El-Raye Gazetesi Sayı 513 Öne Çıkanlar
- Kategori Video
- |
El-Raye Gazetesi Sayı 513 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 15 Rabiu'l Evvel1446 H. | 18 Eylül 2024 M.
El-Raye Gazetesi Sayı 513 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 15 Rabiu'l Evvel1446 H. | 18 Eylül 2024 M.
Müslüman ordularının asıl görevi, İslam akidesini taşımaktır ve bu nedenle, herhangi bir eyleme geçmeden önce Allah’ın hükmünü bilmek gerekir. Ancak ne yazık ki, bu ordular, hain ve işbirlikçi yöneticilere boyun eğdiler, Allah’ın gazabına maruz kalsalar bile onların emirlerini takip etmekte, kararlarını uygulamaktadırlar. Yalnız bunun dünyanın iyiliği için olup olmadığını bilmiyoruz? Oysa Allah Müslüman ordularına rızasını ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cenneti vaat etmiştir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقّاً فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُمْ بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” [Tevbe 111]
Acı verici gerçek şu ki, Amerika Çöl Fırtınası savaşında Arap ordularını (Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Katar, Umman, Mısır, Suriye ve Fas) kendi halkına karşı harekete geçirmeyi ve Körfez’in petrol kaynaklarını ve sıcak sularını kontrol etme planlarını uygulamayı başarmıştır. Amerika’nın NATO liderliğinde “Fajr el-Odyssey” (Odyssey Şafağı) adını verdiği Libya operasyonuna Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün savaş uçaklarıyla katıldı. Aynı zamanda bu ülkeler, kara savaşına katılmak üzere seçkin birlikler de gönderdiler. Mart 2015’te başlayan ve halen de devam etmekte olan “Kararlılık Fırtınası” operasyonuna Suud Hanedanı, Amerika’nın emriyle ordu gönderdi. Birleşmiş Milletler’e göre Yemen’e karşı yürütülen bu haksız savaş, yerinden edilmeye, kıtlığa, koleraya ve dünyanın en kötü insani acılarına neden oldu. Ürdün, Türkiye ve diğer bazı bölge ülkeleri de Amerika’nın bölgede gerçekleştirdiği askeri tatbikatlara katılmışlardır.
Müslüman orduların tüm bu enerji ve gayretlerinin batıl uğrunda harcandığını, Yahudilerin tüyler ürpertici suçları karşısında tüm bu enerji ve gayretlerin sönük ve donuk kaldığını görüyoruz. Bu suçlar neredeyse bir yıldır devam ediyor. Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Yahudiler Gazze’de çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 41.000’den fazla insanı, Batı Şeria’da ise 159’u çocuk olmak üzere 692 insanı şehit etmiştir.
Daha da acı ve vahim olan, Türk ordusunu NATO bayrağı altında Afganistan’a gönderen aşağılık Amerikan uşağının, şimdi övünerek ordusunu “Suriye, Irak, Libya ve Somali’de görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek” üzere gönderdiğini söylemesidir. Ancak Azerbaycan’daki Karabağ’ı unutmuş gibi görünüyor. Sanki bu açıklamasıyla Gazze halkını, tüm Filistinlileri ve hatta tüm İslam ümmetini kızdırmak istercesine dünyanın herhangi bir yerine ama efendisi Amerika’nın istediği bir yere asker gönderebileceğini göstermeye çalışıyor. Ancak Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Miraç’a yükseldiği yere, Müslümanların ilk kıblesine, kutsal topraklara ve Gazze halkının yardımına giden yolu galiba bilmiyor!
Tüm bunlar yaşanırken, ümmetin devrim küllerinden doğan Müslüman ordular hala kışlalarda çakılıp kalmakta, Yahudi varlığını koruyan hain bir hükümdarın kararını beklemektedirler. Sömürgeci sınırları korumaktalar, tıpkı Mısır ve Ürdün hükümdarlarının yaptığı gibi ümmetin bireylerinin kardeşlerinin yardımına koşmalarını engellemektedirler.
Ey İslam ümmeti! Ey Müslüman orduları! Bilin ki Yahudilerin aşırı sapıklık ve taşkınlıkları cesaretlerinden kaynaklanmamaktadır. Çünkü onlar Allah’ın yarattığı en korkak mahluklardır. Aksine, sizin tarafınızdan emin oldukları ve yöneticilerinizin himayesinden çıkmayacağınızı bildikleri için taşkınlıklarında bu kadar ileriye gitmişlerdir. Eğer böyle kalmaya devam ederseniz, tüm bu masum Müslüman kanları kıyamet günü hasmınız olacaktır. O gün ne mal ne de mevkii hiçbir fayda etmeyecektir.
Hizb-ut Tahrir, bu dünya ve ahiretin izzeti için sizleri şeri görevinizi yerine getirmeye, bu hain tahtları devirmeye ve kardeşlerinizi desteklemek için seferber olmaya çağırıyor. Allah’ın, yeryüzünün halifesi olma ve hakimiyet vaadi ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de Mübarek Toprağı Yahudilerin pisliğinden arındırma müjdesi sizler tarafından gerçekleştirilecektir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]
Gazze Savaşı’nın başlamasından on bir ay sonra, devlet politikası Almanya toplumu için giderek daha büyük bir sınav ve iç güvenlik için bir tehdit haline geliyor.
Netanyahu hükümetinin 7 Ekim’de savaş ilan etmesinin ardından, Almanya Başbakanı Olaf Scholz, “İsrail”in güvenliğini Almanya’nın devlet politikası olarak ilan etti ve Alman Federal Meclisi’ndeki hükümet ve muhalefet partileri, oybirliğiyle “İsrail”e tam dayanışma içinde olunmasını ve her türlü desteğin sağlanmasını talep etti.
Bu doktrini Almanya topraklarında uygulamak için Almanya bir dizi otoriter tedbir aldı. Önde gelen politikacılar ve federal bakanlar, özellikle Müslümanları, söz ve eylemle devlet politikasına uymaya çağırdılar. Toplanma hakkı ve ifade özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlandı, semboller ve siyasi talepler kriminalize edildi, dernekler yasaklandı, aktivistler yasal takibata uğradı ve sınır dışı etme kararı alındı. Devam eden süreçte, Orta Doğu çatışmasına İslami bir bakış açıyla yaklaşanlar hedef alındı ve bu bakış açısı siyasi-medya söyleminde baş düşman ilan edildi.
Ayrıca “İsrail” Devleti’nin varlığı, Alman dış ve güvenlik politikasının merkezi ilkesi olarak ilan edildi. Silah ihracatı bir önceki yıla göre neredeyse on kat arttı ve Federal Cumhuriyet’in askeri destek sunup çatışmalara ne zaman müdahil olması gerektiği konusunda kamuoyunda tartışmalar yapıldı. Uluslararası Adalet Divanı’ndaki (UAD) dava bağlamında Alman hükümeti, ana davaya üçüncü taraf olarak müdahil olmaya ve soykırım suçlamasını ön inceleme yapılmaksızın kesin ve açık bir şekilde reddetmeye karar verdi. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) başsavcısının Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarılması talebine cevaben, Alman hükümeti de yargılamayı geciktirmek amacıyla bir amicus curiae özeti sunmaya karar verdi. Marcus Schneider ve Jannis Grimm, Uluslararası Politika ve Toplum (IPG) dergisindeki yazılarında, Alman hükümetinin tutumu artık açıkça sorgulanmakta ve yurt dışında olduğu kadar içerdeki uzmanlar arasında da bazen adeta bir paralel evren gibi algılanmaktadır. Ünlü uluslararası hukuk uzmanı Kai Ambos ise devlet aklını otoriter bir kavram ve hukukun zıttı olarak tanımlamaktadır. Almanya’nın adaletsizliği savunan bu devlet aklı, dünya genelinde ülkenin itibarına ciddi zarar vermektedir. Bunun kanıtlarından biri, ABD merkezli ACW araştırma enstitüsünün 16 Arap ülkesinde gerçekleştirdiği güncel anket sonuçlarıdır. Anket sonuçlarına göre, katılımcıların %75’i Almanya’nın bu çatışmada olumsuz bir rol oynadığını belirtmektedir. %97’si de Gazze’deki savunmasız halka karşı yürütülen acımasız savaşın yol açtığı psikolojik yüklerden şikayetçidir. Bu yükler giderek Almanya’ya karşı öfkeye dönüşmekte ve gazeteciler bile bölgede yaptıkları haberlerinde Alman kökenlerini gizleme zorunluluğu hissetmektedir.
Almanya, ABD’nin yanı sıra artık Siyonist yapının en önemli koruyucularından biri olarak kabul edilmektedir. Alman Şansölyesinin Ukrayna’daki savaş sırasında aktif desteğin riskleri konusunda keskin bir farkındalık göstermesi dikkat çekicidir. Alman hükümeti, ülkesini korumak için Ukrayna savaşında savaşan bir taraf olarak algılanmaktan kaçınırken, bu hesaplamanın Orta Doğu çatışmasında geçerli olmadığı görülmektedir. Alman hükümeti, Siyonizm’in devamı için Almanya’nın iç güvenliğini tehlikeye atmaya hazırdır! Sağlanan siyasi, ekonomik, diplomatik, ahlaki ve askeri destek göz önüne alındığında, bazı milisler ve silahlı örgütlerin Federal Cumhuriyet’i savaşın bir tarafı olarak algılamalarına şaşırılmaması gerekir.
Solingen ve Münih’te yaşanan son olaylar, irrasyonel bir politikanın sonucudur. Masum insanların hayatları, artık ülkenin kendi halkı tarafından bile kabul edilmeyen bir devlet gerekçesi uğruna feda edilmektedir. Alman hükümeti, İslamcılık ve göç tartışmalarıyla kendi sorumluluğundan dikkatleri başka yöne çekmek ve toplumsal barışın çöküşünü kabullenmek yerine, Siyonizm’e verdiği desteği bir an önce tamamen sonlandırmalıdır!
Almanya bir karar vermelidir: Tarihe saldırgan bir kolonyalizmin destekçisi olarak mı geçmek ve bir savaş tarafı olarak mı algılanmak istiyor? Yoksa gelecekte karşısında bir Hilafet bulacağını ve “İsrail”in tarihe karışacağını mı idrak edecek?
قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ“Düşünesiniz diye gerçekten, size ayetleri açıkladık.” [Hadid 17]
Haber - Yorum
Fırtına Öncesi Kasırgalar!
Haber:
Yahudi varlığının ordusu, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin Lübnan’da binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olan iletişim cihazlarının patlamasının ardından hem saldırı hem de savunma düzeyindeki hazırlık durumunu görüşmek üzere Salı günü genelkurmay üyelerinin katılımıyla bir durum değerlendirme oturumu düzenlediğini ve havayolu şirketlerinin Tel Aviv ve Tahran uçuşlarını askıya aldığını açıkladığını söyledi. (El Cezire Net)
Yorum:
Herkesi şaşırtan ve yeni bir yöntemle gerçekleşen olayda, yani Salı günü 9 kişinin ölümüne ve yaklaşık 3.000 kişinin yaralanmasına yol açan kablosuz çağrı cihazlarının patlamasının ardındanYahudi varlığı ile Hizbullah arasında benzeri görülmemiş bir gerginlik yaşandı. Zira cihazlar beş ay önce Tayvan’dan satın alınmış olup New York Times erken saatlerde patlayıcıların nasıl yerleştirildiğine dair yeni bilgiler ortaya çıkarmıştı. Nitekim küçük patlayıcılar bataryanın yanına gizlenmiş olup iki Hizbullah üyesi tarafından keşfedildikten sonra patlatılmıştır. Ama asıl plan ise kapsamlı bir savaş çıkması halinde patlatılmasıydı.Öte yandan Amerikan CNN kanalı, kaynaklara dayandırdığı haberinde, çağrı cihazlarının patlatılmasının Mossad ve ordunun ortak operasyonu olduğunu, Yahudi varlığının şu ana kadar operasyonun sorumluluğunu resmi olarak üstlenmemiş olmasına rağmen ancak tüm göstergelerin operasyondan onun sorumlu olduğuna işaret ettiğini ekledi.
Yahudi varlığının İran’ın partisine ait iletişim cihazlarına erişimi bize Mossad’ın, özellikle tüm tarafların savaşa ya da en azından İran partisinin, varlığın ön saflarındaki kişilere yaptığı suikastlara cevap vermeye hazırlandığı böyle bir zamanda iletişim casusluğu yaparak elde etmiş olduğu bilgilerin boyutu ve gücü hakkında bilgi veriyor.
Aynı zamanda İran partisinin cihaz ve teçhizatlarında önemli boşlukların olduğunu ve bu tür teçhizatların ya kendi yapımları olması ya da en azından son derece gizli olması gerektiği gibi diğer yandan da bunlar hizmete sokulmadan önce yüksek düzeyde bir incelemeye tabi tutulması gerektiğini göstermektedir.
Böyle bir olay güney Lübnan ve banliyölerindeki çatışmaların tırmanmasını hızlandırabilir ve varlık savaş makinesinin durmasını istemediği için Lübnan’ın tamamını kapsayacak bir savaşa dönüşebilir ve aynı şekilde aralarındaki sınır boyunca Lübnan’ın yaklaşık 11 kilometre derinliğini inebilir; bu da uluslararası güçlerin varlığıyla birlikte 7 Ekim 2023 saldırısında yaşananların tekrarlanmasını neredeyse imkansız hale getirecek ve artık ne ordularına ne de hükümetlerine güvenmeyen Yahudileri rahatlatacak yeterli mesafede olacak uluslararası güçleri devreye sokmak içindir. Zira onların hükümetleri ve arkasındaki Amerika’nın temsil ettiği uluslararası güçler, Yahudilerin nefislerini rahatlatacak şeyleri güvence altına almaya çalışıyorlar ve bu da bu gerekli alanı boşaltmak ya da yok etmek için askeri güç kullanılmasını gerektiriyor.
Hedef bizi zayıflatmak, bölmek ve topraklarımıza tek tek ele geçirmektir; şayet Müslüman ordular bu varlığa doğru harekete geçmiş olsalardı, Müslüman halklar onları yalnız bırakmayacak, dahası Allah Subhanehu ve Teala’dan sonra onların en büyük yardımcıları olacaktı. Bu orduların harekete geçmesini engelleyen şey, dinlerini satan ve her şeye ihanet eden bu hain yöneticilerdir. Bu yüzden Müslüman halklar için bu hain yöneticileri kökünden söküp atmalarından ve onları koltuklarından indirmelerinden başka bir çare yoktur; şayet insanlar otoritenin ve karar sahiplerinin kendileri olduğunu, bu orduların kendilerinden bir parça ve kendileri için var olduğunu ve onların harekete geçmelerinin önündeki engelin bu yöneticiler olduğunu bir anlamış olsalar bu kolay bir şekilde yapılabilir.
Allah nurunu mutlaka tamamlayacak ama biz bunun neresindeyiz? Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti en kısa sürede kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışmak her bir Müslüman için vaciptir. Zira bizim izzetimiz ve kurtuluşumuz budur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ “Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” [Tevbe 32]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim
Rebiu’l Evvel Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Rebiu’l Evvel ayı, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti için büyük önem taşıyan bir aydır. Zira bu ay, sadece Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in doğumuna değil, aynı zamanda O’nun peygamberlerin sonuncusu ve dünyaya rahmet olarak seçilmesine şahitlik etmiş olan bir aydır. Ebu’l Hasan Ali İbn-i Hüseyin Mesûdi’nin (Ö: 346), “Et-Tenbih ve’l İşraf” adlı kitabındaki rivayetinde şöyle geçmektedir: “… Kırk yaşına geldiğinde, Rebiu’l Evvel ayının onuncu günü olan Pazartesi günü, Allah Azze ve Celle onu bütün insanlara gönderdi… Sallallahu Aleyhi ve Sellem o zaman kırk yaşındaydı; kadınlardan ilk iman eden kişinin Hatice olduğu üzerinde icma etmelerinin ardından O’na ilk iman eden erkek konusunda ihtilaf etmişlerdir.”
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletinden önce Araplar paramparça olmuşlar, cehalet içinde yaşıyorlar, kadınlara zulmediliyor, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor ve toplum kölelik ve teslimiyet zincirlerine saplanmıştı. Kabile liderleri, kendi kişisel çıkarlarını savunuyorlar ve toplumlarının yöneticileri, yasa koyucuları ve karar vericileri olarak davranarak mutlak gücü ellerinde tutuyorlardı. Toplumun refahı, bu liderlerin çıkarlarıyla bağlantılıydı ve bu da insanların genelini bir baskı ve sapkınlık durumunda bırakıyordu.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaleti, Arapları kabileciliğin ve cehaletin karanlık zincirlerinden kurtarmış, İslam onları birbirine bağlayan birleştirici bir güç haline gelmiş ve onların kabilelere olan körü körüne bağlılıkları ortadan kalkmış ve bu bağlılık, Allah Subhanehu, O’nun Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Dini için olmaya başlamıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaleti altında ümmet, parçalanmış ve aşağılanmış olmaktan muvahhid ve izzetli bir ümmete dönüşmüştür. Böylece Arap Yarımadası’ndaki Müslümanlar, İslam’ın taşıyıcıları olmuşlar ve rahmet ve adalet risaletini dünyanın dört bir tarafına yaymışlardır.
Davet ve cihat sayesinde İslam’ın etkisi sadece Arapların hayatını değiştirmekle sınırlı kalmamış, aksine aynı zamanda farklı bölgelerden, ırklardan ve dillerden olan halkları tek bir ümmet altında birleştirmiştir. Zira Arapları, Farsları, Türkleri ve Kürtleri… Müslüman ülkelerin pratik vahdeti içinde tek bir bayrak altında toplamıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaleti, insanları beşerî kanunların ve sahte dinlerin zulmünden kurtarmış ve onları, sadece adil olan Allah Subhanehu’ya boyun eğmeye yönlendirmiştir. Yüzyıllar boyunca doğudan batıya Müslümanlar, rahmet ve adaleti tüm insanlığa yayma misyonları üzerinde birleşmişlerdir.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatı ve Allah Celle Celâluhu’nun dini için yaptığı fedakârlıklar üzerinde düşünürken, Müslümanlar olarak mevcut durumumuzu gözden geçirmemiz gerekmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dininin, bugünkü hayatımızdaki yeri nedir? Yönetim, dış siyaset, eğitim ve ekonomi sistemleri onun risaletiyle uyumlu mudur? Ne yazık ki gerçek şu ki, kapsamlı bir yaşam biçimi olan İslam, toplumsal işlerimizde büyük ölçüde kaybolmuştur. Zira mevcut yöneticiler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletini takip etmek yerine yozlaşmış laik sistemleri uygulamakta olup Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletinin uygulanmasını kişisel meselelerle sınırlandırırlarken toplumsal ve uluslararası meseleler ise sömürgeci kanunlarla yönetilmektedir. Bugün, tek bir Hilafet Devleti altında birleşmek yerine ulus devletler temelinde bölünmüş bir durumdayız. Müslümanların başındaki yöneticiler, Allah yolunda cihat etmek yerine vatancılık ve diğer dünyevi çıkarlar uğruna savaşıyorlar. Bunun sonucunda kendimizi, Filistin’de ve başka yerlerde boyun eğdirilmiş ve zulme uğramış olarak görmekteyiz.
Sonuç olarak Rebiu’l Evvel, dinimiz üzerinde derinlemesine düşünmek için bir fırsattır. Zira bizim, dinimize kamil bir şekilde bağlanmamız ve ona göre amel etmemiz gerekmektedir. Ayrıca bizim, toplumsal meselelerimi de dahil olmak üzere hayatımızın her alanında İslam’ı uygulamak için çalışmalıyız. Yine hayatımızın her alanında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaletine göre yönetilmeliyiz. Dolayısıyla sadece İslam’a geri dönerek ve onun devleti Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti yeniden kurarak, geçmişte İslam ümmetini ayrıcalıklı kılan onuru ve vahdeti yeniden tesis edebiliriz.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Faruk Sadıki – Pakistan
Haber - Yorum
Müslümanların Başındaki Yöneticiler, Sadece Viran Olmuş Karga Gibi Öten Suçlulardır!
Haber:
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman Çarşamba günü yaptığı açıklamada ülkesinin “Filistin devleti kurulmadan” Yahudi varlığıyla diplomatik ilişki kurmayacağını belirterek krallığın Yahudi varlığının işlediği suçları kınadığını ifade etti. Bin Selman, Şura Konseyi’nin dokuzuncu oturumunun ilk yıl çalışmalarını açtığı sırada şunları söyledi: “Filistin meselesi ülkenizin dikkatinin ön saflarında yer alıyor ve Krallığın, “İsrail” işgalci otoritesinin Filistin halkına karşı işlediği suçları reddettiğini ve güçlü bir şekilde kınadığını yineliyoruz.” Ve şöyle ekledi: “Suudi Arabistan başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik yorulmak bilmeyen çalışmalarını durdurmayacak ve bu olmadan “İsrail’le” diplomatik ilişkiler kurulmayacağını vurgularız.” (Sama News)
Yorum:
Filistin ve halkının hem Batı Şeria’da hem de Gazze’de, Yahudi varlığının gece gündüz insanlara, ağaçlara ve taşlara karşı ölüm, yıkım ve ifsat gibi uyguladığı suça ve vahşete maruz kalmasının ortasında, evet tüm bunların ve daha fazlasının ortasında Bin Selman’ın habis çağrısının zahiri Filistin ve halkına destek gibi görünse de batını, hain iki devletli çözüm projesini teşvik edip savunarak Müslümanların ve İslam’ın düşmanı olan Yahudilere ve Amerika’ya hizmet etmek içindir.
Bin Selman’ın Filistin halkını desteklemek anlamında çağrıda bulunduğu ve hain normalleşmenin bir şartı haline getirdiği iki devletli çözüm, Filistin meselesini sömürgecilik ve Yahudiler lehine tasfiye eden, onların mübarek topraklarda Gazze ve Batı Şeria’nın sokak ve caddelerinde savaşarak elde etmekten aciz kaldıklarını ihanet ve barış projeleriyle elde etmelerine imkan sağlayan bir çözümdür.
Bu nedenle Filistin otoritesi, bin Selman’ın açıklamalarından dolayı sevinçten uçmaktadır; nasıl olmasın ki; zira Filistin devleti projesi, gerek kendisi gerekse yandaşları için, şehitlerin kanları ve vücut parçaları ile uzun tarihi boyunca Müslümanların ve şerefli Sahabelerin kanıyla sulanan toprakların üzerinden geçindikleri en büyük yatırım projesi haline gelmiştir.
Müslümanların başındaki tüm yöneticiler aynı şekilde olup onlar, Batı’ya ve kafirlere eşit derecede sadıktırlar; aksine bunun için yarışıyorlar, Amerika ve Yahudilerin Filistin meselesini tasfiye etmelerine imkan sağlayacak adımlar, yaklaşımlar ve teklifler sunuyorlar ve sadece sömürgeci efendilerinin emirleriyle hareket ediyorlar; ama Filistin’de ve başka yerlerde etrafa saçılan Müslümanların kanları ve vücut parçaları için harekete geçmiyorlar, Müslümanların Aksa’sını ve onların mübarek beldelerini umursamıyorlar; aksine onların tek derdi, efendilerini memnun etmek ve düşmanlarının yanında yer almaktır. Zira bin Selman, Hicaz ve Harameyn ordusunu Filistin’i ve halkını desteklemek için seferber etmek yerine bir kez daha ihanet çığlıkları atıyor.
Ümmetin ve onun içindeki muhlislerin bu yöneticileri Müslümanların kalplerinden söküp atmak için azimlerini bilemeleri ve kararlılıklarını güçlendirmeleri gerekir böylece ümmet, sömürgecilere ve suçlulara karşı tek bir el olarak harekete geçsin ve onların habis varlıklarını mübarek Filistin topraklarından bir kez daha sonsuza dek söküp atsın.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih - Mübarek Toprak (Filistin)
Gazze’deki Savaşı Durdurmaya Yönelik Müzakerelerin Tökezlemesinin Nedenleri!
Belki de Gazze savaşının mevcut sahnesi bize, Biden’ın savaşı durdurmak için Tel Aviv'e uyguladığı baskının boyutu konusundaki anlaşmazlıkların ortasında Netanyahu’nun savaşı mümkün olduğu kadar uzatmak istediğini ortaya koymaktadır; peki gerçekten savaşın uzamasının sadece Netanyahu’nun kararlarına bağlı olduğu doğru mudur? Yoksa Biden yönetiminin Tel Aviv’e uyguladığı baskı, bir aldatma, kurnazlık ve çıkardan mı ibarettir?
Suçlu Netanyahu, çifte standart uygulayan uluslararası sistemin gözü ve kulağı önünde iktidarda daha uzun süre kalabilmek için Filistinlilerin kanını kullanıyor; zira Arapların utanç verici sessizliği devam ederken bu cani, utanç verici ve aşağılık yöneticilerin yardımsız bıraktığı masum Filistin halkına yönelik kanlı cinayetlerini arttırmaya devam etmektedir. Müslümanların başındaki yöneticiler iste iktidardaki koltuklarında kalabilmek uğruna ordularını kokuşmaya yüz tutmuş ve aşağılanma isabet etmiş bir şekilde kışlalarında tutmaktadırlar!
Netanyahu, savaşın hedeflerine ulaşmasında başarısız olmuş, çelişkileri kendi hükümeti içinde patlamış ve varlığında savaşın durması ve esirlerin geri dönmesi talebi sokağa yansımış bir suçludur.
Diyorum ki: Amerika gerçekten savaşı durdurmak isteseydi Güvenlik Konseyi kararını kabul ederdi; bilakis tam tersine Kızıldeniz’deki çatışmayı genişletme yoluna gitti. Peki Biden Tel Aviv’e baskı yapmak için daha ne istiyor? Aradığı yıkımın boyutu nedir? Gazze’de her gün gerçekleşen katliamı durdurmak için kaç bin çocuğun ölmesini istiyor?!
Nitekim ABD'nin Gazze'deki savaşı sona erdirecek bir anlaşmaya varılabileceğine dair gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan iyimserliğini her dile getirişinde ve Dışişleri Bakanı’nın (iddia ettiği gibi) Hamas’ın katı tutumu olmamış olsa bir anlaşmaya varılmak üzere olunduğunu her açıklayışında, topu Hamas'ın sahasına attığı, böylece celladın kurban haline geldiği açıkça ortaya çıkmıştır; zira demokrasi liderliğinin değeri ve ölçüsü budur!
Peki sahnede tekrarlananlar ve meydana gelenler nedir? Kan ve vücut parçaları havada uçuşuyor ve hiç kimse kılını dahi kıpırdatmıyor!
Belki de mesele, tüm bunlardan daha büyüktür; zira esirlerin canlı ve ölü olarak geri gönderilmesinde ısrar eden, Mısır ile Gazze arasındaki Philadelphia (Selahaddin) eksenine bağlılığını sürdüren, topraklarını ve onurlarını savunanları ortadan kaldırmak için savaşı sürdürmekte ısrar eden Netanyahu’nun tutumuna bir bakalım.
Belki de Biden’ın Yahudi yanlısı duruşuyla ve ABD seçimlerinde etkili Yahudi oylarını kaybetmemekle ilgili ifadelerinden dolayı Biden yönetiminin Netanyahu’ya baskı yapma konusunda ciddi olmadığı açıktır. Aynı şekilde esir ailelerini memnun etmek ve Yahudi varlığındaki sokak baskısına cevap vermek için sanki bir anlaşmaya varmak istiyormuş gibi davranmaya çalışan Netanyahu, bir anlaşmaya varılmasını engelleyen tüm koşulları kendisi belirlemekte ki bu taktik artık kimse için bir sır değildir; çünkü onun politikası herkes için açık hale gelmiştir.
Belki de demokrasiyi benimseyen ve onunla övünen halklar için savaşın devam etmesinin artık kabul edilemez olduğu ortaya çıkmıştır; hatta bu durum yöneticileri için bir yük haline geldiği için ilkelerinin yanlışlığını ortaya çıkaran savaştan bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktadırlar.
Ne yazık ki durum, Batılı halkların savaşı durdurmak için hükümetlerine baskı yapmak için yalvardığı, buna mukabil Müslüman halkların ise sanki bu mesele onları ilgilendirmiyormuş gibi sessiz kaldığı bir hal almıştır!
Ben diyorum ki: Şayet bu halkların kendilerini savunacak ve haklarını koruyacak bir devletleri olsaydı, mutant Yahudi varlığı halklarımıza saldırmaya cesaret edemezdi, hatta onların varlığından hiçbir iz kalmazdı. Dolayısıyla çoban kaybolduğundan beri sürü de kayboldu; İslam güneşi kaybolduğundan beri onu savunan ve koruyan koruyucu da kayboldu; devletimiz kaybolunca onunla birlikte haysiyetimiz ve gururumuz da kayboldu ve böylece cellattan çözüm arar hale geldik! Hasbinallah ve nimel vekil. Kurt sadece başıboş koyunları yer.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak
Haber-Yorum
ABD Silahları Çad Üzerinden Sudan’a Sokuldu!
Haber:
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili Pazartesi günü Sudan Tribune’e yaptığı açıklamada, Washington’un, ABD silahlarının Çad’daki Um Ceras havaalanından Sudan’a sokulduktan sonra Hızlı Destek Kuvvetleri’ne ulaştığı iddialarını araştırdığını söyledi.
Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen bir toplantı sırasında “Özgürlük ve Değişim-Demokratik Bloğu”, ABD’nin Sudan elçisi Tom Perriello’ya “Çad’daki Um Ceras üzerinden milisleri desteklemek üzere ABD silahlarının gelmeye devam etmesi” meselesini sordu.
Blok Çarşamba günü yaptığı açıklamada elçiye, Güney Kordofan, Mavi Nil ve Sudan’ın diğer giriş limanları göz ardı edilerek Adre geçişi üzerinden yardım girişine odaklanılmasının nedenlerini sorduğunu söyledi.
ABD’li yetkili Sudan Tribune’e isminin açıklanmaması koşuluyla yaptığı açıklamada, yönetiminin “bu raporlardan haberdar olduğunu ve şu anda konuyu araştırdığını” vurguladı. Ve şöyle ekledi: “Ancak bugüne kadar bu iddiaların hiçbirinin doğruluğunun kanıtlanmadığını açıklığa kavuşturmak isteriz.” (Sudan Tribune, 14 Eylül 2024)
Yorum:
“Özgürlük ve Değişim - Demokratik Blok’un” ABD elçisine ABD silahlarının Sudan’a girişiyle ilgili yönelttiği bu sorular, çatışmaların yoğunlaştığı ve Kuzey Darfur’daki El Faşir kenti çevresinde kenti savunan silahlı hareketler ile kenti ele geçirmeye çalışan Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki çatışmaların tırmandığı bir dönemde geldi. Sudan’da devam eden çatışmanın gerçekliğini hepimiz biliyoruz; zira bu, nüfuz ve servet üzerine bir Anglo-Amerikan çatışması, yani yerel ve bölgesel araçları olan uluslararası bir çatışmadır.
Sudan hükümeti, Darfur bölgesine insani yardım ulaştırılmasını sağlamak amacıyla geçtiğimiz Şubat ayında kapattığı Adre sınır kapısını 15 Ağustos 2024 Perşembe gününden itibaren üç ay süreyle açmayı kabul etmiş ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin onu silah nakliyatı için kullandığını söylemişti. Amerika, El Faşer kentini düşürmek ve İngiliz yanlısı silahlı hareketleri ortadan kaldırmak amacıyla Hızlı Destek Güçlerine silah ve savaş teçhizatı sağlamaya çalışmaktadır. Zira Amerika, geçen yıl 15 nisandan bu yana devam eden bu savaşın taraflarını kontrol ediyor ve ölü ve yaralı sayısını umursamadığı gibi Sudan’ın yok edilmesini ve halkının yerinden edilmesini de umursamıyor. Dolayısıyla o, bölgelerinden sürülen Darfur halkının maruz kaldığı insani koşullar için timsah gözyaşları döküyor ve Çad sınırındaki yerinden edilme merkezlerine insani yardım girmesi bahanesiyle Adre sınır kapısının açılması çağrısında bulunuyor ancak gerçekte kendisine bağlı Hızlı Destek Kuvvetleri’ne silah ve lojistik destek girdirmeyi amaçlıyor.
Ülkemizdeki çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen sömürgeci ülkelerin gerçeği işte budur; zira onlar, çıkarlarını gerçekleştirmek için insan hayatını veya taşları ve ağaçları bile umursamadan en iğrenç yöntemleri uygulamaktan ve en ölümcül araçları kullanmaktan çekinmemektedirler. Dolayısıyla onlar, hedeflerine ulaşmak ve çıkarlarını gerçekleştirmek için tüm halkları yok etmeye, şehirleri ve köyleri haritadan silmeye bile hazırdırlar.Sudan’da devam etmekte olan savaş bunun bir örneğidir; zira şu ana kadar 20.000’den fazla kişinin ölümüne, 33.000’den fazla kişinin yaralanmasına ve 10 milyondan fazla kişinin Sudan’ın içinde ve dışında yerinden edilmesine neden olmuştur.
Bu acı gerçek karşısında Sudan halkını, sömürgeciliğin ve onun işbirlikçi yerel araçlarının nüfuzunu kökünden söküp atacak köklü bir değişim için çalışanlarla birlikte çalışmaya çağırıyoruz; bu ise İslam’ın hükümlerini tatbik konumuna getirip uygulayacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulmasıdır. Zira Hilafet, onların yeniden bir araya gelebilecekleri, yaralarını sarabilecekleri ve kendilerini ve ailelerini başlarına gelen sefaletten, sıkıntıdan ve kan dökülmesinden kurtarabilecekleri bir devlettir.
وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
“Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeye mutlak surette kadirdir.”
[Hac 39]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mecdi Salihin