Salı, 29 Safer 1446 | 2024/09/03
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslümanların Başındaki Yöneticilerin İhaneti, Yahudilerin İfsat Etmek İçin Müslümanların Zihinlerine Sızmasını Kolaylaştırıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Müslümanların Başındaki Yöneticilerin İhaneti, Yahudilerin İfsat Etmek İçin Müslümanların Zihinlerine Sızmasını Kolaylaştırıyor

Haber:

Endonezya Ulema Konseyi Fetva İşleri Başkanı Muhammed Asroron Niyam Şelih, konseyin Yahudi çıkarlarına sahip bir örgütle bağlantılı olan üyelerinden ikisinin üyeliğinin askıya alındığını duyurdu; bu, Nahdatü'l-Ulema üyeleri ile Yahudi varlığının başkanı Isaac Herzog arasındaki bir görüşmenin ardından geldi. Üyelikleri askıya alınan üyelerin isimleri açıklanmadı. Asroron Niyam, bu iki kişinin geçtiğimiz yıl Yahudi varlığının Singapur büyükelçisini ziyaret ettiğini açıkladı. Yorum açıklama yapmak amacıyla gelmiş olup bunu diğer tartışmalar takip etti.

Daha önce de Nahdatü'l-Ulema, beş Müslüman alimin Yahudi varlığına yaptığı ziyareti kınamış ve bu ziyaretin izinsiz olduğunu açıklamıştı.Yerel medya şahısların kimliklerini açıkladı ki onlar şunlardır: Kazinol Maarif, Minwar Aziz, Nurol Bahrululûm, ve İzzet Nefise Dania. Herzog ile yapılan görüşme ise uygunsuz bulunarak kınanmıştır.

Yorum:

Yahudi varlığının, Müslüman alimleri, liderleri, düşünürleri ve gençleri Yahudi çıkarlarıyla uyumlu hale getirme çabaları, Gazze’de devam eden soykırımın gölgesinde bile devam ediyor!Alimler ve akademisyenler de dahil olmak üzere Yahudi yetkililerle görüşme veya Yahudi yanlısı gruplarla dostane ilişkiler kurma eğiliminde olan bazı Müslüman bireylerin hâlâ var olması gerçekten şaşırtıcıdır.

Bu, her gün vahşice katledilen Gazze halkına yönelik derin bir ihaneti temsil ediyor. Peki onların, vücudun bir kısmı acı çektiğinde, tüm vücudun acı hissetmesine benzetilen İslam kardeşliği anlayışı hani nerede? Eğer bu kişiler, Yahudi varlığının yetkilileriyle görüşmelerine barış ve hoşgörü adına olduğunu gerekçe gösteriyorlarsa, barışı yok eden ve dünyanın en ırkçı ve en apartheid rejimine nasıl bir barış ve hoşgörü sunulabilir ki?!

Bu eylemler sadece Müslümanların düşmanlarına boyun eğmenin yanı sıra diğer Müslümanlara karşı imanın ve merhametin erozyona uğraması olarak yorumlanabilir.

Bu, günümüzde diğer Müslümanlara karşı şiddetli, kafirlere karşı ise merhametli olan bazı Müslüman kardeşlerimize isabet etmiş olan bir hastalıktır;oysa Allah Subhanehu kafirlere karşı şiddetli, Müslümanlara karşı merhametli olmamızı emretmektedir. Bu direktifler sadece Müslümanlar için değil aynı zamanda onların yöneticileri için de geçerlidir. Zira bu kişilerin, hükümetin ve yetkililerinin zımni onayı olmadan Yahudilerle özgürce işbirliği yapması veya Yahudi varlığını ziyaret etmesi pek olası değildir.

Şayet devlet, Yahudi varlığına karşı koyma ve Filistin’i yürekten savunma konusunda gerçekten ciddi olsaydı, devlet içindeki tüm unsurları, sadece Filistin’i savunmak için değil, aynı zamanda Müslümanlar arasında Yahudi propagandasının serbestçe yayılmasına yönelik en küçük fırsatı bile engellemek için yönlendirirdi.

Müslüman aydınların Endonezya’daki Yahudilerle iyi ilişkileri korumaları olgusu, Endonezya hükümetinin Yahudi varlığına karşı çıkma veya Filistin’i savunma konusunda ciddi olmadığını açıkça kanıtlamaktadır. Bu ise Endonezya ile Yahudi varlığı arasında ticari ilişkilerin mevcut olması ve Yahudi varlığından çok sayıda sporcu ve yetkilinin son yıllarda Endonezya’yı ziyaret etmesinden dolayı bilinen bir şeydir.

Bu durum sadece Endonezya’nın nevine münhasır bir şey değildir; aksine diğer Müslüman ülkeler de benzer davranışlar sergilemektedir. Nitekim onlar, bir yandan Yahudi varlığını eleştirip Filistin’i destekliyorlar, diğer yandan da onunla işbirliği yapıp Yahudi propagandasının Müslümanların zihinlerini etkilemesine izin veriyorlar.

Bu şartlar altında mevcut Müslüman yöneticilerin Filistin meselesini çözebileceklerine dair en ufak bir umut bile yoktur. Bu gerçek ortaya çıksın ki, Müslümanlar yöneticilerinin ihanetini anlasınlar ve onların şimdi ve gelecekte Müslümanlara liderlik etmeye layık olmadıklarını idrak etsinler.

Müslüman kardeşlerimiz, liderlerimiz, aydınlarımız ve alimlerimiz, yardımlaşmanın günah ve düşmanlık üzerinde değil de iyilik ve takva üzerinde olması konusunda daima Allah ve Rasulü’nün hükümlerini hatırlamalıdırlar.Özellikle İslam’ı ve Müslümanları, Allah’ın ve Müslümanların düşmanlarıyla buluşmaya ve kardeşlik kurmaya çağırdığınızda, hiç Allah’ın uyarısından korkmuyor musunuz? Oysa bu tamamen Allah’ın ayetlerini gizlemeye ve onları az bir pahaya satmaya benzemektedir. Böyle insanların akıbetleri, ahirette cehennem ateşi olacaktır; tıpkı Allahu Teala’nın Bakara suresinde şöyle buyurduğu gibi: إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلَ اللهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً أُولَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌAllah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi (ahir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” [Bakara 174]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdullah Asvar

Devamını oku...

BM Elçisi İle Sudan'daki Çatışmanın Tarafları Arasındaki Cenevre Görüşmeleri Sömürgecinin Planlarını Geçirmek ve Projesini Etkinleştirmek İçindir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

BM Elçisi İle Sudan'daki Çatışmanın Tarafları Arasındaki Cenevre Görüşmeleri

Sömürgecinin Planlarını Geçirmek ve Projesini Etkinleştirmek İçindir

Haber:

Sudan’da ateşkesin sağlanması ve insani yardımların erişimini kolaylaştırmak amacıyla BM gözetiminde Cenevre’de dolaylı görüşmeler başlatıldı ve bu görüşmelerin Birleşmiş Milletler Sudan elçisi Ramtane Lamamra aracılığıyla yürütülmesi planlanıyor.İki tarafı birbirine yaklaştırmaya yönelik birkaç başarısız girişimin ardından bu görüşmelerin uygulanabilirliği konusunda birtakım sorular gündeme geldi.

Birleşmiş Milletler, Ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri temsilcilerinin, insani yardımın erişimini ve dağıtımını kolaylaştırmak ve sivilleri korumak amacıyla olası bir ateşkese aracılık etmeyi amaçlayan uluslararası örgütün öncülüğündeki görüşmelere katılmak üzere Cenevre’ye geldiklerini söyledi. Ancak Perşembe günkü görüşmelerin başlangıcında sadece bir tarafın hazır bulunduğunu ekledi.

Cenevre’deki BM sözcüsü Stephane Dujarric’e göre taraflar yüz yüze görüşmek yerine Lamamra aracılığıyla müzakere edecek, ancak hangi tarafın katılmadığını açıklamadı.Reuters'a göre bir başka BM sözcüsü de Cenevre’deki iki heyette her iki tarafın liderlerinin üst düzey temsilcilerinin bulunduğunu söyledi.(El-Hurra web sitesi, 12 Temmuz 2024)

Haber:

Birleşmiş Milletler, Cenevre müzakereleri aracılığıyla -kendi söylediğine göre- savaşan iki tarafı, askeri çatışmaların alevlendiği bölgelere yardımların girdirilmesi için üzerinde anlaşmaya varılan bir formülü kabul etmeye zorlamayı hedeflemekte olup uluslararası arabulucuların masasına koyduğu öneriler arasında insani amaçlı kısa vadeli bir ateşkes de yer alıyor.

Sömürgeci Batı’nın Müslüman ülkelerde yürüttüğü savaşlarda kan dökülüyor, insanlar yerinden ediliyor, sonra bunun ardından konferanslar düzenleniyor ve müzakerelerin kapısı açılıyor; her ne kadar müzakerelerin aslı kan dökülmesini önlemek olsa da ardından insanlar, müzakerecilerin vızıltılarıyla kandırılıp acıları dindiriliyor ve insanlar da, müzakerecilerin haklarını ve çıkarlarını savunacaklarını ve sivilleri korumak ve çatışmalardan etkilenen bölgelere yardım götürmek için çalışacaklarını umuyorlar!

Sudan'da çatışan tarafların Cenevre’ye gitmesinin sebebine gelince:bölgedeki birçok krizde olduğu gibi zaman kaybından, emek ve enerjinin tüketilmesinden ibarettir. Bunun en yakın örneği ise Yemen’deki “meşru” hükümet ile Husi grubu olarak meşhur olan Ensarullah grubu arasında yapılan ve bitmek bilmeyen müzakere turlarıdır; zira iki taraf arasındaki müzakereler dokuz tura ulaştı, bu ayın 6'sında yapılan dokuzuncu tur da önceki turlar gibi sonuçsuz bir şekilde sona erdi, her iki taraf iki ay içinde onuncu turun yapılması konusunda anlaştı ve her defasında müzakereler sonuçsuz kaldı ve tek kaybeden ise Yemen oldu.Dokuz turun bir kısmı Cenevre’de, bir kısmı da onun dışında gerçekleşti ancak diğer krizler için de sonuç farklı olmadı.Sudan’daki krizin aksine müzakereler, her defasında zaman kaybı olduğu gibi ne bir faydası ne de bir yararı olmayan bir çaba ve enerji israfı olmuştur.

Bu nedenle başta Amerika olmak üzere Batılı ülkeler tarafından yönetilen müzakereler, uğruna savaşların fitilini ateşledikleri hedefleri gerçekleştirmek, ülke ve insanlar üzerindeki kontrol ve hegemonyasını sürdürmek, avurtlarını şişirerek konuştukları Batılı değerleri empoze etmek ve halkları, özgürlük, insan hakları, kadın hakları ve insani durumlar gibi bahanelerle sömürgeleştirmek için yapılmaktadır. İzzetli ve sarsılmaz Gazze’de yaşananlar onların gerçek doğasının bir kanıtıdır; zira Yahudilerin ve Batı’nın, çocukları, kadınları, hastaları, yaralıları, hastaneleri, okulları, konutları, sivil binaları, hatta esirleri bile umursamadıkları ortaya çıkmıştır; çünkü kendileri için yaş kuru her şeyin ezilmesine izin vererek hastaneleri, okulları, savunmasız insanları, çocukları ve kadınları, terk edilmiş aileleri, zayıfları ve muhtaçları bombaladılar ve esirleri aşağılayıp küçük düşürdüler.

İstikrarsızlık, yerinden edilme, kan dökülmesi ve binaların ve tesislerin yıkılması çoğu Müslüman ülkeye isabet etmiştir; dolayısıyla güvenliği, emniyeti ve istikrarı sağlayacak ve sadece Müslüman ülkelere değil, tüm dünyaya adaleti ve hayrı yayacak olan sadece Allah'ın kurulması için çalışmayı farz kıldığı ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in geri dönüşünü müjdelediği Hilafet’tir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Mecdi Salihin

Devamını oku...

“Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı. İbret alın ey akıl sahipleri!” [Haşr 2]

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الْأَبْصَارِ

“Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı. İbret alın ey akıl sahipleri!” [Haşr 2]

Haber:

Askeri ve strateji uzmanı Albay Hatem Kerim el-Falahi, Ensarullah (Husiler) grubunun Tel Aviv’in kalbini insansız hava aracıyla hedef alma başarısının, başta hava savunma sistemindeki açık bir zayıflık olmak üzere işgalin birçok düzeydeki başarısızlığını ortaya koyduğunu söyledi.

İbrani medya organlarında dönen bir video klibi,Yemen’deki Husi grubunun “nitelikli bir operasyon” olarak nitelendirdiği ve bir “İsraillinin” öldürülmesi ve diğerlerinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir insansız hava aracı ile Tel Aviv’i hedef aldığını duyurduğunu gösteriyor.

Yahudi varlığının ordusu, çelişkili askeri açıklamaların ve muhalefetin Binyamin Netanyahu hükümetini Yahudi varlığını koruma konusunda başarısız olduğu yönündeki suçlamalarının ortasında insansız hava aracının durdurulamamasının nedenini öğrenmek için bir soruşturma başlattı. (El Cezire, uyarlanmıştır”, 19/07/2024)

Yorum:

Bu operasyon, Yahudi varlığının savunma sisteminin zayıflığını ve kırılganlığını açıkça ortaya koymaktadır; el-Falahi ise, bu seviyelerdeki başarısızlığın bir insansız hava aracı tarafından hedef alınmasıyla açıkça ortaya çıktığını ve füze ve drone saldırılarının birden fazla cepheden gerçekleştirilmesi halinde bu durum daha da artabileceğini ve büyük başarısızlık seviyelerine ulaşabileceğini düşünüyor.

Batı ve Yahudi medya organlarının, varlığın gelişmiş savunma sistemlerine sahip olduğunu vurgulama çabalarına ve Yahudi varlığının da kendisini korumak için sahip olduğu Amerikan mali ve lojistik desteğine rağmen, hedef konumu 2.000 kilometreye ulaşan bir insansız hava aracından kendisini koruyamadı!

Bu operasyonun, Müslüman ordularının aciz Yahudi varlığına karşı harekete geçmesi ve saldırılarını ona yönlendirmesi için bir dürtü olması gerekir; ayrıca bu, Allah'ın izniyle bu varlığı ortadan kaldırmanın zor bir mesele olmadığını da teyit ediyor.

مَا ظَنَنتُمْ أَن يَخْرُجُوا وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم مِّنَ اللهِ فَأَتَاهُمُ اللهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَSiz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (O'nun azabı), onlara beklemedikleri yerden geliverdi ve onların kalplerine korku düşürdü.” [Haşr 2]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nezir İbn-i Salih – Tunus

Devamını oku...

Avrupa ve Onun Vahşi Batı Irkçısı Aşırı Sağcıları Kendi Kuyruğunu Yiyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Avrupa ve Onun Vahşi Batı Irkçısı Aşırı Sağcıları Kendi Kuyruğunu Yiyor!

Laik felsefe, ortaya çıkışından bu yana son derece zalim, parçalayıcı, ırkçı, bencil ve insanlık dışı olmuştur; zira o, akli olarak kanıtlanmaksızın bilimsel üstünlük iddia eden, zoraki nefret eden ve sömürgeciliğe boyun eğdiren kanlı ve yok edici bir şekilde doğmuştur. Dolayısıyla laik felsefe, tartışmamış ve ikna etmemiş, aksine zulmetmiş, despotluk yapmış, milliyetçi ve vatancı devleti yoluyla insanlığın parçalanmasını ve bölünmesini tesis etmiş ve bireysel özgürlükleri iddia ederek gruplar ve toplum pahasına Batılı insanın bencilliğini ve kendisiyle ilgili saplantısını kökleştirmiştir. Sonra Darwinci evrim teorisi ve insanları sınıflandırmak için ırk üstünlüğü teorisi aracılığıyla ölümcül ırkçılığını üretmiş ve kendi ırkının en gelişmiş, hayatta kalmaya en uygun ırk olduğunu, onun dışındaki her şeyin ezilip yok edilmesi gerektiğini iddia etmiştir!

Daha sonra bu ırkçılık, bir felsefe ve yaşam sistemi haline gelmiş ve bundan da ırkçılıklar ve ırkçılık okulları üremiştir; zira canlı organizmaların biyolojik evrim teorisi ve onun sahibi Charles Darwin aracılığıyla kilisenin dini yorumuna mukabil varoluşun laik materyalist yorumuna yönelik kültürel bir varsayım olarak anne ırkçılığı başlamıştır; sonra laik felsefe onu (ırkçılık), bilimsel belirsizlikten katı bir materyalist bilime evirip dönüştürdüğü gibi evrim teorisi ve varsayımı da temeli olmayan kültürel bir belirsizlikten bilimsel bir gerçeğe dönüştürmüştür. Dolayısıyla bunun anlamı şudur; hayatın gelişim silsilesi, asıl bakteriden sonra mutasyon ve ara maymundan insanla, hatta Avrupalı beyaz ırka ve onun yüce insanına kadar uzanan bir insanla sonlanmıştır! Sonra ana Darwinci teoriden, bireyleri de aşarak toplumlara ve uluslara kadar uzanan ve onları Darwinci olarak sınıflandıran ırkçı Darwinci teoriler üremiş ve toplumlar ve uluslar arasındaki farklılıkların aynı Darwinci mantığa tabi olduğunu ve bunların sınıflandırılmasının Darwin’in doğal olarak en güçlü ve en uygun olanın hayatta kalması kuralına dayalı olduğunu iddia etmiştir. Dolayısıyla Batılı toplumlar, hayatta kalmaya en ehil toplumlardır! Zira Darwinci merdivene göre onlar en gelişmiş toplumlardır. Çünkü doğa Batı’yı salgılamış ve seçmiş olup geri kalanlar ise sadece sömürgeleştirilecek ve avlanacak olan bir materyaldir. Yani bu ırkçılık, Batılı laik kültüründe, Batı sömürgeciliğini ve onun işlediği suçların vahşetini ve barbarlığını meşrulaştırmak için bir temel olarak alınıp sosyal Darwinizm olarak adlandırılan şey aracılığıyla tesis edilmiştir. Nitekim bu ırkçı teori, Batı sömürgeciliğinin en popüler olduğu dönem olan 1880’lerde etkili olmuş, daha sonra bu ırkçı teori, bin dokuz yüz yetmişlerde başka bir isim altında, yani “Sosyobiyoloji” adı altında yeni sömürgeci tarza uyacak şekilde yeniden değiştirilmiştir; dolayısıyla Batı’nın gerçekleri tahrif etme gibi bir alışkanlığı olduğu için bu terim hakkında yalan söylemiş ve bunun kültürel bir ırkçılık değil de bilimsel bir salgı olduğu şeklinde kandırmıştır.

Batı ırkçılığı, "Canlı organizmaların Darwinizmi", "sosyal Darwinizm" ve ardından "Sosyobiyoloji" gibi orijinal seküler felsefi teorileştirmenin bir ürünüdür; dolayısıyla bütün bu ırkçılıkların temelinde kendi laik filozofları, teorisyenleri ve düşünürleri vardır; dolayısıyla da mantıksal olarak bu, Batı’nın kültürel, politik ve medeniyet dokusunun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yüzden Batılı seküler entelektüel ve politikacı, seküler doğası gereği ırkçıdır; zira onun ırkçı mefhumları seküler kültürünün bir kolu olup bu da kaçınılmaz olarak onun ırkçı davranışlarını doğurur ve salgılar. Bu nedenle ister entelektüel ister siyasi olsun, hatta isterse seküler ırkçılığa sahip sıradan bir Batılı olsun; Batılı olmayan bir insanı, toplumu, devleti veya ulusu, aşağılık, gelişme ve ilerlemeden yoksun bir suçlama ve etiketleme mahalli olarak görmektedir. Dolayısıyla bu Darwinci mantığa göre, Batı’nın her türlü tiranlığı, adaletsizliği, öldürmesi, yağmalaması ve sömürgeciliği meşrudur ve bunun açıklaması da en güçlü olanın hayatta kalmasıdır; ancak bunun da ötesinde Batılı, sömürgeci ırkçılığını, Batılı olmayanlar için evrimsel sıçramayı sağlayacak bir modernleşmenin, stereotipleştirmenin ve uygarlaşmanın bir aracı olarak görmektedir. Sekülerizmin felaketi işte burada yatmaktadır; zira o, ırkçılığının iğrençliğinde, medeniyetin ve medeniyetleşmenin erdemini görmektedir!

Irkçı eğilimler Batı’nın laik felsefesine derinden kök salmıştır; zira dün bunun Avrupa ve Batı’nın dışına yönlendirilmesi, sömürgecilik ve kültürel kölelikle eş değer olan kölelik ve insan köleleştirme (15. yüzyılın ortasından 19. yüzyılın ikinci on yılına kadar köle ticareti) şeklindeki ırkçılıktı; bugün ise Batı’nın laik sistemi ve onun felsefi medeniyet düzeyindeki kronik ve yıkıcı krizleri, siyasi ve ekonomik sistemleri ve Batı'nın iç kesimleri ve halkları üzerindeki yıkıcı etkileri ile ilgili nedenler ve dürtüler nedeniyle Avrupa ve Batı’nın ve onların ulus devletlerinin içine yönlendirilmektedir.

Batı sistemi derin bir kriz ve çürüme aşamasına girmiş, bununla birlikte tüm felsefi yapısı ve insani anlatısı da çökmüş ve Batı halkları, kapitalizmlerinin vahşetiyle, kapitalistlerinin zorbalığıyla, sistemin ezici ekonomik krizleriyle ve sömürgecinin yağma alanının daralıp sınırlanmasının ışığında kapitalist vahşilerin büyüyüp çoğalmasıyla karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü sistem, ezici bir işsizlik, pahalılık ve büyüyen bir enflasyon salgılamaktadır; zira gıda, emlak ve enerji gibi temel yaşam ihtiyaçlarının fiyatları rekor seviyelere ulaşmaya devam etmekte olup Batı’daki bireyleri ve aileleri yerin dibine gömen borç dağına ek olarak vergi tahsilatı miktarı da eşi benzeri görülmemiş bir düzeydedir. Nitekim Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, birçok Batılı ülkenin mali ve askerî açıdan Ukrayna’yı desteklemeye dahil olmasıyla birlikte felaket daha da kötüleşmiş ve bu da Batılı halklara yüksek fiyatlar ve vergiler yükleyen yük ve maliyetlere dönüşmüştür. Dolayısıyla Avrupa ve genel olarak Batı, gayri safi yurtiçi hasıla ve bireysel tasarruflardan işlere, ücretlere, insanların geçim kaynaklarına ve hatta geçim kaynaklarının temellerine kadar her şeyi yutan bir çöküş hali olan ve kendisini yok etmekle tehdit eden benzersiz bir felaketin ve medeni tükenmişliğin içinde yaşmaktadır. Bütün bunlar ise tüm kapitalist ekonomi teorilerini yerle bir eden enflasyon canavarının akabinde gerçekleşmiştir; bu da Batılı politikacıları, iflas ilanını yumuşatmak için defalarca ekonominin resesyona-durgunluğa girdiğini ilan etmeye sevk etmiştir.

Sonra bir de Batılı insanın bizzat kendisini yutan, insanlığını ve varoluşunun özünü ezen medeniyet krizinin yıkıcı depremi, ardından buna eşlik eden medeniyetin yok oluş kabusu ve Batı’nın ölümün ve medeniyet değişiminin kaçınılmazlığından duyduğu korku vardır; dolayısıyla İslam tek hadari alternatif olduğu gibi böyle bir medeniyet değişimi için tek adaydır; zira İslam’ın canlılığını, etkinliğini, mücadelesini, cihadını ve Batı sistemine meydan okumasını yeniden sağlamasıyla, dahası Batı sistemini fikri ve kültürel olarak ezmesiyle Batı medeniyetinin krizinin şiddeti daha da artmıştır. Dolayısıyla bu kriz, İslam karşısında fikri ve kültürel iflas yaşayan Batı’yı, ırkçılıkla dolu gayri medeni yöntem ve araçlarla (fikri terörizm, keyfi yasak ve engellemeler, İslam için çalışan birey ve grupların kriminalize edilmesi, İslam’ın terörizm olarak damgalanması, Müslüman ülkelere karşı askeri vahşet ve barbarlık, yerel baskı sistemleri, yasal zorlama ve baskı, ırkçı sınıflandırma, İslami düşünce ve kültürün şeytanlaştırılması...) gibi bir medeniyet savaşına girmeye zorlamıştır.

İslam coğrafyasının, İslami hadarat projesinin kuluçka merkezi ve taşıyıcısı olması nedeniyle böyle bir medeniyet savaşıyla ilgili olduğu bilinmektedir; ancak özellikle Batı ve Avrupa coğrafyasında yeni olan şey, yirminci yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman unsurun Avrupa’nın demografik yapısına girmesiyle birlikte geçirdiği dönüşümdür; nitekim bu konudaki tehlike, bu unsurun izole olmuş münferit bir unsur değil, İslam ümmetinin bir parçası olması ve İslam’a olan kültürel bağlılığının da onu, asimilasyona, stereotipleştirmeye ve kültürel ilhaka karşı itaatsiz kılmasıdır. Bu yüzden Batı’daki tehlike, İslam’ın canlılığı, eylemlerinin dinamizmi ve fikirlerinin ve sistemlerinin evrenselliği ile daha da artmıştır; zira İslam, ümmetin dünyanın geri kalanında hareket edebilmesi için bir bütün olarak ümmet içinde hareket eder ve Batı ve Avrupa’daki Müslümanlar da İslam ümmetinin bir parçasıdır; bu yüzden onların dinleriyle olan etkileşimi ümmetin etkileşiminin bir parçası ve onların hareketleri de onun hareketinin bir parçasıdır. Özellikle Batı ve Avrupa içinde tehlikeli bir emsal teşkil eden durum, medeniyet savaşının ateşinin kendine ulaşmasına, bunun İslam'a, onun mefhum ve hükümlerine ve Batı ülkesindeki Müslümanlara karşı düşmanlığa dönüşmesine ve Batılı siyasi söylemin, Batı içerisinde İslam’a ait olan herkese ve her şeye karşı ırkçı düşmanlıkla dolu bir hale gelmesine neden olmuştur; bu yüzden Batılı politikacılar göç ve göçmenlere karşı düşmanca bir kılıfa bürünmüş, siyasi rekabet ve ihale Batı’da İslam'a ve Müslümanlara karşı daha düşmanca politikalara dönüşmüş ve bahis, Batılı seküler değerlere ve halklarının geleneklerine düşman bir nüfuz kitlesi olarak göç eden Müslümanlara karşı güvenlik ve yasal düzeyde politikalar benimseyenlerin üzerine oynanır hale gelmiştir; zira bu kitle medeniyet olarak farklı olup kültürel, medeniyet ve siyasi olarak Batı sistemiyle rekabet etmektedir; bu da seküler ırkçı anlatıya göre onu, medeniyet olarak bir tehlike ve laik Batılı nüfus dokusuna yönelik güvenlik, siyasi ve ekonomik bir tehdit haline getirmektedir.

Batı ve Avrupa içindeki bu yıkıcı krizler, farklı düzeylerde kendi yerel ırkçılığını ortaya çıkarmış olup siyasi olarak aşırı sağ olarak adlandırılan şey, günümüzdeki ırkçılığın en yüksek olanıdır. İster geleneksel partiler isterse aşırı sağcı partiler olsun Avrupa’daki herkesin, Batı’nın İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü medeniyet savaşında rekabet halinde olduğu bilinmekte olup şaşırtıcı olan ise bu ırkçılığın, Batı içerisinde özellikle de Avrupa’da, zorlayıcı kültürel nedenler ve yıkıcı bir ekonomik kriz nedeniyle patlak vermesidir.

Aşırı sağ, ırkçı söylem açısından en açık olanıdır; zira onun demagojik söylemleri, meseleleri yüzeyselleştirmesi ve bunu yabancı göçmenleri ve mültecileri (Müslümanları) sınır dışı etmeye yönelik uzun vadeli bir stratejiye indirgemesi, ırksal saflığı gerçekleştirmek, kültürel istilayı sınırlamak ve ezici ekonomik krizin nedeninin, kapitalizm, onun sistemlerinin yozlaşması ve kapitalistlerinin vahşiliği ve zorbalığı değil de, göç ve göçmenler olduğunu pazarlamak içindir; dolayısıyla bu söylem, Avrupa ve Batı halklarının yüzeyselliğine hitap etmekte ve onların ırkçılığa olan açlıklarını gidermektedir; ayrıca bu düzeydeki yüzeyselliğe sahip bu ırkçı sağ hareketler, Batı’nın fikri ve kültürel iflası sonucu fena halde içine düştüğü yozlaşmış siyasi durumun doğal bir salgısı olup bu da bu hareketlerin çoğalmasını ve popülaritelerinin artmasını açıklamaktadır.

Aşırı sağ, Avrupa ve Batı siyaset sahnesinde aykırı bir durum değil, aksine ırkçı seküler sistemin doğal bir salgısıdır; nitekim bu aşırı ırkçı politika, Batılı seküler sistemi kasıp kavuran krizler tarafından dikte edilmiştir; zira 1930’larda nazizm ve faşizm, sömürgecilik krizinden ve sömürgeci Avrupa’nın vahşetinden ve bunun Avrupa arenasındaki yansımalarından salgılanmıştır; bugün ise bu aşırı sağcılar, seküler sistemin medeniyet ve sistemler düzeyindeki mevcut krizinin doğal bir salgısıdır; yeni ve şaşırtıcı olan şey ise, ırkçı davranışın devletleri ve toplumları düzeyinde Batı içinde gerçekleşiyor olmasıdır; çünkü kriz derin, yaygın ve Batı içerisinde patlamış durumdadır.

Aşırı sağ, milliyetçi bir siyasi hareket olup Batı’nın ırkçı sekülerizminin doğal bir ürünüdür; zira sistemin krizinin ciddiyeti ve fikri iflas, siyasi çöküş ve ekonomik yıkımla birlikte bunun Batı’nın iç kesimlerine yansımaları, milliyetçiliği cüceleştirerek hayali bir beyaz etnik kökene dönüştürmüş, bununla birlikte Batı sisteminin krizi etnik kimlik meselesine indirgenmiştir; aşırı sağ da bunu, kendi politikası ve siyasi projesi haline getirmiş ve Batılı seküler sistemin ve onun vahşi kapitalizminin kusurlarından kaynaklanan tüm yakıcı ve ölümcül sorunlar, aşırı sağ için ertelenmiştir. Dolayısıyla genel olarak aşırı sağcılığın temel özelliği, Batı'nın medeniyet krizini ve kapitalist sisteminin yozlaşmasını ve iflasını yüzeyselleştirmek ve bunu etnik kimlik meselesine indirgemektir. Bu yüzeysellik şaşırtıcı değildir; zira aşırı sağın kendisi de krizin salgılarından biri ve krizin bir parçasıdır; bunun da ötesinde, sanki egemen kapitalizm ve onun nüfuz sahibi kapitalist tabakası, kamuoyunu krizin gerçek nedeni olan sistemlerinin iflasından ve kapitalistlerinin yozlaşmalarından uzaklaştırmak için aradıklarını aşırı sağda bulmuş gibilerdir!

Batı’daki aşırı sağcılar, Batı’nın geniş bir kesimini laiklikle kalıplaştırma ve onları kültürel olarak eritme konusundaki medeniyetsel başarısızlığının ve felsefi iflasının doğal bir ürünü ve dejenere olmuş bir tepkisidir; daha ziyade bu kesim, düşüncesi, kültürü ve medeniyete bağlılığıyla İslam’a meydan okuyan ve ona Batılı politikacıların ve ülkelerin uykusunu kaçıran sofistike medeni yöntem ve araçlarla çağrı yapan kesimdir ki bu da Batı’da aşırı ırkçılığı ve içe dönüklüğü beraberinde getirmiş ve buna da, etnik kökenli ırkçı partilerin kültürel gerekçelerini ördükleri siyasi bir proje haline getiren siyasi çöküş eşlik etmiştir; bu yüzden kendisini gözetleyip duran dahili Müslümanlar ve kendisine meydan okuyan İslam tarafından tehdit edilen egemenliğini ve kimliğini koruma hakkına sahip olduğunu savunmakta ve bu hak iddiasının da, her bireyin veya grubun bastırılmasını, zulmedilmesini, korkutulmasını, uzaklaştırılmasını, sınır dışı edilmesini ve sözde kültürel ve hayali etnik egemenliği tehdit eden her türlü düşünce ve davranışı engelleyip yasaklanmasını zımnen garanti altına aldığını savunmaktadır. Dolayısıyla aşırı sağ, Batı’daki Müslümanlara aşırı düşmanlıkla bakmakta ve onları Batı medeniyeti ve ırkçılığına yönelik ölümcül bir tehdit olarak görmektedir; zira her ırkçı söylemin arka planında, Batı’da sayıları hızla artan Müslümanlar, onların yükselen İslamcılıkları, onların ideolojileri ve zorlu mücadeleleri vardır. Örneğin aşırı sağcı teorisyenlerden biri, “Neden mücadele ediyoruz?” sorusuna cevap olarak şöyle diyor: “İşgali durdurmanın ve Avrupa’nın biyokültürel yıkımını tersine çevirmenin aciliyet duygusuyla mücadele ediyoruz.” Yani bugün Batı’da süregelen tüm bu tartışma, sadece ırkçılığın retorik bir kılıfı ve bunun, yozlaşmış medeniyet savaşının araçlarından biri olarak siyasi olarak pazarlanmasıdır.

Geriye Batılı seküler ırkçılığı anlama meselesi kalıyor; Batı’daki, özellikle de Avrupa’daki aşırı sağ, homojen ve uyumlu bir blok değildir, aksine Avrupa ve Batı içindeki uyumsuz, parçalanmış ve çelişkili ırkçı sağ kanatlardır. Zira Avrupa’da, rekabetle dolu kanlı bir tarihe sahip birtakım ırkçı gruplar vardır; dolayısıyla bugün bu aşırı sağcılar, göç ve göçmenlere indirgenen İslam ve Müslüman düşmanlığında birleştikleri gibi aynı şekilde karşı taraf da birlik ve beraberliğe olan düşmanlıkta ve parçalanma ve bölünmeye yönelik dizginlenemez arzularında birleşiyorlar. Yani bu sağcılar, ulusal egemenliğin korunması ve ulusal kimliğin muhafaza edilmesi bahanesiyle her türlü bölgesel ve Avrupa entegrasyonunu şiddetle reddetmekte ve sürekli olarak Avrupa Birliği’nin dağıtılması ve Avro bölgesinden çıkılması çağrısında bulunuyorlar ve bu mesele NATO ve Batı kampının ötesine kadar uzanmaktadır.

Aşırı sağcıların ve onların belirsiz ve yozlaşmış ırkçı sınıflandırmaları bununla sınırlı kalmayacaktır; zira Müslüman onun medeniyet düşmanı olduğu gibi Avrupa’nın uyumsuz ve çatışan ırkçıları da kaçınılmaz olarak yakın gelecekte onun siyasi düşmanı olacaktır; dolayısıyla aşırı sağcıların popülaritelerinin artması, aşırı ırkçı söylemlerine verilen destek ve Avrupa parlamentosunda sandalyelerin çoğunluğunu kazanmaları, Avrupa halklarının durumunun, içe dönüklüğünün ve etnik kökenlerine, vatancılıklarına, fanatizmlerine ve ırkçılıklarına hapsedilmişliğin siyasi bir tercümesidir; bu da seküler sistemin başarısızlığı hakkındaki apaçık gerçeği ve onun Batılı insanı sözde insanlık potasında eritmeye yönelik insani iddialarının sahteliğini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla Avrupa ve onunla birlikte medeniyet çürümesi içindeki Batı, kanlı tarihiyle, halkları, etnik kökenleri ve ırkçıları arasındaki savaşlar nedeniyle şiddetli seküler parçalanmaya doğru ilerlemekte olup bugün ırkçı aşırı sağcılar da bu parçalanma ve bölünmenin barut fıçısıdırlar!

Kâfir laik Batı, insanlığı paramparça etmiş, ona lanetli şizofreni hastalığı bulaştırmış, kendi insanını, onun gibi başka bir insana düşman haline getirmiş olup hepsinin sonu, ezmelerinden ve kavgalarından dolayı odunu olacakları cehennem olacaktır. Ancak bu küfürden, kara dalaletten, başıboşluktan ve darmadağın olmuş kafa karışıklığından kurtuluş, asla aklını ve fıtratını ifsat eden laikliğin yozlaştırdığı şaşkın ve sapkın Batı zihniyeti yoluyla gerçekleşmeyecektir.

Bu durumun, alemlere şahitlik eden risalet ümmeti olması vasfıyla İslam ümmeti için ciddi sonuçları vardır; zira insanlığı acılardan ve trajedilerden kurtaracak gerçek kurtuluş sahibi o olduğu gibi bu sefaletten ve başıboşluktan kurtaracak olan İslam’ın ve onun hadari projesinin taşıyıcısı da odur. Dolayısıyla insanlığı ve bununla birlikte onu lanetli Batı medeniyetinin cehenneminden kurtarabilecek olan sadece İslam ve onun, bunu gerçekleştirmenin pratik yolu olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetidir.

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَBu, suçlular hoşlanmasa da Allah’ın hakkı ortaya çıkarması ve batılı ortadan kaldırması içindi.” [Enfal 8]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir/ Belçika: Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!

  • Kategori Belçika
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Belçika

Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!

Özbekistan hapishanelerinde "Rabbimiz Allah'tır!" demekten başka bir şey yapmadıkları için siyasi olarak hapsedilen kardeşlerimize destek için, Hizb-ut Tahrir/Belçika'nın, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi tarafından başlatılan "Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!" başlıklı küresel kampanyanın faaliyetlerine katılımı.

Hicri 13 Muharrem 1446, Miladi 19 Temmuz 2024 Cuma

Küresel Kampanyanın Bir Parçası Olarak Amatullah Haşemi'nin Mesajı

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Devamını oku...

Özbekistan Hükümeti İslam’a Karşı Savaşını Yoğunlaştırıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Özbekistan Hükümeti İslam’a Karşı Savaşını Yoğunlaştırıyor!

Diktatörlük rejimi ve Sovyet rejiminden miras kalan kara güçlere dayanmakla bilinen Özbekistan hükümeti, İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşını yoğunlaştırdı.

Örneğin 24 Haziran 2024 itibarıyla 400'den fazla cami ve mescidin yıkılması veya üretim tesisine dönüştürülmek üzere proje sahiplerine teslim edilmesi yönünde bir kararname çıkarıldı.Kayıtsız cami ve okulların kapatılmasına yönelik bu girişimler, Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in dini konular hakkındaki toplantısından bir hafta sonra ortaya çıktı. Bu tür eylemler, tiran Kerimov’un iktidarı döneminde de uygulanıyordu.

Ayrıca Kerimov’un kana susamış baskıcı yaklaşımını sürdüren Özbekistan güvenlik güçleri, 23 Hizb-ut Tahrir mensubunu bir kez daha tutukladı. Zira geçen Mayıs ayında, Kerimov döneminde hüküm giyen ve 1999-2000'den bu yana 20 yıl hapis yatan Müslümanların daha önceki aynı suçlamalar temelinde yargılanmasına başlandı. Yine Taşkent, Andican, Kogon, Karşi ve Semerkant bölgelerinde 16 genç şiddet ve terör suçlamasıyla yeniden tutuklanarak Taşkent'e gönderildiler ve haklarında soruşturma başlatıldı!

25 Haziran’da, Âli (Üst) Meclisi Yasama Meclisi, çocukların yasadışı dini eğitime çekilmesine yönelik idari sorumluluğun artırılmasına ilişkin bir yasa tasarısını ilk okumada kabul etti. Dolayısıyla ülkede yaz tatili boyunca çocuklara Kur’an öğretilen yerler ve okullar bu bahaneyle kapatıldı.

Aynı zamanda imamların elektronik sosyal ağlar üzerinden vaaz vermeleri ve yurt dışına seyahat etmeleri de yasaklandı.

Özbekistan Parlamentosu daha önce de kadınların peçe takmasını yasaklayan bir yasa tasarısını onaylamıştı.

Bütün bunlar Özbekistan rejiminin, İslam’a ve İslam’a davet eden herkese yönelik düşmanlığında ölmüş Kerimov’un izinden gittiğini gösteriyor.

Aslında Şevket Mirziyoyev liderliğindeki Özbekistan rejiminin dini değerlere karşı mücadelesi, yücelttikleri anayasa ve uluslararası yasalara aykırıdır. Daha dakik bir ifadeyle demokrasinin gölgesindeki din özgürlüğü ve bireysel özgürlük, bir kişinin herhangi bir dine inanmasını ve herhangi bir ibadeti yerine getirmesini garanti altına almaktadır. Zira bu “değerler”, laik bir devletin anayasal kanunudur. Ancak Batı ve Müslümanların başındaki ajan yöneticiler, uluslararası sahnede kendi değerlerini çoktan terk etmeye başladılar.

Batı’ya göre bu özgürlükler, İslam ve Müslümanların dışındakiler için geçerlidir. Örneğin şeytana tapma veya diğer sapkınlıklar için dini özgürlüğe izin verildiği gibi gayrimüslimlerin istedikleri kıyafetleri giymelerine ve hatta sokaklarda çıplak dolaşmalarına dahi izin verilmektedir. Ancak konu İslami değerler olduğunda, meseleye farklı bir şekilde bakılmaktadır. Bu da demokratik rejim ile diktatörlük rejiminin aynı madalyonun iki yüzü gibi olduğu, yani her ikisi de kendi iradesini halkın iradesinin üstünde tuttukları anlamına gelmektedir! Nitekim Irak, Afganistan, Suriye ve en son Gazze’deki olaylar, özgürlük sloganları ile kadın ve çocuk hakları sloganlarının bombaların patlamasıyla yerle bir olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Aslında Müslümanların İslam’ın hükümlerine tabi olmaları ve insanları O’nun hükümlerine davet etmeleri sadece Allah Subhanehu’nun emirlerine itaatten dolayı olup sömürgeci kâfirlerin ve onların ajan yöneticilerinin izin vermesi veya bireysel özgürlük nedeniyle değildir. Bu nedenle bu hain yöneticilere diyoruz ki: Allah’tan korkun ve İslam’a dönün! Zira sizin göreviniz, İslami değerlerle veya başörtüsü ve peçeyle savaşmak değildir; bunun tam aksine sizin göreviniz, camiler inşa etmek ve onun içindeki şartları oluşturmaktır! O halde okullar açın ve gençlerin dinlerini öğrenmeleri için uygun şartları oluşturun…

Ama ne yazık ki sizler, Allah Subhanehu ve Teala katında izzetli olmayı tercih etmek yerine, sömürgecilerin ajanı olarak onların yanında zilleti tercih ediyorsunuz. Doğal olarak bu şekilde devam ettiğiniz sürece dünya ve ahiretteki zilletiniz artacaktır! Sömürgeci kâfirlerin ve onların ajanlarının tuzakları, Allah’ın izniyle kesinlikle başarısız olacaktır. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللهُ وَاللهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَOnlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” [Enfal 30] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌBilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” [Bakara 214]

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

Yahudiler, Tevrat’taki Hayallerini Gerçekleştirme Yolunda İlerleme Kaydederken İslam Ümmeti İse Sessiz ve Hareketsiz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudiler, Tevrat’taki Hayallerini Gerçekleştirme Yolunda İlerleme Kaydederken İslam Ümmeti İse Sessiz ve Hareketsiz!

Haber:

Yahudi Ordusunun Orta Bölge komutanı, Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına izin veren bir karara imza attı.Karar, Batı Şeria’daki Filistin otoritesinin “B” Bölgesi’nde yeni bina inşasının engellenmesini içeriyor. (Ma’an Haber Ajansı)

Haber:

Böylece Yahudi varlığı, olağanüstü hâl ilan ettiği ve Gazze Şeridi’nde yaşananlara paralel olarak Batı Şeria’daki arzu ve hayallerini gerçekleştirmek üzere aşırı sağcı bakanlarını serbest bıraktığı mevcut savaş durumundan faydalanarak Filistin’de oldubittiye dayalı düzenlemeler dayatmaya devam etmektedir.

Sağ ve aşırı sağdan oluşan iktidar koalisyonu ile Netanyahu hükümeti, iki devletli çözümü, çatışmayı çözmenin bir yolu veya gelecek için bir yol olarak görmüyor, aksine bir Filistin devletinin varlığını, Yahudi varlığına yönelik bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle “İsrail” Knesset” Genel Kurulu, Knesset’in geçen Şubat ayında Filistin devletinin “tek taraflı” uluslararası tanınmasını reddetme kararının ardından, Perşembe günü şafak vakti, bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden bir karar taslağını onayladı. Nitekim kararda, “Knesset’in Ürdün’ün batısında bir Filistin devleti kurulmasına şiddetle karşı çıktığı” belirtiliyor ve “İsrail topraklarının kalbinde bir Filistin devletinin kurulmasının “İsrail” devletine ve vatandaşlarına varoluşsal bir tehdit oluşturacağı, “İsrail”-Filistin çatışmasının devam etmesine yol açacağı ve bölgeyi istikrarsızlaştıracağı” ifade ediliyor.

Bu nedenle Tevrat’taki hayallerinin gerçekleşmesi için Filistin halkını sürüp Filistin’den uzaklaştırıncaya kadar Filistin otoritesini daraltmaya ve onu kalıcı değil de, sivil ve geçici bir yönetim haline getirmeye çalışıyorlar.Bunu yaparken onlar, faaliyetleri Ocak 2025’in ortasına kadar sürecek olan seçimlerle meşgul olan Amerikan yönetiminin zayıflığına güveniyorlar. Aynı şekilde onlar, Trump’ın Demokrat rakibine karşı zafer elde edeceğini ümit ediyorlar. Zira Trump’ın, vizyonlarına Biden’dan daha yakın olacağını düşünüyorlar. Tüm bunların olduğu sırada Filistin otoritesi, uluslararası forumlar, hain anlaşmalar ve Yahudi varlığına sağladığı güvenlik hizmetleri aracılığıyla ele geçireceğini düşündüğü Filistin devleti hayalinin peşinden koşmaya devam ediyor.

Müslümanların başındaki yöneticilere gelince; onlar sadece Washington ve Londra’daki efendilerinin emirlerine göre hareket eden satranç taşları olup ümmetin ve Filistin’in düşmanı olan Yahudilerin dostudurlar.

Ümmet, ordularını, güç ve kuvvetlerini Filistin, Gazze ve Mescid-i Aksa’yı kurtarması amacıyla seferber etmek için İslam toprakları, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İsra’sı ve O’nun göğe yükselişi davası olan bu davayı aslına ve faslına geri döndürmek için hareket etmeksizin Filistin’deki Yahudilerin küstahlığını, saldırganlığını ve vahşetini gözleriyle izlemeye, çocuksu yöneticilerin ve Filistin otoritesinin oyunlarına ve bize ve Filistin’e yönelik komplolarına tanık olmaya daha ne zamana kadar devam edecek?!

Filistin meselesinin, Allah’ın kendisine farz kıldığı görevi yerine getirmek üzere harekete geçmesi gereken ümmetin orduları dışında hiçbir çözümü yoktur ve ordunun görevini yerine getirmekte geciktikleri her gün daha fazla kibir, saygısızlık, vahşet ve kan dökülmesi anlamına gelmektedir; bu ise Allah katında büyük bir günahtır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Bahir Salih - Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Ülkeyi Büyükelçilik Yönetip Politikalarına Karar Verdiğinde, Gelecek Nesiller Kaybolur Gider!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ülkeyi Büyükelçilik Yönetip Politikalarına Karar Verdiğinde, Gelecek Nesiller Kaybolur Gider!

Haber:

Youm7 gazetesi 17/07/2024 Çarşamba günü internet sitesinde, Başbakan Yardımcısı ve Sağlık ve Nüfus Bakanı Halid Abdulgaffar’ın, işbirliği mekanizmalarını görüşmek, Mısırlı insanın gelişimine yönelik gelecekteki planları belirlemek ve kapsamlı sağlık bakımının her türlü yolunu sağlamaya çalışmakla birlikte onun becerilerini geliştirmek için Amerika'nın Mısır Büyükelçisi Hero Mustafa ve beraberindeki heyetle bir araya geldiğini söyledi; nitekim bu, Mısır 2030 Vizyonunun gerçekleştirilmesiyle paralel olup Sağlık ve Nüfus Bakanlığı resmi sözcüsü Dr. Husam Abdulgaffar, toplantıda, insanı doğuştan itibaren ve yaşamın her aşamasında hedef alan insani gelişme planının önümüzdeki dönemde uygulanmasına yönelik eksenlerin belirlenmesine ilişkin anlaşmanın ele alındığını söyledi. Resmi sözcü her iki tarafın, yerel olarak üretilmeyen aile planlaması araçlarının ABD’den ithal edilmesine destek sağlamanın yanı sıra sağlık hizmetleri ve aile planlaması alanındaki girişimlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasında işbirliği yapmak yoluyla aile planlaması alanında işbirliğini ele aldıklarını açıkladı. Bu ise bu kampanyaların hedefine ulaşmak ve Mısırlı aileler arasında farkındalık ve tepki seviyelerini yükseltmek için Sağlık Bakanlığı’nın önceliklerini belirlenmesiyle birlikte her valilikteki alıcı kitlenin niteliğinin ayrı ayrı incelenmesi yoluyla olacak ve bu da aile planlaması hizmetlerinden yararlananların sayısının artmasına katkı sağlayacaktır.

Yorum:

Amerikan büyükelçisinin iş birliği mekanizmalarını görüşmek üzere Kahire’de oturması, kesinlikle görüşleri dinlemeye yönelik tartışmalardan ibaret değildir, aksine tâbi rejimin politikalar açısından ne yapması gerektiğine dair efendilerden gelen bir rapordur. Dolayısıyla bu toplantı, içeriği ve o sırada alınan kararlar, elçiliğin yöneten ve hangi politikaların yapılması gerektiğine karar veren kişi olduğu ve isterse her konuya, hatta en küçük ayrıntıya bile müdahale ettiği anlamına gelmektedir. Zira onlara göre Mısır, Amerika’nın vizyonu ve çıkarlarına göre ilerlemesi gereken bir nüfuz bölgesinden başka bir şey değildir.

Amerika’nın çıkarları ve vizyonu hiçbir zaman Mısır'ın ve Mısır halkının çıkarına olmamıştır ve olmayacaktır; aksine bu, gelecekte Amerika'nın çıkarlarını gözetip koruyacak, onun Mısır'ın ve halkının geri kalan zenginlikleriyle güçlenmesini sağlayacak ve Mısır üzerindeki egemenliğini gelecek on yıllar boyunca pekiştirecek bir vizyon ve plandır. Bu da akidesi ve kültürü Batılı fikirlere ve kapitalist ilkelere dayanan, kişilikleri evcilleştirilmiş, kafir Batı'nın dikte ettiklerini kabul eden, onu efendileri olarak gören ve onun egemenliği altında bir kölelik hayatını kabul eden zayıf nesiller gerektirmektedir. Amerikan büyükelçisinin planladığı ve rejim ve araçlarının ona yardım ettiği Amerika’nın vizyonu işte budur.

Özellikle aile planlamasından ve Mısır’ın bu konuda aldığı yardımdan bahsetmek gerekirse bu, gelecek nesilleri öldüren ve Müslüman nüfusu azaltan ölümcül bir zehirden başka bir şey değildir; zira Batı’ya, onun medeniyetine ve kültürüne yönelik gerçek tehlike, Mısır ve ümmetin sahip olduğu güçtür; zira şayet Mısır ve ümmetin liderliği doğru bir liderlikle yönlendirilirse o,Mısır’ı ve ümmetini içinde bulunduğu çöküşten kurtaracak, onları Amerika ve tüm Batı’nın üstüne yükseltecek ve Amerika ve Batı’yı fikirler çatışmasında kaçınılmaz olarak yenilgiye uğratmasının ardından medeniyetler çatışmasında da yenilgiye uğratacak gerçek bir kalkınmayı gerçekleştirmeye muktedir olacaktır. Bu yüzden kâfir Batı, ümmetin bağımlılıktan kurtulup gasp edilen otoritesini yeniden kazanma yoluna girip kendisine karşı koyabileceği güce ve enerjiye sahip olmasını istemiyor..

Mısır’ın aile planlamasına, bunun yöntemleri konusunda farkındalığın yükselmesine ya da buna yanıt vermeye ihtiyacı yoktur; aksine Mısır’ın, İslam’ın fikirleri ve onun siyasi pratik akidesi konusunda bilincin yükselmesine, bu akidenin yeniden fikrin temeli olmasına ve ümmeti risaletini taşımaya ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde İslami hayatı yeniden başlatacak devletini yeniden tesis etmeye davet edenlere icabet etmeye ihtiyacı vardır.

Ayrıca Mısır’ın İslam’a ve Amerika’nın ve Batı’nın egemenliğinin olmadığı, Allah’ın tatbik edilmesini ve yöneticiye ve tebaaya hükmetmesini ümmetin üzerine vacip ve gerekli kıldığı İslam’dan, onun şeriatından ve hükümlerinden başka otoritenin olmadığı alternatif hadari projesine ihtiyacı vardır. Adaleti ve hakların yerine getirilmesini garanti altına almanın tek yolu budur. Zira bu devlette, insanların mallarının ihmal edilmesi ve onu yağmalayanların korunması yoktur, aksine onlara haklarını geri veren ve onları en iyi şekilde gözeten bir adalet vardır. Bu öyle bir adalet ki insanlar daha ilk günden itibaren onu hissedecek ve bu adaletin ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesinde ağaç, kuş ve hatta taşlar bile mutlu olacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Said Fazıl - Mısır

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER