Cuma, 27 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Erdoğan: Esad İle Bir Görüşme Ayarlıyoruz ve Tarihi Çağrımıza Destek Bekliyoruz!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Vai Dergisi

Erdoğan: Esad İle Bir Görüşme Ayarlıyoruz ve Tarihi Çağrımıza Destek Bekliyoruz!

Anadolu Ajansı'nın haberine göre Erdoğan,NATO Zirvesi’ne katılmasının akabinde ABD'nin başkenti Washington’dan dönüşünde uçakta gazetecilerin sorunlarına cevap verdiği sırada Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmesine ilişkin bir soruya Erdoğan, Dışişleri Bakanım Hakan Fidan “muhataplarıyla işin yol haritasını belirleyecek. Ona göre de inşallah adımı atacağız” dedi. Ve şöyle ekledi: “Biz Suriye’de adil bir barışın mümkün olduğunu düşünüyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğünün bizim de çıkarımıza olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz.” Erdoğan şunu da açıkladı: “Suriye’de inşa edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacaktır.” Ve şöyle devam etti: “ABD ve İran'ın da bu müspet gelişmelerden memnuniyet duyması ve (Suriye’de) çekilen onca acının son bulması için süreci desteklemesi gerekir.” Erdoğan şunu da belirtti: “Biz komşumuzdaki (Suriye) yangını söndürmek için yıllardır çaba sarf ediyoruz. Suriye'nin bir ve bütün olarak yeni bir gelecek inşa etmesi için oluşacak iklimden kimsenin rahatsızlık duymaması temel beklentimizdir.” Öte yandan şunu da vurguladı: “Bu süreci terör örgütleri zehirlemek için elinden geleni yapacaklardır. Provokasyonlar tertipleyip oyunlar kuracaklardır. Tüm bunların farkındayız ve hazırlıklıyız.” Ve şunu da ekledi: “Biz Suriye’de barış istiyoruz ve barışın yanında olan herkesi de bu tarihi çağrımıza desteğe bekliyoruz.” Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin “uygun şekilde” karşılık vermek için Suriye rejimi Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye ile ilişkileri iyileştirmek için bir adım atmasını beklediğini vurguladı. Erdoğan şöyle devam etti: “Biz dün Suriye ile düşman değildik ki, biz Esad ile ailece görüşüyorduk.Biz, davetimizi yapacağız.”Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Erdoğan ve Esad arasındaki görüşme için bir yaklaşımı olduğunu ve aynı şekilde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'nin de bir yaklaşımı olduğunu açıkladı. Ve şöyle ekledi: “Biz her yerde arabuluculuktan bahsediyoruz da, komşumuzla niye olmasın?” 

Ve şöyle devam etti: “Biz, davetimizi yapacağız ve davetimiz her an olabilir.Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirelim istiyoruz.”

El-Vai: Erdoğan, Suriye’de ve rol oynadığı her yerde Müslümanlar için en tehlikeli, en düzenbaz ve en aldatıcı bir yöneticidir; zira Erdoğan burada hem kendisini ifşa ettiği gibi hem de Suriye’deki olaya müdahalesinde İslam’ın ve Müslümanların hiçbir payı olmadığını, kabul ettikleri muhacirler için bir Ensar olmadığını, aksine Erdoğan, Amerika’nın çıkarı için Suriye’deki devrime düşük yaptırmaya çalışan ülkeler olarak oynadığı ve oynamakta olduğu kirli bir rol olduğunu da ifşa etmiştir. Dolayısıyla Türkiye rejiminin tutumlarını gözden geçiren bir kimse için, onun Müslümanlara yönelik komplonun tam merkezinde yer aldığı ve Halep, Guta ve diğer yerlere girerek rejimin güçlenmesine yol açan eylemlerde bulunduğu açığa çıkacaktır… Yani Erdoğan oradaki Müslümanlara karşı komplo kurmak için hem İran hem de Rusya ile koordinasyon kuruyor; Suriye rejimiyle ilgili olarak da Erdoğan, hiç utanmadan şöyle diyor: “Biz dün Suriye ile düşman değildik ki, biz Esad ile ailece görüşüyorduk… Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişte olduğu gibi aynı noktaya getirelim istiyoruz”… Peki Erdoğan’ın istediği hakkaniyetli barış Allah’ı razı etmek için mi yoksa şöyle dediği gibi midir: “ABD ve İran'ın da bu müspet gelişmelerden memnuniyet duyması ve (Suriye) çekilen onca acının son bulması için süreci desteklemesi gerekir.”

Kaynak: El-Vai Dergisi - 457. Sayı - 20/08/2024

Devamını oku...

Elektrik Enerjisinin Yüksek Fiyatlarına Yönelik Şerî Çözüm, Onu Kamu Mülkiyeti Haline Getirmektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Elektrik Enerjisinin Yüksek Fiyatlarına Yönelik Şerî Çözüm, Onu Kamu Mülkiyeti Haline Getirmektir!

Haber:

15 Ağustos'ta model şehir Lahor'da üst düzey liderlerin katıldığı bir parti toplantısına başkanlık yaptığı sırada Pakistan Müslüman Ligi Partisi (PML-N) Başkanı Nevaz Şerif, merkezdeki küçük kardeşi Şehbaz Şerif ve Pencap'taki kızı Meryem Nevaz hükümetlerine, partinin yeniden canlanması için olmazsa olmazlardan olan artan elektrik faturaları sorununun çözümü için birlikte çalışma talimatı verdi. (El Fecr Pakistan)

Yorum:

Maliyeti katlanılamaz hale gelen elektrik, Pakistan’daki insanları ve ekonomiyi mahvediyor. Çözüm, özel enerji üreticilerinin sahipleriyle yeniden müzakere yapmak değil, elektrik enerjisinin kamu mülkiyeti olduğunu ilan etmektir. Bu mesele artık önemli bir ulusal mesele haline gelmiştir. Zira toplumun her kesimi elektrik fiyatlarına yapılan zammı protesto ediyor. İş adamları, tüccarlar, sanayiciler ve çiftçiler enerji maliyetlerinin düşürülmesini talep ediyor; zira şu anda onlar, elektrik maliyetini karşılayabilecek kârlar elde edemiyorlar. Sorun o kadar ciddi bir boyuta ulaştı ki mevcut Başbakan, enerji fiyatları düşmeden ekonominin büyüyemeyeceğini itiraf etti.

Ancak çözüm, bağımsız enerji üreticileriyle yeniden müzakere yapmak değildir. Zira bu sorunun temel nedeni kapitalizmi uygulayan demokratik sistemdir. Nitekim demokrasi, Dünya Bankası’nın talebi üzerine 1994 yılında enerji politikasının ortaya çıkmasına yol açmış, bu da özel yatırımcıların, bağımsız elektrik üretimi sözleşmeleri yoluyla bu politikaya girmelerinin önünü açmıştır. Bu yüzden Pakistan şu anda 46 bağımsız enerji projesine sahiptir.
Yeniden müzakere etmek kısa bir süreliğine bazı kolaylıklar sağlayabilir ancak pahalı elektrik sorununu kalıcı olarak çözmeyecektir. Dolayısıyla enerji üretiminde özel mülkiyet devam edecektir; çünkü kapitalizm, enerji sektöründe mülkiyet özgürlüğünü dayatmaktadır. Bu nedenle demokrasi var olduğu sürece kapitalizm de var olacak, dolayısıyla pahalı elektrik sorunu da devam edecektir.

Pahalı elektrik enerjisinin çözümü sadece İslam’dadır. Zira şerî hükme göre elektrik enerjisi tüm toplum için kamu mülkiyeti olup enerjiden ya da fiyatından tüm toplum yararlanır ve elde edilen kar toplumun ihtiyaçları için harcanır. Nitekim İbn-i Abbas’tan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثَةٍ: فِي الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّارِMüslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, merada ve ateşte.” [Ebu Davud rivayet etti.] İbn-i Mace, Ebu Hureyra Radıyallahu Anh’dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ثَلَاثٌ لاَ يُمْنَعْنَ: الْمَاءُ وَالْكَلَأُ وَالنَّارُÜç şey men edilemez; su, ateş ve mera.

Şemsü'l Eimme (imamların güneşi) Serahsi Mebsut’ta şöyle demiştir: “Eğer arazisini ve koyunlarını sulamak için iki aylığına bir kuyu kiralarsa caiz değildir ve aynı şekilde nehir veya göz-pınarda da caiz değildir; çünkü kastedilen su olup o da kira sözleşmesiyle sahip olunması caiz olmayan göz-pınardır; çünkü suda asıl olan, kişi kendi kabıyla korumadığı sürece mubah olmasıdır ve insanlar arasında ortaktır; zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: النَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ فِي الْمَاءِ وَالْكَلَأِ وَالنَّارِİnsanlar üç şeyde ortaktır: su, ateş ve mera.” Dolayısıyla onu kiralayan da bir başkası da aynıdır; bu nedenle onun ücret almaya hakkı yoktur.”

Yakıt ve elektrik, ateş hükmüne girmektedirler; dolayısıyla elektrik kamu malı olup hiçbir birey, şirket ya da hükümet ona sahip olamaz. Bu yüzden Hilafet, enerji üretimi ve dağıtımında özel mülkiyeti ortadan kaldırarak özel şirketlerin kârlarını denklemden çıkarmak için çalışacaktır. Ayrıca Hilafet, enerji sektöründen elde edeceği her türlü karı toplumun ihtiyaçları için harcayacaktır. Şeriatın hükmü, laik demokratik bir sistemin altında asla uygulanamayacaktır. Bu yüzden Hizb-ut Tahrir, tüm Müslümanları, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin gölgesinde İslam şeriatının tam olarak uygulanmasını yeniden tesis etme çabalarına katılmaya davet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Şahzad - Pakistan

Devamını oku...

Yahudi Yahudidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Yahudidir!

Haber:

Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki Siyasi Bürosu üyesi Gazi Hamad, Yahudi varlığının Doha müzakerelerini ve arabulucuların çabalarını başarısız kıldığını ve hiçbir ilerleme kaydedilmediğini vurgulayarak “Doha müzakerelerinde ihtilaflı konuların hiçbiri çözüme kavuşturulmadığı” eklemesinde bulundu. (Rayul Yevm)

Yorum:

Birincisi: Allah’ın Kitabı’nı tedebbür eden biri, onun Yahudilerden bahsettiğini, bize onların karakterlerini açıkladığını ve bu karakter ve davranışları konusunda herkesin hemfikir olduğunu ve aralarında hiçbir anlaşmazlık olmadığını görecektir; örneğin ayetler onların şu karakterlerinden bahsetmektedir:

Allah’a karşı edepsizdirler, O’nun peygamberlerini öldürdüler, hakkı inkar ederler, kendileri dışındakilerin iyiliğinden nefret ederler, Allahu Teala’nın haramlarını helal kılarlar, Allah’ın Kitabı’nı kaldırıp atarlar, sihre ve Şeytan’ın vehimlerine uyarlar, kelimelerin yerlerini değiştirirler, dünya hayatına düşkündürler, zelil bile olsalar dünya hayatını severler, korkaktırlar, ölümü kerih görürler; nitekim gözlerinin önündeki ayetleri ve mucizeleri gördükten sonra bile peygamberleri Musa’dan kendileri için bir tanrı yapmasını istediler, buzağıya tapmakta ısrar ettiler, din konusunda kibirlidirler, herhangi bir meselede ısrar ederler, boyun eğmezler ve razı olmazlar…

Bunlar ayetlerde bahsedilen özelliklerden bazılarıdır.

İkincisi: Araştırmamızın konusu ve bu yorumun odak noktası olan Allah Azze ve Celle’nin Kitabı’nın bahsettiği en belirgin özelliklerden biri de antlaşmaları ve sözleşmeleri bozmalarıdır:

Şöyle buyuran Allahu Teala, onların antlaşmalarının ve sözleşmelerinin hakikatini ortaya çıkarmıştır: الَّذِينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ فِي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لاَ يَتَّقُونَKendileriyle antlaşma yapıldığı halde, her defasında Allah’tan korkmadan yaptıkları antlaşmayı bozanlardır.” [Enfal 56] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: أَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْداً نَبَذَهُ فَرِيقٌ مِنْهُمْ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.” [Bakara 100] Allah’ın şehadetinden sonra bir şehadet mi var?!

Beni Kaynuka Yahudileri, Bedir Savaşı’ndan ve Müslümanların müşriklere karşı elde ettiği zaferinden sonra ihanet ettiler ve anlaşmanın üzerinden sadece bir yıl geçmişti; Beni Nadir Yahudileri Uhud Savaşı’ndan sonra ihanet ettiler ve Uhud Savaşı’nda başlarına gelenlerden sonra Müslümanlara saldırmaya cüret ettiler. Aynı şekilde Beni Kureyza da, Müslümanlar için en zor ve en karanlık şartların olduğu Ahzab günü ahitlerini bozdular... Doğruluğunu bildikleri ve peygamberliğine iman ettikleri kişiye karşı ahlakları böyleyse, onlardan başkalarıyla olan antlaşmalara bağlı kalmaları beklenebilir mi?! Yahudilerin kendilerinden daha aşağı ve konum olarak daha zayıf olan kimselerle yaptıkları anlaşmalara karşı dürüst olmaları beklenebilir mi?!

Yahudilerin antlaşmaları bozdukları bilindiği için onlara hiçbir şekilde güven olmaz, zaten onlardan çoğunun iman etmesi için bir umut da yoktur; çünkü pek azı hariç onların işlerine sapkınlık egemen olmuştur… Antlaşmaları bozduklarında her zaman bir grup tarafından olmasa da diğer grup tarafından gerçekleşmektedir; hiç kimse onların az olduğunu sanmasın, bilakis onlar çokturlar; bunun delili Allahu Teala’nın şu kavlidir: بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَZaten onların çoğu iman etmez.” [Bakara 100]

Biz bunu, Aksa Tufanının üzerinden on aydan fazla bir süre geçmişken ve dünya bazen Doha’daki bazen de Kahire’deki müzakerelerden bahsederken söylüyoruz; zira onlar imkânsız şartlar dayatıyorlar ve onların kana susamışlıklarını ne silah ne de top durdurmadığı gibi onların uçaklarını ve toplarını da sakinleştirmedi; peki Subhanehu ve Teala’nın söylediği hak olduğunda şüphe olmayan kesin bir hakikati terk edip orada ve buradaki serapla mı dikkatimizi dağıtacağız?!

Olaylar hiç şüphesiz bu gerçeği teyit etmiştir; zira Yahudiler savaşı durdurmak istemiyorlar. Bu yüzden hedeflerine ulaşana kadar savaşın durmaması için imkânsız hedefler belirlediler; bu hedefleri belirlerken de çok hilekâr ve kurnazdılar; çünkü savaşın ve durumun gerçekliğini ve bunun bir varoluşsal savaş olduğunu anladılar. Peki Müslümanlar Yahudilerin anladığı şeyi anladılar mı?

Filistin halkı acımasız bir savaş makinesinin önünde terk edildiler ve tüm dünya her araç ve yöntemlerle Yahudilerin yanında yer aldı; bu yöntemlerin en habis olanlarından biri de, Allah ile birlikte olmak yerine Allah’ın sonsuza dek ortadan kaldırılmasına hükmettiği işgalci, katil ve cani düşmanla müzakereler fikridir! Bu görev sadece düşmanı, onunla birlikte olan tüm küfrü, küfrün yardımcılarını ve küfrün araçlarını defetmek için büyük fedakarlıklar gösteren Gazze halkının değil, özellikle kuvvet ehli olmak üzere tüm ümmetin görevidir. Savaşın durdurulması hakkındaki konuşma ise Yahudiler için, varlıklarını pekiştirmeye ve sözde heybet ve bekalarını yeniden tesis etmeye çalışmak için bir savaş molasından başka bir şey değildir. Ancak tüm bunlar Allah’ın izniyle kısa bir süre için olup İslam ordusunun ve devletinin önünde Yahudilere Şeytanın vesveselerini bile unutturmak için asla dönüşü olmayan bir zaman vardır; Allah’ın izniyle tüm bunların gelmesi de çok yakındır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan – Ürdün

Devamını oku...

Uluslararası Örgütler, Batı’nın Müslüman Ülkelerdeki Casusluk Araçlarıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Uluslararası Örgütler, Batı’nın Müslüman Ülkelerdeki Casusluk Araçlarıdır!

Haber:

Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Sudan’daki insani durumun savaş nedeniyle feci bir çöküş halinde olduğunu belirterek yaygın yağışlar ve sellerin durumu daha da kötüleştirdiğini ve bunun da Haziran ayından bu yana 20.000’den fazla insanın yerinden olmasına yol açtığını kaydetti.

Yorum:

Birleşmiş Milletler Örgütü ve türevleri için de durum aynıdır; zira onlar da ne için kurulduklarını unutup sayım çalışmaları yapıp kamuoyunun görüşünü ölçerek Müslümanların kusurlarını ortaya çıkarmak ve onlara karşı casusluk yapmak için çalışıyorlar! Nitekim onların ayıpları, Suriye, Yemen ve başka yerlerde açlıktan dolayı ölümle karşı karşıya kaldıkları bir zamanda Müslüman yaşlıların, kadınların ve çocukların görüntüsünden dolayı yürekleri parçalayan ve gözleri yaşartan felakete uğramış Müslüman ülkelerde ortaya çıkmıştır; bakın işte haberlerin ve medyanın yayınladığı açıklık haberlerinin çıktığı Haşim Gazze ortada ama bu örgütler, Batı ülkelerinin Filistin’deki halkımıza karşı bir komplo aracıdır.

Sudan’daki savaşın ardından onun güzel halkı yerlerinden edilip komşu ülkelere sığındılar ancak bu zehirli örgütlerden, herhangi bir şey vermeden rapor ettikleri dakik istatistikler dışında hiçbir şey göremediler! Nitekim haberler, gerek Etiyopya topraklarında yaşadıkları acı ve zorluklar, gerekse aylarca barınak ve yiyecek bulamadıklarından dolayı çocuklar, yaşlılar ve hamile kadınlar da dahil olmak üzere, bazılarının ölmesi yüzünden altı binden fazla yerinden edilmiş insanın günlerce ve gecelerce yürüyerek geri döndüğüne dair bu talihsiz görüntüler gibi yerinden edilmiş kişilerin ve mültecilerin acılarını aktarmaktadır.

Bu örgütlerin Sudan dışındaki mültecilere ulaşamadıklarını varsaysak bile ancak bizler, Darfur kamplarında ve aynı kaderi paylaşan diğer şehirler olmak üzere ülke içindeki yerinden edilmiş kişilerin durumunun daha kötü olduğunu görmekteyiz. Zira Reuters’un raporu gibi haber raporları, Darfur’daki mülteci kamplarındaki yerinden edilmiş kişilerin beslenmek için ağaç yaprakları ve toprak yediklerini belirtmektedirler ancak kıtlık tehdidini ortadan kaldıracak acil tedaviler söz konusu değildir; bu da bu örgütlerin bağlı olduğu kapitalist sistemden kaynaklanmaktadır. Kapitalist sistem ise halkların zenginliklerini yağmalamak, onları yoksullaştırmak ve Batılı ülkelerin bu örgütlerde çalışan casusları aracılığıyla girişlerine doğrudan bir sebep olsun diye üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırdıkları yerlerde sorun ve huzursuzluklar üretmek üzere kuruludur. Dolayısıyla bu örgütler sadece açgözlü kapitalizmin çıkarlarının gerçekleşmesine önem vermektedirler.

Peki insanların acıları günden güne artarken bu örgütler hani neredeler?!

Peki Müslümanlar, ne zaman kâfirlerden bir iyilik bekler hale geldiler?! Bu, Hilafet Devleti’nin yıkılmasından ve (ümmetin) çobanı/yöneticisi Halife’nin kaybolmasından sonra meydana gelmiştir; bu nedenle kesinlikle amellerin en üstünü ve faziletlisi olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak vaciptir; zira Hilafet kurulduğunda, bu habis Batılı örgütleri kovacak, yabancı elçilikleri, şer ve komplo yuvalarını kapatacaktır. Allah Subhanehu ve Teala’nın izniyle bunun gerçekleşmesi çok yakındır:إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيداً * وَنَرَاهُ قَرِيباً Doğrusu onlar (onu) ihtimalden uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” [Mearic 6-7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdusselam İshak - Sudan

Devamını oku...

Yeryüzünde Büyüklük Taslayan Her Bir Zorbanın Sonu Yok Olmaktır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yeryüzünde Büyüklük Taslayan Her Bir Zorbanın Sonu Yok Olmaktır!

Necis kâfirler şu anda sahip oldukları bu güçten dolayı sakın sevinmesinler; zira bu güç, İslam Devleti’nin yıkılmasından ve sömürgeci kâfirin bizleri Sykes-Picot’un hangarlarına hapsederek sahneden uzaklaştırmasından, böylece onları (necis kâfirleri) caydıracak herhangi bir güç olmaksızın içerisinde otladıkları alanın genişlemesinden sonra onlara giydirilen kırılgan bir kabuktan başka bir şey değildir. Ayrıca bugün onların sahip oldukları bu cephanelikler, Allah Azze ve Celle’nin gücünün zerre miktarına eşit değildir: وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُم بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِن مَّحِيصٍKendilerinden önce, onlardan daha güçlü olup yeryüzünde şehirler kurarak aralarında gidip gelen nice toplulukları yok ettik. Kurtuluş var mı?” [Kaf 36] Dolayısıyla necis kâfirlerin ve onları dost edinenlerin akıbeti de kendilerinden önceki zorbaların akıbeti gibi, hatta daha da kötü olacaktır. Aynı zamanda onların akıbetleri, her ikisi de askerleriyle birlikte denizde boğulan Firavun ve Haman’ın, yerin dibine batan Karun’un ve üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atılan Ebrehe’nin akıbeti gibi olacaktır… İşte o zaman göğüsleri ferahlatan ve kalplere şifa veren bir sahne olacaktır.

Ancak bu harika ana, yani zalimlerin devrildiği ve mustazafların muzaffer olduğu bu ana ulaşabilmemiz için her bir samimi Müslümanın o ana ulaşmak için çalışması ve elinden geldiği kadar çaba ve zaman ayırması gerekmektedir; bu da hem bu zaferi gerçekleştirmek, hem de maymunların ve domuzların kardeşlerinin sırf dokunmak için bile dokunmasından daha temiz olan boyunları özgürleştirmek için çalışarak olacağı gibi bu da Allahu Teala’nın şu kavline istinaden yaratılmışların en hayırlısı ve en temizi olan Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i örnek alarak olacaktır: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآَخِرَ Andolsun ki, Allah’ın Rasulü’nde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için güzel bir örneklik vardır.” [Ahzab:21] Nitekim Salâvatu Rabbuna ve Selamuhu Aleyh, önce yeryüzünde Allah’ın şeriatını tatbik edecek bir devletin kurulması, ardından da devleti ve Müslümanları, ülkeleri fethetmek ve halkları tiranlardan kurtarmak amacıyla cihad için seferber olmalarıyla başlayarak değişimin yolunu kolaylaştırmıştır; işte bu, Müslümanların tarihinde, onları zayıflık ve muhtaç durumundan, büyüklük ve cihad farzını yerine durumuna taşıyan belirleyici bir an olmuştur. Zira sadece bu devlet Müslümanların hepsini, Müslümanların namus ve canlarının ihlal edilmesinden dolayı damarlarındaki kanı kaynayacak ve bu emanetin hakkını verip onu hakkıyla gözetecek tek bir Halife’nin altında ve “لا إله إلا الله محمد رسو الله” sancağı olan tek bir sancağın altında birleştireceği gibi yine sadece bu devlet, وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72] şeklindeki yardım farzını gerçekleştirmek için orduları harekete geçirecektir. Yine Allah’tan sonra bizleri değişim sünnetinden koruyacak olan da sadece bu devlettir.

O halde azimlerinizin zayıflamasından ve nefislerinize ümitsizliğin sirayet etmesinden sakının ve bugün bizim Müslüman kardeşlerimiz için yüreklerimiz eriyip yorulduğu gibi Sahabe’nin de (Allah onlardan razı olsun) yürekleri eriyip yorulduğunda ve bedenleri bitkin düştüğünde Allah’ın onlar için şu ayeti indirdiğini hatırlayın: وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَFiravun ve askerleri, bize döndürülmeyeceklerini sanarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!” [Kasas 39-40] Dolayısıyla Allah tüm azametiyle onları yakalayıverdi ve onların varlıklarını yok etti; böylece onlar, sanki bu dünyada bir saat bile yaşamamış gibi oldular; işte bizlerden her birimizin aklında tutması gereken şey, bu savaşın Allah Subhanehu ve Teala’nın savaşı olduğu, bu savaşı planlayıp idare edenin Allah Celle ve Âla olduğu ve Subhanehu’nun asla mağlup edilemeyeceğidir.

فَانظُرْ“Bak işte” kelimesi, sabrının tükendiğini ve nefsinin daraldığını hisseden her Müslüman için, bu insanların sonunu düşünmesi ve umutsuzluğa kapılmaması için açık ve doğrudan bir emirdir; dolayısıyla o zalimleri boğup yerin dibine geçiren Allah, bugünkü lanetli insanlar ve kendilerini güçlü sanan kâfir Batı için de aynı sonucu gerçekleştirecektir. Zira zafer Allah’ın elindedir ve O bize yeter: وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌAyetlerimizi yalanlayanları hiç bilmedikleri yerden adım adım yıkıma götürürüz. Onlara mühlet veriyorum. (Ama) bilin ki Benim cezalandırmam çok çetindir!” [Araf 182-183] Dolayısıyla tuzak Allah Subhanehu’nun tuzağı, bizler bu savaşın askerleri ve savaşın komutanı da, her şeyden münezzeh olan Tebareke ve Teala’dır; bu yüzden bu ümmetin zaferi hakkında şüpheye düşen kişi, Allah Azze ve Celle’nin yardımı hakkında da şüpheye düşen kişi gibidir! Dolayısıyla karşımızda gördüğümüz şeyler onlara yönelik tuzaktan başka bir şey değildir: وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللهُ وَاللهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ﴾Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.” [Enfal 30] Nitekim Ebu Cehil ve Ümeyye Bedir'de Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile savaşmak için yola çıktıklarında, kendi sonlarıyla karşılaşacaklarının farkında bile değillerdi; hatta savaştaki zaferlerinden sonra kutlama yapmak için şarap yüklü yüz deveyle yola çıkmışlardı! Yani zalimlerin zayıf oldukları anda yenildikleri hiçbir zaman olmamıştır; aksine güçlerinin doruğuna ulaştıkları anda yenilgiye uğramışlardır. فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَBu azap onlara, hiç beklemedikleri bir anda ansızın gelip çatacaktır.” [Şuara:202] Bu nedenle düşmanımızın gücü bizim zayıflığımızın veya zafere uzak olduğumuzun delili değildir; bugün Batı ve Yahudiler güçlerinin en üst seviyesinde olup daha da büyüyecekler ancak güçlerinin zirvesine ulaşıp bizi yeneceklerinden emin olduklarında işte o zaman Allah’ın izniyle zafer gelecektir.Bu nedenle bu kafirlerin ve Amerika’nın yöneticilerinin küstahlığı ve Arap yöneticilerin ihanette en üst seviyelerine ulaşmış olmaları, Allah'ın inayetiyle zaferin yakın olduğunun işaretlerinden biridir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Amine Arus

Devamını oku...

Ümmete ve Fikirlerine Komplo Kurmaya Yönelik Konferanslara ve Onun Mefhumlarını, Ölçülerini ve Kanaatlerini Değiştirmeye Yönelik Girişimlere El-Ezher’in Sarığını Takan, İlim ve Alimlerin Cübbesini Giyen Laikler Liderlik Ediyor

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ümmete ve Fikirlerine Komplo Kurmaya Yönelik Konferanslara ve Onun Mefhumlarını, Ölçülerini ve Kanaatlerini Değiştirmeye Yönelik Girişimlere El-Ezher’in Sarığını Takan, İlim ve Alimlerin Cübbesini Giyen Laikler Liderlik Ediyor

Mısır Haber Kanalı (Nile), 4/8/2024 Pazar günü internet sitesinde, Mısır Evkaf Bakanı’nın, Mekke kentinde düzenlenen 9. Vakıflar ve İslam İşleri Bakanları Konferansı’nın açılış oturumunda yaptığı konuşma sırasında konferansın konusunun önemini şu şekilde vurguladığını aktardı; “İslam İşleri ve Vakıflar Bakanlıklarının mutedil ilkeleri teşvik etme ve ılımlılık değerlerini pekiştirmedeki rolü”, konferansın çalışma gündemi ve geniş kapsamlı ekseni ve Müslümanların kaygıları ele alınmış olup onların sorunları tartışıldı; zira konferansta sunulan konuların başında, “şiddet ve terörizmin ateşini söndürmemiz ve bu zamanımızda dinimize ve vatanlarımıza sadık olmamız amacıyla hepimizin şiddetin, tekfirin, aşırıcılığın, radikalizmin ve şiddetin her biçimine karşı harekete geçebilmemiz için tüm kapasitelerimizin, enerjilerimizin, bakanlıklarımızın, kurumlarımızın ve ülkelerimizin seferber olması amacıyla radikalizm ve aşırılıkla yüzleşme konusunun yanı sıra minberlerin güçlendirilmesi konusu” yer almıştır. Evkaf Bakanı şunları da vurguladı; “Konferansın, önerdiğimiz ve insanlara ulaştırmaya çalıştığımız en önemli ortak hedeflerinden ve gündemlerinden biri; vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık konusudur. Zira terörist ve aşırılık yanlısı grupların vatanı cüceleştiren ve küçümseyen bir söylem sunma konusunda aktif olduğu geçmiş dönem ve on yıllar göz önüne alındığında bu konu çok önemli bir konudur. Her kim vatanın bir avuç toprak olduğunu, vatanın sömürgecinin türettiği sınırlardan ibaret olduğunu söylerse, mevcut vatanlarımızın ve ülkelerimizin şartlarına saldırmak istiyordur. Her kim de vatanın ümmet fikrinin karşıtı olduğunu söylerse, reddedilir…” Evkaf Bakanı saydığı, takip ettiği, yüzleştiği ve yanlış fikirler sisteminden söküp attığı diğer şeylerin yanı şu eklemede bulundu: “Vatan meselesi büyük bir meseledir; zira Hanif şeriat, insana vatan meselesine saygı göstermeyi öğretmek için gelmiştir.”

Kahire’deki el-Ezher ile Harameyn beldesi arasındaki komplocular bir araya gelerek Batı’nın emrini yerine getiriyorlar ve Batı’nın fikirlerini yayıp onun kültürünü pekiştirmek ve insanları İslam’ın fikirlerinden ve onun siyasi ve pratik akidesinden uzaklaştırmak için çalışıyorlar.

Batı’nın desteklediği ve onun yöneticilerden oluşan ajanlarının hırs gösterdiği konferanslar, otoritesini ve devletini kaybetmiş, kutsalları çiğnenmiş, mukaddesatları ihlal edilmiş ve kanları dökülmüş halkımıza hitap ederek onlardan, mutedillik ve ılımlılıkla bezenmelerini ve radikallikten, aşırılıktan ve terörizmden uzak durmalarını istiyorlar! Dolayısıyla güçleri yettiğince dini söylemi tekellerine alma yolunda çalışıyorlar, insanları dinleri konusunda aldatıyorlar, kendileri dışında İslam hakkında konuşan herkese şüpheyle bakıyorlar, onları şiddetle, radikallikle, terörizmle, Haricilerin dini üzere olmakla suçladıkları gibi insanları Batı'ya boyun eğme ve hain yöneticilerden oluşan ajanlarına itaat etme gerçekliğinden çıkaran doğru düşünceye davet edenleri veya ümmeti birleştirecek ve ülkelerimizi bölen sınırları ortadan kaldıracak İslam Devleti’ni kurmak için davet taşıyanları insanların nefret ettiği vasıflarla suçluyorlar. Bu nedenle konferansçılar-katılımcılar, komplolarını hayata geçirmek için kafa karışıklığına başvuruyorlar, seferberliklerinin şiddet ve terörün ateşini söndürmek ve dinin ve vatanların güvenliği için olduğunu iddia ediyorlar ve insanlara taşımaya ve onların zihinlerinde pekiştirmeye çalıştıkları konferanslarının en önemli hedeflerinin de vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık meselesi olduğunu vurguluyorlar!

Yani İslam, onun taşınması ve tatbik konumuna getirilmesi, onların hedeflerinin ve söylemlerinin öncelikleri arasında yer almıyor; aksine konferans, İslam ve akidesi yerine vatancılığın bir bağ olması, vatana olan bağlılığın Allah ve Rasulü’ne olan bağlılıktan önce olması, vatan için olan fedakarlığın din ve akide için olan fedakarlıktan önce olması ve vatan kardeşliğinin İslam kardeşliğinden önce olması için bu fikirlerin kabulünü ve insanların zihinlerinde derinleştirilmesini kolaylaştırmak amacıyla İslami söylemin nasıl istismar edilebileceğini tartışıyor. Zira iddialarını destekleyen gerçek şerî bir delil zikretmeden, bağlılık ve savunma talebinin mahalli olan sözde vatanın hakikatine ve gerçekliğine dair bir açıklama yapmadan, hatta Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke hakkındaki, وَاللهِ إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَى اللهِ وَلَوْلَا أَنِّي أُخْرِجْتُ مِنْكِ مَا خَرَجْتُEy Mekke! Vallahi sen yeryüzünün en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan ülkesisin senden çıkarılmış olmasaydım çıkmazdım” kavli dışında bu vatanın nasıl tanımlandığını bile belirtmeden Hanif şeriatın insanlara vatana saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini ve vatanı sevmenin ve savunmanın imandan olduğunu iddia ediyorlar; oysa Allah’ın Rasulü’nün kavlinde hiçbir şekilde vatan veya vatancılığa işaret edilmemiş, bilakis Mekke’nin diğer beldelerinden daha üstün olduğunu haber vermiştir. Bu arada Şari’nin bir bütün olarak ümmete yönelik hitabı tek hitap olup Hicaz, Necd, Mısır, Suriye veya başka bir yerin halkı diye hitap etmemiştir. Bilakis tek bir ümmet olması vasfıyla ümmet olarak hitap etmiştir: وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةًDoğrusu bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir.” [Enbiya 92] Ayrıca ümmeti bölmeyi nehyetmiş, toprak, kabile ve ırk taassupçuluğunu zemmetmiş ve milliyetçilik hakkında şöyle buyurmuştur: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌOnu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” Yine ümmetin vahdetinin ve tüm İslam ülkelerinin, kendilerini İslam’a göre yöneten tek bir yönetici altında birleşmiş tek bir devlet olmasının vacip olduğuna vurgu yapılmıştır; zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ، يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ، أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ، فَاقْتُلُوهُİşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün”… Şeriatın vatana saygı duyduğu yalanını nereden getirdiler acaba?! Peki bu vatan, Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan ve Kuveyt devleti mi ya da hangisi?! Vatana kutsallık kazandıran şey nedir ki şeriat insanlara ona saygı göstermeyi öğretmek için gelmiş olsun?! Sykes ve Picot’un çizmiş olduğu sınırlar mı ona kutsallık kazandırıyor?! Peki İslam ile yönetmeyen karton devletçiklerin yöneticileri için, ümmetin boynunda bir bağlılık söz konusu olabilir mi?! Bu ülkeleri, Sykes-Picot’un hangarları olarak adlandırabilir miyiz? Ümmet-i Muhammed’in devletçiklerinin olması caiz midir? Ümmetin İslam’dan başka bir şeyle yönetilmesi caiz midir?

Şüphesiz bu konferanslar, el-Ezher’in sarığını takan, kendilerini fetva ve alimlerin adıyla mesh eden laikler tarafından İslam adına ümmete karşı kurulan komplonun ve ümmeti aldatma girişimlerinin bir halkasıdır. Bu arada onlar, Batı’daki efendilerinin kini gibi İslam’a kindar olup İslam’ın temellerini baltalamak ve insanları siyasi ve pratik akidesinden ayırmak için çalıştıkları gibi; rejimlerin desteğine yaslanarak insanları bilinçlendirmeye çalışan ağızları susturmak, insanlara taşıdığı hayrı gizlemek ve kendileri için İslam adına insanları aldatmak kolay olsun diye, iki yüzyılı aşkın bir süredir insanları dinleri hakkında cahil bırakmak için çalıştılar!

Ancak bu konferanslar sırasında ortaya atılanların hepsi, hiçbir gerçek değeri olmayan, geçici hayvani bir bağ olmasından dolayı insanları birbirine bağlayan, bir bağ olmaya elverişli olmayan, sadece vatana bir saldırı olması durumunda ortaya çıkan ve şeriatın zemmettiği cahili milliyetçilik davalarına çağrıda bulunan, bunun da ötesinde kendisinden insanların sorunlarına yönelik tedaviler ve meselelerine yönelik çözümler çıkmayan ve hayatta insanların ilişkilerini düzenleyen kanunlar için bir temel olmaya elverişli olmayan fikirlerdir. Dolayısıyla bunlar, Batı ve ajanlarının, ümmeti etkilemeyi ve ümmet ile ümmeti kalkındırmak ve onun otoritesini yeniden tesis etmek için çalışan ümmetin evlatlarından samimi İslam davetini taşıyanların arasını engellemeyi düşündükleri çöldeki serap olan fikirlerdir. Böylece ümmet için, Batı’nın kendisinden razı olacağı ve onun varlığını, hegemonyasını ve İslam beldelerinin Batı’ya olan bağımlılığını kabul edeceği yeni mefhumlar ve mefhumlarına ve sabitelerine yönelik yorumlar ortaya çıkaracaklardır. Dolayısıyla bu fikirlerin içinde İslam’ın uygulanmasına yönelik bir arayış ya da İslam Devleti’ni yeniden kurmaya yönelik bir çalışma yoktur ki Batı’nın uykusunu kaçıran ve beldemizdeki ajan yöneticilerine, Mısır’ın, el-Ezher’in ve alimlerin ülkesi olmasının yanı sıra tüm ümmetin ilim feneri ve değişim için bir sıçrama tahtası olarak baktığı Mısır rejiminin önderliğinde ümmeti dininden tamamen ayırmak için tüm araçlarını kullanmaları talimatını vermesine neden olan şey işte budur.

Ancak Batı ve onun ajanı olan yöneticiler hayal kırıklığına uğramıştır; çünkü onların taşıdıkları ve yaydıkları tüm bu fikirlerin hiçbir değeri olmadığı gibi çöldeki bir seraptan başka bir şey değildir; bilakis belki de İslam güneşinin ilk ışığının ve onun pratik akidesinin sıcaklığının ortaya çıkmasıyla kaybolan bir seraptan bile daha azdır. Zira İslam’ın fikirleri, temeli akli olarak sabit olan ve kaynağı da kesinlikle Allah Azze ve Celle’nin vahyi olan güçlü fikirlerdir. Bu yüzden Batı ve ajanlarının, doğru bir fikir taşıyanların karşısında durabilecek güç ve enerjisi yoktur. Belki de bu bize, (ABD merkezli düşünce kuruluşu) RAND Corporation’ın 2004 yılında Amerikan yönetimine sunduğu ve içerisinde Hizb-ut Tahrir’i fikirler savaşında ana savaşçı olarak nitelendirdiği raporunda bahsettiği şeyleri hatırlatmaktadır; nitekim burada partinin gücü, İslam’ın fikirlerine sımsıkı bağlılığında, bunları sahih bir fikir olarak taşımasında, bu fikirler hakkında herhangi bir taviz vermeyi reddetmesinde ve bu fikirleri, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretinden doğru bir şekilde istibat edilmiş bir metotla yönetime taşımak ve tatbik konumuna getirmek için titizlikle yaptığı çalışmasında yatmaktadır. Zira bizler, yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin vaadinin gerçekleşmesini engelleyecek hiçbir gücün bulunmadığını kesin olarak biliyoruz; bu nedenle bizler, Allah Azze ve Celle’nin yardımına ve kudretine, onların tuzaklarını boşa çıkaracağına tamamen güvenerek şerî metoda göre çalışmak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

İslam ümmeti, Arabıyla, Acemiyle, Şamlısıyla, Farslısıyla ve Kürdüyle diğer insanların dışında tek bir ümmet olup Allah onların kalplerini birleştirmiş, İslam kardeşliğini ve akidesini aralarındaki bağ yapmış ve Arap ile Acem, kırmızı, beyaz ve siyah, hatta erkek ve kadın arasında hiçbir fark olmaksızın Şâri Allah Azze ve Celle’nin ümmete yönelik hitabı tek bir hitap olmuş, tüm teklifler ümmet olması vasfıyla ümmete yönelik olmuş olup Mısır, Şam ve Yemen halkına yönelik bir hitap ise göremedik. Dolayısıyla bu, Allah’ın bize yönelik hitabı olduğuna ve O’nun Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bizi tefrika, mezhepçilik, ihtilaf ve milliyetçilik konusunda uyardığına göre o halde nasıl olur da bunları kendimiz için kabul edebiliriz?! Bizimle mübarek topraklardaki halkımızın arası vatan, sınırlar ve tellerle ayrılmışken, hatta bizler onların öldürüldüğünü görüyorken, onlara yardım etmek için elimizi uzatamıyorken ve onlar bizim kardeşlerimiz, Filistin toprakları bizim topraklarımız ve onu özgürleştirme görevi de bizim boynumuzun borcu olduğu halde ordularımız onları desteklemek için harekete geçmiyorken nasıl olur da vatan kardeşliği akide kardeşliğinden önce olabilir?! Dolayısıyla en büyük görev Kenane askerlerinin üzerinde olduğu halde vatan sınırları, şeriatın onlara Gazze halkına yardım etme vacibini yerine getirmelerini engellemektedir; el-Ezher ise şeriatın insanları bu sınırlara saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini iddia ediyor!

İslam sınırları ve kavmiyetleri kabul etmediği gibi çok sayıda İslam Devleti’nin olmasına da izin vermemektedir; bilakis İslam Devleti’nin, Halife veya İmam olarak adlandırılan tek bir yönetici tarafından yönetilen tek bir devlet olmasını vacip kıldığı gibi ümmete de ona biat etmeyi, ona itaat etmeyi ve rıza ve tercihle verdikleri otoritesiyle çekişmek isteyen kişiye karşı çıkmayı da vacip kılmıştır. Zira Hilafet veya İmamet, din ve dünya işlerinde tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Nitekim Ebu Said el-Hudri’den Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الْآخِرَ مِنْهُمَاİki Halife’ye biat edilirse, onlardan ikincisini öldürün.” Yine Abdullah İbn-i Amr’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: وَمَنْ بَايَعَ إِمَاماً فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِHer kim bir İmama (Halifeye) biat edip elinin ayasını ve kalbinin semeresini verirse, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir diğeri onunla (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmek için gelirse, o diğerinin boynunu vurun!” [Müslim rivayet etti.] Dolayısıyla Darü'l-İslam genişlesin ya da genişlemesin, aynı dönemde iki Halifenin İmameti caiz değildir; zira bu, her ne kadar tarihte bunun aksi olmuş olsa da ilim ehlinin belirttiği ve üzerinde icmanın olduğu bir husustur. Dolayısıyla şeriat, ümmet için aynı anda iki devletin olmasını haram kılmıştır; o halde şeriat, sömürgecinin İslam Devleti’ni, İslam ile yönetilmeyen, yöneticileri sahih şerî bir biat ile yönetime      gelmeyen, aksine ümmetin otoritesini gasp eden Batı’nın ajanları olan ve bu konferansçıların da rejimlerinin bir parçası olduğu elliden fazla ülkeye veya varlığı bölmek için türettiği bu sınırlara nasıl saygı gösterebilir?! Burada bizler, onların sözlerine dair şerî bir delil zikretmediklerini vurguladık; biz ise şerî delillerimizi sunduğumuz gibi ümmetin büyük alimlerinden hiçbirinin bunun aksini söylediği, herhangi birinin ümmeti bölmenin caiz olduğunu söylediği ve hiç kimsenin İslam’dan başkasıyla yöneten birine ümmetin itaat etmesi gereken şerî bir yönetici olarak itibar ettiği görülmemiştir.

Bu konferanstakilerin yaptığı şeyi, onlardan önce Mekke müşrikleri ve Yahudiler de yapmıştı; zira bu hak ile batıl arasında devam eden bir çatışma olup batıl kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrayacak, kafirler, inatçılar ve dezenformasyoncular istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır; zira ümmet birçok şeyin üstesinden gelmiş ve bilincini artırmış olup otoritesini yeniden tesis etmek ve İslam’ı tatbik edecek, değerlerini ve fikirlerini yüceltecek devletini yeniden kurmak için önünde fazla bir zaman kalmamıştır; işte o zaman onlar, ne gölgelenebilecekleri bir gökyüzü ne de kendilerini taşıyacak bir yer bulamayacaktır.

Devrimlerden sonra ümmet, artık Doların kölesi olan yöneticilerin yaptıklarına güvenmiyor, aksine Rabbinin kendisinden razı olduğu ve sorunlarını da kaçınılmaz olarak çözecek olmasından dolayı İslam’a güveniyor; dolayısıyla eksik olan tek şey, denklemin ve pusulanan yönünü değiştirme imkanı olan Kenane ordusu başta olmak üzere ordu içerisindeki sadık kişilerin İslam projesine samimi ve dürüst bir şekilde yardım etmesidir; bu yüzden onlar ellerini, İslam Devleti’ni kurmak ve İslam’ın hükümlerini Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin altında tatbik konumuna getirmek için çalışan samimi insanların elleri üzerine koysunlar ki Allah bu devleti hızlandırsın ve Mısır askerlerini de onun Ensarları kılsın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Mısır Vilayeti Medya Bürosu Üyesi
Said Fazıl

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazdı

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Eli Uzun Ama Bizim Ellerimiz Kelepçeli!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığının Eli Uzun Ama Bizim Ellerimiz Kelepçeli!

Haber:

“İsrail” Başbakanı Binyamin Netanyahu, “İsrail’in” İran’ın başını çektiği direniş ekseni olarak bilinen şeye karşı çok cepheli bir savaşa girdiğini ve “İsrail” için tehdit oluşturan herkesi her yerde hedef alma sözü verdiğini söylerken bir Yahudi TV kanalı da yaklaşan İran saldırısına “İsrail’in” vereceği cevapla ilgili güvenlik istişarelerinin başladığından bahsetti. (El Cezire)

Yorum:

On yıllardır gaspçı Yahudi varlığı, sanki dünyada eşi benzeri olmayan bir güçmüş gibi tüm Müslüman ülkelerin halklarına ve yöneticilerine, hatta uluslararası kurum ve kuruluşlara ve uluslararası hukuk denen şeye meydan okuyarak Filistin’in içine ve dışına öfkesini, zulmünü ve vahşetini kusmaktadır; hem de milyarlarca insanın ve ellerinde teçhizatların ve ölümcül silahların varlığına ve Allah’ın muhkem aziz Kitabı’nda Yahudileri korkak olarak nitelendirmesine rağmen; zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: لاَ يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعاً إِلاَّ فِي قُرًى مُحَصَّنَةٍ أَوْ مِنْ وَرَاءِ جُدُرٍ بَاْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَ يَعْقِلُونَ   “Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14] Yine Allah Yahudilere zillet-alçaklık damgası vurulduğunu haber vermesine rağmen; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلا بِحَبْلٍ مِنَ اللهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِAllah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara zillet-alçaklık damgası vurulmuştur.” [Al-i İmran 112] Tüm bunlara rağmen Yahudilerin, sanki başkaları yokmuş ve her şey onların tekelinde ve onlarla sınırlıymış gibi dönüp dolaştıklarını ve ellerinin uzun olduğunu görmekteyiz! Bu nedenle düşünülmesi gereken nedenlerden biri de kafası kesilen birinin tüm organlarının felç olacağı ve işini düşmanına teslim eden birinin de ellerinin bağlı olacağıdır; bugün İslam ümmetinin başına gelen şey işte budur. Zira ümmetin Hilafetinin ve Halifesinin kaybolmasıyla başı vücudundan ayrılmış ve işlerinin dizginlerini dinlerine ve ümmetlerine ihanet eden ajan yöneticilerin ele geçirmesiyle ümmetin iradesi düşmanı tarafından gasp edilmiştir; dolayısıyla ümmetin hali, haliyle bugün olduğu gibi olacaktır.

Uzak yakın herkes çok iyi bilsin ki İsmail Haniye ve arkadaşının İran’ın başkenti Tahran’ın kalbinde suikasta uğraması gaspçı varlığın işlediği suçların sonuncusu olmayacaktır; zira bundan saatler önce de Lübnan'ın başkenti Beyrut'un güney banliyölerinde Fuad Şükrü de suikasta kurban gittiği gibi bundan önce de Suriye’nin başkenti Şam’ın kalbinde İran Büyükelçiliği bombalanmış ve çok sayıda İranlı askeri komutanın ölümüyle sonuçlanmış olup Yahudi varlığı hâlâ her yerde daha fazla cinayet ve suikast tehdidinde bulunup korkutmaya devam ediyor ve kendilerini egemen, korunan ve güvende gören bu ülkelerin başkentlerine ulaşma becerisiyle övünüyor! Zira Yahudi varlığının bakanları ve ordu komutanları açık bir meydan okumayla, varlıklarına karşı harekete geçmekten bahseden herkese ulaşacaklarını ve hiçbir korku ve endişe duymadan Müslüman ülkelerin başkentlerinin derinliklerine saldırabilecek kapasitede olduklarını açıkladılar. Ancak bu başkentlerin yöneticilerinden herhangi bir tepki ve meydan okuma ya da bu vahşi düşmanı caydıracak herhangi bir eylem görmedik! Yani Yahudi varlığı Müslüman ülkelerde başıboş dolaşıyor ve orada burada öldürüyor; peki bu aşağılanmalar daha ne zamana kadar devam edecek ey Müslüman ordular?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen

Devamını oku...

İran’ın Yahudi Varlığına Tepki Olarak Utanç Verici Açıklamaları!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İran’ın Yahudi Varlığına Tepki Olarak Utanç Verici Açıklamaları!

Haber:

İran Devrim Muhafızları ülkenin batısında füze birliklerinin katılımıyla askeri tatbikat yaparkenDevrim Muhafızları sözcüsü, Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniye’nin suikastını aptallık olarak nitelendiren Yahudi varlığına yönelik cevabın “belirlenen zamanda” verileceğini vurguladı. (El Cezire)

Yorum:

Filistin meselesi tüm Müslümanların meselesidir; bu yüzden Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed'in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eden bir Müslümanın, bu meseleyi şerî bir vacip olarak benimsemesi ve Celle ve Âla’nın şu kavline uyarak bunun için çalışması farzdır: وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Ayrıca onun Subhanehu’nun şu tehdidinden de korkması gerekir: وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُم Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” [Muhammed 38] Zira Müslümanlar, tek bir vücut gibi olan bir ümmettir: إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىVücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِŞüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise Benden sakının.” [Müminun 52]

İran’ın son zamanlarda Yahudi varlığına bir tepki olarak yaptığı tüm bu içi boş açıklamalar, sadece Aksa Tufanının başlangıcından bu yana zaten derisi yüzülmüş yüz suyunu korumak içindir! Nitekim İran, öncelikle sorunu sadece Yahudi varlığına darbe indirmekle sınırlandırmakta, mübarek toprak Filistin’in sokaklarında şelaleler gibi akan pak kanları unutmakta, dahası Filistin meselesini benimsemeden “Filistin davasına destek” sloganını yükselterek bu meseleyi milliyetçi ve ulusal bir mesele haline getirmektedir. Zira İran, yetimlerin iniltilerine ve yaslıların feryatlarına kulaklarını tıkamakta, ağzından bu meselenin sadece Filistinlilerin meselesi olduğu ve bunun ötesine geçmediği pisliklerini kusmakta ve İsra ve Mirac topraklarını, kâinatın ve insanların yaratıcısı tarafından lanetlenmiş peygamberlerin ve elçilerin katillerine altın tepside sunmaktadır…

Bu korkaklık ve zillet ile Müslümanların Halifesi Abdülhamid’in sergilediği ihtişam ve mertlik arasında ne kadar da büyük bir fark vardır; zira Abdulhamid Theodor Herzl’in kendisine, Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine izin vermesini ve Yahudilere özerk bir yönetim kurabilecekleri bir toprak parçası vermesi karşılığında yirmi milyon sterlin teklif ettiğinde, bu cömert teklife kesin bir ret cevabıyla karşılık verdi ve şöyle dedi: “Doktor Herzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben Filistin topraklarından bir karış dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil, İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar için savaşmış ve orayı kanları ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet Devleti parçalanırsa işte o zaman (Yahudiler), Filistin’i para ödemeden alabilirler… Ancak biz hayatta kaldığımız sürece bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade etmeyiz.” Osmanlı Hilafet Devleti yıkıldıktan sonra maalesef başımıza gelen bu olmuştur!

Kalbinde hâlâ kardeşlerinin kanına karşı zerre kadar kıskançlık ve koruma duygusu olan bir Müslümanın bu devleti yeniden tesis etmek için çalışması gerekir; çünkü bu devlet, komutanının ve Halife’sinin arkasında sadık Müslümanlarla birlikte harekete geçmesi için ordularını seferber edecek ve ikiyüzlü kafir kavmi susturmak için ahiretlerini satın alan bu yiğitlerin boğazlarından gür tekbirler yükselecek, böylece Beytu’l Makdis’i özgürleştirecek, İslam’ın ve Müslümanların izzetini ve heybetini yeniden kazandıracak ve onların elleriyle yaratılmışların ve peygamberlerin en hayırlısı Muhammed Salavatu Rabbine ve Selemuhu Aleyhi’nin şu kavlinde geçen müjdesi gerçekleşecektir:  ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِSonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Amine Arus

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER