamakta, insanlarını fakirliği ve mahrumiyete terk etmektedir. Aynen Papua, Açe, Rio, Chbo, Natoni ve benzeri yerlerde olduğu gibi.

Obama, Amerika'nın İslam ile olan ilişkilerine değinirken, İslam'la savaşmadığını bilakis terörist olarak isimlendirdiği el-Kaide ile savaştığını söylemesine rağmen mesele, Amerikan'nın çıkarlarıyla ilgilidir. Dolayısıyla kendisine ayak uydurmayan veya sömürgecilik politikalarını eleştiren kimseleri el-Kaide olarak isimlendirmektedir. Bu isimlendirmeye binaen Amerika, terörizmle mücadele gerekçesi altında kendisinin öldürmeye hakkı olduğuna inanıyor!

Nitekim bu, Obama'nın konuşmasında geçen, Amerikan halkı terörizm tehlikesi ile karşı karşıyadır ifadesinde açıkça gözükmektedir. Fakat Amerika, kendi ordularının yüz binlerce Müslümana dönük yaptığı katliam eylemlerini ve kanlarını heder etmelerini terör olarak isimlendirmediği gibi Filistin işgalcisi Yahudi varlığının yaptığı ve yapmakta olduğu terörist eylemleri de terör olarak isimlendirmemektedir! Zira Obama'nın nazarında, Amerikan halkının kanları çok değerliyken Müslümanların kanının hiçbir değeri yoktur ve Müslümanları insanların en şerlileri olarak görmekteler!

Devamla Afganistan hakkında yanıltıcı ifadeler sarfeden Obama, Amerika ve müttefik devletlerinin, "Afgan hükümetinin inşası ve geleceği" için çalıştığını ve "Amerika'nın, aşırı radikallerin güvenli sığınaklar edinmemesi için çalıştığını" söyleyerek dikkatleri hakikatlerin üzerinden çekmek için yanıltıcı ifadeler kullanmaktadır! Şimdi Amerika ve müttefik devletleri, Afganistan'ın inşası ve geleceği için mi çalışmaktalar yoksa Amerikan orduları ve müttefikler, Afganistan'da acımasız bir savaş mı açmaktalar?!

Obama, geçen 2009 Ocak ayında yönetime gelmesinden bu yana Afganistan'daki Amerikan askerlerinin sayısını arttırmıştır ki şu anda bu sayı 150 bini bulmuştur! Ayrıca Obama, konuşmasında Amerika'nın servet zengini İslam beldelerinden biri ve stratejik bir konuma sahip olan Afganistan'daki ekonomik çıkarlarını gizledi ve Afganistan'ın inşası ile aşırı radikallerle savaşılmasına değindi! O halde sorarız: Madem ki ülkelerini sömürgeci işgal devletlerine karşı savunan mücahitler, "aşırı radikaller" olarak isimlendirildiklerine göre Afganistan'daki Müslümanların üzerine tonlarca bomba atan, füzeler ve öldürücü kimyasal maddeler yağdıran NATO askerleri ne olarak isimlendirilmektedir?!

Son olarak Obama, konuşmasının sonunda Müslümanlarla savaşmak istemediği ve Irak'taki sayıları (100) bini bulan muharip kuvvetleri çekecek olması düpedüz uydurma, yalan ve safsatadır. Nitekim Afganistan'a (30) bin asker göndermesi, bu açık safsatalarını ortaya koymaktadır.

Irak'a gelince; aynı şekilde açıkça yalan söylüyor. Zira dışişleri bakanlığı, kötü hatıratlı Blackwater Güvenlik Şirketi'ne bağlı paralı askerlerden (7.000) muharip gücünün Irak'a gönderildiğini açıkladı... Ayrıca Guardian gazetesi, 15.08.2010'da işgal ordusunun Irak'tan çekilmesinin selefi oğul Bush karşısında Obama'nın imajını düzeltmeye dönük sırf bir propaganda olduğunu yazmasının yanı sıra Amerika'nın, binlerce askerini kalıcı üstlere yerleştirmek için Güney Kore'de olduğu gibi Irak'ta kalıcı üstler inşa etmek istediğini ifade etti. Yine Kenneth M. Pollack, 22.08.2010 tarihli Washington Post gazetesindeki makalesinde, Amerika'nın ordusunu Irak'tan çektiğine dair iddiasının sırf bir yalan olduğunu ve farklı bir isim altında Irak'ta (50) bin Amerikan muharip askerinin bulunduğunu ifade etti!

Ey Müslümanlar! Ey Akıl Sahipleri!

Obama'nın aldatıcı söylemlerle imajını düzeltmek istediği açık seçik ortadır. Selefinin yaptığından daha fazla şekilde Filistin'deki barış girişimlerini tekrar ettiği gibi konuşmasında iki devletli projesinin gerçekleşmesi için Filistin'de barış sürecine sevk ettiğini, bunun "İsrail" devletinin yanında bir Filistin devletinin kurulmasına önem vermesi ve bunun da Filistinlilerin çıkarına olduğunu ifade etti! Tüm bunlar ise birer aldatma ve yanıltmadır. Zira Obama'nın teklif ettiği şey, her şeyden önce Yahudilerin çıkarını olup Arabı ve Acemi ile Müslümanların beldelerindeki yöneticilerin Yahudilerin Filistin'in genelini gasp etmesini tanımlarını sağlamaktır. Keza "İsrail'i", Filistin'in bir parçasında sınırları veya hava sahası veya iletişim ağları hatta güvenliği üzerinde hiçbir egemenliği olmayan silahtan arındırılmış derme çatma bir devletçik karşılığında bölgede silahça en güçlü devlet haline getirmektir... Nitekim Yahudi varlığının sabahtan akşama kadar açıkladığı şey de budur! Obama, Yahudi devletini destekleyeceğini açıkça ifade etmiştir. Zira buna ilişkin açıklamasında şu ifadeler geçmektedir: "Amerika'nın, Yahudi devletini desteklemesi, Amerika'nın değişmez sabitelerindendir." Ayrıca Amerika, Yahudi devletine 20 adet F-35 füzesi sattığı gibi Obama da seçim kampanyasında Yahudi varlığına 10 sene içerisinde (30) milyar doları bulan mali yardımda bulunulacağını açıkladı.

Ey Müslümanlar!

Gördüğünüz gibi Obama'nın konuşması zehirler ve yalanlarla dolu olup az bir dünyalık karşılığında hatta karşılıksız olarak dinlerini satan ajanların, Amerikan kültürüyle haşır-neşir olanların ve aldatılmışların alkış tutması onun konuşmasının tehlikesini azaltmaz...

O halde iş işten geçmeden bu zehirlerden sakınanlardan olunuz ey Müslümanlar!

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanının, Lübnan ve halkı arasında kendisini gösteren fitne atmosferlerine dair bir yorum olarak Beyrut'ta okuduğu basın açıklamasının metni:   - Basın Açıklaması - Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Sizl

Fırkacı guruplar ve bu gurupların arkasındaki bölgesel ve devletlerarası taraflar arasındaki çatışmanın odağı olması amacıyla Batılıların ortaya çıkardığı bu bahtsız ülkedeki fitne hayaleti tekrar hortladı. Zaten bu ülke, her türlü fırkacı fitnenin sıkıntısını çekegelmektedir.

