Salı, 22 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Aşırı Pahalılık, Ücretlerin Arttırılmasıyla Çözülmekten Daha Büyüktür

Dün özel ve resmî eğitim kurumlarına bağlı okullar, kolejler ve üniversiteler, milyonlarca öğrencisinden mahrum kaldı. Zîra öğretmenleri ve eğitim görevlileri; enflasyon, fiyatların hızla yükselmesi ve dolayısıyla başta memurlar olmak üzere dar gelirlilerin alım gücünün zayıflamasının ardından "maaşların ve ücretlerin iyileştirilmemesini" protesto etmek üzere genel grev yaptılar. Bugün grev, özellikle eğitim sektöründe olduğuna göre tüm sektörleri kapsayan kriz, çok yakında daha fazla grevlerin ve protestoların yapılmasına yol açacaktır.

Her zaman olduğu gibi bu ülkedeki siyâsi çevre, insanların işlerini gerçek anlamda gözetmekten uzak bir halde, halkın hukukunun temini ile alâkalı olan insanların geçim sorunlarını bile âdi tavırlar, polemikler ve çekişmeli şantajlar pazarında alay konusu yapmaktadırlar.

Her zaman olduğu gibi biz de Lübnan'daki siyâsî tarafların icra ettiği kokuşmuş alışkanlıklardan uzak durarak bu soruna, insan fıtratına muvâfık ve sorunlarını çözmeye uygun olduğuna kesinlikle inandığımız ideolojimizin yani İslâm'ın gereğine binâen insanların işlerini gözetme zâviyesinden ele alacağız.

Kronik enflasyon sorunu, peşi sıra gelen fiyat pahalılığı ve dolayısıyla dar gelirlilerin alım gücünün zayıflaması, Komünist sistemin çökmesinden sonra tahakküm eden ve iki asrı aşkındır dünyayı kasıp kavuran fâsit Kapitalist sistemin ifrâzâtı olan temel sorunlarından yalnızca biridir. Ayrıca Lübnan'daki aşırı pahalılık sorununun yerel nedenlerine -ki bunların başında insanların başına bela olmuş siyasî ve idârî çevrenin yozlaşması gelmektedir- rağmen açıktır ki enflasyon, aşırı pahalılık ve süregelen ekonomik durağanlık sorunları küresel bir fenomendir ve bunun başlıca müsebbibi, zâlim Kapitalizm Nizâmı ve barbar erbaplarıdır. Gerçek şu ki böylesi bir beyân, bu trajik sorunun tüm faktörlerini kapsayıcı nitelikte olmasa da bu krizin faktörlerinin temel yönüne ışık tutabilir. Dikkat buyurunuz, bu durum, geçen asrın başlarında başlayıp Amerika Birleşik Devletleri'nin altın ile tedavüldeki paraların arasındaki kısmî endekslemeye son vermesinin ardından 70'li yıllarda (altın karşılığı göz ardı ederek) bütünüyle itimat edilen banknot para sorunudur. Böylelikle Amerikan doları, diğer paraların endekslendiği temel para birimi haline gelmiştir.

Dünya ülkelerinde tedavülde olan paraların hiçbir gerçek değeri, yani belirli miktarda altın veya gümüş karşılığı olmamasından ötürü bu paraların değeri, bunları çıkartan devletlerin ekonomilerine olan güven düzeyine bağlıdır. Dolayısıyla devlet, parasına olan güveni koruyabildiği ve Merkez Bankası da sahip olduğu döviz rezervleri yoluyla parasına olan arz-talep dengesizliğini giderebildiği sürece bu para, değer istikrarını korumayı sürdürür. Şayet devletin ekonomik gücüne olan güvenin kaybolmasıyla bu denge bozulur ve insanların hızla parasını terk etmesi karşısında Merkez Bankası, parasına karşı bu aşırı direnci engelleyemezse paranın değeri düşer ve enflasyon, muazzam servetlere denk gelen insanların nakit birikimleri, hiçbir değeri kalmayacak biçimde eritmeye başlar. Ardından da dar gelirlilerin alım gücü, aşırı fakirlik derecesine dayanır; çünkü ceplerindeki kağıt paralar, büyük oranda alım değerini kaybetmiştir. Bu da orta direkten on binlerce insanın fakirleşmesine ve sefâlete uğramasına neden olacak boyutta Lübnan Lirası'nın değerinin düşmesiyle 80'li yıllardan 90'lı yılların başlarına kadar Lübnan'ın tanık olduğu vâkıanın aynısıdır.

Parasının değerini koruyan devlete gelince; paranın çökmesi felâketini savmış olması, banknot para tuzağından kurtulduğu anlamına gelmez. Çünkü parasını dövize endeksler ki bu, genelde ölçü aldığı oranda parasının sabit değerini koruduğu Amerikan dolarıdır. On beş seneyi aşkındır Amerikan Doları / Lübnan Lirası paritesini 1,500 küsurda koruyan Lübnan Lirası gibi. Dolayısıyla kendisini bu meşum paranın esiri haline getirir. Nitekim yıllar boyu dolar düştükçe Lübnan Lirası'nın alım gücü de aynı oranda düşmektedir. Ayrıca Lübnan, ithalâtı ağırlıklı olarak Avrupa Birliği'nden yapmasına ve Lübnan halkının da bu ithalatın bedelini, sürekli olarak dolar karşısında yükselen Euro ile ödemesine rağmen Lübnan'daki mâlî politika, Lira-Dolar endekslemesinde budalaca diretmekte ve bu saçma sapan mâlî politika sonucunda -başta memurlar ve işçiler olmak üzere- Lübnan'daki dar gelirliler, alım güçlerinin günden güne yitirdikleri bir trajedi ile karşı karşıya bulmaktadırlar.

Elbette çözüm, bazı aklıevvellerin sandığı gibi yerli paranın, döviz sepetine endekslenmesinde değildir; çünkü bunların hepsi de hiçbir değeri olmayan banknot paralar olduklarından Amerikan doları için geçerli olan diğer paralar için de geçerlidir.

Bu sorunun, yani finansal enflasyon sorununun yegâne çözümü, İslâm'ın bir kanun kıldığı ve milletlerin fıtrî olarak tarih boyunca itimat ettiği sahîh nizâma, yani tedavüldeki paranın altın olduğu veya tedavüldeki banknot paranın değerinin belirli orandaki altın karşılığı olduğu altın sistemine dönmekte yatmaktadır. Böylece devlet, sahip olduğu altın rezervini aşmayacak şekilde evraklar çıkarır ki devletin parasını taşıyan herkes dilediği zaman bunu, belirlenmiş değerine göre altın ile değiştirebilir. Kimse, mevcut devletlerin merkez bankalarındaki mevcut sistemin bu işlevi yerine getirdiğini sanmasın. Çünkü bugünkü devletlerin bastığı banknot paraları ile altın rezervleri arasında bir endeksleme yoktur. Ellerindeki rezervin tek işlevi, muhtemel ârızî bir sorunun giderilmesi için ihtiyaç halinde kullanılmak üzere ihtiyâtî rezervdir. Üstelik kayıp endişesiyle kullanmada tereddüt etmesi dahi, güven sarsıcı bir faktör sayılır.

Altın sistemine dönüş, dünyayı Amerikan dolarının tasallutundan ve doyumsuz vahşetinden kurtaracak en önemli icraatlardandır. Lübnan gibi hâlihazırdaki devletlerin "iktisâdî ve mâlî yapısı" bu işlevi yerine getirmeye kesinlikle elverişli değildir. Sanırız bu azim misyonun yegâne adayı, İnşâAllahu Te'alâ çok yakında Hilâfet binâsına kavuşacak olan İslâmî Ümmet'tir.

Şundan da eminiz ki deve kuşu gibi başını kuma sokmakta ısrar edenler bu fikri bir ütopya olarak görecektir; çünkü bu fikir, öylelerinin ufkundan daha geniştir. Ancak ufkunu, İslâm'ın gücü ile açanlar veya en azından dışarıdan İslâm'ın azametine vâkıf olanlar, bu fikrin değerini takdir etmeye ve bunu derinlemesine düşünmeye muvaffak olacaklardır. Zîra her kim, insanın -insan olması vasfıyla- yücelmesi için ufkunu açarsa Lübnan kıstasından düşünmeyi terk etmesi kaçınılmazdır.

Azîm olan Allah ne de doğru söylemiştir:  وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقًا "Şayet (hak) yol üzerinde dosdoğru gitselerdi elbette onlara bol bol su verirdik." [el-Cin 16]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Kur'ân Karşıtı Filmi Protesto Etti

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün Cumâ salâhı akabinde Millî Mescid önünde, faşist Hollandalı milletvekili Geerts Wilders tarafından yayınlanan Kur'ân karşıtı filmi protesto etmek üzere bir gösteri düzenledi. Mevlânâ Me'mun-ur Raşîd ve Ahmed Cemâl İkbâl, gösteri öncesinde birer konuşma yaptı. Konuşmalarında sözde ifade özgürlüğü adı altında Batı'nın peş peşe saldırılar yaptığını, oysa yapmaları gereken tek şeyin, Kur'ân'ın meydan okumasına karşılık verme cüreti göstermek olduğunu, çünkü bunun, Batı'nın fikren iflâsını kanıtladığını dile getirdiler.

Başımızdaki omurgasız krallar, devlet başkanları, cumhurbaşkanları ve başbakanlar Ümmet'in yönetiminde kaldıkları sürece Akîdemizi ve izzetimizi zinhar koruyamayacağız. Onların ağzı, yalnızca kınama söylemleriyle laf yapar. Daha fazla kınamayı Akîdemiz ve Ümmetimiz için değil, Müslümanları yatıştırmak ve tahtlarını korumak ümidiyle yaparlar. Oysa kalplerinde zerre miktarı îmân olsaydı, geveledikleri lafların Müslümanların hissettiği acıları asla dindiremeyeceğini kavrarlardı. Ümmet'in yürekten arzusu, Salâhuddîn'in Haçlıların kapılarını vura vura kırdığı gibi, bugün de modern Haçlılara meydan okunmasıdır. Batılı Haçlılara lâyık oldukları şekilde meydan okuyabilecek tek güç ise hiç kuşkusuz Hilâfet'tir. Zîra Müslümanlar, en zayıf olduğu dönemlerde dahi, Hilâfet'in gölgesinde yaşarlarken, Kâfirler Nebîmiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'imize saldırmaya asla cüret edememişlerdi.

Devamını oku...

- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan Basın Açıklaması - "Fitne" Filmini Kınamak Amacıyla Hollanda Büyükelçiliğine Yapılan Ziyaret

Vilâyet Meclisi üyeleri; Üstâz Hafîd AbdurRahmân, Üstâz Rahme Korinya, Üstâz Enver el-İmân, Üstâz Ferîd Vecdî ve Üstâz Abdullah Fenânî eşliğinde Resmî Sözcü başkanlığında Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan bir heyet, "Fitne" filminin çıkarılmasını protesto etmek amacıyla 01.04.2008 Salı günü sabah saat 10:30 ilâ 12:00 arasında (Jalan H.R. Rasuna Said Kav. S-3 Kuningan Cakarta 1295) adresindeki Hollanda Büyükelçiliğine gitti ve yaklaşık elli kişi de elçilik önünde kendilerine iştirak etti. Heyeti, sabah 11:00'de Büyükelçi Dr. Nicholas van Dam karşıladı ve heyet başkanı, ziyaretin amacının "Fitne" filminin çıkarılmasını kınamak olduğunu açıkladı. Büyükelçi ise, hükümetin tutumu ile filmin yayıncısı Geert Wilders'in tutumunun aynı olmadığını, filmin hükümetin tutumunu değil filmin yayıncısının şahsî tutumunu yansıttığını ve bunu, küçük bir azınlık dışında parlamento içinde ve dışında hiçbir kimsenin desteklemediğini ifâde etti. Resmî Sözcü şu üç husustan oluşan basın açıklamasını kendisine teslim etti:

1.   Filmin üretilmesi, yayınlanması ve dağıtılması kınanmalı, sürümü derhal durdurulmalı ve yapımcı Geert Wilders en ağır cezaya çarptırılmalıdır. Aksi takdirde Hollanda Hükümeti ve Avrupa devletleri, sözde ifâde özgürlüğü noktasında çifte standart uygulamış olacaktır. Bir taraftan "Yahudi soykırımı" meselesinin doğruluğundan şüphe eden bir kimse mahkeme önünde yargılanırken -ki bu ifâde özgürlüğünü kısıtlamaktır- öteki taraftan İslâm'a, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'e hakâret eden bir kimse ifâde özgürlüğü hakkı gerekçesi ile hesaba çekilmemektedir. Böylece ifâde özgürlüğü konusunda Batının iddialarının sahteliği ortaya çıkmaktadır.

2.   Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de ve başka yerlerde olduğu gibi Batılıların İslâm'a ve mukaddesâtına karşı cüretkârlaştığı, Müslümanları şiddet ve askerî güç yolu ile bastırdığı bir sırada, Batı ile Müslümanların bazı aydınlarının ve siyâsilerinin dillendirdiği hadâratlar arası diyaloga çağrının ciddiyetini sorgulamamız kaçınılmazdır.

3.   Filmin dağıtımını durdurması amacıyla Hollanda Hükümetine baskı yapması için özel olarak Endonezya Hükümetine ve genel olarak da Hilâfeti kurmak üzere muhlis şekilde çalışanlarla birlikte çalışmaları için de Müslümanlara bir çağrıda bulunulmuştur. Zîra Hilâfet olmaksızın Müslümanlar hedef ve mustazaf olarak kalacaklardır. Oysa Hilâfet, izzetlerini geri iade etmek için onları birleştirecektir ki böylece İslâm'ın, Kur'ân'ın ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in saygınlığını savunabileceklerdir.

Büyükelçi, basın açıklamasını Hollanda'daki hükümetine göndereceğini teyit etti, görüşme sona erdi, heyet geri döndü ve Üstâz Rahme görüşme hakkında bir açıklama yaptı.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Şebâbı Serbest Bırakıldı

31 Mart 2008 Pazartesi günü, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik ile beraberindekilerin, Adana Adliyesi'nde yapılan duruşması neticesinde yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan Sayın Yılmaz Çelik ve beraberindeki Hizb-ut Tahrir şebâbı serbest bırakıldı.

Hatırlanacağı gibi Sayın Yılmaz Çelik, uzun bir süredir Türkiye toplumu içerisinde etki ve yetki sahibi kimselere yönelik olarak, İslâm'ı bir ölüm-kalım meselesi olarak algılamaları maksadıyla geniş kapsamlı bir temas projesi yürütmekteydi. Bu proje kapsamında, çok sayıda sivil toplum kuruluşları, sendikalar, partiler, dernekler, vakıflar, yazarlar, akademisyenler ve medya temsilcileri ile görüşmelerde bulunmuştu. İslâmî Ümmet'in mevcut durumu, İslâmî çözüm yolları, Hilâfet'in farziyeti ve Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında yürüttüğü dâvet çalışması hakkında çoğu karşılıklı ihtiram çerçevesinde olumlu geçen bu görüşmeler, Laik Dikta ve Yeni-Muhâfazakâr Demokratik Kukla içerisinde büyük bir rahatsızlık uyandırdı ve görüşülen kesimlerden bazıları, yeniden görüşmemeleri konusunda uyarıldı. İşte Sayın Yılmaz Çelik ile beraberindeki Hizb-ut Tahrir şebâbının tutuklanmaları, bu rahatsızlık neticesinde gerçekleşmişti. Zîra Hilâfet'in korkusu kalplerinin derinlerine inmiş, uykusuz geceler geçirmeye başlamış ve küstah dillerini uzatarak İslam'a ve Müslümanlara eziyet eder olmuşlardı.

Bu duruşmada Hizb-ut Tahrir şebâbının serbest bırakılması, temelleri çatırdayan Laik yargı sisteminin merhametinden dolayı değildir. Çünkü kokuşmuş Küfür kânunlarında merhamet yoktur, yalnızca zulüm vardır. Merhamet, adâlet ve insaf yalnızca İslam'dadır. Hizb-ut Tahrir şebâbının zindana girmesi de zindandan çıkması da ancak Allah'ın takdiri iledir. Bununla Allah [Subhânehu ve Te'alâ] onları imtihan edip ecirlerini artırmakta, onların peşine düşüp zindanlara atanların ise cürümlerini ve günahlarını artırmaktadır.

Bu vesileyle, bu hak ve adil dâvâ uğrunda mâruz kaldığımız zâlimane eziyetler karşısında yanımızda olup bizi kucaklayan, destekleyen, yardımlarını ve dualarını esirgemeyenlere, insaflı medya organları ile sivil toplum kuruluşlarına ve "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" olan İslâmî Ümmet'in Türkiye'deki tüm yiğit evlatlarına en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ "Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamd olsun." [el-Mu'minûn 28]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Zirve Düzenlenmiş-Düzenlenmemiş, Lübnan Boykot Etmiş-Etmemiş, Ne Fark Eder?

Lübnan halkı haftalarca siyâsî çevrelerde ve medya organlarında yaşanan, Lübnan zirveye katılacak mı yoksa boykot mu edecek(?), Katılırsa kim temsil edecek(?) ve hangi düzeyde katılacak(?) tartışması ile meşgul edildi... Her grup, gerek katılıma, gerekse boykota ilişkin görüşünü teyit edecek gerekçeler ve argümanlar derleyip toplamaya başladı. Bu manzarada dikkat çekici şey şu ki hem muhalefet, hem de hükümet yanlıları zirvenin birkaç gün öncesine kadar bu hususta ortak bir görüş üzerinde istikrar bulmamış iken dışarıdan gelen sinyal ile her grup tavrını netleştirir netleştirmez son çeyrek saatte her biri diğer grubun tavrını şiddetle eleştirmeye başladı. Böylece her iki taraf ta tavırlar çekişmesinin ve tartışmasının, ideolojik veya siyâsî arka plandan hâli olsa da haddizatında bir talep haline geldiğini bir kez daha kanıtladılar.

Artık zirve düzenlenmiş veya düzenlenmemiş, Lübnan boykot etmiş veya etmemiş ne fark eder? Her sene düzenlenen bu zirveler silsilesinin ne zaman bir faydası ve etkisi oldu ki? Bunaltıcı protokoller haline dönüşen bu zirveler, Lübnan ve diğer Arap beldelerinin halklarına ne kazandırdı ki?! Hükümetin ileri sürdüğü boykot gerekçelerine gelince:

  • "Lübnan Cumhurbaşkanı seçiminin ertelenmesi"; peki, öteki devletin iradesi ile Cumhurbaşkanı seçiminin ertelendiği, sunî sınırlar dışında pazarlıklar ve anlaşmalar yapılmadıkça atanamadığı bu devlet kimdir?!
  • "Lübnanlıların mevcut vakıaya adaptasyona ısrarla karşı çıkması"; sözü edilen hangi Lübnanlıdır? Bir kişinin "Lübnan irâdesinden" bahsedebilmesi için hiç değilse çoğunlunun aynı yönde hareket ettiği parmakla gösterilecek tek bir "Lübnan halkı" diye bir varlık mı var?! Yoksa Fransa'nın türettiği, fırkacı çıkarların, yakın bölgesel veya uzak devletlerarası esintilerin değişkenliğine göre bukalemun gibi günübirlik didişen, birleşen ve ayrışan göçebe topluluklardan müteşekkil bir varlık mı?!
  • "Lübnan'ın, Nasranî bir Cumhurbaşkanı ile temsil edileceği vurgusu"; bu ise öteki "Müslüman" Cumhurbaşkanlarının kimliğini imâ etmek ve Cumhurbaşkanlığını korumayı kendileri için bir güvence olarak gören Nasrânileri tatmin etmektir. Diyoruz ki Lübnan'ı temsil edecek Cumhurbaşkanının Mârunî olmasındaki sunî ısrara rağmen, bıktırıcı Arap zirvelerinde bir araya gelen liderlerin hareket noktası asla İslâm olmamıştır. Zîra bu kimseler, onlarca yıldan beri dîni, siyâsetten, toplumdan ve yasamadan koparmışlar ve iki noktadan hareket edegelmişlerdir: tahtların sağlamlaştırmak ve ikincisi, ülkelerinde büyük devletlerin çıkarlarını gözetmek! Halklarının yaşamını İslâm nizâmlarına göre gözetmek bir an olsun akıllarına gelmemiştir. Oysa onlar insanların işlerini gözetmede İslâm'a dayanmış olsalar, Müslüman olsun, gayr-i Müslim olsun ülke halkının sorunları Allah'ın izniyle halloluverirdi. Cumhurbaşkanlığı makamını koruyarak Lübnan'daki Nasranîlerin tatmin olmasına gelince; diyoruz ki Nasranîlerin ve diğer Lübnan halkının tatmin edilmesi, onlara herhangi bir makamı garanti etmekle olmaz. Bilakis insanların hayattaki işlerini, sahih çözüme muhtaç birer insanî sorun olmaları itibarıyla çözecek yegâne sağlıklı yöntem, kat'î îtikâdımıza göre kuşkusuz, Allahu Te'alâ'nın âlemlere rahmet olarak indirdiği İslâm Nizâmı'nın tatbik edilmesidir.
  • "Boykot, Lübnan'ın egemenliğine ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerekliliğini vurgulamak ve içişlerine yönelik hârici müdahaleleri reddetmek için bir fırsattır"; Hükümet böyle bir açıklama yapmasına karşın, hem hükümet, hem de muhalefet liderleri sabah-akşam çözümün ancak dışarıdan geleceğini tekrarlayıp durmaktadırlar.

Son bir soru: Hükümetin boykot etmeyi kararlaştırdığı zirve, (Suriye'nin başkenti Şam'da düzenlenen Arap Birliği Zirvesi) başka bir başkentte düzenlenmiş olsaydı, muhalefet, "Kaybeden, zirveyi boykot eden devletin kendisi olacaktır" şeklinde bir açıklama da yapmışken hükümete bu denli saldıracak mıydı?!

Dolayısıyla zirveye katılmak yada boykot etmek ekseninde, bu veya şu grubun sergileyeceği tavırlar, kendilerinin entrikalar yumağında ve çelişkiler mantığından hareketinden ötürü falanca yahut filanca safta alıp almamanın ötesinde, bizleri ilgilendiren konu, kamuoyuna aşağıdaki gerçekleri ve ideolojik ilkeleri hatırlatmaktır:

1.   "Birlik" şeklinde tanımlanmasına karşın, Arap Birliği, hiçbir zaman bünyesindeki devletleri birleştirmek için var olmamıştır, bilakis amacı dâima, onların tek bir ümmet olarak tek bir devlet halinde olmalarını engellemek üzere alternatif teşkil etmek olmuştur. Dolayısıyla bu Arap Birliği denilen yapı, I. Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte sömürgecilik ile birlikte ortaya çıkan parçalanmışlığı perçinlemek için kurulmuştur.

2.   Arap Birliği denilen bu yapılanma, Lübnan sorunu için hiçbir çözüm sunmamıştır, sunmayacaktır da. Zîra Lübnan sorununun kökeninde, bu İslâmî bölgenin bağrında bir sıcak nokta olarak kalsın diye Fransa'nın parçalanmış bir varlık olarak icat etmesi vardır.

3.   Lübnan sorunu, Osmanlılar döneminde Hilâfet Devleti'ne karşı komplo bağlamında Avrupa devletlerinin Lübnan dağına nüfuz etmeleri ile başlayıp ardından Fransa'nın devlet dinamiklerinden mahrum "Lübnan" adında yeni bir varlığın kurulduğunu açıklamasıyla kötüleştiğine göre bu sorun, yüzyıllar boyunca parçası olduğu tabiî dokusuna ve kültürel yapısına dönmedikçe çözülmeyecektir. Bu varlık sorunu çözülünceye dek, hem ülkedeki tüm yetkililere, hem de insanların geleceklerine tahakküm edenlere, insanlar hakkında Allah'tan ittikâ etmeleri ve onları yerel, bölgesel ve devletlerarası güçlerin planları uğrunda kurban etmekten vazgeçmeleri çağrımızı yineleyeceğiz.

Falanca veya filanca bir gruptan herhangi bir liderin, etkilediği insanları peşinden sürükleyen bir nutuk atması, o anda sıkılan maganda kurşunlara hedef olan insanların ölmesi ve yaralanması, mülklerinin tahrip edilmesi, rasgele her tarafa ateş açılması, bombalar patlatılması... bütün bu vâkıaları eleştirmenin ötesinde nefretle kınadığımızı ifade etmeden de geçemeyiz. O halde hasımlarına kurşun sıkmaktan ve bombalarla karşılık vermekten başka bir şey bilmeyen bu adamlara hadlerini bildirecek aklı başında hiç kimse yok mu?!

Devamını oku...

Avrupa, İslâm'a Karşı Savaşta Batı'nın Yeni Cephesini Oluşturuyor

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Avrupa'dan çıkan son provokasyonlar, İslâm'a ve Müslümanlara yönelik uzun erimli düşmanlıklar silsilesinin parçası olmaktan başka bir şey değildir. Batı'nın İslâm'a karşı kampanyası, ne Afganistan ve Irak işgâli ile, ne Geert Wilders'in tartışmalı "Fitne"sini yayımlaması ile, ne küfür içerikli karikatürlerin basılması ile, ne "Avrupa'da İslâmlaşmayı Durdurun" koalisyonunun kurulması ile, ne Hicâbın yasaklanması ile, ne Müslümanların dışlanması ile, ne Müslüman kökenlilerin gizlice sorgulanması ile, ne Papa'nın provokasyonları ile, ne zorla asimilasyonist politikaların dayatılması ile, ne devlet başkanlarının, başbakanların ve politikacıların ağızlarından dökülen kin ve nefret dolu propagandalar ile başlamış değildir. Bilakis sözde "özgür dünya"nın lideri George W. Bush da "Haçlı Savaşları"na peş peşe göndermeler yaparken bu mücâdelenin tarihsel doğasını tüm dünyaya hatırlatmaktan utanç duymuyordu.

Fakat Batı'nın İslâm'a karşı tarihsel mücâdelesini yoğunlaştırmasını sağlayan faktör ne idi? Cevabın iki ayağı var:

İslâmî yönetimin ilk günlerinden beri Hristiyan Âlemi, Filistin'in mukaddes toprakları ve çevresindeki topraklar üzerinde yeniden otorite tesis etmenin peşine düştü. Yine de asırlar boyunca ardı ardına zelîl hezîmetlere uğraması, Avrupa'nın tarihî ve dînî vecîbe addettiği arzularını dizginlemesine yol açtı.

Haçlı kampanyasının başarısı; ilk kampanyanın başlamasının üzerinden yedi asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, I. Dünya Savaşı ardından gerçekleşti. O zaman genelde İngiltere ve Fransa liderliğinde olan Avrupalılar, yalnızca Filistin'i değil, tüm İslâmî toprakları işgâl etmeye muvaffak oldular. Batı Dünyası, muazzam zaferinin konforunu yaşıyordu: Osmanlı Devleti yıkılmış, Müslümanların toprakları parçalanmış, liderleri ortadan kaldırılmış, Şeriatları ilgâ edilmiş, kültürleri ifsât edilmiş, düşünüşleri kirletilmiş ve Müslümanların uçsuz bucaksız servetleri talan edilmişti. Ne var ki Avrupalıların sevinci kursaklarında kaldı.

İşgâllerinin, sömürülerinin ve dayatmalarının üzerinden bir asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, şimdi Amerika liderliğindeki Batı Dünyası, kendilerine zorla verilen zehri içmeyi reddeden Müslümanların varlığı ile dehşete kapıldı. Fark etti ki İslâm Âlemi, İslâmî kökenlerine yeniden sarılma, İslâmî kimliğini yeniden oluşturma ve İslâmî siyâsî kurumlarını yeniden inşâ etme arayışı içinde! İslâm Âlemi, yalnızca toprakları üzerinde Batılı tasarımları tümüyle reddetmekle kalmamakta, şimdi de bu topraklar üzerinde Batı'nın otoritesine meydan okuma ve dünya çapında boğazından yakalama peşinde! Bu tatsız durumla baş etmek için Batı Dünyası, derhal Müslümanların ilham kaynağını araştırmaya başladı. Cevap; ne nüfuslarının sayısındaydı, ne ele geçirdikleri stratejik topraklardaydı, ne de sahip oldukları muazzam servetlerdeydi. Cevap; ne kışlalarında bekleyen milyonlarca askerlerinin bulunmasında, ne ellerinde tuttukları nükleer silahlardaydı. Müslümanlarının gücünün kaynağı, Batı Dünyası'nın asla yok etmeyi başaramayacağını şeydeydi; İslâmî Akîde'de!

İşte bundan dolayı Batı, yeni bir kampanya başlatıp Müslümanların Akîdesini sarsmanın peşine düştü. Müslümanların uyanışının belkemiği ve Ümmet varlığının aslî sütunu işlevi gören bu Akîde, kendi devletlerarası varlığını hiç şüphesiz yeniden ortaya çıkaracak ve kendisine aykırı her şeye şiddetle ve keskinlikle meydan okuyacaktır.

İşte bunun içindir ki bugün İslâm'a, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, Kur'ân-il Kerîm'e saldırıların şiddetlendirildiğini görüyoruz: İslâm'ın aklîliğini, akîdevi konularını ve insanlığa yönelik risâletini hedefleyen saldırılar! Batı, Müslümanların İslâmlarına olan güvenlerini ve inançlarını sarsmaya yönelik her yolu denemekte, elinden geleni ardına koymamaktadır. Onları, Batı hegemonyasının prangalarından kendilerini kurtarma yeteneğinden ve insanlığa alternatif bir ideolojik bakış açısının varlığını kanıtlama yeteneğinden mahrum etmek için çırpınmaktadır. Heyhat! Zilletten ve rezâletten başkasıyla sonuçlanmayacak ne de hazin bir çırpınış! Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ "Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklardır. Sonra bu onlar için hasret (yürek acısı) olacak ve sonra (nihâyetinde) mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrâr edenler ise Cehenneme toplanacaklardır." [el-Enfâl 36]

İkinci açıdan; Batı'nın yüzleştiği bu ideolojik meydan okuma, yalnızca dışarısı olan İslâm Âlemi'nden kaynaklanmaz, bilakis Batılı toplumlarda yaşayan Müslümanlardan da kaynaklanır. Batı'da İslâm-karşıtı gündemin yoğunlaştırılması ancak, Batı'da Müslüman topluluklara karşı korku, düşmanlık ve güvensizlik yönünde potansiyel bir atmosfer üretmeye hizmet eder. O halde soru şudur: Batılı yönetimler, Müslüman toplulukların öcüleştirilmesine ve böylesi bir kampanyanın kaçınılmaz sonucunun sorumluluğunu gönülden üstlenmeye ne kadar hazırlıklıdırlar acaba? Yoksa Batılı yönetimler, Müslüman topluluklarının -gerekirse zorla- kovulmasına hazırlık mahiyetinde ileride izlenecek radikal politikaların tohumlarını mı atmaktadırlar? Batılı liderlerin suskunluğu boğulmaktadır.

Bizim mücâdelemiz, muhakkak ki insanlık için bir mücâdeledir. Tüm insanlık; modern çağ sömürgeciliğinin dehşetinden, askerî maceraperestliğin vahşetinden, sömürgeci elitizmin ırkçılığından ve ekonomik liberalizmin sefâletinden çekmektedir. Yine de korkular ve endişeler sırf politik ve ekonomik olmakla kalmamakta, aksine ferdi, aileyi ve toplumu ifsat eden bireysel boyuta da derinden kök salmaktadır.

Ey Müslümanlar! Sizler, İslâmınızın fazîleti sayesinde, Batılı Küfür ideolojisi zehrinin panzehirine sahipsiniz. İşte Hizb-ut Tahrir sizleri çağırmaktadır; gelin el ele verelim, Batılı hegemonyanın şerrinden önce İslâm Ümmeti'ni, ardından tüm insanlığı kurtaralım. Gelin, ele ele verelim, Râşidî Hilâfet Devleti'ni birlikte kuralım. Muhakkak ki Hilâfet, Müslümanları ve tüm insanlığı kurtarmaya muktedirdir. Zîra Hilâfet; İslâmî Akîde esâsı üzerine kurulur, Şeriat'ı tatbik eder, Dîni muhâfaza eder, izzeti savunur ve ağızların içinde şer için dönen her dili kıpırdatmadan susturur!

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Âdi Film; Fitne

Bir tarafta el-Hâlık Subhânehû'ya ve inzâl edilmiş âyetlerine iman edip dünya hayatını sâlih ameller ve Emr-i bi'l Ma'rûf ve'n Nehy-i ani'l Munker ile îmar etmek için hareket eden âkil insanlar var iken, öteki tarafta kendilerini insanlığın üstünde görerek azgınlıklarında bocalayıp duran hastalıklı nefislere sahip insanlar vardır ki onlar, kibirden başka bir duyguya ve nefretten başka bir dürtüye sahip değildirler. Bunun içindir ki ellerinden geldikçe alay etmek ve yalan söylemek yoluyla insanları hak yoldan, yani Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ve daha önceki İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ [Aleyhim-us Selâm] gibi Nebîlerin yolundan saptırmaya çalışırlar.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ "Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü akibeti) yakında bilecekler." [el-Hicr 3]

İşte onlar hesaba çekilecekleri o gün, akıbetlerini görecekler de o an, gururları yerini zillete bırakacak ve kibirleri, büründükleri zillet elbisesine dönüşecektir.

Onlardan biri de bugün İblis'in çalıştığı gibi çalışarak insanlara şer vesvesinde bulunan, fitne fesat çıkarmak için kindar zehrini kusan Wilders'dir. İşte o, aylarca beklemenin ve atmosferlerin zehirlenmesinin ardından Kur'ân nasslarını, mecrasından çıkararak şiddet dâvetçisi şeklinde yansıttığı "Fitne" isimli bayağı bir film ile karşımıza çıktı. Şüphesiz bu adam, hem konuştuğunda ahlâksızlaşıyor, hem de düşündüğünde çocuk aklı ile düşünüyor; bunun içindir ki tiyatroculuğunda kendisine yardım eden Siyonist kardeşlerinin dâveti dışındaki ciddî tartışma davetlerini reddederek kabul etmedi.

Doğrusu dünya, barbarlığın hakikatini öğrenmek için böylesi âdi bir filme muhtaç değildir. Zîra bugünün barbarları, yalan söylemekten ve ahlaksızlıktan başka bir şey bilmeyen, etrafa fitne fesat saçan ve odalarına kapanarak etkilerini gözlemleyen kimselerdir.

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ "Bilakis biz hakkı bâtılın üzerine atarız da o, bâtılın işini bitirir, bırakır! Böylece bâtıl yok olur, gider. Yakıştırdıklarınızdan ötürü veyl olsun sizlere!" [el-Enbiyâ' 18]

Wilders'e diyoruz ki: Asla hedefine ulaşamayacağını ve İslâm'ın, senin bâtıl işini bitirecek olan hak olduğunu iyi bil, Bre Mendebur! Müslümanlara da diyoruz ki: Bu mendebur, hem Nebîmiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile alay etti, hem -iddiasına göre- sembolik bir eylem olarak Kuran'ımızı parçaladı, hem bizleri parçalamaya davet etti, hem de İslâm'ı terörizm ile eşdeğer kıldı. O halde bu hakaretlere sessiz mi kalacağız?

Bu meseleye karşı sessiz kalmanın akıbeti hakkında Müslümanları uyarıyor ve bu hakârete tepki vermek ve mümkün olan tüm meşruu araçlarla dînlerini ve mukaddeslerini savunmak için herkesi tek saf olmaya çağırıyoruz.

إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a [Dînine] nusret verir, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret verir, zafere ulaştırır ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7]

 

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Hollanda

Devamını oku...

Ey İnsanlar, Gerçekten Yöneticileriniz Çok Arsız! Amerika Annapolis'e Saflar Halinde Çağırıyor, Ne Riyad Ne de Şam Bundan Geri Kalıyor, Amerika Dımeşk Zirvesi'nde İki Saf Olmalarını İstiyor, Riyad ve Şam Didişmeye Başlıyor

  • Kategori Hizb
  •   |  

Yirmi Arap devletinin 29-30 Mart 2008 Cumartesi ve Pazar günleri, Suriye'nin başkenti Dımeşk'te [Şam] bir araya geldiği zirve bugün sona erdi... Konferansçılar Şam'a vardıklarında birbirleriyle tokalaştılar, kendilerine kırmızı halılar serildi, pozlar verdiler, yediler, içtiler, konuştular, yazdılar, kararlar yayınladılar... sonra ne bir yarar, ne de bir fayda olmaksızın dönmeye başlayıp ganimetsiz, aksine kendileri ve zirveleri için harcadıkları Ümmet'in servetlerini heder ederek dönmekle yetindiler! Sonra tıpkı eğriye doğru, köre görüyor dercesine, bir de bu konferanslarına dayanışma etiketi yapıştırdılar. Aldıkları kararları inceleyenler, bunlarda ne bir yenilik, hatta ne de yenimsi bir şeyler görür. Zîra onlar, girişimlerini geveleyip durmuşlar, aynı terminolojileri tekrarlamışlar, söylemlerini "yaldızlamışlar", ülkeleri ve halkları helâk ettikleri halde insanları, kararlı sâbiteleri üzerinde oldukları vehmine sürüklemişlerdir... Kaldı ki aşağılayıcı Arap Girişimi'ne yapışmaya, Yahudi ile müzâkereler yoluyla çözüme çağırmaya, hatta Yahudileri müzâkerelere zorlamaya (!) devam etmektedirler. Oysa onlar, herkesten önce farkındadırlar ki kabul salonlarında dolaşan müzâkere heyetleri işgâl altındaki topraklarımızı asla geri getiremez, bilakis onları getirecek olan, orduları savaş meydanlarına doğru harekete geçirmektir.

Ey Müslümanlar! Muhakkak ki boyunduruğu, zilleti ve aşağılanmayı sürdürenler, işte bu yöneticilerdir, ister bu zirveye katılanlar olsun, ister katılmayanlar! Öyle ki onlar, kendilerini çekip çeviren efendilere sahip olmasalardı dahi, girişleri çıkışlardan ayıramaz bir halde mutlaka kendi çevrelerinde dönüp dururlardı. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bunun için artık geri dönmezler. Şâyet Amerika'nın onlara sunacağı bir proje olsaydı, imzalamaları için onları mutlaka çağırır, onlar da hemen koşarak giderlerdi. İşte, Arap yöneticilerin kutlamaları altında, 1948 Filistini'ni Yahudi'ye satış girişimine imza atmak üzere Beyrut Zirvesi'nde onları bir araya getirdiğinde böyle yapmış, onlar da hemen Beyrut'a koşmuşlar, bir araya gelip imzaları atmışlar, böylece 1948 Filistini, onlar nezdinde unutulmuş bir yitik oluvermiş, buna karşın kırık ümitler 1967 Filistini'ne bağlanır olmuştu. İşte, onları Annapolis'te bir araya getirdiğinde de böyle yapmış, onlar da yine hemen oraya koşmuşlar, ne sözde ılımlı denilenlerden, ne de sözde katı ve muhalif denilenlerden hiçbiri geri kalmamış, bilakis hepsi de Annapolis'e doğru yol almışlardı. Fakat bugün Amerika kendi seçimleri ile meşguldür, dolayısıyla onlara, imzalamalarını isteyeceği acil bir proje yükleyecek durumda değildir ki onları çağırsın, onlar da hemen koşuversinler! İşte bunun için Amerika, vakit öldürmek üzere onların iki safa ayrışmalarını ve birbirlerine düşman kesilmelerini arzuladı ki Amerika boşa çıkıp projelerini sunmaya başlama vaktine erişsin, onlar da toplantı üstüne toplantı yapsınlar!

Ey Müslümanlar! Hâlâ, bu yöneticilerden yüz çevirmenizin ve onlara karşı koyup değiştirerek kendisiyle korunulan ve ardında savaşılan Râşid bir Halîfe ortaya çıkarmakla Allah'a yönelmenizin, böylece hem yeryüzü ehlinin, hem de gökyüzü ehlinin size gıpta etmelerinin vakti gelmedi mi? Muhakkak ki başınızdaki yöneticiler, nifak üzerinde ısrarcı ve gerçekleri saptırmada uzman olmuşlardır. Böylelikle görürsünüz ki onlar, Yahudiler ile aşağılayıcı müzâkereleri "mücâdele" olarak, işgâl altındaki cepheleri uysallaştırmayı "direniş" olarak, hıyânet anlaşmaları ile ülkeleri satışlarını da "güvenli ve iyi yönetişim" olarak yansıtırlar. O sâbiteleri ile ne sarsıntılar yaşattıkları halde, yine de hâlâ o sâbiteleri korumanın gürültüsünü koparırlar! Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onlar hakkında ne de doğru buyurmuştur:  سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihânetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruveybida konuşacaktır." Denildi ki: "Ruveybida da nedir?" Buyurdu ki: "Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) müptezel adamdır!" [İbnu Mâce rivâyet etti] Artık bütün bunlardan sonra, Ey Müslümanlar, bu yöneticilerden yüz çevirip onlara karşı çıkmamanız, hatta onlara sükut edip boyun bükmeniz halinde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavline müstahak olmaktan korkmaz mısınız?

فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ 54 فَلَمَّا آسَفُونَا اِنْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ  "O kavmini aldattı da onlar da ona itaat ettiler. Muhakkak ki onlar fâsık bir kavim idiler. (54) Nihayet bizi öfkelendirince, onlardan intikâm aldık, böylece hepsini boğduk." [ez-Zuhruf 53-54] Hâlâ korkmaz mısınız, Ey Müslümanlar!

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER