Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Ancak Hilâfet'in Kurulmasıyla, 1947'de Verilen Kurbanlar Meyvesini Verir

Pakistan'ın Kabileler Bölgesi'ne yönelik Amerikan füze saldırıları ve Pakistan ekonomisine, siyâsetine, dâhilî ve hâricî işlerine yönelik Amerikan müdâhalesi ortasında hiç kimsenin, Pakistan'ın gerçek anlamda bağımsızlığa kavuştuğunu savunmaya cesareti kalmamıştır. Bugün bizler bağımsız bir millet değiliz, bilakis halen dahi Batı'ya köleyiz. Halen kendimizi Sömürgecilik sisteminin ilmiğinden kurtarmanın mücâdelesini vermekteyiz. Tâ ki Hilâfet'i kurmaya muktedir oluncaya ve Allah'ın kelimesi en yüce oluncaya dek!

Filhakîka 14 Ağustos'u, [Pakistan'ın Bağımsızlık Günü] İslâmî yönetim altında yaşamak isteyen 600,000 el-Hind Müslümanının kurban verildiği bir gün olarak yâd etmeli, bugün onların arzularını ve amaçlarını yerine getirmenin tek yolunun, İslâmî Devlet'i, boynumuzun borcu olan Hilâfet'i ikâme etmek olduğunu kavramalıyız. Artık Pakistan'ın mevcut ajan yöneticileri, gerek demokrasi gerek diktatörlük yoluyla Kapitalist sistemi dayatarak kitleleri köleleştirmeye daha fazla devam edemez, er yada güç, bugün yada yarın bundan vazgeçmek zorunda kalacaklardır.

O yöneticiler, Keşmir Müslümanlarına gıda sevkıyatını keserek binlerce Müslümanı öldürmekle tehdit eden Hindistan'a tepki olarak güya öylesine öfkelenirler ki Ahand Barat'ın [Büyük Hindistan megali ideası] zeminini hazırlamak üzere Pakistan'ın ve Hindistan'ın Bağımsızlık Günü'nü birlikte kutlayan Laik sivil toplum kuruluşlarını açıktan ve gizliden desteklerler. Bugün Ümmet Hilâfet'i kurmaya mecburdur. Sırf İslâm uğrunda 1947 yılında yüz binlerce Müslümanın göçü ve fedakârlığı ancak böyle meyvesini verir ve bu muazzam fedâkârlık heba olmaz.

 

Devamını oku...

Masum Canlara Kıyan Yeni Mücrim Katliam, Bir Güvenlik Sorunu mudur, Yoksa Bir Varlık ve Sistem Krizi midir?!

  • Kategori Lübnan
  •   |  

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ  "Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için Âhiret'te de büyük azap vardır." [el-Maide 33]

 

Bu beldedeki mücrim patlamalar, masum kurbanların sayısını arttırmak ve kanlarını, bu beldenin dâhilindeki ve hâricindeki çatışma tarafları arasındaki karşılıklı mesajlaşmaların mürekkebi haline getirmek üzere süregelmektedir. Bugünkü Trablus patlaması, geniş çaplı cürümü ile gündeme damgasını vurdu. Öyle ki ardında onlarca ölü ve yaralı kurban ederek, bu beldenin zemîninde birbiriyle çatışan tarafların cürüm boyutuna yeni bir kanıt gösterdi.

Soruyu tekrarlıyoruz: Siyâsî çatışmanın yerli ve yabancı tarafları, insanların kanlarını, güvenliklerini ve geleceklerini karşılıklı mesajlaşmaların ve baskıların bir aracı haline getiriyorlarsa, insanların güvenliğini ve maslahatlarını korumada güvenlik birimleri'nin rolü nerede kalıyor? Buna cevap: Ne yazık ki güvenlik birimleri bizâtihi bu çatışmanın meydanlarından, hatta araçlarından biridir. Bu dehşetengiz cürümün fâilleri, üç yılı aşkındır Lübnan'ın tanık olduğu onlarca güvenlik ve politika cürümleri gibi fâil-i meçhul kalacaktır.

Bu facia, birbirleriyle çatışan iki grup arasındaki anlaşmaya binâen "Kontenjan" Hükümeti'nin güvenoyu almasının ertesi günü meydana gelmiştir. Bunun da hükümetin görevinin, gelecek ilkbahardaki milletvekilliği seçimlerini icra etmek olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği bir vakit olması, bu hükümetin, birbiriyle çatışan iki gruptaki tarafların girdiği seçim kampanyası meydanlarından biri olduğu anlamına gelmektedir. Gerçek şu ki aslında sorun, ne güvenlik sorunudur, ne seçim sorunudur, ne de hayatî bir sorundur. Bilakis sorun, beceriksiz bir varlık ve kıytırık yapıya sahip bozuk bir nizâm krizidir.

Zîra önceki Cumhurbaşkanının görev süresi dolunca, makamı aylarca boş kaldı, bunun öncesinde taifelerden birini temsîl eden bakanlar hükümetten çekildi, Lübnan'ın yarısına önderlik eden muhâlefet, hükümetin meşru olmadığını ve dolayısıyla Lübnan'da hiçbir yürütme organı bulunmadığını ilân etti. Doha Anlaşması'ndan sonra ise, yeni bir Cumhurbaşkanı seçilince Hükümetin istifâ etmesi, yeni bir hükümet kurulması gerekti ve kurulan hükümetin başbakanının ilân edilmesi bir buçuk ayı buldu. Bu süre zarfında istifâ eden Hükümet işleri idâre ediyordu, ancak herhangi bir önemli siyâsî karar alma yetkisine sahip değildi. Hükümetin kurulmasından sonra yeni siyâsî çarpışmanın yörüngesi olan kabînenin şekillenmesindeki gecikme nedeniyle, güvenoyu almadan önce yaklaşık bir ay işleri idare etme (sürünceme) hükümeti olarak kaldı. Ardından bu şekillenmenin mecliste ele alınması, karşılıklı hakaretler ve çirkin ifâdeler haddine varacak düzeyde sözlü sataşmalara tanıklık ederek uzadı. Dolayısıyla bu Hükümet de, üyeleri arasındaki siyâsî savaşın bir meydanı olacaktır. Çünkü o, zırvaca Vatanî Birlik Hükümeti olarak isimlendirdikleri bir Kontenjan Hükümeti'dir. Ömrünün birkaç ay olacağı sanılan bu Hükümet'in önüne, milletvekilliği seçimleri yasasını çıkarması, ardından da bu mahzun beldede yeni bir kabilevî çarpışma başlatacak seçimleri icra etmesi gelecektir. Belde ve halkının başına neler getireceğini Allahu Te'alâ'dan başka hiç kimsenin kestiremeyeceği seçimlerden, vay bu beldenin haline! Bu seçimlerin yapılması halinde bile belde, tekrar hükümetin istifası, yeni bir hükümet kurmakla yeni bir başbakanın görevlendirilmesi, kabinenin şekillenmesi ve güvenoyu kampanyası şeklinde yeni bir sarmalın içine sürüklenecektir. Zîra her seçim, istifa, görevlendirme, hükümet kurma, kabine şekillendirme, güvenoyu oturumu, liyakat tartışması ve anayasal süreç ardından Lübnan halkı, fitnelerin, çatışmaların, patlamaların, sokak ve mahalle çarpışmalarının, havada uçuşan karşılıklı sataşmaların, kin, nefret ve öfke provokasyonlarının ateşi üzerinde evirilip çevrilecektir. İyi de böyle devlet olur mu hiç?!

Aklı başında herkesin örfünde siyâsî otoritenin görevi, ancak devleti, yani toplumu oluşturan siyâsî topluluğun kabul ettiği kanunları ve nizâmları infâz ederek insanların işlerini gözetmektir. Eğer siyâsî otorite olmasaydı, toplum kargaşa içerisine sürüklenir, orman kanunları hâkim olur ve insanların işlerinde düzensizlik oluşurdu. Dolayısıyla devletin başarısı; insanların işlerini gözetmedeki, örflerine, kanaatlerine ve ölçülerine göre toplumu düzenlemedeki başarı oranı ile ölçülür. O halde otorite; gerilimin, kaosun, parçalanmanın kaynağı olur, akımlar ve sözde siyâsî güçler arasındaki çatışmanın meydanı haline dönüşürse, meşru olduğunu nasıl iddia edecek?! Varlık gerekçesi ne olacak?!

Lübnan'daki sorun, karmaşık bir sorundur. Zîra bu devletin, üzerinde temerküz ettiği bir toplumu yoktur ve dolayısıyla insanlar bu devlet çevresine suni olarak toparlanmamış olsa, esâmisi bile kalmazdı. Gerek yürütme, gerek yasama, gerekse yargı olsun, bu devletin Lübnan'daki organları; ancak kendilerini taifeler olarak isimlendiren kabilelerin, makam, mevki, görev ve para sahibi olmak üzere pay ve hisse kapmak için rekabet ettikleri ve çekiştikleri bir çiftliktir. Zîra Lübnan'daki devlet, en iyimser olasılıkla, Lübnanlı kabîle şefleri arasındaki kontenjan paylaşımının yalancı şahididir, en kötümser olasılıkla ise aralarındaki çatışmanın meydanıdır, ancak her halükârda bölgesel ve devletlerarası güçlerin posta kutusudur. Burada mektuplar kan ve barut ile yazılır, buraya bırakılır, burada açılır ve burada okunur. İyi de böyle devlet olur mu hiç?!

Eğer devlet, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in tanımladığı gibi kendisiyle korunulan ve ardından savaşılan bir devlet olursa, ne güzel bir devlet olur. Fakat üzerinde korsanların çatıştığı, uğrunda insanların şereflerinin ve haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı bir ganîmet olursa, eninde-sonunda mutlaka tarih çöplüğüne gider.

Ey Lübnan Halkı!

Kanlarınızı yakıt yapa yapa gelecek aylarda yaşanacak çarpışma, seçim sandıklarında oylarınızı gasp etmeye yönelik bir çarpışmadır. O halde sizleri ve kanlarınızı istismâr edenlerin çağrılarına mı icâbet edeceksiniz? Yoksa ülkeyi ve halkını, bölgesel ve devletlerarası güçlerin çatışmasına peşkeş çeken bu kokuşmuş fırkacı nizâmı reddettiğinizi mi ilân edeceksiniz?

Ey Müslümanlar!

Durumunuzun bozukluğunu ve sizlere tahakküm eden nizâmların akametini idrak etmeniz için daha ne kadar sıkıntılara, trajedilere ve felaketlere maruz kalmanız gerekecek?! Sizleri Batı hadâratından, hâkimiyetinden ve içerisinde bulunduğunuz felâketten kurtaracak İslâm yönetiminin ve devletinin kurulması dışında başka bir kurtarıcının olmadığını anlamanızın vakti gelmedi mi? Biliniz ki Hilâfet'in kurulması için çalışmanın külfeti, bozuk ajan nizâmların gölgesinde tek bir günün sıkıntılarına bile denk değildir, Ey Müslümanlar!

Sizleri, Rabbinizin Şeriatı'na dayanmayan tüm projeleri kaldırıp atmaya, ne besleyen ne de aç bırakan ara çözümleri reddetmeye davet ediyor, yegane köklü çözüm için çalışmak üzere azimlerinizi keskinleştiriyoruz.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ  "Yoksa onlar Cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

 

www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.turkiyevilayeti.org |www.tahrir.info

 

Devamını oku...

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ "Sakın Allah'ı, zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma!" [İbrâhîm 42]

300'den fazla "İslâmcı" mahkum, hem işledikleri hiçbir suçları ve günahları, hem bugüne dek haklarında hiçbir yargı kararı olmadığı halde uzun süredir yaşadıkları trajedilerine son verilerek salıverilmeleri için yeni bir açlık grevi başlattılar. Bu mahkûmların meselesini, yayınlarımızda, basın açıklamalarımızda, basın toplantılarımızda ve haksızlıklara ve hakâretlere maruz kalmaları üzerine geçen sene Trablus'taki Taynâl Câmii'ndeki dayanışma gününde çokça gündeme getirmiştik. Mahkûmların aileleri de defalarca protesto gösterileri düzenlemişler, ileri gelenler ve yetkililerle görüşmek için kapı kapı dolaşmışlardı. Ancak bu çağrılar, ülkedeki yöneticilerin kulaklarına hiç gitmemişçesine boşa çıktı. Yine de denize düşen yılana sarılırmış misâli, mahkûmların ve akrabalarının ümitlerini arttıracak yeni siyâsî bir mevsim baş gösterdi. Bununla kastımız, birbirleri ile çatışan grupların seçmenlerin oylarını gasp etmek için ellerindeki tüm imkânları seferber ettikleri önümüzdeki milletvekilliği seçim mevsimidir. Şimdi bu mazlumların belirsizliği bu mevsimde, envaî türde hakârete ve baskıya maruz kalarak yaklaşık bir buçuk senedir hapishanede tutulmalarının ve daha önce de soruşturma sırasında en iğrenç işkence türlerine maruz kalmalarının ardından bazı yetkililer nazarında gerçekten adil bir davaya dönüşecek mi?! Hem kendisine, hem halkına, hem de insanlık onuruna saygı gösteren devletler, her türlü kasıtlı fizikî veya psikolojik baskı altında mahkûmların verdiği her türlü ifâdeyi, herhangi bir yargı kararına dayanmayan geçersiz ifâde olarak değerlendirirler. Liderleri, hukukun ve insan haklarının üstünlüğünden dem vuran Lübnan'da ise tedhiş, fizikî işkence ve zulüm baskısı altında alınan itiraflar, kanundan daha yerleşik bir uygulama haline gelmesinin yanı sıra onlarca genç, hiçbir insana saldırmadıkları halde bir buçuk senedir tutuklu bulunmaktadırlar. Onlara isnat edilen tek suçlama ise Irak'ta işgalci düşmana karşı savaşmak veya saldırıya maruz kalmaları halinde kendilerini ve ailelerini savunmak amacıyla evlerinde bireysel silâhlara sahip olmalarıdır. Oysa fırkacı fitne savaşçıları, ağır silâhlarıyla ve füzeleriyle Beyrut, el-Cebel ve Trablus sokaklarına inerek haklarında hiçbir hukukî soruşturma açılmaksızın katlettikleri, yaraladıkları, yaktıkları, yıktıkları, sürgün ettikleri ve etrafa korku saçtıkları halde tek bir kurşun dahi sıkmakla suçlanmadılar? Niçin? Cevabı çok basit; çünkü bu savaşçılar, cürümleri ne kadar büyük olursa olsun dokunulmazlık zırhı verilen fırkacı liderlere bağlıdırlar. Bakışlarını, bu asırda Müslümanların en şerefli meselelerinden biri sayılan Irak'a yönelten gençler ise, Lübnan'daki yetkililer nazarında suçludurlar. Çünkü onlar, Lübnan'daki hiçbir kabîle liderinin koruması altında değildirler, dahası asrın Fir'avun'u Amerika'ya düşmanlık ilân etmiştirler! Seçim ve benzeri politik mevsimler bir yana, Müslümanlardan olan ve olmayan saygın eşrâfa sesleniyor ve diyoruz ki bugün tâifelerin liderlerine dostlukla ile temsîl eden cahiliye örflerini terk ediniz ve öteki insanlara, Lübnan'da siyâset bezirgânı olan fırkacı kabîlelerin liderlerine tâbi olmaları sıfatıyla değil, insan olmaları nazarı ile bakınız. Mahkûmların ailelerine ve akrabalarına ise deriz ki seçim mevsimlerini o kadar da güvenmeyiniz. Zîra ülke dışından gelecek tek bir sinyal, mahkum bezirgânlarının bakışlarını bu seçim pazarından başka bir pazara çevirmeleri ve Amerika ile bölgesel nizâmları daha az öfkelendirecek başka bir pazara bel bağlamları için yeterlidir. Ayrıca kamuoyunu ve siyâsî aktivistleri, mahkumlar karşısında adil ve insaflı bir duruş sergilemeye davet ediyoruz. Kasten olmasa bile zulme sessiz kalmak ona ortak olmaktır.  فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ "Muhakkak ki zulüm, Kıyâmet Günü'nün karanlıklarıdır."

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Demokratik Seçimler Aldatmacadır ve Halkın Halini Değiştirmez

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı bir basın açıklamasında, demokratik sistemlerdeki seçimlerin aldatmacadan ibaret olduğunu söyledi. Geçmişte ülke, geçenlerde yapılan yerel seçimlere benzer pek çok seçimler yaşamış, hiçbir seçimde insanlar için herhangi bir değişim meydana gelmemiştir. Bilakis bu tür seçimler yoluyla Sömürgeci milletler, Bangladeş üzerindeki hâkimiyetlerini iyice pekiştirmişlerdir. Bunun için demokratik sistemlerde seçimler halkın halini asla değiştirmez.

Bu seçimlerden birkaç gün önce, dünya çapında Müslümanlar Hilâfet'in yıkılış gününü hatırlayıp ele aldılar. Artık kesin olarak netleşmiştir ki İslâmî Ümmet, bu kokuşmuş Kapitalist Demokratik sistemden kurtulmak ve Hilâfet Nizâmı altında yaşamak istemektedir. Son olarak Muhyiddîn Ahmed, Hilâfet'i kurmak için çabalarını artırmaları yönünde insanları teşvik etmiştir.

 

Devamını oku...

Kerkük Krizi, İşgâlin ve Kuyruklarının Hakîkatini İfşâ Eden Yeni Bir Süreçtir  

Bölge meclislerinin seçim kanununu oylamasına eşlik eden Kerkük Krizi'nin kızışması ve bunu, katliamlar, patlamalar ve kardeşlik bağını hiçe sayan ırkçı çatışmalar gibi tehlikeli güvenlik sorunlarının takip etmesi; İşgâlci Kâfirin yazıp ile her tür ayrılıkçılık, bölücülük, gerek Iraklılık gerek taifecilik bazında zıtlık ve karşıtlık ile doldurduğu, ardından daha büyük bir cürüm olarak, bu ülkede "işgâlci kâfirin milletvekillerince" onaylanan anayasanın zehirli sonuçlarındandır.

Yaşanan ve yaşanmakta olan trajik olaylar, İslâmî Ümmeti zayıflatmak, zayıflığını daha da derinleştirmek, birleşmesini engellemek amacıyla ülkeyi daha fazla krizlere sürükleyecek ve Müslümanların beldelerini, en basit devlet dinamiklerine muhtaç olacak şekilde kıytırık varlıklara parçalanmasının zemînin hazırlayacak kokuşmuş Batı demokrasisinin bizi ne hale getirdiğine dair inkârı imkansız bir delîl olarak görülmelidir.

Ey Müslümanlar! Müslümanlar Irak'ta, parlak İslâmî fetihten beri Râşidî İslâmî Hilâfet Devleti'nin ve peşi sıra gelen Halîfelerin yönetimi gölgesinde birbirlerini seven ve birbirlerine yardım eden kardeşler olarak asırlarca yaşadılar ve bu uzun dönem boyunca İslâm'dan başka hiçbir kimlik taşımadılar. Bu da İslâm'ın azâmetine, akîdesinin ve nizâmının doğruluğuna apaçık bir delîl idi. Zîra milletleri ve ümmetleri tüm farklılıklarına rağmen aynı potada bütünleştirdi ve bunlardan, ideolojisini ve topraklarını Küfür tamahlarına ve saldırılarına karşı savunan, İslâm'ın hayrını ve nûrunu tüm dünyaya yayan tek bir Ümmet biçiminde muhteşem bir doku oluşturdu.

Ey Müslümanlar! Bush'un demokrasisini, anayasasını ve size dayatılan kuyruklarını reddederek kardeşliğinize ve vahdetinize dönmenizin artık zamanı gelmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ  "Mü'minler ancak kardeştirler." [el-Hucurat 10] Ve şöyle buyurmuştur:  وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın ve sakın parçalanmayın!" [Âl-i ‘İmrân 103] Allah'ın hükmünü bir kez daha geri getirmek için samimiyet ve dürüstlük ile çalışanların saflarında yer alınız ve Allah'ın dînine nusret vermek için acele ediniz:  إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a (O'nun Dînine) nusret eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret eder, zafer verir ve ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar." [Muhammed 7] Her yabancıyı ve saldırganı kovunuz. Gerçek şu ki kurtuluşunuz ancak ve sadece; beldelerinizi size vakfedecek, Allah'ın izniyle dünyada birinci devlet olacak, şerrin ve fesâdın kökünü kazıyacak, insanlar arasında Allah'ın Hanîf Şeriatı ile hükmedecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla İslâm'ın Nûrunu tüm dünyaya yayacak, sizin yegâne devletiniz olacak Hilâfet'in gölgesindedir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Batı Şeria'daki Hilâfet'in Yıkılış Yıldönümünü Anma Amellerinin Ertelenmesine Yönelik Talepler Hakkında

  • Kategori Filistin
  •   |  

Yaklaşık bir haftadır bazı saygın, etkin, yetkin şahsiyetler ve kuruluşlar, özellikle el-Halîl şehrinde olmak üzere Hizb-ut Tahrir şebâbının önde gelen bazı şahsiyetlerine seslenerek Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anma faaliyetleri kapsamında Hizb'in ilân ettiği etkinliklerin ertelenmesini talep ettiler. Nedeni ise Batı Şeria ve Ğazze'deki atmosfere hakim olan mevcut ayrılıkçı gerginlik, tansiyon ve kızgınlık halidir. Onlar, mevcut gerilim halinin bu etkinlikleri çizgisinden ve hedeflenen maksadından saptırmak için provokatörlere giriş kapısı aralayacağı yönündeki ciddî kaygılarını dile getirdiler. Bu talepler, 01.08.2008 Cuma günü ilâ 02.08.2008 Cumartesi günleri yoğunlaştı. Zîra el-Halîl şehrinin hayırlı evlatlarından bazıları, bu talebi önde gelen üç yerel gazetenin birinci sayfasında yayınladılar. Talebin metni aşağıdaki şekildedir:

بسم الله الرحمن الرحيم

Çağrı

Saygın, etkin, yetkin şahsiyetler, vatanî kurumların temsilcileri, el-Halîl Belediye Başkanı ve el-Halîl'deki vatanî güçlerin temsilcileri olarak, her zaman olduğu gibi sorumluluk bilincinde olmaları ve Filistin gündemindeki mevcut koşulları dikkate almaları için Hizb-ut Tahrir / Filistin'deki kardeşlere sesleniyoruz. Bizler, 02.08.2008 Cumartesi günü kararlaştırılan etkinliklerin ertelenmesi için bu nidâ ile sizlere sesleniyoruz. Bizleri, aramızı düzeltmeye ve fitneye engel olmaya alıştırıp bize hep bunu öğütleyenlerin bu nidâya icâbet edeceğinden emîniz. Muhakkak ki Allah, el-Muvaffik'tir.

Hilâfet Devleti'nin harcı olarak değerlendirdiğimiz, birçok faaliyetimize hep katılmış, fikirlerimize daima ihtimam göstermiş ve sıkıntılı anlarımızda sürekli yanımızda olmuş, bu nida sahiplerinden olan hayır ve fazilet halkımıza diyoruz ki; Müslümanların durumuna gösterdiğiniz ihtimâmdan, berrak etkinliklerimize şaibenin karışmaması ve Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet meselesine adanması için gösterdiğiniz gayretten ötürü sizlere müteşekkiriz. Biliyoruz ki sizleri bu talebe iten faktör, Müslümanların ve İslâm Dâveti'nin maslahatıdır. Dolayısıyla Allah, sizleri mübarek kılsın ve hayır ile mükâfatlandırsın. Taleplerinize aşağıdaki şekilde icâbet etmeyi kararlaştırdık:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinlikleri ertelenmez, iptal edilir. Çünkü ertelenmesi ile vakti geçmiş ve Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anmanın dışında farklı amellere dönüşmüş olur. Hele ki sizleri kaygılandıran koşulların yakın gelecekte ortadan kalkması beklenmemekteyken.

2.   Bu nedenle size ve taleplerinize saygımız ve sürekli katılmakta olduğunu etkinliklerimize gönül rahatlığı ile iştirak etmenize yönelik çabamız çerçevesinde, Kalkilya ve el-Halîl'de yapılacağı duyurulmuş iki yürüyüşü iptal etmeyi, ancak RamAllah ve Tulkerim'deki konferansları belirlenen programa göre gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. Çünkü mezkûr kaygılarınız sırf yürüyüşlere ilişkindir.

Bu münâsebetle Filistin halkına ve tüm Müslümanlara aşağıdaki hususları beyân ediyoruz:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinliklerimizi ilân ettiğimizden beri Otorite, korkutma ve yıldırma kampanyası yürüttü ve ardından bunu, bilfiil infâz ederek bu yıldönümündeki tüm etkinliklerimizi engelledi. el-Halîl'de hanımların konferansını engelledi, Beyt Lahim ve Cenîn konferansını engelledi, bunların hepsinde Hizb'in pek çok şebâbını tutukladı, konferans mekanlarını ve bağlantı yollarını adeta askerî abluka altına alarak insanlara coplarla saldırdı. Tüm bu korkutma ve yıldırma kampanyası, ardından bunların engelleme yoluyla infâz edilmesi ve ağızların kapatılması kesinlikle bizleri korkutamayacaktır. 31.07.2008 tarihli beyânımızda, Otorite'nin tüm tehditlerine ve yıldırmalarına rağmen etkinliklerimizi yapmayı sürdürmeye azmettiğimizi teyit etmiştik. Bunun içindir ki kararlarımıza etki etme noktasında Otorite'nin korkutmasının ve yıldırmasının bize göre hiçbir değeri yoktur ve bu icâbetimiz sadece, bu taleplerin değer verdiğimiz muhterem şahsiyetlerden gelmiş olmasındandır.

2.   Birebir görüşmeler veya yerel medya organları yoluyla yaşanan genel tartışmalar sırasında, böylesi bir atmosfer altındaki yürüyüşlerimizi sabote ederek doğru çizgisinden saptıracak provokatörler ve "kirli eller" sık sık gündeme geldi. Diyoruz ki bu hadiselerin yaşanmasının baş sorumlusu Filistin Otoritesi'dir. Çünkü Otorite'nin, cebir ve şiddet zoruyla da olsa meşru amellerimizi engellemeye yönelik ısrarı, bu ihtimâli kapı aralayan faktördür. Eğer Otorite, iç barışı korumada dürüst olsa, kimi kesimlerle hesaplaşma derdine düşmese, amellerimizi serbest bırakır, sakin bir seyir halinde olaysız yapılabilir ve herhangi bir güvenlik önlemi almasına gerek kalmaksızın sırf izlemekle yetinmesi yeterli olurdu. Otorite'nin güvenlik birimleri, Yahudi ordusu bir şehre veya bir köye girdiğinde görevini bitirene kadar tek tek saklanmıyor mu? İşte bu Otorite, bir taraftan "güvenlik" kuvvetlerini Yahudi ordusu karşısında saklanmaya zorlayıp Filistin güvenlik birimlerini görmekten rahatsız olmaksızın görevini tamamlamasına imkan verirken, diğer taraftan bir konferans veya yürüyüş ile Müslümanlara Hilâfet'i hatırlatmak istediklerinde Ümmetlerinin evlatlarına baskı yapmalarını ve onlara karşı aslan kesilmelerini istemektedir. Güvenliğin korunması ve bunun da amellerimizi yasaklamaya yönelik bir gerekçe olması hususunda Otorite'nin iddialarını yalanlayan faktör, Otorite'nin kapalı bir salonda hanımlara yönelik konferansı engellemesidir. Şimdi hanımların konferansı, vatanî güvenliğe yönelik bir tehdit midir yoksa Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere yönelik bir düşmanlık mıdır?

3.   Bu sene kanuna göre Otorite'ye tebligatlar gönderdik ve önceki neşriyatta da bu tebligatların gerekçelerini ve şer'î hükmünü açıladık. Ancak Otorite, amellerimizi engellemek uğrunda kanunu çiğnedi, kuvvet kullanmak, yakalamak ve tutuklamak yoluyla amellerimize saldırdı, bu elîm yıldönümündeki amellerimizi sabote etti. Hukukçular, insan hakları aktivistleri ve benzeri kesimler olmak üzere kamuoyu ile ilgilenen herkes, amellerimizi Otorite'nin müdahalesi olmaksızın yapmamız için kanunun gerektirdiklerini yerine getirdiğimizi, Otorite'nin ise bu eylemleri ile haklarımıza saldırdığını ve kendi çıkarttığı kanunu kendisinin çiğnediğini teyit ettiler. Şunu da teyit ederiz ki Otorite, kendi kanunu çiğnemede ısrarla bu çizgiyi takip ederse adımına adımla karşılık vereceğiz ve uygun gördüğümüze göre tebligat göndererek veya göndermeksizin yürüyüşlerimizi yapacağız.

4.   Son olarak; gerek Filistin halkı, gerekse tüm Müslümanlar bilmelidirler ki siyâsî haklar olmak üzere -ki İslâm davetini taşımak bunların başında gelir- mevcut haklar, ne yöneticilerin, ne de yönetici kılıklı kimselerin bir lütfüdür. Aksine bunlar, Ümmet'in hakkıdır, vecîbesidir ve el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hidâyeti üzerine seyretmek maksadıyla bunları söke söke almak için mücadele etmelidir. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Hilâfet'in Zevâliyle Müslümanlar Neleri Kaybettiler?

  • Kategori Cezâyir
  •   |  

Hilâfet'in zevâli ve sultânlarının gitmesiyle Müslümanların başına gelen en büyük musîbet; Allah'ın Kitâbı ve Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti ile amelin askıya alınmış olmasıdır. Zîra önceleri İslâmî bir hayat yaşıyorlar, hayatlarının her alanında Allah'ın Şeriatı'nı tatbîk ediyorlardı. Düstûrları da Kur'ân'dı. Rabbimiz [Azze ve Celle] onlar hakkında şöyle buyurmuştur:  خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz. Ma'rufu emredersiniz ve münkerden nehyedersiniz ve (çünkü) Allah'a îman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Tüm bunların ardından zelîl ve hakîr şekilde geçen yaklaşık 87 senedir devletlerinin olmadığı, İslâmî hükümlerin hayatın tüm vakıasından kalktığı, yerini Küfür hükümlerinin aldığı, Müslüman toplumlara kapitalist meylin egemen olduğu, Ümmetin evlatları arasındaki akîde bağının yerini milliyetçilik, vatancılık ve menfaatçilik bağlarının aldığı bugünkü hale geldiler. Bütün bunlar; Allah'ın Şeriatı'ndan sapmalarının, tâğuta muhakeme olmalarının, beşerî sistemleri şeriat edinmelerinin, Allah'ın Kitâbı'na ve Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'ne ittiba etmeleri emrini terk etmelerinin, zillete sessiz kalıp kabullenmelerinin ve ajan yöneticilerden korkarak Allah'ın inzâl ettiklerinin dışındaki hükümler ile yönetilmeye rızâ göstermelerinin semeresidir. Oysa Rableri Allah, Muhkem-it Tenzîl'de şöyle buyurmaktadır:  فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ  "O halde insanlardan korkmayın, Benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir" [el-Mâide 44]

Allah'ın indirdikleri ile yönetecek Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet kurulmaksızın bu Ümmet'in işinin düzene girmesi mi? Heyhat, heyhat! Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine and olsun ki onlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hâkem tâyin edip sonra da Senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar vahdetlerini kaybettiler. Zîra Kâfirler, 13 asrı aşkındır hüküm süren İslâmî Hilâfet'i yıkar yıkmaz birçok üsluplar ve araçlarla Ümmet'in vücudunu parçalamaya ve İslâmî beldeleri tamamen sömürgeleştirmeye başladılar, aralarına keskin sınırlar koydular ve bu parçalanmışlığı da Ümmetin evlatlarından Sömürgeci Kâfirin projelerine hizmet eden ve geleceklerini onlara bağlayan hain yöneticiler ile pekiştirdiler. İşte tüm bunlar, İslâmî Hilâfet râyesi altında vahdetten öte bir şey olmayan Müslümanların manevî gücünü bitirmeye yönelik düşmanların bir teşebbüsü idi ve bunu da başardılar. Zîra parçalanmışlık ve bölünmüşlük mevcut bir realite haline geldi. Dahası Müslümanlar arasından, dînimize sonradan sokulmuş vatancılık adı altında parçalanmışlığı savunan kimseler çıktı. Böylece İslâmî Âlem, işinin mâliki olmayan, Kâfirlerin emirlerini infâz eden, İslâm ve ehli ile savaşan devletçiklere parçalandı. Oysa bir zamanlar hepsi, asırlarca dünyaya liderlik etmiş ve Müslümanların işlerini gözeten tek bir devletin gölgesindeydiler. Tek bir devlet liderliğinde hâkim oldular, tek bir orduyla galip geldiler, tek bir râye ile gölgelendiler ve tek bir Halîfe'yi imam edindiler. Allah Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmaktadır:  وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ "Muhakkak ki bu ümmetiniz tek bir Ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ittika edin (takvâlı olun)!" [el-Mu'minun 52] O halde vahdet olmadıkça kurtuluş yoktur Ey Müslümanlar! Allahu Te'alâ şöyle buyurmaktadır:  وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ "Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da gücünüz, devletiniz gider. Bir de sabredin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." [el-Enfâl 46]

Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar, devletlerarası konumlarını ve heybetlerini kaybettiler. Nitekim İslâm Devleti'nin her alanda en güçlü devlet olduğuna ve diğer devletlerin politikalarına açıkça etki ettiğine tarih şahittir. Zîra İslâmî Devlet, etrafına korku salarken, yenilmez bir orduya sahipken, rızâsına nail olmak ve onunla sulh muahedeleri imzalamak için Kâfir devletler birbirleriyle yarışırken, Müslümanlar peş peşe zaferler kazanırken ve izzettin doruk noktasına ulaşmışlarken devletleri kaybolunca bugün dünyanın en zelîl, dahası hiç bir değeri olmayan halkları haline geldiler. Üstelik heybetleri bir yana hiçbir konumu olmayan bir Ümmet haline dönüştüler. İşte Müslümanların beldeleri işgâl edilmekte, başlarına ve kıytırık varlıklarına peş peşe musîbetler gelmekte, başlarında kıllarını dahi kıpırdatmayan ajan yöneticiler bulunmaktadır. O kadar ki Müslümanlar, alçaltıcı hezîmetlerden ve tekerrür eden felaketlerden sonra zaferin kokusunu özler hale gelmişlerdir. Dünyanın tüm halkları, Müslümanlara hiçbir değer vermez olmuşlardır. Hatta Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in buyurduğu gibi yaralı İslâm Ümmeti'ne düşmanlıkta birbirleri ile yarışır olmuşlardır:  يُوشِكُ الأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا فَقَالَ قَائِلٌ وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهْنُ قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْت "Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi Ümmetlerin (diğer milletlerin) sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır." Aralarından birisi dedi ki: "O gün biz sayıca az mı olacağız?" Dedi ki: "Bilakis siz o gün çok olacaksınız, velâkin selin köpüğü gibi köpükler (ağırlığında) olacaksınız ve Allah düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybetiniz çıkaracak ve sizin kalplerinize de Vehn atacak." Aralarından birsi dedi ki: "Yâ Rasulullah vehn de nedir?" Dedi ki: "Hayatı sevmek ve ölümü kerih görmektir." İslâm Ümmeti, işlerini gözetecek ve aslî konumuna geri döndürecek Hilâfet Devleti'ni kurarak izzet yolunda hızla harekete geçmediği sürece, mevcut durum olduğu gibi kalacaktır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun Dînine) yardım eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size yardım eder, zafer verir ve ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar. [Muhammed 7]

Allah'ın indirdikleriyle yöneten ve şer'î hükümlere göre İslâmî İktisâd Nizâmı'nı tatbik eden Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar, servetleri ve kaynakları üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiler. Zîra Müslümanların hazîneleri mallarla dolup taştı, ihsan ile idâre edildi, kimi zamanlarda zekata müstahak hiç kimse bulunamadı, her tarafı bereket ve bolluk kapladı, İslâmî Şeriat'ı tatbik etmelerinden dolayı Allah, Müslümanların servetlerini ve kaynaklarını bereketlendirdi. Böylece zenginleştiler ve iktisatları güçlendi. Müslümanların Halîfesi, valîleri ve yetkilileri muhasebe eden, Beyt-ul Mâl'e karşı insanların en düşkünü iken Hilâfet'in zevaliyle bugün halimiz, içler acısı bir hale dönüştü, mallarımız ve servetlerimiz, petrol ve diğer hayatî kaynaklar gibi Müslümanların servetleri üzerine çöreklenen yabancı Kâfirler ile sorumluluklarını bilmeyen, gönüllü-gönülsüz Ümmet'in malını yağmalayan evlatlarımız tarafından hortumlanmaya başladı. Kezâ Müslümanların devletleri ve halkları, aşırı fakirliklerin ve Kapitalist Küfür devletlerine bağlı kırılgan ekonomilerin simgesi haline gelerek Allahu Te'ala'nın şu kavlini tasdik eder oldu:  يَمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ "Allah fâizi tüketir, sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrâr eden hiç kimseyi sevmez." [el-Bakara 276] O halde Müslümanların servetlerini kaybetmesi ve pek çoğu açlıktan ölecek derecede bereketin hayatlarından çıkması, Ümmet'in parçalarını İslâm râyesi altında birleştiren kalkanın, yani Hilâfet'in kaybolmasıyla olmamış mıdır?!

Ey Müslümanlar! Allah'ın dînini yeryüzünde ikâme etmek için çalışanlarla çalışmadıkça, ne dünyada ve Âhirette izzet makâmına ulaşabilir, ne de Allahu Te'alâ'nın rızâsına nâil olabilirsiniz. İşte bu, Rasullerin vazîfesidir, sâlihlerin ve sıddıkların âdetidir ve Allah'ın, Rasulü'ne ve mü'minlerden O'nu örnek edinenlere emridir. Ağırlığına rağmen bunu onlara emretmiş olması dahi kendileri için azîm bir şereftir. Nasıl olmasın ki? Çünkü onlar, dîn yalnızca Allah'ın oluncaya dek Allah'ın azîm dîninin ikâmesi ile mükelleftirler ki böylece mü'minler onunla izzetlenecek, Kâfirler ve Münâfıklar zelîl olacaktır.  لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُواْ فِي الْبِلاَدِ  "O halde kâfirlik edenlerin diyar diyar dolaşması sakın Seni (sizleri) aldatmasın!" [Âl-i İmrân 196] Hak olan Allah'ın vaadi için çalışınız. Ne ajan tâğutlardan duyulan korkular, ne ödlek Münâfıkların homurtuları, ne Şeytanların vesveseleri, ne komplocuların desîseleri, ne de hayalperestlerin ümitsizlikleri sizleri bundan alıkoymasın. Zîra Rasulümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:  مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّة "Her kim boynunda bey'at halkası olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur" Öyleyse haydi câhiliye ölümünden Allah'a kaçınız, sonra tutuklanıp sorgulanırsınız,  يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ "O gün (hesap için) huzura alınırsınız, size ait hiçbir şey gizli kalmaz." [el-Hâkka 18] İşte o gün için çalışınız, o halde icâbet edecek misiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ "Azîz ve Hakîm Olan Allah'ın Katından (Gelenden) Başka Nusret Yoktur." [Âl-i İmrân 126]  

Hayat, hak ile bâtıl arasındaki mücâdeleden ibârettir.  قُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ "De ki: Hak Rabbınızdan gelmiştir." [el-Bakara 147] Allah, hayatın esâsının İslâm Akîdesi'ne dayalı olmasını ve bu akîdeden kaynaklanan hükümlere göre bir hayat sürülmesini emreder. İşte hak yol budur, aksi ise bâtıldır.  قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى  "De ki: Hidâyet (hak yol), ancak Allah'ın hidâyetidir." [el-Bakara 120]

Allah, hak yolu beyân etmek, örnek bir yaşantı ile öğretmek ve hakka dâvet etmek üzere nice Nebîler göndermiştir. O Nebîlere uyanlar hak yolun yolcuları olmuşlar, onlara karşı çıkan, onları inkâr eden, onlarla istihzâ eden, dâvetlerini reddedenler ise bâtıl yolda ilerlemişlerdir. Yazıktır ki insanların çoğu, hak yola tâbi olmaktan imtina etmiştir.  وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ "Ne kadar fazla hırs göstersen de insanların çoğu mü'minlerden olmaz." [Yûsuf 103] Dolayısıyla Hakka tâbi olanlar hep az olmuşlar, ama Allah'ın yardımı sayesinde çoğu kez muzaffer olmuşlardır.

Bu mücâdele, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] zamanında da sürmüştür. Müslümanlar küçük bir azınlık iken karşılarındaki müşrik çoğunluğa meydan okumuşlar, nihâyetinde mücâdelelerini Allah'tan bir zafer, bir temkin ve mutlak bir egemenlikle taçlandırmışlardır. Ancak bu hâkimiyet sırasında bile, dünya nüfusunun çoğunu Müslümanlar oluşturmamıştır. Müslümanların siyâsî liderliği olan Hilâfet Devleti, Müslümanların Halîfesi Kânunî Sultân Suleymân Hân zamanında en geniş sınırlara ulaştığı halde, yine yeryüzünde insanların çoğu Müslümanlardan olmamıştır. Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra da bu gerçek geçerliliğini korumuştur. Fakat bu kez, Müslümanlar İslâm'dan uzaklaşmaya, İslâm'ın hükümlerinden yüz çevirmeye, başlarındaki hâin yöneticilerin ağırlıklı olarak devlet gücünü kullanarak izledikleri mücrim politikalar sonucu küfür nizâmlarına rıza göstermeye, hatta yanı başlarında kardeşlerinin kanları oluk oluk akıtılırken izlemekle yetinmeye başlamışlardır. Ne var ki her zamanda ve mekânda olduğu gibi, İslâm Ümmeti'nin bu en zorlu günlerinde de, hakka dâvet eden, hak yolunda ilerleyen bir azınlık varlığını korumuştur. Zaten bu, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in de bir müjdesidir.  لا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ لا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ وَلا مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِك "Ümmetim arasında Allah'ın emri üzere kurulmuş bir ümmet sürekli var olmaya devam eder, ne onları yardımsız bırakanlar, ne de onlara muhâlefet edenler kendilerine zarar veremezler. Tâ ki onlar bu hâl üzereyken Allah emri, vaadi kendilerine gelir." [İmâm Ahmed rivâyet etti]

İşte şimdi Hilâfet'in yıkılışının Hicrî 87'inci yıldönümünde, bir kez daha hak ile bâtıl arasındaki mücâdelenin doğasını hatırlatıyoruz ve diyoruz ki hak ile bâtıl arasındaki mücâdele, İslâm ile Küfür arasındaki mücâdele ve Hilâfet'in yıkılmasından sonra Kâfirlerin ve ajanların baskılarıyla ibrâz eden sahîh şer'î delîllere dayalı aslî İslâm ile İslâm zannedilenler arasındaki mücâdele, küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğa karşı mücâdelesi şeklinde sürmektedir. Ancak burada kritik olan husus, insanın beşeri nazarla algılamaktan âciz olduğu azınlığın çoğunluğa gâlibiyetidir. Bunu da Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle bildirmiştir:    كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّهِ  "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir." [el-Bakara 249]

Sayıları ne kadar az, güçleri ne kadar zayıf, etkileri ne kadar düşük olursa olsun, nihai başarı ve zafer mutlaka hak yolun yolcularının olacaktır.  وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ "Âkıbet muttakîlerindir" [el-Kasas 83] Bunu kavramak isteyenler, Allah'ın Kitâbı'nda mevcut pek çok kıssadan ibret almalı, tarihte kazanılmış başarıların temel öznesine bakmalı ve Rablerinin şu âyeti üzerinde derin derin düşünmelidirler:  إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Eğer Allah size nusret, zafer verirse, artık size hiç kimse gâlip gelemez. Eğer bırakıverirse, artık size kim nusret verir? O halde mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [Âl-i İmrân 160]

Kendimize şöyle basit bir soru sorarsak akîdemizin kuvvet anlayışını rahatlıkla kavrarız: Düşünün ki siz, bir mermi ile ölebilecek kadar zayıf ve aciz bir varlık olduğuz halde, 6 milyarı aşan dünyadaki tüm insanları, yeryüzündeki tüm tankları, topları, füzeleri, uçakları, savaş gemilerini, nükleer bombaları sizin karşınıza getirseler ve bütün bunlar size karşı savaşacak olsa savaşı kim kazanır? Elbette siz böylesine muazzam bir kuvvet ve kalabalık karşısında birkaç milisaniye bile duramazsınız. Peki, Allah size dese ki; "Ey kulum! Onlardan korkma, Benden kork, onlara karşı sabırlı ol, Ben seninle birlikteyim ve seni mutlaka muzaffer kılacağım." Allah'ın bu desteğinden ve zafer vaadinden sonra, aynı soruyu kendinize tekrar sorun. İslâm Akîdesi'ne kesin delîller ile aklen ve kalben îmân etmiş herkesin vereceği cevap, bugünkü mantık sınırlarımıza göre oldukça şaşırtıcı bir şekilde aynı olacaktır: Karşısındaki güç ne kadar büyük olursa olsun, şüphesiz Allah'ın yardımına, desteğine ve vaadine müstahak olanlar kazanır. İşte gerçek güç budur!  وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً "Dediler ki: ‘Bizden çok daha kuvvetli kim vardır?' Görmediler mi ki kendilerini yaratan Allah, kendilerinden çok daha kuvvetlidir!" [el-Fussilet 15]

İşte şimdi Hilâfet'in yıkılışının Hicrî 87'inci yıldönümünde, bir kez daha tüm Müslümanları, bilhassa iktidar ve kuvvet sahiplerini, Allah'ın vaadi, Rasulü'nün müjdesi, Ümmet'in emeli ve geleceği olan Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya çağırıyor, hakka ısrarla dâvet edildikleri halde inatla reddeden, Allah'tan daha çok Allah'ın zorba ve zalim kullarından korkan, sonra da feci bir akıbete uğrayarak, zillet içerisinde yaşayarak bedbaht ve pişman olan önceki kavimlerin durumuna düşmekten sakındırıyor ve son zamanlarda her yönden yoğunlaşan fikrî, siyâsî, askerî, kültürel ve toplumsal Haçlı saldırılarından bezen, üzüntüye kapılan ve ümitsizliğe düşen Müslümanları, Allah için harekete geçmeye, en çok Allah'tan korkmaya ve îmânlarından güç almaya dâvet ediyoruz:  وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ  "Gevşeklik göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın! Sizler mutlaka üstün geleceksiniz, eğer gerçekten mü'minler iseniz." [Âl-i İmrân 139]

Kuvvet sahiplerine bir kez daha sesleniyoruz; sakın bize, İsrailoğullarının Mûsâ [Aleyhi's Selâm]'a söylediği gibi davranmayın, bilakis Mikdât ibn-u Amr [RadiyAllahu Anh]'in Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e söylediği gibi davranın ve artık Hilâfet'i kurmak için hızla ve güçle harekete geçin:  يَا رَسُولَ اللّهِ اِمْضِ لِمَا أَرَاكَ اللّهُ فَنَحْنُ مَعَك، وَاللّهِ لاَ نَقُولُ لَكَ كَمَا قَالَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ لِمُوسَى: اِذْهَبْ أَنْتَ وَرَبَّكَ فَقَاتِلاَ إنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ، وَلَكِنْ اِذْهَبْ أَنْتَ وَرَبَّكَ فَقَاتِلاَ إنّا مَعَكُمَا مُقَاتِلُونَ، فَوَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَوْ سِرْتَ بِنَا إلَى بَرْكِ الْغُمَادِ لَجَالَدْنَا مَعَكَ مِنْ دُونِهِ حَتّى تَبْلُغَهُ  "Yâ RasûlAllah! Allah'ın sana gösterdiği şekilde ilerle, şüphesiz bizler de seninle birlikteyiz. Vallahi biz sana İsrâiloğulları'nın Mûsâ'ya dediği gibi demeyeceğiz. (Hani onlar şöyle demişlerdi:) ‘Sen ve Rabbin gidin, savaşın, biz işte şurada oturmaktayız.' (Bilakis sana diyeceğiz ki:) ‘Sen ve Rabbin gidin, savaşın, şüphesiz biz de sizinle birlikte savaşmaktayız.' Seni hak ile gönderen (Allah'a) yemin olsun ki sen bizi Berk-ul Ğumâd'a [Yemen tarafında bir yer] götürsen, sen oraya varıncaya dek biz de durmadan kılıçlarımızla çarpışarak mutlaka seninle birlikte oluruz." [Sîret-u İbn-u Hişâm] Bütün bunlardan sonra da yüz çevirirseniz size Hûd [Aleyhi's Selâm]'ın Âd kavmine dediği gibi deriz:  فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ  "Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ki benimle size gönderilenleri size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir toplumu (yeryüzünde) halef kılar da siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim her şey üzerinde gözetleyicidir." [Hûd 57]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER