Cuma, 27 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ukrayna’nın Rusya’ya Saldırısı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Ukrayna’nın Rusya’ya Saldırısı

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Rusya-Ukrayna savaşında ani bir değişiklik oldu ve Ukrayna kuvvetleri, 6 Ağustos 2024’ten itibaren Rusya toprakları içerisinde karşı saldırı düzenleyerek Moskova’ya 530 km uzaklıktaki Rusya’nın Kursk bölgesine girdi. Nitekim on gün sonra Ukrayna, bu bölgeye, 35 kilometreye ulaşan, 80 kasabayı ve 1.500 kilometrekarelik bir alanı kapsayan yeni bir saldırı başlattığını duyurdu.

Öte yandan Rusya, Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk bölgesine yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak bazı kasabaları ele geçirdi; ancak Rusya’nın iki buçuk yıldır bu bölgeyi kontrol edemediği ve Harkov ile Herson’un yarısından çekilmek zorunda kaldığı bilinmektedir.

Ukrayna işgalinin yoğunlaşması ve genişlemesi halinde Ukrayna, savaşı durdurmaya ve iki ülke arasındaki sorunları çözmeye yönelik müzakerelerdeki konumunu güçlendirecek ve böylece Rusya’nın çekilmesi karşılığında Ukrayna da çekilecektir. Bu da Putin’in hem kendisini hem de ülkesini içine düştüğü çıkmazdan kurtarmak için bir gerekçe olacak ve böylece davranışını halk ve küresel olarak kabul edilebilir gibi gösterecektir. Nitekim savaşın başında Kiev’e saldırıp içeresine giremediğinde ve kuvvetlerinin Ukrayna içinde yok edileceğini ve şehirlerin içerisinde düzenli orduların karşı koyamayacağı sokak savaşına sürükleneceğini gördüğünde de aynısını yapmış ve böylece mağlup ve aşağılanmış bir şekilde çıkmıştı. Bunun üzerine meseleyi saptırıp Ukrayna tarafıyla İstanbul’da müzakere yapılması çağrısında bulunup müzakerelerde ilerleme kaydedildiğini ve Ukrayna’nın şartlarını kabul ettiğini iddia ederek Kiev’den çekilmeye hazırlandı ama diğer taraf bunu reddetti. Bunun üzerine olası yenilgisini örtbas etmeye çalışarak Kiev'in banliyölerinden geri çekildi.

16 Ağustos 2024 tarihli Washington Post Gazetesi, bilgi sahibi bir diplomatın şu sözlerini aktardı: “Enerji ve elektrik altyapısına yönelik saldırıların durdurulması ve diğer konuları da kapsayacak şekilde genişletilmesi umuduyla Rusya ile Ukrayna arasında müzakerelerin yürütülmesi için Katar arabuluculuğunda gizli bağlantılar oldu.” Ancak Ukrayna, Rusya’nın 2014’ten bu yana işgal ettiği tüm Ukrayna topraklarından çekilmesinde ısrar ederken Rusya da Ukrayna’nın bu toprakları Rus toprağı olarak tanımasında ısrar etmektedir. Bu da Rusya’nın topraklarının işgal edilip geri alamama gibi zor ve utanç verici bir duruma düşmediği ve karşılıklı geri çekilmelerin yapılması gerekmediği sürece savaşın durmasının uzak olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Ukrayna, Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı aracılığıyla açık bir şekilde “saldırısının, büyük taktiksel yenilgiler yaşatarak Rusya’yı adil bir müzakere süreci yürütmeye ikna etmeyi amaçladığını” ifade etti. (Alman Haber Ajansı, 16/8/2024)

Bu nedenle kişi şunu merak ediyor; Ukrayna’nın Kursk'taki başarısı, 80 kasabanın işgali ve bu bölgeleri yönetecek bir Ukrayna yönetiminin kurulduğunun açıklanması, Putin’in “saldırının geniş çaplı bir provokasyon olduğunu” söylemesine rağmen Rusya’nın bahsetmiş olduğumuz bu amaç için kasıtlı bir ihmali mi acaba?! Nitekim Rusya, Amerika ve Batı’yı saldırının arkasında olmakla suçladı ancak Amerika bunu reddetti. Putin’in yardımcılarından biri olan Patrushev şunları söyledi: “ABD ve Batı öncülüğündeki askeri koalisyon, Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine yönelik saldırısının planlanmasında doğrudan yer almaktadır… Amerika’nın saldırıya karışmadığına ilişkin açıklamaları doğru değildir ve Amerika’nın katılımı ve desteği olmasaydı Kiev Rusya topraklarına girmeye cesaret edemezdi.” (İzvestia 16/8/2024) Avrupalılar saldırıyı meşru bir savaş olarak değerlendirdi. İngiltere, Savunma Bakanlığı aracılığıyla “Ukrayna kuvvetlerinin Rusya topraklarındaki operasyonlarında uzun menzilli Storm Shadow füzeleri kullanmadan İngiliz silahlarını kullanabileceğini” açıkladı. (Şarkul Avsat)

Ukrayna’nın Rus toprakları üzerindeki işgali yoğunlaşırsa, müzakerelerin ve çözümlerin Ukrayna’nın çekilmesi karşılığında Rusya'nın da çekilmesi yönünde ilerlemesi muhtemeldir ve belki de bu, Putin’i içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarabilir ve kazananın ve kaybedenin olmadığı söylemine uygun olarak onun yüzsuyunu koruyabilir! Ancak sonuçta bu, Rusya için bir yenilgidir; çünkü hedeflerine ulaşamamış olup aksine tam tersi olacaktır. Ancak bu, Putin’e olan güvenin büyük ölçüde zayıflamasıyla birlikte belki de onun iktidarda kalmasını sağlayabilir ki bu da diğerlerinin onu devirmek için çalışma hırslarını güçlendirecektir.

Karşılıklı geri çekilme konusunda bir anlaşma olursa, bu Rusya’yı güçlerini tüketen ve çıkmaza giren bir savaş bataklığından kurtarabilir. Aksi taktirde Doğu Ukrayna’dan karşılıksız çekilmek zorunda kalacaktır ki bu Rusya için büyük bir yenilgi anlamına gelmekte olup gerçekleşmesi durumunda yansımaları vahim olacaktır. Zira bu, Putin’i de etkileyecek, er ya da geç onu devirecek, ülkesini küresel süper bir güç olarak uluslararası konumdan düşürecek ve belki de onun parçalanmasına yol açacaktır. Eğer yeni bir yönetim gelir ve onun yönetiminin yerini alırsa, Amerika’yı ve Batı’yı memnun etmek için tavizler verecektir; ta ki Amerika, 1994 yılında Ukrayna Rusya’nın nüfuzu altındayken Amerika ile anlaşan ve onun onayını ve desteğini almak için tavizler veren Yeltsin liderliğindeki Rusya ile yaptığı bir anlaşmayla, Ukrayna’nın nükleer silahlarını söktüğü gibi Rusya’nın da nükleer silahlarının sökülmesini talep etme noktasına gelinceye kadar. Rusların siyaseten aptal oldukları ve Batı’ya karşı aşağılık kompleksine de sahip oldukları bilinmektedir. Bu yüzden Batı’nın bir parçası olmaya ve onun rızasını elde etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla şayet Putin düşerse, halefleri hızla Amerika’nın başını çektiği Batı’ya yönelecek ve ona tavizler vereceklerdir.

ABD seçimleri yaklaşıyor ve Cumhuriyetçi aday Trump, Ukrayna’daki savaşı durduracağını söyleyerek Rusya’ya kur yapıyor. Dolayısıyla tıpkı Cumhuriyetçilerin ara kongre seçimlerinde başarılı olması için 2022’de petrol üretiminin kesilmemesi konusunda Biden yönetimine yanıt vermemesi için Suudi Arabistan’la temasa geçtiği gibi, ekibi aracılığıyla onlarla temasa geçmesi hiç de uzak değildir. Daha önce yani 1980 yılında Reagan liderliğindeki Cumhuriyetçiler, Tahran’daki büyükelçiliğinde tutulan Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasını engellemek için İran'la temasa geçmiş ve kazanmalarından sonra İran’a destek sözü vermişlerdi ve bu nedenle Carter liderliğindeki Demokratlar düşmüştü. Benzer şekilde Trump Gazze’deki savaşı durduracağını söylüyor, Yahudi varlığının Başbakanı Netanyahu'yu açıkça arayarak kendisiyle belirli bir konuda anlaşmaya varmasını istiyor ve Demokratların seçimleri kazanmak için savaşı durdurma çabalarını boşa çıkarıyor; sonra da Yahudiler ve Netanyahu hesabına savaşı durduracaktır.

Rusların Ukrayna’da savaşma iradelerinin olmadığı, bu savaşın kendi savaşları olduğuna ikna olmadıkları, bu yüzden oraya savaşmak için gittiklerinde askerlik hizmetinden kaçtıkları gözlemleniyor. Bunun yanı sıra Rusya, kendisi için büyük bir uluslararası müttefik de bulamamıştır. Nitekim Çin de bundan kaçınmıştır. Kuzey Kore’nin ise kayda değer uluslararası bir ağırlığı yoktur. Belarus zaten Rusya’ya bağımlıdır. Aynı şey Orta Asya ülkeleri için de söylenebilir. Hatta Slav Ortodoks kardeşi Sırbistan bile onunla ittifak kurmaktan ve onu desteklemekten kaçınarak Batı’ya yönelmiştir.

Uluslararası kamuoyu da Rusya’nın yanında değildir; zira uluslararası olarak kefeyi kendi lehine çevirmek ve onun desteğini elde etmek için diğer ülkeleri kendi yanına çekememiş ve onları kendi lehine çekip ülkeleri kendi savaşının meşruiyetine ikna edememiştir. Zira müttefikleri ve destekçileri kazanmak, açıkça kendi yanında yer almalarını tercih etmelerini sağlamak, ardından da savaşı kazanmak için uluslararası kamuoyu çok önemlidir.

Müslümanlar için önemli olan kendi devletlerine geri dönmelidir; bu devlet ise Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Böylece Müslümanlar, dünyayı kötü savaşlarından, dünyanın ve ahiretin mutsuzluğundan kurtarmak için dünyaya hayır risaletini taşıyacaklardır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi- 509. Sayı - 21/08/2024

Devamını oku...

Modi “Gerçek Bir Dost” Mudur?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Modi “Gerçek Bir Dost” Mudur?!

Haber:

Malezya Başbakanı Datuk Seri Enver İbrahim’in Hindistan'a yaptığı üç günlük resmi ziyaret 21 Ağustos 2024 tarihinde sona erdi ve Enver İbrahim, Malezyalılar için Hindistan’dan milyarlarca Ringgiti değerinde potansiyel yatırımlar bulduğunu vurguladı.Bu ziyaret, Malezya ve Hindistan hükümetleri arasında sekiz mutabakat zaptının imzalanmasının yanı sıra şirketler arasında da yedi mutabakat zaptının imzalanmasına tanık oldu. Ziyaretin ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi’ye minnettarlığını ifade eden Enver, ziyareti “çok tatmin edici” olarak nitelendirdi ve davet için Modi’ye teşekkür etti.

Yorum:

Başbakan Enver İbrahim’in Hindistan ziyareti, ekonomik çıkarların çoğu zaman İslami değerler de dahil olmak üzere diğer değerlerin önüne geçtiği uluslararası diplomasideki mevcut eğilimi yansıtıyor.Narendra Modi’nin iyi belgelenmiş İslam karşıtı tavrına ve liderliği altındaki Müslümanların karşılaştığı sert muameleye rağmen Enver, ziyaretin ekonomik potansiyeline ışık tutmayı tercih etmiş, hatta Modi'den “gerçek bir dost” olarak bahsetmiştir!

Narendra Modi’nin kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini hatırlamamız önemlidir. Zira Modi ve onun Hindu milliyetçi partisi Bharatiya Janata Partisi, iktidara geldiğinden beri Hindistan’daki 200 milyon Müslümanı sistematik olarak marjinalleştirmiştir. Ayrıca onun hükümeti Hinduları kayıran politikalar uygularken, Müslümanlara aktif bir şekilde baskı uygulamakta, hatta Müslümanların dini uygulamalarına müdahale etmektedir. Ayrıca Modi yönetimi, binlerce Müslümanın vahşice öldürüldüğü, tecavüze uğradığı ve yerinden edildiği kötü şöhretli 2002 Gujarat isyanları da dahil olmak üzere Müslüman karşıtı şiddeti de kışkırtmaktadır.Modi’nin gündeminde, atalarının Hindu olduğu gerekçesiyle Müslümanların ve Hıristiyanların yeniden Hinduizm’e dönmesi için baskı yapmak da yer almaktadır. Nitekim onun bölücü söylemi, Hindistan’daki Müslümanlar için tehlikeli bir ortamı körüklemektedir; zira bu, Müslümanların temel dini uygulamalarından dolayı zulme uğramasına yol açabilir.

Enver’in ziyaretinin rahatsız edici bir yönü de ekonomik kazanımlar elde etmek uğruna bu iğrençlikleri görmezden gelemeye hazır olmasıdır. Dolayısıyla Malezya, Hindistan ile olan yatırımlarından ve güçlü bağlarından faydalanmaya çalışırken, Modi gibi bir liderle olan ittifakın getireceği sonuçları da göz ardı etmemelidir. Ayrıca Modi’nin, şu anda Filistin’deki Müslümanları yok etmeye çalışan gaspçı Yahudi varlığına verdiği destek, onun İslam’a olan düşmanlığının derinliğine daha fazla ışık tutmaktadır. Genel olarak uluslararası ilişkilere ekonomik çıkarların yön verdiği bir dünyada, Müslümanların başındaki yöneticilerin, her zaman ümmetin hissiyatıyla oynayan konuları dikkate almaları ve İslam’ın sınırları içinde hareket etmeleri önemlidir. Modi ile yapılan ittifak, Malezya’nın Müslüman kardeşlerimizin ve bacılarımızın durumuyla ilgili konulardaki tutumu hakkında birtakım soruları gündeme getirmiştir. Zira Modi’nin gerçek bir dost değil, gerçek bir düşman olduğu gayet açıktır!

Mevcut jeopolitik ortamın gölgesinde, herhangi bir Müslüman ülkenin genel olarak İslam’a uygun hareket etmesi ve Modi’yi açık bir düşman olarak kabul etmesi pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla sadece küresel ölçekte İslam’ı gerçek anlamda destekleyen gerçek bir Hilafetin kurulması sayesinde, dünya çapında İslam için adaleti ve iyi niyeti teşvik etmekle birlikte Hindistan, Filistin ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların karşılaştığı zulme bir çözüm bulunmasını ümit edebiliriz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed - Malezya

Devamını oku...

Düşünen Beyinlerin Göçü Kimin Lehinedir?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Düşünen Beyinlerin Göçü Kimin Lehinedir?!

Haber:

Birkaç gün önce Mısırlı genç (bayan) araştırmacı Rîm Hamid’in, biyoteknoloji ve genetik alanında doktora yapmak için gittiği Fransa’da, son zamanlarda tanımadığı kişiler tarafından taciz ve takibata uğradığını, cihazlarının ve telefonlarının organize hack girişimlerine ve zorbalık, ayrımcılık ve ırkçılığa maruz kaldığını söylediği paylaşımlarından günler sonra esrarengiz bir şekilde öldüğü açıklandı ve bu gönderileri (ölümünden) sonra silindi.

Yorum:

Bu araştırmacının ölümü, ölümün doğal mı yoksa Arap ve Müslüman bilim adamlarına yönelik suikastlar serisinin yeni bir halkası mı olduğu konusunda birçok soruyu gündeme getirdi. Zira yıllar boyunca çeşitli bilim dallarındaki birçok Müslüman bilim insanı, boğma, yakma, ateş etme, yapışkan ve manyetik bombalar, uzaktan patlatmalar ve tertiplenen trafik kazaları gibi çeşitli şekillerde suikasta uğramışlardır. Tıpkı fizik alanında dönemin en önemli bilim insanlarından biri olarak nitelendirilen ve Fransa’daki bir araştırma laboratuvarında hayatını kaybeden Lübnanlı bilim insanı Rimal Hasan Rimal gibi. Nükleer fizik alanında çalışan Filistinli bilim adamı Nabil Felifel, yurtdışında çalışma tekliflerini reddettikten sonra aniden ortadan kayboldu, sonra cesedi Ramallah’ın batısında bulundu. Iraklı atom bilimci İbrahim ez-Zahir, Kanada’daki üniversitelerin birinde bu uzmanlık alanında doktora derecesine sahip olan biridir. Birkaç İranlı nükleer bilim adamı da vardır. Muhammed ez-Zevari, “Ebabil” tipi uçağın yapımına yardımcı olmuş ve uzaktan kumandalı denizaltılar üzerine doktora tezini tamamlamış Tunuslu bir uçak mühendisidir. Bu isimlerin en meşhurlarından biri de İngiltere’de nükleer radyasyon üzerine çalışma yapan ve X-ışınları ve bunların maddeler üzerindeki etkileri konusunda doktora yapan Mısırlı bilim insanı Semira Musa’dır; ABD onun yeteneğini kucaklamayı arzulamış ve vatandaşlığını kabul edilmesini teklif etmişti ancak o bunu reddederek Mısır’a döndü, Atom Enerjisi Komisyonu’nu kurdu. Atom enerjisi ve bu enerjinin insanlığın hizmeti için nasıl kullanılacağı konusunda uluslararası toplantılar düzenledi ve Kaliforniya’da öldürüldü.Yahya el-Meşed, Mısırlı bir nükleer bilim insanı ve nükleer reaktörlerin tasarımı ve kontrolü alanında uzman olup kendisi Irak’ta çalışmış ve burada Irak nükleer programının kurulması görevini kolaylaştırmada önemli bir rol oynamıştır…İslam beldeleri, evlatlarının ilminden istifade etmesin, onların bilimi, icatları ve keşifleri sadece Batı ülkelerinin lehine kalsın diye tertiplenen kazalarda öldürülen daha nice bilim insanı ve araştırmacılar vardır!

Düşünen beyinlerin ve bilim insanlarının başka ülkelerde eğitim almak için göç etmesi, bu (Batılı) ülkelerin üçüncü dünya ülkelerinin yetenekleri üzerindeki kontrolünün ve onların (bilim insanı) yöneticilerinin bilime, eğitime ve bilimsel araştırmalara önem vermediklerinin veya harcama yapmadıklarının bir başka kanıtı olup bu da beyinleri yurtdışına göç etmeye sevk etmektedir.

İslam Devleti’nin gölgesinde devlet, bilim adamlarına ve düşünürlere önem verecek ve onlara tıp, mühendislik, kimya, atom ve fizik, icatlar ve keşifler, düşünce, fıkıh, hadis, tefsir ve diğer bilimler ve bilgiler dahil olmak üzere çeşitli bilgi ve bilim dallarında araştırma yapmaya devam etmek isteyenlere imkan sağlamak için kütüphaneler, laboratuvarlar ve diğer bilgi araçlarını hazırlayacaktır. Böylece ümmetin içerisinde, ümmetin bilimsel, teknolojik ve fikri olarak kalkınması için çalışan müçtehitler, mucitler ve müceddidler ordusu ortaya çıkacak ve devlet onların, İslam’ı dünyaya bir nur ve hidayet risaleti olarak yayma misyonunu yerine getirmelerini sağlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Hindistan’ın Benzeri Görülmemiş Su Saldırganlığı Bangladeş Üzerinde Siyasi Baskı Kurmayı Amaçlıyor Hindistan’ı Düşman Devlet Olarak Tanımaktan Başka Çare Yok

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, 23 Ağustos 2024 Cuma günü, Ulusal Mescid Beytül Mukarrem’de kılınan Cuma namazının ardından Hindistan’ın Bangladeş’e yönelik su saldırısını protesto etmek üzere bir gösteri ve yürüyüş düzenledi. Hizb-ut Tahrir üyeleri protestolarda birer konuşma yaptı. Bijayanagar Mor’a, oradan da Dainik Bangla Mor’a doğru yürüyüşe geçen kortej, tekrar Beytül Mukarrem Kuzey Kapısı’na gelerek dualarla son buldu. Protestoda konuşan konuşmacılar aşağıdaki noktaların altını çizdiler:

Hindistan, Bangladeş üzerinde siyasi baskı kurmak için Bangladeş’e karşı benzeri görülmemiş bir su saldırısı başlattı. Hiçbir uyarıda bulunmadan Dumbur Barajı’nın kapaklarını açtı ve Bangladeş’in on bölgesinde milyonlarca insanın evinin sel suları altında kalmasına neden oldu. İnsanlar, evlerini ve mülklerini korumak bir yana, hayatlarını kurtarmanın derdine düştüler. Elektrik kesintisi ve mobil iletişimin kesilmesi nedeniyle aileler büyük bir endişe içindeler. Ani selden etkilenen çocuklarının ve yaşlı ebeveynlerinin son durumlarından habersizler, hatta aile üyelerinin hayatta kalıp kalmadığını bile bilmiyorlar. Hindistan’ın devam eden saldırganlık politikası, Müslümanların çoğunlukta olduğu bu ülkenin halkına düşmanlıktan başka bir şey değil. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

تَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا  “İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün.” [Maide 82]

Ülkedeki bu kriz anında Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, ülkenin yönetimini, donanmasını, ordusunu, hava kuvvetlerini ve halkın tüm kesimlerini, selden etkilenen insanların canını ve malını korumak için tüm imkanlarını seferber etmeye çağırdı ve halkı, şu talepler için harekete geçmeye davet etti:

1- Ülke halkının beklentileri doğrultusunda Hindistan büyükelçiliği derhal kapatılmalı ve Hindistan düşman devlet ilan edilmelidir. Hindistan ile imzalanan tüm İslam karşıtı ve devlet karşıtı anlaşmalar ve mutabakat zabıtları derhal iptal edilmelidir.

2- Ülkenin askeri ve sınır güvenlik güçleri BGB, Hindistan’dan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı hazırlıklı olmalı ve bu güçler, düşman bir devlete karşı koyabilecek güçlü bir kuvvet haline getirilmelidir.

3- Hindistan’ın Pilkhana katliamı komplosunu uygulayan Hasina ve çetesi yargılanmalı ve ibret verici cezalara çarptırılmalıdır.

4- Hindistan, ülkedeki laik ajan rejimlerin Hindistan yanlısı politikaları nedeniyle son elli yıldır saldırılarını sürdürüyor. Bu rejimler, sözde Hindistan’a karşı olduklarını ileri sürdüler, ancak gerçekte Hindistan saldırganlığı karşısında hiçbir etkili adım atmadılar. Bu nedenle bu ajanlar reddedilmeli.

5- Her şeyden önemlisi Hindistan’ın tüm saldırganlıklarına kalıcı olarak son vermek için Hindistan’ı tekrar Müslüman yönetimi altına almak amacıyla ileri görüşlü ve uzun vadeli bir plan benimsenmelidir. Çünkü sadece Müslümanların yönetimi altında bu bölgenin insanları din, ırk ve kast farkı gözetmeksizin birlik içinde mutlu ve müreffeh bir yaşam süreceklerdir.

Son olarak, konuşmacılar, halka Nübüvvet metodu üzere Hilafet’in kurulması için harekete geçme çağrısında bulunarak konuşmalarını sonlandırdılar.

Devamını oku...

Ebu Zendin Sınır Kapısının Açılması, Suç Rejimi ile Normalleşme Adımlarından Biri Olmakla Birlikte Kesinlikle Sonuncusu Olmayacaktır

Halep’in doğusundaki El-Bab Yerel Meclisi, 18 Ağustos 2024 Pazar günü Ebu Zendin köyündeki Zendin Ticaret Kapısı’nın yeniden faaliyete geçeğini duyurdu.

El Bab Yerel Meclisi, Suriye’nin diğer noktalarına ticaretin başlamasıyla birlikte yerel üreticinin ve meclisin gelir sağlayacağını, ticari hareketliliğin artmasıyla kalkınmanın hız kazanacağını vurguladı. Böylelikle altyapının iyileştirileceğini, kamu yararına faaliyetler ve daha iyi hizmetler sunulacağını belirtti.

Sınır kapılarının açılması fikri yeni değil, daha önce de pek çok girişimde bulunulmuş ancak başarılı olunamamıştı. Yıllar önce Heyet Tahrir eş-Şam’ın kontrolündeki Maarat Elnaasan’da yaşananlar belki de bunların en dikkat çekici olanıdır. Heyet Tahrir eş-Şam, suç rejimiyle sınır kapısını açmak istediğinde, halkın itirazıyla karşılaşmış, gösteri düzenleyen halkın bastırılması sonucu içlerinden biri şehit olmuştu.

El Bab Yerel Meclisi, sınır kapısının açılmasının tamamen ticari amaçlı olduğunu iddia ediyor, ancak gerçek hiç de öyle değil, sınır kapısının açılması tamamen siyasidir. Suç rejimiyle normalleşme yönünde atılmış siyasi bir adımdır. Bu adım, devrim halkını, katil ve suç rejimiyle uzlaşmayı kabul ettirmek amacı taşımaktadır. Sınır kapısının yerel bir meclis tarafından açıldığı iddiası doğru değil. Sınır kapısının açılması, Türkiye ve Rusya arasında varılan anlaşmanın ve mutabakatın bir sonucudur ve Şam’ın zorba liderine hizmet etmek ve devrim halkına komplo kurmak amacı gütmektedir. Konuyu yerel ve hizmet odaklı bir mesele olarak göstermek, suç rejimiyle barışmak ve normalleşmek gibi devrim karşıtı hamleleri kabul etmeyen devrim halkını aldatma girişiminden öte bir şey değil.

Sınır kapısının açılması sadece hizmet odaklı bir mesele olmadığı gibi, El-Bab ve çevresiyle sınırlı yerel bir mesele de değildir. Aslında mesele, devrim çapında bir meseledir ve tüm devrim halkını ilgilendirmektedir. Konuyu küçümsemek ve sınırlamak, kurnazlıktır ve açıkça bir aldatmadır.

Ey Şam topraklarındaki devrimciler! Sınır kapısının açılması, Türk rejimi ve planlarının hizmetinde olan işbirlikçilerin uyguladığı haince bir siyasi hamledir.

Sınır kapısının açılması, Türk rejiminin ABD direktifleri doğrultusunda pazarladığı uzlaşma projesinin yeni ve ön hazırlık adımlarından biridir. Yıllardır süren bir dizi hain hamlenin devamı niteliğindedir, kesinlikle sonuncusu da olmayacaktır. Aksine Şam devrimini yok etmeyi hedefleyen daha tehlikeli başka adımlar izleyecektir.

Ey Şam topraklarındaki sadık devrimciler! Ey fedakârlık sahipleri! Ey kan sahipleri! Ey samimi mücahitler! Ey devrim evlatları! Suç rejimiyle sınır kapılarının açılması, riskli bir adımdır. Ümmet, mümkün olan her yolla bu büyük suça meydan okumalıdır.

Ey mücadeleci, fedakâr ve hiçbir şeyi esirgemeyen devrim halkı! Artık gidişatı düzeltmenin ve kararlar üzerinde yeniden söz sahibi olmanın zamanı geldi. Henüz zaman geç değil, hala fırsat var. Özgürlük yanlıları sadece bir kıvılcım bekliyor. Sözünüzde durun ve başta sınır kapılarının açılması olmak üzere Şam devrimini yok edecek olan, konferans ve toplantılarında planladıkları gibi Suriye devletinin egemenliğinin yeniden tesis edecek olan bu kararları sakın kabul etmeyin.

Kimyasal saldırılar gerçekleştiren, her yerde katliamlar işleyen bu çukur rejimle uzlaşmaya gönlünüz razı geliyor mu?

Ümmet, bu komplolara isyan etmeli, hainlere ve işbirlikçilere karşı devrimi doğru rayına oturtan yeni bir devrim başlatmalıdır. Şüphesiz batıl yenilecek, hak galip gelecek ve akıbet takva sahiplerine ait olacaktır.

Devamını oku...

Avcılara Dokunmadan Sadece Avlara Yardım Etmek Filistin’i Asla Özgürleştirmez!

Malezya Başbakanı Datuk Seri Enver İbrahim, 4 Ağustos 2024’te Axiata Arena Bukit Jalil’de düzenlenen bir mitingde verdiği sözü yerine getirmek için hasta ve yaralı Filistinlileri getirdiklerini söyledi. Toplam 41 yaralı Filistinli ve 86 yakınını taşıyan Kraliyet Malezya Hava Kuvvetleri’ne (RMAF) ait iki Airbus A-400M uçağı, 16 Ağustos 2024’te güvenli bir şekilde Selangor’daki Subang Hava Üssü’ne indi. Enver, bu başarılı misyonu Malezya’nın Mısır ve diğer Orta Doğu ülkeleriyle olan yakın ilişkisine bağladı. Enver, “Mısır Cumhurbaşkanı’nı arayarak işbirliği talebinde bulundum, çünkü Mısır’ın desteği olmadan bunu başaramazdık. Bu başarı, bu operasyonu gerçekleştirmemize olanak tanıyan Katar, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve İran gibi ülkelerle olan güçlü ilişkilerimizin bir kanıtı” dedi.

Enver başarılarıyla ve başta Mısır Cumhurbaşkanı olmak üzere Arap liderlerle kurduğu güçlü ilişkilerle övünse de yalnız şu acı gerçeği unutmamak gerekir: Filistin halkının çektiği acıların kalıcı hale gelmesinin başlıca nedeni bu liderlerdir. Enver, Mısır Cumhurbaşkanı’nın Filistin sınırını açmaması nedeniyle Siyonist rejimin Filistinlileri acımasız bir şekilde katlettiğinin gayet farkında. Filistinlilere yönelik bu zulmün ve bu Mübarek toprağın işgalinin bu Arap liderlerinin eylemsizlikleriyle doğrudan bağlantılı. Enver, işbirliklerini kutlamak yerine Filistin’e yönelik ihanetleri ve ikiyüzlülüklerinden “yol arkadaşlarını” sorumlu tutmalı ve bu konuda kendi rolünü de gözden geçirmelidir!

Hem İslam ümmeti hem de kendi halkları gözünde imajlarını parlatmak için bu yöneticilerin Filistin için bir şeyler yaptıkları söylenemez. İmajlarını parlatmaya çalıştıkça, ne kadar sahtekâr ve ikiyüzlü oldukları görülüyor. Kusurlarını gizlemek için aşırı makyaj yapan kadınlar gibi bu liderler de bu tür eylemlerinin yalnızca çirkinliklerini daha fazla açığa çıkardığının galiba farkında değiller.

Filistin halkının acil yardıma ihtiyacı olduğu doğru olmakla birlikte meseleye doğru perspektiften yaklaşmak oldukça önemli. Filistin, Batı’nın büyük askeri ve maddi desteğiyle lanetli Yahudiler tarafından sömürgeleştirilmiş ve işgal edilmiş bir Müslüman toprağıdır. Sorunun kökü budur. Bu kök ele alınmadıkça, sorun olduğu gibi devam edecektir. Bu nedenle, Filistin meselesi hem “sömürgeleştirilen” hem de “sömürgeci” açısından ele alınmalıdır ki bunlar doğal olarak “av” ve “avcı (Yırtıcı hayvan)” meselesidir. Filistinliler toprakları işgal edilen avlardır/kurbanlardır, Yahudiler ise işgalci avcılar/yırtıcı hayvanlardır. Kurbanların kurtarılması gerektiği su götürmez, ancak kurbanları kurtarırken yırtıcı hayvanlar ile mücadele edilmemesi sorunu asla çözmez.

Filistin halkı, mutlaka kurtarılması gereken bir kurbandır. Aynı zamanda, işgal altındaki toprakların kurtarılması da zorunludur. Bu iki yükümlülüğü yerine getirmenin yegâne yolu, yırtıcılarla yüzleşmek ve onları tamamen ortadan kaldırmaktır. Müslümanların yöneticileri bunun gayet farkındalar. Filistin’i kurtarabilecek kabiliyetine de sahiptirler. Yeter ki eyleme geçmek istesinler. Ne yazık ki, kalplerini kin ve ikiyüzlülük bürümüştür. Kurbanları kurtarmaktan bahsederler ama yırtıcılara dokunmazlar. Siyonistlerin barbarlığını kınarlar ama bu vahşetin devam etmesine olanak tanırlar. Filistin’in yeniden inşasını ve barışı savunurlar ama Yahudilerin Filistin’de her türlü kötülük ve bozgunculuğuna göz yumarlar. Özgürlükten bahsederler ama Filistin’de iki devletli çözümü ve Yahudi varlığını desteklerler. Günümüzde maalesef Müslümanların yöneticilerin gerçekliği budur!

Ey Malezya Başbakanı! Her hasta ve yaralı Filistinliyi tahliye etseniz bile bunun Filistin’in kurtuluşuna yol açmayacağını çok iyi biliyorsunuz! Filistinliler vatanlarını terk etmek istemiyor. Filistin’de, atalarının topraklarında, Allah’ın mübarek kıldığı topraklarda kalmak istiyorlar. Tek istedikleri şey, Filistin’in Yahudi işgalinden ve tahakkümünden kurtarılmasıdır. Bu ise ancak yırtıcı hayvanla yüzleşmekle ve onu ortadan kaldırmakla mümkün. Filistin davasını desteklemenin tek yolu budur. Ancak siz de dahil olmak üzere Müslümanların yöneticileri, gerçek değişim sunmak yerine yüzeysel jestlere odaklanmayı yeğliyorlar. İronik olarak, bu yöneticilerden bazıları kurbanlara yardım etmek şöyle dursun yırtıcı hayvana aktif destek sağlıyorlar!

Ey Müslümanlar! Filistin’i özgürleştirmek, suçlu Yahudi varlığını ortadan kaldırmak, Mescid-i Aksa ve tüm Mübarek Toprak Filistin’i Müslümanlara geri vermek, İslam ümmetini birleştirmek, Allah’ın rahmetini yeryüzünün her tarafına yaymak ve Allah’ın nuru yeryüzünün her yerini aydınlatmak için orduları harekete geçirecek sadık, dindar, dürüst, samimi ve cesur bir halifeye acilen ihtiyacımız var. Allah’ın izniyle Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet yeniden kurulduğunda tüm bunlara tanık olacağız. Allah’ın izniyle bu vizyonun gerçekleşmesi çok yakın.

Abdul Hakim Osman
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Malezya
Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Özbek Heyetine Gösterilen Yakın İlgi ve Sıcak Karşılanması Baskıcı Yöneticilere Verilen Desteği Gösteriyor

Özbekistan Başbakanı Abdulla Aripov ve beraberindeki üst düzey heyet, çeşitli temaslarda bulunmak üzere Afganistan’ın başkenti Kabil’e geldi ve üst düzey hükümet yetkilileriyle bir araya geldi. Görüşmede Özbekistan ile Afganistan arasında ekonomi, ulaştırma, enerji ve ticaret alanlarında yaklaşık 2,5 milyar dolarlık 35 mutabakat zaptı imzalandı.

Afgan hükümeti Müslümanları, davet taşıyıcılarını ve Orta Asya’da İslam’ı hayata geçirmek için çalışan mücahitleri bastırmada aktif rol oynayan Özbekistan heyetini sıcak bir şekilde karşıladı. Dahası Özbekistan daha önce ABD ve NATO’ya hava üssü sağlamış ve Afganistan’ı işgal etmelerine yardımcı olmuştur. 20 yıllık işgal sırasında destekleyici rol oynamış kilit bölgesel bir aktördür. Bu nedenle ABD için Yahudi varlığı ne kadar önemliyse Özbekistan da o kadar önemlidir.

Bir zamanlar İslam ordusunun fethettiği ve Hilafetin hüküm sürdüğü, Buhari, Tirmizi ve Ebu Mansur El Maturidi gibi büyük alimlerin -Allah onlara rahmet etsin- İslami bir inanç atmosferi içinde yaşadığı bir ülke olan Özbekistan, bugün ne yazık ki zorba yöneticilerin yönetimi altındadır. İslam’ı yaşamak isteyen ülke halkına baskı yapıyorlar. Afgan hükümetinin Özbek heyetini sıcak bir şekilde karşılaması, bu zorba yöneticilere verdiği desteğin bir göstergesi. Oysa mevcut Afgan hükümetinin öncelikli görevi, her gün bu zalim yöneticilerin baskısına maruz kalan mazlum ümmeti savunmak olmalıdır. Orta Asya’daki Müslümanlar ve cihatçı gruplar, mücahitlerin Afganistan’da iktidara gelmesini memnuniyetle karşıladılar, sınırların kaldırılıp topraklarının özgürleştirilmesini umdular. Ancak mevcut Afgan rejiminin, Orta Asya’daki baskıcı diktatörlerle kurduğu yakın ilişki, bu umutları suya düşürmüş, siyasi ve ekonomik etkileşimleriyle tarihin yanlış tarafında, Orta Asya’daki Müslümanların değil baskıcı diktatörlerin tarafında yer aldığı algısını yaratmıştır.

Aslında Özbekistan, bağımsız siyasi ilişkiler kurabilecek veya büyük ölçekli ekonomik projeler yürütebilecek güçte değildir. Aksine ABD ve Rusya’nın Afganistan’daki sömürgeci hedeflerini güvence altına alan vasal bir devlettir. Özbekistan’ın bu vaatlerinin ve ekonomik projelerinin arkasında siyasi ve istihbarat hedefleri yatmaktadır. Afganistan yöneticileri, bölgesel ekonomik projeleri “kazan-kazan” olarak değerlendirseler de aslında onlara İslami perspektiften bakan biri, Afganistan’ın uzun vadede kaybetmesine yol açacağı için onları “kar ve zarar” penceresinden değerlendirecektir.

Büyük bir ekonomi inşa etmek İslami hükümlere aykırı değildir. Ancak ekonomide İslam temel alınmaz ve ekonomi tek öncelik olarak görülürse, bu durum devletin, kapitalist sisteme dönüşmesine neden olacaktır. Bahse konu politikalar, yöneticilerimizin İslami çözümleri gerçekçi bulmadıklarını, onları bir kenara bırakarak bunun yerine pragmatik ve faydacı politikaları tercih ettiklerini gösteriyor. Eğer mevcut yöneticiler, İslam’ın siyasi, ekonomik ve içtimai sistemleri hakkında net bir anlayışa sahip değillerse, Hizb-ut Tahrir’e ya da bu vizyon ve anlayışa sahip diğer İslami gruplara danışmalıdırlar. Aksi halde kafa karışıklığı yaratarak insanları yanıltmaya çalışmamalıdırlar. Çünkü zorba yöneticileri kırmızı halılarla karşılamak, Afganistanlı Müslümanların hak ile batıl, adil ile zorba arasını ayırt edememelerine neden olacaktır.

Yöneticiler, ancak Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasıyla İslam’ın uygulanacağını ve destekleneceğini ve İslam ümmetinin diğer milletlerden ayırt edileceğini idrak etmelidirler. Halife, İslam’a dayalı güçlü bir uygarlık inşa edecek ve zalimleri desteklemek yerine mazlumlara destek olmak için koşacaktır.

Allah, yalnızca Allah’tan yardım isteyenleri, İslam’ı uygulamak için sabırsızlananları ve siyasetlerinde takvayı temel alanları Hilafet Devleti ve dünya hükümranlığıyla onurlandıracak ve yeryüzünün mirasçıları haline geleceklerdir.

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç sakınanlarındır.” [Araf 128]

Devamını oku...

Ürdün’deki Enerji Krizi, Attarat Projesi, Ekonomik Yolsuzluk, Siyasi Kölelik ve Artan Borçlanma

6 Ağustos 2024 tarihinde Ürdün Haber Ajansı Petra’nın yayımladığı bir habere göre, “Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Ürdün hükümetinin veya Ulusal Elektrik Şirketi’nin Attarat Power Company’e herhangi bir ödemesinin bulunmadığına hükmetti.” Bu haber, bir manipülasyondur, Ürdün hükümetinin gerçek kaybını örtbas etmek için tasarlanmış bir haberdir. Tahkim Mahkemesi, kararında “Uluslararası Tahkim Mahkemesi sözleşmenin geçerli olduğuna ve aşırı bir adaletsizlik içermediğine karar verdi” dedi. Başka bir deyişle hükümet, dört yıldır süren uluslararası tahkim davasını kaybetti ve sekiz milyon dinarlık dava masraflarını ödemek zorunda kaldı. Kaldı ki zaten 2020’de açılmadan önce davanın kaybedileceği biliniyordu!

Medya, rejimin yolsuzluklarını örtbas etmek, gerçekleri gizlemek ve çarpıtmak için kullanılıyor. Ürdün rejimi, ümmetin meselelerine karşı dürüst bir duruş sergilemek, gerçekleri açığa çıkarmak ve yolsuzlukları ifşa etmek yerine halkı bilinçlendirmekten kaçınıyor. Gerçekleri paylaşarak halkı bilinçlendirmek ve ciddi tavır almasını sağlamak yerine rejim ve hükümetin oynadığı oyunlar örtbas ediliyor. Bu yüzden rejimin yolsuzluklarının ifşa edilmesi, enerji krizi ve özellikle de Attarat Power Company projesinin arkasındaki gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması kaçınılmaz:

- Ürdün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, kısa bir süre önce Ürdün’ün topraklarının %60’ından fazlasında 116 milyar tondan fazla petrollü şeyl bulunduğunu, ortalama yüzde 10,5 petrol içeriğine sahip olan Ürdün şeylinden petrol ve elektrik üretimi için faydalanılabileceğini açıkladı.

- Bakanlığın 2020-2030 Enerji Sektörü Stratejisi’ne göre, doğal gaz ve yenilenebilir enerjinin yanı sıra petrollü şeylin elektrik üretimine katkısı 2030 yılına kadar yüzde 15 olacak.

- Ekim 2014’te Abdullah Ensour hükümeti döneminde, 2,1 milyar dolar yatırım maliyetiyle, Attarat Umm Al Ghadran bölgesindeki petrollü şeylden elektrik üretmek, bunu Ulusal Elektrik Şirketi’ne (NEC) satmak ve 30 yıl boyunca Krallığın yıllık elektrik ihtiyacının %15’ini karşılamak üzere Çin, Malezya ve Estonya’dan şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyum olan Attarat Enerji Şirketi ile bir anlaşma imzalandı. 2,1 milyar dolarlık yatırım maliyetinin 1,6 milyar dolarlık kısmı Çin bankaları tarafından finanse edildi. Temmuz 2023 başında 470 MW’lık Attarat Enerji Santrali açıldı.

- Bu projenin, Ürdün’ün stratejik enerji güvenliğini artıracağı tahmin ediliyordu, çünkü güvenli bir yerel ürün olup, Gazze savaşı sonrasında olduğu gibi Yahudi devletinden gelen dış gaz arzının kesintiye uğraması olasılığından etkilenmeyecekti. Ancak yolsuzluk, hükümetin kötü planlaması, yanlış sözleşmeler ve siyasi kölelik, Ürdün hükümetini Paris’teki Uluslararası Ticaret Odası tahkimine başvurmak mecburiyetinde bıraktı.

- 2016 yılında Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi ile Amerikan (İsrail) şirketi Noble Energy arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma uyarınca Yahudi varlığından 2020 yılından itibaren 15 yıl boyunca 10 milyar dolar tutarında 45 milyar metreküp doğalgaz tedarik edilmesi öngörülüyordu.

- Hükümet, 2020 yılında Ürdün’ün elektrik üretim fazlası olduğunu tespit edince tahkime gitti. Ürdün halkı, işgalci Yahudi varlığından 15 yıllığına 15 milyar dolarlık bu aşağılayıcı gaz ithalatı anlaşmasını reddetti. Ancak hükümet, işgalle yapılan gaz anlaşmasını iptal etmek yerine büyük bir adaletsizliğin olduğu gerekçesiyle Çin ile Attarat projesi üzerinden kriz yaratmayı tercih etti. Ayrıca hükümet, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) gözden geçirmelerine boyun eğdi. IMF, enerji üretim maliyetlerini enerji üretim projelerine bağladı ve özellikle petrollü şeyl projesine vurgu yaptı.

- Ürdün’ün Çin ile olan ekonomik çıkarları ile ABD’nin küresel egemenlik arayışında Ürdün rejiminin ABD’ye olan siyasi, ekonomik ve askeri köleliği, özellikle Al-Attarat projesi gibi Çin projelerinin önünde büyük bir engel teşkil ettiği ortaya çıktı. Hükümet ayrıca, Huawei’nin 5G sözleşmesini doğrudan ABD’nin tehdidiyle Nokia ve Ericsson şirketleri lehine iptal etti.

- Ürdün Değişim Örgütü Başkanı Hussam Al-Abdallat, Arabi Post’a verdiği özel bir röportajda, “Ürdün’deki enerji ve petrol dosyası, nihai onay almadan önce Kraliyet Divanı’na, ardından da doğrudan krala sunulur. Onay aldıktan sonra yürürlüğe girer” dedi.

- Associated Press’in 5 Temmuz 2023 Çarşamba günü yayınladığı “Pekin Amman’ı borç batağına sürüklüyor” başlıklı haber, Ürdün ve Çin arasında Attarat petrollü şeyl elektrik santrali ortaklık sözleşmesi konusunda yaşanan hukuki anlaşmazlık medyada büyük yankı uyandırdı. ABD, projeden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker yaptığı açıklamada, “Gerçekten de demokrasi, şeffaflık ve yolsuzluk konusunda bazı endişelerimiz var, ancak otoriter devletler Çin ile uyum içinde hareket ediyorlar ve ona yaklaşıyorlar.” dedi. Rapor, Yahudi varlığından doğal gaz ithalatı anlaşmasının devam etmesini ve enerji sektörü üzerindeki hakimiyetini teşvik ediyor. Ürdün-Çin ortaklık anlaşmasını ise “borç tuzağı diplomasisi” olarak nitelendiriyor, oysa bu tanımlama Amerika için daha uygun.

- Ürdün Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin (JESC) 2020 Ülke Raporu’nda “Enerji güvenliği siyasi ve ekonomik kararlar arasında gidip gelmeye devam etmektedir. “İsrail” gaz anlaşması, görünüşte enerji kaynaklarını çeşitlendirmenin bir parçası gibi görünse de uzun vadede enerji güvenliğini zayıflatacaktır. Ayrıca, “İsrail” gaz anlaşması lojistik, idari ve finansal açıdan şeffaf değildir.” ifadeleri yer aldı.

- Yine aynı kurumun, 2021 raporunda “Şu anda Attarat Şirketi tarafından doğrudan petrollü şeyl yakma projesi uygulanmakta olup, bu proje, yerel enerji kaynaklarının kullanımı açısından enerji sektörü için stratejik projelerden biridir.” ifadeleri kullanıldı.

- Son olarak Enerji ve Maden Kaynakları Bakanı Salih el-Harabeşe, 2030 yılına kadar elektrik sektöründeki zararın 10 milyar dinarı bulacağını söyledi. Elektrik jeneratörlerinin 2022 yılı sonundaki ithalat değeri yaklaşık 3,5 milyar dinar. Ancak hükümet, Katar, BAE ve Cezayir gibi doğalgaz zengini ülkelerden rekabetçi fiyatlarla gaz ithalatıyla pek ilgilenmiyor.

Ürdün’deki enerji krizi, yolsuzluk ve para israfı gibi konular buzdağının sadece görünen kısmı. Tüm bunlar, rejimin başta Amerika ve Avrupa olmak üzere sömürgeci kafir Batılı ülkelere olan bağımlılığı ve köleliğiyle bağlantılıdır. Allah hakkında hiçbir yemin ve ahit gözetmeyen uşak yöneticilerin dünyası uğruna ahiretlerini satan hükümet ve adamlarıyla bağlantılıdır. Yukarıdakilere dayanarak şunları belirtiyoruz:

- Sorunun özü, siyasi irade ve siyasal sistemdir. Ülke zenginliklerinin kullanımı, siyasi iradeden yoksundur. Ülke ekonomisine katkı sağlayabilecek ekonomik projelerde yapılan yolsuzluklar da bu sorunun bir parçası.

- Ürdün’deki petrollü şeyl, tükenmez bir mineraldir, kamu malıdır, bu nedenle devlet bu mineralleri bireylere veya şirketlere veremez. Devlet, bu kaynakları Müslümanlar adına ve işlerini gütmek için bizzat kendisi çıkarmalıdır. Çıkarılan her şey tebaanın ortak malıdır.

- Ürdün silahlı kuvvetlerinin, Gazze ve Filistin savaşında Filistinlilere yardım etmemesi, rejimin Yahudi varlığının yanında yer alması, kara köprüsü kurarak Yahudi varlığına gıda ve lojistik destek sağlaması, imzalanan ekonomik projelere devam etmesi, Ürdün ve halkını ipotek altına almakta, Ürdün halkını vahşi bir düşmanın insafına bırakmaktadır. Yahudiler, çatışmaların olası genişlemesi durumunda elektrik ve suyu kesmekten asla çekinmeyeceklerdir. Bu nedenle ülkenin kaynaklarını peşkeş çeken, çarçur eden ve düşmanları yararına çalışan herkese karşı ciddi ve samimi bir duruş sergilenmelidir.

- Ürdün, sahip olduğu öz kaynaklarıyla Ürdün rejiminin sağladığı mevcut kötü durumdan daha iyi bir ekonomik yaşam sağlayabilir. Ancak Ürdün ve başka yerlerde yaşanan ekonomik sıkıntılara köklü çözüm, Nübüvvet metodu üzere Hilafettir. Ürdün, zenginliklerin bütünleştiği, enerji projelerini yabancı etki ve borçların hakimiyetinden uzak kendi kaynaklarıyla finanse eden bir devletin bir parçası olmalıdır. Halife, bu devleti İslam sistemiyle yönetecektir.

Ey Ürdün Müslümanları! Kuşkusuz zillet ve aşağılanmanız, ulaşabileceği en uç noktaya ulaştı. Ürdün rejimi size karşı aşırı azgınlaştı. Rejim, çocuklarınızın rızkını çalıyor, malınızı gasp ediyor, servetinizi yağmalıyor, Yahudi varlığı ve kafir Batı lehine ümmetinize komplolar kuruyor. Tüm bunlar karşısında sessiz kalıp hiçbir şey yapmamanız küstahlığını ve zorbalığını daha artırmaktadır!

Ey Ürdün Müslümanları! İçinde bulunduğunuz bu durumdan, yalnızca Hilafet ile kurtulabilirsiniz. Hilafet, Rabbinizin farzı ve izzetinizin kaynağıdır. Düşmanınızı kahrı perişan edecek, topraklarınızı özgürleştirecek, ülkelerinizi ve zenginliklerinizi koruyacak, Allah’ın size bir hak olarak verdiği kamu mallarını muhafaza edecektir.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER