Salı, 29 Safer 1446 | 2024/09/03
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Stratejik ve Askeri Müttefikimiz Olan Amerika’yı Lanetliyoruz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Stratejik ve Askeri Müttefikimiz Olan Amerika’yı Lanetliyoruz!

Haber:

Maariv Gazetesi, Asgard Askeri Teknoloji Şirketi müdüründen şunu aktardı: El-Mevasi saldırısında kullanılan bombalar Amerikan tarzı JDAM’di (müşterek doğrudan taarruz mühimmatı). (El Cezire, 15 Temmuz 2024)

Yorum:

Yukarıdaki habere ek olarak Reuters,Biden yönetiminin son dokuz ay içinde gaspçı varlığa, gaspçı varlığın Gazze katliamında kullandığı diğer mühimmatların yanı sıra en az 14.000 adet 200 kiloluk bomba, ayrıca 6.500 adet 500 kiloluk bomba, 2.600 adet 250 kiloluk bomba, 3.000 adet cehennem ateşi füzesi ve 1000 tane de sığınak avcısı bombası tedarik ettiğini teyit eden bir rapor yayınladı.

Aslında ağın ortamı, Gazze’ye yönelik savaş ve yıkımında işgalci varlığa verdiği açık askeri, siyasi ve mali destek nedeniyle Amerika’yı lanetleyen ve eleştiren seslerle doludur ve bu övgüye değer bir şeydir, ancak!..

Ancak neden birçokları bu eleştirel tutumla yetiniyor?

Gazze’de her gün yaşanan katliam manzaraları karşısında kalbi paramparça olan bir insan, nasıl olur da tüm Müslüman ülkelerde Amerika ile askeri ittifakın sona erdirilmesinin gerekliliği konusunda sesini yükseltmez?! Nasıl olur da Gazze’ye yönelik savaşın ve genel olarak Müslümanlara yönelik düşmanlığın bayraktarlığını yapan Amerika ile ilişkinin lağvedilmesini haykıran sesler çıkmaz?Hem Amerika’yı lanetliyoruz hem de onunla ittifak kuruyoruz!Bir Müslümanın zihninde, bu nasıl doğru olabilir?!

Amerika’ya ve gaspçı varlığı destekleyen diğer Batılı ülkelere karşı duyulan büyük öfke, (politikacılar, entelektüeller, aktivistler, davetçiler ve tweet atanlar...) Müslümanlar tarafından taşınan bir kamuoyuna dönüştürülmeli ve tüm Müslüman ülkelerde Amerika ile askeri ittifakın iptal edilmesine, petrol silahının kullanılmasına, milyarlarca dolarlık devasa dış yatırımlara ve ülkelerimizdeki diğer Amerikan çıkarlarına odaklanılmalıdır.

Amerika çıkarlar devleti olup daha çok Müslüman ülkelerdeki geniş çıkarlarını güvence altına almakla ilgilenmektedir; bunlar da ülkemizdeki en önemli çıkarlarıdır.Her kim kırmızı çizgiler uğruna bu tür taleplerde bulunmaktan çekiniyorsa, şunu çok iyi bilsin ki Gazze'deki halkımızın kanı daha da kırmızıdır. Her kim ülkesinin otoriteleri tarafından kendisine dayatılan bir çatı uğruna bu tür taleplerde bulunmaktan çekiniyorsa, şunu çok iyi bilsin ki göklerin ve yerin Rabbi bizlere, Müslümanlara yardım etmeyi, kâfirleri dost edinmemeyi ve onları, güvenliğimizi korumaları, hatta ülkelerimizin varlığını korumaları için üzerimize otorite sahibi kılmamamızı farz kılmıştır!

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَEy iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide 51] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً * الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعاًMünafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 138-139] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِİyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.” [Maide 2] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72]

Gazze'de yaşananlar, hiçbir aklın tahayyül bile edemeyeceği ve hiçbir nefsin tahammül edemeyeceği korkunç bir dehşet, yıkım, sefalet ve katliamlardır. Böylesine büyük bir söylemle muamele, öfke patlaması ve kınama şeklinde olmamalıdır; aksine söylem, Gazze’ye yönelik savaşın ana ortağı ve destekçisi olan ABD'ye karşı ciddi, pratik ve etkili adımlar atmaya yönelik olmalıdır.

Allah’ın, Koruyucu, Güçlü, Aziz, Cebbâr, Rezzâk, Yaşatan ve Öldüren olduğuna emin olmalısınız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

M. Usame Es-Suveynî – Kuveyt

Devamını oku...

“Sayın Esed” İfadesi Erdoğan’ın Suriye Devrimine İhanetinin Son Perdesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

 “Sayın Esed” İfadesi Erdoğan’ın Suriye Devrimine İhanetinin Son Perdesidir!

Haber:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulup kurulmayacağı sorusu üzerine, "Nasıl ki biz Suriye ile ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar, bilirsiniz, Sayın Esed ile bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur" yanıtını verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ayrıca Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hakkında "Sayın Esed" ifadesini kullanması dikkat çekti. (28.06.2024 - T24)

Yorum:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cuma namazı sonrası Suriye rejimiyle ilgili soruya cevap verirken "Sayın Esed" ifadesini kullanması kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Erdoğan’ın bu sözleri ve dahası katil Esed’le geçmişte olduğu gibi yine ailece görüşebileceğini söylemesi hem Türkiyeli hem de Suriyeli Müslümanlar nezdinde büyük bir şaşkınlık ve bir o kadar da öfkeyle karşılandı. Çünkü hakim kamuoyu, Erdoğan’ın Esed’e düşman olduğu, Suriye rejimini devirmek için çalıştığı, bunun için muhalif grupları desteklediği yönündeydi. Türkiye’nin Suriye’den gelen 4 milyona yakın muhacire kucak açması da Erdoğan’ın bu siyasetinin en somut kanıtı olarak kabul ediliyordu.

Fakat şimdi bu algı, birçok insanın aklını dumura uğratacak şekilde tamamen yerle bir oldu. Artık Erdoğan’ın önceki söylemlerinde kullandığı "Suriye zalimi katil Esad" gitti, yerine yine Erdoğan’ın ifadesiyle "Sayın Esed" geldi. Tıpkı Mısır diktatörü "katil Sisi"nin gidip, yerine "değerli kardeşim Sisi"nin gelmesi gibi. Tıpkı Netanyahu’nun bir dost, bir düşman olması; Yahudi varlığı “İsrail”in bazen işgalci bir terör devleti, bazen de pilotlarının Türkiye’de eğitildiği, karşılıklı ticaret rekorlarının kırıldığı bölgede ihtiyaç duyulan bir ülke olması gibi. Bu örnekler saymakla bitmez. Ve yine bu örnekler, Erdoğan yönetiminin politik vizyonunu bilen, söz ve amel bütünlüğüne önem vererek doğru düşünme metodunu kaybetmeyenler açısından kesinlikle sürpriz değildir. Feraset sahipleri için bunlar, açığa çıkması beklenen gerçeklerdir.

Nitekim Suriye devrimine 13 yıl boyunca kurulan kumpaslar ve yardım adı altında yapılan ihanetler, önce 2022 yılının sonunda Esad rejimiyle normalleşme sürecinin duyurulmasıyla; bugün ise birinci ağızdan Erdoğan’ın Esed’e "sayın" diye hitap edip dostluk mesajı vermesiyle açığa çıktı.

Gerçek şu ki, Türkiye hiçbir zaman Esad rejimine İslami akideden kaynaklanan bir düşmanlık beslemedi. Esed rejimi Suriye’de 2.6 milyon Müslümanı katlettiği, 12 milyon insanı mülteci durumuna düşürdüğü, yüz binlerce insanı işkence zindanlarında kaybettiği, on binlerce kadının iffetine el uzattığı ve Suriye halkına karşı tarifi mümkün olmayan daha nice zulümlere imza attığı halde Erdoğan Suriye rejimine yaptırım dahi uygulamadı. Müslümanları teskin etmek için meydanlarda hamasi nutuklar atılırken, arka planda istihbari ve diplomatik görüşmeler hep devam etti.

Çünkü halkının İslami inancından kaynaklanan bir ideolojisi olmayan Türkiye’nin hiçbir zaman kendisine ait bağımsız bir Suriye politikası olmadı. Her dış meselede olduğu gibi Suriye konusunda da Erdoğan yönetimi, devrimin ilk günlerinden itibaren Beşşar Esed’i korumayı amaçlayan Amerikan politikasına angaje oldu. Amerika ise Türkiye’yi bir ihanetten diğerine sürükledi. ABD ile birlikte planlandığı itiraf edilen operasyonel mekanizma ve eğit-donat projelerinden tutun da, Halep’in rejimin eline geçmesiyle sonuçlanan Fırat Kalkanı ve sonrasında yapılan Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları, Suriye’de laik çözümü amaçlayan Astana, Soçi ve Cenevre zirveleri, hep İslami devrime karşı Esad rejimini ayakta tutmak için yapıldı.

Aslında Türkiye’nin Suriye politikasını özetlemek için şu iki açıklama yeterlidir:

Birincisi: Erdoğan’ın 2019 yılında Barış Pınarı Harekâtı esnasında yaptığı "Suriye’de niye varız? Rejim teröriste karşı ayakta duramıyor.” açıklamasıdır. (www.iletisim.gov.tr)

İkincisi ise Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un 2019 yılında Washington Post gazetesine yazdığı makaledeki "ABD’nin kazanımlarını korumak Türkiye’nin çıkarınadır." cümlesidir. (gazetemanifesto.com/)

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yüzyılın katili cani Beşşar’a hitaben kullandığı "Sayın Esed" ifadesine ve normalleşme çağrısına gelince; bu da Suriye devrimine ve halkına yönelik icra edilen ihanetin son perdesidir. Erdoğan, bu açıklama ile Çin ve Rusya’ya yoğunlaştığı için Ortadoğu’da sükûnet isteyen ABD’ye sadakatini göstermek istemektedir.

Erdoğan’ın sözleri, ayrıca Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 9 Haziran’da Doha’da Suriye’de devrim ateşinin yeniden hareketlendiğine dair uyarısından sonra, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Ahmet Yıldız’ın 26 Haziran’da BM oturumunda yaptığı Suriye rejimine uzlaşı başlatma çağrısını somutlaştırma amacı taşımaktadır. Böylece Suriye dosyası, rejimi iyice tahkim etmek ve muhalifleri aldatıp sindirmek amacıyla tekrar hareketlenmiş olacaktır.

Diğer bir etken ise Türkiye’de ırkçı ümmet düşmanlarının Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesi için oluşturdukları kamuoyunun rüzgarına binerek oradan gelen eleştirilerin önünü kesme isteğidir. Yani Erdoğan, sadece ve sadece kendisinin ve ABD’nin menfaatine göre hareket etmektedir. Ve "Sayın Esed" ifadesi, kralın çıplak olduğunu, oyunun bittiğini, ihanet rejimlerine karşı Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmaktan başka çözüm olmadığını tüm Müslümanlara göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Ülkeler İçin Sözde Demokratik Değerleri Benimsemelerinden Daha İğrenç Bir Suç Yoktur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ülkeler İçin Sözde Demokratik Değerleri Benimsemelerinden Daha İğrenç Bir Suç Yoktur!

Haber:

CNN ağının manşetinde şu başlık altından bir haber yer aldı: “Hamas’ın askeri komutanını hedef alan “İsrail” baskında en az 90 Filistinli öldürüldü.” Batılı demokrasilerin aktif desteğiyle yaşanan tarif edilemez dehşet, Gazze’de neredeyse her gün yaşanan bir olay haline geldi: “Zira CNN, Boeing tarafından üretilen ve kuyruk bölümünde bulunan (GPS) sistemleri sayesinde uçaktan bırakıldıktan sonra hedefin belirlenen koordinatına doğru uçuşu için sözde “aptal bombalara” eklemlenebilen müşterek doğrudan taarruz mühimmatının (JDAM) kuyruğunu tespit etti. Ayrıca bir ABD Ordusu patlayıcı mühimmat imha teknisyeni olan Trevor Ball CNN ağına, olay yerindeki JDAM kuyruğunun tespit edildiğini vurguladı. Benzer bir CNN analizi, Han Yunus yakınlarındaki bir okul kompleksine düzenlenen baskında ve Gazze’ye yapılan diğer “İsrail” baskınlarda ABD yapımı mühimmat kullanıldığı sonucuna vardı.”

Yorum:

Yahudi varlığı, Hamas’ı hedef aldıklarını söyleyerek saldırıyı meşrulaştırdı ama onlar sürekli bunu iddia ediyorlar, dolayısıyla sivil ölümlerinin sayısı ne kadar büyük olursa olsun onlar için hiç önemli değildir. İngiltere, Amerika ve Almanya ise bu konuyu güçlü bir şekilde destekliyor; peki o halde demokrasinin sözde “insan hakları” ve “insani değerleri” hani nerede?

Bunun cevabı şudur: bu değerler ve haklar demokraside yoktur. Zira bunlar, Batılı ülkelerin birbirlerine karşı yürüttükleri çok sayıdaki savaşı düzenlemek için kendi aralarında gelişigüzel kararlaştırdıkları ve Amerikan iç savaşından itibaren aşamalı olarak kanunlaştırılan sözleşmelerden ibarettir. Bu nedenle tüm bu iddialar, tıpkı Cenevre Sözleşmeleri gibi demokrasilerin ürünü olsa da, demokrasinin köklerinde yoktur ve özellikle Müslümanların köleleştirilmesinin önünde bir engel haline geldiklerinde bunlardan kolaylıkla vazgeçilebilir; çünkü İslam doğası gereği siyasidir; bu yüzden şayet bu sözleşmeler uygulanırsa, bu onların gezegene ve onun yoksul insanlarına yönelik yıkıcı materyalist fikirlerine son verecektir.

Aksine “İnsan hakları” “gaye vasıtayı meşru kılar” ki Batılı demokrasinin temel değeri işte budur; dolayısıyla gayenin yeterince değerli olduğuna karar verilirse, o zaman insan haklarının herhangi bir suç için izin verdiği sınırın ötesine geçer. Şu an Gazze’de olan da işte budur. Zira savaştaki tüm mertlik ve asalet, sözde “aydın olan” Batılı demokrasilerde daha önceki asırlardan kalma soyu tükenmiş kalıntılardır.

Aksine pervasız demokrat barbarların materyalist felsefelerine göre terörizm adını verdikleri İslam ve onun cihadla ilgili hükümleri, savaşı açmak için ihlal edilmesi imkânsız olan dokunulmaz kurallar koymuştur. Çarpıtıp durdukları cihadın, söylediklerinin ve yaptıklarının tam tersi olması ne kadar müthiş bir şeydir. Demokrasi merhameti garanti etmez ancak İslam merhameti en derin seviyelerde yüceltmiştir. وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَBiz seni ancak âlemlere rahmet olsun diye gönderdik.” [Enbiya 107]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...

Türkiye: Ey Türkiye Halkı... Her İki Irkçıdan da Hesap Sorun!

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Ey Türkiye Halkı... Her İki Irkçıdan da Hesap Sorun!
 

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar'ın, Kayseri şehrinde Suriye'den gelen muhacirlere yapılan saldırılar üzerine, Türkiye'nin birçok şehrine yayılan fitne ateşini yakan siyasiler ile azgın güruh ırkçılardan hesap soran sözleri.

H. 02 Muharrem 1446 El-Muvafık M. 08 Temmuz 2024

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 16/07/2024

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 16/07/2024
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- NATO'nun 75. Yıl Zirvesi
- Gazze'de Yaşanan Katliamlar
- Haziran Ayı Enflasyon Rakamları

H. 10 Muharrem 1446 El-Muvafık M. 16 Temmuz 2024

Devamını oku...

Türkiye Rejimi ve Muhalefeti Rolleri Paylaşıyorlar Ve Suriyeli Mültecilere Yönelik Irkçı Saldırıların Günahını İşliyorlar

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Türkiye Rejimi ve Muhalefeti Rolleri Paylaşıyorlar

Ve Suriyeli Mültecilere Yönelik Irkçı Saldırıların Günahını İşliyorlar

Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti Medya Bürosu Üyesi

Üstad Nâsır Şeyh Abdulhay’ın Kaleminden

30/6/2024 Pazar akşamı Türkiye’nin çeşitli illerinde, Suriyeli mültecilere yönelik "bugüne kadar Suriyeli mültecilere yönelik en büyük kitlesel saldırı" olarak nitelendirilen ırkçı şiddet olayları meydana geldi. Bunlardan en öne çıkanı ve en vahşi olanı Kayseri ilinde gerçekleşti. Zira Suriyeli mültecilere saldırılmış, evleri saldırıya uğramış, dükkanları yakılmış, arabaları kırılmış ve haklarında en korkunç ırkçı ifadeler kullanılmıştır. Bunun öncesinde de Türkiye rejiminin yetkililerinin, Beşar Esad ile uzlaşmaya yönelik açıklamaları ve “garantör” Türkiye’nin kurtarılmış bölgeler ile Şam’daki suçlu rejimin bölgeleri arasındaki geçişleri açmaya yönelik girişimleri olmuştu. Bunun akabinde Kuzey Suriye’nin kurtarılmış bölgelerinde, Türkiye rejiminin vesayetine, Suriye devrimine ve mültecilere yönelik politikasına, Esad rejimiyle normalleşme ve uzlaşma çağrısına ve Esad rejimiyle normalleşme kapılarını açma çabasına karşı öfkeli bir protesto dalgası patlak vermiş, bu da Kuzey Suriye’de bulunan Türk güçleriyle sınırlı silahlı çatışma noktasına kadar ulaşmış ve bu çatışmada, 7’den fazla kişi ölmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır.

Sonra Türkiye Cumhurbaşkanı 1/7/2024 Pazartesi günü karşımıza çıkıp şöyle dedi: “Dün Kayseri'de küçük bir grubun yol açtığı müessif olayların sebeplerinden biri muhalefetin bu zehirli söylemleridir. Kim olursa olsun, insanların evlerini yakmak, vandallık yapmak, sokakları ateşe vermek kabul edilemez… Toplumda yabancı düşmanlığını ve sığınmacı nefretini körükleyerek, ırkçılık yaparak veya onlara karşı nefret dili kullanmaya başvurarak hiçbir yere varılamaz.” Ve şöyle ekledi: “Siyasi kazanım uğruna nefret siyasetine tevessül edilmesini acizlik olarak görüyoruz!”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Türkiye’de Suriyelileri hedef alan “provokatif” eylemlerin ardından 474 kişinin gözaltına alındığını açıkladı; daha sonra gözaltına alınanlardan 285’inin uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme ve cinsel taciz gibi suçlardan sabıka kaydı olduğu ortaya çıktı! Ortamı soğutma kastıyla sınırlı tutuklama, sorunu çözmeyecek veya sorunu kökünden söküp atmayacaktır; özellikle de Türkiye rejiminin, halkına Türkiye rejiminin devrim üzerindeki vesayetini kaldırması ve devrimden elini çekmesi çağrısında bulunan Kuzey Suriye'deki kurtarılmış bölgelerdeki ayaklanmadan endişe duymasının ardından.

Erdoğan’ın açıklamalarına gelince; en hafif tabirle bu, Suriyeli mülteciler için bir öfke veya onların davalarına yönelik bir yardım değil, olayı kendi lehine istismar etmesinden ibarettir. Zira rejim ve muhalefet, mültecilere baskı uygulama ve onları gönüllü ya da gönülsüz olarak ülkeyi terk etmeye zorlama konusunda ortaktırlar ancak farklı yöntem, eylem ve söylemlerle. Nitekim ırkçı muhalefet “Zafer” Partisi’nin başkanı Ümit Özdağ, mültecileri zorla sınır dışı etme vaadinden geri adım attı, insanları evlerine dönmeye ve isyan olayları çıkarmamaya çağırdı ve öfkelerini oy sandıklarına yönlendirmelerinin önemini vurguladı.

Devletlerinin yıkılmasından sonra Müslümanların başına bela olan en tehlikeli şeylerden biri, sömürgeci kâfirin onları devletlere, milletlere ve vatanlara bölmedeki başarısı ve İslam akidesi bağını ortadan kaldırarak onun yerine milliyetçilik ve vatancılık gibi nefret dolu ve yozlaşmış ırkçılık bağını koyması olmuştur.

Şam halkı ve onların Türk kardeşleri Osmanlı Hilafetinin günlerinde tek bir devletin altında yaşıyorlardı, savaşları birdi, barışları birdi ve Şam halkının kanları, Çanakkale savaşındaki şehitlerin kanlarına karışmıtı. Ayrıca bölgeler ve sakinler arasındaki etkileşimin yanı sıra kardeşlik ve evlilik yoluyla akrabalık da mevcuttu; zira Gaziantep Halep’e bağlıydı, Şam halkı İstanbul’a gittikleri gibi Türkler de kendi güzel deyimleriyle “Şam-ı Şerif’i” ziyaret ediyorlardı ve aralarında bir sınır olmadığı gibi Arap, Türk ya da Kürt arasında bir ayrım yoktu, aksine birbirlerine tek bir halk ve İslam kardeşi olarak bakıyorlardı. Tıpkı Türkmenlerin Suriye’nin her alanına dağıldıkları ve Diyarbakır ve diğerleri gibi Türkiye’ye dağılmış birçok Arap aşiretlerinin olduğu gibi; ta ki milliyetçilik ve vatancılığın, insanların canlarını ve kaderlerini umursamadan iç ittifaklar ve seçimler oyununda rejimlerin elindeki ırkçı bir kart haline gelmesinin ardından sömürgeciliğin meyvesi olan ve onun kuyrukları tarafından yönetilen ırkçı eylemler başımıza bela olana kadar böyleydi.

Şam devriminin patlak vermesi ve bununla birlikte rejimin Şam halkına karşı işlediği suçlardan dolayı çok sayıda insan, bombardıman, baskı, takibat ve tutuklamanın altından kaçmak zorunda kaldı ve yeryüzünün dört bir yanına dağıldılar; nitekim onlardan bazıları Lübnan’a gitti, bazıları Ürdün ve Irak’a gitti ve bazıları da yaklaşık 3,5 milyon mültecinin gittiği Türkiye'ye sığındı.

Türkiye rejiminin Suriye devrimine ilişkin tutumu, ABD’nin devrimi kontrol altına alma ve koşullar değişip durumlar tersine döndüğünde devrim halkına karşı darbe yapma yol haritası doğrultusunda "Muhacir ve Ensar" sloganını yükseltti, rahatlık ve kolaylıklar sağladı, Erdoğan’ın devrimin baskısı ve yüksek tavanı altında Esad'ın gitmesi çağrısında bulunduğu zamanki devrimin başlangıcında istikrarlı yıllar yaşayan Suriyelileri kabul etti; ta ki Amerika’nın tuzağına ve tiran Esad ile uzlaşma ve onunla normalleşme yönüne geri dönme emrine kadar. Bunun üzerine mülteci halkımıza yönelik sıkıntı ağırlaştı ve insanlara diz çöktürmek ve düşmanlarının çözümlerine boyun eğdirmek için "gönüllü geri dönüş" adı altında zorla sınır dışı etme aşamasına varıncaya kadar mülteci halkımızın üzerindeki baskı ve kısıtlamalar daha da arttı. Dolayısıyla Erdoğan’ın tutumu, ideoloji veya insanlıkla hiçbir alakası olmayan bir yatırımdı; zira seçim ve ekonomik olarak Suriyeli mültecilere yatırım yaptı ve Suriyeli mültecileri kabul etmenin maliyetlerine şikayetin olduğu ve onlara 40 milyar Dolar harcandığının iddia edildiği bir zamanda Avrupa Birliği’nden ve diğer yerel, uluslararası ve Birleşmiş Milletler gibi odak, kurum ve kuruluşlardan para aldı. Özellikle muhalefetin mültecileri, ekonomik krizin, hayat pahalılığının ve ülkedeki kötüleşen koşulların nedeni olmakla suçlamasıyla birlikte kamuoyunun onlara karşı daha da kışkırtılmasına neden oldu.

Türkiye’deki muhalefetin tutumu ise tarif edilemeyecek kadar ırkçı ve kışkırtıcıydı; zira Suriyeli mültecilere karşı büyük oranda kin, nefret ve öfke içeren bir düşünce ve duygulara sahipti. Böylece Suriyeli mülteciler, rejimin ve muhalefetin çıkarlarına göre alınıp satılan ve yatırım yapılan bir seçim kartı haline geldiler. Ayrıca ekonomik krizin nedeni fakiri daha da fakir, zengini daha da zengin yapan laik kapitalist sistem olmasına rağmen muhalefet, ülkedeki krizlerden Suriyelileri sorumlu tutarak kamuoyunu kışkırtıyor. Bu arada rejim, sınır dışı etme konusunda muhalefeti geride bıraktı ve mültecileri geri gönderme politikasını benimsediği için belediye seçimlerini kazanan muhalefete karşı kaybettiği Türk seçmenin oyunu yeniden kazanmayı umarak Suriyeli mültecileri kısıtlayacak önlemlerin alınması konusunda muhalefet ile yarışmaya başladı. Muhalefetin kustuğu tüm zehre rağmen Türkiye rejimi bu suçu, bu nefreti ve bu saçmalığı durdurmak için gerçek bir adım atmadı; hatta birçok kişi onu, Suriyeli mültecilere teslimiyet çözümlerine boyun eğmeleri konusunda baskı yapmak için en kirli rolleri muhalefetiyle paylaşmakla suçladı.

Bütün bunlara rağmen Müslüman Türkiye halkının genel olarak Suriyeli mülteciler meselesine yönelik tutumu, rejim ve muhalefetin tutumundan farklıydı; hatta Türkiye parlamentosundan gelen sesler ve açıklamalar bile Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı söylem ve ırkçı eylemleri kınamıştır.

Şüphesiz olayları takip eden birisi, ister Türkiye’de, ister Lübnan’da, ister Irak’ta, isterse başka bir yerde olsun, mültecilere karşı uygulanan tüm saldırganlık, taciz, ırkçılık ve zorla sınır dışı etme uygulamalarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde görebilir. Bu da Şam halkına diz çöktürmeye yönelik uluslararası kurnazlıkla uyumlu olup Suriyelilerin celladın giyotinine ve tiran yönetimine geri döndürülmesi, devrimi öldürmek ve halkının fedakarlıklarını dinamitlemek için kötü niyetli planın bir adımı olarak mülteci dosyasının sona erdirilmesi hedeflenmektedir.

Yukarıda geçenlerin tamamı Erdoğan’ın, özellikle Esad’ı Türkiye’yi ziyaret etmeye ve onunla siyasi ve diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmeye davet etmesinin ardından, Amerika’nın direktifleri doğrultusunda ve Rusya ile koordinasyon içinde, tiran Esad rejimiyle ilişkileri normalleştirme arzusuyla uyumlu ve tutarlıdır.

Şerî hüküm, Türkiye hükümetinin ve Müslümanların, mültecilerle din kardeşleri olarak muamele etmelerini, onlara yardım etmelerini ve destek olmalarını ve onları hayal kırıklığına uğratmamalarını ve onlara yabancı mülteciler gibi muamele etmemelerini gerektirir ki bu bakış açısı, Sykes-Picot’u ortaya çıkaran sömürgeciliğin fikirlerinden biridir; bu nedenle bu esasa göre veya herhangi bir vatancı, milliyetçi veya ırkçı esasa göre hareket etmeyi haram kılmıştır. İslam’ın bu saldırılarla ilgili tutumu, ister saldırıyı başlatan olsun, ister buna teşvik eden olsun, ister ona sevk eden olsun, isterse ona yönelen olsun, bunları işleyenler için büyük günah olduğu ve bunlara büyük günahlar olarak itibar ettiği yönündedir. En büyük sorumluluk Türkiye hükümetine düşüyor; çünkü o, sorunu kökünden çözmeye muktedirdir. Ancak ayın on dördü gibi açık olan sebeplerden dolayı bunu yapmıyor.

Kaynak: El-Raye Gazetesi-503. Sayı - 10/07/2024

Devamını oku...

Hicret ve İltica Arasında!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hicret ve İltica Arasında!

Haber:

Geçtiğimiz birkaç gün boyunca dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, yeni Hicri yılbaşının başlangıcını kendi yöntemleriyle kutladılar.

Yorum:

Bazıları hicret ve iltica arasındaki ilişkinin ne olduğunu sorabilir.Bu soru meşrudur; çünkü dürtüler, nedenler, hedefler ve amaçlar açısından aralarında birçok farklılık vardır; ancak her ikisi de evlerini ve ailelerini terk ederek alışkın oldukları yaşam tarzlarının çoğuna yabancı olan bir yere gitmeyi temsil ediyor ve bu da bir yabancılaşma ve yalnızlık hissi oluşturuyor. Ancak misafir edenlerin her birine yönelik davranma şeklinde büyük farklılıklar vardır ki ilgi ve araştırma konusu işte budur.

Nitekim Sahabe-i Kiram, izzetlerinin ve onurlarının diyarı, gurur ve ruhlarının yüceldiği bir yer olan Allah’a en sevgili olan bir yeri Allahu Teala’ya terk ederek Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Hatta Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu konuda şu meşhur kavlini söyledi: وَاللهِ إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَيَّ وَلَوْلَا أَنَّ أَهْلَكِ أَخْرَجُونِي مِنْكِ مَا خَرَجْتُ(Ey Mekke), vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yersin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım.

Ancak öte yanda Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in aralarında kardeşlik tesis ettikten sonra Ensar’ın Muhacirlere karşı gösterdiği misafirperverlik insandan çok meleklere benziyordu. İşte Allahu Teala’nın şu kavli onlarda somutlaşmıştır: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Müminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10] Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavli: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ... “Müslüman Müslümanın kardeşidir…” Zira onlarla her şeylerini paylaştılar. Hatta mesele, eşlerini paylaşmayı teklif edecek noktaya kadar ulaştı; insanlık tarihindeki hiçbir asırda ve hiçbir medeniyette böyle bir şey yaşanmamıştır.

Sahnenin diğer yüzünde ise bu parlak ve beyaz sayfanın tamamen başka bir resmini görmekteyiz; zira Yemen halkı, Suriye halkı, Sudan halkı ve onlardan önce birçok Müslüman, uçakların gürültüsü ve topların alevleri altında göç etmiş ve başlarını alıp giderek Müslüman komşularından güven ve emniyet talep ettiler. ancak yurtlarından sürülenler Müslüman olmalarına ve dinleri Sahabelerin diniyle aynı olan, peygamberleri Sahabelerin peygamberiyle aynı olan ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tesis ettiği kardeşlik hâlâ mevcut olan Müslümanlara gitmelerine rağmen ancak onlara olan bakış farklı olduğu gibi muamele ise çok daha farklıydı. Zira onlara yabancı mülteciler olarak bakıldı, birçok ülke sınırları yüzlerine kapattı, onlara resmi bir şekilde sınırları açanların ise giriş prosedürleri karmaşıktı, çoğunluğu risk almaya ve engebeli yollarda seyahat etmeye zorlandılar ve bazıları bunun bedelini hayatlarıyla ödediler. Bazı ülkeler onları şehirlerin dışında hapsetmeye ve onlar için çoğu zaman iyi bir yaşam için gerekli olan asgari gerekliliklere sahip olmayan barınma kampları kurmaya başvurdular ve bu kampları terk etmeleri veya kendileri için belirlenen göçmenlik yasalarını ihlal etmeleri durumunda her zaman sınır dışı edilmekle tehdit edildiler!

Bütün bunların nedeni, onlara ülkenin evlatları olarak değil de yabancılar olarak bakılmasıdır; bu yüzden onlara din ve komşuluk şefaat etmedi! Soru şudur: Muameledeki bu bariz farkın nedeni nedir?!

İlk durumda onlara, Müslümanlar ve Müslüman Müslümanın kardeşi olarak bakıldı; yani bakışın temeli İslam’dı.

Ama ikinci durumda ise onlara, ülkenin evlatları olarak değil de yabancı mülteciler olarak bakıldı; yani bakışın temeli vatancılıktı.

Vatancılık, Müslümanların arasını bölmeye ve birliklerini parçalamaya yetecek kadar kötü bir şeydir; sömürgeci kâfirin, sanki Allah emretmiş gibi kutsallaştırıp Müslüman ülkeler arasına sınırlar çizerek amaçladığı şey işte budur!! Oysa Allah Subhanehu ve Teala aziz Kitabı’nda şöyle buyurmuştur:إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِİşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92] Ayrıca bu vatancılık, Müslümanların birbirlerini yüzüstü bırakmalarına neden olmuştur; işte şu Gazze, dört bir tarafı Müslümanlarla çevrili olduğu halde kanıyor ve çağrıda bulunduğu kimsede ise hiçbir hayır yoktur! Oysa Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ؛ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ وَلَا يَحْقِرُهُMüslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez.” [Müslim, Ebu Hureyra’dan tahric etti.]

Küfür rejimlerinin kamu işlerinin idaresini almalarının sebebi de vatancılıktır; zira vatancılıkta, ekonomik sistem, yönetim sistemi ve içtimai nizam yoktur…Sömürgeci, Müslüman ülkeleri terk ettikten sonra da sağımıza ve solumuza döndük ve küfür rejimlerinden başka bir şey göremedik. Dolayısıyla kimisi kapitalizmi, kimisi sosyalizmi aldı, kimisi de bu ikisinin arasını karıştırdı; ancak vatancılık hayatı düzenleyen bir fikir değildir, aksine vatan sevgisine bağlı içgüdüsel duygusal bir bağdır.

Artık aklımızı başımıza almamızın, Rabbimizin Kitabı’na ve Nebimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hidayetine geri dönmemizin ve Allah Subhanehu ve Teala’nın bize vaat ettiği ve O’nun Habibi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği gibi Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti ilan etmemizin zamanı gelmedi mi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Hasbullah Nur – Sudan

Devamını oku...

Özbekistan’da Gençler Arasındaki Boşanmalar Neden Arttı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Özbekistan’da Gençler Arasındaki Boşanmalar Neden Arttı?

Haber:

Adalet Bakanlığı yetkilisi H. Miliyev, Özbekistan’daki boşanma oranının Bağımsız Devletler Topluluğu’ndaki (BDT) en düşük oran olduğunu söyledi.

Özbekistan’da 9 milyondan fazla aile bulunmaktadır. Yılda ortalama 250-300 bin yeni aile kuruluyor. Ama aynı zamanda her yıl ortalama 45-49 bin boşanma vakasının yaşandığı gözlemleniyor.Boşananların %4-5’i bir yıla kadar, %40’ı ise beş yıla kadar birlikte yaşayabiliyorlar.

Boşanma vakalarının sayısı 2021'de %41, 2022’de ise %22 artış gösterdi ancak 2023’teki büyüme oranı keskin bir düşüş göstererek 2022 yılına oranla sadece %0,8 artış gösterdi (yani büyüme hızı 2022 yılına oranla 27 kat azaldı).

Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasındaki Ortak İstatistik Komitesi'ne göre Özbekistan, evlilik sayısı bakımından BDT’de ilk sırada yer alırken boşanma vakaları bakımından ise son sırada yer alıyor.Özbekistan’da 2022 yılında her 1.000 kişi için evlenme vakalarının sayısı 8,4, boşanma vakalarının sayısı ise 1,4 oldu.

Yorum:

Evlilik yoluyla erkek ve kadın bir aile kurar ve bu ikisinden nesilleri çoğalır.Ailenin doğru bir şekilde kurulabilmesi ve yaşamın devam ettirilebilmesi için İslam dini belirli kurallar ve şerî hükümler koymuştur. Zira İslam evliliği emredip ona teşvik etmektedir; nitekim Abdullah İbn-i Mesud’dan rivayet edildiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizim için şöyle buyurmuştur: يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ، مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ، وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ، وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ؛ فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌEy gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha çok korur ve ferci de daha çok muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” [Müttefekun Aleyh]

Ailelerin parçalanmasının temel nedeni gençlerin dini eğitim almamalarıdır. Bugün tüm dünyada olduğu gibi Özbekistan'da da ekonomik sorunların öncelikle ailelerin parçalanmasıyla sonuçlandığı ve ailelerin ayrılık vakalarının artmasının temel nedenlerinden birinin de ekonomik sorunlar olduğu da doğrudur. Ancak geçmiş tarihimize ve seleflerimizin ve atalarımızın hayatına baktığımızda, bunun temel bir neden olmadığını görmekteyiz. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda Rusların topraklarımızı işgal etmesi, bunun akabinde modern tarihte yaşanan suni kıtlıklar ve siyasi katliamlar bile ailelerin parçalanmasına sebep olmamıştır. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında babalarımızın ve annelerimizin maruz kaldığı zorlu imtihanlar bile ailelerin parçalanmasına neden olmamıştı; çünkü onların akidesi İslam’dı, onların ahlâkı İslam’dı ve ölçüleri de helal ve haramdı.

Hatta 70 yıl süren kâfir Sovyet rejimi bile dini boşluk oluşturamamış ancak tiran Kerimov’un politikası gençlerimizin din eğitimi almasını engellemiş olup bu politika onun öğrencisi Şevket Mirziyoyev döneminde de devam etmektedir.Kur’an-ı Kerim okumayı ve Arapçayı öğretmek için bazı okulların açıldığı doğrudur; ancak eğitim, devletin belirlediği çerçevenin dışına çıkmadan devlet politikasına uygun olarak verilmektedir. Hatta öğretmenlerin bu kurallara aykırı davranıp davranmadığını kontrol etmek için sık sık baskınlar yapılmaktadır! Böylece İslami şahsiyetler hiçbir zaman ortaya çıkamayacaktır.

Özbekistan’daki Kur'an kursları ve dini medreseler, Müslümanların dini kültüre olan susuzluğunu gidermek için çalışıyor. Bunun sonucunda da gençler, hayatın sorunlarını çözmenin bir yolunu bulamadan başıboş dolaşıyorlar. Erkekler ise ailedeki rollerini ve yerine getirmeleri gereken görevleri bilmiyorlar. Yani onlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, ailenin sakin, güçlü ve kalıcı olması için gerekli olan tavsiyelerini bilmeden aile oluşturuyorlar. Kadınlar ve kızlar da ailedeki rol ve statülerini tam olarak anlayamadan evleniyorlar ve bunun sonucunda bu tür aileler zayıflıyor, başarısız oluyor ve hayatın sınavlarına dayanamayıp hızla çöküyor.

Bu sorunun tek çözümü İslami hayata geri dönmektir. Yani İslami hayatın yeniden inşa edilmesi gerekir ki ancak bu şekilde İslami şahsiyetler yetiştirecek eğitim kurumları kurulacaktır; bunun sonucunda da gençler, aile hayatlarını Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emir ve yönlendirmelerine göre düzenleyeceklerdir. Bunun ardından da eşler arasında güven, sevgi, muhabbet ve huzur oluşacak ve böylece toplumdaki aile parçalanmaları azalacaktır. Nitekim Subhanehu ve Teala Kerim Kitabı’ndaki Rum suresinde şöyle buyurmuştur: وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَKaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” [Rum 21]

Allah Subhanehu ve Teala’nın Kitabı bizim için bir hidayettir; şayet onu hayatımızda uygularsak bu dünyada mutlu ve müreffeh bir hayat yaşarız; şayet onun terk edersek o zaman en büyük düşmanımız olan lanetli şeytan bizi dalalet yoluna saptırır ve bu da cehennem azabına yol açan büyük hüsrandır.Bugün ise Özbekistan’daki rejim Rahman’ın yolundan değil, şeytanın ve onun dostlarının yolundan gitmekte ve kâfir efendilerini razı etmeye çalışmaktadır. Bu da toplumun her alanını etkilediği gibi ailelerin parçalanmasını da etkilemektedir. Çünkü ailede sevgi ve şefkat kaybolduğunda bu, tüm toplumda huzursuzluklara neden olmaktadır. Dolayısıyla bunun sonucunda da bakımı zorlaşan çocuklar ve kayıp nesiller ortaya çıkacaktır.

Tüm bu sorunlardan kurtulmanın tek yolu, günümüzün ajan hükümetleri yerine, şerî hükümleri uygulayacak olan Raşidi Hilafet Devleti’ni yeniden tesis etmektir. Böylece toplumda istikrar ve güven, ailelerde ise huzur ve mutluluk olacaktır. İşte o zaman boşanma vakalarının sayısı azalacak, yetimler çoğalmayacak ve zina ve ahlaksızlık da yaygınlaşmayacaktır. Bu iş Allah için çok kolaydır; zira Subhanehu ve Teala, Kendi dinini tüm dinlere üstün kılacağını vaat etmiş olup O asla vaadinden dönmez.أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌ “Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” [Bakara 214]

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhlisa El-Özbeki

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER