Suriyeli Müslümanların Talepleri
- Kategori Video
- |
France 24 TV kanalının yayınladığı bir haber. Bu haber hem batılı güçlerin Suriye kıyamından korkularını, hem de Suriye'deki kıyam eden Müslümanların hedefleri ortaya koyuyor.
France 24 TV kanalının yayınladığı bir haber. Bu haber hem batılı güçlerin Suriye kıyamından korkularını, hem de Suriye'deki kıyam eden Müslümanların hedefleri ortaya koyuyor.
Soru: Son zamanlarda Nijerya ve Kenya'da gerçekleşen bazı durumlar, olaylar, şartlar ve çatışmalar gözlemcilerin dikkatini çekmiştir... O halde bu, Amerika Birleşik Devletleri veya İngiltere veya da diğer güçlerin şu anda Nijerya'da, 2007 genel seçimlerin ardından da Kenya'da olmak üzere Afrika'nın dört bir tarafında deva eden iç savaşları teşvik etmek için yeni bir politikaya başvurdukları anlamına mı gelmektedir yoksa bu, iç olaylar mıdır?
Cevap:
Birincisi: Kenya'daki mevcut çatışma ve çeşitli kabileler arasında devam eden gerginlikler, 2012 mart ayında yapılması planlanan ve bir yandan her ikisi de İngiliz yanlısı olan mevcut Devlet Başkanı Kibaki ve arkadaşı Cumhurbaşkanı adayı Uhuru Kenyatta diğer yandan ise Cumhurbaşkanı adayı ve Amerikan yanlısı olan başbakan Raila Odinga arasındaki Anglo-Amerikan çatışmasının yoğunlaştığı bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Amerika ile İngiltere arasındaki rekabetin bir sonucudur. Dolayısıyla bu çatışma, Odinga ve Amerikan destekçileri ile Kibaki ve İngiliz destekçileri arasında yaygın tartışmaların olduğu 2007 yılındaki devlet başkanlığı seçimlerinin sonuçları sebebiyledir.
Kibaki ve Kenyatta, Kenya'daki en büyük etnik gurup sayılan Kikuyu adındaki aynı etnik gurubun mensubuyken Raila Odinga ise Kenya'daki üçüncü büyük etnik gurup olan "Luo" adındaki gurubun mensubudur. Dolayısıyla Amerika ile İngiltere arasındaki otorite çatışması, çoğu zaman Kibaki ile Odinga'nın yanı sıra aynı şekilde bunlardan her birinin aşiret ve kabileleri arasındaki çatışmaya dönüştüğü gibi birbirleriyle olan ittifakta böyledir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte seçimlerden önceki kazanımları güçlendirmek amacıyla çeşitli guruplar arasındaki gerginlikler artış göstermiş olup Amerika ile İngiltere'nin çatışmalar üretmek için iç savaş çıkarmak ve istikrarsız gergin bir durumu devam ettirmek gibi bir kasıtları bulunmaktadır. Bilakis beklenen eğilim, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce siyasî avantajlar kazanma yada çatışma şartları, "Amerika ile İngiltere'nin" çatışmalarının herhangi bir şekilde adaylarının başarısını gerçekleştiremeyecek şekilde ortaya çıkması halinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesi olasılığı yönünde olmasıdır... Bu nedenle Amerika, Kibaki'nin şeffaf, özgür ve nezih bir seçim yapmasını vurgulamaktadır. Buda Kenyatta'ya karşı Odinga için büyük bir fırsatın verilmesi ve Amerika'nın da doğrudan müdahalede bulunma sınırına ulaşması içindir. Zira Amerika Dışişleri Bakanı Clinton, Kenya'ya bu ayın başlarından yaptığı ziyareti sırasında şöyle demiştir: "Amerika, önümüzdeki seçimlerin özgür, nezih ve şeffaf olmasını garantilemek için Kenya hükümetine yardımda bulunma sözü vermiştir. Dolayısıyla gerçekten tüm dünyaya örnek olacak seçimlerin hazırlanılmasına teşvik ediyoruz." Ancak aynı şekilde o, hazırlık için birçok işin yapılmasına gereksinim olduğundan dolayı bunun kolay bir iş olmayacağını da itiraf etmiştir. Zira şöyle demiştir: "Ancak bizler, ortada bu bağlamda kararlar alınmasını ve çeşitli yasaların çıkmasını gerektiren birçok işlerin olduğunun gerçekten farkındayız." (Clinton, Amerika Birleşik Devleri'nin Kenya seçimlerinde kan akıtılmasının önlenmesini destekleyeceği sözünü vermiştir. Guardian Online / 04. Ağustos 2012)
Açıktır ki Amerika, hala Odinga'nın seçimleri kazanma ihtimali konusunda endişe duymakta ve seçimler sürecine müdahalede bulunmak istemektedir. Buda İngilizlerin Kibaki, Kenyatta, bu ikisine bağlı seçkinler ile Amerika'nın her türlü müdahalesini engellemeye çalışan Kikuya Kabile gurubu yoluyla gerginliği artırmasından dolayıdır.
Bununla birlikte ortada mevcut gerilimlere bazı "baharatların" eklendiği bir mesele bulunmaktadır ki buda; Kibaki'nin, 2012 Mart ayında Kenya'da petrol keşfinin yapılacağını ilan etmesidir. (Kenya, son keşifler sayesinde Afrika Petrol sıçramasına katılmıştır / Christian Science Monitor Online-09. Mayıs 2012) Doğal olarak buda İngiltere ile Amerika arasındaki gerginliği artırmaktadır. Çünkü her ikisi de Kenya petrolünü çok uluslu kendi şirketleri için garantilemek amacıyla rekabet etmelerinin yanı sıra bu keşif, her iki ülkenin de ciddî ekonomik krize tanık olduğu bir sırada gerçekleşmiştir.
İkincisi: Nijerya açısından olana gelince; Nijerya Cumhurbaşkanı Umaru Musa Yar'Adua'nın ölümüne yol açan hastalığın akabinde 2010 Şubat ayının Perşembe günü Nijerya Cumhurbaşkanlığı görevine Goodluck Jonathan gelmiştir. Goodluck Jonathan ise Cumhurbaşkanlığına atanmadan önce Devlet Başkanı Umaru'nun yardımcısı olup bunların her ikisi de Deokratik Halk Partisi'nin (PDP) adamıdırlar. Dolayısıyla Umaru ile Jonathan'ın, siyasî yükselişte Demokratik Halk Partisi'nin güçlü lideri Obasanjo'ya borçlu oldukları söylenebilir.
Obasanjo ise Amerika'nın ülkedeki has ajanı olup Amerika'nın Nijerya'daki hegemonyasının sürmesini garantileme ve İngilizlerin nüfuzunu marjinalleştirme görevini üstlenmiştir. Nitekim 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jonathan'ı Cumhurbaşkanı Umaru'nun yardımcılığı görevinde çalışması için seçen de Obasanjo olmuştur. British Broadcasting Corporation (BBC)'nin bildirdiğine göre Goodluck Jonathan'ın kişisel profilinde şöyle geçmektedir: "Sayın Jonathan, valilik görevini üstlenmiş olup bundan iki yıl sonrasındaki 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Olusegun Obasanjo tarafından Nijerya Cumhurbaşkanı yardımcısı olmak için seçilmiştir." [Goodluck Jonathan Kişisel Profili-Nijerya / BBC News Online-18 Nisan 2011] Daha sonra Obasanjo, Jonathan'ın Cumhurbaşkanlığına erişimini tertiplemiş olup Vanguard Gazetesi'ne göre Jonathan'ın Cumhurbaşkanlığına erişmesinde Vanguard Obasanjo'nun esasî bir rolü olmuştur. Nitekim gazete şunu da zikretmiştir: "Yar'Adua, dört yıllık görev süresinden yaklaşık iki yıl sonra ölümcül bir hastalığa yakalandığında Obasanjo, bir Suudi Hastanesi'nde hasta yatan Cumhurbaşkanı'nı ilk kez ziyaret etmiş ve Goodluck Jonathan'ın Cumhurbaşkanı Yar'Adua'nın vekili olarak anayasal yemin etmesi amacıyla Cumhurbaşkanı yardımcılığı görevine getirilmesi kampanyasına öncülük yapmak için geri dönmüştür. Çünkü o, Cumhurbaşkanı'nın yurtdışı seyahati öncesinde görevini teslim almamıştır." [Klifor: Obasanjo'nun İstifası: Demokratik Halk Partisi'nden Sonra Jonathan'a Ne Olacak / Vanguard Gazetesi Online-04. Nisan 2012]
Hakeza Amerika, 2011 yılında yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi amacıyla Jonathan'ın geniş bir konum elde etmesini başarmıştır. Zira Jonethan, Nijerya kitlelerine ulaşmak için sosyal medya araçlarını kullanmış ve oyların %77.7'sini garantilemiştir. Bu sonuçlar, Umaru Yar'Adua'nın görevi esnasındaki oylarla karşılaştırıldığında daha ileri bir durumdadır.
Ancak Jonathan'ın Cumhurbaşkanı olarak atanmasının ardından siyasî olarak Umaru Yar'Adua'nın döneminden daha zayıf olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ise Obasanjo'nun, Demokrat Halk Partisi'nin mütevelli kurulu başkanı olduğu sırada Jonatha'nın müsteşarı olmasına rağmen böyle olmuştur. Dolayısıyla Jonathan'ın iktidar dönemi, Nijerya'daki sivil kuruluşlar ile siyasî yaşam üzerindeki tahakküm gücünü zayıflatan birçok sorunların acısını çekmiş olup bu sorunlar ise aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1-Siyasî yolsuzluk:
Nijerya'daki siyasî yolsuzluk, Jonathan'ın otoritedeki varlığında aşırı boyutlara ulaşmış olup hükümetin yolsuzluğu önlemeye dönük çabaları ise minimum oranda olmuştur. Hatta Goodluck Jonathan'ı destekleyen Amerika, yolsuzlukla mücadele hareketinden bıkmış ve Nijerya hükümetini açık bir şekilde eleştirmiştir. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, insan hakları uygulamaları bağlamında sunduğu 2011 yılı raporunda şöyle demiştir: "Nijerya'daki yolsuzluk, geniş ölçülerde olup hükümetin her kademesine ve güvenlik güçlerine yayılmış durumdadır." Ayrıca Jonathan hükümeti de diğer ülkelerle paralel olarak Nijerya devletinin gelişimini göz ardı etmiştir. Buda ilerleyen dönemlerde sakinlerin Jonathan iktidarına lanet okumalarına yol açmış ve dolayısıyla buda özellikle ülkenin kuzeyinde şiddete neden olmuştur.
2- Yakıtlardan desteğin (sübvansenin) kaldırılması:
Görünen o ki Jonathan, yakıtlardan desteğin kaldırılmasının etkilerini ve tüm kriz idaresindeki başarısızlığı fark edememektedir. Nitekim 2012 Ocak ayındaki isyan eylemlerinin patlak vermesinden birkaç gün sonra Jonathan hükümeti ister istemez boyun bükmüş ve yakıtlar için birtakım destekler sağlamıştır. Ancak zamanın yine de çok gecikmiş olmasının yanı sıra hükümetinin itibarı ciddi zararlar görmüş ve Nijerya'da Jonathan'ı destekleyen orta tabaka da kendisine karşı çıkmıştır.
3- Müslüman sakinlere karşı ırkçı ayrımcılığın arttırılması:
Hükümet ile Goodluck Jonathan yönetimi altındaki Müslüman sakinler arasındaki ilişkiler iyice kötüleşmiştir. Zira Goodluck Jonathan, Obasanjo'nun belirlediği "Müslümanları hoşnut etme" politikasından vazgeçmiş ve ardından da Müslümanların taleplerini bastırmak için şiddet taktiklerini artırmıştır. Ayrıca en güzel siyasî hakları sunmak, iş olanakları sağlamak ve toplumsal koşulları iyileştirmek yerine özellikle Kuzey kesimlerinde olmak üzere güvenlik güçlerinin Müslümanlara yönelik zulmünü yoğunlaştırmıştır. Buda Müslümanların, Jonathan yönetimine karşı ciddî tepkilerine neden olmuş ve Boko Haram gibi bazı İslamî cemaatlerin de Jonathan hükümetinin Müslümanlara karşı benimsediği vahşî baskılara karşı bir tepki gösterme babından hükümete karşı şiddet metodunu benimseyen bir cemaat olmasına sevketmiştir.
Jonathan yönetimini kuşatan konular ile ülkedeki şiddete yakından bakıldığında, bu konuların Goodluck Jonathan ile olan işbirliğiyle Amerika tarafından türetildiği ortaya çıkmaktadır. Buda Amerika'nın, tek bir hedef için Nijerya'nın derinliklerine kadar müdahalede bulunmasına izin vermek içindir ki buda ülkenin petrol zenginliklerini garantilemektir.
Amerika'nın bu türetmelerini göstermek içim aşağıdaki hususları açıklamalıyız:
Siyasî yolsuzluk açısından: Nijerya'daki siyasî yolsuzluğa karşı kamunun tiksintilerine rağmen Amerika, gizliden gizliye buna teşvik etmektedir. Aynen devletin, ceplerini Amerika'nın yardım ve destekte bulunduğu zamandakinden daha çok doldurmasına izin vermesi gibi. Zira bu, efendilerine daha fazla hizmet etsinler diye Amerika'nın ajanlarının daha fazla zengin olmalarını sağlayan ve aynı şekilde Amerika'nın, kendi yolunda duran ve en barizi İngiltere olmak üzere diğer yabancı güçlerin yanlısı olan siyasileri kovuşturmasına izin veren bir yöntemdir. Ayrıca "yolsuzluk parası", Amerikan ajanları için iki ucu keskin bir silahtır: Zira bir yandan Amerikan ajanları, ona sımsıkı bağlı kalmaya devam etmek için parayı arzularken diğer yandan bu, efendilerine daha bağımlı hele getirecek olmasından dolayı Amerikan ajanlarını korkutup tehdit etmektedir. Çünkü onlar, Amerika'ya itaatsizlik etmeleri durumunda yolsuzluğun, rahatlıkla kendilerini cezalandırmanın ve otoritelerinin yok olmasının bir aracı olarak kullanılabileceğini çok iyi bilmektedirler.
Yakıtlardan desteğin kaldırılmasına gelince; Amerika'nın egemen olduğu İMF'nin talebine binaen olmuştur. Zira BBC, şunu bildirmiştir: "İMF, Nijerya hükümetini, rapora göre yıllık olarak 8 milyar dolar sağlayacak olan desteği kaldırmaya teşvik etmektedir." ["Nijerya, Desteğin Kaldırılmasının Ardından Yakıt Fiyatlarının İki Katına Çıkarılmasına Öfkelidir." BBC News Online / 02. Ocak 2012] Bu adımın arkasındaki hedef, insanları ekonomik olarak kahretmek, onları yakıtlardan desteğin kaldırılması nedeniyle ortaya çıkan ağır yüklerle meşgul etmek ve onların zihinlerini, ülkenin petrol zenginliklerini yağmalayan Amerikan petrol şirketlerinin çabalarından uzak tutmaktır.
Jonathan'ın, özellikle Boko Haram olmak üzere Müslümanlara dönük zulmüne gelince; Bundaki hedef ise İslamcı militanlara karşı mücadelede Nijeryalı güvenlik yetkililerine yardım etme gerekçesi altında petrolü korumak amacıyla Amerika'nın Nijerya'daki güvenlik birimleri üzerindeki denetimini genişletmektir. Zira Clinton'un, 09. Ağustos 2012'de Nijerya'yı ziyareti sırasında üst düzey bir güvenlik yetkilisi şöyle demiştir: "Washington, içlerindeki şüphelileri izlemek ve polis ile askerî istihbaratlardaki farklı yolları "birleştirmek" için Nijerya'ya adlî yardımda bulunacaktır..." Ve yetkili şöyle bir eklemede bulunmuştur: "Aynı şekilde Washington, bilgileri birleştirmeye yardımcı olabilecek istihbarat koordinasyon merkezini geliştirmek amacıyla Nijerya'ya yardım etmeye hazırlanmış olacaktır." [AFP Online / 09. Ağustos 2012]
Bununlar birlikte Amerika, bu gergin konuları türetmekle, zenginlikleri garantilemek için Amerikan müdahalesine gerekçe oluşturacak sınırlarda durmayı istemektedir. Ancak petrol zenginliklerinin garantiye alınmasını felce uğratacak bir iç savaşa ulaşmaksızın. En azından yakın gelecekte öngörülen budur.
Nijerya'daki siyasî çatışmaya gelince; bu, Kenya'da olandan farklıdır. Zira Amerika ile İngiltere'nin olduğu iki devletin Kenya'da kendi çıkarlarına hizmet edecek yakın siyasi tabakaları bulunmaktadır. Ancak 29.05.1999'da Obasanjo'nun görevi üstlenmesinden bu yana Nijerya'daki etkin tabaka, Amerikan yanlısı olmuş ve İngiliz yanlıları ise giderek zayıflamışlardır. Ancak çok az da olsa onların etkinlikleri de bulunmaktadır. Dahası onların etkinlikleri, Amerikan yanlılarına oranla arka saflarda sayılır. Ancak İngiltere, hala geçmişteki nüfuzuna geri dönmek için artan gerginlikleri istismar etmeye çalışmaktadır...
Sonuç olarak İslam'ın büyük önem arz ettiği bir ülkede devletlerin çatışması... bugün, onun meselelerinin düşmanı olan sömürgeci kafirlerin ellerinde olması ne acıdır. Buna rağmen İslam ümmeti, asla susmayacak, bilakis Allah'ın izniyle Allahu Subhânehu'nun nitelendirdiği üzere izzetini ve hayriyyetini geri döndürecek yeni bir gün doğumunun arkasında bekleyen yükselişe doğru hareket edecektir.
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehyeder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i İmrân 110]
Bu, aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.
وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
"Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]
(Başbakan Hişam Kandil), 22.08.2012 Çarşamba günü İMF (Uluslararası Para Fonu) Başkanı "Christine Lagarde ile yaptığı basın konferansında, İMF'nin krediyi onayladığına işaret etmiştir. Ayrıca İMF ile işbirliğinin bir reform gezisi olduğunu, Kasım sonu itibarıyla kredinin onaylanmasına dair nihai imzanın belirlenmesinin ardından her iki taraf arasında sosyo-ekonomik programın uygulanacağını, toplam kredinin 4.8 milyar dolar olacağını, bunun beş yıl içerisinden tahsil edileceğini ve ödeme süresinin de %1.1 faizle 39 ay olacağını vurgulamıştır. Dahası başbakan, özellikle İMF'nin hükümetin programına olan tam desteğinin bulunmasıyla birlikte İMF'nin şartlarının yumuşak olup faizlerin de basit olacağını vurgulamıştır. Bunun yanı sıra İMF Başkanı "Lagarde" de basın konferansında Mısır'a dönük kredinin miktarının şu ana kadar belirlenmediğini, hükümetin ekonomik ve sosyal kalkınma planları ile kalkınma programındaki krediden faydalanma keyfiyetini istişare etmek amacıyla İMF heyeti olan müzakerelerin gelecek hafta boyunca devam edeceğini vurgulamıştır.
Cumhurbaşkanlığı ve Mısır Bakanlar Kuru ise İMF ile kredinin genel ilkeleri üzerinde anlaşmaya varıldığı yanıtını eklemişlerdir. Nitekim Cumhurbaşkanlığının, kredinin 3.2 milyar dolardan 4.8 milyar dolara artırılmasını talep ettiğinden bahsedilirken İMF Başkanı da henüz kredinin belirlenmediğini söylemiştir. Ayrıca bu kredinin, diğer uluslar arası finans kuruluşlarından ek kredi temininde etkili olmasının ümit edildiği de ifade edilmektedir.
-İddia ettiğine göre- hükümet, bu gibi kredilerin iyileşme durumlarına ve ekonomik yaşama katkıda bulunacağını düşünmektedir. Biz de deriz ki: Ekonomi, bu uluslar arası örgütten yada diğerlerinden alınan kredilerle çözülmez. Bilakis kapitalist ideolojinin teorilerinden ve kafirlerin yaşam biçiminden değil ümmetin akidesinden kaynaklanan ve Rabbinin kitabı ile Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in sünnetinden fışkıran ideolojik bir projenin uygulanmasıyla çözülür. Ayrıca İMF ve Dünya Bankası'nın, borç sarmalında boğulmaları ve kendilerine ekonomik bağımlılığın dayatılması amacıyla dünya ülkelerinin işlerine müdahale eden büyük devletlerin iki sömürgeci kurumu olduğu ve çözüm bulmak yerine fakirliği ve sorunları daha da artırdığı uzak yakın herkes tarafından bilinir bir hale gelmiştir. Nitekim bu iki kurumla yıllardır süren ilişkilerin ardından buna dair en iyi tanık bu bizim ülkemizdir. Hatta bu gerçek, bazı tarafsız uluslar arası gözlemcilerin, bu iki kurumun kaldırılmasını yada ülkelerin iç ve dış işlerine yönelik müdahalelerini sınırlamak için kısıtlamalar konulmasını talep etmesi sınırına kadar ulaşmıştır. Çünkü Amerika ve Avrupa ülkeleri, siyasî hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla bu ikisinden güçlü araçlar edinmektedirler.
Ey Müslümanlar! Ey Kenane-Mısır Halkı!
Faizli kapitalist rejimle çalışan bu örgütlerden kredi almak, ülkeyi daha fazla fakirliğe ve bağımlılığa sürükleyecektir. Zira dünyanın dört bir tarafındaki sayısız ülkeler bunun tanıklarıdırlar. Ayrıca bu, alemlerin Rabbinin öfkesine de davetiye çıkaracaktır. Çünkü şeriatın haram kıldığı faizle muamele edilmektedir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:
يَمْحَقُ ٱللَّهُ ٱلْرِّبَا وَيُرْبِى ٱلصَّدَقَاتِ وَٱللَّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ "Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez." [Bakara 276]
Ve şöyle buyurmuştur:
وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا "Allah alış-verişi helal, ribayı (faizi) haram kılmıştır." [el-Bakara 275]
Sahih-i Müslim'de Cabir'den şöyle geçmiştir:
لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ آكِلَ الرِّبَا وَمُوكِلَهُ وَكَاتِبَهُ وَشَاهِدَيْهِ وَقَالَ هُمْ سَوَاءٌ "Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Faizi yiyene, yedirene, onu yazana ve şahitlik edene lanet etmiş ve şöyle buyurmuştur: Bunların hepsi eşittir."
Peki bu yeni hükümet, nasıl olur da ekonomik politikasında helak olmuş selefi olan rejimin yaklaşımı üzerinde yürüyebilir ki?! Yoksa hala geçmişte yaşanan öldürücü hatalarından ibret almanın ve onları bir daha tekrarlamamanın zamanı gelmedi mi?!
Mısır ekonomisi, haram ile asla kurtulamayacağı gibi Allah'ın kutsal şeriatına ve dosdoğru hidayet yoluna muhalefet edildiği sürece de asla kalkınamayacaktır. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz" [Tâha 123 124]
Dolayısıyla her kim bunu yaparsa, sanki tedavi olmak için hastalık içmiş ve ülkeyi de büyük devletler ile kurumları tarafından daha fazla yağmalansın diye bir av olarak terk etmiş gibi olur. Dolaysıyla ülkenin ekonomik olarak sahih bir kalkınmayla kalkınabilmesi için İslamî Sistemin hiçbir parçası ayrılmaksızın bir bütün olarak tatbik edilmesi çerçevesinde İslamî Ekonomik Nizamın da kamil bir şekilde tatbik edilmesini gerektirmektedir. Çünkü İslam'ın hükümleri, insanın birbirleriyle örtüşen içgüdü ve uzvî ihtiyaçlardan kaynaklanan sorunları çözmek için gelmesinden dolayı birbirleriyle örtüşmektedirler. Dolayısıyla bunların, herhangi bir şekilde ayrılmaları yada parçalanmaları imkansız olup bunlar, Hilafet Devleti'nin olduğu İslam Devleti çerçevesinde tam bir şekilde tatbik edilmedikçe de kalkınmaya götürmeyecektir. İşte alemlerin Rabbinin bize farz kılmış olduğu ve Hizb-ut Tahrir'in de sizleri kendisine davet şey budur.
Haber siteleri, Hizb-ut Tahrir'in Papa'nın önümüzdeki eylül ayında Lübnan'ı ziyaret etmesine karşı şiddetli bir tepkiye başvuracağını ifade eden bir haber yayınlamışlardır.
Binaenaleyh bu haberin, sıhhatten yoksun sırf uydurma olduğunu vurgular ve bu sitelerin, bu tür haberleri yayınlamadan önce medya ofisimizi incelemelerini ümit ederiz.
Yemen'de, 14 Ağustos Salı günkü gazeteler, İngiltere başbakanı David Kamerun'un Abd-Rabbu Mansur Hadi'ye yazdığı ve David Kamerun'un danışmanı Sırp Allen Rubin'in taşıdığı bir mektup yayınlamışlardır. Kamerun mektubunda, çözümü engelleyenlere yaptırımlar uygulamakla tehdit etmiştir.
Kamerun'un Yemen'deki Körfez girişimini engelleyenlere karşı yaptırımlar uygulamakla ilgili konuşması, Amerikalıların bu hususta Wars Journal internet sitesinde yayınladıkları, Güvenlik Konseyi'nin Yemen'deki siyasî süreci engelleyenlere karşı tehditler listesinin çizilmesini ve sert yaptırımların dayatılmasını talep ettiği ve Birleşmiş Milletler Heyeti'nin de Birleşmiş Milletleri'nin Yemen'deki siyasî barışı engelleyenlere karşı sert yaptırımlar uygulamak amacıyla hazırlık yaptığı şeklinde cevap verdiği rapordaki konuşmalarının akabinde gerçekleşmiştir.
Amerika, Körfez girişimini engelleyenlere karşı olan yaptırımları istismar etmek istemektedir. Bu yüzden onu, Yemen'in siyasî ortamını değiştirmek için Yemen'in siyasî merkezinde bulunan İngilizlerin adamlarını ortadan kaldırmak isteyenlerin boynunda asılı bir kılıç olarak tutmaktadır.
İngiltere ise çok fazla beklememiştir. Zira adamlarını ve siyasi ortamını savunmak ve kendilerini istemeyen kişilerden kurtulmak için aynı silahı kullanarak cevap vermekte ve Amerikalıların Yemen'deki adamlarından kurtulmayı arzulamaktadır.
İngiltere'nin Amerika'dan esinlendiği ve Körfez adını verdiği girişim, bu savaşın açık bir şekilde Yemen'deki Amerikalılar ile İngilizler arasında olduğunu göstermektedir. Çünkü bu savaş, onların toprakları olmayan topraklar üzerinde dönmektedir. Dolayısıyla bu savaştaki başarı veya başarısızlık, onların sadece artı yada eksi çıkarlarını etkileyecek ve ne yazık ki olan savaşın araçlarına olacaktır.
Batılı ülkeler, sadece İslam ülkelerine, özellikle de Yemen'e yaklaşmakla kalmayacaklar, bilakis oraya girmelerinin yanı sıra buradaki siyasi kararlar halkının elleriyle değil onların elleriyle verilecek yada bu durum, İslam ülkelerine egemen olma derecesine kadar ulaşacaktır. Hilafet Devleti'nin zayıfladığı dönemde İngiltere'nin, Aden ve çevresine inmeyi başarıp burasını işgal ettiği doğrudur. Ancak İngiltere, ülke halkına ihanet etmesi ve onların da küfür otoritesinin İslam otoritesine üstün gelmesine rıza göstermesiyle uzun süre kalabilmiştir. O halde bugün, onlar ile gerek kendileri gerekse Yemen üzerindeki küfür otoritesine rıza gösterenler arasında ne fark var ki?
Hilafet Devleti, İslam'ın ve Müslümanların izzetinin koruyucusu olacak ve Batılı kafirlerin Müslümanlara ve ülkelerine egemen olmasını engelleyecektir. Dolayısıyla tüm bu Batılı nüfuzu, hem Yemen'den hem de diğer İslam ülkelerinden kovmaya muktedir olacak olan sadece Hilafet'tir.
Hizb-ut Tahrir, İslam ile hükmedecek, İslam ülkelerini birleştirecek, buralardan kafirlerin nüfuzunu çıkaracak ve davet ve cihat yoluyla İslam'ı dünyaya taşıyacak olan Hilafet'i kurmak için iman ve hikmet sahibi Yemen halkının azmini bilemektedir.
Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti'nin, Cuma gecesi Şam tagutuna karşı olan destek gösterisinin yanında yer alma çağrısına, kuzeyinden güneyine Ürdün'ün muhtelif şehirlerinden yüzlercesi icabet etmiş ve yerel ve küresel birçok medya organları katılmıştır. Nitekim gösteri arasında namaz eda edilmiş, dualar yapılmış ve Şam tagutu ile Müslümanların tüm tagut yöneticilerinden intikam alması için Allah'a yakarışta bulunulmuştur. Ayrıca konuşmacılar, ne yerin nede ayın kutsallığının aşağılık ve utanç verici açıklamalar yapmalarını engellemediği Mekke el-Mükerrame'de toplanan Müslümanların yöneticilerinin rezil tutumlarını kınayan birçok konuşma yapmışlardır. Bunun yanı sıra konuşmacılar, vaciplerini yerine getirmeleri ve Şam topraklarındaki kardeşlerimize yardım etmeleri için Müslüman ordulara yardım çağrısında bulundukları gibi Şam halkına da ayaklanmalarında sebat göstermeleri ve ayaklanmalarını laiklik ve sivil demokrasi olmaksızın saf ve temiz bir şekilde bırakmaları çağrısında bulunmuşlardır. Ayrıca medya organları da birçok katılımcı ve hizbin medya bürosu ile röportajlar yapmışlardır.
Bu gösterinin öncesinde Ürdün'deki baskıcı birimler, üniversite talebesi olan Ahmed Sürur Bani Avde ile gösteriye davet posteri yapıştırırken yanında bulunan arkadaşını tutuklamışlardır. Nitekim ailesi, emniyet birimlerine müracaat ettiklerinde, gerek genel istihbarat birimlerinden gerekse genel güvenlik birimlerinden her biri onların ellerinde olduklarını inkar etmişlerdir. Halbuki bu iki şâbın, polis tarafından istihbarata ve istihbarat tarafından da polise nakledildiği bilinmesine rağmen. Kaldı ki aileler bu kişiler için Cübehya Emniyet Müdürlüğü içerisine iftar yemeği göndermelerinin ardından Kamu Güvenliği Medya Sözcüsü gazetecilere, bu kişilerin güvenliğin elinde olmadığını açıklamıştır! Nitekim tutukluların hayatları için tehlike oluşturan ve onları kaçırılanlar hükmünden gösteren inkardaki bu inatçılık nedeniyle yüzlerce kişi, Cübeyha Emniyet Müdürlüğü önünde oturma eylemi yapmış, sonra Medya Bürosu Başkanı'nın çağrısıyla oturma eylemi başbakanlığın önündeki dördüncü daireye aktarılmış ve oturma eylemi, tutukluların Askeri Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından serbest bırakılmasına kadar devam etmiştir. Şu da var ki bu baskıcı birimlerin, Şam halkı ile dayanışma çağrısını yorumlayan bir öğrencinin tutuklandığını kabul etmek için uzun dilekçelere ve Çarşamba sabahından Perşembe öğleye kadar birbiri ardına devam eden üç oturma eylemine ihtiyaç duyması hayret vericidir!!! Ayrıca baskıcı birimler, aynı şekilde Cuma namazı sonrasındaki konuşmasının ardından Üstad Ahmed Bekir'i (Ebu Mücahid) de tutuklamışlar ancak tutuklanmasından saatler sonra serbest bırakmışlardır.
Bununla birlikte bizler, tüm zorba ve inatçılara deriz ki: Hizb-ut Tahrir ve şebâbı, tüm tagutların boğazlarında bir diken olarak kalmaya devam edecekler ve Allah nusretini verinceye ve vaadini gerçekleştirinceye kadar ne korkacaklar ne sapacaklar nede yağcılık yapacaklardır.
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine nusret, zafer verir. O, Azîz'dir, Rahîm'dir." [er-Rûm 4-5]
Basın organları, Hizb-ut Tahrir şebâbından bir şâba (Talal Mahmud'a) ait olup içerisinde şebbihaların taşıdığı askerî tüfeklerle kuşatıldığı şeklinde açıklama yaptığı ve hizbin Lübnan'daki sorumlularından birinin ayaklanmaya para ve silah yardımında bulunduğunu ve Müstakbel Hareketi'nin milletvekili ve sorumlularından silah aldığını söylediği bir video kaseti yayınlamışlardır.
Binaenaleyh aşağıdaki hususları açıklamamız önemlidir:
Şâb Talal Mahmud, Hizb-ut Tahrir'in ne Lübnan nede başka bir yerdeki sorumlusudur. Kendisi Esad reiminin zulmünden firar etmiş olup yaklaşık on üç yıldır Lübnan'da ikamet etmektedir. Komşusu onu, güzel ahlaklı, davranışları disiplinli, dinine bağlı ve işine dikkat eden birisi olarak tanıtmaktadır. Nitekim ona atfedilen açıklamanın çelişkili olması, kendisinin baskıya ve zorlamaya maruz kaldığını teyit etmektedir. Zira Hizb-ut Tahrir'i tanıyan herkes, onun ne Müstakbel Hareketi ile nede Lübnan'daki başka bir siyasî akımla bir ilgisinin olmadığını bilir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, şayet askerî eylemler uygulamış olsaydı Esad rejiminin Lübnan'daki müttefik birimleri, hiç gecikmesizin bunu zabıt tutup ilan ederek yargıya havale ederlerdi.
Bizler bu kaçırma eyleminin, Şam ayaklanmasına destek vermekten vazgeçmesi için Hizb-ut Tahrir'e baskı yapmayı hedeflediğinin farkındayız. Ancak onlara açık bir şekilde deriz ki: Hizb-ut Tahrir, bu ayaklanma meselesini bir ölüm kalım meselesi olarak benimsemiş olup hiçbir şey onu ayaklanmaya destek vermekten caydıramayacağı gibi ondan ayrılması da imkansızdır. Çünkü onun, açık bir şekilde kendi nefsini parçalara ayırması imkansızdır.
Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Talal Mahmud'un güvenliği ve onun derhal serbest bırakılması gerektiği hakkındaki bütün sorumluluğu Lübnan otoriteleri ile tüm emniyet birimlerine yükleriz.
"Komplocu" konferansçılar, (14-15.08.2012)'de Mekke Zirvesi'ndeki sonuç bildirgelerinde, Birleşmiş Milletleri'nin kararları, Arap barış girişimi ve yol haritası planı sayesinde Filistin sorununun çözüleceğini vurgulamalarının yanı sıra İslamî ve tarihî yapısını korumak amacıyla Kudüs'ün "restorasyonu" için büyük çaba harcanacağını da vurgulamışlardır...
Bu komplocular, ayaklanan halklara ve tagut rejimler ile hükmetmeleri ve ümmetin düşmanları Amerika, Batı ve Yahudi varlığına olan teslimiyet politikaları neticesinde kendilerini huzursuzluk kaplayan halklara güvence vereceklerine, değişim yapacak olan halklara güvence vereceklerine, politikalarını değiştireceklerine ve onlar, ordularını ümmetin meselelerine destek vermek için yönlendireceklerine, Filistin'i kurtaracaklarına, Suriye halkını Esad'ın zulümlerinden ve Burma halkını da Budistlerin ellerinden kurtaracaklarına, evet bunların yerine ümmetin düşmanlarına, özellikle de politikalarında ve hıyanetlerinde hiçbir değişim olmayan Yahudilere güvence göndermektedirler. Ayrıca onlar, zalim uluslar arası kararlara, hain Arap girişimine ve aşağılayıcı yol haritası planına tutunmaktadırlar. Halbuki bunların hepsi, mübarek Filistin'in büyük bir bölümünü Yahudilere vermekte ve Filistin halkına, üzerinde "yaşanabilir" zayıf bir devlet kurmaları için 67 yılında işgal edilen, yani Filistin topraklarının %20'den daha azının verilmesi için Yahudi varlığına yalvarıp durmaktadırlar.
Kudüs'e gelince; nitekim Kudüs'ün "restorasyonundan" bahsetmişler ancak Kudüs'ün kurtarılmasından bahsetmemişlerdir. Böylece el-Aksa ve bütün işgal edilmiş ülkeleri kurtarmak için orduları harekete geçirmek yoluyla ümmetin taleplerine karşılık vermeyeceklerini Yahudi varlığına bir kez daha vurgulamış oldular.
Bildiğimiz üzere bu yöneticiler, zelil itaatkar devletlerin dili gibi kınama ve inkardan başka bir şey yapamamaktadırlar. Düşmanlara rağmen özgürlerin dili ise şöyle olmalıdır: Hiç işitmediğiniz bir cevap göreceksiniz. Dolayısıyla onlar kelimelerin yerlerini değiştirmekteler, Kudüs'ün dirhemler yerine yaşam ve hayatlar ödenerek savunulacağını bilmekteler, meseleye karşı olan sorumluluklarını terk etmekteler ve saldırıların durması için meseleyi Güvenlik Konseyi'ndeki sömürgeci kafir liderlerin boyunlarına takmaktadırlar. Ayrıca ümmetin ve İslam'ın izzetinin korunmasından bahsetmek yerine ümmete karşı komplocu düşmanların saflarının garantilendiğini vurgulamak amacıyla uluslar arası barışın ve güvenliğin korunmasına çağırmaktadırlar. Bir de utanmadan hak sözü haykıran siyasi mahkumların mahkumiyetleri hakkında konuşmaktadırlar. Sonra tüm bunların ardın da belki ayaklanan halkların önünde kendileri için şefaatçi olur diye krallar için güzel davranış belgeleri yayınlamaktadırlar.
Bu Ruvaybidalar, Libya, Mısır ve Yemen tagutlarının başına gelenler ile aşağılık mücrim Beşar'ın başına gelecek olanlardan ders almayacaklar mı? Dolayısıyla onlar, kendilerinden başkasından ders çıkarmayan haydutlardan olduklarını tekrar tekrar kanıtlamaktadırlar.
Ümmet ise onları devirme, sultanını geri alma ve onların yerine, özgürlerin davranışları gibi davranan, fiilleri sözlerinin önüne geçen, düşmanlara karşı çok şiddetli müminlere ise çok merhametli olan Raşid bir Halife'yi nasbetme yönündeki yolunda yürümektedir.
وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]