On dokuzuncu yüzyıldan beri Avrupalı devletler, dini azınlıkları koruma bahanesi altında Osmanlı Devleti'nin işlerine daha çok müdahale etmeye başladılar. Nitekim Lübnan Dağı'nda fırkacı fitnenin patlak vermesi ve bu fitnede kanların akması Avrupa'nın İslam beldelerine sızmasının bir sonucudur. Zira Avrupa'nın konsoloslukları, Osmanlı Devleti'nin işlerine müdahale etmek üzere daha fazla gerekçe sağlamak için bu fitnenin ateşini tutuşturmaktaydı. Böylece bu devletler, Lübnan Dağı'nda özel bir sistem oluşturması için imparatorluğa baskı yapınca Lübnan Dağı'nın yönetimini büyük Avrupa ülkelerinin onaylaması şartıyla imparatorluğun atayacağı Nasrani olan bir Osmanlı valisinin üstlenmesini hükmeden Mutasarrıflık Sistemi'ni oluşturdu. Mutasarrıflık Sistemi, Mutasarrıf'a yardım edecek bir Yönetim Konseyi'nin kurulmasını ve koltuklarının, "3500" km2'lik bu dar coğrafi bölgede makam ve mevki için birbirileriyle rekabet etmeye devam eden farklı taifelere dağıtılmasını içermekteydi. O zaman "taifeler" kavramı, imparatorluğun tebaasından olan bir dine mensup milletler için kullanılıyor ve Müslümanların bu isimle bir ilgisi yoktu. Çünkü onlar, bir taife olmayıp yüzlerce sene Hilafet Devleti'nin temsil ettiği coğrafi, etnik ve milli sınırları aşan bir ümmetti.

Birinci dünya savaşı ve Şam beldesinin bir kısmının Fransız işgali altına girmesinin ardından bir Fransız subay olan Gora, sadece Lübnan Dağı Mutasarrıflığı'nı genişletmek iddiasıyla Büyük Lübnan adında yeni bir varlık inşa etmeye koyuldu. Böylece Osmanlı'nın Beyrut vilayetini ve yine bir Osmanlı vilayeti olan Şam'ın bir parçası olan el-Beka bölgesini Lübnan Dağı'na kattı. Böylelikle de 1920 Eylül ayının başında ilan edilen yeni varlığın yüzölçümü, Mutasarrıflığın yüzölçümünün üç katına ulaştı. Derken Fransızlar, daha önce Lübnan Dağı'na egemen olan fırkacılık çekişmesini bu varlığın içerisine yerleştirmeyi amaçladı. Böylece -herkese kucak açan bir ümmet olmaları itibarıyla- Mutasarrıflık Sistemi'nin idarecileri olan Müslümanların farklılığına rağmen fırkacılık kotasını yeni varlığın yönetimi ve idaresine temel yaptılar ve bu iğrenç fırkacı sistemin bir parçası olmasına karar verdiler. Bu yakın tarih dönemini araştıran herkes Müslümanların, istememelerine rağmen ilhak edildikleri bu varlığa ve İslami muhitteki diğer kardeşlerinden koparılmalarına şiddetle karşı çıktıklarını bilir.

Ancak Fransızların yerleştirdiği fiili vakıa Müslümanların, zamanla bu yeni varlığa kısmen entegre olmaya kabullenmesidir. Müslümanların Lübnan'da yavaş yavaş peşine sürüklendiği daha beter olan şey ise Lübnan'daki taifelerden bir taife olmayı kabullenmeleridir. Daha beteri ve daha kötüsü ise bölgesel devletler veya küresel güçler adına biri diğerine karşı güçlenmek amacıyla nüfuz, makam ve mevki için birbirleriyle rekabet eden iki taifeye bölünmeleridir. O kadar ki artık Lübnan'daki mevcut siyasi sahnenin adresi, Şii-Sünni çekişmesi oldu. Böylece her iki gurubun liderleri, duygulara hitap etmek, fırkacı homurtuları tahrik etmek, propaganda kampanyaları yürütmek, anayasal yetkileri kullanmak, birbiriyle rekabet eden güvenlik birimlerini kullanmak, ödenekler, yardımlar ve iaşelerle oy toplamak ve diğer fırkacı güçlerin sadakatini kazanmak için laf yarışı yapmak gibi her türlü araçlarla hasımlarına karşı güçler dengesinde kendi kefelerinin ağır basmasına tevessül etmeye başladılar. Askeri güç kullanmak dışında başka bir seçenekleri kalmayınca, her bir gurup hasmına baskı yapacağı yeni bir koz elde etmek amacıyla mahallelere, sokaklara ve geçitlere hakim olmak için birbirleriyle savaşsınlar ve kan akıtsınlar diye yandaşlarını ve kuyruklarını silahlandırmaktan çekinmediler. Dışarıdaki efendilerin kararıyla uzlaşma dönemine girilince liderler, sokaklarda akıttıkları kanları bir çırpıda unutup öpüşerek, koklaşarak, birbirlerine yemekler ısmarlayarak Arap başkentlerinde bir araya geldiler ve başkentlerde alınan uzlaşma kararlarına teslim oldular. Nitekim 2008 Mayıs ve akabindeki olaylar bize hiç de uzak değildir.

Lübnan'daki fitnenin iç faktörleri açısından böyledir. Ancak tehlike, sadece Lübnan'ın fırkacı yapısının doğasında yatmamaktadır. Zira dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar arasında kin ve ırkçılığın tahrik edilmesi, bu tür tuzaklarda uzmanlaşan Batılı ülkeler ve Yahudiler gibi Müslümanların düşmanlarının her zaman bel bağladığı bir araç olmuştur. Mesela İslam Devleti'nin son zamanlarında Arap, Türk ve Kürt olmak üzere Müslümanları kavmiyetlere bölerek Hilafet Devleti'ni ortadan kaldırmayı başardılar. Ardından suni bölgesel devletler inşa ederek Müslümanları bölgesel şekilde parçalamaya koyuldular. Böylece bunu yerleştirmek için vatancılık ırkçılığı adında yeni bir ırkçılık icat ettiler. Bugün ise İslam dünyasında yeni bir Hilafet Devleti'nin kurulma ihtimalini, bunun hadaratsal, siyasi ve ekonomik hegemonyaları için oluşturacağı büyük tehlikeyi ve bu tehlikeyi bertaraf etmeyi hesap eden Batılı ülkeler ve onların türetmesi olan "İsrail", asırlardır uyuyan yeni bir ırkçılığı ve fitneyi hortlatmaya koyuldular. Dikkat edin! O, mezhepçilik fırkacılığıdır. İşte Amerikalılar, Irak'ı işgal ettikten sonra Lübnan'daki fırkacı sisteme benzeyen bir siyasi sistem inşa ettiler. Müttefikleri ile birlikte, Şiiler ile Sünniler arasındaki fitneyi tahrik etikçe ettiler. Böylece bu kişiler, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan birbirlerinin kanını akıttılar. Körfez ülkelerinde, Yemen'de, Pakistan'da, Afganistan'da ve Hindistan'da fitili tutuşturulan fitne de bu fitnenin aynısıdır... Nitekim medyayı ve gazeteleri takip eden bir kimse Batılı ülkelerin, türetmeleri "İsrail'in" ve Batılı ülkelerin yandaşı olan İslam dünyasındaki yöneticilerin, bu fitneyi tahrik etmeye azmettiklerini somut olarak görür. Aynı zamanda bir taraftan kendilerine düşman olan uydu kanallarını engelleyip kapatırlarken diğer taraftan her iki Müslüman gurup içerisinde kin ve ırkçılığı tahrik ederek onları fırkacı savaşa teşvik edenleri desteklemektedirler. Keza şaibeli kişileri ve suni kuruluşları, duyguları provoke etmeye, dini mukaddesatları çiğnemeye ve fitnenin fitilini tutuşturmaya teşvik etmektedirler. Nitekim müminlerin annesine hakarette haddi aşan bir soysuzun yaptıkları ve bunun sonunda meydana gelen tepkiler bizden hiç de uzak değildir.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Küresel bir ümmete bağlılıktan birbiriyle çekişen iki Lübnanlı taifeye dönüşmeyi, bölgesel sistemler ve devletlerarası güçleri güçlendiren kabileci liderlerin yandaşları olmayı ve hiçbir ilginiz olmayan çekişmenin yakıtları olmayı kabullenerek yaş mı yaş bir tahtaya bastınız. Bugün gitgide sürüklendiğiniz daha iğrenç nokta ise birbirinizle savaşmanız, birbirinizin kanlarını akıtmanız ve birbirinizin boyunlarını vurmanızdır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Sizler, Lübnanlı bir taife olmaktan daha iyisine laiksiniz! O halde size ne oluyor da iki taifeye bölünüyorsunuz?! Dahası sizler, dünyanın asırlarca kendisine boyun büktüğü ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vasat ümmet kıldığı bir ümmetin parçasınız. Zira şöyle buyurmuştur: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi vasat bir ümmet kıldık." [el-Bakara 143]

O halde Rabbinizin kitabını temsil edin ve şöyle buyuran Subhânehu'nun emrini işitip itaat edin: وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

Keza Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın şu kavlini işitip itaat edin:فَلا تَرْجِعُوا بَعْدِي كُفَّارًا يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ... "Sakın Benden sonra birbirlerinizin boynunu vurarak Kâfirler olarak gerisin geriye dönmeyin!"

Ve şu kavline: إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiğinde katil de maktul de ateştedir."

Biliniz ki aranıza fitnenin girmesinde en büyük çıkar sahibi olanlar, düşmanlarınız Yahudiler ve müttefikleridir. Dolayısıyla onlara uymanız halinde uzak bir sapıkla sapmış olursunuz. Bu hususta Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ 100 وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنْتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آَيَاتُ اللَّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللَّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ 101 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 102 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آَيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 103 "Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden küfre sevkederler. Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah resulü de aranızda iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı sarılın ve sakın ayrılığa düşmeyin! Allah'ın üzerinize olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de O sizin kalplerinizin arasını kaynaştırmış, böylece O'nun nîmeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan da sizi yine O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız." [Âl-i İmrân 100-103]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, Yıllık Konferans Çalışmalarını Büyük Bir Başarıyla Tamamladı

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, 03 Ekim pazar günü Uluslararası Bella Center Merkezi'nde "Batıdaki Müslümanların Rolü" başlığı altında yıllık konferansını düzenledi. Konferansa, İsviçre, Hollanda, İngiltere'nin yanı sıra Danimarka'dan yaklaşık 1500 kişi katıldı. Ayrıca Mauritius ve Sudan gibi farklı ülkelerden yüzlerce kişi, konferansı internet üzerinden canlı olarak izlediği gibi bu kişilerden birçoğu ele alınan konular hakkında yorumlarda bulunarak ve sorular sorarak konferansa iştirak etti.

Bazı kindar politikacıların konferansa karşı çıkmasına ve boykot çağrılarına rağmen soruları ve yorumlarıyla konferansa canlılık kazandıran Batıdaki gayrimüslim vatandaşlardan bariz bir katılım olduğunu gördük. Bu kişilerin katılımı, bir nevi bu politikacıların İslam hakkında fikri ve objektif münazaranın yapılmasını engelleme girişimlerinin başarısızlığının göstergesi niteliğindeydi.

Konferansta verilen mesajlardan birisi Batıdaki Müslümanları, İslam'ın anlatılması ve mevcut meselelere bakış açısının sunumu maksadıyla bu ülkenin vatandaşları ile verimli ve etkili ilişkiler kurmaya teşvik etmekti. Nitekim bu konferans, verilen bu mesajın canlı bir örneği mesabesindeydi. Zira konferans, Müslüman ve gayrimüslim katılımcılar üzerinde olumlu bir etki bıraktı. Bu, katılımcılardan birisinin konferansın sonunda İslam'a girdiğini ilan etmesi ve şahadet kelimesini getirmesi ile taçlandırıldı. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'dan kendisini ve tüm Müslümanları, iman üzere sabit kılmasını ve bu dine hizmet edenlerden kılmasını temenni ederiz.

Son olarak bu büyük başarıdan dolayı öncelikle Allah'a şükreder, destekleriyle bizleri yalnız bırakmayan ve duygularıyla bizleri coşturan Müslümanlara en içten teşekkürlerimizi bildiririz. Ayrıca bu konferansa katılarak kin ve nefrete tahrik eden politikacılara meydan okuyan gayrimüslim Batılı vatandaşlara da teşekkür ederiz.

* Editörlere Not: Konferans faaliyetlerini izlemek için:

http://hizb-america.org/activism/global/1318-video-role-of-muslims-in-the-west-hizb-ut-tahrir-scandinavia-conference-2010

 

http://www.youtube.com/watch?v=v5UA8AHRVRQ&feature=player_embedded

 

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- NATO'ya ve Kararlarına Bağlı  Kalmak Şeran Haramdır!

19-20 Kasım 2010 tarihlerinde Portekiz'in Başkenti Lizbon'da meşum bir NATO toplantısı daha gerçekleşti. Gerçekte varlık sebebini yitirdiği halde sömürgeci kâfir ABD tarafından ayakta tutulmaya çalışılan NATO'nun bu toplantısında "NATO'nun gelecek 10-15 yılına yön verecek yeni stratejik konsept" ya da "yeni görev tanımı" adı altında, en çok öne çıkan ve tartışılan konu, sömürgeci kâfir ABD'nin projesi olup NATO projesi olarak sunulan ve radar sistemlerinin Türkiye'ye yerleştirilmesinin planlandığı "Füze Kalkanı" meselesiydi.

Türkiye'de Ekim ayı ortalarından beri tartışılan bu konuda her şey sanki Türkiye'nin vereceği karara endekslenmiş gibi garip bir hava oluşturuldu. Zira Türkiye'nin hokkabaz yöneticileri tarafından "bir takım çekincelerin" olduğu ve bu projenin "şartlı olarak onaylanabileceği" dillendirilmişti. Toplantı sonrasında ise "Türkiye'nin şartları kabul edildi", "Türkiye istediğini aldı" şeklindeki haber başlıkları eşliğinde sanki bir "zafer" kazanılmış gibi "güçlü devletlere isteklerini kabul ettirebilen" bir Türkiye imajı oluşturuldu. "Diplomatik zafer" addedilen konu ise füze kalkanı meselesinde "hedef ülke" belirtilmemesidir. Gerçekte ise bunun anlamı ileride herhangi bir ülkede gerçekleşebilecek rejim değişikliği sonrasında balistik füze geliştirilmesi durumunda tehdit algılamasının değişebileceğidir. Sömürgeci kâfir Batı'nın kâbusu haline gelen bu tehdit, İslami beldelerden birinde veya bir bölgesinde yeniden Hilafet'in kurulmasıdır ki; Fransa, kâfir Batı'nın bu korkusunu Lizbon Toplantısı'nda "hedef" olarak "Ortadoğu"nun belirlenmesini talep ederek açığa çıkarmıştır. Öyleyse "hedef"in belirtilmemiş olması "özrü kabahatinden büyük" bir cürümdür.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Türkiye yöneticileri hokkabaz maharetiyle sömürgeci kâfir ABD yararına sundukları hizmeti bir başarı gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki İslam'ı tehdit olarak algılayan, ABD'nin çıkarlarını korumakta kullandığı maşası NATO'ya bağlı kalmak caiz olmadığı gibi NATO bünyesinde alınan kararlara ve bu kararları uygulamaya koymak için koşuşturan hain yöneticilere uymak, sömürgeci kâfir ABD'nin Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da ve Yemen'de halen işlediği gibi gelecekte işleyeceği cürümlerine de ortak olmaktır, haramdır.  O halde sömürgeci kâfirler ve yerli hizmetkârlarının tasallutundan kurtulmak için Müslümanların koruyucu kalkanı olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak üzere Hizb-ut Tahrir'e desteğinizi artırın.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hükümet, Amerikan Havucuna Uyum Sağlayarak Ülkeyi Parçalama ve Bu Parçalamanın İnşasına Katkıda Bulunma Sözü Verdi

ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı John Kerry, Hartum'un iki referandumu yapması ve sonuçlarını kabul etmesi halinde Güneyin ayrılması için belirlenen 2011 Haziran ayında erkenden Sudan'ın ismini Amerika'nın terörü finanse eden devletlerin listesinden kaldırma havucunu sallayarak iki hafta içerisinde ülkeye geri döndü.

Bu havuçla uyum içerisinde ilkesel olarak cürüm referandumunun yapılmasına ilişkin Amerikan talimatlarını icabet etmeye hazır olduğunu açıklayan el-Beşir, şöyle dedi: "Sudan; zihinlerde, gönüllerde ve kültürlerde tek olarak kalmaya devam edecek. Referandumun sonucu birlik veya ayrılık çıksın her iki durumda da Güneydeki kardeşlerle iletişim sağlanacak ve Kuzeyliler, Güneylilere birer yabancı olarak davranmayacaktır." Hatta Vatani Kongre Partisi, Hartum Vilayeti'nde siyasi sekreter yardımcısı aracılığı ile yaptığı basın açıklamalarında Güneyde kurulması amaçlanan devletin inşasına yardım edeceğini ifade ederek şöyle dedi: "Güvenliğin sağlanması, ekonomi, petrol sektörünün geliştirilmesi ve benzeri hususlarda Güneye yardım edilmesine ilişkin Kerry'inin talebine muvafakat ettik."

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak aşağıdaki hususları vurgularız:

Birincisi: Hükümetin çekici birlikten bahsetmesi ve bu maksatla komisyonlar kurması, sırf gözlere kum zerrecikleri serpme kabilindendir. Zira hükümet, Amerika'nın ve kainatın Rabbini razı etmeye değil Amerika'yı razı etmeye hırs göstermektedir.

İkincisi: Hükümetin cürüm referandumunu yapma sözü vermesi, Amerika'nın ülkeyi parçalama planına göre hareket etmede ısrar etmesi demektir ki bu da tüm insanların özellikle de bu planı iptal etmeye muktedir güç ve kuvvet sahiplerinin bunun uygulanmasına karşı durmaları gereken korkunç bir münkerdir.

Üçüncüsü: Bu ülkedeki tüm Müslümanlar, bu planı durdurmada güçleri miktarınca sorumluluk almalıdırlar. Aksi takdirde kendilerinden sonraki nesiller, "ülkenizin parçalanmasını engellemek için ne yaptınız" diye sorduklarında onlara ne diyeceklerdir?! Dahası Rabb-il İzze sizlere, "bu münker karşısında ne yaptınız" diye sorduğunda O'na ne cevap vereceksiniz?!

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cürüm Referandumunu Reddeden Milyonlara Ulaşacak İmza Kampanyası Devam Ediyor

Önümüzdeki yılın başında yapılması planlanan ülkemizi parçalamaya kararlı cürüm referandumu öncesinde hükümet, ülkenin mukaddesatlarını mubah kılan ve egemenliğini çiğneyen sömürgecilerin payandalarına, her sabah referandumun zamanında yapılacağına ve günahı izzete yeğleyen sonucunu kabul edeceğine dair vaatlerde ve tavizlerde bulunarak gururu onu günaha sevk etmektedir.

Bu ülkedeki Müslümanlar, bu cürümü reddettiklerini, kendilerinin kurdun Yakup Aleyhi's Selam'ın kanından berî olduğu gibi insanların alemlerin Rabbi için kıyama kalkacağı o günde sevabını umdukları bir beraat ile bu cürümden berî olduklarını ifade etmeye ve bu cürüm referandumunun iptal edilmesini talep eden seslerini yükseltmeye akın etmektedirler.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak cürüm referandumunun yapılmasını reddeden belgeyi imzalamak isteyen halkımızın talebine icabeten, imza kampanyasının H. 03 Zilhicce 1431 el-muvafık 09 Kasım salı gününden itibaren Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Bürosu'nda her gün sabah saat 9:00'dan akşam salahına kadar devam ettiğini duyururuz. Büronun adresi aşağıdaki şekildedir:

Doğu Sudan / Melik Sokağı İle 21 Ekim Sokağı Kavşağının Batısı


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER