Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُواْ مَا عَاهَدُواْ اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُواْ تَبْدِيلاً

“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

[Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti heyeti adına Üstad Bilal Kasravi'nin Hacı Yusuf Mustafa el Tubasi’nin (Ebu Usame) cenazesindeki konuşması]

Allah’ın kazasına iman etmekle birlikte Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti Medya Bürosu, Hacı Yusuf Mustafa el Tubasi’nin (Ebu Usame) vefatını derin bir üzüntüyle duyurur.

Merhum, 10 Ekim 2024 Perşembe günü Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hizb-ut Tahrir’in ilk kuşak gençlerinden biriydi. Geçen yüzyılın 50’lili yıllarında Hizb-ut Tahrir’e katılmış ve hayatını İslami hayatı yeniden başlatmaya adamıştı. Allah’ın şeriatını hâkim kılmak için uzun yıllar çalıştı.

İleri yaşı, hastalığı, zalimler tarafından üç kez hapsedilmesi ve maruz kaldığı baskılar, onu sabırla ve karşılığını Allah’tan bekleyerek davet faaliyetlerini sürdürmekten ve mücadelesine devam etmekten alıkoymamıştır. Ömrünü İslam davasını adayan, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışan bu değerli insan, hayatının son nefesine kadar bu yolda mücadele etmiştir. Allah’tan, merhum kardeşimize rahmet etmesini, onu Peygamberler, Sıddıklar, şehitler ve Salihlerle birlikte geniş cennetine koymasını niyaz ediyoruz. Onlar ne güzel dostturlar!

Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, ailesine ve yakınlarına sabır versin, acılarını dindirsin. Biz ancak Rabbimizi razı eden söz söyleriz. Canı veren de Allah, alan da Allah’tır. O’nun katında her şey bir ölçüye göredir.

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Ortadan Kaldırılması İçin Dua Etmek

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru - Cevap

Yahudi Varlığının Ortadan Kaldırılması İçin Dua Etmek

Agus Trisa’ya

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh; her nerede olursanız olun Allah sizi korusun.

Size şu ayet-I kerime hakkında sormak istiyorum; zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِي إِذَا دَعَانِي فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَEğer kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasına, her zaman karşılık veririm. Öyleyse kullarım da Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler.” [Bakara 186]

Allah’ın, insanın her duasına icabet edeceği doğru mudur?

Allah’ın icabet etmediği-karşılık vermediği bir dua var mıdır?

Bazı insanlar Allah’a, Yahudi varlığının ortadan kalkması için dua ettiklerini söylüyorlar; ancak bu varlık neden hâlâ güçlü ve Gazze’ye yönelik saldırganlığını sürdürüyor?

Cevabınız için teşekkür ediyor ve Allah’tan, vereceğiniz güzel cevabınız için sizi hayırla mükâfatlandırmasını diliyorum.

Vesselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;

Dua hakkında bilinmesi gereken birtakım hususlar vardır:

1- Eğer bir mümin Allah’a, akrabalık bağlarının kesilmesini gerektiren bir dua olması dışında samimi bir şekilde dua ederse, Allah Subhanehu ona üç halden biriyle icabet eder; tıpkı Allah Subhanehu’nun Kitabı’nda ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde şu şekilde geçtiği gibi:

Allah Subhanehu, dua edenin duasına icabet ettiği gibi darda kalanın da duasına icabet eder; وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْRabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim.” [Mümin 60], وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِEğer kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz ki Ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasına, her zaman karşılık veririm.” [Bakara 186], أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine dua ettiği zaman icabet eden ve (başındaki) sıkıntıyı gideren mi.” [Neml 62] 

Ancak duaya icabetin şerî bir hakikati var ki bunu da Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu şekilde açıklamıştır:مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْعُو اللهَ عَزَّ وَجَلَّ بِدَعْوَةٍ لَيْسَ فِيهَا إِثْمٌ وَلَا قَطِيعَةُ رَحِمٍ، إِلَّا أَعْطَاهُ اللَّهُ بِهَا إِحْدَى ثَلَاثِ خِصَالٍ: إِمَّا أَنْ يُعَجِّلَ لَهُ دَعْوَتَهُ، وَإِمَّا أَنْ يَدَّخِرَهَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ، وَإِمَّا أَنْ يَصْرِفَ عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا. قَالُوا: إِذًا نُكْثِرُ. قَالَ: اللهُ أَكْثَرُHiçbir Müslüman günah veya sıla-i rahmi kesmeyi içermeyen bir dua yapmasın ki, Allah Azze ve Celle ona şu üç şeyden birini vermiş olmasın; ya onun duasını hızlandırır, ya onu ahirete saklar yahut onun misli kadar ondan kötülük uzaklaştırır.” Dediler ki: “Öyleyse bu çoğalır.” Dedi ki “Allah (hepsinden) daha çoktur.” [Ahmed tahric etti, 3/18] Ve aynı şekilde şöyle buyurmuştur:لَا يَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَا لَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ مَا لَمْ يَسْتَعْجِلْ. قِيلَ: يَا رَسُولَ اللهِ، مَا الِاسْتِعْجَالُ؟ قَالَ: يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ وَقَدْ دَعَوْتُ فَلَمْ أَرَ يَسْتَجِيبُ لِي فَيَسْتَحْسِرُ عِنْدَ ذَلِكَ وَيَدَعُ الدُّعَاءَKul günah veya sıla-i rahmi kesme duasında bulunmadıkça ve acele etmedikçe duası kabul edilir durur. Ey Allah’ın Rasulü! Acele etmek nedir? denildi. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Dua ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vazgeçerek duayı bırakır.” [Müslim tahric etti, 4918]

Bizler Allah Subhanehu’ya dua eder ve şayet dürüst, samimi ve itaatkâr olursak, o zaman Allah’ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in açıkladığı anlamda duaya icabetin olacağından emin oluruz.

2- Dua her durumdaki hedefi gerçekleştirmenin şerî bir yolu değildir… Zira dua menduptur ancak savaşı kazanmanın veya devleti kurmanın ve benzerlerinin yolu değildir. Çünkü Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir’de orduyu hazırladı, askerleri yerlerine yerleştirdi, onları savaş için iyi bir şekilde hazırladı, sonra çadırına girerek zafer için Allah’a dua etti; duasını o kadar çoğalttı ki Ebu Bekir Radıyallahu Anh O’na şöyle dedi: “Bu kadar dua sana yeter ey Allah’ın Rasulü!” (İbn Hişam’ın Sireti, 2/626). Dolayısıyla dua, sebeplere bağlanmayı bırakmak anlamına gelmez, aksine onlarla birlikte gerekli olan bir şeydir.    

Aynı şekilde Hilafetin yeniden kurulmasını isteyen bir kimsenin, bunun gerçekleşmesi için dua etmekle yetinmemesi, aksine onu kurmak için çalışanlarla birlikte çalışması, bu konuda yardım etmesi ve gerçekleşmesini hızlandırması için Allah’a dua etmesi, samimi bir şekilde Allah’a dua etmekte ısrar etmesi ve sebeplere de bağlanması gerekir.  

Bütün ameller de bu şekildedir; yani kişi Allah için samimi bir şekilde amel etmeli ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e karşı da dürüst olmalı, dua etmeli ve duasında da ısrarcı olmalıdır; şüphesiz Allah işiten ve icabet edendir.

3- Daha önce H. 04 Zilkade 1432 M. 1/10/2011 tarihinde benzer bir soruya cevap vermiştik; orada şöyle geçmektedir:

[………..

Sebeplere bağlanmakla birlikte yapılan duaya gelince; bunun neticelere etkisi vardır. Zira bu, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabesi Rıdvânullahi Aleyhim’in üzerinde olduğu şeydir. Zira Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ordu hazırlarken ve çadıra girerken dua ederdi. Müslümanlar, Kadisiye’de nehre dalmak için hazırlık yaparlarken Sad Radiyallahu Anh Allah’a yönelerek dua ediyordu… Hakeza sadık müminler, hazırlık yaparlarken dua etmeye başlamaktadırlar. Ayrıca geçimi için büyük bir gayretle çalışan kişi de dua etmektedir. Yine öğrenci de çalışıp gayret göstermesine rağmen başarmak için Allah Subhanehu ve Teala’ya dua etmektedir. Bu nedenledir ki Allah’ın izniyle bu duaların neticelere etkisi olacaktır.

Mefhumlar kitabının 65. sayfasının sonu ile 66. sayfasının başında şöyle geçmektedir: “Fakat bilinmelidir ki metodun delalet ettiği bir amel, somut neticeleri bulunan maddî bir amel olsa bile, bu amelin Allah’ın emirleri ve nehiyleri ile seyrettirilmesi ve onu Allah’ın emirleri ve nehiyleri ile seyrettirmekten kastın da Allah’ın Rıdvan’ı olması kaçınılmaz olduğu gibi, Müslüman üzerinde onun Allah Teâlâ ile olan bağını idrakin egemen olması da kaçınılmazdır. Böylece O’na, namaz ile, dua ile, Kur’an tilâveti ile ve benzerleri ile yakınlaşır. Kaldı ki Müslüman, zaferin Allah’ın indinden olduğuna itikat etmelidir. Bundan ötürü Allah’ın hükümlerinin infazı için; gönüllerde temerküz etmiş takvanın varlığı kaçınılmazdır, dua kaçınılmazdır, Allah’ın zikredilmesi kaçınılmazdır, bütün ameller yapılırken Allah ile bağın devamlılığı kaçınılmazdır.” Açıktır ki müminin, bütün amellerinde duayı, sebeplere bağlanmakla ilişkilendirmesi önemlidir. Zira bütün amellerin dua ve Allah ile bağın devamlılığı ile ilişkilendirilmesinin kritik öneminin belirtilmesi için “kaçınılmaz” kelimesinin defalarca tekrarlanması bu önemi artırmaktadır…

- Sebeplere bağlanmakla birlikte duanın kullanılması, söylediğimiz şekildedir. Ta ki Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem, sahabesi Radiyallahu Anhum ile müminler de böyle yapmışlardır. Zira bu ikisini ilişkilendirdiğimiz de bu ikisinin neticelere etkisi olacaktır Allah’ın izniyle. Ayrıca bu ikisinin birlikte kullanılması da İslam metoduna aykırı değildir. Bilakis İslami fikrin uygulanması için nasların açıkladığı metot olmaksızın sadece dua ile yetinmek İslam metoduna aykırıdır…]

Bu nedenle Yahudi varlığının ortadan kaldırılması için dua etmekle ilgili sorunuzda geçenlere gelince… Bunun için dua etmek yeterli değildir; aksine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabesi Rıdvânullahi Aleyhim’in yaptığı gibi duayla birlikte Yahudilerle savaşacak devletin ordusunun da eşlik etmesi gerekir. Allah yardımcımız olsun.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 04 Rabiu’l Ahir 1446

M. 07/10/2024

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

https://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4486

Devamını oku...

Suudi Arabistan’ın, Silahlarından Ayrı Olarak Amerikan Mühimmatlarını Satın Alma Anlaşmaları, Kalıcı Askeri Bağımlılık Anlamına Gelmektedir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Suudi Arabistan’ın, Silahlarından Ayrı Olarak Amerikan Mühimmatlarını Satın Alma Anlaşmaları, Kalıcı Askeri Bağımlılık Anlamına Gelmektedir!

Haber:

ABD Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’a olası askeri satışları onaylama kararını açıkladı ve şöyle dedi: “Suudi Arabistan, 10 bin adet “M456” serisi, 105 mm Yüksek Patlayıcılı Tanksavar İzli Fişeği ve çeşitli tiplerde tank, obüs ve makineli tüfek mühimmatı, patlayıcılar, ateşleme bujileri, el bombaları, destek ve test ekipmanları, yedek parça ve onarım ile yazılım, yayınlar ve teknik dokümantasyon, personel eğitimi, eğitim ekipmanları, ABD hükümeti ve yükleniciler için mühendislik, teknik ve lojistik destek hizmetleri, depolama ekipmanları ve lojistik ve yazılım desteği ile ilgili diğer unsurları talep etmiş olup bunların toplam tahmini maliyeti 139 milyon Dolardır.”

Yorum:

Kendilerini fırlatacak silahların satın alınmasından ayrı olarak Amerikan mühimmatlarının satın alınması, şüphesiz Amerika’ya kalıcı askeri bir bağımlılık anlamına geldiği gibi Suudilerin Amerika’ya kalıcı ve ayrılmaz bir siyasi bağlılığı anlamına gelmektedir.

Peki Suudi Arabistan, neden mühimmatların dışında ayrı olan bir anlaşmayla silah satın alıyor? Neden mühimmatların alınması her seferinde Amerika’nın onayını gerektiriyor?!

Doğal olan şu ki, şayet tank ve toplar gibi silahların satın alınması onaylanırsa, bu mutlaka gerekli tüm mühimmat ve tüm silahların gereksinimlerinin satın alınmasını gerektirmektedir. Silah alımı ile mühimmat alımının birbirinden ayrılması ve her birinin alımının kendi onayını gerektirmesi ise, Suudi Arabistan’ın mühimmatı olmayan ABD silahlarını satın alarak ve bunları ateşleyecek silahlardan ayrı olarak mühimmatları da satın alarak paralarını boşa harcadığı, dolayısıyla Amerika’nın onayladığı şeyler dışında onu kullanmanın ve ondan yararlanmanın bir faydasının olmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla da silahla ilgili mühimmatlar her zaman Amerika'nın “merhametine” bağlı olacaktır.Bu da herhangi bir savaşta silah kullanımının önceden izin alınmasını ve ABD’nin yeni onayını gerektirdiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Suudi Arabistan, bu silahtan yapacağı herhangi bir atışta askeri ve siyasi kaderini Amerika’nın iradesine bağlamış olup dolayısıyla da bu silahın kullanımında Amerika’ya olan bağımlılığı mutlak ve kalıcı olacaktır.

Ancak Suudi Arabistan’ı kendi silah ve mühimmatını üretmekten alıkoyan şey nedir? Her anlaşma ve her silah için onay almak üzere onun Amerika’ya koşturmasına neden olan şey nedir? Neden askeri kararlarını ABD Dışişleri Bakanlığı’nın onayına ipotek ediyor?

Tüm bunlar, Suudi Arabistan’ın, Trump’ın iktidarda olduğu günlerde hayali bir silah anlaşması için 500 milyar Dolar ödedikten sonra askeri sanayisini Suudi Arabistan’da kendi fabrikalarında yerelleştireceği iddiası hakkında şüphe uyandırıyor; zira o dönemde Suudi Arabistan silahların kendi fabrikalarında üretileceğini iddia etmişti. Ancak şimdi hâlâ o, basit mühimmatları bile satın alıyor ve bunların ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından onaylanması gerekiyor; bu da onun askeri sanayisini yerelleştirme ve Suudileştirme iddialarını yalanlıyor.

Suudi Arabistan’ın geçtiğimiz on yıllar boyunca bu silahları satın almak için Amerika, İngiltere ve Batılı ülkelere ödediği devasa miktardaki paralar, Suudi Arabistan’ı tüm dünyaya silah ihraç eden büyük bir ülke haline getirmesi, dahası Suudi Arabistan’ı kendi kendine yeterli kılacak ve herhangi bir ülkeye ihtiyaç duymayacak kadar büyük bir askeri cephanelik inşa etmesi için yeterlidir.Ancak kuruluşundan bugüne kadar kafir Batı’ya olan siyasi bağımlılığı, tüm bu paraların boşa yere heder olmasına neden olmuştur. Yani Yemen gibi fakir ve zayıf bir ülkeyle savaşa girse bile onun karşısında yenilecek, dolayısıyla satın aldığı silahlardan yararlanamayacak, sonra kendisine milyarlara mal olan bu silahlar sadece hurda bir metale dönüşecektir!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Bağımsız Devletler Topluluğu Zirvesi (BDT): Hepsi Rusya İçin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Bağımsız Devletler Topluluğu Zirvesi (BDT): Hepsi Rusya İçin!

Haber:

Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, 8 Ekim 2024 tarihinde Bağımsız Devletler Topluluğu Devlet Başkanları Konseyi'nin olağan toplantısına katıldı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in başkanlık ettiği zirveye Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhamedov, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın yanı sıra BDT Genel Sekreteri Sergey Lebedev de katıldılar. (Özbekistan Cumhurbaşkanlığı web sitesi, 08/10/2024)

Yorum:

Aslında bu yılki BDT zirvesi tamamen Rusya ile ilgiliydi; zira Rusya kendi çıkarları doğrultusunda emirler şeklinde direktifler verirken diğerleri ise uysal bir şekilde dinlediler. Dolayısıyla bu tutum bize, Sovyetler Birliği döneminde Rus efendilerini memnun etmeye çalışarak onlara hizmet eden bazı başkanların ihanetlerini hatırlattı. Zirvede ele alınan konuların tüm üye devletlerin çıkarlarına olduğu söylense de, her şeyin sadece Rusya’nın çıkarlarına hizmet ettiği gayet açıktır. Örneğin Vladimir Putin, tüm BDT ülkelerinin Uluslararası Rus Dili Örgütü'nün kurulmasına ilişkin anlaşmayı mümkün olan en kısa sürede onaylamasını beklediğini açıklamış ve şöyle demiştir: “Bir yıl önce Bişkek’te Uluslararası Rus Dili Örgütü’nü kurmak üzere bir anlaşma imzaladık. Rusya, Belarus, Kırgızistan ve Tacikistan bu sözleşmeyi bizzat onaylamıştır. Geri kalan dostlarımızın ve katılımcı ülkelerin de uygun iç prosedürleri uygulayacaklarını ümit ediyorum.” Ayrıca ortak tarihi hafızanın korunması ve tahrif edilmesinin önlenmesinin önemini vurgulayarak şunları söyledi: “Gençler, özellikle Büyük Vatanseverlik Savaşı yıllarındaki atalarımızın ve halklarımızın başarılarını bilmelidir.” Buna dayalı olarak zirvenin sonunda, “Sovyet halkının Büyük Vatanseverlik Savaşı'ndaki (1941-1945) zaferinin 80. yıldönümü münasebetiyle BDT Devlet Başkanlarının, üye devletlerin halklarına ve uluslararası topluma yönelik açıklamasına” ilişkin bir karar alındı.

Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in girişimiyle “2025-2027 yılları için BDT Üye Devletleri Arasında Aşırılığı Önleme Alanında İşbirliği Programına" ilişkin bir karar alındı. Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Rusya’nın Orta Asya devletleriyle ilişkileri daha da kötüleşti; hatta Rusya bölge halklarına karşı daha kaba davranmaya ve onları giderek daha fazla küçümsemeye başlar hale geldi. Çünkü Amerika liderliğindeki Batılı ülkelerin Orta Asya'ya ilgisi, Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olmasını istismar etme girişimiyle daha da artmış, bu da bölgedeki nüfuzlarını güçlendirmeye yönelik adımlar atmalarına yol açmıştır. Rusya ise bu konudaki memnuniyetsizliğini gizlemedi ve birçok tehditkâr açıklamalarda bulundu. Aynı zamanda Rusya, Orta Asya’da kültürüne ve diline yönelik en küçük tehditlerden bile endişe duymaya başladı. Buna dair bir örnek Özbek okullarının birinde en son gerçekleşen bir olaydır; zira Rusya, bir öğrencinin Rusça öğretmeninden Rusça konuşmasını istemesi üzerine öğretmenin öğrenciye hakaret edip azarladığının bildirilmesi üzerine Özbek hükümetinden bir açıklama talebinde bulunmuştur. Bu olay ise Rus ve Özbek aktivistler arasında tartışmaya yol açmıştır. Buna ek olarak Rusya Sosyal Bilimler Akademisi Bilimsel Enformasyon Enstitüsü, özellikle Özbekistan olmak üzere Orta Asya'daki ders kitaplarının Rusya'yı “kanlı kaosun organizatörü ve şiddet yanlısı bir devlet” olarak tasvir ettiğini ve “dünyanın onsuz daha iyi olacağını” söylediğini açıklamıştır. Bu olaylar Rusya’nın, Orta Asya’daki nüfuzunu savunmak için birtakım tutumlar benimsemesine, hatta tehditkâr ifadeler kullanmasına neden olmuştur.

Yukarıdakilerden de anlaşılacağı üzere Rusya’nın, BDT zirvesinde bu konuları boşuna gündeme getirmediği açığa çıkmaktadır; zira Rusya, Orta Asya’daki nüfuzunun artık eskisi gibi olmadığının farkındadır ancak bu gerçekliği kabul etmemektedir. Rusya kendisini hâlâ büyük bir güç ve uluslararası politikayı etkileyen önemli bir merkez olarak görüyor ancak bugünkü gerçek statüsü, hırslarıyla örtüşmüyor. Nitekim Rusya, Sovyetler Birliği’nden bu yana sürdürdüğü saldırgan politikalarından vazgeçmedi; çünkü o, açıkça ideolojik bir devlet değildir. Elbette Rusya, baskı, şiddet ve kendi isteklerini başkalarına dayatma yoluyla hedeflerine ulaşamayacak, aksine bu, Orta Asya’daki ajan yöneticilerinin canını sıkacaktır; çünkü Rusya, “sadece ben” politikası izlemekte olup özellikle daha önce olduğu gibi kendisine hizmet etmesini istediği Orta Asya halkları olmak üzere başkalarının çıkarlarını hiç dikkate almıyor. Dolayısıyla Rusya, küstah bir şekilde kara tarihinin bir kahramanmış gibi olumlu bir şekilde tasvir edilmesini talep ediyor. Dolayısıyla da Müslüman çocukların zihinlerini kendi dili ve kültürüyle zehirlemeye çalışıyor.

Orta Asya hükümetlerinin, özellikle de Özbekistan'daki Mirziyoyev hükümetinin, -gönülsüz bile olsa- Rusya’nın isteklerine teslim olması ihanetten başka bir şey değildir; çünkü Müslüman halkımızın akidevi ve tarihi bir düşmanı olan Rusya’ya boyun eğmek ve sadakat duymak, ümmeti, bedeli nihayetinde halk tarafından ödenecek ağır bir yüke maruz bırakmaktadır. Örneğin Rusya hükümeti, ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle çalışmak üzere Rusya'ya gitmek zorunda kalan milyonlarca Özbek’i aşağılamaktadır. Aynı zamanda enerji alanında Rusya’ya artan bağımlılığın bir sonucu olarak halkımızın karşılaştığı zorlukların kötüleşmesinin, bunun da fiyatların yükselmesine ve kaynak sıkıntısına yol açmasının ana nedeni de odur.

Kendilerini Müslümanların üzerine tayin eden bu yöneticilerin, Rusya ile karşı karşıya gelmeye asla cesaret edemeyecekleri gayet açıktır; zira onlar hâlâ köle zihniyetine saplanıp kalmışlardır. Rusya’nın açık düşmanlığına rağmen ancak onlar, tahtlarını korumak için ona karşı çıkma cesaretini gösteremiyorlar ki bu doğal olan bir durumdur; çünkü izzete ve onuru götüren tek yol, Allah’ı razı etme, O’ndan korkma, O’na güvenme ve yalnızca O’ndan yardım isteme yolunda yürümektir. Bu yoldan başkasına tutunmak ise dünya ve ahirette rezilliktir. Bu nedenle Rusya gibi sömürgeci kafir devletlerin zulüm ve baskılarından, onların aşağılamalarından ve servetlerimizi yağmalamalarından korunmak, sadece gözeticimiz ve koruyucumuz olan Hilafet Devleti ile gerçekleşecektir. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

Dördüncü Sanayi Devrimi: Beklentiler ve Zorluklar!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Dördüncü Sanayi Devrimi: Beklentiler ve Zorluklar!

Devrim, çeşitli bileşenlerde meydana gelen ve bu bileşenlerin özünü ve varlığını değiştiren bir dizi niteliksel değişiklik olarak tanımlanabilir.Bu bileşenlerden bazıları, deprem ve volkanik patlamalar gibi fiziksel bileşenler, Fransız Devrimi gibi toplumsal bileşenler ve ilk sanayi devrimi gibi bilimsel bileşenlerdir.Sanayi devrimi terimi, toplumlarda bilimsel keşifler ve icatlar-buluşlar sonucu ortaya çıkan temel-cevheri değişiklikleri ifade etmek için kullanılmaktadır.

İlk sanayi devrimi, İngiltere’de 1760 yılında Scot James Watt’ın buhar makinesini icat etmesine kadar uzanır; zira bu makine gemilere, trenlere ve tekstil makinelerine güç sağlamak için kullanılmış, böylece tarımsal üretim tarzından endüstriyel üretim tarzına geçiş yapılmıştır. Nitekim birinci sanayi devrimi, üretim araçlarında muazzam değişiklikler meydana getirmiş ve özellikle Avrupa’da olmak üzere dünyanın farklı ülkelerindeki fikri ve siyasi sistemler üzerinde güçlü izler bırakmıştır.

Daha sonra on dokuzuncu yüzyılın sonuyla birlikte ikinci sanayi devrimi başlamış; böylece Maxwell ve Faraday’ın çalışmaları motorların ve jeneratörlerin icadına yol açmıştı ki bu da 1870 yılında olmuştur; buna ek olarak Thomas Edison’un 1880 yılındaki icatları, aydınlatma için elektrik kullanımının yaygınlaşmasına yol açmıştır. 1823 yılında Samuel Brown ilk içten yanmalı motorun patentini almıştır.İlk seri üretim otomobil 1908 yılında Henry Ford tarafından üretilmiştir. Yani ikinci sanayi devrimi, hayatın her alanında muazzam bir bilimsel araştırma ve keşifler-icatlar dalgası başlatmıştır.

Üçüncü sanayi devrimine gelince; yirminci yüzyılın ortalarında başlamış ve ilk icadı 1946 yılında ikili sayılarla çalışan bilgisayar, ardından yirminci yüzyılın altmışlı yıllarında endüstriyel robotun icadı ve bunun fabrikalarda çalıştırılması olmuştur.Bu dönemde transistörler (küçük elektrik sinyallerini yükseltmek veya anahtarlamak yani on-off şeklinde kontrol etmek amacıyla kullanabileceğimiz bir yarı-iletken devre elemanıdır), entegre devreler ve mikroişlemciler üretilmiştir. Geçen yüzyılın doksanlı yıllarında, fiber optik, internet, cep telefonu ve dizüstü bilgisayar sistemleri kullanılarak modern iletişim ağları etkinleştirilmiştir. Hatta Google, Twitter, Facebook gibi popüler dijital platformlara ve hayatın çeşitli alanlarının dijitalleşmesine kadar ulaştık.

İçinde bulunduğumuz bin yılın başlangıcı, dördüncü sanayi devriminin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.Dünya Ekonomik Forumu’nun yönetim kurulu başkanı ve kurucusu Klaus Schwab bu terimi ilk kullanan ve yaygınlaştıran kişi olmuştur.Dördüncü sanayi devrimi, yapay zeka, nesnelerin interneti, esnek robotik, nano mühendislik, bulut bilişim, üç boyutlu baskı, artırılmış gerçeklik, biyomühendislik ve diğerleri gibi çeşitli alanlardaki bir grup teknolojik yenilik ve bilimsel buluşları temsil etmektedir... Yani dördüncü sanayi devrimi, bu bileşenlerin dijital alandaki etkileşiminin ve kaynaşmasının bir sonucu olup hız, karmaşıklık ve kapsamlılık ile karakterize edilmektedir. Kapitalist Batı’nın dördüncü sanayi devrimini pazarlaması ve müjdelemesi dikkat çekicidir; örneğin Klaus Schwab 2016 yılında Davos’taki Ekonomik Forum’da şunları söylemiştir: “Yaşadığımız ve çalıştığımız hayatı kökten değiştirecek dördüncü sanayi devriminin eşiğindeyiz.Hayatımızın her yönünü kapsayacak olan bu muazzam dönüşüm, hem değişimin boyutu hem de karmaşıklığı açısından insanlık tarihinde benzersiz olacaktır. Gerçek şu ki bizler, bu dönüşümün niteliğini tam olarak bilmiyoruz; çünkü bu dönüşümün büyük ivmesini an be an yaşıyoruz; ancak bizler, gelişmiş ülkelere ayak uydurabilmek için bu değişimlere vereceğimiz yanıtın kapsamlı ve bütüncül olması gerektiğini çok iyi biliyoruz.”

Aşağıda dördüncü sanayi devriminin en önemli bileşenlerinden bazılarına yönelik bir inceleme yer almaktadır:

1) Nesnelerin İnterneti: Yaşamın çeşitli yönlerini izlemek ve kontrol etmek için internet ağının kullanıldığı ve her şeyin internet üzerinden kontrol edilebildiği bir sistemdir.

2) Yapay zeka: Düşünme ve karar verme yeteneği açısından insan zihnine benzeyebilen, büyük miktarda verinin işlenmesine dayalı olan, aynı zamanda öğrenme ve çevreyle etkileşim kurma yeteneğine sahip bir bilgisayar programı türüdür.

3) Artırılmış gerçeklik: Sanal dünyadan görüntüler ve sesler ekleyerek gerçekliği değiştiren ve geliştiren, böylece onların tek bir ortamda birleşmelerini sağlayan bir sistem olarak tanımlanabilir.

4) Robotik ve endüstriyel otomasyon:Robot, bazı yönlerden insana, insan veya hayvanların uzuvlarına benzeyen, bazen bağımsız hareket edebilen esnek, programlanabilir ve kontrol edilebilir bir cihazdır.Endüstriyel otomasyon, makinelerin ve üretim hatlarının insan müdahalesi olmadan otomatik olarak çalışmasını temsil etmektedir.

5) Üç boyutlu baskı: Uygun malzemelerin uygun yere üflenmesi yoluyla inşa edilebilen modern bir teknolojidir. Bu teknoloji sayesinde çok hızlı bir şekilde makineler üretilebiliyor, evler inşa edilebiliyor, öyle ki bir evin tamamı dört gün içinde inşa edilebiliyor. Bu fikir, 1993 yılında Emmanuel Sachs tarafından başlatılmış olup asıl başlangıç 2003 yılında olmuştur.

Eric Schmidt ve Jared Cohen, “Yeni Dijital Çağ; İnsanların, Ulusların ve İş Dünyasının Geleceğini Yeni Baştan Şekillendirmek” adlı kitaplarında şöyle diyorlar: “Dijital teknolojinin muazzam gücü sayesinde insanların arasını ayıran coğrafi mesafe, dil farklılıkları ve bilgi eksikliği gibi engeller ortadan kalkmış ve insanlığın gizli yaratıcı potansiyelleri, gittikçe hiç durmadan güçlenerek yeni gürleyen bir dalga şeklinde serbest bırakılmıştır.”

Dördüncü sanayi devriminin, insanlığa yaşamın çeşitli alanlarında büyük imkanlar sunması beklenmekte olup bu devrimin en önemli faydaları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Bu sanayi devriminin riskleri ise aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Ben de bu alanda bazı önemli tespitlerde bulunmak istiyorum:

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamid (Ebu Hamid)

Devamını oku...

El-Vakiye TV: Ürdün Dışişleri Bakanı… Ve Yahudi Varlığının Güvenliğinin Korunması!

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  
El-Vakiye TV:
Ürdün Dışişleri Bakanı… Ve Yahudi Varlığının Güvenliğinin Korunması!

Hizb-ut Tahrir Üyesi Faziletli Şeyh Yusuf Maharize’ye (Ebu Humam) Ait Bir Kesit - Mübarek Toprak (Filistin)

Yapım: El Vakiye TV Medya Prodüksiyonu

#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
الجيوش_إلى_الأقصى#

H. 6 Rabiu’l Ahir 1446 M. 9 Ekim 2024

Devamını oku...

İngiliz Büyükelçinin Ürdünlü Milletvekillerine Yönelik Daveti Sömürgeci Bir Davettir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İngiliz Büyükelçinin Ürdünlü Milletvekillerine Yönelik Daveti Sömürgeci Bir Davettir!

İngiliz Büyükelçisi tarafından temsil edilen Ürdün’deki İngiliz Büyükelçiliği, seçimlerde kazanan milletvekillerini İngiliz Büyükelçisi'nin evinin bahçesinde bir resepsiyona katılmaya davet etti; onlar belirlenen protokol prosedürlerine göre henüz resmi olarak milletvekili olmadılar ancak Amman’daki İngiliz Büyükelçiliği'nin sayfasında geçenlere göre davet, “dün gece İngiliz Büyükelçisinin evinin bahçesinde oldu ve yeni seçilen 45 milletvekilini ağırladık” dedi. Parlamentodaki yeni rollerinizi üstlendiğiniz için sizi tebrik ederiz.”

Aralarında Hareket Cephesi’nin üyelerinin de bulunduğu kazanan milletvekillerinin geri kalanı, İngiltere’nin yaklaşık bir yıldır Filistin’de ve yakın zamanda Lübnan’da devam eden işgale verdiği desteği gerekçe göstererek daveti kabul etmediler; zira onlara göre davet uygun değildi ve İslami Hareket Cephesi bloğunun resmi sözcüsü Milletvekili Yanal Ferihat’ın belirttiğine göre Temsilciler Meclisi, İngiltere Büyükelçiliğine davet edilmek için herhangi bir resmi davet almamış olup üyeleri de henüz yemin etmemiştir.

Şimdi bu küstahça yapılan davet üzerinde duralım:

Birincisi: Ürdün’ün kuruluşundan beri, hatta daha kurulmadan önce, yani onunla Osmanlı Hilafetine karşı komplo kurup ona ölümcül bir hançer sapladıktan sonra dedeleri (Şerif’i) Arapların kralı olarak atayacağını söyleyerek aldattığı günden beri Ürdün'deki rejimin işlerinin yönetimini İngiltere üstlenmiştir. Zira Hilafetin İngiliz ve Fransızlardan oluşan kâfirlerle savaştığı bir dönemde o da, rolü gereği (Arap Devrimini) ilan etmiş, bunun sonuçlarından biri de Hilafet Devleti’nin yıkılması olmuş ve İngiltere de ona verdiği sözleri yerine getirmemiştir. Daha sonra İngiltere onu (Şerif) ve oğullarını Suriye, Irak ve Mavera-i Ürdün Emirliği'nde denetlemeye devam etmiş, daha sonra onları Suriye ve Irak'tan geri çekerek Ürdün’de onları kendisine sadık ajanlar olarak tutmuştur.

İkincisi: Büyükelçinin atanan milletvekillerini ağırlaması, ev sahibinin ağırlaması ve misafirler üzerinde vesayet sahibi olması niteliğindedir. Zira İngiltere Ürdün’de hâlâ nüfuz sahip olup kral ve hükümet, hatta milletvekilleri olarak Ürdün’ün maliki olmaya devam etmektedir. Nitekim daha önce İngiliz Büyükelçisinin seçimlere, atamalara ve hatta seçim sürecini düzenleyen yasalara ne ölçüde müdahale ettiğine dair birtakım açıklamalar ve gerçekler geçmiştir.

Bu rejimin kendisine dokunan eli geri çevirmediği, çıkarlarına aykırı olsa bile her şeyi kabul ettiği artık bir sır değildir. Zira rejimin izni olsun ya da olmasın, ülkenin dört bir yanına yayılan onlarca Batılı askeri üs bunun kanıtıdır. Dolayısıyla rejim, artık ülkeyle ilgilenmiyor, onun tek derdi iktidar koltuğunda kalma ve ister özelleştirme ister yatırımı teşvik etme, isterse de paravan şirketleri devreye sokarak maden arama adına olsun Ürdün'ün tüm kaynaklarını satmak ve ceplerini doldurmaktır.

Üçüncüsü: Ürdün’deki yöneticilerin ajanlığı yeni bir haber değildir; hatta o kadar yaygın ve popüler bir hale geldi ki daha fazlası talep edilemeyecek bir boyuta ulaşmıştır. Ancak halkın cinsinden olan ve onları temsil etmesi gereken milletvekillerinin, İngiltere’nin, Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’da arbeden çıkaran, öldüren, yok eden ve tutuklayan Yahudi varlığını hâlâ desteklemeye devam ettiği bir dönemde üçte birinin büyükelçinin davetine icabet etmesi hayal bile edilemezdi.

Dördüncüsü: Son seçimlerde kazanan milletvekillerinin, rejimin Filistin halkına destek vermediğine ilişkin gerçekler ifşa olduğuna göre kendilerini Allah’ın gazabından uzak tutacak onurlu bir duruş sergilemeleri gerektiği gibi Yahudilere Balfour Deklarasyonu’nu ve bundan bir yıl önce de bu rejimi türeten meşum Sykes-Picot Anlaşması’nı veren, dahası bunun da öncesinde Hilafete karşı komplo kuran ve onu yıkan elleri, Müslümanların kanına bulaşmış sömürgeci kafir devletin davetine icabet etmeyeceğimizi açıkça ilan etmeleri gerekirdi. Zira İngiltere’nin sorunu sadece işgal konusundaki tutumu değildir; aksine onun İslam ümmetine karşı olan düşmanlığı Filistin’in teslim edilmesinden onlarca yıl öncesine dayanan tarihi bir düşmanlık olup Ürdün'deki rejim de dahil olmak üzere onun dikmiş rejimler hâlâ İslam’ın iktidara geri dönüşünü engellemek için çalışmaktadırlar. Büyükelçinin davetini reddeden milletvekillerinin, özellikle de İslamcıların, bu reddedişlerine Allahu Teala’nın şu kavlini delil getirmeleri gerekir: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ... “Allah, yalnız sizinle savaşanları (dost edinmenizi) yasaklar.” [Mümtehine 9] Dolayısıyla onların daveti reddetmelerinin nedeni, kendilerini nasıl ve kim davet ettiğiyle ilgili usulen bir itiraz olmamalıdır.

Beşincisi: İngiltere kötülüklerin anası olup fiilen harbi bir devlettir; zira İngiltere, Müslüman ülkeleri işgal ediyor, gece gündüz bize karşı komplolar kuruyor, İslam temelinde kalkınmamızı engelliyor ve Hilafetin geri dönüşü için çalıştığından dolayı Hizb-ut Tahrir’i yasaklıyor. Dolayısıyla İngiltere, düşmanlığını anlamasa da Yahudi varlığından daha az düşman değildir; milletvekillerinin, Yahudiler ile onları Filistin'e getirenlerin arasını nasıl ayırdıklarını bire türlü anlamıyorum?! Dahası Filistin’de Müslümanları katledenlerle onlara silah ve teçhizatla destek verenlerin arasını nasıl ayırdıklarını anlamıyorum?! Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْOnlar size karşı savaşa devam ederler.” [Bakara 217] Onların gerçekliği işte budur; bu görüşün dışında herhangi bir görüşe sahip olan birinin, akideye yönelik anlayışını yeniden gözden geçirmesi gerekir.

Bir devletin gücü ve heybeti, benimsemiş olduğu ideolojinin gücünden kaynaklanır; dolayısıyla ulusal devlet kapitalist Batı’ya tabi olup onun türetmesi olduğundan dolayı Müslüman ülkelerdeki mevcut devletçikler, buralardaki elçilikleri aracılığıyla istediklerini planlayan ve uygulayan Batı’ya bağlı vilayetler haline gelmişlerdir. Şayet güç, heybet ve izzet istiyorsak, Allah izzeti sayesinde müminler, Müslümanların otoritesinin kurulmasıyla izzetli olacaklardır; bu otorite ise üzerimizdeki bağımlılığı ve zilleti kaldıracak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafettir.

Hilafet Devleti’nin sömürgeci İngiltere’nin girişimlerine karşı takındığı onurlu tutumun bir örneği, Sir Gray'in 29 Şubat 1792'de İngiliz Avam Kamarası'nda okuduğu ve onu sunan üyenin, Rus müzakereleri sırasında Sadrazamın İstanbul’daki İngiliz Bakanı Sir Robert Ainslie’ye verdiği cevabın metni olarak tanımladığı mektubun metninde geçenlerdir; zira Rusya ile yaşadıkları son krizlerinde İngiltere’nin yardım teklifine karşı Türk divanının verdiği bu cevaptan daha aşağılayıcı ve küçümseyici bir mektup belki de yoktur. Nitekim mektupta şöyle geçmektedir: “Hıristiyan olan devletlerin en ahlaksızı olmasanız da -ki öyle olduğunuz biliniyor-, Rusya gibi bir gücü boyun eğmeye zorlamamızı önermenizden dolayı onların en kibirli ve küstah olanının siz olduğunuzdan şüphe yoktur. Sizin gibiler ve diğer bazı önemsiz Hıristiyan güçler birleşmiş, güç olarak bize eşit olduğunuzu sanıyorsunuz. Oysa biz sizin kapasitenizi biliyoruz. Dolayısıyla sizin bu küstahlığınız, cesaret ve ülkenizdeki yönetim meclislerinin statüsünü düşüren ve onları aşağılık bir duruma getiren sefih bir dikte sınırına ulaşmıştır.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Taki

Devamını oku...

Raşidi Hilafet, IMF’nin Yol Açtığı Yıkıma Son Verecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Raşidi Hilafet, IMF’nin Yol Açtığı Yıkıma Son Verecektir!

Haber:

3 Ekim 2024 tarihinde Pakistan Today’de yer alan bir habere göre “Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Pakistan masası şefi Nathan Porter, önerilen reformların iyi niyetle uygulanması halinde 7 milyar Dolarlık son kurtarma paketinin ülkenin son şansı olabileceği uyarısında bulundu.” (Ajanslar)

Yorum:

Pakistan, dokuz aylık ihtiyati tedbir kapsamındaki zorlu koşulların tamamlamasının ardından Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 25. programına girdi.Başbakan, sanki bu bir kutlama sebebiymiş gibi memnuniyetini dile getirdi. Ancak IMF programının etkisini anlamak için, IMF programları kapsamındaki neoliberal, daha doğrusu yeni-sömürgecilik koşullarından kaynaklanan köklü krizlerin farkına varmak gerekiyor.

Birbirini izleyen IMF programlarının yıkıcı etkileri ekonomik verilerde de görülebilir; zira Pakistan’ın reel GSYH’si 2018’de 316,5 milyar Dolardan 2023’te 298,2 milyar Dolara gerileyerek yerli sanayide endişe verici bir düşüşe işaret etmektedir. Yıllık %11,5’lik enflasyon oranıyla,bu uzun süren ekonomik krizde en sert baskılara nüfusun düşük gelirli çoğunluğu maruz kalacaktır.Son beş yılda Pakistan’ın döviz rezervleri, ithalatın sadece üç buçuk aylık kısmını karşılarken, dış borç ise GSYH'nin %42’sine yükselmiştir.Faiz oranlarının %17,5’e ulaşmasıyla şirketlerin ve sektörlerin borçlanma maliyetleri yükselmektedir. Borç tuzağına düşen Pakistan’ın vergi gelirlerinin yaklaşık %75’i vergi ödemelerine harcanmakta ve eğitim, sağlık ve kalkınma için sınırlı kaynaklar ayrılmaktadır.

Rakamların ötesinde Pakistan’daki toplumsal ve ekonomik gerçeklik korkunçtur. Zira zenginler ile çalışan sınıflar arasında büyük bir uçurum vardır.Aileler en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanırken, temel ihtiyaçların maliyeti de rekor bir seviye artmaktadır. Genel hizmet faturalarındaki ve nakliye maliyetlerindeki sık artışlar, yükü daha da artırmaktadır. Ayrıca işletmeler baskı hissetmektedirler; zira yüksek vergiler nedeniyle daha da kötüleşen işletme giderleri artarken tüketim talepleri daralmakta ve insanlar ülkeden kaçmaktadırlar.

IMF programları dünyanın dört bir yanındaki ekonomilerin yıkımına neden olmaktadır. Pakistan’daki kriz bir istisna değil, bir kaidedir. IMF programının şartlarından herhangi biri, yerel öncelikler pahasına öncelikle küresel borç verenlerin çıkarlarına göre belirlenmektedir. Ayrıca programlar, kaynakları hayati kalkınma hedeflerinden döviz rezervleri oluşturmaya kaydırmaktadır. Bu durum ülkeyi borçlanma-geri ödeme kısır döngüsüne sokmakta, bu da dışa bağımlılığı artırmaktadır. Yetersiz sermayeye sahip mali kuruluşlara yönelik tedbirler, alacaklıların menfaatlerini korumak üzere tasarlanmıştır.Borç servisini ve mali açıkları yönetmek için hükümet, ticari bankalardan sürekli borç-kredi alarak kısır bir borç döngüsü yaratmaktadır.

Sonra ekonomiyle ilgili uzun bir şartlar listesi vardır. Zira IMF, tarım, tekstil, imalat ve eğitim gibi kilit sektörlerdeki kuruluşlar da dahil olmak üzere kamuya ait projelerin özelleştirilmesinde ısrar etmektedir.Özelleştirme, devletin endüstrileri denetleme ve toplumun ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetini zayıflatarak devleti, kredilere daha çok bağımlı bir hale getirmektedir.Ticaret ve piyasayla ilgili şartlar, büyük çok uluslu şirketleri teşvik etmekte olup bu da yerel şirketlerin rekabet etmesini zorlaştırmaktadır. Böylece ekonomiler, özellikle enerji, tekstil, otomobil, elektronik ve ilaç gibi sektörlerde, büyük ölçüde büyük güçlerden yapılan ithalata bağımlı hale gelmektedir. Ayrıca sübvansiyonların kaldırılması kamuya ek bir yük daha getirmektedir.İklim direncini artırmaya yönelik politikalar yabancı teknolojileri desteklemekte, bu da dışa bağımlılığı artırmaktadır.

Faiz bazlı kredilerin içinde boğulan ve ekonomisi etkin bir şekilde ipotek altına alınan hükümet, yatırımları ve büyümeyi canlandırmak amacıyla faiz oranlarını düşürebilir.Bu ise genellikle kısa süreli bir toparlanmaya ve ardından da yıkıcı bir çöküşe yol açar. Sonra da hükümet daha fazla kredi almak için borç verenlere geri döner!

IMF programları insanlığın büyük bir kısmı için bir yüktür. Dolayısıyla dünyayı ekonomik adaletsizlikten kurtaracak olan sadece Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet tarafından uygulanacak İslami hükümlerdir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِم مِّن رَّبِّهِمْ لَأَكَلُوا مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِم مِّنْهُمْ أُمَّةٌ مُّقْتَصِدَةٌ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ سَاءَ مَا يَعْمَلُونَŞayet onlar Tevrat’ı, İncil’i ve rableri tarafından onlara indirileni doğru dürüst uygulamış olsalardı göğün ve yerin türlü türlü nimetlerinden yararlanırlardı. İçlerinde aşırılığa kaçmayan bir zümre var; onlardan birçoğunun yaptıkları işler ise pek kötüdür.” [Maide 66]

Hilafet, hem Pakistan'da hem de diğer Müslüman ülkelerde, bir dizi şerî hükümler aracılığıyla sömürgeciliğe son verecektir ki onlar şunlardır:

Birincisi: Para biriminin temeli olarak altın ve gümüşün benimsenmesi, sürekli kağıt para basımının sona ermesine katkı sağlayacak, Doların hakimiyetini ortadan kaldırarak uluslararası ticarete istikrar getirecek ve ticari açıkları azaltacaktır.

İkincisi: Hilafet, tüm dış ve iç faiz ödemelerini reddedecek, bu da ekonomiyi haksız borç yüklerinden kurtaracaktır.

Üçüncüsü: Enerji ve madenler gibi kamu mülkiyeti devletin kontrolü altında olacaktır; bu da insanlar üzerindeki maliyetleri azaltacak ve devlet hazinesinin gelirlerini artırarak vergi ve kredilere olan bağımlılığın azalmasına yardımcı olacaktır.

Dördüncüsü: Hilafet haksız vergileri kaldıracak, gelirlerin yoksullara ve borçlulara yük olmadan toplanmasını sağlamak için haraç, cizye ve zekatı kapsayan İslami bir sistem uygulayacaktır.

Beşincisi: Gerek İslami şirketler gerekse toprak mülkiyetinin işlenmesiyle bağlantılı olan şerî hükümler, tarımsal ve endüstriyel üretime katılımı kolaylaştıracaktır.

Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulması dışında ekonomik sefaletten kaçış yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Affan – Pakistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER