Ümmete ve Fikirlerine Komplo Kurmaya Yönelik Konferanslara ve Onun Mefhumlarını, Ölçülerini ve Kanaatlerini Değiştirmeye Yönelik Girişimlere El-Ezher’in Sarığını Takan, İlim ve Alimlerin Cübbesini Giyen Laikler Liderlik Ediyor
Mısır Haber Kanalı (Nile), 4/8/2024 Pazar günü internet sitesinde, Mısır Evkaf Bakanı’nın, Mekke kentinde düzenlenen 9. Vakıflar ve İslam İşleri Bakanları Konferansı’nın açılış oturumunda yaptığı konuşma sırasında konferansın konusunun önemini şu şekilde vurguladığını aktardı; “İslam İşleri ve Vakıflar Bakanlıklarının mutedil ilkeleri teşvik etme ve ılımlılık değerlerini pekiştirmedeki rolü”, konferansın çalışma gündemi ve geniş kapsamlı ekseni ve Müslümanların kaygıları ele alınmış olup onların sorunları tartışıldı; zira konferansta sunulan konuların başında, “şiddet ve terörizmin ateşini söndürmemiz ve bu zamanımızda dinimize ve vatanlarımıza sadık olmamız amacıyla hepimizin şiddetin, tekfirin, aşırıcılığın, radikalizmin ve şiddetin her biçimine karşı harekete geçebilmemiz için tüm kapasitelerimizin, enerjilerimizin, bakanlıklarımızın, kurumlarımızın ve ülkelerimizin seferber olması amacıyla radikalizm ve aşırılıkla yüzleşme konusunun yanı sıra minberlerin güçlendirilmesi konusu” yer almıştır. Evkaf Bakanı şunları da vurguladı; “Konferansın, önerdiğimiz ve insanlara ulaştırmaya çalıştığımız en önemli ortak hedeflerinden ve gündemlerinden biri; vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık konusudur. Zira terörist ve aşırılık yanlısı grupların vatanı cüceleştiren ve küçümseyen bir söylem sunma konusunda aktif olduğu geçmiş dönem ve on yıllar göz önüne alındığında bu konu çok önemli bir konudur. Her kim vatanın bir avuç toprak olduğunu, vatanın sömürgecinin türettiği sınırlardan ibaret olduğunu söylerse, mevcut vatanlarımızın ve ülkelerimizin şartlarına saldırmak istiyordur. Her kim de vatanın ümmet fikrinin karşıtı olduğunu söylerse, reddedilir…” Evkaf Bakanı saydığı, takip ettiği, yüzleştiği ve yanlış fikirler sisteminden söküp attığı diğer şeylerin yanı şu eklemede bulundu: “Vatan meselesi büyük bir meseledir; zira Hanif şeriat, insana vatan meselesine saygı göstermeyi öğretmek için gelmiştir.”
Kahire’deki el-Ezher ile Harameyn beldesi arasındaki komplocular bir araya gelerek Batı’nın emrini yerine getiriyorlar ve Batı’nın fikirlerini yayıp onun kültürünü pekiştirmek ve insanları İslam’ın fikirlerinden ve onun siyasi ve pratik akidesinden uzaklaştırmak için çalışıyorlar.
Batı’nın desteklediği ve onun yöneticilerden oluşan ajanlarının hırs gösterdiği konferanslar, otoritesini ve devletini kaybetmiş, kutsalları çiğnenmiş, mukaddesatları ihlal edilmiş ve kanları dökülmüş halkımıza hitap ederek onlardan, mutedillik ve ılımlılıkla bezenmelerini ve radikallikten, aşırılıktan ve terörizmden uzak durmalarını istiyorlar! Dolayısıyla güçleri yettiğince dini söylemi tekellerine alma yolunda çalışıyorlar, insanları dinleri konusunda aldatıyorlar, kendileri dışında İslam hakkında konuşan herkese şüpheyle bakıyorlar, onları şiddetle, radikallikle, terörizmle, Haricilerin dini üzere olmakla suçladıkları gibi insanları Batı'ya boyun eğme ve hain yöneticilerden oluşan ajanlarına itaat etme gerçekliğinden çıkaran doğru düşünceye davet edenleri veya ümmeti birleştirecek ve ülkelerimizi bölen sınırları ortadan kaldıracak İslam Devleti’ni kurmak için davet taşıyanları insanların nefret ettiği vasıflarla suçluyorlar. Bu nedenle konferansçılar-katılımcılar, komplolarını hayata geçirmek için kafa karışıklığına başvuruyorlar, seferberliklerinin şiddet ve terörün ateşini söndürmek ve dinin ve vatanların güvenliği için olduğunu iddia ediyorlar ve insanlara taşımaya ve onların zihinlerinde pekiştirmeye çalıştıkları konferanslarının en önemli hedeflerinin de vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık meselesi olduğunu vurguluyorlar!
Yani İslam, onun taşınması ve tatbik konumuna getirilmesi, onların hedeflerinin ve söylemlerinin öncelikleri arasında yer almıyor; aksine konferans, İslam ve akidesi yerine vatancılığın bir bağ olması, vatana olan bağlılığın Allah ve Rasulü’ne olan bağlılıktan önce olması, vatan için olan fedakarlığın din ve akide için olan fedakarlıktan önce olması ve vatan kardeşliğinin İslam kardeşliğinden önce olması için bu fikirlerin kabulünü ve insanların zihinlerinde derinleştirilmesini kolaylaştırmak amacıyla İslami söylemin nasıl istismar edilebileceğini tartışıyor. Zira iddialarını destekleyen gerçek şerî bir delil zikretmeden, bağlılık ve savunma talebinin mahalli olan sözde vatanın hakikatine ve gerçekliğine dair bir açıklama yapmadan, hatta Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke hakkındaki, وَاللهِ إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَى اللهِ وَلَوْلَا أَنِّي أُخْرِجْتُ مِنْكِ مَا خَرَجْتُ “Ey Mekke! Vallahi sen yeryüzünün en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan ülkesisin senden çıkarılmış olmasaydım çıkmazdım” kavli dışında bu vatanın nasıl tanımlandığını bile belirtmeden Hanif şeriatın insanlara vatana saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini ve vatanı sevmenin ve savunmanın imandan olduğunu iddia ediyorlar; oysa Allah’ın Rasulü’nün kavlinde hiçbir şekilde vatan veya vatancılığa işaret edilmemiş, bilakis Mekke’nin diğer beldelerinden daha üstün olduğunu haber vermiştir. Bu arada Şari’nin bir bütün olarak ümmete yönelik hitabı tek hitap olup Hicaz, Necd, Mısır, Suriye veya başka bir yerin halkı diye hitap etmemiştir. Bilakis tek bir ümmet olması vasfıyla ümmet olarak hitap etmiştir: وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً “Doğrusu bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir.” [Enbiya 92] Ayrıca ümmeti bölmeyi nehyetmiş, toprak, kabile ve ırk taassupçuluğunu zemmetmiş ve milliyetçilik hakkında şöyle buyurmuştur: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌ“Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” Yine ümmetin vahdetinin ve tüm İslam ülkelerinin, kendilerini İslam’a göre yöneten tek bir yönetici altında birleşmiş tek bir devlet olmasının vacip olduğuna vurgu yapılmıştır; zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ، يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ، أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ، فَاقْتُلُوهُ “İşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün”… Şeriatın vatana saygı duyduğu yalanını nereden getirdiler acaba?! Peki bu vatan, Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan ve Kuveyt devleti mi ya da hangisi?! Vatana kutsallık kazandıran şey nedir ki şeriat insanlara ona saygı göstermeyi öğretmek için gelmiş olsun?! Sykes ve Picot’un çizmiş olduğu sınırlar mı ona kutsallık kazandırıyor?! Peki İslam ile yönetmeyen karton devletçiklerin yöneticileri için, ümmetin boynunda bir bağlılık söz konusu olabilir mi?! Bu ülkeleri, Sykes-Picot’un hangarları olarak adlandırabilir miyiz? Ümmet-i Muhammed’in devletçiklerinin olması caiz midir? Ümmetin İslam’dan başka bir şeyle yönetilmesi caiz midir?
Şüphesiz bu konferanslar, el-Ezher’in sarığını takan, kendilerini fetva ve alimlerin adıyla mesh eden laikler tarafından İslam adına ümmete karşı kurulan komplonun ve ümmeti aldatma girişimlerinin bir halkasıdır. Bu arada onlar, Batı’daki efendilerinin kini gibi İslam’a kindar olup İslam’ın temellerini baltalamak ve insanları siyasi ve pratik akidesinden ayırmak için çalıştıkları gibi; rejimlerin desteğine yaslanarak insanları bilinçlendirmeye çalışan ağızları susturmak, insanlara taşıdığı hayrı gizlemek ve kendileri için İslam adına insanları aldatmak kolay olsun diye, iki yüzyılı aşkın bir süredir insanları dinleri hakkında cahil bırakmak için çalıştılar!
Ancak bu konferanslar sırasında ortaya atılanların hepsi, hiçbir gerçek değeri olmayan, geçici hayvani bir bağ olmasından dolayı insanları birbirine bağlayan, bir bağ olmaya elverişli olmayan, sadece vatana bir saldırı olması durumunda ortaya çıkan ve şeriatın zemmettiği cahili milliyetçilik davalarına çağrıda bulunan, bunun da ötesinde kendisinden insanların sorunlarına yönelik tedaviler ve meselelerine yönelik çözümler çıkmayan ve hayatta insanların ilişkilerini düzenleyen kanunlar için bir temel olmaya elverişli olmayan fikirlerdir. Dolayısıyla bunlar, Batı ve ajanlarının, ümmeti etkilemeyi ve ümmet ile ümmeti kalkındırmak ve onun otoritesini yeniden tesis etmek için çalışan ümmetin evlatlarından samimi İslam davetini taşıyanların arasını engellemeyi düşündükleri çöldeki serap olan fikirlerdir. Böylece ümmet için, Batı’nın kendisinden razı olacağı ve onun varlığını, hegemonyasını ve İslam beldelerinin Batı’ya olan bağımlılığını kabul edeceği yeni mefhumlar ve mefhumlarına ve sabitelerine yönelik yorumlar ortaya çıkaracaklardır. Dolayısıyla bu fikirlerin içinde İslam’ın uygulanmasına yönelik bir arayış ya da İslam Devleti’ni yeniden kurmaya yönelik bir çalışma yoktur ki Batı’nın uykusunu kaçıran ve beldemizdeki ajan yöneticilerine, Mısır’ın, el-Ezher’in ve alimlerin ülkesi olmasının yanı sıra tüm ümmetin ilim feneri ve değişim için bir sıçrama tahtası olarak baktığı Mısır rejiminin önderliğinde ümmeti dininden tamamen ayırmak için tüm araçlarını kullanmaları talimatını vermesine neden olan şey işte budur.
Ancak Batı ve onun ajanı olan yöneticiler hayal kırıklığına uğramıştır; çünkü onların taşıdıkları ve yaydıkları tüm bu fikirlerin hiçbir değeri olmadığı gibi çöldeki bir seraptan başka bir şey değildir; bilakis belki de İslam güneşinin ilk ışığının ve onun pratik akidesinin sıcaklığının ortaya çıkmasıyla kaybolan bir seraptan bile daha azdır. Zira İslam’ın fikirleri, temeli akli olarak sabit olan ve kaynağı da kesinlikle Allah Azze ve Celle’nin vahyi olan güçlü fikirlerdir. Bu yüzden Batı ve ajanlarının, doğru bir fikir taşıyanların karşısında durabilecek güç ve enerjisi yoktur. Belki de bu bize, (ABD merkezli düşünce kuruluşu) RAND Corporation’ın 2004 yılında Amerikan yönetimine sunduğu ve içerisinde Hizb-ut Tahrir’i fikirler savaşında ana savaşçı olarak nitelendirdiği raporunda bahsettiği şeyleri hatırlatmaktadır; nitekim burada partinin gücü, İslam’ın fikirlerine sımsıkı bağlılığında, bunları sahih bir fikir olarak taşımasında, bu fikirler hakkında herhangi bir taviz vermeyi reddetmesinde ve bu fikirleri, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretinden doğru bir şekilde istibat edilmiş bir metotla yönetime taşımak ve tatbik konumuna getirmek için titizlikle yaptığı çalışmasında yatmaktadır. Zira bizler, yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin vaadinin gerçekleşmesini engelleyecek hiçbir gücün bulunmadığını kesin olarak biliyoruz; bu nedenle bizler, Allah Azze ve Celle’nin yardımına ve kudretine, onların tuzaklarını boşa çıkaracağına tamamen güvenerek şerî metoda göre çalışmak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.
İslam ümmeti, Arabıyla, Acemiyle, Şamlısıyla, Farslısıyla ve Kürdüyle diğer insanların dışında tek bir ümmet olup Allah onların kalplerini birleştirmiş, İslam kardeşliğini ve akidesini aralarındaki bağ yapmış ve Arap ile Acem, kırmızı, beyaz ve siyah, hatta erkek ve kadın arasında hiçbir fark olmaksızın Şâri Allah Azze ve Celle’nin ümmete yönelik hitabı tek bir hitap olmuş, tüm teklifler ümmet olması vasfıyla ümmete yönelik olmuş olup Mısır, Şam ve Yemen halkına yönelik bir hitap ise göremedik. Dolayısıyla bu, Allah’ın bize yönelik hitabı olduğuna ve O’nun Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bizi tefrika, mezhepçilik, ihtilaf ve milliyetçilik konusunda uyardığına göre o halde nasıl olur da bunları kendimiz için kabul edebiliriz?! Bizimle mübarek topraklardaki halkımızın arası vatan, sınırlar ve tellerle ayrılmışken, hatta bizler onların öldürüldüğünü görüyorken, onlara yardım etmek için elimizi uzatamıyorken ve onlar bizim kardeşlerimiz, Filistin toprakları bizim topraklarımız ve onu özgürleştirme görevi de bizim boynumuzun borcu olduğu halde ordularımız onları desteklemek için harekete geçmiyorken nasıl olur da vatan kardeşliği akide kardeşliğinden önce olabilir?! Dolayısıyla en büyük görev Kenane askerlerinin üzerinde olduğu halde vatan sınırları, şeriatın onlara Gazze halkına yardım etme vacibini yerine getirmelerini engellemektedir; el-Ezher ise şeriatın insanları bu sınırlara saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini iddia ediyor!
İslam sınırları ve kavmiyetleri kabul etmediği gibi çok sayıda İslam Devleti’nin olmasına da izin vermemektedir; bilakis İslam Devleti’nin, Halife veya İmam olarak adlandırılan tek bir yönetici tarafından yönetilen tek bir devlet olmasını vacip kıldığı gibi ümmete de ona biat etmeyi, ona itaat etmeyi ve rıza ve tercihle verdikleri otoritesiyle çekişmek isteyen kişiye karşı çıkmayı da vacip kılmıştır. Zira Hilafet veya İmamet, din ve dünya işlerinde tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Nitekim Ebu Said el-Hudri’den Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الْآخِرَ مِنْهُمَا “İki Halife’ye biat edilirse, onlardan ikincisini öldürün.” Yine Abdullah İbn-i Amr’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: وَمَنْ بَايَعَ إِمَاماً فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِ “Her kim bir İmama (Halifeye) biat edip elinin ayasını ve kalbinin semeresini verirse, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir diğeri onunla (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmek için gelirse, o diğerinin boynunu vurun!” [Müslim rivayet etti.] Dolayısıyla Darü'l-İslam genişlesin ya da genişlemesin, aynı dönemde iki Halifenin İmameti caiz değildir; zira bu, her ne kadar tarihte bunun aksi olmuş olsa da ilim ehlinin belirttiği ve üzerinde icmanın olduğu bir husustur. Dolayısıyla şeriat, ümmet için aynı anda iki devletin olmasını haram kılmıştır; o halde şeriat, sömürgecinin İslam Devleti’ni, İslam ile yönetilmeyen, yöneticileri sahih şerî bir biat ile yönetime gelmeyen, aksine ümmetin otoritesini gasp eden Batı’nın ajanları olan ve bu konferansçıların da rejimlerinin bir parçası olduğu elliden fazla ülkeye veya varlığı bölmek için türettiği bu sınırlara nasıl saygı gösterebilir?! Burada bizler, onların sözlerine dair şerî bir delil zikretmediklerini vurguladık; biz ise şerî delillerimizi sunduğumuz gibi ümmetin büyük alimlerinden hiçbirinin bunun aksini söylediği, herhangi birinin ümmeti bölmenin caiz olduğunu söylediği ve hiç kimsenin İslam’dan başkasıyla yöneten birine ümmetin itaat etmesi gereken şerî bir yönetici olarak itibar ettiği görülmemiştir.
Bu konferanstakilerin yaptığı şeyi, onlardan önce Mekke müşrikleri ve Yahudiler de yapmıştı; zira bu hak ile batıl arasında devam eden bir çatışma olup batıl kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrayacak, kafirler, inatçılar ve dezenformasyoncular istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır; zira ümmet birçok şeyin üstesinden gelmiş ve bilincini artırmış olup otoritesini yeniden tesis etmek ve İslam’ı tatbik edecek, değerlerini ve fikirlerini yüceltecek devletini yeniden kurmak için önünde fazla bir zaman kalmamıştır; işte o zaman onlar, ne gölgelenebilecekleri bir gökyüzü ne de kendilerini taşıyacak bir yer bulamayacaktır.
Devrimlerden sonra ümmet, artık Doların kölesi olan yöneticilerin yaptıklarına güvenmiyor, aksine Rabbinin kendisinden razı olduğu ve sorunlarını da kaçınılmaz olarak çözecek olmasından dolayı İslam’a güveniyor; dolayısıyla eksik olan tek şey, denklemin ve pusulanan yönünü değiştirme imkanı olan Kenane ordusu başta olmak üzere ordu içerisindeki sadık kişilerin İslam projesine samimi ve dürüst bir şekilde yardım etmesidir; bu yüzden onlar ellerini, İslam Devleti’ni kurmak ve İslam’ın hükümlerini Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin altında tatbik konumuna getirmek için çalışan samimi insanların elleri üzerine koysunlar ki Allah bu devleti hızlandırsın ve Mısır askerlerini de onun Ensarları kılsın.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]
Hizb-ut Tahrir Mısır Vilayeti Medya Bürosu Üyesi
Said Fazıl
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazdı