Salı, 29 Safer 1446 | 2024/09/03
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Türkiye Rejimi ve Muhalefeti Rolleri Paylaşıyorlar Ve Suriyeli Mültecilere Yönelik Irkçı Saldırıların Günahını İşliyorlar

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Türkiye Rejimi ve Muhalefeti Rolleri Paylaşıyorlar

Ve Suriyeli Mültecilere Yönelik Irkçı Saldırıların Günahını İşliyorlar

Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti Medya Bürosu Üyesi

Üstad Nâsır Şeyh Abdulhay’ın Kaleminden

30/6/2024 Pazar akşamı Türkiye’nin çeşitli illerinde, Suriyeli mültecilere yönelik "bugüne kadar Suriyeli mültecilere yönelik en büyük kitlesel saldırı" olarak nitelendirilen ırkçı şiddet olayları meydana geldi. Bunlardan en öne çıkanı ve en vahşi olanı Kayseri ilinde gerçekleşti. Zira Suriyeli mültecilere saldırılmış, evleri saldırıya uğramış, dükkanları yakılmış, arabaları kırılmış ve haklarında en korkunç ırkçı ifadeler kullanılmıştır. Bunun öncesinde de Türkiye rejiminin yetkililerinin, Beşar Esad ile uzlaşmaya yönelik açıklamaları ve “garantör” Türkiye’nin kurtarılmış bölgeler ile Şam’daki suçlu rejimin bölgeleri arasındaki geçişleri açmaya yönelik girişimleri olmuştu. Bunun akabinde Kuzey Suriye’nin kurtarılmış bölgelerinde, Türkiye rejiminin vesayetine, Suriye devrimine ve mültecilere yönelik politikasına, Esad rejimiyle normalleşme ve uzlaşma çağrısına ve Esad rejimiyle normalleşme kapılarını açma çabasına karşı öfkeli bir protesto dalgası patlak vermiş, bu da Kuzey Suriye’de bulunan Türk güçleriyle sınırlı silahlı çatışma noktasına kadar ulaşmış ve bu çatışmada, 7’den fazla kişi ölmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır.

Sonra Türkiye Cumhurbaşkanı 1/7/2024 Pazartesi günü karşımıza çıkıp şöyle dedi: “Dün Kayseri'de küçük bir grubun yol açtığı müessif olayların sebeplerinden biri muhalefetin bu zehirli söylemleridir. Kim olursa olsun, insanların evlerini yakmak, vandallık yapmak, sokakları ateşe vermek kabul edilemez… Toplumda yabancı düşmanlığını ve sığınmacı nefretini körükleyerek, ırkçılık yaparak veya onlara karşı nefret dili kullanmaya başvurarak hiçbir yere varılamaz.” Ve şöyle ekledi: “Siyasi kazanım uğruna nefret siyasetine tevessül edilmesini acizlik olarak görüyoruz!”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Türkiye’de Suriyelileri hedef alan “provokatif” eylemlerin ardından 474 kişinin gözaltına alındığını açıkladı; daha sonra gözaltına alınanlardan 285’inin uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme ve cinsel taciz gibi suçlardan sabıka kaydı olduğu ortaya çıktı! Ortamı soğutma kastıyla sınırlı tutuklama, sorunu çözmeyecek veya sorunu kökünden söküp atmayacaktır; özellikle de Türkiye rejiminin, halkına Türkiye rejiminin devrim üzerindeki vesayetini kaldırması ve devrimden elini çekmesi çağrısında bulunan Kuzey Suriye'deki kurtarılmış bölgelerdeki ayaklanmadan endişe duymasının ardından.

Erdoğan’ın açıklamalarına gelince; en hafif tabirle bu, Suriyeli mülteciler için bir öfke veya onların davalarına yönelik bir yardım değil, olayı kendi lehine istismar etmesinden ibarettir. Zira rejim ve muhalefet, mültecilere baskı uygulama ve onları gönüllü ya da gönülsüz olarak ülkeyi terk etmeye zorlama konusunda ortaktırlar ancak farklı yöntem, eylem ve söylemlerle. Nitekim ırkçı muhalefet “Zafer” Partisi’nin başkanı Ümit Özdağ, mültecileri zorla sınır dışı etme vaadinden geri adım attı, insanları evlerine dönmeye ve isyan olayları çıkarmamaya çağırdı ve öfkelerini oy sandıklarına yönlendirmelerinin önemini vurguladı.

Devletlerinin yıkılmasından sonra Müslümanların başına bela olan en tehlikeli şeylerden biri, sömürgeci kâfirin onları devletlere, milletlere ve vatanlara bölmedeki başarısı ve İslam akidesi bağını ortadan kaldırarak onun yerine milliyetçilik ve vatancılık gibi nefret dolu ve yozlaşmış ırkçılık bağını koyması olmuştur.

Şam halkı ve onların Türk kardeşleri Osmanlı Hilafetinin günlerinde tek bir devletin altında yaşıyorlardı, savaşları birdi, barışları birdi ve Şam halkının kanları, Çanakkale savaşındaki şehitlerin kanlarına karışmıtı. Ayrıca bölgeler ve sakinler arasındaki etkileşimin yanı sıra kardeşlik ve evlilik yoluyla akrabalık da mevcuttu; zira Gaziantep Halep’e bağlıydı, Şam halkı İstanbul’a gittikleri gibi Türkler de kendi güzel deyimleriyle “Şam-ı Şerif’i” ziyaret ediyorlardı ve aralarında bir sınır olmadığı gibi Arap, Türk ya da Kürt arasında bir ayrım yoktu, aksine birbirlerine tek bir halk ve İslam kardeşi olarak bakıyorlardı. Tıpkı Türkmenlerin Suriye’nin her alanına dağıldıkları ve Diyarbakır ve diğerleri gibi Türkiye’ye dağılmış birçok Arap aşiretlerinin olduğu gibi; ta ki milliyetçilik ve vatancılığın, insanların canlarını ve kaderlerini umursamadan iç ittifaklar ve seçimler oyununda rejimlerin elindeki ırkçı bir kart haline gelmesinin ardından sömürgeciliğin meyvesi olan ve onun kuyrukları tarafından yönetilen ırkçı eylemler başımıza bela olana kadar böyleydi.

Şam devriminin patlak vermesi ve bununla birlikte rejimin Şam halkına karşı işlediği suçlardan dolayı çok sayıda insan, bombardıman, baskı, takibat ve tutuklamanın altından kaçmak zorunda kaldı ve yeryüzünün dört bir yanına dağıldılar; nitekim onlardan bazıları Lübnan’a gitti, bazıları Ürdün ve Irak’a gitti ve bazıları da yaklaşık 3,5 milyon mültecinin gittiği Türkiye'ye sığındı.

Türkiye rejiminin Suriye devrimine ilişkin tutumu, ABD’nin devrimi kontrol altına alma ve koşullar değişip durumlar tersine döndüğünde devrim halkına karşı darbe yapma yol haritası doğrultusunda "Muhacir ve Ensar" sloganını yükseltti, rahatlık ve kolaylıklar sağladı, Erdoğan’ın devrimin baskısı ve yüksek tavanı altında Esad'ın gitmesi çağrısında bulunduğu zamanki devrimin başlangıcında istikrarlı yıllar yaşayan Suriyelileri kabul etti; ta ki Amerika’nın tuzağına ve tiran Esad ile uzlaşma ve onunla normalleşme yönüne geri dönme emrine kadar. Bunun üzerine mülteci halkımıza yönelik sıkıntı ağırlaştı ve insanlara diz çöktürmek ve düşmanlarının çözümlerine boyun eğdirmek için "gönüllü geri dönüş" adı altında zorla sınır dışı etme aşamasına varıncaya kadar mülteci halkımızın üzerindeki baskı ve kısıtlamalar daha da arttı. Dolayısıyla Erdoğan’ın tutumu, ideoloji veya insanlıkla hiçbir alakası olmayan bir yatırımdı; zira seçim ve ekonomik olarak Suriyeli mültecilere yatırım yaptı ve Suriyeli mültecileri kabul etmenin maliyetlerine şikayetin olduğu ve onlara 40 milyar Dolar harcandığının iddia edildiği bir zamanda Avrupa Birliği’nden ve diğer yerel, uluslararası ve Birleşmiş Milletler gibi odak, kurum ve kuruluşlardan para aldı. Özellikle muhalefetin mültecileri, ekonomik krizin, hayat pahalılığının ve ülkedeki kötüleşen koşulların nedeni olmakla suçlamasıyla birlikte kamuoyunun onlara karşı daha da kışkırtılmasına neden oldu.

Türkiye’deki muhalefetin tutumu ise tarif edilemeyecek kadar ırkçı ve kışkırtıcıydı; zira Suriyeli mültecilere karşı büyük oranda kin, nefret ve öfke içeren bir düşünce ve duygulara sahipti. Böylece Suriyeli mülteciler, rejimin ve muhalefetin çıkarlarına göre alınıp satılan ve yatırım yapılan bir seçim kartı haline geldiler. Ayrıca ekonomik krizin nedeni fakiri daha da fakir, zengini daha da zengin yapan laik kapitalist sistem olmasına rağmen muhalefet, ülkedeki krizlerden Suriyelileri sorumlu tutarak kamuoyunu kışkırtıyor. Bu arada rejim, sınır dışı etme konusunda muhalefeti geride bıraktı ve mültecileri geri gönderme politikasını benimsediği için belediye seçimlerini kazanan muhalefete karşı kaybettiği Türk seçmenin oyunu yeniden kazanmayı umarak Suriyeli mültecileri kısıtlayacak önlemlerin alınması konusunda muhalefet ile yarışmaya başladı. Muhalefetin kustuğu tüm zehre rağmen Türkiye rejimi bu suçu, bu nefreti ve bu saçmalığı durdurmak için gerçek bir adım atmadı; hatta birçok kişi onu, Suriyeli mültecilere teslimiyet çözümlerine boyun eğmeleri konusunda baskı yapmak için en kirli rolleri muhalefetiyle paylaşmakla suçladı.

Bütün bunlara rağmen Müslüman Türkiye halkının genel olarak Suriyeli mülteciler meselesine yönelik tutumu, rejim ve muhalefetin tutumundan farklıydı; hatta Türkiye parlamentosundan gelen sesler ve açıklamalar bile Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı söylem ve ırkçı eylemleri kınamıştır.

Şüphesiz olayları takip eden birisi, ister Türkiye’de, ister Lübnan’da, ister Irak’ta, isterse başka bir yerde olsun, mültecilere karşı uygulanan tüm saldırganlık, taciz, ırkçılık ve zorla sınır dışı etme uygulamalarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde görebilir. Bu da Şam halkına diz çöktürmeye yönelik uluslararası kurnazlıkla uyumlu olup Suriyelilerin celladın giyotinine ve tiran yönetimine geri döndürülmesi, devrimi öldürmek ve halkının fedakarlıklarını dinamitlemek için kötü niyetli planın bir adımı olarak mülteci dosyasının sona erdirilmesi hedeflenmektedir.

Yukarıda geçenlerin tamamı Erdoğan’ın, özellikle Esad’ı Türkiye’yi ziyaret etmeye ve onunla siyasi ve diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmeye davet etmesinin ardından, Amerika’nın direktifleri doğrultusunda ve Rusya ile koordinasyon içinde, tiran Esad rejimiyle ilişkileri normalleştirme arzusuyla uyumlu ve tutarlıdır.

Şerî hüküm, Türkiye hükümetinin ve Müslümanların, mültecilerle din kardeşleri olarak muamele etmelerini, onlara yardım etmelerini ve destek olmalarını ve onları hayal kırıklığına uğratmamalarını ve onlara yabancı mülteciler gibi muamele etmemelerini gerektirir ki bu bakış açısı, Sykes-Picot’u ortaya çıkaran sömürgeciliğin fikirlerinden biridir; bu nedenle bu esasa göre veya herhangi bir vatancı, milliyetçi veya ırkçı esasa göre hareket etmeyi haram kılmıştır. İslam’ın bu saldırılarla ilgili tutumu, ister saldırıyı başlatan olsun, ister buna teşvik eden olsun, ister ona sevk eden olsun, isterse ona yönelen olsun, bunları işleyenler için büyük günah olduğu ve bunlara büyük günahlar olarak itibar ettiği yönündedir. En büyük sorumluluk Türkiye hükümetine düşüyor; çünkü o, sorunu kökünden çözmeye muktedirdir. Ancak ayın on dördü gibi açık olan sebeplerden dolayı bunu yapmıyor.

Kaynak: El-Raye Gazetesi-503. Sayı - 10/07/2024

Devamını oku...

Hicret ve İltica Arasında!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hicret ve İltica Arasında!

Haber:

Geçtiğimiz birkaç gün boyunca dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, yeni Hicri yılbaşının başlangıcını kendi yöntemleriyle kutladılar.

Yorum:

Bazıları hicret ve iltica arasındaki ilişkinin ne olduğunu sorabilir.Bu soru meşrudur; çünkü dürtüler, nedenler, hedefler ve amaçlar açısından aralarında birçok farklılık vardır; ancak her ikisi de evlerini ve ailelerini terk ederek alışkın oldukları yaşam tarzlarının çoğuna yabancı olan bir yere gitmeyi temsil ediyor ve bu da bir yabancılaşma ve yalnızlık hissi oluşturuyor. Ancak misafir edenlerin her birine yönelik davranma şeklinde büyük farklılıklar vardır ki ilgi ve araştırma konusu işte budur.

Nitekim Sahabe-i Kiram, izzetlerinin ve onurlarının diyarı, gurur ve ruhlarının yüceldiği bir yer olan Allah’a en sevgili olan bir yeri Allahu Teala’ya terk ederek Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Hatta Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu konuda şu meşhur kavlini söyledi: وَاللهِ إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَيَّ وَلَوْلَا أَنَّ أَهْلَكِ أَخْرَجُونِي مِنْكِ مَا خَرَجْتُ(Ey Mekke), vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yersin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım.

Ancak öte yanda Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in aralarında kardeşlik tesis ettikten sonra Ensar’ın Muhacirlere karşı gösterdiği misafirperverlik insandan çok meleklere benziyordu. İşte Allahu Teala’nın şu kavli onlarda somutlaşmıştır: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Müminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10] Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavli: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ... “Müslüman Müslümanın kardeşidir…” Zira onlarla her şeylerini paylaştılar. Hatta mesele, eşlerini paylaşmayı teklif edecek noktaya kadar ulaştı; insanlık tarihindeki hiçbir asırda ve hiçbir medeniyette böyle bir şey yaşanmamıştır.

Sahnenin diğer yüzünde ise bu parlak ve beyaz sayfanın tamamen başka bir resmini görmekteyiz; zira Yemen halkı, Suriye halkı, Sudan halkı ve onlardan önce birçok Müslüman, uçakların gürültüsü ve topların alevleri altında göç etmiş ve başlarını alıp giderek Müslüman komşularından güven ve emniyet talep ettiler. ancak yurtlarından sürülenler Müslüman olmalarına ve dinleri Sahabelerin diniyle aynı olan, peygamberleri Sahabelerin peygamberiyle aynı olan ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tesis ettiği kardeşlik hâlâ mevcut olan Müslümanlara gitmelerine rağmen ancak onlara olan bakış farklı olduğu gibi muamele ise çok daha farklıydı. Zira onlara yabancı mülteciler olarak bakıldı, birçok ülke sınırları yüzlerine kapattı, onlara resmi bir şekilde sınırları açanların ise giriş prosedürleri karmaşıktı, çoğunluğu risk almaya ve engebeli yollarda seyahat etmeye zorlandılar ve bazıları bunun bedelini hayatlarıyla ödediler. Bazı ülkeler onları şehirlerin dışında hapsetmeye ve onlar için çoğu zaman iyi bir yaşam için gerekli olan asgari gerekliliklere sahip olmayan barınma kampları kurmaya başvurdular ve bu kampları terk etmeleri veya kendileri için belirlenen göçmenlik yasalarını ihlal etmeleri durumunda her zaman sınır dışı edilmekle tehdit edildiler!

Bütün bunların nedeni, onlara ülkenin evlatları olarak değil de yabancılar olarak bakılmasıdır; bu yüzden onlara din ve komşuluk şefaat etmedi! Soru şudur: Muameledeki bu bariz farkın nedeni nedir?!

İlk durumda onlara, Müslümanlar ve Müslüman Müslümanın kardeşi olarak bakıldı; yani bakışın temeli İslam’dı.

Ama ikinci durumda ise onlara, ülkenin evlatları olarak değil de yabancı mülteciler olarak bakıldı; yani bakışın temeli vatancılıktı.

Vatancılık, Müslümanların arasını bölmeye ve birliklerini parçalamaya yetecek kadar kötü bir şeydir; sömürgeci kâfirin, sanki Allah emretmiş gibi kutsallaştırıp Müslüman ülkeler arasına sınırlar çizerek amaçladığı şey işte budur!! Oysa Allah Subhanehu ve Teala aziz Kitabı’nda şöyle buyurmuştur:إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِİşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92] Ayrıca bu vatancılık, Müslümanların birbirlerini yüzüstü bırakmalarına neden olmuştur; işte şu Gazze, dört bir tarafı Müslümanlarla çevrili olduğu halde kanıyor ve çağrıda bulunduğu kimsede ise hiçbir hayır yoktur! Oysa Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ؛ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ وَلَا يَحْقِرُهُMüslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez.” [Müslim, Ebu Hureyra’dan tahric etti.]

Küfür rejimlerinin kamu işlerinin idaresini almalarının sebebi de vatancılıktır; zira vatancılıkta, ekonomik sistem, yönetim sistemi ve içtimai nizam yoktur…Sömürgeci, Müslüman ülkeleri terk ettikten sonra da sağımıza ve solumuza döndük ve küfür rejimlerinden başka bir şey göremedik. Dolayısıyla kimisi kapitalizmi, kimisi sosyalizmi aldı, kimisi de bu ikisinin arasını karıştırdı; ancak vatancılık hayatı düzenleyen bir fikir değildir, aksine vatan sevgisine bağlı içgüdüsel duygusal bir bağdır.

Artık aklımızı başımıza almamızın, Rabbimizin Kitabı’na ve Nebimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hidayetine geri dönmemizin ve Allah Subhanehu ve Teala’nın bize vaat ettiği ve O’nun Habibi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği gibi Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti ilan etmemizin zamanı gelmedi mi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Hasbullah Nur – Sudan

Devamını oku...

Özbekistan’da Gençler Arasındaki Boşanmalar Neden Arttı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Özbekistan’da Gençler Arasındaki Boşanmalar Neden Arttı?

Haber:

Adalet Bakanlığı yetkilisi H. Miliyev, Özbekistan’daki boşanma oranının Bağımsız Devletler Topluluğu’ndaki (BDT) en düşük oran olduğunu söyledi.

Özbekistan’da 9 milyondan fazla aile bulunmaktadır. Yılda ortalama 250-300 bin yeni aile kuruluyor. Ama aynı zamanda her yıl ortalama 45-49 bin boşanma vakasının yaşandığı gözlemleniyor.Boşananların %4-5’i bir yıla kadar, %40’ı ise beş yıla kadar birlikte yaşayabiliyorlar.

Boşanma vakalarının sayısı 2021'de %41, 2022’de ise %22 artış gösterdi ancak 2023’teki büyüme oranı keskin bir düşüş göstererek 2022 yılına oranla sadece %0,8 artış gösterdi (yani büyüme hızı 2022 yılına oranla 27 kat azaldı).

Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasındaki Ortak İstatistik Komitesi'ne göre Özbekistan, evlilik sayısı bakımından BDT’de ilk sırada yer alırken boşanma vakaları bakımından ise son sırada yer alıyor.Özbekistan’da 2022 yılında her 1.000 kişi için evlenme vakalarının sayısı 8,4, boşanma vakalarının sayısı ise 1,4 oldu.

Yorum:

Evlilik yoluyla erkek ve kadın bir aile kurar ve bu ikisinden nesilleri çoğalır.Ailenin doğru bir şekilde kurulabilmesi ve yaşamın devam ettirilebilmesi için İslam dini belirli kurallar ve şerî hükümler koymuştur. Zira İslam evliliği emredip ona teşvik etmektedir; nitekim Abdullah İbn-i Mesud’dan rivayet edildiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizim için şöyle buyurmuştur: يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ، مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ، وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ، وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ؛ فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌEy gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha çok korur ve ferci de daha çok muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” [Müttefekun Aleyh]

Ailelerin parçalanmasının temel nedeni gençlerin dini eğitim almamalarıdır. Bugün tüm dünyada olduğu gibi Özbekistan'da da ekonomik sorunların öncelikle ailelerin parçalanmasıyla sonuçlandığı ve ailelerin ayrılık vakalarının artmasının temel nedenlerinden birinin de ekonomik sorunlar olduğu da doğrudur. Ancak geçmiş tarihimize ve seleflerimizin ve atalarımızın hayatına baktığımızda, bunun temel bir neden olmadığını görmekteyiz. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda Rusların topraklarımızı işgal etmesi, bunun akabinde modern tarihte yaşanan suni kıtlıklar ve siyasi katliamlar bile ailelerin parçalanmasına sebep olmamıştır. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında babalarımızın ve annelerimizin maruz kaldığı zorlu imtihanlar bile ailelerin parçalanmasına neden olmamıştı; çünkü onların akidesi İslam’dı, onların ahlâkı İslam’dı ve ölçüleri de helal ve haramdı.

Hatta 70 yıl süren kâfir Sovyet rejimi bile dini boşluk oluşturamamış ancak tiran Kerimov’un politikası gençlerimizin din eğitimi almasını engellemiş olup bu politika onun öğrencisi Şevket Mirziyoyev döneminde de devam etmektedir.Kur’an-ı Kerim okumayı ve Arapçayı öğretmek için bazı okulların açıldığı doğrudur; ancak eğitim, devletin belirlediği çerçevenin dışına çıkmadan devlet politikasına uygun olarak verilmektedir. Hatta öğretmenlerin bu kurallara aykırı davranıp davranmadığını kontrol etmek için sık sık baskınlar yapılmaktadır! Böylece İslami şahsiyetler hiçbir zaman ortaya çıkamayacaktır.

Özbekistan’daki Kur'an kursları ve dini medreseler, Müslümanların dini kültüre olan susuzluğunu gidermek için çalışıyor. Bunun sonucunda da gençler, hayatın sorunlarını çözmenin bir yolunu bulamadan başıboş dolaşıyorlar. Erkekler ise ailedeki rollerini ve yerine getirmeleri gereken görevleri bilmiyorlar. Yani onlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, ailenin sakin, güçlü ve kalıcı olması için gerekli olan tavsiyelerini bilmeden aile oluşturuyorlar. Kadınlar ve kızlar da ailedeki rol ve statülerini tam olarak anlayamadan evleniyorlar ve bunun sonucunda bu tür aileler zayıflıyor, başarısız oluyor ve hayatın sınavlarına dayanamayıp hızla çöküyor.

Bu sorunun tek çözümü İslami hayata geri dönmektir. Yani İslami hayatın yeniden inşa edilmesi gerekir ki ancak bu şekilde İslami şahsiyetler yetiştirecek eğitim kurumları kurulacaktır; bunun sonucunda da gençler, aile hayatlarını Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emir ve yönlendirmelerine göre düzenleyeceklerdir. Bunun ardından da eşler arasında güven, sevgi, muhabbet ve huzur oluşacak ve böylece toplumdaki aile parçalanmaları azalacaktır. Nitekim Subhanehu ve Teala Kerim Kitabı’ndaki Rum suresinde şöyle buyurmuştur: وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَKaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” [Rum 21]

Allah Subhanehu ve Teala’nın Kitabı bizim için bir hidayettir; şayet onu hayatımızda uygularsak bu dünyada mutlu ve müreffeh bir hayat yaşarız; şayet onun terk edersek o zaman en büyük düşmanımız olan lanetli şeytan bizi dalalet yoluna saptırır ve bu da cehennem azabına yol açan büyük hüsrandır.Bugün ise Özbekistan’daki rejim Rahman’ın yolundan değil, şeytanın ve onun dostlarının yolundan gitmekte ve kâfir efendilerini razı etmeye çalışmaktadır. Bu da toplumun her alanını etkilediği gibi ailelerin parçalanmasını da etkilemektedir. Çünkü ailede sevgi ve şefkat kaybolduğunda bu, tüm toplumda huzursuzluklara neden olmaktadır. Dolayısıyla bunun sonucunda da bakımı zorlaşan çocuklar ve kayıp nesiller ortaya çıkacaktır.

Tüm bu sorunlardan kurtulmanın tek yolu, günümüzün ajan hükümetleri yerine, şerî hükümleri uygulayacak olan Raşidi Hilafet Devleti’ni yeniden tesis etmektir. Böylece toplumda istikrar ve güven, ailelerde ise huzur ve mutluluk olacaktır. İşte o zaman boşanma vakalarının sayısı azalacak, yetimler çoğalmayacak ve zina ve ahlaksızlık da yaygınlaşmayacaktır. Bu iş Allah için çok kolaydır; zira Subhanehu ve Teala, Kendi dinini tüm dinlere üstün kılacağını vaat etmiş olup O asla vaadinden dönmez.أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌ “Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” [Bakara 214]

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhlisa El-Özbeki

Devamını oku...

Petrodolar Anlaşması Gerçeği

Soru Cevap

Petrodolar Anlaşması Gerçeği

Soru: 16 Haziran 2024 tarihli El Hurra sitesine göre “Son günlerde Suudi Arabistan ve Amerika arasında 1974 tarihinde imzalanan ve petrol satışlarının ABD doları üzerinden fiyatlandırılmasını öngören anlaşmanın varlığından bahseden haberler medya sitelerinde genişçe yer aldı. Bu haberlere göre, 50 yıllık anlaşma artık sona erdi... Ancak Leader Insight sitesi pazartesi günü bu haberleri yalanladı ve “böyle bir anlaşmanın olmadığını” vurguladı.” Dolayısıyla eğer varsa, bu anlaşmanın gerçekliğini ve doların hegemonyasını sürdürmede petrolün oynadığı rolün netliğe kavuşturulmasını rica ediyorum... Sonra BRICS bloğu, doların gelecekteki hegemonyasını etkiler mi?

Cevap: Yukarıdaki soruların cevabını netliğe kavuşturmak için aşağıdaki hususlara bir göz atmak gerekiyor:

Birincisi: Suudi Arabistan ve Amerika arasında imzalanan ve petrol satışının dolar üzerinden fiyatlandırılmasını öngören anlaşmanın süresinin dolduğuna dair haberlere gelince, sosyal medya siteleri bu haberlerle çalkalansa da sanki kasıtlı olarak muğlak bırakılmak istenmiş gibi iki ülkeden hiçbir yetkili bu konu hakkında tek bir kelime dahi etmemiştir! Medya kuruluşları ise, ilk başta ilgili konuyu yayınlamaktan kaçınsalar da trend olması nedeniyle bazıları konuyu haberleştirmek zorunda kalmıştır. Örneğin, 15 Haziran 2024 tarihinde Russia Today sitesinin aktardığına göre, “Olga Samovalova, Vzglyad sitesinde “Suudi Arabistan ve ABD arasında 1974 yılında imzalanan Petrodolar Anlaşması’nın süresinin dolduğunu yazdı. Basında yer alan haberlere göre bu, Suudi Arabistan’ın petrol ve diğer ürünlerini sadece ABD doları cinsinden değil diğer para birimleri cinsinden de fiyatlandırmasına olanak tanıyor.”

İkincisi: Ancak ABD medya kaynakları bu konuyu yalanlamaktadır:

1- Sorudaki 16 Haziran 2024 tarihli El Hurra sitesinde yer aldığına göre “Bu haberlere göre, 50 yıllık bu anlaşma artık sona erdi. Bu, ABD dolarının hakimiyetinin sona erdiğinin habercisi. Ancak Leader Insight sitesi pazartesi günü bu haberleri yalanladı ve “böyle bir anlaşmanın olmadığını” vurguladı.”

2- 17 Haziran 2024 tarihinde Morning Star gazetesi, Amerika ve Suudi Arabistan arasındaki uzun vadeli petrodolar anlaşmasının çöktüğüne dair sosyal medyada dolaşan haberlerden söz etti ve “Böyle bir anlaşmanın hiçbir zaman olmadığını” belirtti.

3- UBS Global Wealth Management Baş Ekonomisti Paul Donovan, cuma günkü blog yazısında, “sahte ‘petrodolar anlaşması’ öyküsünün müthiş bir şekilde trend olduğunu ve bunun da ‘teyit yanlılığının’ riskleri hakkında bir ders daha verdiğini belirtti.” (17.06.2024 MorningStar)

Üçüncüsü: Ancak ABD ve Suudi Arabistan arasında 1974 yılında imzalanan petrodolar anlaşmasının 9 Haziran 2024 tarihinde sona erdiğinin belirten son yazılar hakkında iki ülkeden yalanlama ya da doğrulama yönünde resmi hiçbir açıklama yapılmamıştır, aksine diğer medya veya benzeri kaynaklardan açıklamalar yapılmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ABD ve Suudi Arabistan arasında bu konuda böyle bir anlaşmanın olabileceğine işaret eden başka göstergeler de söz konusu. Bu göstergelerden bazıları şunlar:

1- ABD Sayıştay’ının 1978 tarihli “ABD-Suudi Arabistan Ekonomik İşbirliği Komitesi” başlıklı raporunda” “Sayıştay, Haziran 1974’te ekonomik işbirliği için kurulan Suudi Arabistan-ABD Komitesi çalışmalarının güçlendirilmesini ve “petrodolar geri dönüşümü” için Riyad’da ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı bir ofis açılmasını tavsiye ediyor.” Raporun giriş bölümünde bu ortak komitenin kurulduğu vurgulanıyor.

2- Paul Donovan blog yazısında (“Bugün ortalıkta dolaşan ‘Petrodolar anlaşması’ öyküsünün yalan olduğu açıktır”) dedikten sonra “ABD ile Suudi Arabistan arasında 1974 yılının sonlarında imzalanan ve milyarlarca dolarlık petrol satışı gelirini ABD Hazinesine yatırması karşılığında Suudi Arabistan’a askeri yardım ve ekipman vaadinde bulunan gizli anlaşmanın varlığı petrodolar anlaşmasına en yakın şey olabilir” diye de ekledi...” (17.06.2024 MorningStar)

3- 17 Haziran 2024 tarihinde MorningStar gazetesi, Amerika ve Suudi Arabistan arasında petrodolar anlaşmasının “hiçbir zaman var olmadığını” söyledikten sonra, “ABD Hesap Verebilirlik Ofisi tarafından yayınlanan bir rapora göre konunun, iki ülke arasında ekonomik işbirliğini güçlendirmek için kurulan ABD-Suudi ortak komitesiyle ilgili olduğunu ve komitenin kurulmasına ilişkin kararın, 8 Haziran 1974 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Kissinger ile dönemin Suudi Veliaht Prensi Fahd bin Abdülaziz arasında imzalandığını kaydetti.”

4- 20 Ekim 2020 tarihinde Kuveyt El Kabas gazetesi, “Haber Arşivi”nde bir haber yayınladı. 7 Haziran 1974 tarihli sayısında yayımladığı haberde şu ifadeler yer aldı: “Başkan Nixon bugün Suudi Arabistan Başbakan İkinci Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Prens Fahd bin Abdülaziz ile görüştü. Görüşmede Mısır ve Suriye cephelerinde “İsrail” ile varılan kuvvetler ayrılığı anlaşmalarının ardından Orta Doğu’da kalıcı barışın sağlanması olasılıkları ele alındı. Görüşmede ayrıca Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ekonomik, endüstriyel ve savunma işbirliğini genişletmenin yolları da ele alındı. Başkan Nixon’un Beyaz Saray’daki ofisinde gerçekleşen görüşme, ABD Başkanı’nın dün üç günlük bir ziyaret için buraya gelen konuğu onuruna Beyaz Saray’da verdiği öğle yemeği öncesinde gerçekleşti. Prens Fahd’ın, ABD’ye petrol tedarikinde işbirliğinin devam etmesi karşılığında ülkesine ABD askeri yardımlarının arttırılması için çabaladığı bildirildi.”

5- 8 Haziran 2024 tarihinde businesstimes.com.sg sitesinin bildirdiğine göre, “8 Haziran 1974 tarihinde Amerikan The New York Times gazetesinin birinci sayfadan verdiği bir haberde “Dışişleri Bakanı Kissinger ve Suudi Arabistan Başbakan İkinci Yardımcısı ve Kral Faysal’ın üvey kardeşi Prens Fahd bin Abdülaziz’in bu sabah Beyaz Saray’ın karşısındaki Blair House’da altı sayfalık bir anlaşma imzaladığı.” belirtildi.”

Dördüncüsü: Yukarıdaki “Üçüncü” noktaya özellikle de Fahd bin Abdülaziz’in ABD Başkanı Nixon tarafından kabulüne yakından bakıldığında, bu ziyaretin ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Ayrıca, ABD Sayıştay’ı raporu da dahil olmak üzere resmi kaynakların atıfta bulunduğu 8 Haziran 1974 tarihli ABD-Suudi Arabistan Ekonomik İşbirliği Komitesi’nin kurulması, sanki uygulamadan bu komite sorumluymuş gibi anlaşmaların imzalandığını gösterir. Tüm bunlar, ister yazılı olup gizli tutulsun, isterse yazılı olmayıp bağlayıcı bir mutabakat olsun, Amerika ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşmanın olduğunu doğrular. Küçük bir ajan devlet ile süper güç Amerika arasındaki bu tür anlaşmalar bile ajanlar için tamamen bağlayıcıdır. Yazılı olmasa bile bu tür anlaşmaların dışına çıkamazlar.

Yukarıdaki tüm gerçekler, gizli kalmasına, resmi çevrelerce itiraf edilmemesine, fakat aynı zamanda da yalanlanmamasına rağmen bu anlaşmanın ya da petrodolar mutabakatının varlığı tercihimizi doğruluyor.

Beşincisi: Amerika’nın, doları uluslararası para birimi haline getirme çabası ve ilgisi de bunu doğruluyor ya da tercih edilmesini sağlıyor. Bunun açıklaması şöyle:

1- Altının ons fiyatını 35 dolar olarak belirleyen 1944 tarihli Bretton Woods Anlaşması’ndan bu yana dolar, uluslararası para sisteminin en tepesinde yer almaktadır. Altınla aynı. Ancak Amerika’nın sömürgecilik projeleri, özellikle de Vietnam Savaşı ve savaş için yapılan büyük harcamalar nedeniyle ABD, altınla değiştirebileceğinden daha fazla dolar basmıştır. 1960’ların sonlarına gelindiğinde, dolaşımdaki dolar sayısı artmış ve dünyada altından daha fazla dolar bulunur hale gelmiştir. Bu durum, yabancı ülkeleri dolarları karşılığında altın talep etmeye teşvik etmiş ve bu da Amerikan altın kaynaklarının tükenmesine yol açmıştır. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı sonunda 574 milyon ons olan ABD altın rezervi, 1971 yılında yaklaşık 261 milyon onsa gerilemiştir. Sonra da ABD Başkanı Richard Nixon 15 Ağustos 1971’de altın standardını yürürlükten kaldırmış ve böylece “Nixon Şoku” olarak bilinen olayla doları altından tamamen ayırmıştır.

2- Ancak dolar ve altının arasının bu şekilde ayrılması, ABD için siyasi ve mali bir sorun yarattı. Bu sorun, dünyadaki ülkelerin artık dolar edinmek için hiçbir motivasyonunun kalmadığı anlamına geliyordu. Bu durum Amerika’yı, ülkelerin dolara olan talebini artırmasına, böylece doların küresel statüsünü korumasına sevk edecek başka yollar aramaya itti. Amerika, dünyanın acil enerjiye olan ihtiyacı ve dolayısıyla Suudi Arabistan’ın o dönemde en büyük üreticisi olduğu ana enerji kaynağı petrolde aradığını buldu.

3- Nixon yönetimi bu sorunu 1972’den 1974’e kadar Suudi Arabistan’la petrodolar yaratma görüşmeleriyle, ABD’nin Suudi rejimine güvenlik garantisi sağlamasını, karşılığında dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ve dünyanın en büyük petrol üreticisi Suudi Arabistan’ın petrolünü dolar cinsinden fiyatlandırmasını, Suudi Arabistan’ın ayrıca petrol gelirlerinden elde ettiği milyarlarca ABD dolarını ABD Hazine tahvillerine geri dönüşümü öngören anlaşmayla çözdü.

4- Bu anlaşma öncesi Suudi Arabistan, İngiliz ajanlarının Suudi yönetimindeki etkisi nedeniyle petrolü İngiliz sterlini ile fiyatlandırıyordu. Dışişleri Bakanı Kissinger ile Prens Fahd bin Abdülaziz arasında 8 Haziran 1974’te imzalanan bu anlaşma, Suudi Arabistan’ın petrolünü sterlin yerine dolar ile fiyatlandırmasının başlangıcı oldu.

Bundan sonra Prens Fahd’ın yıldızı parladı ve Kardeşi Kral Halid döneminde 1975 yılında Veliaht Prens oldu. Kardeşi Kral Halid döneminde yetkilerin çoğuna sahipti ve Kral Halid ölünceye kadar da böyle devam etti. 13 Haziran 1982 tarihinde kral oldu ve Amerika’ya olan sadakatiyle tanınıyordu.

Dolayısıyla Suudi Arabistan, 1975 yılı başlarından itibaren petrolü dolarla fiyatlandırmaya başladı. Kaynaklar, Suudi Arabistan’ın 1974 yılından sonra petrolü ABD doları ile fiyatlandırmaya başladığını ve Petrol Üreten Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) de buna dahil olduğunu belirtiyorlar. Petrol satın alması gereken her ülkenin, petrol işlemleri için yeterli miktarda dolar bulundurması zorunlu hale geldi. Bu da söz konusu ülkelerin, dolar kredisi kabul etmeleri veya mali piyasalardan ya da başka yollarla dolar satın almaları gerektiği anlamına geliyordu. Amerika’nın dolar akışının, FED’in de dolar basımının devamlılığını sağlaması oldukça önemlidir. Özellikle de Suudi Riyali ABD Dolarına sabitlenmiş durumda. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın ekonomik istikrarı korumak için ABD Dolarına bağlı kalması yönünde bir dürtü söz konusu. “Suudi Arabistan Enerji Bakanı Halid El Falih, ülkesinin ham petrolünün yurtdışına satışı ve ticareti için ABD dolarının tercih edilen para birimi olarak kalacağını vurguladı...” (09.04.2019 Anadolu Ajansı)

Altıncısı: Suudi Arabistan’ın, Amerika’nın hasmı Çin ve Rusya liderliğindeki BRICS bloğuna katılımının, Suudi Arabistan’ın petrolü dolarla fiyatlandırmasını etkileyip etkilemeyeceği konusuna gelince, bu bambaşka bir konudur ve bu meselenin farklı etmenleri vardır. Bunu netleştirmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmak gerekiyor:

1- BRICS terimi Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ekonomilerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin (BRIC), gelişmekte olan ülkelere uluslararası ilişkilerde daha fazla rol vermek amacıyla 2006 yılında BRIC grubunu oluşturdu. 2011 yılında Güney Afrika’nın da katılımıyla grubun adı BRICS olarak değiştirildi. Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’da 24 Ağustos 2023 tarihinde sona eren 15. BRICS grubu zirvesinde, Suudi Arabistan’ın yanı sıra Mısır, BAE, İran, Etiyopya ve Arjantin’in de BRICS grubuna dahil olduğu duyuruldu. Bu ülkeler 2024 yılının başında katılmaya başlayacaklardı. Bu zirvenin amaçlarından biri de doların hegemonyasından kurtulmaya çalışmak ve BRICS üyeleri için bir para birimi oluşturmaktı, ancak bu konuda bir anlaşma sağlayamadılar. Aralarında yerel para birimleriyle işlem yapılmasına teşvik etmeye başladılar. Bu nedenle en büyük petrol ihracatçısı olan Suudi Arabistan’ı gruba davet etmek için çalıştılar. Suudi devlet televizyonunun 2 Ocak 2024 tarihinde Suudi Arabistan’ın BRICS’e katıldığını duyursa da Suudi Ticaret Bakanı Macid El Kusabi’nin İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu marjında gerçekleşen bir panelde, “Suudi Arabistan’ın BRICS’e katılım daveti aldığını, ancak henüz resmi olarak katılmadıklarını” söylediğini belirtmekte fayda var. (16.01.2024 Skynews Arapça) Bu, Suudi Arabistan’ın BRICS’e katılım için Amerika’nın onayını beklediği ve böylece BRICS’e katılmanın Amerika’nın çıkarına olacağı anlamına geliyor.

2- Suudi Arabistan gibi ABD uydusu ülkelerin BRICS’e katılımı, grubu kırılgan hale getirecektir. Güney Afrika’nın bir BRICS para birimi basılmasına karşı çıktığını gördük. BRICS grubunda Rusya ve Çin dışında bağımsız ülke yok. Diğer ülkeler, başta Amerika olmak üzere Batı ajanıdır. Ancak Rusya ve Çin, Batı’ya karşı durabilecek ve bir karşı cephe oluşturabilecekmiş gibi görünmek istiyorlar ve her zaman çok kutuplu bir dünyadan bahsediyorlar. Suudi Arabistan ve diğer ajanlarının BRICS’e katılımına izin veren Amerika, tıpkı 2004 yılında Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği’ne girmesini teşvik ederek bu ülkeler aracılığıyla Avrupa Birliği’ni etkilemek istemesi gibi, bununla BRICS’i içeriden etkilemeyi amaçlamaktadır. ABD, Birliğe katılan Polonya aracılığıyla, Birliğin siyasi otoritesini güçlendirecek ve yarı-federal bir devlete yaklaştıracak bir anayasanın hazırlanmasını engellemiş ve böylece birliği çatırdamaya ve çökmeye eğilimli kırılgan bir birlik olarak tutmayı başarmıştır. ABD, OPEC’in en büyük ve en etkili üreticisi Suudi Arabistan’a, Suudi Arabistan-Rusya koordinasyonu uyarınca Rusya’nın üretimini OPEC sınırları içinde tutmak amacıyla OPEC ile Rusya arasında bir tür ittifak kurmak için gerekli yöntemleri kullanma talimatı verdiğinde de aynısını yapmıştır...

3- Ülkesi grubun kurucu üyesi olan ve grup için bir para birimi çıkarmaya oldukça hevesli olan Putin, üye ülkelerin siyasi gerçeklerine yenik düştü. Bu yüzden Putin, “BRICS’in genişlemeye devam etmesi, bloğun uluslararası arenadaki rolünü daha da etkin hale getirecek. Hepimiz için önemli konulardan birisi de ortak bir para kullanılması. Bu karmaşık bir konu ancak bu sorunları çözmek için öyle ya da böyle ilerleyeceğiz.” ifadelerini kullandı. (24.08.2023 El Cezire) Öncesinde El Cezire’nin 23 Ağustos 2023 tarihinde yayınladığı bir habere göre, BRICS nezdinde ortak para birimi kullanılması konusu, beş üyenin aynı fikirde olmaması ve aralarındaki farklılıklar nedeniyle zirve sırasında resmi olarak gündeme gelmedi... Putin, gruba hitaben yaptığı video konuşmasında yerel para birimlerinin yaygınlaştırılması çağrısında bulundu...” Böylece Rusya, dolara alternatif para birimi yaratmada başarısız oldu. Oysa BRICS’ten dolara alternatif para birimi yaratmayı amaçlıyordu. 

Yedincisi: Para, gerçek değeri olmayan bir banknot olduğu sürece, ekonomik sorunlar, ekonomik spekülasyonlar, siyasi anlaşmazlıklar ve hatta sömürgeci hegemonya kaim olacaktır... Yüce Allah’ın vahyi ile İslam, parayı altın ve gümüşe, yani gerçek değeri olan bir metale dayandırmıştır... Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, altın ve gümüşü nakit para olarak belirlemiş, sahih hadislerde de geçtiği üzere altın ve gümüşü mal ve emeğin ölçümünde başvurulan tek parasal ölçü haline getirmiştir... Ancak sömürgeciler, ekonomik sömürge ve mali sömürge yöntemleriyle parayı bir sömürgecilik aracı olarak benimsemişler, altın veya gümüşe dayanmayan diğer sistemlere dönüştürmüşler ve dolayısıyla da böylesi sorunlar ortaya çıkmıştır... Bu sorunlar, ister dolaşımdaki bizatihi altın ve gümüş olsun, ister altın ve gümüş yerine geçen ve her an değiştirilebilen bir kâğıt para olsun, ancak İslam Devleti kurulduğunda ve parayı tekrar altın ve gümüşe bağladığında çözülebilir. İşte Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın ilmiyle indirdiği Şeriatı budur.

أَلا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” [Mülk 14]

H.01 Muharrem 1446
M
.07 Temmuz 2024

Devamını oku...

Kahire Konferansı, Krizleri Yaratan ve Ülkeyi Parçalayan Rejimlerden Pek Farksız Rejim Üretmeyecek

Dün 6 Temmuz 2024 Cumartesi günü, Mısır’ın başkenti Kahire’de sözde Sudan Siyasi ve Sivil Güçler Konferansı düzenlendi. Sudan Siyasi ve Sivil Güçler Konferansı’nın sonuç bildirisinde, “Katılımcılar ayrıca Cidde Deklarasyonu’na uyulması ve savaştaki gelişmelere ayak uydurmak için uygulanmasına ve geliştirilmesine yönelik mekanizmaların dikkate alınması gerektiğini vurguladılar... Katılımcılar, Sudan’ın eşit haklara sahip, sivil, demokratik, federal bir devlet temelinde korunması konusunda oy birliği sağladıklarını kaydettiler.”

Kahire Konferansının sonuç bildirisinde belirtilenlere binaen Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

Birincisi: Sudan’daki sahnenin aktörleri politikacılar, hala eski sapıklıklarını sürdürüyorlar, sömürgeci kafirin önerilerini hala ayakta alkışlıyor ve büyütüyorlar. Sudan’ın düşman yapımı krizlerine, düşmanların komplolarından başka bir çözüm üretemiyorlar. “Hastalıkla beni tedavi et” deyişi onlara tam uygun düşüyor.

İkincisi: Konferans, federal demokratik bir sivil devletten bahsederek krizleri yaratan ve ülkeyi parçalayan rejimlerin aynısını üretiyor. Sudan devleti, sömürgeci İngiliz kafirin Sudan’da ürettiği, daha sonra da kendi elleriyle ajanlarına miras bıraktığı, onların da yaklaşık yetmiş yıl sonra bu acı gerçeğe ulaşana kadar İngiliz sapıklığı üzerinde yürüdükleri devletin ta kendisidir.

Üçüncüsü: Konferans katılımcıları, zehirli yemeğini pişirip Cidde’ye gidene kadar ABD’nin boşluğu doldurma politikasının bir parçası olduklarını kanıtladılar. Katılımcıların, sömürgeci kâfir Batının kendi çıkarı lehine ve Sudan halkı çıkarı aleyhine sunduğu çözümleri papağan gibi tekrarlamaktan başka net bir siyasi vizyonları yoktur.

Dördüncüsü: Konferansta, sömürgeciliğe odaklanan ve projelerine hizmet eden sömürgeci kafirle bağlantılı yüzlerden başka bir yüz göremedik.

Sonuç olarak Sudan halkımıza diyoruz ki, sizler Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a ve Peygamber ve Rasûl Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inanan Müslümanlarsınız. İyiliğinizi istemeyen kafir düşmanlarınızla ilişkili kişilerin sorunlarınızı çözmeye yeltenmelerini nasıl kabul edebilirsiniz? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ“Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105]

Son olarak, Sudan’ın ve hatta tüm dünyanın krizlerine, Allah’ın izniyle vakti gelmiş olan ve sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devleti tarafından uygulanan İslam sistemi ve onun adil şeriatı dışında bir çözümün olmadığını vurguluyoruz.

ثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.” [Ahmed]

Devamını oku...

Mısır Rejimi, Sudanlı Tarafları Ümmetin, Sudan’ın veya Sudan Halkının Çıkarından Ziyade Amerika’nın Çıkarı ve Egemenliğini Pekiştirmek İçin Bir Araya Getiriyor!

Sudan’da devam eden savaşın durdurulması için Mısır’ın girişimiyle düzenlenen Sudan Siyasi ve Sivil Güçler Konferansı 6 Temmuz 2024 Cumartesi günü Mısır’ın başkenti Kahire’de başladı. Gözlemcilere göre bu girişim daha geniş bir diyaloğun temellerini atacak. Bazılarına göre ise bu girişim de bir fiyasko. (El Arabi El Cedid) Mısır Dışişleri Bakanlığı “50’ye aşkın sivil siyasi grup liderine, ulusal figürlere, din adamlarına ve sivil idarelere davet gönderdi. Siyasi bloklardan ziyade örgütlere yapılan davet, İslamcı hareketi görmezden geldi. Davet mektubuna göre, “Kahire’deki yeni idari başkentin ev sahipliğinde düzenlenecek konferansta, sivil ve siyasi güçlerin, Sudan’daki mevcut çatışmanın yansımaları, çözüm yolları ve çatışmadan etkilenenler için gerekli ihtiyaçların niteliği hakkındaki görüşleri dinlenecek. Ayrıca Sudan-Sudan siyasi diyaloğunun belirleyicilerine de ışık tutulacak.” (En Neşra)

Ülkemizdeki tüm rejimler gibi Mısır rejimi de egemenliğe sahip değildir. Kendi başına, hatta Mısır’ın ya da komşularının çıkarları doğrultusunda hareket etmekten daha ziyade Beyaz Saray’daki efendilerinin iradesine göre ve onların çıkarlarını korumak, egemenliklerini tesis etmek ve genişletmek için hareket etmektedir. Rejimin Libya’da, Yemen’de ve hatta Suriye’de, Lübnan’da ve Gazze kuşatmasında icra ettiği görev budur. Son olarak, İngiliz ajanı sivil güçleri etkisiz hale getirmek, çatışmayı Amerika’nın etkisini koruyacak ve egemenliğini tesis edecek şekilde durdurmak amacıyla böyle bir girişim başlatmış durumda. Amerika’nın bu ve benzeri konferanslarda Mısır rejimine tevdi ettiği görev kesinlikle budur. Mısır, Amerika için pek çok şey üstleniyor ve bunları büyük bir başarıyla yerine getiriyor. Temmuz 1952 devriminden bugüne kadar Mısır’ın başına geçen rejimlerin hepsi, Beyaz Saray’daki efendilerine hizmet etmekte ne sözde komşu ülkelerin ne de Mısır’ın çıkarlarıyla ilgilenmemektedir. Mısır’ı Sudan’dan ayıran ABD, gelecekte Sudan’ı yeniden bölmeye çalışabilir. Mısır da bu bölünmenin aracı ve katalizörü olabilir, kendi topraklarından koparılsa bile.

Mısır’ın şimdi yapması gereken şey, Amerika’nın projelerine karşı durmak, Sudan’daki savaşçıların karşısında dimdik durmak, Sudan’da halkımızın kanını dökmelerini engellemek ve halkı korumak için zorla da olsa onlara mâni olmaktır. Daha doğrusu yapması gereken şey, Sudan’ı eskiden olduğu gibi Mısır’ın bir parçası haline getirmek, böylece Mısır’ın gücüne güç katmak, Amerika’ya boyun eğmek, peşinden gitmek ve projelerini uygulamak yerine ABD bağımlılığından kurtulmasını sağlamaktır.

Mısır’ın görevi, Avrupa ve Amerika’daki egemenlik ve servet hırsızları arasında yaşanan güç mücadelesinin bir aparatı olmaktan ziyade kafir Batı bağımlılığından kurtulma yolunda ümmete liderlik etmektir. Görevi, ümmeti kafir Batı’dan ve onun uşaklarından ve araçlarından korumak için ümmete bir bariyer ve kalkan olmaktır. Görevi, ümmetin birliği için çalışmak, otoritesini geri almak, Batının etkisini ve ümmeti bölen, parçalayan ve gücünü zayıflatan yapay sınırları ortadan kaldırmaktır. Mısır’ın görevi, kapitalizmin kökünü kazımak ve İslam’ı Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’nde eksiksiz ve tam olarak uygulamak için ümmete liderlik etmektir.

Mısır’ın ümmete karşı bu görevini, ABD ajanları asla icra edemez. Zira onlar, ümmete karşı savaşın ve kafir Batı’nın ümmete karşı kurduğu komplonun bir parçasıdırlar. Ümmet otoritesini geri alabilmesi ve Hizb-ut Tahrir’in uğruna çalıştığı ve ümmeti de uğrunda çalışmaya ve altında yaşamaya çağırdığı devleti kurmak için ilk kökü kazınması gereken kişiler bunlardır. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti, Sykes-Picot sınırlarını asla tanımayacak ve kâfir Batı ve etkisine asla boyun eğmeyecektir. 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Amerika ve İngiltere Seçimlerinde İslam ve Müslümanlarla Mücadele Yarışı

İngiliz “imparatorluğu” ürünü Yahudi varlığının, Amerika ve İngiltere desteğiyle Gazze’de işlediği katliamların ve döktüğü Müslüman kanın üzerinden dokuz ayı aşkın bir süre geçmişken, Amerika ve İngiltere’de başkanlık ve parti seçim kampanyaları son sürat devam ediyor. Seçim kampanyalarında bu iki sömürgeci gücü yönetmeye en uygun olduklarını düşünenler arasında kıyasıya rekabet yaşanıyor. Bu iki sömürgeci güç, ulusları açlığa maruz bırakmış, aşağılamış, ulusların en büyük çabalarını gıda, su ve aydınlanma peşinde koşmak haline getirmiştir. Örneğin Kahire ve Karaçi gibi İslam ülkelerinin başkentlerinde ve metropollerinde sık sık elektrik kesintileri yaşanıyor.

Bugün Amerika’da ellerine Müslüman kanı bulaşmış politikacılar birbirleriyle yarışıyorlar ve suç devleti Yahudi varlığına destek açıklamaktan utanmıyorlar. Hatta bu varlığa daha fazla destek göndermek için aralarında rekabet ediyorlar. Mübarek Toprak Filistin’de savunmasız kadın ve çocukları öldüren yeterince bomba ve top tedarik etmedikleri için birbirlerini suçluyorlar. Biden, Yahudi varlığına her türlü askeri, mali, siyasi ve medya desteği sağlamasına rağmen rakibi Trump tarafından küçümsenmiş ve Gazze’deki soykırımı desteklemediğine atıfta bulunarak bir “Filistinli” olarak tanımlanmıştır ve Mübarek Toprak Filistin’de İslam ümmetine üstünlük hayali ve rüyası gerçekleşinceye kadar Yahudi varlığını destekleyeceği imasında bulunmuştur.

İngiltere’de ise, Britanya ve Amerikan kuklası hükümetlerden mustarip İslam ülkelerinden gelen göçmenler kartını istismar eden Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi rekabet halinde. Mültecileri ve savunmasız insanları sınır dışı etme ya da mülteci akışını sınırlandırma, onları engin denizlerde ve okyanuslarda kaderleriyle baş başa bırakma vaadinde bulunuyorlar. Haçlı Hindu asıllı İngiliz Başbakanı Sunak, tank ve silah yüklü askeri bir uçakla Yahudi varlığına indi. İner inmez Kutsal Toprak Filistin’i yeniden işgal etmek için Avrupa haçlı seferine liderlik etmekle övündü.

İşte büyük Haçlı ülkelerindeki seçim kampanyaları bunlardır. Bunlar, Müslümanların öldürülmesi, katillerinin desteklenmesi ve savunmasız Müslümanların ve mültecilerin kovuşturulması çağrısı yapan kampanyalardır. Müslümanların bu seçimlerde bir çıkarı var mı? Bu komplocular arasında adil düşünen bir kişi olabilir mi? Müslümanların bu seçimlerde hiçbir söz hakkı olmadığını, kurban ve kurbanlık koyun olduklarını söylemeye bile gerek yok. Muhafazakârlar ile İşçi Partisi, Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, katliam mekanizması ve aracı hakkındadır. Bizi silahlarla ve tanklarla öldürmek isteyenlerin, bizi aç bırakarak, denizlerde boğularak ya da başka yollarla öldürmek isteyenlerden hiçbir farkı yoktur.

Saray şeyhleri, pound ve dolar uşakları ne derse desinler bu adaylardan herhangi birini seçmek kesinlikle caiz değil. Bu adaylardan herhangi birini seçmenin, dünya çapında ve Mübarek Toprak Filistin’de daha fazla Müslüman katletmelerine, acılarını artırmalarına yetki ve ruhsat vermek anlamına geldiği su götürmez. Dolayısıyla bu suçluların suç ortağı olmak isteyenler, söz konusu adaylardan birini oy verebilir. O zaman kendine zulmetmiş olacak ve hiçbir şekilde Allah’ın veli kullarından sayılmayacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez.” [Maide 51]

Amerika ve İngiltere de dahil olmak üzere Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlar, bu suçluların ihlallerine karşı Müslümanların kutsallarını savunmak zorundalar. Adaylardan birine oy verdiklerinde komplolarına ortak olacakları için Müslümanların saygınlıklarını savunmuş olmazlar. Çünkü bu adaylar, aynı tefecilik madalyonunun iki yüzü gibidirler. Onun için mümkün olan tüm meşru yol ve yöntemler kullanılarak reddedilmelidirler. Ümmetlerine, Mübarek Topraklar ve Gazze halkı da dahil olmak üzere yeryüzündeki mazlumlara karşı olan görevlerine ek olarak bunu yapmalıdırlar. Bu aynı zamanda, Batı’da adil düşünen ve değer sahibi bağımsız düşünen insanlarca bilinen asil bir çabadır. Politikacıları ve siyasi partileri ifşa ettikçe, özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi bayraktarlığını yaptıkları sahte sloganlarını çürüttükçe sesleri daha gür çıkacaktır... Onlar, aralarında yaşayan Müslümanların kendilerini doğru yola iletmelerine, İslam’ı alternatif bir uygarlık olarak sunmalarına, insanlığı ve Batı halklarını mutsuz eden kapitalist sistemi, insanlığı kapitalistlere kulluktan Bir ve Tek olan Allah’a kulluğa ileten yüce İslam’la değiştirmelerine şiddetle muhtaçtırlar.

Batı’daki Müslümanların rolü işte budur. Bu, Hak Risalet’i tüm insanlara taşıma rolüdür. Böylece o ülkelerdeki adil düşünenlere iyilik yapmış olacaklar, Batı’daki varlıkları Yüce Allah’ın razı olacağı en iyi standartlara göre pozitif hale gelecek, o ülkelerin halklarını kapitalizm ve zulmün karanlığından İslam’ın ve adaletinin aydınlığına çıkaracaklardır. Böylelikle de Müslümanların bedenleri ve halkların haklarını inkârı üzerine kurulu kirli Batı siyasi oyununa dahil olmak yerine tebliğ görevini yerine getirmiş olacaklar, kayıp ve sapık toplumları asimile etmek için değil, halkları kurtarmak için Allah’a davet edeceklerdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” [Ali İmran 104]

Devamını oku...

El Mevasi Katliamı, Müslüman Orduları Harekete Geçmeye Teşvik Etmelidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

El Mevasi Katliamı, Müslüman Orduları Harekete Geçmeye Teşvik Etmelidir!

Haber:

Gazze’deki hükümet medya ofisi, “İsrail ordusunun” Gazze Şeridi’nin güneyinde Han Yunus’taki El Mevasi bölgesindeki yerinden edilmiş insanların çadırlarını hedef almasının ardından işlediği katliamda 100’den fazla kişinin şehit olduğunu ve yaralandığını duyurdu. (El Cezire)

Yorum:

Bu, Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği ilk katliam değildir; ama ne Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerden ne de Filistin’e komşu ülkelerin yöneticilerinden biri harekete geçmediği gibi Müslüman ordulardan herhangi biri de Yahudi varlığını ortadan kaldırmak için harekete geçmedi!

Niçin ey ordu subayları? Yöneticilerinizden ve başkanlarınızdan, Allahu Teala’dan korktuğunuzdan daha mı çok korkuyorsunuz? İçinizden hiçbiri, askeri emirler ve askeri emirlere itaat etme bahanesiyle, Allah katında ve insanlar önünde mazur görüleceğini sanmasın; çünkü Allah Subhanehu ve Teala’ya itaat etmek, her türlü itaatin önünde olup yaratıcıya isyanda kula itaat yoktur.

Sizlerin Allah yolunda cihad edip savaşmaya ne kadar özlem duyduğunuzu ve çoğunuzun maruz kaldığı kısıtlamalardan hoşnut olmadığını bizler de insanlar da biliyor; ancak bunların hiçbiri bir mazeret değildir; bunun bir mazeret olacağını düşünenlerin durumu, şöyle diyenlerin durumu gibi olacaktır: وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler.” [Ahzab 67] Veya efendilerinin kendilerinden uzaklaşlamaya çalıştığı ancak kendilerinin onlardan uzaklaşamadığı kimselerin durumu gibi olacaktır:وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُواْ مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” [Bakara167] Bu yüzden kendi işinize bakın; zira bu dünya fani olup size hiçbir fayda sağlamayacak ve mutlaka öleceksiniz; o halde ölümünüz, Allah’ın rızası yolunda şehit olarak şerefli ve onurlu bir ölüm olsun.O halde kararınızı verin ve yardım etmek için gizlilik içinde aranızda istişarede bulunun; eğer Allah Subhanehu ve Teala’nın rızası yolunda yürürseniz O sizi başarıya ulaştıracaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER